𝗌𝗎𝗉𝖾𝗋𝖿𝖺𝗆𝗂𝗅𝗒: 𝖼𝗈�...

godstalwart

101K 5.5K 9.3K

•superfamily+stony au. Tony Stark ve Steve Rogers Stark, zorluklarla geçmiş ama başarıyla sonuçlanmış hayatla... Еще

𝖻𝖾𝗀𝗂𝗇𝗇𝗂𝗇𝗀
1, 𝖻𝗂𝗋𝗍𝗁𝖽𝖺𝗒 𝖼𝖺𝗄𝖾 𝖼𝖺𝗇𝖽𝗅𝖾𝗌
2, 𝗉𝗁𝗈𝗍𝗈 𝖺𝗅𝖻𝗎𝗆
3, 𝗉𝗁𝗈𝗍𝗈 𝖺𝗅𝖻𝗎𝗆
4, 𝗉𝗁𝗈𝗍𝗈 𝖺𝗅𝖻𝗎𝗆
5, 𝖿𝖺𝗆𝗂𝗅𝗒 𝗏𝗈𝖼𝖺𝗍𝗂𝗈𝗇
6, 𝖽𝖺𝗒𝗌 𝗈𝖿 𝖿𝗎𝗍𝗎𝗋𝖾 𝗉𝖺𝗌𝗍
7, 𝖻𝗈𝗋𝗇 𝗈𝖿 𝖺 𝗌𝗎𝗉𝖾𝗋𝗁𝖾𝗋𝗈
8, 𝗍𝗁𝖾 𝗋𝖾𝗌𝗍 𝗂𝗌 𝖼𝗈𝗇𝖿𝖾𝗍𝗍𝗂
9, 𝖾𝗏𝖾𝗇𝗍𝖿𝗎𝗅 𝖾𝗇𝗀𝖺𝗀𝖾𝗆𝖾𝗇𝗍 𝖼𝖾𝗋𝖾𝗆𝗈𝗇𝗒
10, 𝖾𝗏𝖾𝗇𝗍𝖿𝗎𝗅 𝖾𝗇𝗀𝖺𝗀𝖾𝗆𝖾𝗇𝗍 𝖼𝖾𝗋𝖾𝗆𝗈𝗇𝗒
11, 𝗍𝗁𝖾 𝗈𝗍𝗁𝖾𝗋 𝗌𝗂𝖽𝖾 𝗈𝖿 𝗍𝗁𝖾 𝖻𝖾𝖽
12, 𝖺 𝗎𝗌𝗎𝖺𝗅 𝖽𝖺𝗒
13, 𝗌𝗍𝖺𝗒
14, 𝖱𝖨𝖯 𝗍𝗈 𝗆𝗒 𝗒𝗈𝗎𝗍𝗁
15, 𝗇𝗈𝖻𝗈𝖽𝗒 𝖼𝗈𝗎𝗅𝖽 𝗌𝖾𝖾 𝗆𝖾 𝗂 𝗐𝖺𝗌 𝗋𝗂𝗀𝗁𝗍 𝗁𝖾𝗋𝖾
16, 𝖼𝗅𝖺𝗋𝖾𝗍 𝗋𝖾𝖽 𝖼𝗈𝗏𝖾𝗋𝖾𝖽 𝗇𝗈𝗍𝖾𝖻𝗈𝗈𝗄
17, 𝗂𝗍'𝗌 𝗍𝗂𝗆𝖾 𝗍𝗈 𝖼𝗈𝗆𝖾 𝗁𝗈𝗆𝖾
18, 𝗇𝗈𝗍𝗁𝗂𝗇𝗀 𝖺𝗍 𝖺𝗅𝗅 𝖻𝗎𝗍 𝗒𝗈𝗎
19, 𝗋𝖾𝖺𝖽𝗒 𝖺𝗂𝗆 𝖿𝗂𝗋𝖾!
20, 𝗂𝖿 𝗂 𝗀𝗈 𝗂 𝖺𝗆 𝗀𝗈𝗂𝗇'
21, 𝖺 𝗉𝗁𝗈𝗇𝗂𝖾𝗑 𝗋𝗂𝗌𝖾 𝖿𝗋𝗈𝗆 𝗂𝗍𝗌 𝖺𝗌𝗁𝖾𝗌
22, 𝗍𝗁𝖾 𝗆𝖾𝖺𝗇𝗂𝗇𝗀 𝗈𝖿 𝖽𝖾𝖺𝗍𝗁 𝖺𝗇𝖽 𝗅𝗂𝖿𝖾
23, 𝗂𝗍'𝗌 𝖺 𝗍𝗐𝗂𝗇 𝗍𝗁𝗂𝗇𝗀
24, 𝗍𝗐𝖾𝗇𝗍𝗒 𝖿𝗈𝗎𝗋𝗍𝖾𝖾𝗇
25, 𝖿𝗂𝗋𝖾𝗐𝗈𝗋𝗄 𝖺𝗇𝖽 𝗋𝗂𝗈𝗍 𝗈𝖿 𝖼𝗈𝗅𝗈𝗋𝗌
26, 𝗉𝖺𝗌𝗍 𝗇𝗈𝗐 𝖺𝗇𝖽 𝖿𝗎𝗍𝗎𝗋𝖾
27, 𝗉𝖺𝗌𝗌𝖾𝗇𝗀𝖾𝗋 𝗈𝖿 𝗆𝖾𝖺𝗇 𝗍𝗂𝗆𝖾𝗌
28, 𝗀𝗈𝗈𝖽𝖻𝗒𝖾
29, 𝗅𝗈𝖼𝗄𝖾𝗍
30, 𝗇𝗈𝗏𝖺 𝗂𝗇𝖼𝗂𝖽𝖾𝗇𝗍
𝖾𝗇𝖽𝗂𝗇𝗀

31, 𝗆𝖺𝗌𝗍𝖾𝗋 𝗈𝖿 𝗍𝗂𝗆𝖾

2.1K 118 529
godstalwart

Bölüm müziği;

Sia- Never Give Up

EPIC ROCK- Zombie

Marina and The Diamonds- Savages (Gasoline mashup)

Final.

𖣔

"Birazdan gerçekleşecek Lanilla B-3 gezegenine inişe hazır olun."

Wanda oturduğu koltuğun kolunu sıkı sıkıya kavradı. İstemsizce dişlerini birbirine bastırmıştı. Gergin görünüşü ve oturuşu önlerinde duran devasa gezegene birazdan iniş yapacakları gerçeğinden kaynaklanıyordu.

Onun önünde oturan Steve ve Quill, kumandayı almış şekilde işlevli koruyucu gemisini atmosferden geçirmeye hazırlıyordu. Wanda'nın yanında Strange oturuyordu.

Açıkçası neden onlarla Dünya'dan milyonlarca ışık yolu uzaktaki yabancı gezegene geldiğini anlamamıştı ama Strange öğrencisi olarak onu yanında istemişti. Babalarını ikna etmek ise yüzyılları almıştı.

Steve kemerini çözüp yanında oturan kendisi gibi sarışın adama baktı. "Ben önden kontrol uçuşu yapacağım."

Quill, Kaptan Marvel kostümü içindeki çocukken deli gibi hayran olduğu adamı onayladı. Gemiyi inişe uygun konuma getirdi. Wanda ve Stephen'ın hemen arkasında oturan Thor ve Gamora ise Thanos ile ilgili sohbet ediyorlardı. Dünya'dan çıktıklarından beri bu konu hakkında durmadan konuşuyorlardı.

Stephen gücünü toplamaya çalışıyordu. İniş yapacakları gezegende araştırdıklarına göre kimse yoktu. Yine de %100 güvenliğinden emin olduğu bir işe bile gücü yerinde girişmek isterdi. Ancak arkalarında konuşan iki gezeve bunu zorlaştırıyordu.

Göz devirdi. Susmalarını bekleyerek derin nefesler alıp verdi. İkisi konuşmaya devam edince artık çareyi onlara dönmekte bulmuştu. "Susun artık." Tekrar önüne bakarken ellerini başına yerleştirdi ve dikkatini toplamaya çalıştı. "Odaklanamıyorum."

Quill onlara doğru yaklaşan kör edici ışık hüzmesini seçtiğinde, "Burada savaşmak yok büyücü. Endişelenme." diye konuştu. Steve geminin ön kısmına doğru gelerek sahip olduğu ufak kulaklıktan konuştu.

"Güvenli. Önden gidiyorum. Beni takip edin."

Steve'in dediğini yaparak gemiyi gezegenin atmosferine soktu Quill. Burası dıştan sarı ve turuncunun hakim olduğu bir toz bulutu gibi görünüyordu. Dünya'nın yarısı kadar tam çapı belki vardı, koordinatlarda daha çok ay boyutlarında bir gezegen gibi görünüyordu.

Önlerinde yavaş bir hızda ilerleyen adamı izlediler. Atmosferden geçtiklerinde gezegene üstten bir bakış atma şansı yakaladılar. Hiç ev yoktu. Ev değil sadece, hiçbir şey yoktu. Burası Ay'ın sadece boyutlarına değil görünüşüne de benziyordu ayrıca. Bu izbe yerde ne yapacaklardı? Toprak yüze yaklaştıkça harebe tarzı bir şeyin hiçliğin ortasında durduğunu gördüler.

Stev, Kaptan Marvel güçlerini kullanarak geminin altına girmiş ve güvenli bir şekilde onu indirmeye çalışırken Quill yerinden kalkıp onlara döndü. Düşmemek için koltuğuna tutunuyordu.

Bir eliyle camdan dışarısını göstererek, "Evet Bayanlar ve Baylar, Lanilla B-3'e hoşgeldiniz!" diye bağırdı coşkuyla.

"Burası berbat."

Gamora açık açık konuştuğunda geminin kaptanı olan adam Steve'in gemiyi yere koyma badireleri sırasında kendisi de düşme badiresi atlatmış şekilde dobra sevgilisine göz devirdi.

"5 yıldızlı otel değil sonuçta, biliyoruz. Dışarı çıkmadan önce şunları giymeniz gerekecek." Bir eliyle raflarda bulunan yan yana dizilmiş hava geçirmez kaskları gösterdi. "Buranın havası zehirleyici. Oksijen yok denecek kadar az. Yerçekimi buranın sakinleri tarafından kontrol altına alınmıştı ama şimdi yine oyundışı, yani ayaklarınız yerden kesilebilir."

Thor kafasını iki yana salladı. Yerinde sallanıp dururken, "Ben onları giymem." dedi. Kaskları kastettiği açıktı. Quill sinirlenmemek adına derin nefesler alıp verirken sakince konuşmaya çalıştı. "Yarı- Tanrı olabilirsin ama burası zehirli diyorum Thor."

"Kimse istemediğim bir şeyi bana giydiremez Kaptan Bozuntusu."

Birazdan arada başlayacak klasik kavga yüzünden yeşil tenli kadın önlem alarak kafasını şimdiden duvara vurmak istedi. Stephen ondan daha sabırsız ve tahammülsüz olduğu için olaya el koydu.

"Sizin saçmasapan çocukça kavgalarınız ayıracak vaktimiz yok." Steve gemiyi güvenli bir şekilde yere koyunca Strange ayağa kalktı. Eliyle yaptığı birkaç hareketten sonra herkesin boyundan yukarısında fanus gibi saydam bir hayal oluşmuştu.

Bu hayal yavaş yavaş içe çekildi ve sonra tamamen yok yoldu. Thor bir anlık gaflet ile eliyle yüzünü iyice taradı.

"Nereye gitti bu etrafımızdaki şey ve o neydi?"

Stephen üstünü düzeltirken Tanrı'ya bakarak, "O görünmez bir koruyucu kalkandı. Sizi zehirli havadan ve oksijensizlikten koruyacak. Ama fazla darbe almamaya dikkat edin. Ne olacağı belli olmaz." diye uyarıda bulundu ve geminin kapısına doğru ilerledi.

Etraf güvenli gözüküyordu. Zaten tek bir canlı dahi yokken kim onlara ne yapabilirdi? Altılı ekip buna güvendiği hâlde yine de gardını indirmemişti. Gamora her zamanki gibi silahlarını kuşanmıştı. Wanda bordo paltosunu geçiemişken içine hareket etmesini kolaylaştıran dar kıyafetler giymişti.

Thor, Quill ve Strange ise her zamanki savaş kostümleri içindeydiler. Kapının açılmasıyla rampadan adımlayarak açık toprak zemine ayak basmak istediler ama bu yerçekimi sayesinde pek mümkün değildi.

"Doğru yere mi indik?" Quill hafif zorlanarak ve biraz da zıplayarak etrafı gözetleyen Steve'in yanına geldi. Başına geçirdiği saçlarını yukarıda toplayan özel kaskı ile büyüye falan ihtiyacı kalmamıştı. Peter'e doğru dönerek kafasını salladı ve uzakta bir harabe benzeri yeri işaret etti.

"Orada olmalı. Gerisinde hiçbir şey yok. Zaten çok küçük bir yer." Ekibe dönerek onu takip etmeleri için komut verdi. Hepsi sorgusuz sualsiz onu takip etmeye başladığında yan yana yürürlerken bir yandan da konuşuyorlardı.

"Unutmayın. Buraya tek bir amaç için geldik. Burası birçok barış gezegeninin iletişim noktasının merkezi. Yani hepsini tek tek ziyaret edip zaman kaybetmek yerine buradan şifreli çağrı göndereceğiz. Dua edelim de bize yardım edecek birileri çıksın."

6 çift ayak lanet yerçekiminin yarattığı zorluk yüzünden onlarca metre ilerideki harabeye anca ulaşabildiler.

Dünyadaki güçsüz malozların yarattığı iki katlı kulübe tarzı bir yeri andırıyordu. Etrafında yıkıntılar vardı. İçine girmeye yarayacak bir kapısı bile yoktu artık. Üst katın kenarlarından düşmüş taşlar girişi kapatmıştı. O kadar güçsüz görünüyordu ki taşları oynatmak için bir darbe vurmak bu yapının yıkılmasına bile yol açabilirdi.

"Zarar vermeden girmemiz gerek." Quill'in dillendirdiği şeye Stephen karşılık vererek, "Daha ne kadar zarar görebilir ki?" dedi. Ardından yanında bulunan kızıl kıyafetler içindeki kıza döndü.

"Wanda," Eliyle kapının olduğu tarafın önündeki molozları işaret etti. "Onları telekinezi ile almanı istiyorum."

Genç kız lafı ikiletmeye gerek bırakmadan başıyla onayladı. Güçleri konusunda çok ilerlemişti ve kaos büyüsüne sahip olabileceği düşünüldüğü için çoğu eğitimini Strange'ten almıştı. Akıl hocası hâline gelmişti resmen.

Harabeye doğru yaklaşarak ellerini kaldırdı. Defalarca yaptığı şeydi bu. Zorlanmadan zihniyle tonlarca ağırlıktaki taşları yavaşça uzak bir köşeye taşıdı. Ellerinden çıkan kırmızı büyük molozların etrafını sarmıştı.

Girişin önü boşaldığında eski, demire benzeyen kapı gün yüzüne çıkmıştı sonunda. Açık ve güvenli görünüyordu. Yine de içeride hâlâ pusuya yatmış beklemekte olan bir tehlike olabilirdi.

Steve küçük gruba döndü. Eliyle Thor ve Quill'i işaret etti. "Biz girelim. Diğerleri burada kalsın. İçeride ne olacağı bilinmez."

Diğerleri buna onay vermişken Gamora oyun dışı bırakılmakla isyan bayraklarını çekmişti. Kendisi Stephen ve Wanda ile dışarıyı kollarken Steve iki sarışınla beraber içeriye girdi. Kapı orta büyüklükte olduğu için tek tek eğilerek girmeleri gerekmişti.

Ufak binanın içinin dışarısından çok fazla farkı yoktu. Molozlar yine her yerdeydi. Ortalık birbirine girmişti. En ortada bulunan çember şeklindeki büyük iletişim sistemi cihazları burada sağlam olan tek şey gibi görünüyordu.

Quill zaman kaybetmeden işe koyuldu. Buraya gelme amaçları bu cihazlardan sinyal dalgaları ile mesaj yollamaktı. Thanos'un şimdiye dek ziyaret ettiği doğru tabirle yakıp yıktığı gezegenlerde geriye kalmış insanlara ulaşmaya çalışmak. Aynı anda fazla vakit harcamadan ne kadar çok sağ kalmış, evreni kurtarmakta onlara yardım edecek ordulara ulaşsalar kârdı. Bunun yoluda bu cihazlardan geçiyordu.

Thor etrafa bakış atarken dayanamayıp, "Burada ne olmuş böyle?" diye sordu. İkisinin anlamadığı bir şeyler yapan Quill düğmelerden başını kaldırmadan konuştu. "İşgale uğramış milletler yardım istemek için buraya gelmişler ve arbede yaşanmış muhtemelen. Tedirginlik hâlinde doğru düşünülmez."

Üstüne tozlar düşmüş bir kaldıraçı indirdi. Aynı anda sistemi çözmeye çalışıyormuş gibi duruyordu. Steve ve Thor uzun bir süre ne yaptığını biliyor gibi görünen adamı ses çıkarmadan izledi. Her an tetiktelerdi çünkü bu gezegenin ne gibi tehlikelerle donatılmış olduğu belli değildi sonuçta.

Quill yüzüne gelmekte olan bir toz bulutunu eliyle havada dağıttı. En yakındaki gezegenlere gidecek olan acil durum sinyalini sonunda ayarlayabilmişti. Yondu bu işlerle yakından ilgiliydi ve Peter da bu sayede ondan birkaç şey kapabilmişti.

Stephen üzerine giymiş olduğu pelerinini yere sürterek içeri girdi. Bakışları ilk olarak makineye daha sonra başında sabırsızca bekleyenlere kaydı.

