UYANIŞ

By Elif_Tepe

70.6K 3.9K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

14

1.5K 96 83
By Elif_Tepe

Faris:

Derse girdiğimde arkadaşı Afetle birlikte bir şeyler yaptığını gördüm. İçeri girdiğimi görünce gülümsedi ve ayağa kalktı. Masaya geçip, oturmalarını söyledim.

Bu kız parfümünü mü değişmişti? Hiç onluk bir koku değildi bu. Yüzümü ekşittim. Defteri yazarken üzerimde ki bakışlarını hissettim. Başımı kalırmadan "hayırdır Karahan bir şey mi söyleyeceksin?" diye sordum.

Bana hissettirmeden yaptığı bir şeyi anladığımda verdiği tepki hoşuma gidiyordu. Ayağa kalktım ve öğrencilere tek tek baktım.
"bugün sizinle biraz sohbet edelim. Mesela sevgi ya da aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?"

Sınıftan ses seda çıkmazken Gamze iç çekti. Sanırım bu kızın Karahana olan düşmanlığı benden kaynaklıydı. Fakat bilmediği bir şey vardı Karahan gibiler aşktan sevgiden anlamazdı. Kendimden bilirim.

"bu soruyu bize sorarak çok büyük hata ettiniz hocam çünkü bizim sınıf tam bir sap topluluğu." yayık ağızlı konuşmasına sadece kendi ekibi gülen Semih, bana bakınca içimden küftermek gelsede dişimi sıktım.

Tüm dikkatiyle beni izleyen sınıfa göz gezdirdim "neden öyle dedin Semih? Sevgiliniz olmaması birini sevemeyeceğiniz anlamına gelmez." Hakan lafa girdi "bizim gibilerin kalbi çöldür hocam."

Hakanın söylediği sözler bana birini hatırlatmıştı. Başımı Karahana çevirdim "Herkesin kalbi çöldür, içinden Leylası geçene kadar!" bana bakarak gülüyordu.

Yaptığımın yanlış olduğu kanısındaydım. Başımı hızla çevirdim. Bunu ona yapamazdım. Evet belki babamın isteğinden dolayı ona iyi davranmıyordum. Kesinlikle içimden geldiği için yapmıştım her şeyi ama yine de olur da bir gün babamın söylediklerini öğrenirse üzülürdü.

Zaten kesiklerle büyümüş birinin yarasını deşmek Faris Çakarhana yakışmazdı. Telefonuma mesaj gelince babamdan olduğunu anlamıştım. Çünkü onun dışında kimse bu saatler içerisinde beni rahatsız etmezdi.

Masajı açtım "okulun gizli bölümlerini gösteren harita çalınmış. Şimdi nedenini sorma ve Efsar Karahanı gördüğün yerde öldür. Sonra bana haber ver cesedi temizleteyim." bakışlarım ona kaymıştı "bunu nasıl yaparsın?"

Kendi kendime konuşuyordum. Bunu nasıl yapardım ben? Önce Karahanın ismini babama vermiş sonra da ondan şüphelendiğimi defalarca söylemiştim.

O zamanlar sinir bozucu ve gıcık bir tipti. Üstelik geveze olması da beni benden alıyordu. Fakat son bir buçuk aydır ona kanım çok ısınmıştı. Sanki onu birkaç ay değil de yıllardır tanıyor gibiydim.

Gözlerini kocaman açmış bana bakan kızı görünce yutkundum 'nasıl masum bir insanın canını alabilirim ki?' Karahan belki birçok şey olabilirdi ama asla Ahmetin ajanı olacak kadar kötü biri değildi.

Dengesiz tavırları ve düşünmeden konuşması çektiği acıdan kaynaklanıyordu. Bunu asla yapamazdım, yapmazdım! Sandalyeye astığım ceketimi aldım "serbestisiniz. Sesiniz çıkmasın!" diyerek sınıftan ayrıldım.

