İnsan Neyle Yaşar?

By ClassicsTR

35.4K 1.3K 1.1K

Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910): Anna Karenina, Savaş ve Barış, Kreutzer Sonat ve Diriliş'in büyük yazarı... More

İnsan Neyle Yaşar?
Kıvılcımı Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez
Mum
Kızlar Büyüklerden Akıllıymış
İnsana Çok Toprak Gerekir mi?
İlyas

İnsan Neyle Yaşar?

4.7K 254 253
By ClassicsTR



VII


— İşi almasına aldık ya, bir bela gelmese bari başımıza, –dedi Semyon Mihail'e.– Mal değerli, bey de hırçın. Bir hata yapmamalı. Senin gözlerin daha iyi görüyor, ellerin de işe benden daha yatkın, al bakalım şu ölçüleri. Sen deriyi kes, ben de dikişlerini yaparım.

Mihail ayakkabıcının sözünü ikiletmedi; beyin malını alıp masaya serdi, ikiye katladı, bıçağı alıp kesmeye başladı.

Matryona yaklaşıp Mihail'in nasıl biçtiğine baktı ve şaşkına döndü. Ayakkabıcılığa aşina olan Matryona, Mihail'in deriyi çizme yapmak için değil, daireler halinde kestiğini büyük bir şaşkınlıkla görmüştü.

Bir şeyler söyleyecekti ki, "Herhâlde bey çizmesinin nasıl yapılacağını bilmiyorum; Mihail benden daha iyi bilir, karışmayayım iyisi mi," diye düşünerek vazgeçti.

Mihail deriyi kestikten sonra çizme dikmekte kullanılan çift iplikle değil de, terlik diker gibi tek iplikle dikmeye başladı.

Matryona bu işe de şaşırmıştı, yine de bir şey söylemedi. Mihail dikmeye devam etti. Öğle yemeği gelince kalkan Semyon, Mihail'in beyin derisinden terlik diktiğini gördü.

Ahlayıp oflamaya başladı Semyon: "Mihail tam bir yıldır hiçbir hatalı iş yapmadan burada yaşıyor, peki böyle bir şeyi nasıl yaptı birden? Bey uzun konçlu, şeritli bir çizme ısmarladı, bizimkiyse tutmuş yumuşak terlik dikmiş, deriyi de mahvetmiş. Şimdi ben beye nasıl hesap veririm? Böyle bir malı bulamazsın da."

Sonra şöyle dedi Mihail'e:

— Sen ne yaptın böyle sevgili dostum? Mahvettin beni! Bey çizme ısmarlamıştı, bak sen ne dikmişsin?

Tam Mihail'e bunları söylerken sundurmadan gürültüler geldi, kapı vuruldu. Pencereden baktılar: Bir atlı gelmiş, atını bağlıyordu. Kapıyı açtılar; beyin uşağı içeri girdi.

— Merhaba!

— Merhaba. Ne istemiştin?

— Hanım beni çizmeler için gönderdi.

— Ne demek çizme için?

— Çizme işte! Beyin çizmeye ihtiyacı kalmadı artık. Vadesi doldu.

— Ne diyorsun sen?

— Sizden çıkınca eve bile varamadı, arabada ölmüş. Eve gelince kapıyı açmaya koştuk, çuval gibi devriliverdi, kaskatı olmuş, cansız yatıyormuş meğer; arabadan zor çıkardık. Hanım da beni size yolladı, "Git şu kunduracıya söyle dedi, bir bey size deri bırakıp çizme ısmarlamış ama artık gerekli değil, onun yerine ölüye giydirmek için terlik yapsın, çabucak dikiversin dedi. Dikilinceye kadar bekle, terliği de al gel dedi." Ben de bunun için geldim.

Mihail masadaki deri artıklarını toplayıp rulo yaptı, sonra da diktiği terlikleri birbirine çarpıp önlüğüne sildi ve hepsini delikanlıya uzattı. Uşak terlikleri aldı:

— Hoşça kalın! –diyerek çıkıp gitti.


