𝗌𝗎𝗉𝖾𝗋𝖿𝖺𝗆𝗂𝗅𝗒: 𝖼𝗈�...

By godstalwart

101K 5.5K 9.3K

•superfamily+stony au. Tony Stark ve Steve Rogers Stark, zorluklarla geçmiş ama başarıyla sonuçlanmış hayatla... More

𝖻𝖾𝗀𝗂𝗇𝗇𝗂𝗇𝗀
1, 𝖻𝗂𝗋𝗍𝗁𝖽𝖺𝗒 𝖼𝖺𝗄𝖾 𝖼𝖺𝗇𝖽𝗅𝖾𝗌
2, 𝗉𝗁𝗈𝗍𝗈 𝖺𝗅𝖻𝗎𝗆
3, 𝗉𝗁𝗈𝗍𝗈 𝖺𝗅𝖻𝗎𝗆
4, 𝗉𝗁𝗈𝗍𝗈 𝖺𝗅𝖻𝗎𝗆
5, 𝖿𝖺𝗆𝗂𝗅𝗒 𝗏𝗈𝖼𝖺𝗍𝗂𝗈𝗇
6, 𝖽𝖺𝗒𝗌 𝗈𝖿 𝖿𝗎𝗍𝗎𝗋𝖾 𝗉𝖺𝗌𝗍
7, 𝖻𝗈𝗋𝗇 𝗈𝖿 𝖺 𝗌𝗎𝗉𝖾𝗋𝗁𝖾𝗋𝗈
8, 𝗍𝗁𝖾 𝗋𝖾𝗌𝗍 𝗂𝗌 𝖼𝗈𝗇𝖿𝖾𝗍𝗍𝗂
9, 𝖾𝗏𝖾𝗇𝗍𝖿𝗎𝗅 𝖾𝗇𝗀𝖺𝗀𝖾𝗆𝖾𝗇𝗍 𝖼𝖾𝗋𝖾𝗆𝗈𝗇𝗒
10, 𝖾𝗏𝖾𝗇𝗍𝖿𝗎𝗅 𝖾𝗇𝗀𝖺𝗀𝖾𝗆𝖾𝗇𝗍 𝖼𝖾𝗋𝖾𝗆𝗈𝗇𝗒
11, 𝗍𝗁𝖾 𝗈𝗍𝗁𝖾𝗋 𝗌𝗂𝖽𝖾 𝗈𝖿 𝗍𝗁𝖾 𝖻𝖾𝖽
12, 𝖺 𝗎𝗌𝗎𝖺𝗅 𝖽𝖺𝗒
13, 𝗌𝗍𝖺𝗒
14, 𝖱𝖨𝖯 𝗍𝗈 𝗆𝗒 𝗒𝗈𝗎𝗍𝗁
15, 𝗇𝗈𝖻𝗈𝖽𝗒 𝖼𝗈𝗎𝗅𝖽 𝗌𝖾𝖾 𝗆𝖾 𝗂 𝗐𝖺𝗌 𝗋𝗂𝗀𝗁𝗍 𝗁𝖾𝗋𝖾
16, 𝖼𝗅𝖺𝗋𝖾𝗍 𝗋𝖾𝖽 𝖼𝗈𝗏𝖾𝗋𝖾𝖽 𝗇𝗈𝗍𝖾𝖻𝗈𝗈𝗄
17, 𝗂𝗍'𝗌 𝗍𝗂𝗆𝖾 𝗍𝗈 𝖼𝗈𝗆𝖾 𝗁𝗈𝗆𝖾
18, 𝗇𝗈𝗍𝗁𝗂𝗇𝗀 𝖺𝗍 𝖺𝗅𝗅 𝖻𝗎𝗍 𝗒𝗈𝗎
19, 𝗋𝖾𝖺𝖽𝗒 𝖺𝗂𝗆 𝖿𝗂𝗋𝖾!
20, 𝗂𝖿 𝗂 𝗀𝗈 𝗂 𝖺𝗆 𝗀𝗈𝗂𝗇'
21, 𝖺 𝗉𝗁𝗈𝗇𝗂𝖾𝗑 𝗋𝗂𝗌𝖾 𝖿𝗋𝗈𝗆 𝗂𝗍𝗌 𝖺𝗌𝗁𝖾𝗌
22, 𝗍𝗁𝖾 𝗆𝖾𝖺𝗇𝗂𝗇𝗀 𝗈𝖿 𝖽𝖾𝖺𝗍𝗁 𝖺𝗇𝖽 𝗅𝗂𝖿𝖾
23, 𝗂𝗍'𝗌 𝖺 𝗍𝗐𝗂𝗇 𝗍𝗁𝗂𝗇𝗀
24, 𝗍𝗐𝖾𝗇𝗍𝗒 𝖿𝗈𝗎𝗋𝗍𝖾𝖾𝗇
25, 𝖿𝗂𝗋𝖾𝗐𝗈𝗋𝗄 𝖺𝗇𝖽 𝗋𝗂𝗈𝗍 𝗈𝖿 𝖼𝗈𝗅𝗈𝗋𝗌
26, 𝗉𝖺𝗌𝗍 𝗇𝗈𝗐 𝖺𝗇𝖽 𝖿𝗎𝗍𝗎𝗋𝖾
27, 𝗉𝖺𝗌𝗌𝖾𝗇𝗀𝖾𝗋 𝗈𝖿 𝗆𝖾𝖺𝗇 𝗍𝗂𝗆𝖾𝗌
28, 𝗀𝗈𝗈𝖽𝖻𝗒𝖾
30, 𝗇𝗈𝗏𝖺 𝗂𝗇𝖼𝗂𝖽𝖾𝗇𝗍
31, 𝗆𝖺𝗌𝗍𝖾𝗋 𝗈𝖿 𝗍𝗂𝗆𝖾
𝖾𝗇𝖽𝗂𝗇𝗀

29, 𝗅𝗈𝖼𝗄𝖾𝗍

1.7K 110 217
By godstalwart

Bölüm müziği;

Billie Eilish- You should see me in a crown

Frankie Valli- I love you baby

𖣔

"Bana daha ne kadar böyle bakmayı sürdüreceksin?"

Morgan rahatsızca yerinde kıpırdandığında elini her zaman yaptığı gibi çenesine dayamış, meşhur tekli koltuğunda onu dikkatle izleyen Mistik Sanatlar Ustasında bir değişim bekledi ama adam rahatsızlık verici derece olan dik dik bakmayı kesmemiş artı olarak konuşmaya başlamıştı.

"Buraya seni neden çağırdığımı biliyor olmalısın."

Morgan adamın geldiği andan beri yemin etmişçesine susup oturmasına sinirlenmişti. Mabedin üst katında, yuvarlak pencerenin önünde duruyorlardı. Stephen, Morgan'ı resmen sorguya çekmiş gibi önündeki sandalyeye yerleştirmişti.

Daha birkaç gün öncesine kadar 5 yaşında küçük bir kız olan Morgan, artık bambaşkaydı. Ortadan kaybolduğu 30 saniyelik zaman diliminde nasıl birden 10 yaş atabildiğini en ince ayrıntısına kadar açıklaması gerekiyordu.

Göğsüne bağladığı kolları giydiği dar kot ceketin üst kısmını sımsıkı sarmıştı. Altına giydiği dizinde biten siyah askılı elbisesi ile birbirinden farklı takıları kıza asi bir tarz biçmişti. Oysaki Morgan bir anda girdiği bu bedenin ve kişiliğin eksi yönlerinden birisi olarak kıyafetleri görüyordu. Babası ile daha dün inip alışveriş yapmışlardı. Giydiklerini baştan sona tekrar değiştirmiş ve kendine göre kıyafetler seçmişti.

Morgan'ın hayatında değişen tek şey kıyafetleri olsaydı keşke.

Oturduğu yerde Stephen'a doğru eğilerek iğneleyici ses tonuyla, "Anlatmazsam hemen zihnime girip bir şeyleri kurcalayacak birisi değil misin sen yoksa ben mi yanılıyorum?" diye konuştu.

Stephen aldığı çetrefilli cevap karşısında dudaklarında oluşan mutluluktan uzak düz bir gülümseyle kaşlarını kaldırıp indirdi.

"Bana mı sinirlisin?"

"Ben kendimden başka kimseye sinirli değilim."

Kız açık açık üstüne basarak doğruları konuştu. Dedikleri ne eksik ne fazlaydı. Siniri vardı ama oklar sadece kendisine çevriliydi.

Stephen bir şey demedi. Anlamış gibi gözlerini açıp kapamakla yetindi. Morgan'ın yaşadıklarını hesaba katarsa şu an ki yaşı onun hırçın ve saldırgan olmasına sebebiyet veriyordu. Bunu normal gördü. Buraya psikologluk oynamaya çağırmamıştı zaten onu.

Titremesi geçmeyen elini yüzünden çekti. Kıza bakıp onu işaret ederek, "Bana düğünden kaçıp seni bulduğumuz zamana kadar yaşananları anlatacak mısın?" diye sorduğunda Morgan'ın nedensiz yere bakışlarına gölgeler indi.

Mavi gözleri gibi kırmızı biçimli dudakları endişeyle yavaş yavaş açılırken kendi kendine yer değiştiren kitaplardan birinin yanlışlıkla yere düşmesiyle irkildi.

Boşlukta süzülüyor gibi hissettiğinde irkilip gözlerini açtı.