"30 dakika oldu bile. Daha çalıştıramadınız mı?"

Dışarıda korkunç bir gürültü koptu.

Yer hatrı sayılır bir biçimde sallandığında 4 kahraman tutunacak bir yer aradı. Onlar kendilerini sağlama aldığında zaten çökmek üzere olan tek katlı yapının tavanı da üstlerine yıkılmaya başladı. Toz, taş ve molozlar tehdit edici bir yağmur oluşturmuş başlarına yağıyorken Strange eliyle onları koruyacak bir kubbe oluşturdu.

Turuncu, büyülü kubbe onlara koruyucu bir kalkan görevi görüyordu. Yine de üst üste gelen darbelere fazla dayanır mı o muammaydı. Yerin sallantısı durmuştu.

"O da neydi?" Thor çekicini iyice kavradı. Duvarları yıkıp geçerek üzerine gelecek olan saldırıyı bekliyordu. Quill cihazın başından ayrılmamışken aklına gelen tek olasılık ile gözlerini yumdu. Daha sonra aklına gelen ilk düşünce ile telaşla konuştu. "Kızlar!"

Steve ona emanet edilen kızı hatırlayınca bulundukları durumu umursamadan dışarı çıkmak istedi. Kafalarına doğru buz diketler gibi düşen taşları hiçe sayıp kapıya adımladığı sırada iki kız apar topar içeri girdi.

Çok büyük olmayan alanın neredeyse hepsi Strange'in yarattığı kalkan tarafından korunmuşken Wanda ve Gamora kendilerini güvene alarak bu kalkanın altına girdiler. Genç kızın yüzünde daha çok bilinmezlik ifadesi varken yeşil tenlinin kadının yüzünde saf korku vardı.

"Siz iyi misiniz?" Steve ona emanet edilen genç kızın yanına giderek kolundan tuttu. Wanda dudaklarını birbirine bastırarak başını evet anlamında salladı. Mavi ve kırmızı renklerinin çoğunlukta olduğu kostümü giyen sarışın adam bununla gülümsedi. Wanda'yı koruyacağına dair Erik ve Charles'a söz vermişti.

"Dışarıdan gelen o ses neydi peki?"

Gamora kaçınılmaz sonun geldiğini anlamıştı artık. Ellerini önünde bağladı. Onları nasıl bulmuştu bilmiyordu ama gitmelerine izin vermeyeceği kesindi. Boğazını temizleyerek tek bir nefeste ismi dillendirdi.

"Thanos." Bakışlarını etrafta dolaştırdı. "O burada."

Bunu demesiyle beraber Strange ellerini sıkmış kalkanın daha güçlü bir hal almasını sağlamıştı. Thor sinirle homurdanıp baltasını daha sıkı kavradı ve Steve de kaskını üzerine geçirdi.

Thor, "Bizi nereden buldu?" diye sorarken Gamora bilmediğini belirtircesine omuzlarını kaldırıp indirdi.

Steve kafasından hızlı bir savaş planı yapmaya başlamıştı bile. Orta ve işaret parmağını birleştirerek her birine yapmaları gerekeni söyledi. "Pekâlâ, buraya barış ilan etmeye gelmediği belli. Quill sinyalleri gönderecek olan cihazın başından bir saniye bile ayrılmayacaksın. Hazır olduğu an yolla. Stephen sen ikinci hatta kalıp burayı Wanda ile beraber koruyacaksın. Thor, Gamora ve ben de dışarıya çıkıp onu oyalayamaya çalışacağız. Anlaşıldı mı?" Emir veren ses tonu giydiği Kree maskesinden dolayı kalınlaşmış ve mekanik bir hal almış gibiydi.

Herkes mırıldanarak anladığını belirtti. Stephen, kalkanı kaldıracağı an üstlerine düşebilecek taşları küçük bir zaman hilesi ile yavaşlattı. Kolları sonunda serbest kalmışken savaş pozisyonu aldı ve eğitim verdiği kıza bir bakış attı. Wanda hiç böyle büyük bir tehlikeyle yüzleşmediği için korkmuş görünüyordu ama ustasını taklit ederek kendini dışarıdan gelebilecek herhangi bir darbeye hazır konuma getirdi.

Quill ve Gamora son bir kez vedalaştı. Thor kapıdan ilk çıkan olmuştu. Ardından Gamora. Savaşçı olan kadın tüm silahlarını hazır hâle getirmişti bile. Ve en son çıkan Steve idi. Yumruklarını sıktığı için şimdiden parıldamaya başlamıştı.

Dışarıya göz atıldığında ilk göze çarpan 1 kilometre kadar ötede oluşmuş oyuktu. Koca geminin yükü altında ezilmişti. Thanos'un halkaya benzer gemisi hala çalışır durumdayken gemiden daha çok ilgi çeken şey, önünde oturak benzeri bir kayaya konumlanarak gelecek olan önlenemez kavgaya kendini hazırlayan Titan'dı.

Steve onu gördüğü an istemsizce yutkunmuştu. Heybetli görünüyordu. Gözlerini ayırmadan ona bakan üçlüyü izliyordu. İki köşeye uzanan devasa bir kılıcı eliyle kavramıştı. Bu onu ilk görüşüydü. En azından kendisinin. Gamora ve Thor onunla daha önce yüzleşmişti.

"Ne yapacağız?" diye merakla soru yöneltti Gamora. Yıllar önce sırf babası amacına ulaşmasın diye verdiği fedakârlığı düşünüyordu şimdi. Babasının ortaya çıkışı öfkesini harlayan alevleri ön plana itmişti. Yüzünde saf bir intikam duygusu oluştu.

Thor basitçe cevapladı. "Yapmamız gerekeni." Şimşekler gezegenin atmosferini karanlık bir havaya bürüdü. Sadece birkaç saniyeliğine tüm gökyüzü gök gürültüsü ve yıldırım ile kaplanmışken Thor'a da aynısı olmuştu. Yarı Tanrı şimşekleri kontrol etmesine yardımcı olan baltasını düz bir konuma getirdi ve mavilerle ışıldayan gözlerinin sönüşüne neden oldu.

İlk adımı atan Kaptan olmuştu. Steve önde olmak üzere onları bekleyen Titan'a doğru yürüyorlardı. Yerinden kıpırdamamış adam ile aralarındaki mesafeyi aza indirirlerken onu rahatça duyabilecek bir konuma gelmişlerdi.

Steve çenesini havaya doğru dikti ve kafasıyla zırhlar içinde kuşanmış adamı inceledi. Göz önüne çıkmayan kibri rahatça kendisi tarafından seçiliyordu. Böylesine yoldan çıkmış bir kendini beğenmişlik duygusunun neler yaptırabileceği ortadaydı. Evrenin yarısını yok etmek istiyordu. Hem de küstahça. Birden ayağa kalktı. Eli kılıcından ayrılmazken diğer bir eli ile kaskını tutuyordu.

"İnsan denen topluluğu hiçbir zaman anlamış sayılmam. Bana göre hâlâ ancak kendi başı sıkışınca bir şeylerin sorumluluğunu alabilme kapasitesine gelen çaresiz varlıklarsınız ama azminizi takdir etmediğimi söylememem."

Ve, işte oradaydı. Bu konuşmanın gidişatı açıktı. Thanos her birini şans hakkı tanımaksızın parmak şıklatmaya bile kalmadan ortadan toz edecekti. Son Eternal üyesi olması onu kat be kat güçlü yapıyordu. Öyle güçlüydü ki bir orduya bedeldi.

Kaskını kafasını iki yana salladıktan hemen sonra takmak için başına yaklaştırdı. "6 sonsuzluk taşını bunca zaman güvenlik sistemi neredeyse hiç sayılan güçsüz gezegenlerin birinde yani Dünya'da saklamak büyük cesaret ister."

"Senin gösteremeyeceğin türden bir cesaret."

Steve dişlerinin arasından konuştuğunda Thanos'un tüm ilgisini üzerine çekti. Abartısızca gülümsedi. Steve'in dediği şey daha çok, göğsünü indirip kaldırmasına sebep olacak bir şekilde nefes alıp vermesine neden olmuştu. Kılıcını yatay bir hâle getirirken bakışlarını onu hissizlikle izleyen kızını buldu.

"Sana da merhaba canım kızım."

"Ben senin kızın falan değilim. Nebula ile hayatımız boyunca birbirimize karşı kin bilememize sebep oldun ve en sonunda onu mahvedip öldürdün. Bir yabancıymış gibi!"

Gamora'nın da avaz avaz bağırmak istediği gibi tüm kayıpların sonu Thanos'a çıkıyordu.

Thanos birkaç adım öne geldiğinde üçü duruşlarını sağlamlaştırmış üstlerine gelecek olan saldırıya karşılık vermek için beklemeye başlamışlardı.

Soğuk sesinden biraz bile indirgeme yapmadan, "O taşları alacağım. Öyle ya da böyle. Bugün bu iş bitecek. Korkmayın. Evrenin geri kalan kısmı verilen bu kayıplara, yani size, minnettar olacaktır." diye konuştu.

Daha fazla beklemeye gerek yoktu. Thor etrafını saran büyük çapta enerjinin hissiyatıyla korkusuzca Thanos'un üzerine ilk atılan oldu. Titan onu kılıcıyla engellemeye çalışırken Gamora kendi silahlarını kullanarak manevi babasının üstüne saldırdı. Sadece birkaç hamlede Thor'u bir yana fırlatmış olan Thanos kızının koluna indirdiği bıçak darbesiyle acı dolu şekilde inledi.

Bir eliyle boğazını tutup sıktığında kıskaca aldığı kız kurtulmak için çırpınmaya başlamıştı. Sert yumruk darbeleriyle kendisini bırakması için adama vurmaya çalışıyordu.

Üstüne gelen güçlü foton patlamasıyla kızı bırakmak zorunda kalmıştı. Metrelerce uzağa doğru sürüklendi. Zar zor yere sürtünerek tutunduğunda hemen toparlanarak ona darbe indiren sarışına baktı. Bir elini yumruk yapmış hala ona doğru tutuyordu. Bu görüntüyle eğlendiğini gösterir gibi güldü. Oyun daha yeni başlıyordu.

"Kıpırdama yoksa bundan daha fazlasını yersin." Steve onun ayağa kalkmaya çalıştığını gördüğünde sesini yükselterek bağırdı. Titan gülmeye devam edip bir dizinin üzerinde durmuş hâlde ona bakmaya başladı. Aradaki mesafeye rağmen küçümseyici bakışları çok rahat seçiliyordu.

"Kaptan Marvel öyle değil mi?"

Steve'in ifadesi bir anlığına bozguna uğramış gibi görünmüşken duruşunu bozmadan hemen sorguladı. "Adımı nereden biliyorsun?"

Thanos tek kaşını kaldırarak, "Onu çok sevdiğin belli olan akıl hocanı kimin ordusu bir hayalet gibi ortadan kaldırdı sanıyorsun?" dediğinde, hemen ardından sahte olduğu belli olan üzgün ses tonuyla başını eğdi. "Mar-Vell'i öldürdüğüm ve sevdiklerinin hayatını mahvettiğim için gerçekten çok, üzgünüm."

Steve duyduklarıyla kanının kaynadığını hissetti. Hiçbir şey için üzgün olduğu falan yoktu. Şu an bile yaşadığı şeylerle dalga geçer gibi konuşan adamın sesini işittiğinde aklına gelen Mar-vell ve Desa-Nenn'in ölümü, ailesinin yaşadıkları onda karşısındaki adamı parçalarına ayırma isteği yaratıyordu.

"Bunca zaman," Hissettiği öfke gözlerini doldururken dişlerini kırma pahasına sertçe birbirine bastırdı ve bir gözünü kısarak, "Bunca zaman intikam almayı bekliyordum. Bir şeyler kaybetmenin ne demek olduğunu göreceksin." diye konuştu.

Steve gözünün önündekini göremeyecek kadar sinirlenmişti. Tam da Thanos'un istediği şekilde. Elini yumruk yaparak karşısında diz çöker pozisyonda bekleyen adama doğrulttu ve güçlü bir foton patlaması yarattı. Ona gelen gücü kılıcını pervane şekline sokarak savuşturan adam bir saniye bile beklemeden silahını sarışına doğru fırlattı.

Onu delik deşik edecek keskin aletin geldiğini gördüğü gibi eğildi. Konsantrasyonunu kaybetmişken daha eğildiği yerden kalkamadan başına aldığı darbe ile affalladı. Başının döndüğünü hissederken boğazını sıkan bir yandan da yüzünü parçalamak ister gibi onu yumruk yağmuruna tutan kişiyi durdurmaya çalıştı.

Bilincini kısa süreliğine kaybedeceği sırada onlara doğru gelen Thor'u gördü ve Titan'ın dikkatini dağıtmak adına eliyle üstündeki bedeni yaktı. Thanos kolunda hissettiği ağır yanık hissiyle Steve'i bir hiçmiş gibi köşeye fırlattı. Daha yarasına bakamadan üzerine gelen şimşeklerle ise durumuna lanet etti.

Gök gürültüsü Tanrısı, ezeli düşmanına doğru en güçlü şimşeklerini ardı ardına fırlatırken etraf gitgide dağılıyor, gökyüzü kararıyordu. Steve gücünü kaybettiğini hissediyordu ve yapabildiği her şey bir köşede gücünü toparlamaya çalışmaktı. Gamora ise bedeninin güçsüz düşmesine rağmen bile ayağa kalkmaya çalışıyordu. Aralarında Thanos'a tek karşı koyabilen Thor idi. Gözlerinden ve vücudundan çıkan şimşeklerin hakkını vererek Titan'ı biraz güçten düşürdükten sonra baltasıyla üzerine yürüdü.

Thor saldırmadan önce şimşekleri kontrol etmesine yardım eden ucu keskin baltayı adama fırlatıp tam kalbinden yaralamayı başardı. Thanos ani acıyla ve bağırtılı bir inlemeyle iki dizinin üstüne çöktü.

Ayağa kalkamayacak kadar büyük bir yara aldığını zanneden Thor yanına geldiğinde ise nefes nefese kalmış biçimde silahını daha derine soktu. Zırhını delip geçen balta ile Thanos'un gözleri ızdırapla aydınlandı. Sarışın adam bir elini onun kafasının arkasına koyarken, "Hiçbir şey yapamayacaksın." diye fısıldadı.

Thanos göğsüne kramplar girmesine neden olan kesiği, zorlukla alabildiği nefesler arasında konuşmak için düşünmemeye çalıştı.

"Bence sen," Tükürür gibi konuşup Thor'un tam gözlerinin içine doğru intikam hırsıyla baktı. "Kafama hedef almalıydın."

Eliyle Thor'un kafasından tutup tüm gücüyle sıktı. Thor başında hissettiği baskıdan kurtulmak istese bile hareket edemeden sadece bağırdı. Göğsüne saplanmış ancak giydiği zırh sayesinde fazla derine inmemiş baltanın ucunu çekti. Kendi kılıcını eliyle çağırdığında keskin tarafını Thor'un koluna sapladı. Tanrı'dan göğü kaplayacak derece de yüksek sesli haykırışlar döküldü.

Bunu uzaktan zar zor duymuş olan Strange ile Wanda aralarında bir mesafe varken ve ikisinin de vücudu kapıya dönük iken birbirlerine merak dolu endişeli bakışlar atmaya başladı.

Aralarındaki sessizliği düğmenin yeşile dönmesini beklemek için makinenin başında duran Quill bozarak, "Dışarı neler oluyor? O Thor muydu?" diye ikisinden cevap bekler gibi sordu.

Wanda yanına bakmayı kesip önüne dönerken Stephen, Quill'e kısa bir bakış atarak Wanda'ya katılmıştı.

"Biz de senin gibi hiçbir şey bilmiyoruz."

Bu söz bir süre sessizlik yaratırken Quill artık yeterince beklediğini düşünüyordu. Makine kırmızı kod verecek olsa şimdiye çoktan vermişti. Zaten gelecek olan yeşil kodu böylece durup beklemek saçmalıktı. Dışarıda acımasız bir Titan'a karşı tek savaşan sevgilisi ve arkadaşlarıydı sonuçta.

Kafasını iki yana sallayarak, "Ben çıkıyorum. Onlara yardım etmemiz gerekiyor." dediği gibi kaskını başına geçirdi. Stephen kaşlarını çatarak ona döndü. "Sakın." dedi, kararlı sesiyle. "Kod gelene kadar kimse buradan çıkmayacak. Kaptan'ın emirleri."

Peter Quill bir kez daha kafasını iki yana sallarken silahlarını eline almıştı. Büyücüye doğru sabrı taşmışçasına konuştu. "Umurumda değil. Dışarıda ölüyorlar ve sizde bunun farkındasınız. Onay işareti geldi gelecek, siz ikiniz burada bekleyebilirsiniz. Ben onlara yardıma gidiyorum."

Yerinden ayrılmamakla yükümlü olan Stephen elini kolunu sallayarak dışarı çıkan adamın arkasından sadece bağırmakla kaldı. Bir büyü yapıp onu etkisiz hale getirir ya da gitmesini engelleyebilirdi ama bu işleri şuanlık daha zor duruma sokardı. Üstelik kendisi de çıkıp savaşmak istiyordu, bir makinenin başında beklemek değil.

"Ne yapacağız?" dedi, kahverengi saçlı kızıl kıyafetli kız. Bakışları artık korku dolmaya başlamıştı. Güvensiz hissediyordu. Bu düşmanın ne kadar ileriye gidebileceğini bilmemenin güvensizliği. Ustasından gelecek bir komuta göre hareket edecekti yine de.

Strange buz mavisi gözlerini makinenin üzerinde gezdirdi. "Bekleyeceğiz."