VIII


Aradan bir yıl, iki yıl derken tam altı yıl geçti, Mihail hâlâ Semyon'un yanındaydı. Hep eskisi gibi yaşıyordu. Hiçbir yere çıkmıyor, gerekmedikçe konuşmuyordu; tüm bu zaman boyunca da ancak iki kere gülümsemişti: İlki Matryona kendisine yemek hazırlayınca, diğeri de beye bakarken. Semyon işçisinden pek memnundu. Artık nereden geldiğini sormuyordu; tek korkusu bir gün onu bırakıp gitmesiydi.

Bir gün hep beraber oturuyorlardı. Evin hanımı sobaya tencereleri yerleştiriyor, çocuklar sedirlerde koşuşturuyor, pencereden dışarıyı seyrediyorlardı. Semyon bir pencerenin önüne oturmuş elindekini dikiyor, Mihail de başka bir pencerenin önünde bir ayakkabının topuğunu çiviliyordu.

Çocuklardan biri sedirin üzerinde koşarak Mihail'e yanaştı, omzuna dayanarak pencereden bakmaya başladı.

— Mihail amca, bak bir tüccar karısı geliyor, kızları da yanında. Kızlardan birisi de topal.

Çocuk bunu söyler söylemez Mihail işini bırakarak sokağa baktı.

Semyon buna şaşırmıştı. Hiç sokağa bakmayan Mihail, birden pencereye dönmüş, bir şeye bakıyordu. Semyon da baktı; gerçekten de iyi giyimli bir kadın, kürk giymiş, tüylü şallara sarınmış iki küçük kızın elinden tutmuş, avluya giriyordu. Kızlar ayırt edilemeyecek kadar birbirlerine benziyordu. Yalnız birisinin sol ayağı topallıyordu.

Kadın sundurmayı geçip sofaya girdi, kapı mandalını bulup açtı. Önce kızlarını soktu kulübeye, sonra da kendisi girdi.

— Merhabalar!

— Buyurun, ne istemiştiniz?

Kadın masaya geçip oturdu. Kalabalıktan utanan kızlar onun dizlerine yaslandı.

— Kızlara baharda giysinler diye deri ayakkabı yaptırmak istiyorum.

— Elbette yaparız. Hiç bu kadar küçük ayakkabı dikmemiştik ama yapabiliriz. Kenara bant koyarız, ters yüz edilmiş ketenden astar da ekleyebiliriz. İşte bu benim usta Mihail.

Semyon, Mihail'e baktı ve işini bırakıp gözlerini kızlara diktiğini gördü. Buna şaşırmıştı. Kızlar gerçekten pek sevimliydi aslında: Kara gözleri, tombul, kırmızı yanakları, güzel kürkleri ve şalları vardı, fakat Semyon, Mihail'in neden kızları tanıyormuş gibi baktığını anlamamıştı.

Semyon o şaşkınlıkla, kadınla konuşup pazarlık yaptı. Anlaşınca ölçü faslına geçildi. Kadın topal kızını kucağına oturtarak:

— Gel, bundan iki ölçü al, –dedi.– Topal ayağı için bir, öteki ayağı için üç ayakkabı dikersin. İkiz oldukları için ayakları da aynı.

Semyon ölçüyü alınca:

— Nasıl böyle topal kaldı? Ne kadar da tatlı bir kız. Doğuştan falan mı?

— Hayır, annesi ezdi, –dedi kadın.

Matryona kadının ve çocukların kim olduğunu öğrenmek için araya girdi:

— Yani sen onların annesi değil misin?

— Ne anneleriyim ne de akrabaları, benim evlatlıklarım onlar.

— Öz çocukların değil ama nasıl da esirgiyorsun!

— Nasıl esirgemeyeyim, ikisini de ben emzirip büyüttüm. Benim de bir çocuğum vardı, ama Tanrı aldı, doğrusu onu bile bunlar kadar sevmiyordum.