Küçük çocuk değiştirdiği zaman ve mekan kavramlarının sersemliğine düşemeden etrafına bakınmaya başladı.

Başarmıştı. Artık düğün yerinde değildi. 2033'te olmadığı gibi.

Burası 1971, Rusya, Nikel açıklarıydı.

Ancak hesaba katmadığı bir şey oldu. Ülkenin dondurucu soğuğu tenine nüfuz ettiğinde titreyen vücuduna kollarını sıkı sardı. Bu kısa kollu sevimli bir elbise giymiş kızın yararına olmamıştı.

Üşüyordu. Hem de çok. Hiç olmadığı kadar.

Dişleri eksilere yakın soğuklukla birbirine çarpmaya başladığında kendini daha çok sıkmaya çalıştı. Baştan sona titrerken ve donarken ağaçların arasında yürümeye başladı.

Devam etmekten başka çaresi yoktu. Buraya ne için geldiği belliydi. İleriye dönemezdi, bu tek şansıydı. Bir ormana düşmüştü. Alışveriş merkezi boyutunda olan sığınak aynı zamanda cephane bölgesi olan yeri yakından çok rahat görebiliyordu.

Yüksek duvarlar ile çevriliydi. Duvarların üzerinde ise elektrikli teller vardı. Morgan gökyüzüne başını çevirdiğinde güneşin doğu diye tahmin ettiği yönden yeni yeni yükselmeye başlamış olduğunu gördü.

Sabah saatleri.

Geceden daha iyidir, diye geçirdi içinden. Ama o bölgeye nasıl kimseye fark ettirmeden gireceğini bilmiyordu.

Kafası karışmıştı. Babaları onu farketmediği an kim bilir nasıl delireceklerdi? Morgan'ı iyi bir gelecek bekliyor değildi bu saatten sonra.

Ayakkabıları altındaki çimleri ezip geçiyordu. Önünde duran tesisin kameraları olduğunu varsayarak ağaçların ardından küçük cüssesi sayesinden fark edilmeden ilerliyordu. O kadın onu buraya başarısız olacağını bile bile yollamış olamazdı. Morgan'ın tutunabildiği tek teselli buydu.

Nell'in dediklerini başarmış geçmişe gelmişti. Bir tehdit almış olmasa ve gördüğü rüyalardan korkmasa buna sevinebilirdi ama şu anda ailesini etkileyecek bir karar alarak kötülüğün elçisi olduğu belli olan kadının istediği taşı bulmak zorundaydı.

Ormanın bitimi ile sığınağın gri duvarlarının başlangıcı arasında 20 metrelik bir mesafe vardı. Görünürde Rus askeri yoktu ama çok uzaktan seslerini duyabiliyordu.

Morgan son ağaca geldiğinde büyük gövdenin arkasında biraz oyalanarak bekledi. İki yönüne göz atarken sığınağın çevresinde bir giriş aradı. Biraz solunda kalmış geniş demir kapıda bekletilen 3 aracı inceledi.

Askeri araçların arkası örtülerle kaplıydı. O örtülerin altında soğuk savaşta her yeri birbirine katacak olan silahların saklandığını bilmek zor değildi. Araçların etrafında toplam 8 asker giriş izni için bekliyordu.

Oraya girmenin imkanı yoktu. Çok korunaklıydı. Nasıl gireceğini bilmediği halde nasıl bu işi başarması için gönderebilirdi ki onu o pislik?

Rus uyruklu erlerden birisi bakışlarını dakikalardır diktiği kapıdan çekip sıkıntıyla iç çekti. Burada korkuluk gibi saçma güvenlik kuralları dahilinde boş yere bekletiliyordu. Giydiği üniforması onu ısıtmıyordu ve eklemleri soğuktan kıpkırmızı olmuştu.

Farklı bir manzara görmek adına bakışlarını birdenbire Morgan'ın olduğu ağaçlık tarafa çevirdi.

Bilindik ağaçlardan, çimlerden, Rusya'nın soğuk görüntüsünden başka hiçbir şey yoktu. Bakışlarını biraz daha orada oyalandırdıktan sonra önüne döndü.

Ağzını sımsıkı kapatan, güçlü ve büyük elleri tutmakla ve hızlanan nefeslerini kontrol etmekle uğraşıyordu Morgan.

Korkuyla kan pompalayan kalbinin seslerini çok net duyarken arkasındaki yapılı cüsse onu kendine çekmiş askerlerden gizlenir şekilde gövdenin arkasında bekliyordu.

Morgan'ı göğsüne çekmişken kızın elinden kaçmaması için bir koluyla onu sarmıştı diğeriyle ses çıkarma şansı olmasın diye ağzını kapatmıştı.

Kafasını gövdeye yaslayıp dikkatlice birisi oraya geliyor mu diye üssün bulunduğu yöne baktı. Kimse o tarafa dikkat kesilmemişti bile. Küçük kızı çabucak kendisine çekmese bir askerin onu görmesi an meselesiydi ama.

Ellerinin altında kaçmak için bir harekette bulunmasın diye tuttuğu kız korkuyla titrediğinde kulağına doğru yaklaşıp kısık sesle konuştu.

"Şşt sakin ol sana zarar vermeceğim ufaklık."

Yüzünü daha net seçebilmesi ve ona güven verebilmesi için ağzını kapattığı eliyle Morgan'ın kafasını onu görecek şekilde çevirdi.

Küçük kızın gördüğü kişiyle gözleri kocaman açılırken iri, mavi gözler ise ona güven verircesine bakıyordu.

"Sorun yok. Geçti."

Morgan kendisine geldiğinde Stephen'ın ona doğru daldığı yerden çıkması için parmak şıklattığını farketti.

Gözlerini kısarak, "Ne yapıyorsun maymun değilim ben." diye sitemle konuştu. Bugünlerde kendisine zaten fazlasıyla garip davranılıyordu. Çok daha fazlasına ihtiyacı yoktu.

"İsmini seslendiğimde baksaydın o hâlde." Stephen kendini haklı çıkartmak için göz devire devire küçümseyici ses tonunda konuştu. Bunu özellikle yapmıyordu, kişiliğine yapışıp kalmış gibiydi. Ama karşısındakinin sinirlerini bozduğu açıktı. "İstersen kayıp zamandan önce Zamanın Efendisi'nden konuşmaya başlayalım."

Morgan'ın kafası karışmıştı. "Zamanın Efendisi?"

Mistik sanatlar ustası iki elini önünde birleştirdi ve kitaplarına göz atarken gözlerini genç kızdan çekti.

"Düğünden birkaç saat önce tören yerinde tek başına konuşmuş olduğun şahıs ve kim bilir sana ne söylemesine rağmen ailene bahsetmediğin."

Morgan duyduğu cümlelerde az da olsa suçlayıcı ve kınayıcı ifadeyi işitince fitillenmiş bir ateş gibi parladı. "Başka seçeneğim yoktu. Başka bir seçeneğim varmış gibi davranma."

Kızın bir anda çıkışmış olmasına ses etmeden ona baktı sadece. Dediklerini duymamış, sorusuna hâlâ cevap bekliyormuş gibi. Oysa biliyordu ki, her zaman başka bir seçeneği vardır. Buraya yargılamaya gelmediğini hatırladı. Soruların cevaplarını istiyordu o kadar.

Stephen'ın cevap alana kadar durmayacağını anlayan dalgalı ve açık kahverengi saçlı kız kollarını bağlayarak arkasına yaslandı.

"Nasıl oldu bilmiyorum ama zaman yolculuğu yapmadan önce bile o kadının yüzünü, nasıl bir şeye benzediğini unutmaya başlamıştım. Doğruyu söylüyorum. Sanki bir büyü yapılmış ve o kişiyle ilgili aklımdan her anı silinmiş gibi. Erkek mi kadın mıydı onu bile hatırlayamıyorum."

"Ama sana bir şeyler dedi. Ve sen yolculuk yapmadan önce söylediklerini hatırlıyordun yoksa neden ve nasıl gidesin ki?"

Starkların en küçük üyesi olan kız sahte bir gülümsemeyle kafasını iki yana salladı. "Bana inanmadığını biliyorum." Ama inanması lazımdı. Morgan geçmişle ilgili ne varsa önüne dökmek istiyordu.

Öyle de yaptı. Rüyasını, yolculuğa çıktığında nereye gideceğini ve nasıl yapacağını ne sayesinde öğrendiğini, hiçbir şey hatırlamamasına rağmen hissettiği şeylerin korku ve tedirginlik olduğunu bir bir anlattı. Karşısındaki adamın onu sessizce ve sabırla dinlemesi tam da ihtiyacı olan şeydi.

Ama geçmişte ne yaşadığını anlatmayı düşünmüyordu. Sadece ailesine anlatmıştı çünkü babası, kendi babasının ceketini üstünde görünce başka çaresi kalmamıştı. Anlattıklarının onun bir kez daha yıkılmasına sebebiyet verdiğini hatırlayınca vicdan azabıyla bir elini yüzünün yanına atıp sıktı.

Yer desenlerini incelediği sırada aklına bir şey gelmiş gibi hemen söze atıldı. Konuşmasını yeni bitirmişti.

"Bir şey hatırlıyordum. Geçmişe gitmeden hemen önce oraya taş için gitmem gerektiğini, taşın nerede olduğunu ve eğer onu alıp getirmezsem konuştuğum kişinin aileme zarar vereceğini. Bana güvenebilirsin sahip olduğu gücün duygusu şu an bile içimi titretiyor. Hepsi bu."

