a queen and her tears

By rosiewrosie

326K 33.2K 20.6K

eğer sorun bir kadın olmakla ilgiliyse, o hâlde bugün ben bir kralım. [ » rosékook ] 2019 | lilah More

« warning
0, the day
1, goodbye
2, arrival
3, first interactions
4, reconciliation
5, message
6, heartbeats
7, rumor
8, don't know what to do
9, wedding
10, wedding night
11, do not tempt my fury
12, hunting lodge
13, tears
14, handsome
15, riding
16, the hunter becomes the hunted
17, what happened between you two
18, secret
19, cunning
20, inheritor
21, will be fine
22, there is someone behind you
23, closer
24, she is here
25, trust
26, would like to see
27, fortune teller
28, all together now
29, non stop
30, sorry for everything
31, collapse
32, too late
33, guest
34, death night
35, everybody goes
36, killer
37, hurts like hell
38, had very little
40, mercy
41, a little painful story
42, funeral
43, hidden truths
44, poison
45, lust
46, can't handle this
spoiler [special chapter]
47, in pieces
48, coming home
49, enemy
50, love and death
51, playing with fire
52, sins of the past
53, cursed queen
54, for the queen, her reign and all she lost
55, every story needs an ending
thank you letter,

39, pain

4.5K 565 411
By rosiewrosie

ZΛYDE WØLF & Ruelle - Walk Through The Fire.


Sıcak su vücudumdaki kurumuş kanları söküp alıyordu, evet. Fakat kalbimdeki kanları silmeye gücü yetmiyordu. Su, karşımda diz çöküyor ve acımın karşısında özürler diliyordu. Keşke tüm acılarımızı, yaralarımızı ve kâbuslarımızı su silip atsaydı. Ama yapamazdı. Acı vardı ve acı acıtıyordu.

Sırtımda gezen su damlalarının varlığını hissediyordum. Saçlarım ıslaktı ve sırtımda ağırlık yapıyordu. "Efendim, suyu ısıtmamızı ister misiniz?"

Daldığım köşeden sıyrıldığımda "Hayır," diye fısıldadım. "Böyle iyi." Su buz gibiydi. Isıtmalarına izin vermemiştim. "Hasta olabilirsiniz." Leydinin benim için endişelendiğini biliyordum fakat istemiyordum. Üşümek istiyordum. Sessiz kaldım ve biraz daha ıslandım. Soğuktan dişlerim birbirine vuruyordu ama önemli değildi. Bu çevrenin kuyularından gelen su her zaman daha soğuk olurdu.

Kapının açılıp kapandığını duyduğumda içeriye gelen kişinin izin almamasından Jungkook olduğunu anladım ama dönüp de bakmak istemedim. Dizlerimi kendime çekmiş, nedimeyi arkama almış öylece oturuyordum küvette. Normalde başkasının beni banyo yaptırmasına izin vermezdim ama hâlim yoktu. O kovayı alıp başımdan aşağı soğuk suyu boşaltmayı çok istiyordum ama takatim yoktu.

"Rosie?" Sesini işittiğimde kulaklarımı tıkamak istedim. Onunla konuşup bir de onun zaten paramparça olmuş canını yakmak istemiyordum. Ben ses vermeyince odadan hiçbir ses çıkmadı. Jungkook'un adım seslerini duyduğumda birkaç dakika sonra küvetin etrafını saran perde aralanmıştı.

"Neden cevap vermiyorsun?" Sorusunu yanıtsız bıraktım. Konuşamıyordum, bu yetimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Zaten şu sıra her şeyi kaybetmiyor muydum?

"Siz çıkın," dedi Jungkook arkamdaki kadına. "Ben hallederim."

Yine sessiz kaldım. Adım seslerinden kadının gidişini duydum. Bacaklarımı kendime çektiğimden göğüslerim kapalıydı, su seviyesi de diz kapaklarıma geldiğinden açıkta kalan tek yerim sırtımdı. Gerçi çıplaklığımı düşünecek durumda da değildim.

"Rosie," diye fısıldadığını duydum. Adımı çok güzel telaffuz ediyordu. Oturup saatlerce onu dinleyebilirdim. Jungkook'un az önce kadının oturduğu ahşap tabureye oturduğunu çıkan seslerden anladım. Parmakları ıslak saçlarımı bulduğunda titrek bir nefes verdim.

