Babalar ve Oğullar

By ClassicsTR

9.4K 422 68

Babalar ve Oğullar, klasik Rus edebiyatının unutulmaz yazarı İvan Sergeyeviç Turgenyev'in en önemli eseridir... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm

7. Bölüm

287 19 2
By ClassicsTR

Avdotya Nikitişna (ya da Yevdoksiya) Kukşina'nın oturduğu, Moskova tarzında yapılmış, pek büyük olmayan aristokrat evi, ... kentinin yangından sonra yeni yapılmış sokaklarından birinde bulunuyordu; bilirsiniz, bizim kentler her beş yılda bir yangın geçirir. Kapının yanında, çarpık şekilde çakılmış kartvizitin üzerinde bir çıngırak kolu görünüyordu ve gelenleri sofada ev sahibesinin ilerici heveslerinin açık bir işareti olan ve ne hizmetçiye ne de başındaki başlıkla nedimeye benzeyen biri karşıladı. Sitnikov, Avdotya Nikitişna'nın evde olup olmadığını sordu.

"Siz misiniz, Victor?" Yan odadan ince bir ses duyuldu. "Giriniz."

Başlıklı kadın hemen ortadan kayboldu.

"Yalnız değilim," dedi Sitnikov. Bu arada bir yandan altından mintan gibi ya da yelek gibi bir şeyin göründüğü ceketini çıkarıyor, bir yandan da Arkadiy'e ve Bazarov'a meydan okur gibi bakıyordu.

"Fark etmez," diye cevap verdi ses. "Entrez."

Genç adamlar içeri girdiler. Bulundukları oda, oturma odasından çok bir çalışma odasına benziyordu. Kâğıtlar, mektuplar, büyük bir kısmının sayfaları hiç açılmamış kalın Rus dergileri toz içindeki masaların üzerine yığılmıştı; her yer oraya buraya atılmış beyaz sigara izmaritleriyle doluydu. Deri kaplı divanda henüz genç denebilecek, sarışın, biraz dağınık görünüşlü, pek derli toplu olmayan ipek bir elbise giymiş, kısacık kollarında büyük büyük bilezikler, başında dantelli bir şal bulunan bir kadın uzanmıştı. Kadın divandan kalktı ve sararmış ermin kürklü kadife sabahlığı özensiz bir hareketle omzuna alarak tembel tembel, "Merhaba, Victor," dedi ve Sitnikov'un elini sıktı.

Sitnikov, Bazarov'a öykünerek kesik kesik, "Bazarov, Kirsanov," dedi.

"Buyrun efendim," diye karşılık verdi Kukşina ve ucu kalkık, minicik burnunun, aralarında öksüz öksüz kızardığı yuvarlak gözlerini Bazarov'a dikip ekledi: "Sizi tanıyorum," ve onun da elini sıktı.

Bazarov yüzünü buruşturdu. Bu serbest düşünceli kadının küçük ve gösterişsiz endamında çirkin hiçbir şey yoktu; fakat yüzünün ifadesi bakanı hoşa gitmeyecek bir şekilde etkiliyordu. İnsan elinde olmadan ona "Neyin var, aç mısın? Yoksa canın mı sıkılıyor? Korkuyor musun? Neden öyle gergin gergin duruyorsun?" diye sormak istiyordu. Onda da tıpkı Sitnikov'daki gibi hep içini kemiren bir şey vardı. Çok patavatsızca ve aynı zamanda beceriksizce konuşuyor ve hareket ediyordu: Besbelli ki, kendisini iyi yürekli ve basit bir insan olarak görüyordu ve bu arada ne yaparsa yapsın size sürekli olarak bunu özellikle yapmak istemiyormuş gibi geliyordu; her hareketi çocukların dediği gibi mahsusçuktan gibiydi, yani basit ve doğal değildi.

"Evet, evet, sizi tanıyorum Bazarov," diye yineledi. (Pek çok taşralı ve Moskovalı kadına özgü bir alışkanlığı vardı onun da: Erkekleri tanıştığı ilk günden itibaren soyadıyla çağırmaktı bu alışkanlık.) "Sigara ister misiniz?"