Onun masum olduğunu ve artık şüphelenmediğimi babama söylemek zorundaydım.
------------------------------------------

Efsar:

"bunu nasıl yaparsın?" diyince yerimde kaskatı kesilmiştim. Ne öğrendiğini bilmiyordum ama deli gibi merak ediyordum.

Beni öldürdüğü ya da babasının önüne attığı sahneler zihnimde canlandıkça boğulacak gibi oluyordum. Gözlerim dehşetle açıldı "ya intikam için kolumu bacağımı kesip elime verirlerse? Sonra da dilenci yaparlar belki!" saçmalama o kadar da cani değildirler herhalde Efsar.

"adam deli gibi sevdiği kadının öldürülmesine razı olmuşken seni çiğ çiğ yeseler ses etmez!" düşündüğüm şeyle yutkundum. Pencereden mi atlasaydım ya da o beni öldürmeden ben kafama sıkabilirdim.

Tabii ki de hayır! Canım kendim böyle bir sonu hiç hak etmiyordu. Ceketini alıp sınıftan çıktığında daha da şaşırmıştım. Sanırım benimle ilgili bir şey değildi. Kendi kendine düşünürken bana sektirmişti. Rahatlıkla nefesimi verdim.

Etrafa boş boş bakarken Afet, Kerimin yanına gitmişti. Ben de çantamdan haritayı çıkardım ve eteğimin beline koydum. Sınıfa baktığımda herkesin kendi aleminde olduğunu gördüm.

Kimi kendi arasında konuşurken kimi de uyuyordu. Mertin verdiği kulaklığı taktım ve düğmeye bastım. Mert sinyali almıştı "pekala Azrail şimdi! Ceketinin düğmesine bir kamera taktım ama merak etme ilk defa şimdi devreye sokacağım. Onun dışında sadece seni yönlendirmek için kulaklık takmanı istedim cevap vermesen de olur."

'Cevap vermesen de olur' mu? Zaten cevap veremem aptal!' sabır çekip sınıftan çıktım. Her an bir köşeden Faris bey çıkacak korkusuyla ilerlerken bodruma gelmiştim.

"sanırım seni takip eden biri var!" bir şey ararmış gibi etrafa bakarken beni takip eden kişinin Gamze olduğunu görmüştüm. Sessiz olmaya çalışarak bana yaklaşıyordu.

Elim silahıma gidince Mert bağırmıştı "sakin ol Azrail onu öldürürsen başımıza bela olur. Başka bir çözümle gönder onu!"
Merdivenlerin köşesinde durmuş beni izliyordu.

Boşluğa bakarak gülümsedim ve elimi uzattım. Hiç kimse olmamasına rağmen birinin elini tutuyormuşum gibi davranmıştım. Gamzeye döndüğümde yüzünün kireç gibi olduğunu fark ettim. İşaret parmağımı ona uzattım ve gözlerimi yukarı kaydırıp deli gibi titremeye başladım.

Gamze çığlık atarak kalkmıştı "ay buna bir şeyler oluyor imdat!" diye bağırarak yavaş yavaş indiği merdivenleri üçer beşer çıkıyordu.
Kulaklıktan Mertin kahkahasını duyabiliyordum. Bu beni tebessüm ettirmişti.

"haritayı aç Azrail. Buradan sonrasında seni izleyebileceğim bir kamera yok. Onun için ceketindekini devreye sokuyorum." haritayı çıkarıp açtım. Küçük el fenerini dişlerimin arasında sıkıştırmıştım.

Çizimde belirtilen yerde durunca tekrar baktım, ilerideki kazan dairesine gitmem gerektiği çizilmişti. Çizimi takip ederek kazan dairesine giden merdivenlere açılan kapağın önünde durdum.

"hazır mısın Azrail?" ne dediğini anlamamıştım. Kilidin üstünde yanan kırmızı ışığın yeşile döndüğünü görünce kilitlerin elektronik sisteme bağlı olduğunu görmüştüm.