— Peki bu çocuklar kimin?


IX


Kadın anlatmaya başladı:

— Altı yıl oluyor. Zavallılar bir hafta içinde öksüz kaldılar. Babalarını salı gömdüler, anneleri de cuma öldü. Babalarının ölümünden üç gün sonra bu yavrular doğdu, anneleriyse doğumdan sonra o günü çıkaramadı. O sıralar kocamla beraber çiftçilik yapardık. Onlarla komşuyduk. Babaları da bir mujikti, ormanda çalışıyordu. Bir gün üzerine bir ağaç devrilmiş, zavallının bağırsakları dışarı fırlamış. Eve getirilir getirilmez ruhunu teslim etti; karısı bu ikizleri o hafta içinde doğurdu. Fakirdi, bir başınaydı, yanında ne bir ebe ne bir yardımcı vardı. Bir başına doğurdu ve öldü.

Sabahleyin komşuma bakmaya gittiğimde zavallıcık çoktan soğumuştu bile. Ölürken işte bu kızın üzerine düşmüş. İşte ayacığı da böyle ezilmiş. Ahali toplandı, zavallıyı yıkayıp temizlediler, bir tabuta koyup gömdüler. Hepsi iyi insanlardı. Kızlar yalnız kalmıştı. Kim yanına alacaktı ki onları? Kadınlar arasında bir tek benim bebeğim vardı. Sekiz haftalıktı. Kızları bir süreliğine ben aldım. Mujikler toplanıp çocukları ne yapacaklarını tartıştılar, sonra da bana: "Marya şimdilik kızlar senin yanında kalsın, sonra bir yolunu buluruz," dediler. Sağlam kıza meme verip emzirdim, ayağı ezilmiş olanıysa hemen emzirmedim: Yaşayacağını pek sanmıyordum çünkü. Sonra düşündüm, neden bu melek yok olup gidecekti ki? Onu da emzirmeye başladım. İşte böylece, hem benimkini, hem de bunları emzirmeye başladım: Üçünü de kendi sütümle besledim! Gençtim, sağlıklıydım, yiyeceğimiz de boldu. Tanrı bana o kadar çok süt vermişti ki, bazen mememden taşıyordu. Bazen ikisini aynı anda emziriyor, üçüncüyü bekletiyordum. Biri doyunca üçüncüye meme veriyordum. Ama Tanrı'nın emri işte, ancak bu ikisini büyütüp yetiştirebildim, benimkini iki yıl sonra gömdüm. Sonra da Tanrı bana başka çocuk vermedi. Servetimiz gittikçe çoğaldı. Şimdi bir tüccarın değirmeninde yaşıyoruz. Maaş iyi, rahatımız yerinde, ama çocuğumuz yok. Bu kızlar olmasaydı ben yaşayamazdım! Onları nasıl sevmeyeyim? Onlar benim hayatımın ışığı!

Kadın bir eliyle topal kızı kendine çekip sıkarken öteki eliyle de yanaklarından süzülen gözyaşlarını sildi.

Matryona göğüs geçirdi:

— Anlaşılan atalarımız boşuna dememiş: İnsan ana-babasız yaşar, Tanrı'sız yaşayamaz.

Kadın bunları anlattıktan sonra kalkıp gitti; ev sahipleri onu geçirdikten sonra dönüp Mihail'e baktılar. Mihail ellerini dizlerine koymuş oturuyor, yukarıya bakarak gülümsüyordu.


X


Semyon, Mihail'e yaklaştı:

— Neyin var Mihail? –diye sordu.

Mihail işini bırakıp ayağa kalktı, önlüğünü çıkardı ev sahiplerini selamlayarak şunları söyledi:

— Affedin beni. Tanrı beni affetti, siz de affedin.