Bu arada bir koltuğa yığılmış ve ayak ayak üstüne atmış olan Sitnikov lafa karıştı:

"Sigara da iyi olur ama bize yemek çıkartsanıza, korkunç açız; bir şişe de şampanya getirmelerini söyleyin."

"Keyif düşkünü," dedi Yevdoksiya ve gülmeye başladı. (Güldüğü zaman dişlerinin üzerinden üstteki dişeti ortaya çıkıyordu.) "Doğru değil mi, Bazarov, keyif düşkünü değil mi?"

"Hayatın kolaylıklarını severim," dedi Sitnikov ciddiyetle. "Liberal olmama engel değildir bu."

"Hayır, engeldir, engel!" diye haykırdı Yevdoksiya ve hizmetçisine yemek hazırlamalarını ve şampanya getirmelerini emretti. "Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?" diye ekledi Bazarov'a dönerek. "Benim düşüncemi paylaştığınızdan eminim."

"Yo hayır," diye itiraz etti Bazarov, "bir lokma et, kimyasal açıdan bile olsa bir lokma ekmekten daha iyidir."

"Yoksa kimyayla mı uğraşıyorsunuz? Kimya benim en büyük tutkumdur. Hatta kendi kendime bir karışım bile yaptım."

"Karışım mı? Siz mi?"

"Evet, ben. Hem de biliyor musunuz ne amaçla? Oyuncak bebek yapmak için, kafaları kırılmasın diye. Ben de aslında pratik biriyim. Ama henüz her şey hazır değil. Daha Liebig'i okumam lazım. Yeri gelmişken 'Moskova Haberleri'nde Kislyakov'un kadın emeğiyle ilgili yazısını okudunuz mu? Okuyun lütfen. Kadın sorunu sizi ilgilendiriyor mu acaba? Ya okullar? Arkadaşınız neyle uğraşıyor? Adı ne demiştiniz?"

Bayan Kukşina, sorularını, yanıtlarını beklemeden, naz yapmaya alışkın bir hanımın ilgisizliğiyle birbiri arkasına "dizmişti"; şımarık çocuklar da dadılarıyla aynen böyle konuşurlar.

"Benim adım Arkadiy Nikolayeviç Kirsanov," dedi Arkadiy, "ve hiçbir işle uğraşmıyorum."

Yevdoksiya kahkahalarla gülmeye başladı.

"İşte bu çok hoş. Ne o, sigara içmiyor musunuz? Viktor, biliyorsunuz, size kızgınım."

"Niye?"

"Yine George Sand'ı övmeye başladığınızı söylüyorlar? Geri kafalı bir kadından başka bir şey değildir o! Onu Emerson'la nasıl kıyaslayabilirsiniz! Ne eğitim, ne fizyoloji hakkında, hiçbir konuda hiçbir düşüncesi yok bu kadının. Eminim, embriyoloji hakkında da bir şey duymamıştır, oysa günümüzde bunlar olmadan ne yapabilirsiniz? (Yevdoksiya bu arada ellerini iki yana açmıştı.) Ah, Yeliseviç bu konuda ne harika bir makale yazmıştı! Bu bay bir deha! (Yevdoksiya, "adam" yerine hep "bay" sözcüğünü kullanıyordu.) Bazarov, şöyle divana, yanıma oturun. Siz belki de bilmiyorsunuzdur, ben sizden müthiş korkuyorum."

"Neden? İzninizle öğrenebilir miyim?"

"Siz tehlikeli bir baysınız; siz öyle bir eleştirmensiniz ki. Ah aman Tanrım! Bana bile gülünç geliyor, tıpkı bozkırda yaşayan toprak sahibi kadınlar gibi konuşuyorum. Bu arada ben gerçekten de toprak sahibi bir kadınım. Mülkümü kendim yönetiyorum ve düşünün, Yerofey adında bir kâhyam var, şaşılacak bir tip, tıpkı Cooper'ın Pathfinder'ı gibi biri: Doğal bir şey var bu adamda! Buraya temelli yerleştim; dayanılmaz bir kent, öyle değil mi? Ama ne yapacaksınız!"

"Diğer kentler gibi bir kent işte," dedi Bazarov soğukkanlılıkla.