Parmaklarını saçlarımdan çekti ve "Geç oldu." dedi. "Uyumalısın." Ardından elini çektiğini hissettiğimde parmağının küvete vurduğunu hissettim.

"Siktir." dedi. "Buz gibi bu su."

Yutkundum. Bana kızacağını biliyordum ama şu an duygularım tepetaklakken söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkacaktı. "Rosie, sen kendini öldürmek mi istiyorsun?!"

Sesinin yükseldiğini duyumsadığımda titredim ve başımı omzumun üzerinden ona çevirdim. Dişlerim birbirine çarpmaya başlamıştı. "Ha-havluyu ver."

"Eğer başkalarına kalmadan kendini öldürmek istiyorsan söyle!" Sinirle oturduğu yerden doğrulup perdenin üzerine asılmış olan havluyu almaya gitti. "Öldürmekten bahsetme." dedim kuru bir sesle.

Ölüm, kan ve acı kelimelerini artık duymak istemiyordum. Bunları duymak beni daha iyi falan hissettirmiyordu.

Jungkook onu uyardıktan sonra bir şey demedi. Yanıma geldi ve havluyu açtı. "Bakmayacağım, havluya sarıl. Acele et. Kaç dakikadır o suyun içindesin."

Kafamla onu onayladım. O da gözlerini kapattı. Bedenimi açtığı havluya doladığımda Jungkook geriledi.

"Sakın bir daha bunu yapma, olur mu?" diye sorduğunda sesi öncesine göre daha sakindi. "Düşünmemek içindi." diye fısıldadım küvetten çıkıp kıyafetlerin olduğu alana ilerlerken. "Soğuk uyuşturuyor."

Yutkunduğunu işittim. "Üzerini giyin ve yatağa gel olur mu? Şömineye odun atacağım."

Kafamla onu onayladım ve perdenin arkasına ilerledim. Rahat iç çamaşırlarını giydim ve dizlerime kadar gelen beyaz elbisemi giydim. Bir nevi gecelikti.

"O ince geceliği giymeyi aklından bile geçirme! Altına kalın içlik giy!" Jungkook sanki ne giydiğimi anlamış gibi davranınca istemsizce gülümsedim. Onu seviyordum, beni böyle düşündükçe kalbim her şeye rağmen hızlıca çarpıyordu.

Elbisenin üzerine yünlü bir hırka aldım. Düğmelerini ilikledikten sonra perdenin arkasından çıktım.

"Şöminenin karşısındaki minderlere otur, tarağını alıp geliyorum." Jungkook'a kısık gözlerle baktıktan sonra dediğini yapıp şöminenin tam önündeki minderlere oturdum. Soğuk sudan buruşmuş parmaklarımı şömineye doğru tuttuğum sırada Jungkook geldi. Arkama geçti ve ıslak saçlarımın altına bir havlu bırakarak saçlarımın sırtımı ıslatmasını engelledi. "Halsiz ve yorgun olduğunu bildiğin hâlde kendine eziyet çektiriyorsun. Hasta olabilirsin, Rosie."

"Ben üşümüyorum," diye fısıldadım. "Ama eminim o üşüyordur." Sesim titredi, Jungkook'un da saçlarımı tarayan ellerinin titreyişini hisseder gibi oldum. "O bilmediği bir dünyada çok üşüyordur, Jungkook."

Jungkook duraksasa da bu kısa süreli oldu, saçlarımı taramaya devam etti. "Eğer yaşasaydı şimdi kucağımda olacaktı, uyku için ağlayacaktı ve ben onu sallayacaktım." Gözlerim dolmuştu bile. Sesim titriyordu ve etrafı bulanık görmeye başlamıştım. "Eğer bir kerecik ağlasaydı daha fazlasına izin vermezdim ben. Kıyamazdım ona. Kimsenin dokunmasına izin vermezdim, canının yanmaması için her şeyi yapardım."

Jungkook'un parmakları durdu, elindeki tarağın yere düştüğünü duyduğumda beni omuzlarımdan çekip ona döndürmesi bir oldu.

Dudaklarından kaçan hıçkırığı duyduğumda başım omuzlarına dayanmıştı. Şimdi ikimiz de hıçkırarak ağladı.