Stephen ayağa kalktı. Sihirli pelerininin yakasını düzeltirken Morgan'a eliyle onu takip etmesi için işaret verdi. Kız bununla ayağı kalkıp garip kıyafetler içinde olan adamın peşine takıldı.

"Bu evren sırlarla dolu Morgan. Evrenin temel taşları bu sırların korunmasını sağlar. Yerçekimi, zaman, uzay ve çok daha fazlası."

Strange ile rafların arasında yürürken Morgan acıktığını hissetti. Burası eski halk kütüphanesini andırıyordu. En azından mabedin bu kısmı. Üst kattaki diğer kısmı müzeye benziyordu. Camla kaplı kutuların içinde değersiz gibi görünen ama bu mabedin koruması gereken şeyler tutulmuştu.

Stephen'ın arkasında oraya buraya göz atarak ilerlediği anda önündeki adam bir anda önüne dönüp ona bakmıştı.

Morgan'a doğru başını yana yatırarak baktığı sırada, "Çoklu evren teorisini bilirsin öyle değil mi?" diye sordu.

"Evet. Stephen Hawking'i babamın laboratuvarını karıştırırken tanıdım. Ondan birkaç bir şey kaptım işte."

"Bence," dedi, pelerinli adam tekrar önüne dönerek yürümeye başlarken. İkisi üç ayrı manzaraya bakan pencerelerin önüne gelmişlerdi. "Çoklu evren hakkında kadim kişi bile çok şey bilmiyordu."

"Şu kel kadın mı?"

Stephen ona öyle bir hızla dönüp gözlerini kısarak baktı ki Morgan tırsarak yerine sindi ve boğazını temizledi.

"Üzgünüm. Ağzımdan kaçtı. Lütfen devam et."

Adam tekrar önüne döndü. Pencerelerin yanındaki düğmelerle oynayarak manzaralarını değiştirmeye başladı. Boydan boya bahçe kapısı gibi gözüken 3 ayrı yan yana büyük ve sihirli kapılardan ortada olanı ormana doğru ayarladı ve mabed ile aralarında bulunan ince camı açtı.

Morgan'a doğru önden buyur der gibi elini tuttu ve kapıların büyü gücüyle şaşkına uğramış biraz da etkilenmiş kızın hemen ardından camı kapatmadan ormana doğru adım attı.

Öğlen saatlerine geçiş yapmak için hazırlanan ve ağaçların dallarından güneş ışığını yere az çok ulaştıran bölgede adımlamaya başladılar. Morgan en son bir ormanda birkaç gün önce bulunduğunu hatırlayınca irkildi.

"Bu temel taşlardan biri olan zamanı kullanıp çoklu evren teorisini baz alarakta geçmişi ve gelecek ihtimallerini görebiliyoruz." Stephen sözüne devam edemeden Morgan az önce hafif topuklu botunu takılıp düşmekten kaçırdığı dalın üstünden atlayarak söze daldı.

"İhtimaller?"

"Aynen öyle. Gelecekte gerçekleşecek bir olayın olası ihtimalleri. Genellikle gerçekten çok fazla ihtimal olur. Bizim gibi zamanda uzman ve usta kişiler bir şekilde ihtimalleri görür ancak onları değiştiremeyiz."

Morgan dudağını büküp kafasını salladı. Mantıklıydı. Sırf babası 5 yaşında kafası karman çorman olmasın diye bu tür ağır şeylere girişmesini yasaklamıştı ama Morgan ona kulak asmıyordu. Bilimi seviyordu. Bilimden daha çok sevdiği bir şey varsa o da gerçekler ve mucizelerdi.

"Demek istediğin şu ki," Uzakta bir ağacın tepesinde duran ve kış için depoladığı fıstıklardan birisinin tadına bakmakla keyif çatan sincapı işaret etti. "Onun gelecek hayatında neler yaşayacağının ihtimallerini görebilir misin?"

"Evet. Öyle denilebilir."

"O zaman benim rüyamda olan olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine de bakabilirsin!" dedi Morgan, gülerek.

Stephen olumsuz anlamda kafasını salladı. "Sorun tam da orada işte. Zamanın Efendisi denilen şahıs, her kim ise artık o, ihtimalleri görme yeteneğimi körüklüyor. Odaklanamıyorum." Bir anda siniri ortaya çıkmış gibi kendisini gösterdi.

Bu dertten çok muzdaripti. İhtimalleri görmezse onlardan olumlu çıkacak olan sonucu nasıl alıp birebir uygulayacağını bilmiyordu. Bunu onun yerine yapacak birisi varsa da muhtemelen efendi denilen kişi bunu da engelleyecekti.

Morgan biraz düşündü. Aklına takılan bir şey vardı. "Nasıl oluyor da geçmişte 2 saatten fazla geçirmememe rağmen burada sadece 30 saniye yokmuşum gibi görünüyor ve döndüğümde kendimi 10 yaş atmış olarak buluyorum o zaman?"

Stephen mı yeterince iyi anlatamıyordu yoksa Morgan mı anlatmak istemiyordu? Kıza dönerek üstüne basa basa, "Çünkü sen kural çiğnedin. Geçmişe gittin ve bunda problem yoktu ama kim bilir kimlere göründün ki evren sana bedel olarak bunu ödetti."

Genç kız gözünün önüne gelen görüntülerle kaşlarını çattı.

Mavi gözlü adam asker ceketini çıkarıp hızlıca donmak üzere olan küçük kıza giydirdi ve ceketin örttüğü ufak elleri birbirine sürterek ısıtmaya çalıştı.

Bu sırada Morgan onu ısıtmaya çalışan büyükbabasını izliyordu.

"Tanrım, donmuşsun sen! Üzerindeki bu şey de ne böyle? Burada soğuk güçlüdür evlat. Hem ne arıyorsun burada sen?" Asker kızın ince saç tellerini okşadı ve şefkatle ona cevap vermesi için kızın konuşmasını bekledi.

"Ben," dedi Morgan gözlerini kaçırarak. Adam oldukça yapılı sayılırdı. Mavinin en güzel tonundaki gözleri kocamandı. Ona tezat siyaha kaçan kahve saçları nemli görünüyordu. Morgan'a ceketini vermesiyle beraber üzerinde ince bir kazak ile üşüdüğünün tahmin edilmesi zor değildi ama hiç zorlanıyor gibi görünmüyordu. Babasına çok benziyordu. Fotoğrafta göründüğünden çok farklı değildi ama kanlı canlı karşında görmek tüyler ürperticiydi.

"Sen?" diye cümlenin devamını getirmesi için kızı teşvik etti Joseph. "Kayıp mı oldun yoksa evden mi kaçtın?"

Ne yapacaktı şimdi? Amerika'da bulunması gereken büyükbabasının Dünya'nın bir ucunda tam da Morgan'ın geçmişe geldiği zamanda ne işi vardı üstelik?

"Asıl senin burada ne işin var?" Morgan bir anda olayı kendi aleyhine çevirerek sordu. Kimliği belli değildi sonuçta. "Benim bildiğim kadarıyla savaş zamanı Amerikan askerleri tek başına düşman devletin en gizli topraklarında yer almazlar."

Joseph'in ağzı açık kaldı. "Sen gerçekten 5 yaşında olduğuna emin misin?"

'Senin benim büyükbabam olduğuna emin olduğum kadar eminim.'

"6," dedi, Morgan parmaklarıyla göstererek. "1 ay sonra doğum günüm var benim."

Joseph bozuntuya vermemek adına hafifçe kıkırdamakla yetindi. Bu kız ona birini hatırlatıyordu ve o biri kalbine hançerler saplanmasına neden oluyordu.

"İsmin nedir?" Parmağıyla ceketin üzerindeki Amerikan bayrağı amblemini düzelterek sordu. "Maria." dedi Morgan.

Sonuçta bu ikinci adıydı ve yalan söylemiş sayılmazdı. Büyükbabası olan adama bir şey çaktıramazdı. İçinden bir ses acilen o yere girip taşı almasını haykırırken üstelik.

"Neden buradasın ufaklık? Nasıl geldin, ailen nerede?" Asker olan büyükbabası arka arkaya soru yağmuruna tutmaya başlamıştı kızı. Morgan dudağını ısırırken direk konuya girmesi gerektiğini düşündü.

"Almam gereken bir şey var. Çok önemli. Orada ama içeriye sızmam gerekiyor." Parmağıyla dikkat ederek üssün olduğu tarafı gösterdiğinde Joseph alayla karışık küçük kıza güldü.

"İlk olarak senin gibi küçük çocukların öyle bir askeri üste işi yoktur. İkincisi oraya sızmanın imkanı yoktur. Ben bile burada sadece güvenlikten ve etrafı gözlemekten sorumluyum. Onlar beni görmesin diye dikkatli olmak zorundayım. Oraya giremezsin ve şimdi seni ailene götürüyorum."

"Bekle." Ayaklanıp Morgan'ı kucağına alacağı ve götüreceği sırada küçük kız elleriyle dur işareti yaptığında sıkkınlıkla nefes verip yerine oturdu. Belli etmese de üşümeye başlamıştı. Üstelik burada açık hedef sayılırlardı.

Kızın ne yapacağı izlerken ona son bir şans verdi ve sesini çıkarmadan elinin boynuna uzanıp oradan altın madalyonu çıkarmasını izledi.