Quill dışarı çıktığında gördüğü manzara ile dehşete düştüğünü hissetti. Thor'u bir eliyle öldürmek üzere olan öfkeli Titan'ı seçtiği gibi silahını ateşledi.

Bu Thanos'ta sinek ısırığı etkisi bile yaratmadı.

Quill sadece onun dikkatini dağıtmak için sayısız vuruş yaptı. Kolunu kafasına siper etmiş olan Thanos sinirini bozmaya başlamış Quill'in üzerine yürümek için basınçtan ve acıdan bayılan adamı bıraktı. Karşısındakini çok rahat yenebileceğini düşündüğü için kılıcını da bir kayaya rastgele yasladı. Quill'e doğru hız kesmeden yine başını koruyarak ilerledi. Onun savunmasız olduğunu gördüğü anda elini ceketinin cebine atmıştı bile maskeli adam.

Yeterince yakına geldiği an 3 bombayı da Titan'a doğru fırlatıp geri kaçtı. Hazırlıksız yakalanmıştı. Gözlerinin yandığını hissederken Thanos devrilecek gibi olmuştu. Bu sırada ondan olabildiğince uzakta durup iki silahını Thanos'a doğru tutmuş Peter Quill'in tek isteği vardı o da arkadaşları güçlerini toplayana dek bu pisliği oyalamaktı.

Neden geldiği belliydi. Onları nasıl bulduğunu, devasa ordusunun nerede olduğunu bilmiyordu ama en güçlü altılıyı Dünya'ya kalmadan öldürmeye geldiği belliydi. Hepsi sonsuzluk taşları ile haşır neşir olmuşlardı üstelik. Thanos onlardan korkmuyor olmada bile küçük ekibi ayak bağı olarak görüyordu.

Quill hiç durmadı. Sadece dumanlar kalmışken bile durmadan arka arkaya ateş etmeye başladı. Thanos sinirle dişlerini birbirine bastırarak yana baktığı sırada Peter kolları nedeniyle onun aklına gelen şeytani fikirle sırıttığını göremedi. Thanos bir şeyden kurtulamayacağını anladığında işi kökten çözmeyi sevenlerdendi.

Bu yüzden üzerine doğru saldırmak için fırsat kollamış koşarak gelen kızı fark ettiği gibi kolundan tutup önüne kalkan yaptı.

Quill daha ne olduğunu anlayıp kendisini durduramadan ilk atışı Gamora'nın boynunu delip geçti. İkincisi göğüs kafesini parçalarken yeşil sıvı tüm gövdesini kaplamıştı. Üçüncü vuruş ateşlediği lazerleri kesmeye çalışmasıyla sadece kolunu sıyırmıştı.

Wanda içine dolan korkunç his ile yerinde sarsıldı. Stephen'ın bakışları ona kayarken ellerini indirdi. Gözleri dolan kız Gamora'nın zihnine dair ne varsa bir anda kaybetmeye başlamıştı. Yavaş yavaş karanlığa bürünen zihnini gözü önüne getirdiğinde kendisine doğru bir adım atmış olan ustasını veya butonun yeşile döndüğüne dair sinyaller veren makineyi bile duyamamıştı.

Odaklandığı tek şeyin hissettiği ölümün çağrısı olması nedeniyle yapabildiği avazı çıktığı kadar bağırıp dizlerinin üzerine çökmek oldu. O daha dizlerini yere değdirmeden kendisinden çıkan kaos büyüsü Strange dahil etrafındaki her şeyi yerinden etmiş uzaklara uçurmuştu. Tavan ve duvar bir balon gibi patlamış şekilde yok oldu. Stephen büyünün etkisiyle kendisini koruyamadan gezegenin tozlu yerini boylamıştı. Makine parçalara ayrıldı. Sürüp giden tek şey Wanda'nın acı içindeki çığlığıydı.

Peter şoka girmiş gibiydi. Bir elindeki silahlara bir Thanos'un yavaşça yere bıraktığı kıza bakarken az önce ne yaptığını sorguluyordu.

Sevgilisini öldürmüştü.

Yeşil gözlerini sis gibi saran dolu yaşlar akmak için hazırda beklemeye başladı. Ayaklarının onu taşıyamadığını hissettiğinde dizlerinin üstüne düştü. İçinden avazı çıktığı kadar bağırmak ve Gamora'ya koşmak gelirken kılı kıpırdayamadı.

Thanos ayaklarının ucunda yere yığılmış kızına bakan çocuğa doğru başını iki yana salladı. Gamora'nın boynundaki parçalanan damarlar yüzünden ilk vuruşta nefesi kesilmişti zaten. İkinci bir vuruşu hissedemeden hayata veda etmişti. Son düşündüğü şey ise sevgilisini korumak için babasını nasıl öldüreceği olarak kalmıştı. Quill'in ona doğru ateş ettiğini anlayacak fırsatı bile olmamıştı.

"Aşk, zayıflık demektir." Titan eline doğru kendi silahını çağırmışken daha sonra hissettiği soğuk metal ile kanlar içinde yüzen gözleri açık kızını izledi. Gamora'yı seviyordu. Belki bir zamanlar. Onun bir hain olarak babasının gözünden düşmesinden önce. Şimdi kıza bakarken aklına ilk gelen onu yanına aldığı gündü.

Emekleyen pozisyonda bakışlarını Gamora'dan ayırmadan yanlarına gelmeye çalışana baktı. "Ve sen teslim olduğun bu zayıflığın acısını çekiyorsun şimdi de."

Stephen ağrıyan başını tutup yattığı yerde doğruldu. Bir eliyle alnını ovarken etrafa göz attı. Kaşlarından akan sıvıyı hissetti. Neyse ki kafasını şiddetle vurmamıştı. İlk gördüğü şey yerde yatan Gamora ve ona doğru neredeyse sürünerek yaklaşan Quill olunca bakışları dehşetle aydınlandı. Thanos tepelerinde her an Quill'e doğru indirmeye hazır olduğu kılıcı ile bekliyordu.

Başını yana çevirdiğinde ise dizleri üzerinde duran, başını yere eğmiş Wanda'yı gördüğü gibi hızlı adımlarla ona yöneldi. Thanos'un dikkatini çekmemeye çalışıyordu ama havaya uçmuş kulübeye ve ortasındaki kıza dikkat kesildiği belliydi. Ondan önce halletmesi gereken bir işi daha vardı.

Stephen, Wanda'nın yanına geldiğinde bir elini hızla nefes alıp veren kızın sırtına koydu. "Wanda, bana bak."

Kahverengi saçlı kız soğuk mavilerini ona çevirdiğinde korkudan titrediğini farketti. Dudakları aralanmış solgun yüzüyle büyücüye doğru bakmaya başladı.

"İyi olacaksın. Kendini toparlaman lazım. Bana yardım etmelisin." Diğer bir eliyle kızın elini kavrarken bakışlarına keskinlikle cevap verdi. Az önce tattığı gücün Wanda'ya değil, Kızıl Cadı'ya ait olduğunu biliyordu. Bu güçlerinden henüz bihaber genç kızı haliyle korkutmuştu. "Onu durdurmamız gerekiyor. Bunu yapabiliriz kalk hadi."

"Hayır." Wanda'nın gözleri saf kırmızıya büründüğünde Stephen kaşlarını çatarak geri çekildi. "Durduramayız."

Thanos sıkıldığını belli edercesine bir nefes verdi. Vedalara saygısı vardı ama zaten kavuşmak üzere veda etmeleri saçma sayılırdı. Kızın dibine girmiş hıçkırarak ağlayan yarı insanın haline baktı. Çökmüş görüntüsünü izledi. Bir çocuk gibi durmadan özür dilediğini söyleyerek sayıklıyordu. Sadece birkaç saniye önce durabilseydi belki de şu an Gamora yaşıyor olurdu.

Kızarmaya başlayan gözleri, zırh kuşanmış bedenden tırmanıp onu izleyen Thanos'unkilere baktı. Üzülmemişti bile. Kızının ölümüne sebep olmuştu ama tek bir mimiği dahi kıpırdamıyordu. Nefretini bir gram eksiltmeden sesini yükseltebildiği kadar bağırdı.

"ONU ÖLDÜRDÜN! SEN BİR KATİLSİN!"

Thanos bu lafları daha önce binlerce kez duymuştu. Tek yaptığı da hafifçe tebessüm ederek boş bakışlarla adama bakmaya devam etmek olmuştu. Bu iş uzamıştı artık. Kılıcını iyice kavradı. Quill hiçbir şey yapmadan birazdan başına gelecek şeye boyun eğdi.

O çoktan ölmüştü. Bu gezegenden çıkışı ancak Gamora ile gerçekleşebilirdi. Onu kaybetmesiyle beraber artık kendisininde bu gezegenden ölü olarak ayrılması dışında başka bir ihtimal gelmiyordu aklına. Kollarını yeşil tenli kıza daha çok sarmakla yetindi.

Thanos karşısında duran pelerinli büyücüyü fark etmese az kalsın onun da işini bitirecekti. Stephen adamın karşısında korkusuzca dikilmişken aklı ölen arkadaşında ve ardında bırakmak zorunda kaldığı Wanda da kalmıştı. Thanos'a doğru yüzünü iğrenir bir ifadeye bürüyüp konuştu.

"Demek evrenin dilinden düşmeyen şu koca devrim sensin."

Titan işine taş koyanlardan birisi olarak görüyordu adamı buna rağmen hafifçe gülümsedi. Kendisi de yakıp geçtiği yerler yüzünden evrene bir korku saldığını ve herkes tarafından canavar olarak göründüğünü biliyordu. Ama umurunda değildi. Yüzyıllardır bu şekilde benimsenmeye alışmıştı.

"Hadi bu işi bitirelim." Strange iki eliyle enerji kalkanlarını aktif hale getirdi. Hemen arkasından güçlü bir rüzgar büyüsü ile Thanos'un ayaklarını yerden kesip ileri düşmesine sebep oldu. Onu tam istediği gibi Quill ve kolları arasındaki Gamora'nın cansız bedeninden ayırmıştı. Zaman kaybetmemesi gerektiği için kalkanlarını kullanarak havada süzüldü ve yüksek bir tepeye kondu.

Ayağa kalkan Titan'a zaman tanımadan avuçlarının arasında bir kıvılcım yarattı. Bu kıvılcım büyüyerek alevlere dönüştüğünde Stephen bitmeyen ateş kuyruğunu adama fırlattı. Ona doğru gelen alevler derisini az da olsa yakmıştı. Arkasını dönüp alevlerin çoğunu zırhının karşılamasına izin verdi. Tekrar Strange'e döndüğünde neredeyse kendisinin 3 katı olan kayaların ona doğru uçtuğunu anlayamadan yeri boyladı.

Kaya yağmuru dur durak bilmezken Thanos öfkesinin tırmandığını hissetti. Birazdan ona katılabilecek olan diğer intikamcıları da varsayarsa hepsini yaralar almış hâliyle haklamayacağını düşünüyordu. Bu yüzden aklına gelen son öldürücü darbeyi uygulamak üzere bulduğu boşlukta hemen ayağa kalktı ve ona doğru uçan kayanın tam ortasına güçlü bir yumruk atarak ikiye ayırdı.

Zırhının saklı bölgesindeki cihazı eline aldığı gibi düğmeye bastı. Tek bir saniyede milyonlarca yıllık tüm gezegenin her köşesini titreşimsel bir kuvvet kaplamıştı. Zemin şiddetle sallanmaya başladığında denge kurmakta zorlaşıyordu. Stephen durduğu tepenin başından yuvarlandığında hemen ardından üzerine düşen kayaların altında kalmaktan kaçamamaştı.

Steve kendine yeni yeni gelmişken birkaç adım uzağında yere yatmış boğuluyor gibi boynunu tutan ve damarları belli olmaya başlamış dostuna baktı. Başı çatlıyorken yattığı yerden dirsekleri üzerinde Thor'a doğru sürünmeye çalıştı. Sarsıntı gittikçe şiddetli bir hal almaya başlamıştı. Steve zar zor atmosferin zehrinden boğulmak üzere olan adama ulaştığında gözlerinin dolu dolu olduğunu, yüzünün sarıya döndüğünü ve elleriyle boğazına baskı yaptığını gördü.

Elini kulaklığına götürüp Stephen'a ulaşmaya çalıştı ama cevap vermiyordu. Onların çok çok ilerisinde Quill ve Gamora'yı gördüğünde ne olduğunu anlamadı. Gamora'nın neden kıpırdamadan kanlar içinde yattığını görünce mavi gözleri buğulanacak gibi oldu ama önceliği Thor'u kurtarmaktı.

Tekrar kulaklığına uzanıp, "Wanda hemen buraya gel. Dikkatli ol. Acilen buraya gelmen gerekiyor." diye panikle ardı ardına konuştu. Ellerini Thor'un göğsüne atarken kaskını çıkarıp ona veremediği için lanet etti.

Wanda dünyaya kendini kapamış gibi çöktüğü yerde oturmaya devam ederken kulaklıktan ulaşan telaşlı ses tonu onu hayata döndüren şey olmuştu. Zihninde yaratılan boşluğu umursamaması lazımdı. Onlara yardım etmesi gerektiğini hesaba katarak ayağa kalktı ve onu düzgün yürümekten alıkoyan zemin üzerinde adımladı.

Etrafa saçtığı farklı boyutlardaki kayaların üstünden geçerken birkaç kez dengesini kuramamış düşmüştü. Çıplak dizlerinin acımasına rağmen hızlı davranmaya ve ters yöne ilerleyen Thanos diye tahmin ettiği adama yakalanmamaya çalışarak artık yok olmuş harabenin uzağındakilere ilerledi.

Wanda bu yol boyunca toprak zeminin yavaşça çatırdadığını ve ufak yarıklar oluşturmaya başladığını görmüştü. Deprem oluyor gibiydi ve şiddeti o kadar fazlaydı ki yerde yıldırım şeklinde çizikler açılmasını sağlamıştı.

Steve ve Thor'un yanına ulaştığında Quill'e gözü kaymıştı. Tabii ki de kucağında yatan Gamora'ya da öyle. Wanda, Gamora'nın hissettiklerini birebir hissetmişti. Bu telepatinin berbat yanlarından birisi olabilirdi ama sadece telepatiyle kalmıyordu. Uzun zaman önce saçma bir sebepten dolayı Gamora'nın zihni arasında dolaşmıştı kendisi.

Erik ve Charles önlerinde oturan küçük kızlarına baktılar. Charles onun elini tutup güven vermek istercesine sıktı. "Beni anladın mı tatlım? Hayatın boyunca olabildiğince az insanın zihniyle ya da düşünceleriyle bir bağ kurmaya çalış. Tek ufak bir bağ bile istemediğimiz şeyler yaratabilir."

"Wanda!"

Genç kız irkilerek kendisine geldiğinde ona bağıran sarışına baktı. Thor bilincini kaybetmek üzereydi. Görünüşe göre Stephen'ın yaptığı koruyucu kask aldığı darbelerden dolayı kırılmıştı. Hemen yanına eğilirken kolundan oluk oluk kanın akmasına sebep olan yarayı gördü. Steve bir eliyle Thor'u sakinleşirmeye çalışırken diğeriyle yaraya bastırıyordu.

Wanda'ya bakarak, "Bir şeyler yapmalısın. Hemen. Kendinden geçmesine izin verme." diye konuştu. Yerinde doğruldu. Kızıl cadı Strange'in ona uzun zaman öğrettiği büyüyü hatırlamaya çalıştı. İşe yaramasını ümit ederek gözlerini kapattı. Odaklanmaya çalıştığı birkaç saniyeden sonra Thor'dan gelen kesik seslerin derin derin alınan nefes seslerine dönüştüğünü duymaya başlamıştı. Büyü işe yaramıştı. Hafifçe tebessüm ederek gözlerini açtı.

Thor havası ona yetmeyecekmiş gibi içine nefesler çekmeye devam ederken kafasının etrafında oluşan saydam fanüs giderek küçüldü ve onu tamamen sardı. Steve iki kere göğsüne iyisin dercesine vurdu ve sarışın adamı yerinde doğrulttu.

"Buradan hemen gitme-"

Sözü bağırarak Thanos'a doğru elindeki silahla ateş eden Quill tarafından kesilmişti. Açık kumral saçlı adam yüzündeki apaçık intikam duygusuyla Titan'a boşu boşuna lazer silahıyla ateş etmeye devam etti. Thanos birazdan gerçekleşecek olay yüzünden gemisine binip hemen burayı terketmeyi planlıyordu.

Bu planına ona doğru koşarak gelen yarı insan yarı uzaylı taş koyarken üzerine gelen vuruşları umursamadı ve büyük adımlarla yanına ulaştığı gibi Quill'in elindeki silahı eliyle parçaladı. Boynundan tutup onu havaya kaldırdığı sırada Steve korkuyla o yöne ilermeye başladı.

Thanos eli arasında tuttuğu ince boynu iyice sıktı. Quill elinde kurtulmak için ona vurmaya çalışmadan moraran yüzüyle konuştu.

"Asla- asla, kazanamayacaksın."

Thanos sağa doğru oynattığı eliyle beraber Quill'in boynunu kırdı.

Gözlerindeki ışık söndü. Odağını kaybetmiş öylece bir noktaya odaklanmıştı. Kızaran, moraran ve yeşil damarları belli olan suratındaki tüm ifade çekilmişti. Hareket etmiyordu artık. Hiç yaşamamış ve var olmamış gibi öylece sonsuzluğa gitmişti.

"Hayır!" Steve arada sadece birkaç metre kala ona doğru fırlatılan Quill'in yerdeki cansız bedeninin yanına diz çöktü. Açık yeşil gözleri gördüğü gibi sarışın olan gözyaşlarını tutamamıştı. Yer parçalara ayrılıyordu. Bölge bölge derin çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Zemin artık tam anlamıyla güvensizdi.

