Prudence, just like an étoile

By obsidiyensever

17.4K 2K 2.1K

Adım Prudence'tı. Fındıklı çikolataya bayılır, sade sütten nefret eder, limonlu dondurma için gözüm kapalı ci... More

1. bölüm: beklenmedik eşleşme
2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings
3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları
4. bölüm: açık pencere
5. bölüm: işe yaramayan şeyler
6. bölüm: del monte sahili
7. bölüm: bayan stiles'ın sebep oldukları
8. bölüm: hikâyedeki eksik
9. bölüm: jane austen
10. bölüm: bazı değişiklikler
12. bölüm: tuhaflıklarla dolu bir piknik
13. bölüm: keşke
14. bölüm: fark etmemek ya da edememek
15. bölüm: tek gerçek dil
16. bölüm: bir ses
17. bölüm: umulmayan olaylar silsilesi
18. bölüm: mahvediş ve mahvoluş
19. bölüm: kabahatin cezası
20. bölüm: seth'in amacı
21. bölüm: gerçeği şuursuzca inkâr eden bir alık
22. bölüm: gözde basketbol oyuncuları
23. bölüm / 1. kısım: son hak
23. bölüm / 2. kısım: aşkın dayanılmaz ağırlığı
24. bölüm: tuzlu deniz kokusu

11. bölüm: son gece

758 95 171
By obsidiyensever

Gün geçmek bilmemişti. İlk önce dersler, sıkıcı uzunluklarıyla beni esir almış, sonrasında spor salonundaki temizlik görevinin pençeleri arasına sıkışıp kalmıştım. Oysa yapmak istediğim tek bir şey vardı: Luke'un bana verdiği kitabı okumak! Tabii ne yazık ki korkunç sorumluluklarım kitabı açmama bile izin vermemişti. Yine de sorun değildi, çünkü eğer eve gidip odama girene kadar sabredebilirsem her şeyin olmasını istediğim şekilde ilerleyeceğini biliyordum. En azından öyle umuyordum. Odama girecek, duşumu alacak, sonrasında tatlı tatlı kitabımı okuyarak Luke'u düşünecektim. Planım buydu, ama üzülerek söylüyorum ki, işler hiç de düşündüğüm gibi gitmemişti. Ben duş aldıktan hemen sonra annem tarafından yemeğe çağrılmış, uzun bir süre yemek sofrasında babam ve nutuklarına maruz kalmıştım. Sanırım John Lennon, hayatın, sen planlar yaparken başına gelen şeyler olduğu konusunda çok haklıydı.

Sonunda odama çıkıp Cicim'i -ki Luke'un deyişiyle kitabın adı Chéri idi- elime aldığımda saat düşündüğümden daha geçti. Neyse ki hâlâ okumaya hevesliydim. Kitabı açtım ve sayfaları çevirirken, üçüncü sayfaya siyah tükenmez kalemle bir not düşüldüğünü gördüğüm anda kalakaldım. Kimin yazdığı açıkça belli olan not sadece iki cümleydi.

Sevgili Prudence, seni tanıyana kadar yıldızların sadece gökyüzünde var olabildiklerini sanırdım. Yanılmışım.

Size abartısız söylüyorum, bu iki cümleyi yüzlerce kez tekrar tekrar okudum. Nasıl mümkün olabiliyordu bilmiyorum, ama her okuyuşumda bana bir öncekinden daha farklı hissettiriyordu. Yazdığı şey o kadar güzeldi ki, kitabı okumaya başladığımda bile ara ara dönüp notunu tekrar okumaktan alıkoyamadım kendimi.

Bazen başa döne döne, bazense oldukça dikkatli bir şekilde yetmiş sayfadan fazla okudum. Penceremin tıklatıldığını duyduğumdaysa yetmiş altınca sayfanın son satırlarındaydım. Sesi duymamla başımı kaldırıp pencereye baktım. Seth Tucker, karşılaşmaya alışık olduğum bir vaziyette penceremin arkasından bana sırıtıyordu.

Kitabımın arasına, beğendiğim yerlerin altını çizmek için kullandığım kalemi koydum ve kitabı kapatıp nazikçe yatağımın yanındaki komodine bıraktım. Görünüşe göre evren, bu kitabı okumamam için elinden geleni yapmakta kararlıydı.