Yani bir insan yıllarca koruduğu bir şeyi asma kilit ardında saklamazdı herhalde. Kapağı açtım ve merdivenleri inmeye başladım "kapağı kapat!" diyen Merti dinledim ve kapağı örttüm "kontrole gelen olursa diye burayı tekrar kilitliyorum Azrail! Merak etme çıkarken sorun yaşamazsın."

Kapı tekrar kilitlenmişti. Merdivenler oldukça kirli ve kaygandı. Dikkatli bir şekilde iniyordum. Merdivenlerin sonuna gelince Mert araya girdi "çizimi kameraya doğru tut Efsar!"
Kağıdı, kameraya yaklaştırdım.

"tamam çok güzel. Şimdi burada bir yerde bir kapı daha olacak onu bul. Sonra icabına bakalım." etrafıma bakındım. Tam dört tane kapı vardı. Mert düşünüyormuş gibi bir ses çıkardı  "bence sağdan en baştaki ideal gibi duruyor. Bir orayı dene!"

Söylediği kapıya doğru adım attım. Kapının kilidi tam da düşündüğüm gibi asma kilitti. 'Allah'ın akılsızları.' diye içimden geçirip kilide ateş ettim.

Kilit parçalandığında paslanmış kapıyı büyük bir gıcırtıyla açtım. Üstüme üşüşen fare ve böceklerle bir adım gerilemiştim.

"hadi canım!" diye bir ses çıktı Mertten. Bileklerinden zincirlenmiş bir ceset - ki buna ceset denmez kemik vardı sadece, öylece durmuş bana bakıyordu.

Kemiklerin üzerinde böcekler ve fareler dolaşırken gözüm üstte asılı olan yazıya çarptı "AJAN 1" yazıyordu. Lütfen düşündüğüm şey olmasın diyerek işime döndüm ve küçük odayı iyice araştırdım. Fakat sadece dört duvar vardı başka bir geçit falan bir şey yoktu.

"ikinci kapıya yönel Efsar. Zamanımız az!" ikinci kapıdan ne çıkacak diye düşünmeden duramıyordum. Silahımı kavradım ve yavaş yavaş ikinci kapıya yöneldim. Silahı kaldırdım ve kilidi hedef aldım. Tetiğe bastığımda kapı kendiliğinden açılmıştı.

Bunun sebebi ayaklarımın dibine düşen kemikten adamdı. Evet onlara ceset demek istemiyordum. Burada ise "AJAN 2" yazıyordu.

Diğer kapıyı açtığımda direğe bağlanmış bir adamın öylece bana baktığını gördüm. Ne diyorum ben? Tabii ki de yaşayan biri değildi. Bunun da diğerlerinden eksik kalır yanı yoktu. Olmayan bacağı dışında tabii. Bir de kafatası ezilmişti. Yazık!

Üstteki yazıyı okudum "AJAN 3" konuyu anlamıştım ama salağa yatmak hoşuma gidiyordu. En azından korkmuyordum.

Sanırım buraya yakaladığı ajanları bağlayıp, ölüme terk eden bir manyakla karşı karşıya gelmiştim. Son kapıya ilerledim. Dördüncü kurşunu da sıkınca son kapı açılmıştı.

Kapıyı tuttum ve kendime çektim. Bu da diğerleri gibi paslanmıştı fakat ceset yoktu. Sadece "AJAN 4" yazıyordu. Evet kesinlikle burası benim için ayrılmıştı.

"yere bak Azrail orada bir kapak var!" içeri girdim ve yerdeki kapağı aradım. Şahin gibi gözleri vardı. Ben bile toz topraktan zor görmüştüm.

Eğildim ve kaldırmaya çalıştım. Neredeyse belim çıkacaktı "Allah belanı versin Mert! Erkek olan sensin." tek şansım beni duymamasıydı çünkü istese sabaha kadar beni burada tutabilirdi.

"zorlama Efsar. İç taraftan elektronik kilit var. Onu çözmeye çalışıyorum." e iyi bari. Belim çıksa da çok erken söylemişti.