"Hep küçük çıkarlar, ne korkunç! Eskiden kışları Moskova'da otururdum... ama şu anda kocam Mösyö Kukşin orada oturuyor. Aslında Moskova da artık... her neyse, bilmiyorum işte, o da artık eskisi gibi değil. Yurtdışına gitmeyi düşünüyorum; geçen yıl iyice hazırlanmıştım."

"Paris'e pek tabii ki, değil mi?" diye sordu Bazarov.

"Paris'e ve Heidelberg'e."

"Neden Heidelberg?"

"Rica ederim, Bunsen orada!"

Bazarov, buna diyecek bir şey bulamadı.

"Pierre Sapojnikov... onu tanır mısınız?"

"Hayır, tanımıyorum."

"Rica ederim, Pierre Sapojnikov... Hep Lidiya Hostatova'ya gider."

"Ben o bayanı da tanımıyorum."

"Her neyse, işte bu Pierre Sapojnikov beni evime kadar getirmeye kalkmıştı. Tanrı'ya şükür, serbest bir kadınım, çocuğum da yok... Ben ne dedim: 'Tanrı'ya şükür!' mü dedim? Neyse, fark etmez."

Yevdoksiya, sigarayı tütünden sararmış parmaklarıyla sardı, dilini sigaranın üzerinde gezdirdi, bir nefes çekti ve içmeye başladı. İçeriye elinde tepsiyle hizmetçi girdi.

"A, işte yemeğiniz de geldi! Bir şey yemek ister misiniz? Viktor, şişeyi siz açın; bu tam sizin işiniz."

"Benim işim, benim işim," diye mırıldandı Sitnikov ve yine çığlık atar gibi güldü.

"Güzel kadınlar var mı burada?" diye sordu Bazarov üçüncü kadehi dibine kadar içerken.

"Var," diye cevapladı Yevdoksiya, "ama hepsi de öyle boş şeyler ki. Örneğin, mon amie Odintsova fena sayılmaz. Yazık ki, namı, nasıl desem... Neyse, bu da önemli değil ama görüşlerinde hiçbir serbestlik, hiçbir enginlik falan yok... Eğitim sisteminin tümünü değiştirmek lazım. Bu konuyu eskiden beri düşünürüm; kadınlarımız çok kötü eğitilmiştir."

"Onlarla ilgili hiçbir şey yapamazsınız," diye atıldı Sitnikov. "Kadınları hor görmek gerekir, ben de onları hor görüyorum, tümüyle ve kesinlikle! (Hor görme ve hor gördüğünü belirtme olanağı, Sitnikov için en hoş duyguydu; birkaç ay sonra sırf doğuştan prenses olduğu için karısı Durdoleosova'nın önünde binbir takla atması gerekeceğini henüz bilmediğinden kadınlar hakkında atıp tutuyordu.) Hiçbir kadın şu konuşmalarımızı anlayabilecek durumda değildir; içlerinden hiçbiri bizlerin, yani ciddi erkeklerin kendileri hakkında konuşmamıza layık değildir!"

"Zaten konuşmamızı anlamalarına hiç gerek de yok," dedi Bazarov.

"Kimden bahsediyorsunuz?" diye lafa karıştı Yevdoksiya.

"Güzel kadınlardan."

"Nasıl! Öyleyse Proudhon'un düşüncesini paylaşıyorsunuz demektir, değil mi?"

Bazarov, kibirli bir şekilde yerinden doğruldu.

"Hiç kimsenin düşüncesini paylaşmıyorum; benim kendi düşüncelerim var."

"Kahrolsun otoriteler!" diye bağırdı Sitnikov. Köle gibi yaltaklandığı bir adamın yanında kesin bir ifade kullanma fırsatı yakalamaktan çok memnun olmuştu.

"Ama Macauley..." diye söze başlayacak oldu Kukşina.

"Kahrolsun Macauley!" diye gürledi Sitnikov. "Şu karılardan yana mı çıkıyorsunuz yoksa?"

"Onlardan değil, kanımın son damlasına kadar savunmaya yemin ettiğim kadın haklarından yanayım."

"Kahrolsun!" Fakat Sitnikov tam burada durdu. "Tamam, kadın haklarını inkâr etmiyorum," dedi.

"Hayır, görüyorum ki, siz bir Slavyanofilsiniz!"

"Hayır, Slavyanofil değilim, gerçi, elbette..."