Yatağımdan zıplayıp ayağa kalktım. Çok geçmeden pencereyi açmış, Seth'i içeri almıştım.

"Beni gördüğüne pek sevinmemiş gibisin, Sarışın," dedi Seth, bana kısa süreliğine arkasını dönüp pencereyi kapatırken. "Oysa uzun zamandır seni ziyarete gelmiyordum bile."

"Sadece kitap okuyamadığım için üzgünüm." Hızlı adımlarla odamın kapısına ilerledim ve kapıyı kilitledim. Ona dönüp sırtımı kapıya yasladığımda, gece mavisi gözlerini dikkatle üstüme dikmiş olduğunu gördüm. Sanırım varlığından tamamıyla hoşlanmadığımı söyleyemezdim. Dediği gibi beni ziyarete gelmeyeli uzun zaman olmuştu ve aramızın, onun buraya çekincesizce uğramasını sağlayacak kadar düzelmiş olmasından dolayı mutluydum, ama artık endişe etmem gereken birtakım şeyler vardı.

Seth, "Orada öylece durup bana bakmayı sürdürecek misin?" diye sordu merakla. "Gözlerini üstümden alamayacağın kadar yakışıklı olduğumun farkındayım, ama bu kadarı da biraz fazla."

Abartılı bir şekilde göz devirdim. "O kadar da yakışıklı değilsin."

"Hayır, öyleyim," diye diretti. "Tanrısal bir yakışıklılığım var benim."

Tanrısal mıydı değil miydi bilmiyordum, ama kesinlikle itiraf etmek isteyeceğimden çok daha yakışıklıydı. Muhtemelen böyle düşündüğümün farkındaydı, ama düşüncelerimi dile getirerek ona haklı olma zevkini tattırmayacaktım.

"Her neyse," dedi, cevap vermeyeceğimi anladığında. "İkimiz de gerçeklerin farkındayız zaten." Yatağıma doğru ilerlerken konuyu değiştirdi. "Sen beni azarlamadan önce söyleyeyim, tertemizim. Gelmeden önce duş aldım."

Verdiği bilgi beni gülümsetti. "Hassasiyetin için teşekkürler Seth."

"Rica ederim." Yatağıma oturdu ve ayakkabılarını çıkarmaya koyuldu. "Bu arada bana inanmıyorsan koklayabilirsin." Bir ayakkabısını henüz ayağından çıkarmıştı ki başını kaldırıp sırıtarak bana baktı. "İnan rahatsız olmam."

"Yanına yattığımda istemesem de kokunu alacağım. Neden seni özellikle koklayayım ki?"

"Çünkü yeni bir şampuan aldım," dedi diğer ayakkabısını da ayağından çıkarırken. "Ve harika kokuyor. Sen güzel kokuları seversin, değil mi Sarışın?"

"Herkes güzel kokuları sever."

Yatağıma bacaklarını uzatırken sırıtmayı sürdürüyordu. "Ama sen sadece sevmez, aynı zamanda bayılırsın."

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Neden şu an bunu konuşuyoruz?"

"Bilmem." Yüzündeki oyuncu ifade, bakışları benden, konsolumun üstündeki kitaba kaydığı an anında yok oldu. Hiç düşünmeden kitabı eline aldığında tedirgin oldum. "Onu yerine koyar mısın, lütfen?"

Söylediklerimi duymazlıktan gelerek önce kitabın ön, sonra arka kapağına dikkatle baktı. Açıkçası kitaplarıma benim dışımda biri el sürdüğünde oldukça huzursuz olurdum. Başka biri kitabıma benim kadar özenli ve nazik davranamaz gibi gelirdi bana. Sanki her an sayfaları kırıştırabilir ya da kitabı ellerinin arasında düşürebilirdi. Bu yüzden her zaman kitaplarımın üstüne titrerdim. Bu kitabı da Luke'tan aldığım düşünülürse, şu an her zaman olduğumdan çok daha fazla tedirgindim.

Seth kitabın iç sayfalarına bakmaya karar verdiğinde hızla yanına gidip ona elimi uzattım. "Kitabımı ver Seth." Şu saatten sonra Luke'un notunu görüp okuması çok yüksek bir ihtimaldi ve bu özel bir şeydi, okumasını istemiyordum.

"Sadece bir kitap Prudence," dedi Luke'un notunun olduğu sayfayı açarken, "neden bakamıyorum?"