Üstüne çıkıp tepinsem kırılır mıydı? Kapağın arkasından tiz bir ses duyuldu ve sonra etrafındaki tozlar havalandı. Kendimi tam bir mafya filminde hissediyordum. Kapağı tuttum ve kaldırdım.

Aşağısı alaca karanlıktı. Ben en son karanlıktan korkuyordum sanırım. Yok ya da o küçük Efsardı. Ben de olabilirim bilmiyorum ama ben buradan korkmam diyen bir babayiğit varsa çıkmalıydı karşıma.

Havasızlıktan terlemiştim ve nefes almak da zorlaşıyordu. Yerin iki kat altına iniyordum neredeyse. Buranın merdivenleri tahtaydı ve tahtalar ise pek sağlam değildi.

"inşallah düşme..." lafımı bitirmeme fırsat kalmadan bastığım basamak kırılmıştı ve aşağı yuvarlanmıştım.
"Efsar iyisen elini kameraya salla!" dediğini yapmayacaktın çünkü ayağa kalktığımda zaten iyi olduğumu anlayacaktı.

"kahretsin! Buradan sonrasına ulaşamadım. Etraf sinyal kesici dolu Efsar." nefes nefese etrafa bakındım. Her yer gazete kağıdıyla kaplıydı.

Yerdeki kağıtlara saçma sapan bir sürü şey yazıyordu. Duvara asılı olanı elime aldım. İlk sayfada yanan evimi görünce duvardan destek alarak yere oturdum.

Haberde yazanları okumaya başladım "... Ünlü iş adamının oğlu B. Kurtbey ve karısı M. Kurtbey, dün gece evlerinde çıkan yangında can verdi. Çiftin çocukları olan sekiz yaşındaki E. Kurtbey ve on günlük E. Kurtbeyden haber alınamıyor. Yapılan araştırmaya göre mutfaktaki gaz sızıntısı sonucu oluşan patlamada evin çeşitli bölümlerine sıçrayan alevler evi kül etmeye yetti..."

Yalandı işte... Yalan! Benim anne ve babam aynı anda ölmemişti. Babamın hayatta kaldığını öğrenen Ahmet onu tekrar öldürmeye kalkmıştı ve bu sefer başarılı olmuştu.

İnsan hayatı bu kadar basitti işte. Gücün varsa kimse sana katil demez, seni kurtarmak için yaptıklarına mutlaka bir kılıf bulurlardı.
"Efsar etrafına bak! Sinyal kesiciyi bul ve kapat. Duyuyor musun beni?" gazeteyi elimden bıraktım fakat düşünmeden edememiştim.

'Şeref beyin bu olayla ne ilgisi var?' daha önce de arka bahçedeki bodrumdan çıkan eşyalarım iyice beni şüpheye çekmişti.

"Efsar hadi!" Mertin sesini duyunca ayağa kalktım. Etraftaki sinyal kesiciyi ararken bir sürü demir ve tahtanın buraya yığılmış olduğunu gördüm "demirlere dikkat et Efsar, paslı olabilir."

Tek sorun da oydu zaten! Ne aradığımı bile bilmeden bir şey aramak da tam benlik hareketti. Mert açıklama gereği duymuştu "bak aradığın şey tam olarak demir bir direğin üstünde, kare kutu şeklinde bir alet. Etrafında ise bir sürü demir çubuk olacak!"

Her yeri milim milim arıyordum çünkü elimdeki fener en fazla bir metreyi aydınlatmaya yetiyordu. Mert sessiz kalınca merak etmiştim.

Çok geçmeden konuştu "kameranın gece görüşü açık ve sanırım onu buldum." kulaklıktan bir hışırtı yayıldı ve sonra tekrar Mertin sesi geldi "şimdi Azrail dümdüz tam beş adım git!" dediğini yaptım ve beş adım ileriye gittim.