"Geri gelsin ne olur..." dedim hıçkırıklarımın arasından kesik kesik. "Bana geri gelsin..."

"Özür dilerim," diye fısıldadı. "Onları hiç şatoya getirmemem gerekirdi..." Hıçkırdı. "Benim hatamdı. İkisinin de burada olmaması benim hatam..."

Alnımı göğsünden çektim ve ellerimi yanaklarına koyarak başımı şiddetle iki yana salladım. "Senin suçun değildi..." Çenem titriyordu. Öyle çok ağlıyorduk ki sarayın çoğu duymuş olmalıydı. "Senin suçun değildi..."

"Benim suçumdu." diye reddetti beni. Kafasını şiddetle iki yana sallıyor, avuçlarımdan kurtulmaya çalışıyordu. "Bu kadar acı çekmenin sorumlusu benim."

Yüzünden düşen damlalara dudaklarımı bastırdım. Burunlarımız birbirine değiyor, soluklarımız birbirine karışıyordu. "Senin suçun değildi." dedim kararlı bir sesle. "Senin suçun değildi, duyuyor musun? Asıl suçlular cezasını çok yakında çekecekler."

"Cezalarını çekmeden bu dünyadan gitmelerine izin vermeyeceğim." dedi avuç içlerime dudaklarını bastırırken.

"Onları öldürmekten beter edeceğim," diye tısladım dişlerimin arasından. "Bir daha aileme bulaşamayacaklar."

Jungkook hâlâ ağlıyordu, kafasını salladı usul usul. Önce onun beni öptüğü gibi avuç içlerinden öptüm onu sonra parmak uçlarından sonra çenesinden. Biraz daha yukarı çıktı dudaklarım ve dudaklarıyla bütünleşti.

"Bir tek sen kaldın, Jungkook." dedim dudaklarına minik bir öpücük kondurup geri çekildikten hemen sonra. "Seni de elimden almalarına izin vermeyeceğim." Avuç içlerindeki kesiklerden kırılan adam, senin zarar görmene asla izin vermeyeceğim.

Sonra dudaklarına kapandı dudaklarım. Elini sırtıma koydu ve beni kendisine çekti. Şimdi kucağında oturuyordum. Gözlerimizden yaşlar boşaldıkça dudaklarımız birbirini daha büyük bir ihtirasla kavrıyordu. Onun göz yaşı, benim dudaklarıma karıştığında hissettiğim tuzlu tadın yanında dişlerimin arasında parçalanan can kırıklarını hissettim. Onun canını yakmaya devam ediyorlardı ve Tanrı şahit ya, bunun için çok pişman olacaklardı.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında "Seni seviyorum." diye fısıldadı. "Sen de her şeye rağmen beni sev, olur mu?"

Gülümsedim. "Seni her zaman seveceğim, bunu unutma."

Yıldızların geceyi aydınlattığı bir günde,
Sen ve ben ayrıydık sevgilim.
Sen şeytanlarınla cehennemi dünyaya taşımıştın,
Ben senin için cehennemin ta kendisi olmuştum.

"Bitki çayı iç," dedi Leydi Mina leydinin elindeki tepsiden fincanı alırken. "Seni rahatlatacaktır." Boğazım yanıyor ve acıyordu. Başımda hiç dinmeyecekmiş gibi hissettiğim bir ağrı vardı.

Ses çıkarmadan Leydi Mina'nın uzattığı fincanı kavradım ve dudaklarıma götürerek bitki çayından bir yudum aldım. Tadı gerçekten kötüydü. Yüzüm buruştuğunda Jisoo saçlarımdaki parmaklarını çekti ve birkaç yudumda bitirdiğim çayı alarak yanı başındaki leydiye verdi.

Sol yanımda Jisoo, sağ yanımda ise Lalisa vardı. Sabah kalkar kalkmaz yaptığım ilk iş Lalisa'nın odasına gitmek olmuştu. Onu tıpkı bir ölü gibi yatağında yatıyor hâlde bulmuştum. Tüm gece uyumadığı şiş ve mor göz altlarından belliydi. Benim gibi.

"Lalisa'ya da bir tane verin." dediğimde leydi beni onayladı. Lalisa itiraz etmek için ağzını açmıştı ki "İtiraz yok." diyerek kararlılığımı gösterdim. Vücut direnci düşmüştü tıpkı benim gibi hasta olması kaçınılmazdı.