Thanos gemisine binip gitmeden önce son kez onlara bir bakış attı. Wanda ve Thor'un yanına kendisini binbir zorlukla atmış yaralı Strange'ten sonra Quill'in başında gözyaşı döken Steve'i izledi. Başını iki yana salladı.

Ne büyük kayıp ama.

Uzaktaki Steve'in onu duyacağından emin olduğu bir ses tonunda, birazdan yok olacak gezegenden ayrılmadan son kez konuştu.

"Merak etme Stark." Steve'in yaşla dolu gözleri duyduğu sesle Titan'a doğru bakmaya başladı. Thanos yüzüne ciddi bir ifade takınmışken devam etti. "Sevgili kocanı ve çocuklarını ölümlerine kavuşturmakta elimi çabuk tutacağım. Böyle bir ikinci kez ayırmayı hiç istemem."

Sadece bu konuşma bile Steve'in içinden ne olursa olsun Thanos'un nefesini keseceğine dair kendisine söz vermesine sebep olmuştu. Gemiye adımlayan adamın duyması için arkasından tüm gücüyle haykırdı.

"Eğer onlara dokunursan öldürürüm seni. Diri diri yakarım! Anladın mı beni? Sakın onlara dokunmaya kalkma!"

Elbette duymuştu. Ancak arkasını bile dönmeden gemisine bindiği gibi büyük halka aracı gökyüzüne yönlendirmişti. Geride kalanlar, volkan gibi çatlaklardan ateş püskürten ve her an yanıp kül olmaya başlayacak gezegendeki intikamcıların bir kısmıydı.

...

1971, Brooklyn, New York

Joseph bakışlarını kadından ayırmadan kaşlarını çattı. Şu an silahının yanında olması için nelerini vermezdi. Ölmüş kızının odasında bacak bacak üstüne atmış rahat bir tutumla sakız patlatarak onu izleyen bu kadına haddini bildirmiş olurdu.

Kadından olabildiğince uzakta, kapının orada duran sandalyeye yerleşmişti. Daha doğrusu böyle yapmaya zorlanmıştı. Odaya adımladığı birkaç saniye içerisinde kadın arkasındaki kapıyı Joseph'e aklını oynattıracak şekilde oturduğu yerden kapatmıştı. Daha sonra ise orada hiç olmayan sandalyeye kılını bile kıpırdatmadan adamı oturtmuştu.

Büyüye ya da sihire inanmayan bir adam için bunlar çok fazlaydı. Evde garip bir şeyler olduğunu sezebiliyordu. Ancak bunların varlığına hiçbir zaman tam olarak inanmamıştı. Evden daha önemli problemleri vardı şuan. Bu kadının evine nasıl girdiği, daha önemlisi ne olduğuyla alakalı sorular.

Yumrukları sıkılı halde ellerini kucağına koymuştu. Masmavi kocaman gözleri kısmi karanlıkta bile parlaktı. Bu parlaklık sonuna kadar açılmış gözkapakları arasında ürkütücü durmuyor dense yalan olurdu. Kadın bir kez daha sinir bozucu şekilde sakız patlattığında o sakız kulağının dibinde patlamış gibi irkildi Joseph.

Sinirle onu işaret etti. "Tek bir kez daha sormayacağım. Sen kimsin ve evimde ne arıyorsun?"

Kadın başını iki yana sallarken göz devirdi. Ayıplanma derdi yok gibiydi. Yapılı saçları öne gelince önce onları arkaya attı. Göğsünde bağladığı kollarını çözerek elbisesinin eteğine toplanan tüyleri silkelemeye başladı. Bir gözü hala askerin üstündeydi.

"Ne mi yapıyorum?" dedi, az önceki sinir bozucu ses tonunda tamamen uzak bir şekilde. İşi bitmiş olmalı ki boş ve hissiz bakışların hedefi Joseph oldu. İki dakika olmadan yabancının ruh halinin bu kadar değişebilmiş olmasına şaşırmıştı. "Yapmam gerekeni."

Joseph anlamadığını belirtmek için kafasını iki yana salladı ve yüzünü kırıştırdı.

"Kelime oyunlarını kesip açık açık konuşmaya başlamaya ne dersin?"

Kadın gülümsemişti. Bu tebessümü fazla çözememişti. Normalde insanları analiz etmekte gayet iyiydi. Alay ve samimiyetin arasında gidip gelen gülüşten sonra kadın kabullenmiş gibi pekâlâ diye mırıldandı.

"Sen askeriyede bulunan en iyi kalpli ve en güçlü adamsın. Bu yüzden isteyeceğim şeyi senden rica edeceğim." Sesi kendinden emin şekilde çıktı. Mavi gözlü adam onu nereden tanıdığını sormayı şimdilik geri plana attı. Gözlerini kısarak, "Önce benim isteklerim." diye cevapladı.

Konuştuğunun tersi yapılsa dahi kalkıp gidecek gibi duran adama karşı Millianna iç çekip eliyle devam et işareti vermekten başka bir çözüm bulamadı. Onun gerçekten çekip gideceğini ve boyun eğmeyeceğini biliyordu.

Joseph konuşma sırasının kendisine geçtiğini anladığı an psikolojik baskı yapan şüpheli bakışlarını çekmeden sessizce konuştu.

"Kimsin sen?"

Sarı saçlı kadın omuz silkti. "İsmim Stone. Ama bu önemli değil. Başka soru."

Joseph tam anlamıyla cevaptan memnun olmasa da dilini damağında gezdirerek sorularını dizdi. "Evime nasıl girdin?"

"Ciddi misin?!" Kadın sesini hafif yükselterek konuştuğunda inanamıyormuşçasına kendisiyle hemen hemen aynı yaşta olan adama baktı. Belki ondan bile büyüktü. Joseph'in sinirlendiğini farkettiğinde ise suratı düştü.

"Sesini alçalt. Oğlum uyuyor." Kadının konuşmaya başlamasını önleyerek onu işaret etti. Şüphesi tek bir yöndeydi. "Cadı mısın sen? Yaptığın hiçbir şey normal değil."

"Belki. Biraz."

"Cadılıkla uğraşanlar 1600'lerde yakıldı sanıyordum. Şimdi sene 1971 olmuşken hâlâ böyle işlerle uğraşanları görmek kafa karıştırıcı." Joseph sözünü esirgemeyen birisiydi. Kinayeli ses tonunun altında kadına karşı daha fazla tedbirli olacağının ve burada hoş karşılanmadığının mesajı yatıyordu. Bu elbette Zamanın Efendisi olanda ufak bir değişikliğe dahi yol açmadı. Sakince anladığını gösterircesine başını salladı.

Bu tür yargılanmalara alışıktı nasıl olsa. Geçtiği zorlu yollardan, karşısına aldığı karşıt düşüncelilerden ve arkasını her döndüğünde sırtına bir darbe indirmek için bekleyenlerden bahsetse adamın dudakları uçuklardı.

Ama Joseph öyle biri değildi. O sadece kendisini ve ailesini korumaya çalışıyordu. Amacı kötü niyet barındırmıyordu. Oğlunun şimdi kimin izinden gittiği belli olmuştu.

"Gelelim en önemli soruya," Gür saçlı adam kollarını bağlayarak arkasına yaslandı ve anlatacaklarını dinlemek amaçlı kadına ufak bir gülümsemeyle baktı. "Gecenin bu saatinde evime gizlice girip büyücü hareketlerinle beni bir nevi esir aldığını göz önünde bulundurduğumda burada olma sebebinin öyle hafif bir şey olmadığını seziyorum. Haklı mıyım?"

Stone başını salladı. Joseph onaylandığında çenesiyle kadını işaret etti.

"Başla."

Günümüz, Dünya

Tony Stark içinde hissettiği huzursuzluktan kaçamıyordu.

Eşini ve arkadaşlarını uzayın derinliklerine, bilmedikleri bir gezegene yardım çağırmak amaçlı yollayalı en azından 1 saat olmuştu. Tony hiçbirinin zarar görmeden geri döneceklerine inanıyordu. Thor'un dediklerine göre o evrensel haberleşme gezegeni çok uzun zaman önce kaderine terkedilmişti, böylelikle ne orada bulunacak ne de oraya gelecek olası tehlikeli etkenlerin de ihtimali yok denecek kadar azalıyordu.

Belki kuruntu yapıyordu ama eşi en son uzayda bulunduğunda bir karadeliğin içine sürüklenmiş kendisi için geçen birkaç dakikanın Dünya'da 1 yıldan fazla süreye denk gelmesi gerçeğine yakalanmıştı. Endişelerinde haklılık payı vardı. Steve'in ne kadar güçlü olduğunu görmüştü. Kendisini koruyabileceğini bilmesine rağmen onu gözünün önünden bir saniye bile ayırması, geçirdikleri kara günlerin gözünün önüne gelmesine neden oluyordu.

Omzunda bir el hissettiğinde onu habersiz karşılayan davetsiz misafire döndü. Gözleri açık gökyüzünün güzelliğinden ayırıp Natasha'nın yeşillikleriyle karşılaşınca kendini zorlayarak gülümsemeye çalıştı. Bunu fark eden yegâne dostu kafasını iki yana sallayarak, "Benim önümde rol yapmana gerek yok Tony. O göreve gidenlerden biri benim kocam olmasa da seni çok iyi anlıyorum." diyerek gölün önündeki banklardan birine, Tony'nin yanına yerleşti.

İntikamcılar üssünün güzel ve huzurlu bir çevresi vardı. Yeşilliği süsleyen göl çevresi, kafa dinlemek ve biraz yalnız kalmak için en ideal yerdi. Kalabalığın arasından ancak sıyrılabilmişti. Soluğu burada alırken aklına takılan iki şeyi düşünüp duruyordu. Steve'i ve dün gece ki rüyasını.

"Düşüncelisin." dedi kızıl kadın, fısıltı sayılabilecek bir tonda. Başını omuza yavaşça yerleştirirken iki eli esmerin kolunu kavramış şekilde ona sığınıyordu. Tony yanağını Natasha'nın saçlarına doğru yaslayıp ardından uzun süren sessizliği getirecek derin bir nefes aldı. Dikkati dağılmasın veya telaşa kapılmasın diye Steve'e anlatamamıştı ama onu beklerken Natasha ile sohbet etmek iyi olabilirdi. Belki onun bir yorumu vardır, diye düşündü.

"Dün gece, kabus gibi bir şey gördüm." Bakışları gölün çarşaf gibi sakinlikle dalganan yüzeyinde sabitlenmişken kendisiyle konuşur gibi söze başladı. Normalde gördüğü rüyalar kısa bir süre sonra unutulur derlerdi ama Tony gördüğü rüyanın her karesini netçe hatırlayabiliyordu. Bu da tüylerinin diken diken olmasına yer açıyordu.

Natasha onun devam etmesi için, "Ne gördün?" diye sordu. Tony onu rahatsız etmeyerek omuzlarını hafif bir hareketle kaldırıp indirdi. Birçok parçaya bölünmüş rüya anlamsız sayılabilirdi ama Tony'nin aklından çıkmıyordu. Bir köşede tohumlarını atmış gibiydi, ayrılmıyordu zihninden.

"Bu çok, karışık. Aslında biraz kesik hatırlıyorum aralarını. Ama ilk önce bir sokakta görüyorum kendimi. Etrafım kalabalık sayılmaz. Ayağım sert bir şeye çarpıyor daha sonra baktığımda bunun bir dilenci olduğunu görüyorum. Elimdeki poşete bakıyor, o ana kadar elimde bir poşet olduğunu bile farketmiyorum ama. İçinden bir ekmek alıp ona uzatıyorum. O ise hiçbir şey demeden gözlerime bakıyor. Ben yoluma devam edip köşeyi döndüğümde ise rüya sanki orada kesiliyor ve kendimi bir mağaraya girerken buluyorum."

Natasha ses çıkarmadan pür dikkat arkadaşının anlattıklarına kulak verirken işlerin gittikçe ilginçleşeceğini farketmişti.

"Mağara oldukça uzun ve geniş. Biraz ilerliyorum. Görmelisin tıpkı bir yol gibi içeri uzanıyor. Yürüdükçe yürüyorum ama bir yanım burada olmamalısın diyor. Daha sonra Morgan'ı görüyorum. Birkaç adım ötemde sadece. Duvara çizgiler çiziyor, garip giyinmiş halde parlak bir taç takıyor. Ne kadar seslenirsem sesleneyim ortadan kaybolana dek bana dönüp bir kez bile bakmıyor. Aklını kaçırmış gibi. Yoluma devam ediyorum. Sesler geliyor. O tarafa yaklaşınca birbirlerinin yakasına yapışmış, ölesiye dövüşen Peter ve Harley'i görüyorum. Bağırıp ayrılmalarını söylüyorum. Ayırmak için onlara yaklaştığımda ortadan kayboluyorlar ve sanki ben orada yokmuşum gibi onlar da varlığımı farketmiyor. Başımı ellerimin arasına alıp diz çöküyorum."

Biraz nefes almak için ara verdiğinde omzuna başını yaslamış kadın çoktan kaşlarını çatmaya başlamıştı bile. Bu gerçekten garip ve Tony'nin dediği gibi anlamsız bir rüyaydı. Ancak gördüğü görüntüler bir babanın aklına kolayca yerleşecek seviyedeydi de.

Tony rüyanın sonunu hatırlamakta biraz zorlanıyordu. Anımsayabildiği kadarını anlatmaya başladı. "Steve geliyor. Beni bir tek o görüyor. Elini bana uzatıp kalkmamı söylüyor, benimle konuşuyor. Elini tutuyorum ama beni ayağa kaldırdığında gücü bitip tükenmiş gibi kollarıma sarılıyor. Orada bitiyor. Tanrım! Bir halt anlamadım resmen."

Natasha kafasını kaldırırken muzip bir ifadeyle Tony'e baktı. "Bilinçaltında senin gibi sorunlu ve uçuk Stark." Esmer adam ona haklısın gibisinden bir şeyler mırıldandı. Gördüğü kabus ve rüyalar genellikle yaşadığı travmalar üzerine olurdu. Onlardan kan ter içinde uyandığında uzun süre Steve'in kollarında sakinleşmeye çalışırdı. Dün geceki kabusu ona sadece sakince gözlerini açtırmıştı o kadar.

"Bazen kendimi frenleyemiyorum." Natasha'nın donuk sesini duyduğunda kaşlarını çatarak kadına döndü. Kusursuz hatlara sahip olan dudaklarında sahicilikten uzak hafif bir gülümseme vardı. "Bucky ile bu sabah çok fena bir şekilde kavga ettik. Kendime her şeyi neden bu kadar yanlış yaptığımı soruyorum. Sonra ona hak veriyorum çünkü bazen ben bile ne yaptığımı farkedemiyorum. Son günlerde hiçbir şey yolunda gitmiyor ve bu beni geriyor."

Tony, Natasha'nın ne hissettiğini az çok anlayabiliyordu. Kendisinin 19 senelik evlilik tecrübesi karşısında Natasha sadece çalkantılı giden bir ilişkiye sahipti. Natasha için bu günler biraz zor geçiyordu. Daha Bucky ile ciddi kararlar almaya başlama aşamasına giremeden evreni tehdit eden çok tehlikeli bir manyağın getireceği yıkımı beklemeye başlamıştı hepsi. Bunun getirileri de Natasha'nın gözünden bakıldığında can sıkıcıydı.

Tony ve Steve evliliklerinin ilk zamanlarında sadece sevişiyordu. Sabah, öğlen, akşam. Bazı zamanlar kesintisiz. İflah olmaz şekilde daima her yerde ve her an birbirlerini arzuladıkları düşünülürse Başkanın önünde bile göz seksi yapmaları ve Başkanın bunu farketmesine rağmen devam etmeleri normal sayılırdı. Bir ara üssün mutfağını birbirine katmışlardı ve diğerleri onlarla durmadan dalga geçmişti.

Arkadaşı güzel ve monoton hayata adım atmaya karar verdiği hâlde bunun sevincini ve heyecanını hâlâ yaşayamadığı için onun adına üzülüyordu ancak şu an Thanos tehditi her şeyden önce geliyordu. Onu engelleyemezlerse oluşacak kayıpların haddi hesabı olmayacaktı.

Yanında oturan kadına bakışları sürerken omzuyla hafifçe onun omzuna vurdu. Natasha'nın dikkatini çekebilmeyi başarmışken onu rahatlatmak istercesine gülümsedi. Tek kaşını kaldırdı. "Çok dramatiksin, Bayan Romanoff. Tüm bunlar bittikten, sen demir kollu sevgilin ile çocuk isteyip istemediğinizi kararlaştıracağınız tatilden döndükten sonra bile beni tehdit etse dahi sana Romanoff demeye devam edeceğim. Kaşınmasın yoksa üstüne Stevie'i salarım."

Natasha buna keyifli bir kıkırtıyla yanıtladı. Başını iki yana sallayarak Tony'e klasik sen iflah olmayacaksın bakışı attı. Esmer adam omzunu umursamazca indirip kaldıracağı sırada yüzü gölgelendi. Gözüne giren güneş ışınları kesilirken bakışlarını gökyüzüne, havada bir anda beliren devasa uzay gemisine çevirdi.

Nereden ve ne zaman geldiği belli olmayan uzay gemisi görünmezliğini kaldırmış İntikamcılar üssünün üzerinde ölüm fermanlarına atılan bir imza gibi kendisini belli etmeye başlamıştı. Tony gözüne korkunç derecede büyük gelen geminin alt kısımlarındaki ateşleyicilerin açıldığını anladığı an zırhı üzerine geçirmişti. Gözleri şokla açılmış bir şekilde duran kadını İntikamcılar üssü bombalanmaya başlamadan hemen önce belinden tutmuş güvenli bölgeye havalanmaya başlamıştı.