Ev sahipleri Mihail'den etrafa ışıklar yayıldığını gördüler. Semyon da Mihail'i selamlayarak şöyle karşılık verdi:

— Mihail, senin bildiğimiz sıradan insanlardan olmadığını görüyorum, sana engel olamam, sorguya da çekemem. Yalnız bir tek şeyi söyle bana: Seni bulup eve getirdiğimde üzgündün, ama karım sana yemek verince ona gülümsedin, yüzün ışıldadı. Sonra o bey çizme ısmarlarken yine gülümsedin, bu kez yüzün daha da aydınlandı. Şimdi de kızlarıyla gelen kadını görünce üçüncü kez gülümsedin ve ışık saçıyorsun artık. Söyle bana Mihail, neden etrafa ışık saçıyorsun ve neden üç kere gülümsedin?

Mihail cevap verdi:

— Tanrı beni cezalandırmıştı, şimdi affetti; bu yüzden ışık saçıyorum. Üç kere gülümseyişimin sebebiyse Tanrı'nın üç kelamını öğrenmemdir. Tanrı'nın üç kelamını öğrenmem gerekiyordu, artık öğrendim. İlk kelamı karının bana acıdığı anda öğrendim, o yüzden ilk kez o zaman gülümsedim. İkinci kelamı o zengin adam çizme ısmarlarken öğrendim ve ikinci kez gülümsedim; kızları görünce de üçüncü ve son kelamı öğrendim ve üçüncü kez gülümsedim.

Semyon tekrar sordu:

— Söyle bana Mihail, Tanrı seni neden cezalandırdı; Tanrı'nın üç kelamı nedir söyle, ben de bileyim.

Mihail şöyle cevap verdi:

— Tanrı onu dinlemediğim için beni cezalandırdı. Ben cennette bir melektim. Bir gün ona karşı geldim. Tanrı beni bir kadının ruhunu almaya yollamıştı. Yeryüzüne indim; bir de baktım ki yeni doğum yapmış, hasta bir kadın uzanmış yatıyor, ikiz doğurmuş, iki kız. Kızlar annelerinin yanında debelenip duruyordu, kadıncağız da onlara memesini uzatamıyordu. Beni görür görmez ruhunu almak için Tanrı'nın gönderdiğini anladı; ağlayıp yalvarmaya başladı: "Tanrı'nın meleği! Kocamı yeni gömdüler, ağaç altında kaldı. Ne öksüzlerimi büyütecek kardeşim, ne teyzem, ne de anam var. Alma canımı, izin ver çocuklarımı besleyip büyüteyim, kendi ayakları üstünde durduklarını göreyim! Çocuklar ana-babasız yaşayamaz." Ben de kadının sözünü dinledim, çocuklardan birisini tutup göğsüne yanaştırdım, ötekini eline verdim. Sonra da göğe yükseldim. Tanrı'nın huzuruna çıkıp şöyle dedim: "Lohusanın ruhunu alamadım. Babayı bir ağaç ezmiş, anne ikiz doğurmuş; ruhunu teslim etmemek için yalvarıp yakarıyor, 'izin ver çocuklarımı besleyip büyüteyim, kendi ayakları üstünde durduklarını göreyim! Çocuklar ana-babasız yaşayamaz,' diyor. Ben bu kadının ruhunu alamadım." Tanrı da bana şöyle dedi: "Git kadının ruhunu al, sonra da şu üç kelamımı öğren: İnsanda ne var? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar? Bunları öğrenince yine göğe döneceksin." Ben de yeryüzüne indim, lohusa kadının ruhunu aldım. Kadının çocukları göğsünden ayrıldılar. Cansız vücudu yatağa düştü kızlardan birinin ayağını ezdi. Köyün üzerinde yükseldim, kadının ruhunu Tanrı'ya ulaştıracaktım ama bir rüzgâra yakalandım, kanatlarım tutulup koptu; ruh tek başına Tanrı'ya yükseldi, bense yeryüzüne, yolun kenarına düştüm.


