Babalar ve Oğullar

By ClassicsTR

9.4K 422 68

Babalar ve Oğullar, klasik Rus edebiyatının unutulmaz yazarı İvan Sergeyeviç Turgenyev'in en önemli eseridir... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm

5. Bölüm

398 22 9
By ClassicsTR

Aradan iki hafta kadar geçmişti. Maryino'da yaşam her zamanki düzeninde akıp gidiyordu: Arkadiy etrafa naz yapıyor, Bazarov çalışıyordu. Evdeki herkes ona, onun savruk ve özensiz hareketlerine, biraz karmaşık, kesik kesik konuşmalarına alışmıştı. Özellikle Feneçka onu o derece benimsemişti ki, bir gece uykudan uyandırmalarını söylemekten bile çekinmemişti: Mitya havale geçiriyordu; Bazarov geldi ve her zamanki gibi yarı şakalaşarak, yarı esneyerek Feneçka'nın yanında iki saat kadar oturdu ve çocuğa baktı. Fakat Pavel Petroviç, ruhunun bütün gücüyle Bazarov'dan nefret ediyordu: Onu kendini beğenmiş, küstah, saygısız ve adi biri sayıyordu; Bazarov'un kendisine saygı göstermemesinden, onu, Pavel Kirsanov'u hor görmesinden nefret ediyordu. Nikolay Petroviç genç "nihilistten" biraz çekiniyor ve onun Arkadiy üzerindeki etkisinin yararlı olacağından kuşku duyuyordu ama Bazarov'u can kulağıyla dinliyor, fizik ve kimya deneylerinde seve seve bulunuyordu. Bazarov gelirken yanında bir mikroskop getirmişti ve saatlerce onunla uğraşıyordu. Uşaklar da kendileriyle alay etmesine rağmen ona bağlanmışlardı: Bazarov'un bir bey değil, kendi kardeşleri olduğunu hissediyorlardı yine de. Dunyaşa, onunla birlikte kıkırdayıp duruyordu ve yanından "bıldırcın" gibi uçarak geçerken göz ucuyla anlamlı anlamlı bakıyordu. Bütün meziyeti saygılı bakmaktan, heceleyerek okumaktan ve sık sık küçük bir fırçayla redingotunu temizlemekten ibaret olan Pyotr, son derece kendini beğenmiş ve aptal, alnında yüzüne gergin bir ifade veren kırışıklıklar olan bir adamdı. O bile Bazarov kendisine ilgi gösterdiği zaman kıs kıs gülüyor ve yüzü aydınlanıyordu; çiftlik çalışanlarının çocukları "dohturun" peşinden köpek yavruları gibi koşup duruyorlardı. Bir tek ihtiyar Prokovyiç onu sevmiyor, sofrada yemeğini surat asarak veriyor, ona "deri yüzücü" ve "malın gözü" gibi adlar takıyor ve favorileriyle tam bir domuza benzediğini ileri sürüyordu. Prokovyiç, kendince Pavel Petroviç'ten geri kalmayan bir aristokrattı.

Yılın en güzel günleri, yani haziranın ilk günleri gelmişti. Hava mükemmeldi; aslında uzaklardan kolera tekrar tehdit etmeye başlamıştı ama ... vilayetinin sakinleri, koleranın ziyaretlerine de artık alışmışlardı. Bazarov çok erken kalkıyor ve iki üç verst yürüyordu, gezmek için değil (amaçsız gezilere hiç tahammül edemezdi), ot ve böcek toplamaya gidiyordu. Bazen yanına Arkadiy'i de alıyordu. Dönüş yolunda genellikle aralarında tartışma çıkıyor ve Arkadiy, arkadaşından daha çok laf ettiği halde her zamanki gibi tartışmayı kaybediyordu.

Bir keresinde nasıl olduysa geç kalmışlardı; Nikolay Petroviç onları karşılamak için bahçeye çıkmıştı. Kameriyenin yanına geldikten sonra birden hızlı ayak sesleri ve iki genç adamın konuşmalarını duydu. Kameriyeden yana geliyorlardı, onu görmelerine olanak yoktu.

"Sen babamı yeterince tanımıyorsun," dedi Arkadiy.

Nikolay Petroviç gizlendi.

"Baban iyi bir adam," dedi Bazarov, "geri kalmış, modası geçmiş biri."

Nikolay Petroviç kulak kabarttı... Arkadiy hiçbir şey demedi.

"Geri kalmış adam" iki dakika kadar hareketsiz durdu ve yavaş yavaş ayaklarını sürüyerek eve gitti.