"şimdi sağa dön ve on adım yürü!" umarım bunun altından bir şey çıkmaz, diyerek dediğini yaptım ve on adım yürüdüm.
"ellerini uzat ve duvarın hizasında yürü. Eline ilk değecek şey sinyal kesici!"

Hiç güvenmememin sebebi neydi acaba? Fakat dediğini yapmaktan başka çarem de yoktu. Ellerimle duvara dokundum ve onun hizasında yürümeye başladım.

Çok geçmeden elim soğuk bir direğe değdi "çok güzel Efsar. Şimdi üstekki kutu şeklindeki şeye ateş et ve kapağını aç." dokunduğum kutuya ışığı tuttum ve kapağına ateş ettim.

Eğilmiş kapak geriye doğru atarken önüme bir sürü kablo çıkmıştı. Kırmızıyı mı kessem maviyi mi ya da yeşili mi? Bir de sarı var tabii.
"bön bön bakacağına kabloları kes de devre dışı bırak şunu."

Botumun içinden çakımı çıkardım ve kablolara doğru eğildim. Ellerim titriyordu "bomba imha ediyor sanki! Hadisene kızım sadece yarım saatimiz kaldı."

Başımı salladım ve ilk önce mavi kabloyu, ardından yeşil, sonra sarı ve en son da kırmızıyı kestiğimde cihaz ötmeye başlamıştı.

"tamam sakin Azrail! Şimdi devreye girebilirim. Alarmı kimse duymadan kapatacağım." etrafımda yanan kırmızı ışıklar kapanmıştı.
Köşelerden küçük spot lambaları yanınca etraf aydınlanmıştı.

Çizimi açtım ve buranın altında son bir kat daha olduğunu gördüm.
"kapının kilidini devre dışı bırakmaya çalışıyorum Efsar bekle biraz."
Bu diğer kapılar gibi değildi. Oldukça korunaklı ve güçlü bir çelikten yapılmıştı.

"kapıda beş tane kilit var. İlk ikisi kolay ama diğerleri zor gibi görünüyor." etrafa baktım. Sanki içeride benden başka biri daha vardı gibi.

Kapının ilk kilidi açılınca kırmızı ışık yeşile döndü. Geriye dört tane kilit kalmıştı. İkincisi de kırmızıdan yeşile döndü.
"diğer üçünü açmam on beş dakikamızı alır Efsar. Son yirmi dakika kaldı. Kapıyı açar açmaz beş dakika içinde o kutuyu bul ve yukarı çık!"

İnişim bir saatken çıkışım nasıl beş dakika olsun, diye söylenmeden edememiştim. Oldukça da yorulmuştum ama oturacak yer yoktu. Yere otursam üstüm kirlenirdi.
Üçüncü kilit de yeşile dönmüştü. Son iki tane kalmıştı.

Bilgisayarda tek yapabildiğim internete girmekken, Teknonun bu yaptıklarına şaşırmadan edemiyordum. On dakikanın sonunda diğer kilit de açılmıştı.

Geriye sadece bir tane kilit kalmıştı. Şu anki heyecanımı anlatmak için kelimeler yetmezdi. Son bir kilit beni özgürlüğüme kavuşturmaya yetecekti.
Son kilit de kırmızıdan yeşile dönünce derin bir nefes aldım ve kapının üstünde bulunan yuvarlak kolu çevirmeye başladım.

Raylar üste çıkınca kapı açılacaktı. Fakat bunu açmak oldukça zordu.
"elini çabuk tut Efsar. Alarm duyulmuş olabilir. Sonun diğer ajanlar gibi olsun istemezsin."

Bütün gücümle rayı yukarı kaldırdım ve kapıyı açtım. Kapı açılınca merdivenin kenarında bulunan ışıklar hızlı hızlı yanıp yolu aydınlatmıştı.

"dikkatli ol Efsar!" bugün merdiven inip çıkmaktan kusacaktım neredeyse. Silahımı sıkıca kavramış aşağı inmeye başlamıştım? Silahımda son iki mermi kalmıştı.