"Hayır, hayır, hayır! Siz Slavyanofilsiniz. Siz, Domostroy taraftarısınız. Elinizde bir de kırbaç olsaydı!"

"Kırbaç da iyidir hani," dedi Bazarov, "yalnız biz de böylece geldik son damlasına..."

"Neyin?" diye onun sözünü kesti Yevdoksiya.

"Şampanyanın, pek saygıdeğer Avdotya Nikitişna, şampanyanın, kanınızın değil."

"Kadınlara hücum ettikleri zaman kayıtsız kalamıyorum," diye devam etti Yevdoksiya. "Çok korkunç bu, çok korkunç. Onlara saldıracağınıza iyisi mi Michelet'nin De l'amour adlı kitabını okuyun. Harika bir şey! Baylar, aşk hakkında konuşalım," diye ekledi Yevdoksiya ve bu arada elini sanki bayılıyormuş gibi divanın buruşuk yastığına bıraktı.

Birden bir sessizlik oldu.

"Neden aşk hakkında konuşacakmışız ki," dedi Bazarov, "şu Odintsova'dan söz etmiştiniz... Adı buydu, değil mi? Kimmiş bu hanımefendi?"

"Çok çekici bir kadın, çok çekici," dedi Sitnikov cıvıl cıvıl bir sesle. "Sizi tanıştırırım. Akıllı, zengin ve dul. Ne yazık ki, henüz yeterince gelişmemiş: Bizim Yevdoksiya'yla daha yakından tanışmış olsaydı... Sağlığınıza içiyorum Eudoxie! Kadehlerimizi tokuşturalım! Et toc, et toc, et tin-tin-tin! Et toc, et toc, et tin-tin-tin!.."

"Victor, siz haylazın birisiniz."

Yemek uzun süre devam etti. İlk şampanya şişesini ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü şişe izledi. Yevdoksiya durmadan gevezelik ediyordu; Sitnikov da ondan geri kalmıyordu... Evliliğin ne olduğu, bir önyargı mı, yoksa bir cinayet mi olduğu konusunda ve insanların nasıl doğdukları, yani eşit olarak mı doğdukları, yoksa bunun tam tersi mi olduğu, aslında kişiliğin ne olduğu konusunda epeyce konuştular. Sonunda iş o raddeye geldi ki, Yevdoksiya, içtiği şaraptan kıpkırmızı olmuş bir halde ve düz tırnaklarıyla akordu bozuk piyanonun tuşlarına vura vura kısık sesiyle önce Çingene şarkıları, arkasından da Seymour-Schiff'in "Mahmur Granada Uyukluyor" romansını söylemeye girişti, Sitnikov ise başına atkısını bağladı ve romansın,

Ve dudakların benimkilerle

Birleşsin bir yakıcı öpüşte...

... sözleri söylenirken kendinden geçmiş bir âşık taklidi yaptı.

Arkadiy nihayet dayanamadı. "Beyler, burası artık Bedlam gibi bir yer oldu," dedi yüksek sesle.

Pek ender olarak konuşmalara alaycı bir sözcükle katılan Bazarov (daha ziyade şampanyayla meşguldü) gürültüyle esnedi, ayağa kalktı ve ev sahibesiyle vedalaşmadan Arkadiy'le birlikte dışarı çıktı. Sitnikov da arkalarından fırladı.

"E, nasıl, nasıl?" diye soruyordu, dalkavukça hareketlerle bir sağa, bir sola koşarak. "Ben size dememiş miydim harika biridir diye! İşte bu tip kadınlara daha çok ihtiyacımız var! Bir tür yüksek ahlak olgusudur bu kadın."

"'Senin' babanın işlettiği bu yer de bir yüksek ahlak olgusu mu?" dedi Bazarov, parmağıyla o anda yanından geçmekte oldukları meyhaneyi göstererek.

Sitnikov yine çığlık atar gibi güldü. Ailesinden çok utanırdı ve beklenmedik bir anda Bazarov'un ona sen demesine sevinsin mi, gücensin mi bilemedi.