...

"Ne yapacağız, Yüzbaşı?"

Steve umutsuzca başını iki yana salladı. Ne yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu. 2 yakın arkadaşının cesedi birkaç adım ötesinde öylece uzanırken tüm algıları kapanmış gibiydi. Buğulu bakışları yavaşça yana kaydığında üzerini örttükleri örtülerin altındaki bedenleri düşündü.

Bunun geldiğini görememişti.

Sadece birkaç hafta, diye düşündü. Sadece birkaç hafta önce düğünde hep birlikte, yaşananları unutmuş şekilde gülüp eğleniyorlardı. Thor'un düğününde diğerleri ile birlikte Quill de adamı kahkahalar eşliğinde havaya tutup kaldırmış ve ona tezahüratlar yapmışken, bu sefer Thor onun cansız bedenini kendi gemisine kadar tutup taşımıştı.

Kolu sarılı olan yarı tanrı o tarafa bakmaksızın camdan uçsuz bucaksız uzayın manzarasını izliyordu. Neler hissettiğini tahmin etmek için yüzünü görmeye gerek yoktu. Wanda ve Stephen yan yana sessizce oturmuşlardı. Çıtları çıkmaz haldeydi. Genç kız aldığı psikolojik zararın altından kalkmaya çalışırken ustası olan Strange aralarında en çok fiziki darbelere maruz kalan olarak ağrısının dinmesini bekliyordu.

Gemide tek bir ses bile yoktu. Ölüm sessizliği. Kesinlikle, yaşayan kayıpların verdiği sessizlikten daha fazla nefret edemezdi. Maviliklerini ne yaparsa yapsın yan yana bırakılmış ikilinin üstünden çekemiyordu.

"Kaptan America, ha? Dostum senin en büyük hayranındım. Her posterin bende vardı diyebilirim. Büyükannemin seninle bir fotoğrafı bile var. Sen buza girmeden önce tabii ki. Bu arada o konuda cidden üzgünüm ama sen o kadar uzun uyku pozisyonuna girmeseydin seninle nasıl tanışabilecektik ki?"

"Sen ona bakma. Ağzı açıldı mı kapanmayı bilmez. Ben sevgilisiyim ama benim bile başımı şişirebiliyor."

Steve çenesini havaya dikerken derin bir nefes alıp vermeye çalıştı. Bu iç boğucu ortamdan çıkıp uzayda sürüklenmek, öfkesini geçirecek bir şeyler patlatmak istiyordu. Onlar bunu hak etmemişti. Ne Peter ne Gamora böyle bir ölümü hak etmemişti.

Aralarındaki sessizliği bozan mantığın sesi sayılabilecek büyücü oldu. "Dünya'ya gitmeliyiz, daha fazla vakit kaybedilmemeli. O çoktan oraya varmış ortalığı birbirine katmış olabilir. Destek gerek."

"Önce bir işimiz var."

Bakışlar odağını dışarıdan çekmeyen Thor'a döndü. Bir elini yumruk yapmış, hafifçe ama ardı ardına koltuğunun kenarına vuruyordu. Suskun olmasının sebepleri düşünülürse onun şu an bile öfkesinden şimşekler çıkartmadığına şaşırıyordu Steve. Çok yakın 2 dostunu kaybetmişti, hem de kendini beğenmiş bir canavar yüzünden. Koluna izi kesinlikle kalacak bir kesik almak üzere vücudu dövüşmekten bitap düşmüştü, baltasını kaybetmişti ve dünyada bulunanlar için endişeleniyordu. Üstelik Thanos'u durduramadığı için kendisini suçluyordu.

Thanos gezegenden ayrıldıktan sonra geriye kalan dörtlü çabuk bir şekilde toparlanmaya çalışmıştı. Stephen elinden geldiğince onları koruyacak büyüler yapmıştı. Thor, Quill'i gemiye taşırken Wanda da telekinezi ile Gamora'nın bedenini taşımaya yardım etmişti. Steve kullandığı dümeni Thor'a devretmek ve dışarı çıkmak zorunda kalmıştı. Yarım yamalak bir kalkışla daha atmosfer dışına çıkamadan ufak gezegenin kendini imha etmesine çok az kaldığını farketmişlerdi. Zaman olmadığı için Steve gemiyi yapabildiği kadar büyük bir hızda moleküllerine ayrılan gemiden uzaklaştırmıştı.

Yeterince uzaklaştıklarında yıkıcı bir şekilde tam merkezinden dağılan gezegenin yok oluşunu çok net seçmişlerdi. Thanos'un kendisi sandıkların bile daha güçlüydü. Sadece bir hareketi ile tüm gezegeni havaya uçuracak kadar.

"Nereye?" Wanda ağlamaktan akmış rimelini temizlemek için uğraşmamıştı. Kılını kıpırdatamayacak gibiydi. Soğuk sesiyle sorusunu yönelttiğinde Thor sonunda onlara dönebilmişti. Çökmüş görüntüsünü artılayan bir iç çekişin ardından sessizce, "Nidavellir'a." diye fısıldadı. "Bana tekrar bir balta gerekecek."

Quill'in gemisi sönmüş yıldızın çevresindeki terkedilmiş halkaya iniş yaptığında oldukça gürültü çıkmıştı. Bu da hâlâ varsa eğer Nidavellir sakinlerini dürtmüş olacaktı. Arka kapı açılıp Thor ve Steve yan yana rampadan adımlarken Stephen ve Wanda arkalarında kalmıştı.

Konuştuklarına göre ikisi gemide kalıp gemiye göz kulak olacaktı. Herhangi bir saldırı esnasında ikisine arkalarına bile bakmadan kaçmalarını söylemişlerdi. Thor'a göre işleri birkaç dakikada bitebilirdi ama sönmüş görünen yıldız bu iddiasını haksız çıkartıyordu. Ancak baltası tüm o hengamede kaybolup gitmişti. Yine de Dünya'ya, Thanos'un ordusu ve onunla savaşmak için silahsız gidemezdi.

Elini çabuk tutması gerekiyordu. Ama önce eski dostunu bulmalıydı. Steve ile yan yana ilerlerken ona acısını capcanlı hissettiren kesik yarasının üstüne elini koydu. Etrafta canlı yaşamına dair hiçbir şey yoktu. Thanos'un gazabının buraya uğradığını duymuştu ama bir türlü buraya gelememişti.

"Arkadaşının hayatta olduğuna nasıl emin olabiliyorsun?" diye sordu Steve, kendini tutamadan. Terkedilmişliğin ortasında merkeze doğru adım adım yürürken ikinci bir saldırıya tahammülünün kaldığını düşünmüyordu. Şu an tek istediği evine giderek eşini ve çocuklarını kontrol etmekti.

"Eitri hayatta. Cücelerin saldırıya uğradığını o haber vermiş Asgard'a. Ayrıca Thanos'un silahını gördün, değil mi? Bunu Thanos için o yapmış. Onun işçiliği. Çekicimi de o yapmıştı ve baltamı. Öyle keskin bir işçilik görmediğime yemin edebilirim. Ne karşılığında bilemem ama bedelinin hafif olmadığını tahmin edebiliyorum."

Steve onu başıyla onaylarken yorgun bakışları çok rahat farkedebiliyordu. Thor'un kendini toparlamaya çalışmasına bir yandan sevinirken bir yandan içi burkuluyordu. Dostunu böyle görmek istemezdi. Daha dünyadakilere bu durumu nasıl açıklayacaklarını düşünüyorlardı üstelik.

Thor kendi tarafından gelen ani bir saldırıyla yaralı koluna darbe yemişti. Birkaç metre uzağa sürüklenirken kafasında ve kolunda hissettiği acıyla öfke içinde bağırdı. Hemen üstünde beliren ve kendisine yumruk atmaya hazırlanan siületi seçtiğinde ellerini dur dercesine kaldırdı.

"Eitri! Dur, benim, Thor! Thor Odinson. Asgard Prensi." Elleri olmayan cüce duyduğu şeylerle hareketlerini durdururken tanıdık sarışının ismini tekrar edeceği sırada önünde beliren ışık hüzmesine baktı.

Steve gözleri dahil tüm vücudunu kaplamış ışığın içinde belirmişken dişleri arasından kendisinden kat be kat büyük cüceye doğru net bir şekilde konuştu.

"Arkadaşımın üzerinden hemen çekil."

Ondan korkmadığı gösteren Eitri'nin attığı bakışa rağmen Steve geri adım atmayınca cüce bir süre onu göz hapsine almış daha sonra Yarı Tanrı'nın üzerinden çekilip kendisini yığınların olduğu bölgeye yorgunca atmıştı.

Kaba olacağını umursamadan yüksek sesiyle, "Burada ne işiniz var sizin hâlâ? Onun yarattığı yıkımın geride bıraktığı bu aciz varlığı ziyarete mi geldiniz bir de yüzsüzce, Thor?" diye bağırdı. Öfkesi hak bulunabilirdi. Gezegeninden ve kendi ırkından geriye kalan son cüce olabilirdi. Tek başına kesik elleriyle boş bir yere mahkum olmuştu.

Thor kalkmasına yardım eden Steve'in omzuna dayanmışken bir eli daha çok kanamaya başlayan yarasındaydı. Daha büyük savaşlarda bulunmuş ve yaralar almışken ufak bir kesiğin onu böylesine nefes nefese bırakması akıl işi değildi.

Büyük bir mahçuplukla Eitri'ye baktı. "Bak eski dostum, kaybettiğin şeylerin farkındayım. Ama daha fazlasını kaybetmek üzereyiz. Bunu anlamak zorundasın. O burayı talan ettiğinde burada olamadığım için üzgünüm. Thanos durdurulamaz. Ve baltam olmadan yeterince iyi savaşamam. Onun kılıcını senin yaptığını biliyorum Eitri. Bana yardım etmelisin."

Cüce lakabına yakışan görüntüdeki adam alayla güldüğünde kafasını aniden iki yana salladı.

"İstesem de edemem. Ellerimi benden aldı. Beni diğerlerini öldürmekle tehdit ederek onun için şimdiye kadar yaptığım en güçlü kılıcı yapmaya zorladı. Yıldız söneli çok oldu. Artık mekanizma çalışmıyor. Sana yardım falan edemem ben." Ter döktüğü bariz olan Thor'u biraz inceledikten sonra sordu. "Kolun onun kılıcı tarafından mı yaralandı?"

"Evet."

"Şaşırmadım. O normal bir silah değil. Kılıcı normal birini birkaç saatte öldürebilecek kara büyülerle donanmış. Bu kadar derin bir kesik seni öldürmeliydi. Bir Asgard'ın asil kanına sahip olduğun için şanslısın. İyileşeceksin. Ama bunu görebilir misin emin değilim."

Thor anlamadığını belirtmek için kafasını hızla iki yana salladı. Böyle kara büyülere direnci vardı zaten, tahmin etmeliydi. Anlayamadığı şey Eitri'nin kendisini bu kadar salmış olmasıydı. O tanıdığı en güçlü elflerdendi. Güçlü ve iradeliydi. Şimdi yıkılmamalıydı.

"Anlamıyorsun." dedi, bitip tükenmiş sesiyle. "Oraya baltam olmadan gidemem. Seni en usta yapan şey ellerin değil, zekan. Onlara ihtiyacın yok Eitri. Lütfen, benim için, kaybedilenlerin intikamını ancak böyle alabilirim."

Cüce olan sessiz kaldı. Kendi kafasında hesap yapıyor gibiydi. Steve her ne kadar buna zamanları olmadığını söylemek istese de Thor için sessiz kalmaya devam etti. Cüce sonunda konuşmaya niyetli olduğunda yürümeye başladı. Ayağa kalkıp gidecekleri yöne ilerlerken Thor da biraz Steve'den destek alarak onu takip etti. Daha önce gördüğü yıldızın merkezine ulaştıklarında burasının cidden berbat halde olduğunu gördü.

Normalde her yerde işçi bulunan ve kazanları kaynayan yerde soğuk rüzgarlar esiyordu. Sıcaklık eksilerde olabilirdi. Makineler paslanmışa benziyordu. Eitri onların önünde dururken umutsuz bakışlarını yıldızdan gelecek gücü yansıtan halka mekanizmaya dikti.

"Size istesem de yardım edemem derken ciddiydim. Yıldız gücü makineleri ısıtacak enerjiyi buraya yollayamıyor. Halka ciddi hasarlar aldı. Kenarları koptu, siz ikiniz belki onu çevirebilirdiniz ama artık o da yok. Bir şeyin o iki anahtarı kendine çekmesi gerek. Evrenin en dayanıklı metallerinden. Büyü dahil hiçbir şey yoluna çıkamaz."

Thor aklına başka çözüm gelmediği için geriye kalan tek şey dillendirdi. "Ben yapabilirim. Anahtarı tutacak güçteyim." Bu sözüne karşılık Eitri ona keskin bir bakış attı. Thor'un durumu ortadaydı.

"Bu delice ve imkansız. Ayrıca o yıldızın gücü bu zayıf formda seni öldürebilir. Bedenini yakar. Önce vücudunun zehiri atmasını beklemelisin."

"Ne kadar sürecek bu?" Thor bir kez daha aldığı red cevabıyla sinirinin ortaya çıktığını hissetti. Bir kolunu Steve'in sırtına iyice sardı. O bağırdığında acısı daha da azmıştı sanki. Bu kara büyüler onda doruk noktalarını yaşıyordu kesinlikle. Şerefsiz herif koluna ufak bir kesik atarak tüm vücuduna acı salabilmeyi başarmıştı.

"Birkaç saat içinde."

"Birkaç saatim falan yok! Birkaç dakikam var sadece. Bu boktan şey bedenimi yaksa da oraya çıkacağım." Thor ısrarla konuştuğunda Eitri bu sefer yakalanmaktan çekinmeyerek gözlerini devirdi.

"Ocağın ısınması bile 1 dakikamı alabilir. O kadar dayanamazsın Thor aptallık bu. Başka bir çözüm bulmalısın."

"Ben yapabilirim."

Steve suskunluğunu yarıda kestiğinde hem Eitri hem Thor ona dönmüştü. Thor şaşkınlık içinde ona bakarken kafasını şiddetle iki yana salladı.

"Olmaz. Steve bu bambaşka-"

"Yapabileceğimi bilmesem teklif etmezdim Thor. Bırakta daha fazla zaman kaybetmeden bunu halledelim."

Sarışın tanrı biraz durup düşündü. En yakın dostunu böyle bir tehlikenin içine körü körüne atamazdı. Ona bir şey olursa eğer Tony'e hesap veremezdi bu sefer. Bu konuda ona yeterince mahçuplardı ancak Steve de en az kendisi kadar güçlüydü, bunu kaldırabilecek dayanıklıktaydı ve dediği gibi böyle yaparak sadece zaman kaybediyolardı.

Steve'in gözlerine tedirginlik dolu bir ifadeyle bakmaya başladı. "Pekâlâ. Ama dayanamayacağını hissettiğin an düşünmeden bırakmanı istiyorum. Bir dostu daha kaybedemem."

Anahtarları tutacak olanın Steve olacağına karar verildiğinde düşünmeden işe koyuldular. Thor koluna acısını geçirecek ve performansını arttırmasını sağlayacak özel bir iksirin döküldüğü bez parçasını tutuyordu.

Steve halka arasına çoktan yerleşmişken arkasında bulunan kapalı yıldızın olduğu tarafa bir bakış atıp önüne döndü. Kollarıyla iki yandan anahtarları kavramışken hafif X pozisyonunda durmaya başlamıştı.

Son bir kez Thor'a bakış atıp Eitri'ye döndü. Bunu yapabilirdi.

"Açıyorum." O konuşur konuşmaz cüce makinenin hemen önünde durmuş şekilde onu uyardı. "Emin misin evlat? Bu saf yıldız gücü seni saniyesinde paramparça edebilir."

Steve gözlerini kapatarak başını yavaşça öne eğerken bir yandan mırıldandı.

"Eksik olma."

Eitri onun hazır olduğunu varsayarak onay işareti verdi. Steve iki tutacı aynı anda kendine doğru çekmeye başlamışken korkunç bir gürültüyle önce arkasından bir yerden gelen sesi ve aydınlanan ortamı gördü. Ellerini biraz daha zorlayarak kendine çektiğinde ise etrafından kayıp giden ama onu da es geçmeyen saf gücü iliklerine kadar hissetmişti.

Nötron yıldızının ısısı karşıdaki mekanizmayı bulup kademe kademe tüm aletleri çalıştırmıştı. En sonunda ocağın içinde bulunan en güçlü metal parçalarını lavlar içinde eritmeye başlamıştı. Eitri büyük kazanın başında metalin her saniye erimesini izliyordu.

Steve kendisinden beklenmeyecek şekilde emdiği gücün verdiği acıya bağırmadan edememişti. Tüm hücrelerinin yenilendiğini ve bu yenilenme esnasında derisinin yandığını hissediyordu. Vücudu enerjinin bir kısmını dur durak bilmezken almaya devam ederken neredeyse 1 kilometre ötede duran Thor, arkadaşının acı çektiğini görmesiyle beraber yerinden fırlayarak oraya gitmeyi geçirdi bir an aklından.

Eitri çarkı çevirip tamamen eriyen demirin sıvısını daire mekanizmalara boşaltmaya başlamışken silahın büyük kısmını oluşturmayı bitirmişti bile. Bunu farkeden Thor, Steve doğru tüm gücüyle bağırdı.

"Bırak artık Steve!"

O ana kadar gücü acı içinde karşılayan ama tamamını emen Steve vücudunun daha fazla güce aç olduğunu hissetti. İçgüdüleri ona bırakmamasını söylediğinde Thor bir kez daha ismini bağırdı ancak onu duyduğunu düşünmüyordu.