Ayağımın altından üşüşen fareler iğrenmemi sağlıyordu. Etrafı kırmızı perdelerle kaplı bir odaya inmiştim. Tam ortada duran cam fanus içinde altın rengi, parlayan bir piramit vardı.

Kutu dedikleri şey bu muydu? Bu kutu değil masallardan fırlamış gibi bir şeydi. Piramitin etrafı pırlanta taşlarla süslüydü "aldığım sinyale göre bu gerçek altından yapılmış Azrail!"

Sakladığı şey maddi bir şey miydi yani? Oysa benim aldığım bilgiye göre hayati mesele taşıyan bir şeyi saklamıştı buraya. Ahmet bunu elde etse ne olacaktı ki? Zaten durumu gayet iyidi.

Büyülenmiş bir şekilde fanusun içindeki piramite bakarken elimi uzatmıştım "sakın dokunma Azrail! Etrafındaki şeffaf ipler hemen karşıdaki bıçak sistemine bağlı."

Korkuyla elimi geri çektim. Etrafı araştırmaya başladığımda bıçakları devre dışı bırakmak için el izi okuyan bir sistem gördüm. Ona doğru yürüdüğümde el işaretinin üstüne sadece "Şeref Çakarhan." yazıyordu.

Demek bir tek onun el izi fanusa ulaşmamızı sağlıyordu.
"sistem çok güçlü Efsar. Bağlantıya bile giriş yapamıyorum. Fakat sistemi kaydettim. Birkaç gün içerisinde çökertebilirim ancak."

Birkaç gün daha beklemek istemiyordum. Bir an önce bu lanet şeyi Ahmetin yüzüne fırlatıp kardeşimi de alıp buradan gitmek istiyordum.

"Efsar inan bana çok az kaldı. Sistemi çökertmeyi başardığım an o piramiti alıp buradan gideceğiz ama şimdi..." başka bir şeyle ilgenir gibi bir hali vardı. Ne demek gideceğim? Onu götüren kimdi ki sanki! "çık oradan Efsar gelenler var!"

Kapı açıldığında artık çok geçti. Karşımda gördüğüm kişi beni şaşırtmıştı gerçekten.
'yandın Efsar... Bu sefer yandın!'

-—-------—----—-----—-------—---
Şeref Çakarhan Malikanesi:

Öfkemi dindirmeye çalışarak kapıdan içeri girdim. Annem salonda oturuyordu "babam nerede anne?" ilk defa beni böyle gören annem, elindeki kahve fincanını sehpaya bıraktı ve ayağa kalktı "bir sorun mu var Faris?"

"babam nerede?" eliyle merdivenleri işaret etti "çalışma odasında oğlum." merdivenleri çıkarken, ceketimi çıkarıp rastgele bir yere bıraktım.

Kapıyı çalmadan odaya girdiğim için babam aniden oturduğu koltuktan kalkmıştı. Benim geldiğimi görünce elini kalbine koydu "sen miydin evlat? Kapıyı çaldığını duymadım."

Masanın etrafından dolaşıp bana doğru gelmişti "zaten kapıyı çalmadım ki duyasın baba!" kaşları çatılmıştı "ses tonun alışık olmadığımız türden bugün. Ne oldu?"

Telefonumu çıkardım ve attığı mesajı açtım "bu ne demek oluyor baba?" mesaja bakıp sonra bana döndü "o kızı öldürmeni söylemiştim. Onda net olmayan şeyler var oğlum. İnan bana Ahmetin ajanı o!"

Dişlerimi sıkmıştım. Ahmet gibi bir şerefsizin yanına layık göremezdi kimse onu. Babam da olsa yapamazdı.
O masumdu her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyor üstelik kendini de çok seviyordu "ne yani baba sırf şüphelendiğin için daha on sekiz yaşındaki bir genç kızın hayatını mı bitirelim? Nerde kaldı çocukken bana verdiğin öğütler?"