Morgan babasının ona verdiği ve içinde Nell ile Steve'in fotoğraflarının olduğu madalyonu açarak adama doğru tuttu.

Şaşkına uğramış ve hatta dehşete düşmüş büyükbabasına doğru omuz silkip çaresizce her şeyi kısaca aynı zamanda hızlıca anlatmaya koyuldu.

"Wong bizi çağırıyor."

Strange omzuna dokunup Morgan'ı ters yöne yürümeleri için hafifçe dürttü. Genç kız komutu aldığı gibi suskun bir biçimde büyük adımlarla mabedin olduğu kısma yürümeye başladı.

"Bu Zamanın Efendisini kimse tanımıyor yani öyle mi?" Strange kafasını salladı. "Kimse."

"Kimse tanımıyorsa nasıl öyle biri olduğuna emin olabiliyoruz? Belki de benim konuştuğum bile onun taklitçisidir."

Stephen yandan gülüşüne hakim olamazken bakışları dümdüz önüne kilitlenmiş hâlde Morgan'a dönmeden yüksek sesle konuştu.

"En eski ve köklü kitaplar bile ondan bahseder. Zamanın Efendisi'nin var olduğuna ben de inanıyorum ve bana kalırsa geçmiş, şimdi ve gelecek onun emrine amade. Bu yüzden tehlikeli. Sahip olduğu güç sonsuz. Ancak onun hakkında bildiğim bir şey varsa şu an bizim hakkımızda bir planı olduğu. Zamanın Efendisi böyle basit işlerle uğraşacak birisi değil. Görüşümü engellemesinin bir nedeni olmalı ve senden o taşı getirmeni istemesinin."

Onlar böyle konuşurken çoktan mabede girmişlerdi. Stephen orta pencerenin manzarasını değiştirdi ve kendi haline getirdi. Wong'un onları çağırdığını kendi çapında nokta şeklinde patlayan ışıklardan anlamıştı. Şimdi ise ortalarda yoktu. Göz devirdiğinde önüne geçip elleri belinde ona bakmaya başlayan kızı farketti.

"O zaman neden lanet taşı gidip kendisi almak yerine beni oraya yolladı? Resmen hayatımın 10 yılını birkaç saniyede kaybetmeme göz yumdu!"

Morgan sesini yükseltmişti. Yükselen ses Stephen da gözlerini kapatma isteği yarattığı gibi kulakları içinde aynı hissiyat oluştu. Tanrım, tıpkı Steve gibi cırlıyordu. Kulağında tiz bir ses oluşurken Morgan'ı omuzlarından tutup ciddiyetle konuşmaya başladı.

"Bak amacı ne veya ne istiyor bilmiyorum ama tek bildiğim evrenin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği. Onun görevi bu. Kendine ufak işleri yapacak müritler arıyordu ve yeteneğe sahip birisi olarakta seni buldu. Morgan böyle zor bir karar vermek için çok küçüktün. Sakın kendine yüklenme."

Genç kız başını öne eğerek anladığını belirtircesine mırıldandı. Öfkesinden vazgeçemiyordu. Çocukluğunu geri istiyordu. Adını, simasını bile hatırlamadığı birinin tehditine karşılık her şeyi kaybetmeyi göze almıştı. Hiç yaşayamayacağı anlar aklına gelince bunun haksızlık olduğunu düşünmek onu delirtecekti.

Pencerelere arkasını dönerken geldiklere yere doğru yürümek için adım attı. "Peki ya Thanos?"

"Sen orasını merak etme." Strange ellerini arkasında bağlayıp topukları ve ayak uçları üzerinde gidip gelerek kıza baktı. Çenesini hafif yukarıya doğru dikmişken, "Koruyucular ve Thor onun gelip gelmeyeceğini önceden anlayacaklar. Şimdiden araştırmaya başladılar."

Sözünü bitirir bitirmez ortadaki büyük merdivenlerden sesli ve gürültülü adımlarla seslenmeden çıkagelen siyah güneş gözlükleri ve her zamanki janti tarzıyla Tony Stark göründü.

İkilinin birkaç adım uzağında dururken Stephen kıl kapmış gibi görüyordu. "Babanın çiftliğine girmiyorsun Stark. Yavaş ol."

"Ne kadar eder?" Tony elleriyle etrafı göstererek onun arkasından çıkmış köşede duran Wong'a doğru sordu. "Burayı da satın alasım geldi."

Morgan babasının dediğine kıkırdadı. Tony kızının kıkırdamasıyla onu yeni farketmişçesine gözlüklerini çıkarıp yanına geldi ve, "Nasılsın babacığım?" diyerek kızın saçlarına bir öpücük kondurdu.

"İyiyim." Tony, kızının başını tutup göğsüne bastırırken dudaklarını iğrenir gibi büzmüş ona bakan adama orta parmak çekti. Stephen bununla sadece gözlerini devirdi. Wong ile kalan işleri halletmeleri gerekti.

Tony'e dönüp açıkça onları kovduğunu söyleyecekken esmer adam ondan önce laf çalmıştı. "Baban ve abilerin bizi dışarıda bekliyor. Ee, nasıl gitti terapi seansı? Bu kulak burun boğazcı seni sıktıysa söyle babanda onun canını sıksın."

Morgan, Tony'nin göğsünden kafasını çekerken kafasını iki yana sallayarak cevapladı. "Hayır. Gayet iyi gitti. Konuştuk hem." Esmer adam pek ikna olmuşa benzemiyordu. Strange'in bazen ne kadar sinir bozucu ve can sıkıcı olduğunu bizzat biliyordu.

"Emin misin?"

"Neyi sorguluyorsun bu kadar Tony, yoksa kızını almaya değil de dayak yemeye mi geldin?"

Adamın babasını tehdit etmesine kızan Morgan, sinirle ve kendini beğenmişlikle, "İnan bana asıl benim babam seni öyle bir döver ki gözlerinin önünde dolarlar görmeye başlarsın. Gücünü hafife almak ne demekmiş gidip içeri tıktığı suçlulara sor istersen." diye çıkıştı.

Tony sırıtarak Morgan ile beşlik çaktı. Küçümseme dolu bakışları büyücünün üzerinde dolanırken Wong'un bakışları ise çoktan huysuzlaşmaya başladığı belli olan Stephen ve Tony arasından gidip geliyordu.

"Çok cesurca Stark." Strange elindeki kozu hatırladığı an yan gülüşüyle konuştu. "Ben konuştuklarımızı daha sonra Steve'e anlatırım merak etme."

Tony, Morgan'ın elinden tutup onu merdivenlere doğru çekmeye başlarken Stephen'a öldürücü bakışlarından atmayı ihmal etmedi.

"Mükemmel babası Tony Stark ve onun mükemmel kızı Morgan Stark fakirhanene teşrif ettiği için biraz mutlu ol Stephen."

İkisi birlikte merdivenlerden inerken Morgan yine üst kata benzeyen alt kata giriş yaptıklarında kimsenin onları duymayacağını anlayıp babasının kulağına eğildi.

"Kadim kimseye kel kadın dedim."

"Aferin." dedi başını sallayarak. "Bende orta parmak çektim."

"Sence babama söyler mi?"

"Bilmiyorum." Tony yukarıya doğru son bir bakış atarken Stephen'ın dediklerini duyuyor gibi trabzanlarda beklediğini görünce tuttuğu kızın elini daha güçlü çekerek kendi yürütmeye başladı. "Yürü, yürü. Bakıyor piç herif."

Stephen mabedin kapısını açıp hızlıca terk eden baba kızın ardından abartılı şekilde göz devirmekle yetindi.

...

"Nereye gidiyoruz demiştin?" Peter kafasını sürücü koltuğunun yanından uzatırken kemerini takan babasına neredeyse onuncu kez aynı soruyu sordu.

Oğlunun pes etmeden ve ara vermeden konuşmasına karşın tekrar tekrar kendini arabadan atma isteğiyle dolup taştı Tony.

"Sürpriz dedim ya Peter. Niye yüzlerce kez soruyorsun oğlum?" Peter geri yerine yaslanırken omuz silkti. Harley kafasını öne uzatarak sesini yükseltti. "Aptal da ondan. Geç giriyor beynine."

Peter dişlerinin arasından, "Sen sussana çakma Madonna." diye konuşunca Harley elinde bulunan kraker paketini tam yüzüne doğru fırlattı. Peter ona karşılık verirken aralarında oturan Morgan kollarıyla onları durdurmaya çalışıyordu.

Tony radyodan açtığı yüksek sesli hareketli müziğin ritmine kapılıp bir yandan parmak uçlarıyla direksiyona vuruyor bir yandan umursamazca dışarıyı izleyerek şarkıya eşlik ediyordu.

Arkada kıyamet koptuğu sırada Tony beklemekten yorulmuş biçimde Steve'in gelmesi için kornaya var gücüyle bastı. Eli orada kocası marketten çıkıp yanına gelene kadar asılı kaldı.

Yanlarından geçen tek tük insanlar ne yapıyor bu diye merak edip arabaya bakıyorken arkada birbirleriyle kavga eden çocukları görüp garipseyerek yollarına devam ediyorlardı.

Tony hiçbirini takmazken kendi kendine arabaya yaklaştığı sırada kes şunu işareti yapan kocasına baktı. "Hadi Stevieee. Gel Stevieee. Sıkıldım Stevieee."

Sarışın adam etrafta olan birkaç insana daha fazla rezil olmamak için hızlıca ön koltuğa yerleşti. Tony o bindiği an kornaya basmayı bırakmışken bu sefer arabada çocukların kavga sesleri hakim olmaya başlamıştı.