Eitri'ye dönerek Steve'i işaret etti. "Beni duymuyor. Her an parçalarına ayrılabilir. Bir şeyler yap." O ana kadar kalıplaşmış silahın parçalarını koluyla attığı darbeler sayesinde ortaya çıkaran Eitri ona döndü ve daha sonra yıldızın tüm gücünü içine çekmeye devam eden oğlana baktı.

Bu imkansızdı.

Yıldızın gücünü yansıtmıyordu, tüm gücü içine çekiyordu.

Steve birkaç saniye sonra daha fazla dayanamazken gözleri kapandı ve bilincini kaybetti. Mekanizmayı bırakır bırakmaz kapanan bariyer ile gelen ışıkta kesilmişti. Boşluğa düşeceği sırada etrafında oluşan kırmızı ışıklarla kenara, Thor'un olduğu tarafa doğru çekildi.

Wanda kırmızı büyünün ellerini sarmasıyla beraber tuttuğu bedeni yavaşça önlerine bıraktı. O, Stephen ve Thor yanına doğru çöktüğünde Steve oldukça az yara almış gibi görünüyordu. Daha garip olan şey ışıldamasının artmasıydı. Sanki her bir hattı daha canlı hâle gelmiş uyuyan haliyle dahi her yerinden güç saçmaya başlamıştı.

Thor onu sertçe dürterken birkaç kez ismini seslendi ancak Steve kendisine gelmedi. Son çare olarak emire karşı gelerek buraya kadar yol almış olan Stephen söylediği birkaç sözün ardından Steve'in gözlerini kocaman açmasını sağlamıştı.

Sarışının kendisine geldiğine ve ölmediğine sevinen Thor engelleyemediği kahkahaları arasından onu sırtından tutup kaldırdı. "Seni şanslı piç. Başardık." Steve oturur pozisyona geldiğinde bir eliyle başını tuttu. Bakışları Stephen ve Wanda'ya kayınca kaşlarını çattı.

"Burada olmamanız gerekiyor. Neden buradasınız?" Wanda dudaklarını birbirine bastırırken Stephen tek omzunu silkti. "Wanda telepatiyle senin büyük bir acı çektiğini söyleyince gelmek zorunda kaldık. Yardıma ihtiyacınız olabilirdi. Görünüşe göre biz olmasak çoktan kendini boşluğa atıyordun."

Thor, Steve iki omzundan tutup kendisine çevirirken ona tüm samimiyetiyle ve kendisini dinlemediği için biraz öfkeyle sordu. Baltanın parçalarını birleştirmiş şekilde arkalarında duran ve onları sessizce izleyen cüce cevabı bildiğini hissediyordu. "Sana bırak dediğimde neden bırakmadın? Odin aşkına Steve, o güce karşı sana bir şey olmadığı için şanslısın. Seni öldürebilirdi. "

Steve ufak bir tebessümle ona baktı. İçinde inanılmaz derece de bir enerji ve güç hissediyordu. Güneşin tüm yüzey patlamaları onun içinde oluyordu sanki. Steve hayatında hiç bu kadar canlı ve kudretli hissetmediğine yemin edebilirdi. Işıldayan teni giderek daha da parlamaya başlıyordu.

"Merak etme. O güç beni öldüremez." Gözlerini kırpmadan devam etti. "O güç artık benim."

...

"Bu boklar ölmüyor! Sayıca çok fazlalar." Bucky ona doğru gelen kendi boyunun çok üstünde salyalar akıtan iğrenç canavarı ancak sıktığı 5 lazer darbesiyle öldürebilmişti. Dibine kadar giren yaratık yanına yığılıp kalırken yüzünü ekşitti.

Etrafında Thanos'un ordusundan olanlarla savaşan birkaç Wakandalı ve Mabed üyesini en geçip yanında duran moloz yığınlarından oluşmuş ufak tepeye çıktı.

Bu tepe eskiden intikamcılar üssünün olduğu yerde birbirine girmiş savaş alanının dehşetini tam olarak gözler önüne seriyordu. Bucky istemsizce dudağını ısırırken önündeki korkunç manzaraya baktı.

Her şey birbirine girmişti. Bir yandan İntikamcılar, X-Men, Wakanda ordusu, Mabed üyeleri Thanos'un ordusuna karşı karada tamamen taktiksiz ve düzensiz bir savaş verirken hava araçlarıyla da Dünya'yı işgal eden orduyu temizlemeye çalışıyorlardı.

Sayıca azlardı. Bu fark çok belli olmasa dahi Thanos'un ordusu düşündüklerinden de fazla ve dişli çıkmıştı. Aynı anda tek bir tanesiyle uğraşmak bile saça yapışan sakız gibiydi, kurtulması kolay olmuyordu.

Bir anda gelen saldırı da İntikamcılardan bazıları içerideydi. Üs yerle bir olmuştu. Büyük A sembolü uzaklarda bir yerde tozların altında hala kendini az çokta belli etse geri kalan her şey harabeye dönmüştü. Gökyüzü dumanlardan, isten dolayı koyuya bürünmüşken ortamı daha da kasvetli bir hâle sokuyordu. İçlerinden hiçbiri evlerine karşı yapılan ani saldırıya hazır değildi. Düşman kendini bir hayalet gibi içeri sızdırmıştı.

Üssün altındaki kalıntılardan kurtuldukları gibi acil durum çağrısını etkinleştirmeleri bir olmuştu. Bu savaşın gerçekleşeceğini tahmin ettikleri için Wakanda'ya bir büyücü ordusu yollamışlardı. Böylelikle çağrıyı aldıklarında T'Challa kendi ordusunu hazır hâle geitirip buraya ulaştırabilecekti.

X-Men topluluğunun çoğu burada savaş veriyordu. Öğrenci olanlar bile. İtiraf etmek gerekirse bazıları cidden iş bitiriciydi ama daha öncesinden hiç böylesine büyük bir savaşta yer almadıkları için acemiliklerinden kaybeden vardı. Kim böyle bir savaşta yer almıştı ki? Ne New York savaşı, ne Ultron savaşı bunun yanında hiç kalırdı. Bu savaş devrimin ta kendisiydi.

Uzaya yardım çağırmak için gidenlerin dışında tüm intikamcılar savaş alanındaydı. Genç intikamcılar bile. Bucky yeğenlerinden birinin ağ atarak ilerlemesine diğerinin orasından burasından ateş topları çıkarmasına ağzı açık kalmadı dese yalan olurdu.

Wade katanalarıyla önüne geleni kahkalarla deşiyordu. Loki ise bıçaklarıyla. Tek farkları silahlarıydı. Bruce çoktan Hulk formuna girmiş smash rolüne bürünmüştü. Clint kendisi gibi okçu kızı ve dövüş refleksleri felaket olan oğluyla hareket ediyorken Scott aşırı korumacılığı yüzünden kendisinden kaçarak savaşan kızını bulmaya çalışıyordu.

Bucky'nin annesini görse muhtemelen tanıyamayacağı kalabalıkta gözleri iki silahlı uzaylıyla savaşan kızıl sevgilisine takıldığında tereddüt etmeden o tarafa koştu. Arkadan saldırarak uzaylıların kafasına 5 kez sıktığında fışkıran siyahımsı kanlar Natasha'nın göğsüne sıçramıştı. Mide bulandırıcı uzaylı kanına bulandığını hisseden Natasha gözlerini açtığında bir üstüne bir ona sırıtan Bucky'e baktı.

"Sen bu hayata sadece benimkini zehir edebilesin diye mi geldin?"

Charles ona doğru süratle gelen canavara yanında duran sivri bir demiri hızla fırlattı. Büyük demirin ucu canavarın yüzünden girip karnından çıkmışken olduğu yere kanlar içinde yığıldı.

Yanına inen kocasını farkettiğinde endişeyle omzuna aldığı yarasına baktı. "Sen iyi misin?" diye sordu, yaklaşıp yarasına daha yakından bakarken. Neyse ki derin değildi. Erik kafasını evet anlamında sallarken giydiği kaskının altından akan terleri çok rahat seçebiliyordu Charles. Elini onun çenesine koyup yüzüne endişeyle bakmaya devam etti.

"Wanda hâlâ ortalıklarla yok. Destekte gelmedi. Pietro nerede?" Erik kızının durumunu en az kendisi de eşi kadar merak ediyorken kafasını iki yana salladı. Bir nefes vererek, "Onu Raven ve Jane ile bıraktım. Merak etme güvende." diye yanıtladı. Aldığı cevaptan memnun olan Charles dört bir yanlarında savaşanların arasından sıyrılarak yanlarına gelmiş olanlara baktı.

Carol hızlı hareket etmek için omzuna aldığı Rakun'u yere bırakırken iki adama baktı. "Çoktan gelmiş olmaları gerekmiyor muydu?"

Engelleyemiyordu. İçinde kötü bir his vardı sanki. Eşinin ve takım arkadaşlarının dendiği gibi şimdiye dek buraya varmış olması gerekti. Rokette ona katıldığına dair belli belirsiz mırıldandı. Arkalarından gelen Wong diplerinden bittiğinde savaşmaktan yorgunluk içinde kalmış bir halde konuşmaya başladı.

"Dünya'ya geldikleri an Stephen bana bir şekilde haber verirdi. Bir şeyler ters gitmiş olabilir diye korkuyorum." Bunu duyan diğerleri içlerine daha da kurt düşmesini engelleyemezken Carol ellerini beline koymuş şekilde konuşmaya başladı.

"Belki koordinatları yanlış girmişlerdir. Sonra farkedip düzeltmeye çalışmışlardır."

"Ya da," diye daha mantıklı olduğunu düşündüğü şeyi öne sürdü Rakun. "Birileri onların yoluna çıkmıştır."

Charles ortalığın hemen velveleye verilmemesi ve en kötüyü düşünmemek için ortaya atıldı. "Ben telepati ile bir şekilde Wanda'ya ulaşmaya çalışacağım. Siz diğerlerine yardım edin. Tony'nin de dediği gibi ilk amacımız Thanos'u devirmek olmalı."

"İyi diyorsun ama-" Carol'ın sözünü kesen şey belli belirsiz duyduğu ses oldu. Biraz duraksadı. Yanlış duyup duymadığına emin olmak istedi. Etrafta yankılanan silah, kılıç ve bağırış seslerinin arasından yükselen hornu duyduğunda önündekilere baktı.

"Siz de duyuyor musunuz?" Onlar başını salladığında uzaklardan gelen sesin şiddeti de hiç olmadığı kadar yükselmişti. Aralıklarla üflenilen Horn, eski uluslarda savaş başlamadan önce temsilcinin koca alete üfleyerek her şeyin başladığını bildirdiğini gösteren bir aletti. Natasha kırmızı odada öğrendiği bu doğruların ışığında şimdi neden bir Hornun sesini duymaya başladıklarını merak etmişti.

Aletin sesi tüm savaş alanına ulaştığında düşman tarafı alt eden birkaç kişi de etrafına bakarak sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu.

Tony giydiği zırhın içinde uçarken bir gözünü kıstı. "Jarvis, bu seste ne?" Ekranın kenarında Morgan'ın yüzü gözüktüğünde Tony tam yanında birlikte uçtuğu konuşmaya başlayan kızına dikkatini verdi. "Onlar olabilir mi?"

Yatay bir şekilde uçmayı bırakıp güvenli bir bölgede alanı iyice görecek şekilde pozisyon aldı. Morgan'a giydiği zırhıyla yanına gelmesini söyledi. Kendileri gibi birkaç kişi en uçtan geldiği belli olan sesin merakına kapılmıştı.

Jarvis cevapladı. "Bu tahminimce bir savaş çağrısı, efendim."

Tony yüzünü anlamadığına dair buruştururken gelen ses kesildi. Sadece birkaç saniye sonra sağır edici şimşeklerin sesi duyulduğunda gelenlerin kim olduğu oldukça açık hale gelmişti.

Kasvetli havanın yarattığı yapay bulutların arasından fırlayan şimşekler yıkıcı darbeleriyle Thanos'un gemisini buldu. Havada yerini edinmiş geminin her bir tarafına inen şimşekler uzuvlarını parçalamış ve geminin iki kanadında patlamalar meydana geldi.

Bunu savaşın tam ortasında, elinde kılıcıyla, kıstığı gözleriyle izleyen Titan en büyük gemisinin parçalanarak suya düşüşünü an ve an izledi.

Öfkesini altında yeni yeni filizlenmeye başlamış bir duygu oluştu: Endişe.

Yüzünde oluşan birkaç çizik vardı o kadar. Ancak şimdiden o çiziklerden daha fazlasına hazır olması gerektiğini anlamıştı. Özellikle gölün olduğu taraftan gelen orduyla. Rebbuam ve Dorigin halkı onun yarısını yok ettiği gezegenlerde yaşayan sakinlerden sadece iki tanesiydi. Ordu güçleri inanılmazdı. Normalde düşman olan bu iki millet diğerlerine yaptığı gibi kendi halklarını katleden adamdan alınacak ortak bir intikam için birleşmişlerdi. Yardım çağrısı kodunun Thanos'un kutsal topraklarının verilerini gösterdiğini farkedince ellerinden gelen en kısa sürede bu yabancı gezegene yolculuklarını gerçekleştirmişlerdi.

Tanıdık uzaylı ordusunun üzerine giden toplam bin kişilik ordu kılıç ve baltalarını kavramış şekilde Thanos'un canavarlarına saldırdılar. Ortama tekrar bir savaş durumu hakim olmuşken diğerleri müttefikleri diye tahmin ettikleri kişilerin sonunda gelmesinin sevinciyle beraber savaşarak işgalci orduyu geri savurmaya çalışıyordu.

"Başardılar!" Clint elinde tuttuğu sonsuzluk eldivenini daha sıkı kavramışken kendi lehlerine dönen savaştan cesaret almıştı. Ancak üzerine gelen dört koca canavarı seçtiğinde en yakınında olan Peter'a seslendi.

Çocuk ismini duymasıyla ona fırlatılan sonsuzluk eldivenine havadayken bir ağ attı ve kendine çekerek kaptı. Siktir. Bununla ne halt yiyecekti şimdi? Peter, Thanos'un ilgisini çekmemek için elinde tuttuğu eldiveni iyice kavrayarak havada uçan bir Wakanda aracına ağ attı.

Thanos ise ortama hakim olan kaosun gösterdiği kadarıyla hızlı hareket etmesi gerektiğini anlamıştı. 6 taşın olduğu eldiveni tutan çocuğu seçtiğinde güçlü bir hırıltıyla kılıcını elinden döndürüp o yöne ilerlemeye başladı. Tony, Thanos diye tahmin ettiği adamı gözleri seçtiğinde zırhıyla dizlerinin üzerinde keskin bir iniş yapmış hemen ayaklanmıştı.

Kaskını çıkarmadan ifadelerini saklayan maskesinin altından konuştu. Kabuslarına sebep olan tam da karşısında duruyordu.

"Bir yere mi gidiyordun?" Thanos alaycılıkla kendini beğenmişlik arasındaki sesi duyduğunda kötücül bir şekilde sırıttı. Dişlerinin arasından alışagelmiş olduğu bir kelime gibi basitçe, "Stark." diye mırıldandı.

"Demek beni tanıma şerefine erişebilenlerdensin." Tony iki yanında duran yumruklarını sıktı. "Beni nereden tanıyorsun?"

Thanos'un cevabı açıktı. "Bilgiyle lanetlenen sadece sen değilsin."

Bilgiyle lanetlenmekmiş. Tony amacı onu oyalamak olmasa bu adamın yüzüne çoktan güçlü ışınlarından birini atmış olabileceğini düşündü. New York savaşından sonra ona eziyet gibi gelen uykusuzluğunun sebebi bu adamdı. Birçok kayıp vermelerinin sebebi de oydu. Tony hepsinden önce bu adamın 1 sene boyunca kendisinden ve çocuklarından Steve'i ayrı bırakarak ailesine verdiği zararları düşününce kanının kaynamasına engel olamadı.

"Benim tek lanetim sensin."

Bu sözün üzerine Thanos kılıcını çevik hareketlerle zırha doğru fırlattı. Tony yana kaçarak ondan kurtulurken repulsorlarından Titan'a doğru ardı arkası kesilmez ışınlar yollamaya başladı. Bu piç ölmeyi hak ediyordu. Thanos bir eliyle kendisini ışınlardan korurken diğer bir eliyle kendi silahını tekrardan çağırdı. Kılıcı yüzeyini gelen ışınlara tutarken Tony'nin silahına ona karşı kullandı ve gücü zırha doğru yansıttı.

Bunu farketmiş olan Tony kendi ışınları tarafından vurulmadan önce uçarak adamın etrafında bir çember çizdi. Ona dengesini şaşırttıktan sonra genişlettiği yumruklarından birini sertçe adamın yanağına geçirdi. O küfrederek şaşkınlıkla inlediğinde toparlanmasına vakit tanımadan ikinci bir yumruğu diğer yanağına geçirdi. Yüzüne aldığı darbelerle istemsizce affallayan adam göğsüne yüklenen elektrik enerjisiyle bağırdı. Tony iki eliyle hem onun geriye gitmesini hem de yüksek voltajda elektriğe maruz kalmasını sağlamışken durmayarak üstüne uçtu. Bir eliyle çıkardığı bıçağın boynuna derin bir kesik bırakmasına neden oldu.

Thanos boynundan süzülen kanları hissettiğinde bir elini oraya kapattı. "Hepsi sonunda dağılacak zavallı aileni korumak için mi? Acınası."

Tony dikkatini dağıtan adama şimdiye kadar en öfkeli ses tonunda konuştu.

"Bir kez daha ailem hakkında atıp tutarsan tepemin tası fena halde atacak."