Leydi Mina yanındaki hekime döndü ve "Sütü geliyor, sağmamalı değil mi?" diye sordu. Göğüslerim dolu ve şişti. "Hayır, sıkmayın efendim. Bir süre sonra süt çekilecektir zaten." Kafamla onu onayladım ve bakışlarımı karşıdaki duvara çevirdim. Jungkook sabah hyunglarıyla birlikte şatoya gitmişti. Askerleri yakalayacak ve şatoya geri döneceklerdi. Oğlumu ve Taehyung'u da getireceklerdi, onlara hakkıyla bir cenaze yapacaktık.

"Jisoo, Rosie'e dikkat et lütfen." dedi Leydi Mina diğerleriyle odadan çıkmadan hemen önce. Ardından Lalisa'ya dönmüş ve "Senin için de bir leydi göndereceğim, kendinize dikkat edin kızlar." dedi. Lalisa kuru bir teşekkür ettiğinde Leydi Mina gülümsemiş ve odadan çıkmıştı. Gıcık biri olmasının yanında iyi bir kadındı. Ne de olsa Jungkook'u o yetiştirmişti.

"Conall'a bir mektup göndereceğim." dedim birkaç dakika süren sessizliğin ardından. "Jennie'i yanımda istiyorum, onu tekrar çağıracağım."

Jisoo kafasıyla onayladı. "Yalnız kalmaman için iyi olacaktır." dediğinde arkamdan Lalisa'ya uzanmış ve saçlarını okşamıştı. Birbirimize daha da yaklaştığımızda ikisi de başlarını omuzlarıma yasladılar.

"Cezalarını çok ağır ver," dedi Lalisa bitkin bir sesle. "Bir daha hiç kimse bunu yapacak cesareti gösteremesin."

"Öyle yapacağım." dedim. "Kimsenin bir daha bana ve aileme zarar vermesine izin vermeyeceğim. Düşmanların nereden çıkacağını bilemiyoruz, görüyorsunuz. Neden bize saldırdıklarını bile bilmiyoruz. Bu yüzden artık daha açık gözlü olmalı ve daha tedbirli davranmalıyız. Kimseye güvenmemeliyiz."

Jisoo beni onayladı. "Yugyeom ve Dahyun için güvenliği artıracağım."

Lalisa, "Güvenliği artır ama yanlarından bir an olsun ayrılma. Kimin ne çıkacağı belli olmuyor." dedi. Ona katıldığımı belli eden birkaç mırıltı çıkardım. "Annya ve diğerleri de senin yanına gelmek istediklerini ama sana acıdıklarını düşünmeni istemedikleri için yanına uğrayamadıklarını söyledi."

"Hayır, sorun değil gelsinler." dedim. "Ama So-Yeon gelmesin, bir de onunla uğraşamam."

Jisoo kısık sesle güldü. "O gelemez merak etme."

"Neden?"

"Lalisa sana söylemedi mi?" diye sorduğunda Lalisa omzumdan kalktı ve "Unuttum!" dedi. "Tam söyleyecektim araya başka bir şeyler kaynadı."

Jisoo onun kafasını bastırarak omzuma geri koydu ve "Babam So-Yeon için bir aday bulmuş. Onunda gönlü var ve çok yakında evlenecekmiş."

Şaşırdım. Açıkçası onun Jungkook'un peşinde koşan manyak bir eski sevgili olduğunu zannediyordum. "Beklemiyordum."

Jisoo güldü. "Ben onun ablasıyım ne yalan söyleyeyim ben bile beklemiyordum." Başka bir şeyler konuştuktan sonra kafam dağılmıştı. Biz öylece konuşmaya devam ederken kapı çalındı ve içeriye prenslerin eşleri ve küçük çocuklar girdi. Yugyeom, Jinyoung ve Dahyun içeriye girdiklerinde yatağa doğru koştular.