Steve poşeti camın oraya gelişigüzel atarken birbirlerine ulaşmaya çalışan ama ortada kalarak daha çok dayak yiyen kız yüzünden çabaları boşa giden ikizlere bağırmaya başladı.

"Kesin şunu hemen! Kardeşinize vuruyorsunuz. Kes dedim Pete. Tony Tanrı aşkına neden bir şey yapmıyorsun? İkizinin kolunu ısırma. Tony bir şey yap diyorum!"

Esmer adam poşetten alıp yediği cipsin paketini yana atıp iş başa düştü diyerek arabayı çalıştırarak sürmeye başladı ve bir anda ani fren yaptı. Öne doğru hafifçe savrulan çocuklar arasında kavga kesilmişken Tony rahatlıkla cipsine yemeye geri döndü.

Steve'in ona iflah olmazsın bakışlarını attığını görürken ağzına bir sürü cipsi tıkadı. Frenin etkisiyle patlayan kraker ambalajıda arabanın zeminine dağılmıştı.

Steve tekrar çocuklara dönerek nutuk çekmeye başladı. 2 dakikaya kalmadan ikizlerin yine birbiriyle haşır neşir olacağını biliyordu ama her seferinde bunu yapamazlardı sonuçta. Tabii kendisi duvara konuşuyordu. 3 çocuğundan birisi bile onu dinlemiyordu. Daha çok üstlerini ve oturdukları yerleri düzeltmekle meşguldüler.

Nutuktan iflahı kesilen Harley kafasını cama yasladı. "Lütfen artık gidebilir miyiz?"

"Evet. Yıldım." Morgan ona katılırken dağılmış saçlarını düzeltti. Tony'nin kendisi de aynı fikirde olmalı ki çok geçmeden arabayı sürmeye başladı.

Birkaç dakika öncesine zıt şekilde araç sessizdi. İkizler birbirlerinden hınçlarını almış oldukları için daha sakindi. Morgan babasının marketten aldığı abur cuburları gömüyordu. Tony aracı sürüyorken arada bir kocasına ve çocuklarına göz atıyordu.

Peter, New York'un kalabalık kısmından uzaklaşarak daha tenha yerlere gittiklerini görünce kaşlarını çattı. "Büyükbabamların eski evine gitmiyoruz değil mi?"

Büyükbaba.

Morgan'ın aklında tek bir kelime dönüp dolaşmaya başladı.

"Yani bana gelecekten geldiğini, üssün içinde bulunan odadan bir taş alman gerektiğini eğer almazsan seni tehdit edenin ailene yani oğluma zarar vereceğini söylüyorsun öyle mi?"

"Kulağa karışık geldiğini biliyorum. Ama beni anlaman lazım büyükbaba," Joseph Hugh kızın omzuna elini koydu. Kafasını sallayarak, "Anlıyorum." dedi kısaca.

"Yani deli olduğumu falan düşünmüyorsun değil mi? Kanıtım da var hem. Gördün." dedi boynundaki madalyonu sallayarak.

Karşısındaki adam hayır dercesine kafasını iki yana salladı. "Düşünmüyorum. Sana inanıyorum. O taşı alıp dönmene yardım edeceğim."

Morgan şaşırmıştı. Adam şoka bile girmemişti. Kısa bir süre şaşırıp kalmıştı sadece. Gelecekten gelen torunu karşısında duruyordu ve onda tık yoktu. Hemen atlatmışa benziyordu, bu iyi değildi.

Küçük kız elinde olmadan şüpheli bakışlarla adamı süzdü. Anlattıklarından sonra deneyimli rütbe sahibi bir asker bile olsa normal bir insan ya inanmaz ya karşındakinin kaçık olduğunu zanneder ya da en iyi ihtimalle koşarak uzaklaşırdı.

Genlerinden gelen bir şey miydi bilmiyordu ama büyükbabası oldukça kendinden emin, kararlı ve cesur görünüyordu. Göze alabileceği şeylerin ona mal olacağı değeri bilmeden.

"Pekâlâ." dedi Morgan sessiz mırıltısıyla. Başını kaldırıp babasınınkilere benzeyen ve biraz olsun o buradaymışta Morgan tamamen güvendeymiş gibi hissettiren mavilere baktı. "Oraya nasıl girip taşı alacağız?"

"Bir planım var." Joseph bir şeyler düşündüğünü belli eden şekilde dudağını ısırarak etrafı inceledi. "Güney tarafı, 3. hangar demiştin değil mi?"

"Evet. Tahta kutunun içinde." Büyükbabasını onayladığında adam kafasını sallamış ve ayağa kalkarak küçük kızı kucağına almıştı.

Çaktırmadan kapının olduğu yöne bakmaya başladılar. Getirilen silahlı araçlar içeriye sokulmak üzereydi. Fırsat bu fırsattı. Adam planın güvenliğinden emin olamazken bir kapıya bir de kucağında duran küçük torununa baktı.

"Pekâlâ," dedi, soğukla birlikte buharlaşan nefesinin ardından güvenle gülümseyerek. "Şöyle yapacağız-"

"Dünyadan Morguna'ya."

Harley kız kardeşini sarsarak kendisine getirmeye çalıştı. Deminden beri sesleniyordu ama kızın oralı olduğu yoktu. Hayal dünyasına dalmıştı. En sonunda Morgan uykudan uyanmış gibi bir anda ona dönerek üzerinde duran tuhaf sersemlikle konuştu.

"Bir şey mi oldu?" Harley yüzünü buruştururken başını iki yana salladı. Morgan önüne döndüğü sırada Steve'in ona kaçamak bakışlar attığını gördü. Aynı şekilde arabayı süren Tony'de dikiz aynasından kızı süzmüştü. Morgan'ın bununla modu bir anda düşmüştü.

Günlerdir aynı terane. Bakıyorlar, endişeleniyorlar, yine de sanki her şey unutulmuş ve onlar konuyla ilgili tek kelime etseler anın büyüsü bozulup ben dıştan yıkılmaya başlayacakmışım gibi davranmaktan vazgeçmiyorlar.

Morgan ailesine hak vermeyi denedi. Onlar sadece kızlarının iyi ve mutlu bir şekilde yoluna devam etmelerini istiyorlardı. Küçük kızlarının pek çok şeyini kaçırmışlardı. 10 yılları toz olup gitmişti ve Morgan bunun için her birinin kendini suçladığına, içten içe yiyip bitirdiğine kalıbını basabilirdi.

Ama olmuyordu işte. O yolculuk yapılmıştı. Geçmiştekiler yaşanmıştı. Nasıl bu kadar aptal olabildim diye diye Morgan gece uykularını kaçırıyordu. Kendi çocukluğunu kendi eliyle mahvetmişti. Oltaya takılmış bir balık gibi yemin peşinden öylece gitmişti. Balıkçı ise ondan aldıklarının ziyafetine ne zaman bakar Tanrı bilirdi.

Onlar için hiçbir şey yokmuş gibi davranmak zorundaydı yoksa bu aileye daha fazla zarar verebilirdi. Bu da atlatılırdı. Morgan 1 sene boyunca babasının yokluğunda bile başının çaresine bakmayı öğrenmişken üstesinden gelemeyeceği bir şeyin olduğunu düşünmüyordu.

Onlara her şeyi anlattığı gece epey ağlamıştı zaten. Titremekten deliye dönmüştü. Birisi yanında ıslık çalsa irkilir pozisyondaydı. Tony ve Steve'in acil bir şekilde toparlanıp Amerika'ya dönmesine sebep olmuştu. Düğünün sonunu da kaçırmışlardı. Hoş, diğerleri onu bu hâlde gördüğünde Morgan'a yabancı gözüyle bakmışlardı.

En büyük korkusu kendisini yabancı gibi görme ihtimalleri olan ailesiydi. Bazen gözlerinde o bakışı yakalıyordu. Kim bu? diye soruyorlardı içlerinden. Bizim Morgan'ımız nerede?

Morgan böyle anlarda kahroluyordu.

Büyümeyi kendisi istememişti. Siktiğimin evreni ona bedel olarak ailesini korumak isterken bunu ödetmişti işte.

Düşüncelerinden babasının sesi ile ayrıldı. "Geldik işte."

Camdan bakıp etrafı inceleyen çocuklar tek kelimeyle büyülenmişti. Babaları onları mükemmelliğin vücut bulmuş hali olan çayırlık bir alana getirmişti. Harley ve Peter hemen kendi taraflarından çıktılar. Morgan arkalarından uçarken Steve ve Tony araçtan inmiş bagajdaki eşyaları indiriyorlardı.

Harley ortada bulunan ve ucunda şelale akan göle hayran kaldı. Üzerinde gezen kuğular, tertemiz suyu, etrafının taşla kaplı olması, şelaleden akan suyun şırıltısı yeşillik alana bir hediye gibiydi.

Gölün etrafı tamamen boyları kısa ve biçilmiş çimlerden oluşuyordu. Uzaklarında ağaçların olduğu alan başlıyordu. Havanın güneşli olması buranın manzarasına artı gibiydi. Huzursuz bir insan burada kısa süre içinde huzura kavuşurdu.

Peter da ikizine katılıyordu. Harley bir şey dememişti ama olsun düşüncelerini ve hislerini sezebiliyordu sonuçta.