Thanos diz çökmüş hâldeyken onun zayıflığından yararlanıp bir bıçak darbesi daha indireceği sırada iki elinden tutuldu. Kurtulmak için çaba gösteremeden bıçağa dönüştürdüğü aleti tek bir hareketle parçaladı Thanos ve mide boşluğuna sapladı.

Hissettiği ani acıyla gözleri kocaman açılan Tony dudaklarını birbirine bastırdı. Bağırmamak için zor dururken alnındaki damarlar ortaya çıkmış şekilde ağzından birkaç tükürük çıktı. Kısık iniltilerle bir elini başına yerleştiren adamdan kurtulup geri geri gitmeye başladı.

Adamdan olabildiğince uzaklaşmaya çalışırken arkasında hissettiği sert cisimle geriye doğru düştü. Bir eli yarasını tutar halde kayaya yaslanıp onu izleyen adama baktı.

"Umarım seni hatırlarlar."

Tony birazdan ölebileceği gerçeğini gözlerinin önüne getirdi. Başını çaresizce iki yana sallayıp yana doğru eğdi. Düşündüğü tek şey Steve ve çocuklarıydı. Birazdan silahını çağırmış ona donukça bakan Titan'ın ellerinden ölebileceği gerçeği değil.

Thanos bir adım atamadan göğsünün bir tarafına Nova patlamalarından birini diğerine ise Tony'ninkinin aynısı olan lazerlerden yemişti. Üstüne arkasından onu sırtına ağ yerleştirmiş şekilde geriye çeken güce dayanamazken kılıcıyla birlikte o tarafa savruldu.

Tony karşısındaki adamın devrildiğini gördüğü gibi yanında biten çocuklara baktı. Başını hemen iki yana salladı. Onların bunu görmemesi gerekiyordu. Peter'ın elinde tuttuğu sonsuzluk eldivenini seçince dibine diz çöken çocuğu uyardı.

"Hayır! Pete- git buradan, ona ulaşmaması gerek. Harley kardeşlerini de al git buradan." Cümlesininin arasında ikide bir öksürüp durmuştu. Zırhın teknoloji seviyesiyle bir elini yarasına doğru tutup onarmaya başlamıştı bile. Yine de canı çok yanıyordu. Kaskını çıkarmış halde bir elini yanağına yerleştiren kıza acıdan dolmuş gözleriyle baktı.

"Seni bırakmıyoruz baba." Onun hemen yanında duran babasının ona özel yaptığı Nova kostümü içindeki Harley, Tony'nin elini kavrayıp sıktı. "Seni koruyacağız." Peter eldiveni kolunun altına sıkıştırmışken diğer bir kolunu havaya kaldırdı. Birkaç saniye sonra Kaptan Amerika'nın kalkanı kolundaki mekanizmaya sabitlendiğinde kolunu indirip babasına baktı. Bu kalkan artık onundu. Steve uzaya gitmeden hemen önce bunu Peter'a vermiş ve kullanma sırasının ona geçtiğini söylemişti. Babasınınkilere benzeyen dağılmış kahve saçlarıyla ona doğru destek verircesine baktı. "Ne olursa olsun."

Thanos ise, çoktan ayaklanmıştı. Elindeki keskin ve devasa, iki taraflı kılıcı ortasından iyice kavradı. Titan dişlerini birbirine kenetledi. Üzerindeki çelik zırhın ona verdiği tüyler ürpertici görüntüsüyle metrelerce uzağında duran büyük kayaya yaslanmış yaralı haldeki Demir Adam ve babalarının dibinde durmuş, kendisini korkulu gözlerle izlemeye başlayan 3 genç çocuğun üzerine yürüdü.

Sert ve seri bir şekilde birkaç adım atmıştı ki hızla biraz uzağına bir göktaşı gibi düşen adamın duruşuyla ilerleyişini durdurdu. Bakışlarını babasının yanında duran örümcek çocuğun elinde sıkı sıkıya tuttuğu sonsuzluk eldiveninden almaya çalıştı. Önünde bir bariyer gibi dikilmiş ve tek bir hareketinde Thanos'u parçalarına ayıracakmış gibi duran adama dikti.

Steve öfkesinin verdiği güç ile kendini tutmaya çalışırken etrafında oluşan ışık hüzmesine kısa bir süreliğine engel olmaya çalıştı. Arkadaşlarını katleden canavardan gözlerini bir saniye olsun ayırmadı.

Tükürür gibi, tehdit edercesine konuştu. "Seni uyarmıştım."

Thanos birkaç saat öncesine kadar ölümün eşiğine getirdiği adamın şimdi çok daha dinç, güçlü, hırslı bir biçimde kendisine meydan okumasını ciddiyetsizlikle dillendirdi.

"Öldüğünü sanıyordum."

Steve bu iki kelimeyle tüm sinirleri gevşemiş gibi bir anda etrafındaki sarı ışık hüzmesinin yok oluşuna sebep oldu.

Hiçbir şey söylemedi.

Donuk bakışlarını karşısında duran Titana dikti. Dimdik durmuşken içinde patlamaya hazır olan Binary gücünü daha fazla tutamayacağını farketti.

Yumruk yaptığı ellerinden her an fırlamaya hazır sonsuz ısı ve kozmik gücünü açık etmeden önce konuştu.

"Sana neler yapabileceğimi," Gözlerinde güneş ışığı değerinde parlamalar oluştu ve dudağının kenarıyla sırıttı. "Göstermeye geldim."

Thanos yan bir sırıtış sergilerken daha önce aynı silahla yenilgiye uğrattığı adama iki ucu keskin kılıcı göğsünü delip geçecek şekilde fırlattı. Steve'in kılını bile kıpırdatmasına gerek kalmadan sivri uç göğsüne birkaç santimetre kala durdu. Etrafını kaplayan ışık hüzmesi hiç olmadığı kadar parlak ve canlı hale gelmişken gözleri güneşi anımsataracak derece de aydınlandı. Vücudunun her bir noktasını kaplayan enerji genişlemeye ve daha çok alan kaplamaya başladı. Aniden sonik bir patlamayla göğsünün dibinde bulunan kılıç metrelerce öteye, parçalara ayrılmış halde fırlatıldı.

Thanos tuzla buz haline gelmiş kılıcına diktiği dehşet dolu bakışlarını gözünü alacak seviyede parıldayan sarışına çevirdi. Dişlerini birbirine bastırmış ona kendisini bile unutmuş şekilde öfke ateşiyle bakan adamın bir elinin havalandığını görürken ayaklarının yerden kesildiğini hissetti.

Yerden neredeyse dört metre kadar havalandığında ellerini yumruk yapıp hareket etmeye çalıştı. Başarısız olduğunda ise çok kısa süre sonra tüm düşüncelerini silen korkunç bir acıyla karşılaştı. Yüzü dahil her yerinin asit dökülmüş gibi eridiğini hissetti. Gözleri son raddede açılmış tüm gökyüzünü kaplayacak çığlıklarıyla başbaşa kalmıştı.

Steve havada acı çeken adamın durumundan zevk alıyordu. Gözlerini kısarken Titan'ın çevresinde yarattığı ısı enerjisini arttırdı. Evrenin en güçlü maddelerinden yapılmış zırhı şimdi bir pamuk şeker gibi dağılıyor ve eriyordu. Thanos'un yüzünde yanık izleri oluşmaya başladı. Parmakları acının etkisiyle uyuşmuştu ancak çoktan birkaç parmağını kaybetmişti bile.

Derisi tamamen yanık izi dolan ve omzundaki kemiği ortaya çıkacak derecede eriyen Thanos'a ölümcül darbeyi vurmak için hazırlandı. Tony, çocukların yüzünü göğsüne bastırdı. Kim olursa olsun böyle bir manzarayı görmelerini istemiyordu. Thanos'un yardım çığlıkları havada yankılanırken Tony kocasına doğru fırlatılan mızrağı gördü.

"Steve! Dikkat et, solunda!" Sarışının dikkati başka yöne kaydığında kolunu sıyırıp geçen mızrak ile kıskaca aldığı Thanos'u bir yere fırlatmak zorunda kaldı. Onu çarpraz şekilde sıkıştırmaya çalışan Thanos'un çocuklarını gördü. Onlar üstüne koşup kendisine saldırmadan önce Tony'e dönerek başıyla işaret verdi.

İşareti anlamış adam Peter ve Harley'in yüzünü kaldırırken Morgan da hem onlara hem 4 kişilik orduyla savaşan babasına bakmaya başlamıştı. Tony, Peter ve Harley'in omzundan tutup sıktı.

"Gidin hadi." Peter'ın alnına ve Harley'in de saçlarına bir öpücük bırakırken telaşlı gülümsemesiyle onları ayağa kaldırmaya çalıştı. "Ben güvende olacağım. Gidin."

İkizler ufak bir an tereddüte kapılmışlardı ama babalarının sözüne güveniyorlardı. Ayrıca diğer babaları oradayken ona dokunacak kimsenin olmayacağındanda farkındalardı. Dediğini yaparak onları es geçip koşmaya başladılar.

Steve, Proxima Midnight'a doğru bir foton patlaması fırlattığında onun kemiklerinin kırılma sesini çok net duyabilmişti. Hepsini bir anda halledecek konumdayken böyle saldırıya geçmeleri komikti. Etrafını kolaçan ettikten sonra normal haline bürünerek kocasının yanına koştu.

Tony'nin hemen ucunda diz çöktüğünde eliyle onun yanağını kavrayıp okşadı. Biraz daha geç gelse ona ya da çocuklara olacakları aklının ucundan bile geçirmek istemiyordu. Esmerin tebessümünü farkettiği an kendisi de gülümsedi. Bir kez daha sözünü tutup eve dönmüştü. Soğutulan yarasına bakarken içinin acıdığının gösterir şekilde yüzü ekşidi.

"Baba." Morgan'ın sesini duyduğu an ona dönüp baktı. Bakışları elinde tuttuğu geçmişten gelen beyaz taşa kaydığında ise kızına doğru kaşlarını çatmadan edemedi. Kendisine uzatılan taşa bakarken merakla sordu. "Bunu neden bana veriyorsun tatlım?"

Morgan'ın bakışlarında bir değişiklik vardı. Sadece Steve'in farkedebileceği türden bir değişiklik. Daha çok yabancı gibi bakıyordu kendisine. Bir an toparlanıp gülümsemeye başladı kız. Babasının eline taşı tutuştururken esmerin yanağına bir öpücük kondurup ayağa kalktı.

"Onun sende kalması daha iyi. Bilirsin, ne olur ne olmaz diye." Diğerlerine yardım etmek için arkaya doğru gidip gözden kayboldu. Steve onun garip davranışına aklı takılmadan edemedi. Yine de fazla kafa yormadan tekrar eşine doğru baktı

"Kalkabilecek misin?" Tony onayladığında onu yavaş ve dikkatli bir biçimde ayağa kaldırdı. Eliyle zırhın üzerinden esmerin belini kavramışken Tony bir elini onun omzuna koydu.

Sarışının bakışları eşine dönerken esmer olan açıp kapanan gözleriyle mırıldandı. "Eğer ismini 'Seksi ve Öfkeli' olarak değiştirmezsen seni boşuyorum."

Steve, Tony'i çeke çeke yürütmeye başlarken gözlerini devirdi.

"Ama bunların hepsi kulağa saçmalık gibi geliyor."

Joseph kendisine dikilen mavi gözlerin donuklaştığını farkedince defalarca aynı şeyi anlatmış olan kadının sabrının taştığını farketmişti.

Ama elinde değildi. Kendisi bu tür büyü, zamanda yolculuk, kahramanlık gibi şeylere inanmayan birisiydi. Şimdi anlatılana göre yan odada uyuyan küçük oğlu büyümüş bir kahraman olmuştu. Hem de 35 sene buzda kalmıştı. Evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise küçük kızı -ki böylelikle Joseph'in torunu- zamanda bir şekilde geriye gidiyordu. Hem de karşısında duran kadının isteğiyle beyaz bir taşı almak üzere.

"Şimdi benden birkaç ay sonra Rusya'ya tek başıma gitmemi ve o kızı yani gelecekteki torunumu kurtarmamı istiyorsun, öyle mi?" Stone sabırsızca başını olumlu yönde salladığında Joseph oturduğu sandalyeden kalkmış sandalyenin arkasını öne almıştı. Ellerini tahta kirişlere hafifçe vurdu.

"Birincisi, sözüne inanmam için hiçbir sebep yok. İkincisi Rusya'ya tek başıma gidemem gitsem bile Amerikan askeri olduğumu farkedip beni kurşuna dizerler. Bak ailemin durumu yeterince kötü. Onları toparlamaya çalışıyorum ve böyle bir zamanda böyle bir risk alamam. Hem neden sen o taşı istiyorsun ki?"

Kadın omuz silkti. "Bana lazım?"

"Demek lazım." Joseph yüzünde pek yer edinmeyen dalga geçtiğine dair bir ifadeyle devam etti. "Bu kadar şeyi yapabiliyorsan geçmişe gidip korumalı bir üsten de 'sana lazım' olan bir taşı alabilirsin. Haksız mıyım?"

"Gayet haklısın." Millianna kollarını göğsünde bağlarken arkasına yaslandı. Kibirli bir ifadeyle yerine iyice yerleşirken tek kaşını kaldırdı. "Ama o zaman Morgan hiçbir zaman zamanda yolculuğa çıkamaz çünkü o çıkana dek Strange çoktan her şeye soktuğu gibi buna da burnunu sokmuş olur."

Joseph'in yüzünün buruştuğunu görünce önemsiz dercesine elini havada salladı. "Usta büyücü. Sen onu boş ver. Tek bilmen gereken taşın Morgan tarafından alınması gerektiği. Alternatif geleceklere ancak bu kadar müdahale edebiliyorum."

Joseph'in başı ağrımaya başlamıştı. Zihni bulamaç haline gelmişken neye kafa yoracağını düşünmeyi bile bırakmıştı. Gariplikler silsilesinin içinde kulaç attıkça geriye gidiyordu. Önce bu kadının tam olarak istediğini kavrayabilseydi keşke.

"Bekle." dedi ovmaya başladığı şakaklarını bırakarak. Stone'a bakarken onun kendisine 'ne oldu?' diye sorarcasına baktığını gördü.

"Sen o taşı neden bu kadar çok istiyorsun?"

Kadın bir anlığına gözünden geçen kırılganlığa engel olamadı. Joseph elbette bunu fark etmişti. "Sen o taşı kendin için mi istiyorsun? Anlattığına göre taşı senin yerine alabilecek birçok müridin var. Neden onlar değil de deneyimsiz 5 yaşında küçük bir kız?"

Sahte sarışın kadın gülümsemesini bastırdı. "Zekisin." Kendisi gibi mavi gözlere sahip adama karşı bu gece açık olacağına dair söz vermişti. Anlaşılan biraz daha derine inmesi gerekiyordu. "O beyaz taş," diye başladı. "Mabedin ürettiği türden bir taş. Değerlidir. Bu yüzden güvenlik olarak en olmayacak zamanlarda en olmayacak yerlere saklanır. Ben orada görünürsem eğer beni kılık değiştirsem dahi farkederler ve elbette müritlerimi. Ancak tek sorun bu değil. Taşı özel kılan onu mabedin üretmesi değil, tehlikeli bir yeteneğinin olması."

Joseph kaşlarını hafifçe çatarken sordu. "Neymiş o yetenek?"

Stone derin bir nefes alıp verdi.

"Thor amca!" Harley ve Peter, Yarı Tanrı'nın önünde bittiğinde yeni çekiciyle beraber onlara doğru gelen bir canavarı öldürdüğünü gördüler. Peter gözlerini dolduracak derece de hayranlık duyduğu amcasını savaş alanında savaşırken görünce nefesinin altından, "Çok havalı!" diye mırıldanmadan edemedi.

Onu duyan Harley ikizine saniyelik bir göz devirme verirken kendisi daha bilinçli taraf olarak sonsuzluk eldivenini Thor'a devretti.

Thor başını tamam anlamında sallayarak konuştukları gibi eldiveni kendi himayesi altına aldı. Peter ve Harley baltasını kullanarak uçup giden adamın arkasından bakakaldı.

"Küçükken onun çekicini kaldırmak ve babamın kalkanını kullanmak için ne kadar zırlardık hatırlıyor musun?" diye sordu Peter, kardeşi gibi hâlâ bakışlarını gökyüzüne dikmişken.

Harley sırıtarak, "Hatırlıyorum tabii ki de." diye konuştu. İkizinin birkaç saniye sonra iç çekerek söylediği şeyle dondu.

"Seni seviyorum."

Sarışın olan mutluluk ve şaşkınlıkla dolu bakışlarını gökyüzünden çekti. Peter az önce ona durduk yere onu sevdiğini söylemişti, değil mi? Ölüyor olmalıydı.

"Vay canına, yani, ben de seni sevi- Ciddi misin?"

Kalkanına sarılıp aşk yaşayan ve ona onu sevdiğini mırıldanan Peter'ın anlamsız bakışları ona dönüp 'ne var?' dercesine omuz silkince Harley tekrar tekrar göz devirdi.

Thor son sürat iniş yaptıktan ve bir sonraki kişiye eldiveni emanet etmek için ilerlediği sırada son anda üstüne doğru gelen kaya parçasından kaçabilmişti. Ona bunu fırlatanın kim olduğuna baktığında üzerine doğru gelen Thanos'un saldırısını savuşturdu. Bir anlık gafletle eldiven elinden kaymıştı. Onu almak için eğileceği sırada ensesinden tutup çekildi ve yüzüne sağlam bir darbe yedi.