Kitabı elindeyken tuttum, ama çekmeye kıyamadım. "Sadece bir kitap değil. Bırak lütfen."

Bırakmadı. Ben de ne kadar istemiyor olsam da kitabı elinden çekip aldım. Bunu yaparken kitabın arasındaki kalem yere düştü, ama aldırmadım, çünkü kitabımın güvenliği, kaldığım yeri karıştırmaktan çok daha önemliydi. Onu dikkatli bir şekilde kitaplığıma koyduğumda rahat bir nefes aldım.

"Senin için bu kadar değerli mi gerçekten?"

Sorusuyla şaşırarak yavaşça Seth'e döndüm. "Ne?"

"Luke," dedi ciddi bir yüz ifadesiyle, "ona bu kadar değer veriyor musun gerçekten?"

Bir süre sessizce ona baktıktan sonra başımı salladım. "Evet, veriyorum."

"Ve ondan hoşlanıyorsun." Cümlesi dudaklarından soru sorar gibi değil de, zaten ortada olan bir gerçeği dillendiriyormuş gibi dökülmüştü. Doğruydu da. Ondan hoşlanıyordum. Çok ama çok hoşlanıyordum hem de.

Ben hiçbir şey söylemeyince yüzünde yarım, isteksiz bir gülümseme belirdi. "Siz kızlar kötü çocuklardan hoşlanıyorsunuz sanıyordum."

"Ben değil," dedim kararlı bir ses tonuyla. "Ben iyi çocukları severim."

Dudak büzdü. "Onda başka ne buldun ki? Yakışıklı bile değil."

Yorumunun gerçek dışılığı gülmeme yol açtı. "Eğer onun yakışıklı olmadığını düşünüyorsan kör olmalısın."

"Kör değilim." Biraz gücenmişe benziyordu. "Kör olsaydım seni güzel bulmazdım."

İltifatı o kadar beklenmedik ve şaşırtıcıydı ki, hiçbir şey diyemedim. Onun da bir şey dememi beklemediği belliydi. Gözlerini gözlerimden çekti ve yastıkları düzelttikten sonra kendini sırtüstü yatağıma bıraktı. Bir süre ayakta dikilip ne yapacağımı düşündükten sonra sessizce ışığı kapattım ve yatağa ilerledim. Komodinin üstündeki gece lambası hâlâ yanıyordu, bu sayede kolayca yolumu buldum. Yatağa yattığımda Seth ile birbirimizden oldukça uzak duruyorduk. Başımı yana çevirip ona baktım. Gözlerini tavana dikmiş, dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Gece lambasının ışığı yüzünün bir tarafını aydınlatırken, diğer tarafını gölgede bırakmıştı ve hüzünlü görünmesine sebep oluyordu.

"Haklısın," dedim ben de onun gibi bakışlarımı tavana çevirirken. "Luke'tan hoşlanıyorum." Bu, kendim dışımda birine Luke'tan hoşlandığımı itiraf ettiğim ilk andı. Söyleyene kadar fark etmemiştim, ama şu an duygularımı ona açıyor olmamın da bir sebebi vardı.

"Ondan hoşlandığını bildiğimi biliyorsun. Bunu az önce konuştuk."

"Evet ve şey..." Söylemek üzere olduğum şey için hem gerilmiş, hem de heyecanlanmıştım. Nasıl karşılayacağını, nasıl tepki vereceğini bilmiyor olmak beni çok korkutuyordu. Gözlerimi sımsıkı yumdum, sonra ağzımdaki baklayı çıkarıverdim. "Artık buna devam edemeyiz."

Başını hızla bana çevirdi. "Ne?"

Gözlerimi açıp başımı yavaşça yana yatırdım ve onunla göz göze geldim. "Birlikte uyumaya bir son vermemiz gerekiyor Seth."

Kaşlarını çattı. "Neden?"

"Çünkü birinden hoşlanırken bunu devam ettiremem. Karşımdaki kişiye haksızlık yapmış olurum. Doğru olmaz."

Gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan sessizliğe gömüldü. Ben de ağzını açıp bir şey demesini dehşet ve merak içinde beklemeye başladım. Belki üç, belki beş, belki de on dakika geçti ve Seth sonunda sadece, "Anlıyorum," dedi. Tabii ki de bağırıp çağırmasını beklemiyordum, ama bu kadar sakin karşılamasını da beklemiyordum.