Tony ve Steve ellerinde tuttukları eşyaları gölün yakınında gölgelik alana koydular. Büyük bir örtü açtılar. Bay -ben rahatıma düşkünüm- Tony Stark kendisine açılıp kapanan rahat sandalyelerinden birini getirmiş hemen baş köşeye kurmuştu tabii ki de.

Steve ellerini çırptı. "Tamam ufaklıklar. Şimdi ben sepetteki eşyaları boşaltıp yemeği hazırlayacağım. Harley fotoğraf makinen arabada. Gidip onu al. Morgan sen bana yardım et. Peter sen de babana uçurtma ve barbekü için yardım et hadi bakalım."

Hepsi bir ağızdan mırıldanarak sahip oldukları işleri tamamlamaya koyuldular. Başlamasalar Steve'in gazabına uğramaktan korkuyorlardı. Tony barbekü setini kurarken Peter da ona yardım ediyordu.

Steve ne olur ne olmaz diyerek bir sürü çeşit yemek koymuştu. Çocukların ve Tony'nin sevdiği yemeklerin her birinden yani. Kendisi sepetten onları boşaltıyordu ve Morgan eline verilen yemek kaplarını düzgün biçimde örtüye yerleştiriyordu.

Aralarında şu an iş yapmayan sadece Harley idi. Arabaya gidip kamerasını aldıktan hemen sonra örtüyü serdikleri yere gizlice yılan gibi sıvışmış ve kabın içinden yemekleri aşırmaya çalışmıştı. Tabii bu çabası Morgan'ın onu farkedip kafasına bir kap ile geçirmesiyle son buldu.

Birkaç dakika sonra Tony barbeküyü tamamen kurmuştu. İki yanında Peter ve Harley ona pişirebilsin diye biftekleri veriyordu. İki çocuk ayakta durup beklemekten sıkılmış birbirlerine meşhur kurtar beni buradan! bakışlarından atmaya başlamışlardı.

Tony ızgaraya koyduğu etin yağının kızmasını izledi. Elindeki maşa ile et parçasını dürterken bir anda Steve ve Morgan'ının da onu duyabileceği şekilde konuşmaya başladı.

"Tabii biz size söylemedik ama burası babanız ve benim için öylesine bir yer değil." Tony konuştuktan hemen sonra çocuklar ayağa kalkmış dizini silkeleyen ve bir yandan gülümseyerek suyunu yudumlayan Steve'e baktı.

İçtiği yudumdan sonra sarışın olan şişesini kapatıp hatırlamak ister gibi gölün yanında bir noktaya baktı. "Burada nişanlandık."

Peter ve Harley aynı anda abartılı bir biçimde, "Ooo.." diye sesler çıkartmaya başladı. Tony gülüşüne hakim olamazken etleri havalandırmaya devam etti. O günü an be an hatırlıyordu tabii ki de.

"Organizasyon falan mı oldu?" diye sordu Morgan, kollarını dizlerine sarmışken. Steve kafasını iki yana salladı. "Sadece ikimiz vardık."

"Yüzük taktınız yani?"

Tony, Harley'in elinden pişirmek için son et parçalarını alırken, "Ee herhalde." dedi.

"Romantikmiş." dedi Peter, dudaklarını bükerken. Arada bir ailece vakit geçirdikleri zamanlarda babalarının geçmişi ile ilgili bazı şeyleri öğreniyorlardı. "Bu fikir kimin aklından çıktı peki?"

"Benden tabii ki de. Yüzükleri de ben aldım." Tony, Steve'e bakarak göz devirdi. Sarışın adam şaşırıp kalmıştı. "Evlenme teklifini alan bendim Tony, ne yapayım?"

İkisi o evlenme teklifini en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu. İntikamcılar görevdeyken kulaklıktan saçma sohbetlerin dönmesi aralarında epey normaldi. O zamanlar Tony ve Steve 2 senedir sevgiliydi. Düşmanların artmasıyla birbirlerine fazla zaman ayıramıyorlardı.

Steve binadaki sivilleri boşaltarak onları güvenli bir yere gönderiyordu. Diğer bir yandan sürekli üzerine gelen laboratuvarda üretilmiş lastik gibi olan küçük sinir bozucu canavarları yok etmekle meşguldü.

Her şey tıkırında ve gayet normal ilerliyorken Steve kafasını kaldırdığı anda Benimle evlen, Rogers yazısını görüp büyük bir utançgaçlıkla eliyle yüzünü kapatmıştı. Kilometrelerce alanın her yerinden duyulan Frank Sinatra- i love you baby şarkısı bu utancının geçmesine hiç ama hiç yardımcı olmamıştı.

Tony itirazla ellerini ikiye açarak, "Romantizmin doruklarına çıktım ben Stevie. Öyle bir evlenme teklifi herkese nasip olmaz sevgilim." diye isyan etti.

"Ben ayağımdaki yapışkan canavarları temizlemeye çalışırken binaların tepesinde uçup benden evet dememi bekliyordun Tony. Evlenme teklifi aldığımı bile anlamadım."

Çocuklar buna istemsizce güldüler. Babalarının son cümleyi söylerken ki yüz ifadesi gerçekten ciddi duruyordu. Tony ise daha çok dumura uğramış gibiydi. Peter pişmiş birkaç eti alarak örtüye doğru götürdü.

"İnsanlar evlenme teklifi ederken dizlerinin üstüne çökerler sanıyordum baba, sen babamın tepesine çıkmışsın." Tony oğluna göz kırptı.

"Bir Tony Stark olmak işte." Tony kollarını bağlamış tabii dercesine ona bakan kocasının gıcık edici tavrına karşılık yüzünü buruşturarak çocuklarına döndü. "Peki siz babanızın beni düğünde terkettiğini biliyor muydunuz?"

Morgan alayla gülerek elini ağzına kapatmış şekilde sarışın babasına baktı. İkizler de inanamıyormuş gibi ona bakmaya başlarken Steve telaşla hayır anlamında kafasını salladı.

"Yok öyle şey-"

"Var öyle şey!" Tony maşayı kocasına doğru bir savcının sanığı suçlama edasıyla tutup salladı. "Bu gördüğünüz hain babanız beni düğün günümde körpecik bir genç iken terk etti. Kendinden utan!"

"Tony, kes şunu! Bunu sana defalarca anlattım. Sen de aptal zevklerinin peşinden gitmeseydin o zaman."

"Aptal zevklerim mi? Ben düğünden 15 dakika önce oradaydım Steve ama gel gör ki ben oraya vardığımda müstakbel kocam tilki gibi kimseye çaktırmadan düğünden kaçmıştı bile."

"Seni aramaya gitmiştim. Neden anlamak istemiyorsun?" Steve sinirden dişlerinin arasından konuşmaya başlamışken Tony de maşayı kenara atarak üzerine yürüdü. "Ben sana geleceğim demiştin. Bahane yaratma Amerika'nın kıçı."

"Bak yemin ederim o kelimeyi bir daha kulla-"

Tony iki eli yanında yüzünü kocasınınkine yaklaştırarak, "Ne yaparsın Kaptan?" diye sordu. Her tarafından meydan okuyucu ifadesi salınıyordu. Steve'in gözlerinin tam içine bakarken sarışın olan da esmerin kahverengilerine gözlerini kısmış bakıyordu.

Onları pembe dizi izler gibi izleyen çocukları farkeden Steve önlerinde kavga etmemek adına uzakta bulunan sık ağaçlık bölgeye Tony'i elinden tutup çekmeye başladı.

Bir şey demeden giden çiftin ardından Harley omuz silkti. Evde bu kavgalardan günde 50 tane dönüyordu. Hepsi de ya eski konular ya da havadan sudan şeylerdi. Genellikle babasının susmayacağını bildiği için Harley, Steve'in onu çekip çocukların olmadığı bir yerde kavgaya devam etmesini anlayabiliyordu. Peter ise babalarını onun aksine hâlâ çözebilmiş değildi.

Pişen etler onların başına kaldığı için üfleyip püfledi. "Şimdi saatlerce geri dönmezler olan bize oldu."

Morgan hazır babaları yokken yemeğe önden hazırlık olarak kutudan bir havuç çıkarıp dişiyle küçük bir parça kopardı.

"Çok büyük kavga edecekler." Harley kız kardeşinin yanına yerleşip babasının kekleri doldurduğu kabı tabir-i caizse içindeki şeylerle birlikte yiyip bitirmeye başladı. Morgan'a dönerek dolu ağzıyla, "Çok safsın Morguna. Kavga edeceklerini mi sanıyorsun gerçekten? Tamam belki bir 10 saniye falan ama sonrası kavga değil inan bana."

Küçük olduğu zamanlar hayatının bir yalandan ibaret olduğunu düşünmeye başlamıştı Morgan. Tek kaşını kaldırarak Harley'e baktı. "Siz nereden biliyorsunuz?"

"Nereden mi biliyoruz?" Peter etlerle dolu tabağı getirip örtünün ortasına koydu. Yemekler iştah açıcı görünüyordu. Kalan etleri babası pişirecekti, tabi gelirse. "Onlarla 16 sene geçir anlayacaksın."

Morgan dudağını büktü. Sanırım bunun için 25'ine kadar beklemesi gerekecekti. Şu an vücut yaşına bakılırsa çoktan geçirmiş olması gerekiyordu ama. Kızın düşünceli bir hâl aldığını görüp üzüldüğünü sanan Morgan kardeşinin boynuna sarıldı.