"sen benim işime karışma ve dediğimi yap! Biliyordum bu işin böyle olacağını biliyordum. Bu kız iyi eğitim almış olmalı ki seni, kendine çok kolay bağladı. Onu öldürmem gerek, o kutuyu Ahmete götürmeden öldürmem gerek."

Her kelimesinde daha da sinirleniyordum "Ahmet, kardeşimi öldürdüğünde aylarca yataktan çıkamadın. Oğlum daha çok gençti, onun hayalleri vardı diyip durdun hatırlıyor musun baba? Eğer şimdi ben Karahanı öldürürsem, onun hayalleri ne olacak? Kardeşimin arkasından ağlayan bir annesi vardı, babası, ağabeyi, sevgilisi... Fakat yok! Karahanın ağlayacak kimsesi yok! Onu öldüremem, öldürmem. Bu hayatta kimsesiz yaşamışken, mezarı da kimsesiz kalsın istemiyorum."

Gözlerinden ateş çıkıyordu "lafımı yere vurmanın sebebi ne? Neden öldüremezmişsin ha?" sahi neden öldüremezdim?
Çünkü ölümü sadece katiller hak eder, caniler, kötü insanlar, aramıza sızmış hainler hak eder. Karahan bunlardan biri olsaydı gözümü kırpmadan öldürürdüm.

Fakat kolu kanadı kırılmış bir kuş gibi sana sığınan birini asla öldüremezsin. Evet, o farkında olmadan sürekli bana sığınıyordu ve ben bundan şikayetçi değildim. O bana kim olduğumu hatırlatmıştı. Ben cani değil, iyi bir insandım.

"onu öldüreceksin Faris!"

"öldürmeyeceğim baba!"

"neden?"

"nedenini söyledim onu artık suçlu olarak görmüyorum. Bana bir delil sun ben de suçlu olduğuna karar verip öldüreyim söz!"

Sinirden gözleri sonuna kadar açılmıştı "sana son ikazım Faris. Ya bu işi sen yaparsın ve sana karşı kırılan güvenimi geri kazanırsın ya da ben bu işi halledecek başka bir adam gönderirim."

"benimle karşı karşıya gelmek istiyorsan yap baba!" bunu ne akla söylediğimi bilmiyordum ama masum birine zarar vereceğini düşündükçe deliye dönmüştüm.

Yıllar sonra ilk defa babamın kuklası olmamak ve ipleri kendi elime alıp, kendi fikirlerimi söyleyebilmek hatta ona karşı gelmek hoşuma gidiyordu. Babam arkasını döndü "işte tam da bunun için o kızın ajan olduğunu düşünüyorum."

Niye bunu düşünüyor olabilirdi ki?
"ne için baba... Ne?" başını sallayarak cama doğru yürüdü "Füsunu ilk tanıdığında da böyleydin. Seni benden uzaklaştırdı ve sözümü dinlememeye başladın. Sonra ne oldu ha? Haklı olduğum ortaya çıkınca kendi ellerinle getirdin onu bana!"

Gözlerimin içine baktı "ama bu sefer farklısın. Füsuna karşı bile böyle değildin sen oğlum! Gözlerin farklı bakıyor sanki ve korktuğum şey başıma gelecek gibi!"

İyice saçmalamaya başladığını fark etmiştim "korktuğun şey mi?" elini omzuma koydu "bu kız Ahmetin adamı olsa bile saklarsın diye korkuyorum. Ajan olsa bile ölürmezsin, öyle değil mi Faris?"

Omzumu çektim "bu kadar ileriye gitme baba. Ona karşı asla farklı duygular içinde değilim. Sana dediğim gibi küçücük bir delil bile bul söz veriyorum kafasına sıkacağım."

Memnuniyetle gülümsedi "sana söz veriyorum oğlum o delili bulacağım ve sen bir kere daha babana hak vereceksin!"