"Anlıyor musun?" diye sordum, dikkatle yüzüne bakarak.

"Evet, anlıyorum." Vücudunu hareket ettirip yatakta yan döndü. Elini uzatıp belimi kavrayarak beni kendine doğru çekerken ona itiraz etmedim. Beni iyice kendine yaklaştırdı, şimdi yüzlerimiz birbirine çok yakındı ve bedeninden yayılan sıcaklık beni şimdiden sarmalamıştı.

"O zaman bu birlikte son gecemiz," dedi gece mavisi gözleri yüzümde dolanırken. "Bunu iyi değerlendirmeliyiz."

"Aklında ne var peki?"

Dudaklarını yaladı ve hafifçe tebessüm etti. "Güzel, keyifli bir uyku çekmek." Ardından kolunu uzatıp gece lambamı hızlı bir şekilde kapattı. Tamamen karanlıkta kaldığımızda, daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp başımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Tatlı rüyalar, Sarışın."

Kıvrılıp başını göbeğime yaslarken, sanki her an kaçabilirmişim gibi beni kollarıyla sımsıkı sardı. Onda bir tuhaflık olduğu aşikârdı, ama şüphelendiğim hiçbir şey olmadığı için tuhaflığın ne olduğunu anlayabilmem mümkün değildi. Bilirsiniz, bazen bazı gerçeklerin farkına varmak için bir şeylerden şüphelenmeniz gerekirdi.

"Sana da tatlı rüyalar Seth," dedim düşünmeyi bırakabildiğimde ve ellerimi kuzguni saçlarının arasına daldırıp yavaşça saçlarıyla oynamaya başladım. Ben de onun gibi son gecemizi iyi geçirme taraftarıydım.

Yeni okul gününün derslerden usandığımız bir öğle arası, yemekhanedeki masamıza yerleşirken gündemimizde, ortaya Luke tarafından atılmış bir konu vardı: Piknik.

Luke, bu sabah heyecanlı bir şekilde yanıma gelip birlikte pikniğe gitmemizin harika olacağını söylediğinden beri bunu konuşuyorduk. Hiçbirimiz Luke kadar istekli olmasak da, fikrini hemen benimsemiştik. Yalnızca Hazel, Ethan'dan dolayı biraz çekimser duruyordu, ama ne kadar eğlenceli olabileceğinin farkında olduğu için şimdilik her şey yolundaydı. Durum böyle olunca, çok geçe kalmadan, bu hafta sonu piknik yapmaya karar vermiştik.

"Harika olacak," dedi Luke, etrafa gülücükler saçarak. Açıkça göründüğü üzere toplu yapılan aktivitelerden oldukça hoşlanıyordu. Diğer erkekler de ona katılırken, Hazel yüzünü buruşturdu. Onun bu haline gülmeden edemedim. Tam ona sataşmaya hazırlanıyordum ki, bir şeylerin yere düşme sesini duymamla başımı çevirip o tarafa baktım. Gördüğüm ilk şey uzun boylu bir erkek oldu. Oldukça iyi tanıdığım bir erkek... Seth. Sonra karşısındaki, ona korkuyla bakan cılız oğlanı gördüm. Neler olduğunu anlamak için onlara birkaç saniye bakmam yetti. Muhtemelen çarpışmışlardı ve cılız çocuğun elindeki iki defter yere düşmüştü. Çocuk, Seth'in kötü tavırlarının farkında olduğu için şu an inanılmaz korkuyor olmalıydı.

Bakışlarımı onlardan bir saniye olsun ayırmadan Seth'in ne yapacağını merakla beklemeye başladım. Seth, çocuğa sert bir yüz ifadesiyle baktıktan sonra anlayamadığım bir şeyler söyledi ve eğilip çocuğun defterlerini yerden alarak ona uzattı. Ah, işte bu gerçekten şaşırtıcıydı.

Çocuk, defterlerini tedirgin bir şekilde Seth'ten teslim alırken başımı çevirdim ve Hazel ile göz göze geldim. Şaşkın bakışlarından benim gördüğüm şeyi onun da görmüş olduğu anlaşılıyordu.

"Gerçekten çabalıyor, ha?" dedi hafif bir gülümsemeyle. "Bence pikniğe onu da davet etmeliyiz. Bunu hak etti."