XI


Semyon'la Matryona kimi giydirip doyurduklarını, kimle birlikte yaşadıklarını anlamış, korku ve sevinçten ağlamaya başlamışlardı.

Melek şöyle devam etti:

— Tarlanın ortasında bir başıma, çırılçıplak kalakalmıştım. Evvelce insanca ihtiyaçları hiç bilmez, soğuğu, açlığı hiç tanımazken bir anda insan olmuştum. Açtım, soğuktan donuyor, ne yapacağımı da bilmiyordum. Bir küçük kilise gördüm, Tanrı'nın kilisesine sığınmak istedim. Kilise kapalıydı, içeri giremiyordum. Rüzgârdan korunmak için kilisenin arka duvarına yaslandım. Karanlık çökmüştü, çok acıkmış ve üşümüştüm, her yanım ağrıyordu. Birden yolda elinde bir çift çizmeyle yürüyen ve kendi kendine konuşan bir adam gördüm. İnsan olduktan sonra ilk kez bir ölümlüye rastlıyordum; yüzü bana korkunç geldi, hemen başımı çevirdim. Adam kendi kendine konuşuyor, kara kışın soğuğunda ne giyeceğini, karısını çocuklarını nasıl doyuracağını düşünüyordu. O anda aklımdan şunlar geçti: "Ben soğuktan ve açlıktan ölmek üzereyken bu adam sadece kendini ve karısını bir gocukla nasıl soğuktan koruyacağını, çocuklarının karnını nasıl doyuracağını düşünüyor. Bana yardım edecek hâlde değil." Adam beni görür görmez suratı asıldı, daha da korkunçlaştı, yanımdan yürüyüp geçti. Artık ümidimi kesmiştim. Sonra öbür yandan bir adamın geldiğini duydum. Ona baktım ama deminki adamı bir türlü tanıyamadım: Deminkinin yüzünde ölüm vardı, oysa şimdiki capcanlıydı ve Tanrı seçilebiliyordu bu yüzde. Yanıma yaklaştı, beni giydirip evine götürdü. Eve vardığımızda bizi karşılamaya bir kadın çıktı ve konuşmaya başladı. Kadın adamdan daha korkunçtu, ağzından ölüm havası esiyordu ve bu koku nefesimi kesiyordu. Beni kovmak, soğuğa atmak istiyordu; bense kovulursam öleceğimi biliyordum. Sonra kocası ona Tanrı'yı hatırlattı ve kadın da birden değişiverdi. Yemek verirken bana baktı, ben de ona; artık ölüm yoktu kadında, capcanlı görünüyordu ve ben de onda Tanrı'yı tanıdım. O anda Tanrı'nın ilk kelamını hatırladım: "İnsanda ne var öğren?" İnsanda sevgi olduğunu anlamıştım. Tanrı'nın bana söylediklerini keşfetmeye başlamama pek sevindiğimden ilk kez gülümsedim. Fakat henüz hepsini öğrenememiştim. İnsana neyin verilmediğini ve insanın neyle yaşadığını anlayamamıştım hâlâ.

Sizinle yaşamaya başladım ve bir yıl geçti. Bir gün adamın biri gelip, bir yıl boyunca çatlayıp yırtılmadan giyebileceği bir çift çizme istedi. Ona bakınca arkasında bir arkadaşımı, ölüm meleğini gördüm. Benden başka hiç kimse bu meleği görmüyordu; bense hemen onu tanıdım ve zengin adamın gün batmadan öleceğini anladım. Aklımdan şunlar geçti o anda: "Adam bir yılın hesabını yapıyor, oysa akşama kalmadan öleceğini bilmiyor." Ardından Tanrı'nın diğer kelamını hatırladım: "İnsana ne verilmemiştir öğren."

İnsanda ne olduğunu öğrenmiştim. Artık insana ne verilmediğini de biliyordum. İnsana neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi verilmemişti. Sonra ikinci kez gülümsedim. Melek arkadaşımı gördüğüme ve Tanrı'nın bana ikinci kelamını da öğretmesine çok sevinmiştim çünkü.