"Rosie, Rosie! Sonunda geldin!" Yugyeom neşeyle konuştuğunda yatağa zıplamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Ben ona hafifçe güldüğümde Jisoo kızgın bir sesle "Yatağa zıplamaman gerektiğini sana kaç kez söyleyeceğim, Yugyeom? Ayrıca Rosie biraz hasta, şu an seninle ilgilenemez." dedi. Yugyeom dudaklarını büzdü ve "Ama ben Rosie'yi çok özlemiştim." dediğinde dayanamadım ve Jisoo'ya dönerek "Çocukları yatağa otutturun da biraz seveyim." dedim.

Jisoo bana bir bakış attıktan sonra yataktan indi ve çocuklarına yöneldi.

"Geçmiş olsun, Rosie." dedi Annya yatağın kenarlarındaki koltuklardan birine otururken. "Teşekkür ederim, ziyaret etmeniz çok hoş." Haru gülümsedi. Gözleri kıpkırmızı gözüküyordu ve yüzü solgundu. Taehyung'un gidişi herkesi çok derinden sarsmıştı.

Namjoon'un eşi Yura, "Acımız çok taze ama güçlü olmak zorundayız." dedi. Odadaki herkes onu onayladığında Jisoo yatağa Dahyun, Yugyeom ve Jinyoung'u oturttu. Lalisa'ya "Leydilere çay dolduralım." dediğinde Lalisa onu onaylayarak kalktı ve ilerideki masanın üzerindeki tepsiye ilerlediler. Yanıma yerleşen küçük çocuklar hızlıca kollarını etrafıma doladılar.

"Seni çok özledik, Rosie!" Jinyoung'un saçlarına bir öpücük kondurduğumda kendi oğlum olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyordum. Benim küçük Taehyung'um şu an burada olsaydı cennet kokusuna sarılır ve onu kimselere vermezdim. Kıskanırdım herkesten...

"Ben de sizi özledim." Dahyun'un yanaklarına öpücükler konduktan sonra Yugyeom'un yanaklarını sıktım. "Ne yaptınız bakalım bensiz?"

Yugyeom minik dudaklarını büzdü ve "Çok sıkıldık. Bizimle top oynayacak sen yoktun..."

"Yaa." dedim gülümseyerek. "Yeniden oynarız ve özlem gideririz o zaman, olur mu?"

"Ne zaman?" dedi ve heyecanla yerinden doğruldu Yugyeom. "Hemen şimdi oynayalım, lütfen~"

"Şu an biraz rahatsızım Yugyeom, o yüzden sonra oynarız olur mu?" diye sorduğumda Yugyeom anlamış gibi kafasını salladı. "Bebiş yüzünden değil mi? Sahi o ne zaman doğacak ki?" Kafasını bir anda karnıma koyduğunda yaşadığım şokla sarsıldım.

Gidişine hazır değildim. Beni terk etmesi canımı çok yakıyordu.

Odada bir anda soğuk rüzgârlar estiğinde Haru'nun eline fincanı tutuşturan Jisoo yerinden doğruldu ve hızlıca yatağa adımladı. Ben ise şokla karnımdan bir hareket bekleyen Yugyeom'a bakıyordum.

"Yugyeom," dedi Jisoo sinirle. "Çekil hemen oradan. Hemen inin aşağıya!" Yugyeom korkuyla irkildiğinde kendini geriye attı. "İnin hemen yataktan!" Korkuyla irkilen çocuklar kendilerini yataktan tabiri caizse attılar.

"Jisoo onlara kızma." dedim yutkunarak. "Onlar daha çocuk, hiçbir şeyin farkında değiller." Jisoo eminim bunun bilincindeydi ama o güne dair her şeyin beni yaraladığını bildiğinden olsa gerek bu konuda en az benim kadar hassastı.

Jisoo kafasını salladı ve üzgünce duran Yugyeom'un yanına giderek yanaklarını sıktı. "Bağırdığım için üzgünüm."

"Neden bir anda kızdın, anne?" diye sorduğunda Jisoo yutkundu. "Çünkü"

"Çünkü bebiş uzaklara gitti ve bir daha gelmeyecek." dediğimde Yugyeom şaşırdı. Üzülmüş gözüküyordu. Az önce uzaklaştığı yatağa doğru yaklaştı ve "Nasıl yani? Bir daha hiç mi gelmeyecek?" diye sordu.

Kafamı iki yana salladığımda alt dudağımı ıslatmıştım. Bunu söylemek bile çok acı veriyordu.