Thanos yarı tanrıyı bir kenara böcek gibi fırlattı. Zarar görmüş haliyle bile hala çok güçlüydü. Tek odağı eldiven haline gelmişti. Tony'nin zırhındaki maddelerden yapılma eldiveni almış koluna geçireceği sırada Drax ve Logan aynı anda ona saldırmışlardı.

Thanos kopan parmaklarına ve yanan omzuna rağmen ikisini bir köşeye fırlattı. Eldiveni sonunda koluna geçirdiğinde vücuduna dolan ani akıma karşı dişlerini birbirine bastırarak dayanmaya çalıştı. Vücudu buna alışmaya çalıştığında ise bu sefer bir lazer yığınını üzerine yedi. Demir Adam zırhının içindeki Tony adama dikkatini dağıtacak yumrukları ardı ardına sıralıyordu.

T'Challa'yı üstüne binmiş canavar ordusundan kurtaran Steve'in aklının bir köşesinde engelleyemediği biçimde çocukları yatıyordu. Onları bu savaş alanına getirtmek belki de vereceği en son karardı ama başka çareleri de kalmamıştı. Bu sefer de Steve bir yandan dövüşürken bir yandan çocuklarını düşünmek zorunda kalıyordu.

Tony'nin nerede olduğu sormak için eli kulağındaki kulaklığa gitti. Steve isminin seslendiğini duyunca arkasına baktı. Eli yavaşça yanına doğru düştüğünde Steve yine hayal görüp görmediğini düşünmeye başladı.

"Bu, çok fazla. O daha çocuk. Oğlumun böyle şeyler yaşamasına nasıl izin verebilirim ki?"

Joseph kendisine anlatılan şeylerin altında ezilmemeye ve mantıklı düşünmeye devam etmek isterdi ancak söz konusu olan birtanecik oğluydu. Kızını kaybetmiş bir baba olarak tek çocuğunun böyle yer yer ıstıraplı dolu bir hayat yaşamasına göz yumamazdı.

"Bu ona verebileceğin en iyi şans." Stone ayaklanmış odada volta atan adama karşı ikna edici sesiyle konuşmaya çalıştı. Nafileydi. Joseph bir an durup ona baktı.

"Bana oğlumu kendi ellerimle ölüme teslim edeceğimi söyledin!"

"Baba?" Steve dudaklarının arasında fısıltı şeklinde dökülen kelimelerin ardından babasının genç haline güçsüzce bakmaya başladı. Yeniden paranoyaklaşmıştı. Hem de bir savaşın ortasında. Buna bir daha izin veremezdi. Başını iki yana sallayarak, "Hayır." dedi. "Şimdi olmaz."

"Steve beni dinlemelisin." Joseph tıpkı bir hayal gibi orada dikilirken Steve'in burada harcayacak zamanı yoktu. "Çocuklarımı bulmam gerekiyor. Sen sadece bir hayalsin. Şimdi olmaz."

"Steve." Joseph kararlı bakışlarını sürdürürken sarışın olan bu sahneyi daha önce bir yerde yaşadığına dair düşüncelerin aklına sızmasına izin verdi. "O taşa gücünü vermelisin."

"Öyle bir şey söylemedim. Steve taşa tüm gücünü vermek zorunda. Tony'nin insan bedeni taşları kaldırabilir mi sanıyorsun? Bu evren ile ilgili!"

Steve onun ne dediğini anlamıyordu. Eli istemsizce beyaz taşı iyice kavradığında tebessüm eden babasını gördü. "Eğer evrenin kurtulmasını istiyorsan, çocukların yaşamasını, Tony'e sahip olduğun tüm gücü vermen gerekir. Her şeyin bir bedeli var."

"Sen- sen ne saçmalıyorsun?"

"Sikmişim evrenini. Eğer Tony herkesi kurtarmak için bir fedakarlık yapacaksa bunun başka bir yolu olmalı. Steve'in ölmesine izin veremem."

"O ölmeyecek."

"Nereden bilebilirsin ki?"

"Bunların hiçbiri senin hayal ürünün değil. Oldukça gerçek. Senden özür dilerim Steve. Seni yalnız bıraktım. Bana en çok ihtiyacın olduğu zamanda."

Steve gözleri yaşlı biçimde ona baktı. Eğer bu bir hayalse hiç bu kadar gerçek hissettirdiğini hatırlamıyordu. Babası geçmişten gelen bir hayalet gibi karşısına dikilmişti.

"Şıklatmayı önlemenin tek yolu var. Bunu Tony yapmalı ama onda sadece bunu yapabilecek zihinsel güç var, bedeni bunu kaldıramaz. Eğer o taşa gücünü aktarırsan bunu tamamen Tony'e vermiş olursun. Birazdan bu dediğim olacak Steve. İstesen de istemesen de. Evren için küçük bir bedel."

"Evren için küçük bir bedel." diye söylendi, sarışın kadın. Başını hafifçe iki yana salladı. Beklediği an sonunda gelip çatmıştı. "Onlar için büyük olacak."

Joseph'in konuşmasıyla hafifçe sırıttı. Ona her şeyi anlatması gerektiğini ancak bu şekilde ikna olacağını biliyordu.

"Benim geldiğim evrende, doğduğum evrende bu savaş gerçekleşti ve bedeli çok ağır oldu. Tüm herkesi kaybettim. Geleceği daha oluşmamış evrenlere yardım ediyorum sadece. Oğlunun her şeyi kaybetmesini önlemeye çalışıyorum."

Joseph bir süre kadının samimiyetine inanmak ister gibi baktı. "Taşı Steve'e nasıl vereceksin ki?"

"Morgan'ın kılığına girerek tabii ki. O savaşın diğer ucundayken Steve'in ya da Tony'nin ruhu bile duymayacak." Sözü bittiğinde bıkkınlıkla iç çekti. "Bak bana inanmadığını biliyorum ama işleri başka şekilde yürütebilecek olsam zaten Zamanın Efendisi olarak sana gelmezdim."

"Ben," dedi, Steve konuşamazken. Gözleri yaşlı bir şekilde sorgularcasına babasına baktı. "Ölmek istemiyorum."

Joseph ona anlayışlı bir gülümseme verdikten hemen sonra kaybolmadan önce konuştu.

"Steve sen çok güçlüsün. Hep öyleydin. Seninle her zaman gurur duydum. Yanında yokken bile. Daima. Hiç bu kadar gurur duymamıştım."

Steve gözlerinin önünden kaybolup giden babasının ardından yanağından süzülen bir damla yaşın sıcaklığını hissetti. Derin bir nefes alarak elinde tuttuğu taşa bakmaya başladı.

"Tony'nin eldiveni takacağından nasıl eminsin?"

Yaralı yerinden tutularak fırlatılan Tony zar zor yerinde dikleşebildi. Önündeki titana baktı. Şeytani sırıtmasıyla kendisini izlediğini görünce bakışları hemen arkasında bulunan Strange'e kaydı. İşaret parmağını kaldırmış Tony'e doğru tutuyordu. Tony başka bir çaresi olmadığını o an anlamıştı.

"O Tony Stark." Stone ufak gülümsemesi arasından konuştu. "Bir ilüzyon bile olsa başka çaresi kalmadığı zaman kendisine söylenen fedakarlığı yapmak zorunda kalacak."

Tony tüm gücünü toparlayarak ağrısını ikinci bir plana attı. Süratle Thanos'a uçup bir süre onunla boğuştu.

Steve yerçekimine meydan okuyan gibi havada duran taşa foton patlamasını kendisini geri çekmeden fırlattı. Gücü taşa değdiği gibi taşın içinde var olan tüm enerjiyi çekip aldığını ililerine kadar hissediyordu. Öleceği umrunda değildi. Çocukları, Tony ve geri kalanların yaşaması için bunu yapmak zorundaydı.

Başının dönmesine ve kaslarının güçleşmesine engel olamıyordu. Her an bayılacak gibi hissederken bu şeyin nasıl içindeki tüm gücü çektiğini düşünmemeye çalışıyordu. Gözyaşları ondan izinsiz bir şekilde yanaklarına düştü.

Thanos üstüne gelen adamı aynı yere fırlattığında ona bakmaya devam etti. Kendisinin kazandığını kanıtlarcasına üstüne basa basa konuştu.

"Ben kaçınılmazım."

Ancak parmaklarını şıklattığında hiçbir şeyin olmadığını farketti. Gülümsemesi solup yüzü düşerken eline doğru baktı. Taktığı eldivenin her bir çukuru boştu. Başına gelecek olan kaçınılmaz şeye baktı.

Steve kendisini daha fazla tutamadığını her bir noktasına yapılan basınçla farketti. Gücü tamamen tükenmişti. Taş onu püskürtür gibi bilincini kaybettirip arkaya uçurmadan önce ağzından çıkan bağırışa engel olamadı.

Steve sahip olduğu tüm enerjiyi ve gücü kaybettiği an Tony koluna sonsuzluk taşları geçirmişti.

Kendisine yüklediği gücün getirisi olarak vücudundan geçen akımlara karşı başını arkaya doğru attı. Kolunun dayanılmaz bir acıyla yandığını hissetti. Sıklaşan nefesleriyle ona kaçınılmaz olduğunu iddia eden adamın gözlerinin içine baktı.

"Ve, ben de," Tony'nin yaşla dolu olan kahverengi gözleri büyük bir gururla dalgalandı. Aklına Steve, Morgan, Peter ve Harley gelirken çenesini sıktı.

"Demir Adam'ım."

Tony, parmağını şıklattı.

Odada yankılanan gök gürültüsü sesiyle Joseph pencereye doğru baktı. Bu odaya girmeyeli uzun zaman olmuştu. Pencereden yansıyan manzarayı bile unutmuştu. Bir zamanlar kızı bu pencereden bahçede duran büyük ağacı izlemeye bayıldığı için yatağından kaçardı.

"O şıklatmadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak değil mi?"

Sorusuna karşılık sarışın kadın kafasını iki yana salladı. Oturduğu koltukta ayaklandı. Yavaşça cam kenarına geçip dışarıyı süzdü. Kollarını göğsünde bağlamış şekilde sessizliği bozmak adına konuştu.

"Rusya'ya gitmene ve yakalanmamana yardım edebilirim ama gerisini kendin halledebilirsin diye umuyorum."

Joseph henüz hiçbir şeyi kabul etmemişti. Karar aşamasındaydı. Önce kendi zamanındakileri düşünmesi gerekiyordu sonuçta. Çenesiyle onun göremeyeceğini bildiği hâlde kadını işaret etti.

"Son bir soru." dedi bakışları üstüne çekerken. Belki de tüm bu olayların kilit anahtarıydı bu soru.

"Zamanın Efendisi olduğunu iddaa ediyorsun, ama tüm bunlar bana hiçte Zamanın Efendisi olan birinin uğraşacağı olaylar gibi gelmiyor. Evrende milyarlarca acı çeken aile var. Neden Steve? Daha doğrusu, neden Morgan?"

Stone'nun yüzünde düz bir tebessüm oluştu. Yerinden kıpırdamadan öylece sorgulayıcı mavilere baktı. Gözleri bir anlık duvarda duran aile fotoğrafına kaydı.

Görünüşünü değiştiren kadın belki koyu saçlarıyla ve koyu mavileriyle ona daha tanıdık gelebilirdi ama anlayabileceğini düşünmüyordu. Kendisi dahi anlamıyordu. Parmakları elbisesinin altına gizlediği boynunda asılı duran madalyona gitti. Onlarca yıldır boynundan çıkarmadığı madalyonu kavrarken eski dostunun fotoğrafına takılı kalmış şekilde mırıldandı.

"Bence sen cevabı iyi biliyorsun büyükbaba."

...

Geçmişe, başlangıca dönüp baktığında tek bir şeyi bile değiştirmek istemezdi.

İyisiyle ve kötüsüyle sonu aydınlığa çıkan yollardan geçmişlerdi. Steve ve Tony'in ilk karşılaşmalarından bu yana gerçekleşen her bir olay onların mucizesiydi. Evlilikleri, çocukları, arkadaşları, kahramanlıkları, günlük yaşamları bile unutulmayacak bir anı haline gelmişti.

Belki ikisi hiç bir araya gelmese bile Thanos yine de Dünya'ya gelecekti. Ortalığı yakıp yıkacaktı. Amacına kavuştuğunda ise evrendeki her bir canlı için dönüm noktası başlayacaktı. Eğer Steve ve Tony'nin birbirlerine duydukları sonsuz sevgi olmasa bu gerçekten olabilirdi.

Ama iki cesur aynı zamanda fedakar kalp birleşmeyi, aşklarının verdiği meyvelerle mükemmel bir hayat sürmeyi hak etmişlerdi.

Tony olmayan sağ kolu, yarısı yara dolu olan yüzü, arkadaşlarını kaybetmenin kalbinde yarattığı boşluğa rağmen ayakta durmaya devam ediyordu. Ailesi yanında olduğu sürece onu hiçbir şeyin yıkamayacağını biliyordu artık.

Tony Stark, evrenin kahramanı olmuştu.

Her sabah gözlerini açtığında aklına ilk gelen buydu. Şıklatma, gözlerini hastanede açması, yanında duran Steve'in olmayan kolunu gördüğü an ona hala gördüğü en güzel şey olduğunu söylemesi, kendine geldiği gibi çocuklarıyla sarılması, iyileştikten sonra tüm Dünya'nın yas tuttuğu arkadaşları için düzenledikleri cenaze.

Şimdi tüm bu yaşananların hepsi kötü rüyalardan uyandığı hissini veriyordu ona. Evdeydi, güvendeydi, ailesi ile birlikteydi.

Kupanın dibinde kalmış kahveyi kafasına diktiğinde önünde uzanan göl manzarasına takılı kaldı. Sadece kısa bir süre dalıp gittiğinde bunu hissetmiş gibi dibinde daha doğrusu sırtında biten Peter ile göz devirdi.

"Yaşlı babanı rahat bırak, evlat." Peter kafasını şiddetle iki yana salladı. Tony'nin nefret ettiğini bildiği halde saçlarına elini attığında kendisine özel yaptığı demir kolu Peter'ın boynuna sarıp onu öne çekti esmer adam. Peter babasının göğsünde cebelleşmeye başlarken Tony çenesini onun saçlarına dayamıştı.

"Kötü seçim ufaklık." Peter kolundan kurtulmak için inleyip sızladığında onu daha çok kendine bastırdı ve sessizce güldü.

"Oğlumu hemen bırak yoksa üzerine kendi canavarlarımı salarım." Steve eliyle silah işareti yapıp Tony'nin kafasına dayamıştı. Peter'ı anında bırakan Tony kendisine hayali silah doğrultan kocasına dönerek muzipçe sırıttı.

"Sanki bana kıyabilirmişsin gibi." Steve acı gerçeği duyduğunda omuzlarını düşürdü. O da savaştan fedakarlık yaparak çıkanlardandı. Gücünü tamamen kaybetmişti. Steve'in artık ne Kaptan Marvel ne de süper asker güçleri yoktu. Buna pek gerekte duymuyordu artık. Tony, o ve çocuklar göl evine yerleşmiş tüm kahramanlık işlerinden ellerini ayaklarını çekmişlerdi sonuçta. Normal bir insan gibi yaşamaya alışabilirdi.

"Lanet olsun." Silah yaptığı elini indirdiğinde esmer adamı belinden tutup çekti. Önce yüzünün yaralarla kaplı kısmına sayısız kelebek öpücükleri bıraktı. Dudaklarını esmerinkilerle birleştirdiğinde ise Tony daha hissettiği baskıyla kıkırdamaya başlamıştı.

İkisi gayet hislice ve kimse yokmuş gibi öpüşürken yanlarına gelen Morgan yüzünü kırıştırdı.

"Midem kalktı. Şunu önümüzde yapmasanız? Bizim de bir psikolojimiz var." Steve ve Tony ayrılıp bilmişçe konuşan kıza imayla baktılar. O sırada Peter ikizinin masumiyetini korumak adına Harley'in gözlerini kapatmaya çalışmıştı.

Steve kızı kolunun altına çekip diğer kolunun altına Harley'i aldı. "Çok biliyorsunuz siz."

Tony, Peter'a bir bakış attı. "Bana kaldın sütlü çikolata." Peter kusma işareti yaptı. "Bu ince esprilerini biz çocukken bıraktın sanıyordum." Tony onu bu kez kolunun altına alırken sırtından tuttu ve sırıttı.

"Hâlâ çocuk değil misin yani?" Tony diğer eliyle Harley'in omzundan tutarken Peter ile laf dalaşına girmişlerdi. En ortada duran Harley ikizine laf sokmak için konuya atlamıştı. Steve sadece bir saniye konuşmadan durmaları için yeniden Tanrı'ya dua etmeye başlamıştı.

Morgan en köşede Steve'in göğsüne başını yaslamış iken atışan ailesini izledi. Boynunda hissettiği ağırlıkla bir eli madalyona doğru gidip onu kavradı. Bakışları bir süre madalyonun üstünde silik bir yazıyla yazılmış cümle üzerinde gidip geldi.

Ben sizi tüm kalbimle sevdim. Sizde beni öyle. Hepsi bu. Gerisi konfeti.


︎︎Ⓢ︎Ⓣ︎Ⓐ︎Ⓡ︎Ⓚ︎Ⓢ︎

Продолжить чтение

Вам также понравится

253K 23.9K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
spark- tododeku vexi

Фанфик

7.7K 577 11
-yandere olmasına rağmen gereğinden fazla soft olabilir. yani öle işkence, sert smut, ceza tarzı şeyler beklemeyin pls- Yandere todoroki shoto x mido...
10.9K 1.3K 22
[𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı] Baş düşmanı -ve eski sevgilisi- James Potter bir çocuğa dönüşüp bacaklarına yapıştığında ve ona bakmak zorunda kaldığında Sever...
30.8K 1.8K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...