☆☆☆

Birkaç gün sonra valinin balosu oldu. Matvey İlyiç "şölenin gerçek kahramanıydı", kent asillerinin başkanı, herkese sırf Matvey İlyiç'e olan saygısı yüzünden geldiğini söyleyip durdu, vali ise baloda da kımıldamadan durduğu anlarda bile "emirler yağdırmaya" devam etti. Matvey İlyiç'in hareketlerindeki yumuşaklık, ancak onun azametiyle ölçülebilirdi. Herkese güler yüz gösteriyordu: Bazılarından tiksinerek, bazılarına ise saygı duyarak; hanımların önünde "en vrai chevalier français" kırılıp dökülüyor ve bir yüksek memurun yapması gerektiği şekilde kocaman, sesli ve hep aynı kahkahayla durmadan gülüyordu. Arkadiy'in sırtını sıvazladı ve bağırarak ona "yeğenciğim" dedi, oldukça eski bir frak giymiş olan Bazarov'a da yanından geçerken şöyle yanağının üzerinden dağınık ama hoşgörülü bir bakış ve belli belirsiz, ancak "ben" ve "pek çok" sözlerinin anlaşılabildiği ama nazik bir mırıltı lütfetti; Sitnikov'a parmağını uzattı ve gülümsedi ama kafasını çevirdikten sonra; elbisesinin altına balenli iç etek giymeden ve kirli eldivenlerle, ancak saçlarının arasında bir cennet kuşuyla baloya gelmiş olan Kukşina'ya, evet Kukşina'ya bile "Enchanté," dedi. Çok kalabalıktı, dans edenler de az değildi; siviller daha çok duvar boyunca sıkışmışlardı ama askerler, içlerinden özellikle de Paris'te altı hafta kadar kalmış ve orada "Zut", "Ah fichtrre", "Pst, pst, mon bibi" gibi külhanbeyi ağızları öğrenmiş biri canla başla dans ediyordu. Adam bu lafları mükemmel bir şekilde, gerçek bir Paris şıklığıyla telaffuz ediyor ve bu arada "si j'avais" yerine "si jaurais", "muhakkak" anlamında "absolument" diyordu, kısacası, Fransızların bizim onların dilinde melekler gibi, comme des ange konuştuğumuza bu kardeşimizi inandırmaya gerek duymadıklarında alay edecekleri bir eski Rusça-Fransızca lehçesiyle konuşuyordu.

Arkadiy daha önceden bildiğimiz gibi, iyi dans edemiyordu, Bazarov ise hiç dans etmiyordu: Bir köşeciğe sığışmışlardı; Sitnikov da onlara katıldı. Yüzüne aşağılayıcı bir alay ifadesi verip iğneleyici laflar savurarak meydan okur gibi etrafa bakıyordu ve galiba bundan gerçekten büyük zevk alıyordu. Birdenbire yüzünün ifadesi değişti ve Arkadiy'e dönüp şaşırmış gibi, "Odintsova geldi," dedi.

Arkadiy etrafa göz gezdirdi ve salon kapısında dikilen siyah elbiseli, uzun boylu kadını gördü. Kadın mağrur duruşuyla Arkadiy'i etkilemişti. Eldivensiz elleri düzgün vücudunun iki yanında çok güzel duruyordu; parlak saçlarından yuvarlak omuzlarına hafif küpeçiçeği dalları çok güzel bir şekilde dökülüyordu; açık renk gözleri, biraz kabarık beyaz alnının altından sakin ve zekice, dalgın değil, sadece sakin bir şekilde bakıyordu ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Yüzünden sevecen ve yumuşak bir güç dağılır gibiydi.

"Onunla tanışıyor musunuz?" diye sordu Arkadiy, Sitnikov'a.

"Biraz ahbaplığımız var. Sizi tanıştırmamı ister misiniz?"

"Belki... şu kadrilden sonra."

Odintsova, Bazarov'un da dikkatini çekmişti.

"Nedir bu boy bos?" dedi Bazarov. "Öbür kadınlara benzemiyor."

Sitnikov, kadrilin bitişini bekledikten sonra Arkadiy'i Odintsova'nın yanına götürdü; fakat Odintsova'yla biraz ahbaplığı olduğu bile kuşkuluydu, konuşurken lafları birbirine karıştırdı. Kadın da ona biraz şaşırmış gibi bakıyordu. Ancak yüzü, Arkadiy'in soyadını duyduğu anda mutlu bir ifade aldı. Arkadiy'e Nikolay Petroviç'in oğlu olup olmadığını sordu.