Arkadan ona sarılan abisine karşılık gülümseyen Morgan, Peter'ın yanağına bir öpücük bıraktığını hissetti.

"Kıskanıyorum ama." Harley izin istemeye tenezzül etmeden sürünerek yanlarına geldi ve örtünün kaymasına neden oldu. Kollarını Morgan ve Peter'a sararken başını genç kızın karnına koyup orada dinlendirdi.

3 kardeş birbirlerine sarılır hâlde kaldılar. Morgan onlardan güç aldığını hissediyordu. Peter ve Harley'in son günlerde durduk yere sarılmalarına, onu öpmelerine, bebekliğindeki gibi uyuması için masal okumaya çalışmalarına bakılırsa bunu hissediyorlardı.

Peter geri çekilmeden önce aklına gelen berbat fikirle hiçte iyiye işaret olmayacak bir biçimde güldü.

"Gelin basalım onları." Harley ve Morgan bir anda geri çekilerek itiraz etmeye ve Peter'ın deli olduğuna dair bir şeyler mırıldanmaya başladılar.

1 dakika sonra Peter, Harley ve Morgan yerlerinden kalkmış babalarının az önce gittiği noktaya doğru gülmemek için kendilerini tutarak ilerliyorlardı.

Morgan abisinin omzuna vurdu. "Ya etleri vahşi hayvanlar yerse?"

"Amazon mu sandın sen burayı ne vahşi hayvanı kızım?"

"Sessiz olun." Harley onlara işaret parmağını dudağına koymuş şekilde baktı. Bir yandan da eliyle durun işareti yaptı. Daha dikkatli ve sessiz adımlarla yürümeye başladı hepsi. Babaları ortalıkta görünmüyordu.

Etrafta kimseyi göremeyen Peter ikizine dönerek, "Ya tahmin ettiğimizden kötü bir şey yapıyorlarsa?" diye sordu, tedirginliğine engel olmayarak. Babalarını utandırmak için buraya gelmişleri ama onları o durumda basmaya da çok meraklı değildi.

Harley göz devirerek ona döndü. "Saçmalama en fazla birbirlerinin ağızlarını yiyorlardır. Bak işte! Oradalar. BABA BİZ-" Gözlerinin asla görmek istemeyeceği manzarayı daha dikkatli seçince çığlığı basarak geldiği yöne doğru dönüp koşmaya başladı.

Morgan gözlerini kapatarak bağırmasına engel olamazken Peter kusacağını söylüyordu. Bunun hemen ardından Harley'in izinden giderek ayı görmüş gibi çığlık atarak koşuştular. Çocuklarını farkeden çift ise küfrederek toparlanmaya çalıştı.

"Siktir. Siktir. Hay sikeyim." Tony ardı ardına küfürlerine engel olamıyordu. El çabukluğuyla pantolonunu üzerine geçirirken, bir yandan tişörtünü geçirdi kafasından. "Siktin zaten Tony. Ver şu tişörtü."

"Seni kastetmedim bebeğim." Çimlerden siyah tişörtü aldığı gibi kocasına fırlattı. Steve altını geçirdiğinde ağlayacak gibi duruyordu.

"Çocuklarımızın psikolojisini bozduk. Tanrım yerin dibine girmek istiyorum Tony. Belki çok bir şey görmemişlerdir?"

Tony eşinin saflığına başını kaldırıp gözlerinin içine yok artık der gibi bakarak karşılık verdi. "Kucağımdaydın aşkım. Her şeyi gördüler." Steve buna sıkıntıyla ofladı.

İkisi seri şekilde giyinip üstlerini biraz düzelterek piknik yaptıkları alana ilerlediler.

Pekala, alana vardıklarında durumun hiçte iç açıcı olmadığını gördüler. Morgan, "Birileri gözlerimi çıkarsın!" diye bağırarak bir şişe suyu gözlerine doğru boşaltıyordu.

Peter yanmak üzere olan etlere yaklaşan kedileri kovalıyordu. Harley ise deve gibi kafasını göle doğru gömmüştü.

Tony onlara bu durumu açıklamak için hepsini bir araya toplamıştı. Çocuklar zorlukla yan yana örtüde oturmuş karşılarındaki babalarına bakmaya başlamışlardı.

İyi bari, giyiniklerdi. Havada hâlâ etin kokusu varken Steve hemen onları bir tabağa boşaltmıştı. Harley'in kafasını gölden tutup çekmişler ve önü ıslanan Morgan'a bir örtü vermişlerdi.

"Bakın. Babanız ve ben az önce gördüğünüz travmatik manzaradan dolayı sizden özür diliyoruz. Böyle bir şeyi asla görmenizi istemezdik ama olan oldu," Tony ellerini iki yana açıp kapattı. Yanında kollarını göğsünde bağlamış duran Steve utancını saklamakla meşguldü. Bakışlarını yerden ayırmıyordu.

Çocuklar devam etmesi için Tony'e bakarken esmer adam omuzlarını kaldırıp indirdi ve ellerini beline koydu.

"Yine de işin gerçeği şu ki doğanın kanunu gereği de olmakla beraber babanızla ben seks yapmayı seviyor-"

"İĞRENÇSİN BABA."

Çocuklar hep bir ağızdan iğrendiklerine dair sesler, yuhlamalar ve yargılayıcı kelimeler sarfetmeye başladılar. Sarışın adam çoktan kocasından umudu kesmiş şekilde yüzünü eğip elleriyle kapatmıştı.

"Hey, hey! Ben realistik olmaya çalışıyorum sadece. Bir kere siz- siz orada ne halt ediyordunuz ki?"

Sonunda korktukları soru akıllarına gelirken çocuklar köşeye sıkışmışçasına kıvranmaya ve gözlerini kaçırmaya başladılar.

Peter ve Harley aynı anda konuştular. Ancak esmer olan, "Siz kavga ediyorsunuz sandık diye size bakmaya gittik." derken onun tam tersi görünüşe sahip ikizi, "Etler yanıyordu. Yemek hazır demek için." deyince Tony olayı çaktı.

Her birine sizi öldüreceğim bakışları attı. "Siz kendinizi akıllı mı sanıyorsunuz?"

Morgan konuşmakla hata edip, "Benim IQ'üm seninkinden bile daha fazla aslında." deyince Tony ona doğru elini salladı.

"Pekala şimdi sesinizi keseceksiniz çünkü burada yetişkinler konuşuyor!"

Babası gerçekten sinirlenmiş gibi görünüyordu. Steve'e bakan yoktu çünkü o beyaz tenini tamamen kaplayan kızarma yüzünden utançla yanıyordu. Çocuklarına bile bu davranışları yüzünden kızamadı.

Tony kendi nutkuna başladığında ikizler ve Morgan eş zamanlı olarak birbirlerine yandık dercesine bakışlar atmaya başladı.

"Şu saatten sonra deminki olayla ilgili tek kelime duymak istemiyorum. Şimdi gidip yemek yiyin." Çocuklar uzun konuşmanın gelmemesine içten içe sevinirken hızlıca kalkıp yemeklerini gömmeye başladılar. Yeterince acıkmışlardı ve gördükleri o manzaradan sonra nasıl hâlâ yemek yiyebiliyorlardı onlar da şaşırıyorlardı.

Steve, Tony'nin yanına gidip çocuklara baktı. "Sert çıkışmadık, değil mi?" Bunu duyan kocası hızla ona döndü. Kaşlarını çatarak, "Bu şeytanlar bizi basmak için plan kurmuşlar Steve. Ceza alacaklar. Bununla kalmayacağız." dediğinde Steve dudağını ısırarak ona katılmaktan başka bir şey yapamadı.

Az önceki olay tamamen unutulmuş gibi kahkahalarla ve gülüşlerle geçen yemeğin ardından ailece biraz voleybol oynamışlardı. Topu göle fırlatan Steve ile oyun sona ermişti tabii 2 dakika sonra, kimse almak için uğraşmamıştı.

Gitmeden önce fotoğraf çekilmeyi unutmamışlardı. Steve arabayı yükledikleri eşyalardan sonra çocuklara doğru işaret yaptı. "Gelin hadi fotoğraf zamanı!"

Harley hiç bu olaylara girişmeden bir köşede kamerayla beklemeye başladı. Steve çimlere otururken yanına gelen kızını ve oğlunu kollarının altına aldı. Tony yanlarına geçmeden hemen önce bilekliğindeki Jarvis'e hafıza yakalayıcı böceği salması için komut verdi. Ardından oğlunun dizlerinden kavradığı gibi onu diğerlerinin yanına götürdü zorla.

"Hayır, bırakın beni. İstemiyorum fotoğraf falan. İsteğe saygı, isteğe saygı!" Tony onu hiç dinlemeden Peter'ın yanında otuttururken bir yandan kaçmaması için sıkıca kavramıştı.

Steve yandan kafasını uzatarak oğluna baktı. "Aile fotoğrafı bu birtanem. Sensiz olmaz." Peter bununla kardeşine döndü. "Evet. Her ailenin bir evcil hayvanı vardır."

"Tamam kameraya bakın artık."

"Kamera yok ki baba."

Göz devirerek Morgan'a baktı Tony. "Uçan böceğe yani."

5'i sonunda sabitlenmişken uçan şeye doğru sonunda gülümseyerek poz verdiler. Böylece Stark Hanesinin fotoğraf albümüne bir anı daha silinmeyecek şekilde kazınmıştı.

...