"Üç gün önce baktım, Puşkin okuyor," diye devam ediyordu bu arada konuşmasına Bazarov. "Lütfen ona söyle, bu, hiçbir işe yaramaz. Çocuk değil ki, bu saçmalıkları bıraksın artık. Ya bu devirde romantik olma hevesine ne demeli! İşe yarar bir şey ver ona okumak için."

"Ne versem acaba?" diye sordu Arkadiy.

"Bence Büchner'in Stoff und Kraft'ını vermeli ilk önce."

"Bence de öyle," dedi Arkadiy arkadaşının sözünü onaylayarak. "Stoff und Kraft herkesin anlayacağı bir dille yazılmıştır."

Nikolay Petroviç, aynı gün öğle yemeğinden sonra ağabeyinin çalışma odasında otururken şöyle diyordu:

"Bak işte seninle ben geri kalmış adamlar durumuna düşmüşüz, modamız geçmiş. Ne yapalım? Belki de Bazarov haklıdır ama itiraf edeyim bir şey bana acı veriyor: Arkadiy'le artık sıkı bir arkadaşlık kuracağımızı umut ediyordum, oysa anlaşılan ben geride kalmışım, o ileri gitmiş ve bizim birbirimizi anlamamız mümkün değil."

"Neden o ileri gitmiş olsun ki? Hem hangi konuda bizden çok farklı olacakmış?" diye sabırsızlıkla haykırdı Pavel Petroviç. "Bütün bunları onun kafasına bu sinyor, o nihilist sokmuş. Bu hekim bozuntusundan nefret ediyorum; bence o basit bir şarlatan; eminim kurbağalarıyla fizikte de pek yol almamıştır."

"Hayır, ağabey, bunu söyleme: Bazarov akıllı ve bilgili biri."

"Ya o kendini beğenmişliğine ne demeli? Ne kadar itici," diye tekrar sözünü kesti Pavel Petroviç.

"Evet," dedi Nikolay Petroviç, "kendini beğenmiş biri. Ama anlaşılan bu olmazsa olmuyor; yalnız bir şeye akıl erdiremiyorum. Çağın gerisinde kalmamak için galiba her şeyi yapıyorum: Köylülerle işleri düzene soktum, çiftliği kurdum, öyle ki bütün vilayette adım 'kızıl'a çıktı; okuyorum, öğreniyorum, genel olarak çağın gereklerine ayak uydurmaya çalışıyorum, onlar ise modası geçmiş diyorlar. Evet ağabey, ben de sahiden modamızın geçtiğini düşünmeye başlıyorum."

"Nedenmiş?

"Şundan: Bugün oturmuş Puşkin okuyordum... hatırlıyorum, Çingeneler elime geçmişti... Birden Arkadiy yanıma yaklaştı, hiçbir şey söylemeden, yüzünde tatlı bir acıma ifadesiyle sanki bir bebeğin elinden alıyormuş gibi kitabı elimden sessizce aldı ve önüme Almanca başka bir kitap koydu... gülümsedi ve gitti. Puşkin'i de götürdü."

"Bak sen şuna! Hangi kitabı verdi sana?"

"İşte bunu," ve Nikolay Petroviç, ceketinin arka cebinden Büchner'in dillere destan kitabının dokuzuncu baskısını çıkardı.

Pavel Petroviç, kitabı elinde evirip çevirdi.

"Hmm!" diye homurdandı. "Arkadiy Nikolayeviç senin eğitimine özen gösteriyor. Ne yaptın, okumayı denedin mi?"

"Denedim."

"Ee, peki?"

"Ya ben ahmağım ya da bunların hepsi saçma. Ben ahmağın biri olmalıyım."

"Almanca'yı unutmuş olmayasın?" diye sordu Pavel Petroviç.

"Almancasını anlıyorum."

Pavel Petroviç kitabı tekrar elinde evirip çevirdi ve yan gözle kardeşine baktı. İkisi de bir süre sustular.

"Ha, sırası gelmişken," dedi Nikolay Petroviç galiba konuyu değiştirmek isteğiyle, "Kolyazin'den bir mektup aldım."

"Matvey İlyiç'ten mi?"

"Ondan. Vilayeti teftiş etmeye ...'ye gelmiş. Artık önemli kişiler arasına girmiş ve bana akraba olarak bizimle görüşmek istediğini, bizimle birlikte Arkadiy'i de kente davet ettiğini yazıyor."

"Gidecek misin?" diye sordu Pavel Petroviç.

"Hayır, ya sen?"