"Aynen öyle."

"Babanızı iki kez gördüm ve hakkında pek çok şey işittim," diye devam etti Odintsova, "sizinle tanıştığıma çok sevindim."

Bu anda yanına bir yaver uçarcasına yaklaştı ve onu kadrile davet etti. Odintsova kabul etti.

"Dans eder misiniz?" diye saygılı bir şekilde sordu Arkadiy.

"Evet, ederim. Neden dans etmediğimi düşündünüz acaba? Yoksa size çok yaşlı mı göründüm?"

"Rica ederim, nasıl olur öyle şey... Öyleyse izninizle sizi mazurkaya davet edeyim."

Odintsova hoş gördüğünü gösterecek şekilde gülümsedi.

"İzninizle," dedi ve Arkadiy'e öyle tepeden tepeden değil ama evli kız kardeşlerin çok genç erkek kardeşlerine baktıkları gibi baktı.

Odintsova, Arkadiy'den biraz büyüktü, yirmi dokuz yaşına girmişti ama Arkadiy onun yanında kendini bir ilkokul öğrencisi gibi hissetmişti, sanki aralarındaki yaş farkı çok daha fazlaymış gibiydi. Matvey İlyiç, kadının yanına azametli bir görünüşle ve dalkavukça sözlerle yaklaştı. Arkadiy bir kenara çekildi ama kadını gözlemeye devam etti: Kadril sırasında da gözlerini ondan ayırmadı. Kavalyesiyle de, valiyle de aynı rahatlıkla konuşuyor, kafasını ve gözlerini sakin sakin oynatıyordu. Bir iki defa da sessizce güldü. Burnu hemen hemen bütün Ruslarda olduğu gibi biraz kalıncaydı ve teni de pek pürüzsüz değildi; bütün bunlara rağmen Arkadiy, böyle güzel bir kadına daha önce hiç rastlamadığına hükmetti. Sesi kulaklarından gitmiyordu; elbisesinin pilileri bile başkalarınınkinden farklıydı, daha düzgün ve daha geniş duruyordu ve aynı zamanda hareketleri de yumuşak ve doğaldı.

Arkadiy, mazurkanın ilk notalarıyla birlikte damının yanında dururken yüreğinde bir ürkeklik hissetti ve tam konuşmaya hazırlanırken yalnızca elini saçlarında şöyle bir dolaştırdı ve söyleyecek tek sözcük bile bulamadı. Ama ürkekliği ve heyecanı uzun sürmedi; Odintsova'nın sakinliği ona da geçti: On beş dakika bile geçmemişti ki, artık rahatça babasından, amcasından, Petersburg'daki ve köydeki yaşamından bahsediyordu. Odintsova, onu nazik bir ilgiyle, yelpazesini hafifçe açıp kapayarak dinliyordu; öteki kavalyeler kadını dansa davet edince Arkadiy'in gevezeliği de sona ermek zorunda kalıyordu; bu arada Sitnikov, Odintsova'yı iki kez dansa davet etmişti. Kadın geri dönüyor, tekrar oturuyor, yelpazesini alıyor, nefes alışı bile hızlanmıyordu, Arkadiy ise onun yanında bulunmaktan, gözlerinin içine, güzel alnına, sevimli, ciddi ve zeki yüzüne bakarak onunla konuşmaktan son derece mutlu, yeniden gevezeliğe başlıyordu. Odintsova az konuşuyordu ama hayatı iyi tanıdığı sözlerinden anlaşılıyordu; Arkadiy, düşüncelerine bakarak bu genç kadının pek çok şey görmüş geçirmiş ve düşünmüş olduğu sonucuna varmıştı.

"Sitnikov sizi yanıma getirdiğinde yanınızdaki adam kimdi?" diye sordu Odintsova, Arkadiy'e.

"A, onu fark ettiniz demek," diye sordu bu soruya karşılık Arkadiy. "Ne hoş bir yüzü var, değil mi? Bazarov diye biri, benim arkadaşım."

Arkadiy "arkadaşından" söz etmeye koyuldu.