Arabada yolculuk ederken Morgan'ın sürekli midesi bulanırdı. Şu anki gibi. Onlar eve gidiş yolunda ilerlediklerinde hava çoktan kararmaya yüz tutmuştu. Harley kendisine yakışır şekilde kolunu cama dayayıp uyumaya başlamıştı.

Peter kafasını arkaya yaslamış bir şeyler düşünüyordu. Muhtemelen Örümcek adamcılık ya da Wanda ile ilgili bir şeylerdi. Ona çok takmadan öndeki babalarına baktı. Steve arada bir Tony'nin arabayı sürmek için kullanmadığı elini alıp dudaklarına götürüyordu.

Morgan kendisine engel olmadan buna tebessüm etti. Şaka bir yana eğer sahip olacaksa bir gün babalarının aşkı gibi bir aşka sahip olmak isterdi. Bunun sonsuzluğuna ve derinliğine bizzat tanık olmuştu çünkü, Morgan da abileri gibi o aşkın meyvelerinden birisiydi.

Camdan dışarıyı izledi bir süre. Kayıp giden hızlı görsellere baktı. Göğsüne istemsizce bir ağırlık çöktü. Eli direkt olarak boynundaki kolyeye gittiğinde acıyla tebessüm etti.

"Ama büyükbaba, öleceksin."

Joseph eğilmiş şekilde torunun boyuna geldi. Bir şey demeden kızın yaşlı gözlerini sildi. Daha sonra elinde tuttuğu beyaz taşı Morgan'ın giydiği asker ceketinin cebine bıraktı.

İki eliyle kızın küçük yüzünü kavradı. Hiçbir sorun yokmuşçasına gülümsedi. "Önemli değil, Morgan. Ben iyi olacağım."

Küçük kız bununla daha çok ağlamaya başlarken kollarını adama doğru uzatıp boynuna sıkıca sarıldı.

Joseph, Morgan'ı ve kendisini silah yüklü araçların birinin arkasına bir şekilde bindirmeyi başarmıştı. İkisi az daha yakalanacak olsalar bile güney tarafındaki bir bölgeye geldiklerinde aracın arkasından gizlice çıkmışlardı ve taşın olduğu eski, kullanılmayan kulübeye girmeden önce herkesin dikkatini dağıtmak adına hemen köşede duran yangın alarmını çalıştırmışlardı.

Fazla zamanları yoktu. Rus askerlerinin olayı anlayıp kulübeyi taramaları an meselesiydi. Bu yüzden Joseph son kez gördüğü torununa hızlıca sarıldı.

Gözyaşlarına hakim olamadı. Başına gelecekleri çok iyi biliyordu. Ucunda ölüm olduğu için korkmuyordu çünkü küçük kızı onu bekliyor olacaktı.

Üzüldüğü tek şey geride bıraktığı karısı ve oğluydu. Steve'in hayatını kaçıracak olmak onu üzüyordu.

"Morgan," dedi, yaş dolu gözleriyle kırık sesini bir süre duraksayarak saklamaya çalışırken. "Babana onu ne olursa olsun çok seveceğimi ve hep yanında olacağımı söyler misin?"

Küçük kız itiraz etmeden başını salladı.

Joseph teşekkür edercesine ona baktı. "Güzel. Sevindim. Seni ve abilerini, ki her ne kadar onları görmesem de, çok sevdiğimi biliyorsundur umarım. Şimdi gitmen gerekiyor. Hoşçakal ufaklık."

Morgan yüzünü düşürürken ağzından çıkan bir hıçkırığa engel olamadı.

"Büyükbaba?"

"Evet tatlım?" diye sordu Joseph, gelmekte olan askerin sesini duymaya başlarken.

"Eğer Harley'i sizin evde görürsen ona Peter'ı Boston, Clearway caddesinde bulacağını söyler misin? Lütfen sorma. Zamanı gelince anlayacaksın."

Morgan abilerinin hayatını bu şekilde kurtarmıştı. Harley eve gittiği gün kapıdan çıkarken Joseph ona kendini belli etmiş ve harfi harfine Morgan'ın ona söylediği şeyleri söylemişti. Bir hayalet olarak dışarıda dönüp duran olayları bilemezdi sonuçta. Dediği gibi zamanı geldiğinde ve o bir hayalet iken kendi adını taşıyan torununu gördüğünde anlamıştı.

"Pekâlâ. Sen nasıl istersen. Şimdi git bakalım."

Morgan başını sallayarak daha fazla beklemeden gözlerini kapattı. Dışarıdaki adamların sesi daha yakından seçilmeye başlamıştı. Joseph korkuyla kızın önünden silinip gitmesini izledi.

Morgan geçmişi terkettikten 3 saniye sonra Joseph Hugh Rogers vücuduna inen onlarca ağır kurşun darbeleriyle hayata gözlerini yumdu.

Morgan dolan gözlerini kimseye çaktırmadan hızlıca sildi. Abilerinin ona gelmesini sağlamıştı. Dördü göl evinde kaldıkları sırada ikizler kendi odalarında oturmuş konuşurken duymuştu Harley'in Peter'ı nasıl bulduğunu.

Morgan'a içinden bir ses bunu büyükbabasına söylemesi gerektiğini fısıldamıştı sanki. Ona ne olduğunu bile bilmiyordu. Belki de yaşıyordur diye düşündüğünde babasının birkaç gece önce ona büyükbabasının tam da o tarihte ortadan kaybolduğunu söylemesiyle öldüğünü kabullenmişti.

Yapacak başka bir şeyi yoktu. Ancak hala aklını kemiren sorular vardı.

Büyükbabası tam da ona ihtiyacı olduğu zamanda nasıl birdenbire Rusya'da ortaya çıkabilmişti? Neden oradaydı? Morgan bu zaman yolculuğunu neden yapıyordu? En önemlisi de o beyaz taş ne işe yarıyordu?

Hiçbirinin cevabını bilmiyordu.

Yine de güvende hissediyordu. Babaları ve abileri sayesinde. Geçmişte çok korkmuştu ama ailesi yanında olduğu sürece korkacak bir şeyi yoktu, öyle değil mi?

Morgan gülümseyerek babalarına baktı. "Baba?" diye seslendi.

İlk cevap veren Steve olarak ona döndü. "Efendim güzelim?" Morgan bir süre konuşmadan onun mavilerine baktı. Tony de dikiz aynasından bakmaya başlarken hafifçe omuz silkti.

"Yok bir şey. Sadece iyi ki varsınız diyecektim. İyi ki benim ailemsiniz."

Tony ve Steve bir anda duydukları şeylerle duygulanarak birbirlerine baktılar. Tony 32 diş gülerek önüne dönüp yola bakmaya devam etti. Steve ise tekrar kızına döndü ve, hafif yaş dolmuş gözleriyle sevgisini belli edercesine gülümsedi.

"Sen de iyi ki varsın Morgan. Sen de öyle, babacığım."

Morgan boğulmuşçasına öksürerek boynunu tuttu ve geleceğe geldiğini farketmesini sağlayan odayla karşılaştı.

Gözlerini buğulandıracak derece de kuru öksürüklerini salmaya başlarken bir yandan nefes almaya çalıştı ancak karşısındaki aynaya baktığında tüm çabası boşa gitti.

Bakışları dehşeti buldu. Öksürükleri kesilirken Morgan parmaklarını yüzüne sürttü. 'Bir bedeli var.' lafı aklının merkezinde dönüp durmaya başlarken tutamadığı gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı.

Aynaya tamamen yaklaşarak pencereden gelen ışığın biraz olsun aydınlattığı karanlık odanın içinde aynadan büyümüş kendisini izledi.

Büyükbabasının ona bol gelen ceketine sarılırken hıçkırdı. Girdiği yeni beden ve kişiliği onda hiç durmadan çığlık atma isteği uyandırmaya başlayacaktı neredeyse.

Babalarını bulması gerekiyordu.

Morgan onların kendisini tanımayacağından korkarken yaptığı hata yüzünden aldığı karşılığa göğsü sıkışıyordu. Bir elini ağzına kapatıp hıçkırığını tutmaya çalışırken odanın kapısına yöneldi.

Daha fazla zaman kaybetmeden onu dışarıda bekleyen ailesiyle karşılaşmak üzere kapıyı açtı.


ⓈⓉ︎Ⓐ︎Ⓡ︎Ⓚ︎Ⓢ︎

Continue Reading

You'll Also Like

17.3K 1.4K 16
TOMARRY SECTUMSEMPRA olayından sonra Harry, Melez Prens'in günlüğünden kurtulmak için İhtiyaç Odası'na koşar. Saklanacak bir yer ister ama oda onu bü...
20.6K 1.9K 14
Beşinci senenin sonunda Voldemort, Harry'nin bedenini ele geçirmek istediğinde bir şey keşfeder. Harry Potter onun hortkuluğudur ve bu her şeyi değiş...
4.1K 502 7
Shipstale #4 = Chocolate [𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı] Remus bir çikolata bağımlısıydı, bunu herkes bilirdi. Severus ise onun daha önce hiç görmediği türden...
5.6K 507 7
5+1 𝑠𝑒𝑟𝑖𝑒𝑠 #1 [𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı] James 5 kez bayıldı. Nedenini öğrenince Severus da bayıldı. 𝑺𝒆𝒗𝒆𝒓𝒖𝒔 𝑺𝒏𝒂𝒑𝒆 𝒙 𝑱𝒂𝒎𝒆𝒔 𝑷𝒐𝒕�...