Yine de henüz hepsini öğrenememiştim. İnsanın neyle yaşadığını henüz bilmiyordum. Tanrı'nın bu üçüncü kelamını da günün birinde bana öğretmesini bekleyerek yaşamıma devam ettim. Böylece altı yıl geçtikten sonra deminki kadınla ikizleri geldi. Kızları hemen tanımıştım; nasıl hayatta kaldıklarını da öğrendim. Öğrenince de şunları düşündüm: "Çocukların yaşaması için anneleri bana yalvarmış, beni de ikna etmişti. Ana-babaları olmadan yaşayamayacaklarını sanmıştım. Oysa başka bir kadın, çocukları besleyip büyütmüş." Kadının başkasının çocuklarına acıyıp ağlamasını görünce, içinde yaşayan Tanrı'yı gördüm ve insan neyle yaşar anladım. Tanrı'nın son kelamını da öğretip beni artık affettiğini de anlamıştım; bu yüzden üçüncü kez gülümsedim.


XII


Melek bir anda çırılçıplak kaldı ve tüm vücudu ışıkla örtüldü; çıplak gözle bakılamayacak kadar parlaktı. Sesi sanki ondan değil de gökyüzünden geliyormuş gibi gürleşmişti. Şöyle dedi melek:

— Her insanın kendisi için kaygılanarak değil, sevgiyle yaşadığını öğrendim.

O anne çocukların yaşaması için neye ihtiyaçları olduğunu bilmiyordu. Zengin adamın da haberi yoktu neye ihtiyacı olduğundan. Hiçbir insan akşama çizmeye mi, yoksa ölü terliğine mi ihtiyacı olacağını bilemez.

İnsan olduğumda hayatta kalmamı sağlayan kendimi kollamam değil, yolda rastladığım bir adamla karısının sevgisidir; bana acımaları, beni sevmeleridir. Öksüz kızlar da onlara acıyıp seven yabancı bir kadının yüreğindeki sevgi sayesinde hayatta kaldı. Bütün insanlar kendilerini düşünüp kolladıkları için değil, içlerindeki sevgiyle yaşıyor.

Önceleri Tanrı'nın insana sırf yaşasınlar diye can verdiğini sanıyordum; artık diğer nedenleri de biliyorum.

Anladım ki Tanrı insanların ayrı yaşamasını istemiyor; bu yüzden tek tek neye ihtiyaçları olduğunu açık etmiyor. Beraber yaşamalarını istediğinden hepsine kendileri ve diğerlerinin neye ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

İnsanlar sadece kendi hayatları için kaygılandıkları, kendilerini kolladıkları için yaşar sanırdım, oysa onları yaşatan tek şey sevgiymiş. Seven insan Tanrı'nın, Tanrı da onun içindedir, çünkü Tanrı sevgidir.

Melek Tanrı'ya şükreden bir ilahi okumaya başladı, sesiyle kulübe zangırdamaya başladı. Çatı uçup gitti ve yerden göğe doğru kor gibi yanan bir ışık sütunu yükseldi. Semyon, karısı ve çocuklar yere düştü. Meleğin sırtındaki kanatlar açıldı, göğe yükseldi.

Semyon kendine geldiğinde kulübe eskisi gibi sapasağlamdı ve ailesinden başka hiç kimse yoktu.

Continue Reading

You'll Also Like

322K 26.2K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
5.4K 190 20
Sherlock Holmes, Sir Arthur Conan Doyle tarafından oluşturulan Britanyalı hayalî dedektif kahraman, polisiye edebiyatının önemli ilk kişiliklerinden...
1.5K 89 4
Bu kitapta ünlü Ukraynalı yazar Gogol'ün kısalığı içinde en şaşırtıcı yapıtlarından biri olan 'Bir Delinin Hatıra Defteri' adlı öyküsünü, özgün haliy...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.6M 100K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...