"Ama sen onu özlersin..." Yugyeom dudaklarını büzerek konuştuğunda Jisoo araya girdi ve "Hadi siz çocuklar biraz koridorda oynayın." dedi. Yugyeom ciddileşen annesiyle kafasını salladı ve kız kardeşini de alarak Jinyoung ile dışarı çıktı.

"Isla da orada kaldı." dedim bakışlarımı kaçırıp. "Beni özlemiştir, bensiz ağlıyor."

Lalisa yanıma geldi ve "Yakında geleceklerdir, Isla da onlarladır merak etme." Kafamla onu onayladım. O dalgınlıkla küçüğümü nasıl unutmuştum hiçbir fikrim yoktu.

"Çok az kaldı," dedi Jisoo. "Gün batmak üzere, gece yarısı olmadan burada olurlar."

Gece yarısına çok az bir süre kalmıştı. Endişeden uyuyamıyordum. Bu zamana kadar gelirler diye düşünüyorduk ama ortalıkta yoklardı. Jisoo, yatağımda uyuttuğu Yugyeom ve Dahyun'un saçlarına bir öpücük kondurduktan sonra koltuğun kenarına oturmuş camdan dışarıyı izleyen benim yanıma geldi. "Lalisa da uyuyakaldı, hadi sen de uyu biraz."

"Uyuyamam." dedim net bir şekilde. Lalisa da yorgunluktan sızmıştı. "O zaman şunu üzerine al, içerisi soğudu." Koltuğun üzerindeki battaniyeyi omuzlarıma örttüğünde teşekkür ettim. "Sen uyu istersen, yoruldun tüm gün koşturmaktan?"

"Uyuyamam." dedi o da. "Seok Jin'i bekliyorum." Hafifçe gülümsedim ve kafamla onu onaylayarak bakışlarımı ayın aydınlattığı bahçeye çevirdim. Herhangi bir hareketlilik görürsem direkt koşmaya başlayacaktım. Tabii bu hâlimle ne kadar koşabilirsem...

Bir süre daha Jisoo ile öylece oturduk ve dışarıdan gelecek herhangi bir hareketliliği bekledik. Saat gece yarısını geçmişti. Jisoo'nun gözleri uykusuzluktan olsa gerek kızarmıştı. Omuzlarımdaki battaniyeyi paylaştık ve soğuyan odanın etkisiyle üşüdük.

"Onunla çok kavga ederdim," dedi Jisoo. "Beni çok kızdırırdı, Yugyeom'a saçma sapan şeyler öğrettiğinden olsa gerek az dayağımı yememişti. Ama yine... O benim erkek kardeşimdi, Rosie. İkimiz birbirimizle didişir dururduk ama biri ikimizden birine bir şey söylerse işte asıl savaş o zaman çıkardı."

Üzgün sesiyle duraksadım. Derin bir nefes verdim. "Kanlar içerisindeki yüzü gözümün önünden gitmiyor," diye fısıldadım. "Gözlerimi kapatsam ya o anı ya da bebeğimin soluk suratını görüyorum. Uyuyamıyorum, uyusam kâbuslarımda karşılaşıyoruz. Uyumadığım her an da bir kâbus zaten..."

"Çok acı değil mi?" diye sordu. "Bir gecede neler kaybettik." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Çok fazla şey kaybetmiştik. Bir arkadaş, bir dost, bir genç adam ve kaderi başlamadan sonlanan bir bebek.

"Erkekti, biliyor musun?" diye sordum gözlerimden yaşlar boşalırken. "Jungkook beni kız olacağına o kadar odaklamıştı ki erkek olacağını asla beklememiştim." Bunları biriyle paylaşmak iyi geliyordu.

"Adını Taehyung koydum, cennette birbirlerine göz kulak olacaklarına eminim. Bir de Jungkook'a benziyordu. Biraz da bana. Çok güzeldi... O kadar güzeldi ki, güzelliğinden ağlayabilirdim." Fısıltım ona ulaştığında gözlerimden bir damla yaş süzüldü. "Kaderinin de onun gibi güzel olmasını çok isterdim."

Jisoo hafifçe kendini geriye çekti ve kafamı tutarak ona çevirdi. "Böyle söyleme. Belki de onun için en iyisi budur, Rosie. Belki yaşasaydı çok kötü günler geçirecekti, daha erken ölmeyi dileyecekti... Belki doğsaydı kaderi ona benzeyecekti?"