İstemiyordum... İlk defa babama hak vermek istemiyordum. Karahan hiçbir insana kolay kolay güvenmezken, ben güvenmeyi seçenlerdendim ve evet o kıza güveniyordum.

Defalarca Ahmet adamlarını içimize sızdırmıştı ve hepsinin de gözüne bakınca anlaşılıyordu. Hepsinin gözleri ben katilim diye bağırıyordu. Fakat Karahanın gözlerinde sadece acı ve kırılgan birkaç umut parçası vardı.

Derslerde bazen dalıp gidiyordu fakat ne düşündüğünü anlayamıyordum. Hayal kurmadığı kesindi. Çünkü o zamanlar yüzünü hüzün esir alıyordu? Gülmekten bıkmayan bir insanken ağlamaklı bir havaya bürünüp etrafında insanlar olduğunu fark edince de gülümsemesini takınıp düşüncelerini dağıtıyordu.

Anladığım kadarıyla ağlamayı güçsüzlük olarak görüyor ve bunun için de sadece güvendiği kişilerin yanında ağlıyordu. Demek ki bana güvenmiyordu.

'ölmeyeceğim Karahan... Benim yanımda ağladığını görmeden ölmeyeceğim.'

Benden ona zarar gelmeyeceğini bilmesi gerekirdi. Bana güvenmeyi öğrenecekti. Çünkü ancak onu bu şekilde koruyabilirdim. Evet onu korumak istiyordum çünkü buna ihticayı vardı.

Her ne kadar kibir prensesi olsa da o da birilerine ihtiç duyuyordu. Babam oturunca ben de karşısındaki koltuğa oturdum. Annem, yardımcılardan biriyle kahve göndermişti bize.

"kusura bakma baba sana karşı saygısızlık yaptım ama söylediğim her şeyin arkasındayım hâlâ." babam başını salladı "umarım ümitlerin kırılmaz oğlum."

Kahveye elimi uzattığımda gözüme yüzüğüm takılmıştı. Düğüne sayılı günler kalmıştı. Artık evlenmek istemiyordum fakat birine söz verdikten sonra yarı yolda bırakamazdım.

Semranın bana hiçbir kötülüğü dokunmamıştı. Durum böyleyken de kalkıp yüzüğü atmak insafsızlık olurdu. Terk edilmiş bir kadının acısı olmak istemiyordum. Bunun için başladığım işi, bitirecektim. 

Kapı tıklatıldığında babam "gir!" dedi. Beyaz gömleği kan olmuş koruma odaya girdi "hayırdır Fehmi ne bu hal?"

Babamla birlikte ayağa kalktım "Şeref bey ajanı yakaladık. Kutunun bulunduğu gizli odadaydı. Sinyal kesiciyi imha etmeye çalışırken alarmı çalıştırmış. Okuldaki takipçiler de haber verdi hemen oraya gittik. Gizli odada fanusu açmaya çalışırken bulduk onu!"

Babamla birbirimize baktık "nerede o?" Fehmi bana baktı "yaralıydı Faris bey, eve getirmemizi istemediğiniz için müştemilata bağladık."

Babam silahı bana uzattı "gidip bakalım kimmiş bu ajan, oğlum!"
-------------------------—--------------
... Ve bölüm sonu!!!
Beğenmenizi umuyorum.

Gelecek bölüme kadar kendinize çook iyi bakın! Bir sonraki bölüm görüşmek üzere...
💙 💙 💙 💙 💙

Continue Reading

You'll Also Like

144K 5.5K 41
İhanetin gölgesinde kalan kadınların intikamı ağır olur. Mecburiyet, kollarını hayatına doladığı zaman susacağını sanır, seni hislerle yanıltır. Ama...
4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
27.7M 1.3M 81
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle...
7.3M 168K 15
Dilsiz bir kızın kalbi tüm kötülükleri kendisine çekiyordu. Hiçbir kalp bu kadar değerli olmamıştır. Yeşil, Ötanazi Okulu'na sürgün edildiğinde o yıl...