Seth'in bu tavrı beni düşündüğümden fazla mutlu ettiği için şu an ona katılmamam çok ama çok düşük bir ihtimaldi. "Bence de edebiliriz." Tabii diğer çocukların da rızasını almadan böyle bir şey yapamazdım, bu yüzden hızla dönüp onlara baktım. "Hey, Seth'i de çağırsak sizin için sorun olur mu?"

Luke her zamanki tatlı gülümsemesiyle bana baktı ve diğerleri adına da konuşarak, "Sormana bile gerek yok Prudence," dedi nazikçe. "Ne kadar kalabalık, o kadar iyi."

Gülümsemesine aynen karşılık verdim. Seth gelip yanıma oturduğundaysa bakışlarımı ona çevirdim. "Selam."

Kollarını masanın üstünde birleştirip bana yandan bir bakış attı. "Selam."

Lafı dallandırıp budaklandırmak hiç de bana göre olan bir şey değildi, bu yüzden hemen konuya girdim. "Hafta sonu piknik yapmaya gideceğiz, gelmek ister misin?"

Sorum onu şaşırttı, yüz ifadesinden bunu net bir şekilde anlayabiliyordum. Sanki diğerlerine danışmadan böyle bir teklif yapmışım gibi bakışları tek tek diğer çocukların üstünde gezindi. En sonunda, "Tabii," dedi. "Eğer gerçekten istiyorsanız, neden olmasın?"

Hazel, Seth'e aksi bir bakış attı. "İstemesek niye soralım?"

Seth omuz silkmekle yetindi ve herkes sessizce yemeğini yemeye geri döndü. Ta ki beklenmedik biri masamızın yanında dikiline dek.

"Merhaba çocuklar," dedi April doğrudan erkeklerle göz teması kurarak. "Hafta sonu size katılabileceğimi söylemek için uğradım."

Hazel ile şok içinde birbirimize baktık. Planı daha bu sabah yapmıştık, April'ın hangi ara haberi olmuştu ki? Ayrıca kim ona haber vermişti?

April herhangi bir cevap duymayı beklemeden, "Görüşürüz," dedi, z harfini uzatarak. Ardından arkasını dönüp hızla uzaklaştı.

Hazel inanılmaz öfkeli görünüyordu. Sırayla Luke, Blake ve Ethan'a sorgulayan gözlerle baktı. "Onu hanginiz çağırdı?"

Kısa süreli bir sessizliğin ardından Ethan, "Ben," diyerek hepimizi şaşırttı. "Ben çağırdım."

Hazel gözlerini kıstı, Ethan'a öldürücü bir bakış attı. Ethan şimdiden böyle bir şey yaptığına pişman olmuş gibi görünüyordu, ama geri adım atmadı.

"Huzur içinde yat, Ethan," dedi Seth, gülerek. "Hazel'ı kızdırarak hiç de iyi bir şey yapmadın."

Ethan'ın bakışları Hazel'dan Seth'e kaydı ve sıkkın bir ifadeyle ona baktıktan sonra birden ayağa kalkıp masayı terk etti.

Şey... Sanırım piknik bayağı enteresan olacaktı.


Arkadaşlar, doğruyu söyleyin, diğer hikâyelerimi yarım bıraktığım için buna yorum atmayarak beni cezalandırıyor musunuz? OYSA BUNA ELİMDEN GELDİĞİ KADAR BÖLÜM ATMAYA ÇALIŞIYORUM NE OLUR BİRAZ YORUM YAHU!

Neyse, eğer cezalandırıyorsanız sanırım bunu hak ettim:(( Veeeee bölümde Luke bu kadar az olduğu için hiç ama hiç ama HİÇ üzgün değilim. Umarım siz de üzülmezsiniz ^-^

Continue Reading

You'll Also Like

889K 71.1K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
111K 4.7K 17
İlk defa nerede, ne zaman tam bir karşılaşma-tanışma yaşayacağımızı çoktan belirledim. İkincisini. Ve üçüncüsünü. İlk randevumuzu binlerce defa prova...
8K 3.4K 30
Ölü bedenlerin, kanı çekilmiş ve ak rengiyle süslenmiş yüzlerinde, yalnızca hastalıklı ruhların görebileceği bir güzellik vardır.
94.3K 4K 21
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.