Hiç böyle düşünmemiştim. "Tanrı'ya dua edelim, Rosie." dedi. "Belki de onun için en iyisi bu olduğu için gitmiştir."

"Onu korurdum ki ben..." dediğimde kendimi durdurmadan dudaklarımdan bir hıçkırık kaçmıştı. "Biliyorum, korurdun ama koruyamadığını düşün. İleride biz de öleceğiz, Rosie. Belki biz öldükten sonra işler onun için kötü olacaktı?"

"Haklısın," dedim. "Böyle düşünmemiştim." Gülümsedi ve dudaklarını yanağıma bastırdı. "Ben senin ablanım, seni iyiye yönlendirmek için varım."

"Teşekkür ederim." dedim. "Her şey için."

Jisoo gülümsedi ve bana sıkıca sarıldı. O kayıp ablam olmalıydı. Birbirimize duyduğumuz bağlılığın başka bir açıklaması olamazdı.

Bahçeden gelen at seslerini duyduğumuzda Jisoo ile bakıştık ve aynı anda oturduğumuz koltuktan kalktık. Ani hareket ettiğim için kasıklarıma ağrı saplanmıştı ama üstesinden gelemeyeceğim türden değildi.

Koşar adımlarla odadan çıktığımızda Jisoo elimi tuttu ve koridor boyunca koşmaya başladık. Koşarken zorlansam da sesimi çıkarmadım. Acım birazdan hafifleyecekti. Suçlular cezasını çekecek ve hafifleyecekti.

Sarayın bahçe kapısına geldiğimizde Jisoo ikili kapıyı ittirerek açtı. Kapı açılır açılmaz basamakları indiğimizde ilerideki atlı toplulukta seyislere atları teslim ediyordu.

"Jungkook!" Adı ağzımdan döküldüğünde atının üzerinden çevik bir hareketle indi. Koşar adım yanına vardığımda beni kollarının arasına aldı. Ayaklarım yerden kesildiğinde alnını alnıma yasladı.

"Bitti güzelim," dedi. "Suçlular cezasını çekecek." Dudaklarındaki gülüşe tutunduğumda bir öpücük kondurdum.

"Seni seviyorum, seni seviyorum!" Kollarımı sıkıca boynuna dolayıp onu kendime çektiğimde "Ben de güzelim, ben de seni seviyorum." dedi. Birbirimize bir kez daha dolu gözlerimizle baktığımızda geriye çekildim.

"Hemen bu gece!" diye bağırdım. Çevredeki yüzler bana dönmüştü. "Suçlular cezasını bu gece çekecek!"


sınır: +220 oy, +220 yorum

Bir türlü idam sahnesini yazamıyorum, niye acaba? Umarım bölümü beğenmişsinizdir, güzel yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin lütfen. Ayrıca söylemeden geçmeyeceğim: yorumları yb yb yazarak doldurmayın, bundan cidden hazzetmiyorum. Bu arada geçen bölüm birkaç yorumla karşılaştım. Arkadaşlar siz beni yazı makinesi zannediyor olabilirsiniz ama benim de bir hayatım, derslerim var. Anında bölüm atmamı beklemeyin. En kısa sürede ben yazıp yayımlamaya çalışıyorum zaten.

bu arada bahsettiğim seriyi geçen gün yayımladım. the red queen şu anda yayımda! bir göz atın lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

4.2K 484 8
En yakın arkadaşlarının hiç beklenmedik bir anda evlilik kararı alması sonucu tanışan Lalisa ve Taehyung, birbirlerine olan duygularını hiç de örtbas...
17.5K 1.4K 25
•Wattys 2022 Uyumsuzlar Yarı Finalisti. •WattpadFantasyTR 'Alternatif Dünyalara Yolculuk' okuma listesinde. Tamamlandı. Zaman, sevginin adı gibi beli...
8.4K 791 35
•Wattpad FanficsTR okuma listesinde. Tamamlandı. Genç adam, kadın onda kalsaydı ne olurdu diyordu. Kadın için ise aynı yastıkta tek nefesin oluru yok...
1.9K 307 4
"beklenmeyen bir misafir gibi kapıma dayandı çığ gibi büyüyen acı, henüz değil henüz değil"