Bazarov hakkında öyle ayrıntılı şeyler söylüyor ve öyle heyecanlı konuşuyordu ki, Odintsova Bazarov'a doğru döndü ve ona dikkatle baktı. Bu arada mazurka sona yaklaşıyordu. Damından ayrılmak Arkadiy'in canını sıkıyordu: Neredeyse bir saattir onunla ne kadar da güzel vakit geçirmişti! Doğrusu, bütün bu zaman içinde sürekli olarak kendisini bu kadına minnettar kalması gerekiyormuş gibi hissetmişti. Ama genç yürekler bu duygudan sıkıntı çekmezler.

Müzik susmuştu.

"Merci," dedi Odintsova ayağa kalkarak. "Ziyaretime gelmeye söz vermiştiniz, arkadaşınızı da getirin. Hiçbir şeye inanmama eğilimindeki bir adamı görmek benim için çok ilgi çekici olacak."

Vali, Odintsova'ya yaklaştı, yemeğin hazır olduğunu söyledi ve kaygılı bir suratla kadının elini tuttu. Çıkarken Odintsova, Arkadiy'e son kez gülümsemek ve selam vermek için geri dönüp baktı. Arkadiy eğilerek selam verdi, genç kadının arkasından baktı (Siyah ipeğin gümüşümsü pırıltısı içindeki vücudu Arkadiy'e ne kadar da düzgün görünüyordu!) ve "Şu anda benim varlığımı unutmuştur bile," diye düşünüp içinde zarif bir kabullenme duygusu hissetti.

"E, ne haber?" diye sordu Bazarov Arkadiy'e, o köşeciğe geri döndüğü zaman. "Zevk aldın mı bari? Biraz önce bir beyefendi bu hanımefendi hakkında ay, ay, ay diyordu; o beyefendi aptalın teki galiba. E, sana göre de bu hanım, ay, ay, ay mı yani?"

"Bu tanıma hiçbir anlam veremedim," diye cevapladı Arkadiy.

"Daha neler! Ne saf adamsın!"

"Öyleyse ben senin şu beyefendiyi anlamıyorum. Odintsova çok sevimli bir kadın, kesinlikle, ama öyle soğuk ve hareketlerine o kadar hâkim ki..."

"Yere bakan... bilirsin ya!" diye atıldı Bazarov. "Soğuk davrandığını söylüyorsun. En zevklisi de budur. Dondurma sevmez misin sen?"

"Belki de," diye mırıldandı Arkadiy, "bu konuda bir hüküm veremeyeceğim. Seninle tanışmak istiyor ve benden seni ona götürmemi rica etti."

"Beni nasıl ballandıra ballandıra anlattığını tahmin ediyorum! Ama iyi etmişsin. Beni götür. Nasıl biri olursa olsun, ister taşralı bir dişi aslan olsun, ister Kukşina gibi 'serbest düşünceli bir kadın', yalnız onunki kadar güzel omuzları daha önce hiç görmedim."

Bazarov'un utanmazlığı Arkadiy'in sinirine dokundu ama çoğunlukla olduğu gibi, onda asıl hoşuna gitmeyen şey yüzünden değildi arkadaşına sitemi...

"Kadınlarda düşünce özgürlüğünü neden hoş görmek istemiyorsun ki!" dedi alçak sesle.

"Şundan birader, bence kadınlar arasında yalnızca gudubetler özgürce düşünürler."

Konuşma burada kesildi. İki delikanlı yemekten hemen sonra gittiler. Kukşina sinirli sinirli ama çekinerek arkalarından güldü; ne biri ne de öbürü kendisine ilgi göstermedikleri için gururu derinden yaralanmıştı. Baloda herkesten geç saate kadar kaldı ve gecenin dördünde Sitnikov'la Paris usulü polka mazurka yaptı. Bu öğretici gösteriyle vali beyin balosu sona erdi.

Continue Reading

You'll Also Like

3.7K 135 25
Kafka Şato'da, tıpkı Dava'da da olduğu gibi şeffaflıktan yoksun, işlemeyen kurumlarla, otorite ve bürokrasiyi hicveder. Esrarengiz bir kont, ona ait...
1.9M 85.3K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
788K 33.1K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
396K 8.5K 116
Korkudan hep arkanıza bakmanız gerekicek çünkü onlar arkanızda gizlenmeyi sever....