"Ben de gitmem. Boş yere elli verst yolu ne diye gideyim. Matvey bize bütün şanıyla görünmek istiyor; canı cehenneme! Vilayettekiler nasıl olsa övgüler düzerler ona, biz olmadan da olur. Aman ne önemli, ne önemli, gizli danışmanmış! Göreve devam etmiş, bu zor, sevimsiz, bıkkınlık verici işi yapmayı sürdürmüş olsaydım çoktan ben de yaver falan olmuştum. Hem senle ben geri kalmış insanlarız."

"Evet ağabey; anlaşılan tabut ısmarlama ve ellerimizi göğsümüzde haç yapma zamanımız gelmiş," dedi Nikolay Petroviç iç geçirerek.

"Yok canım, ben öyle hemen pes etmem," diye mırıldandı ağabeyi. "Bu hekimle aramızda bir çatışma çıkacak, bunu seziyorum."

Çatışma aynı gün akşam çayında çıktı. Pavel Petroviç, oturma odasına savaşa hazır, öfkeli ve kararlı bir biçimde girdi. Düşmana saldırmak için sadece bir bahane bekliyordu; fakat uzun süre bir bahane ortaya çıkmadı. Bazarov, "ihtiyar Kirsanovların" (iki kardeşi böyle adlandırıyordu) yanında genellikle az konuşuyordu. Ayrıca bu akşam kendini iyi hissetmiyordu ve hiç konuşmadan çay üstüne çay içiyordu. Pavel Petroviç, sabırsızlıkla yanıp tutuşuyordu; sonunda istediği oldu.

Komşu toprak sahiplerinden biri hakkında konuşuluyordu.

Bu adamla Petersburg'da karşılaşmış olan Bazarov kayıtsız bir şekilde "Alçak, basit bir aristokratçık," dedi.

"Sormama izin veriniz," diye söze girişti Pavel Petroviç ve dudakları titremeye başladı, "sizin anlayışınıza göre 'alçak' ve 'aristokrat' sözcükleri aynı anlama mı geliyor?"

"Ben 'aristokratçık' dedim," dedi Bazarov çayından tembel tembel bir yudum alarak.

"Aynen öyle dediniz efendim ama sanıyorum ki siz aristokratları ve aristokratçıkları aynı anlamda düşünüyorsunuz. Bu düşüncenizi paylaşmadığımı size açıklamayı görev sayarım. Herkesin beni liberal ve ilerlemeyi seven bir insan olarak tanıdığını söyleme cüretini de göstereceğim; işte bilhassa bu nedenle aristokratlara saygı duyuyorum, tabii ki gerçeklerine. Hatırlayınız, sayın bayım (Bazarov bu sözleri duyunca gözlerini Pavel Petroviç'e doğru kaldırdı), hatırlayınız, sayın bayım," diye tekrarladı hırsla, "İngiliz aristokratlarını hatırlayınız. Onlar kendi haklarından bir nebze olsun ödün vermezler ve bu yüzden de başkalarının haklarına saygı gösterirler; kendilerine karşı gereken görevlerin yerine getirilmesini isterler ve bu yüzden de 'kendi' görevlerini yerine getirirler. İngiltere'ye özgürlüğü aristokrasi vermiştir ve onu desteklemektedir."

"Bu şarkıyı defalarca dinledik," diye karşı çıktı Bazarov, "peki ama bununla neyi kanıtlamak istiyorsunuz?"

"'Şununla' kanıtlamak istiyorum ki, sayın bayım (Pavel Petroviç, öfkelendiği zaman kasıtlı olarak "bu" yerine "şu" sözcüğünü kullanırdı, oysa buna benzer sözcüklerin kullanılmasına dilbilgisinin izin vermediğini pekâlâ bilirdi. Aleksandr Dönemi kalıntılarının bu tuhaflıkta etkisi vardı. O zamanın ileri gelenleri ender de olsa anadillerinde konuşurlardı ama bazıları "bu", bazıları da "şu" sözcüğünü kullanırlardı. Biz köklü Ruslarız, aynı zamanda da okulda öğretilen kuralları çiğneyebilecek kadar önemli kişileriz, demek isterlerdi), 'şununla' kanıtlamak istiyorum ki, kendindeki erdemi hissetmeden, kendi kendine saygı göstermeden (ki aristokratlarda bu duygular gelişmiştir), hiçbir toplumsal... bien public!, toplumsal kuruma sağlam bir temel atılamaz. Asıl önemli olan, sayın bayım, kişiliktir; insanın kişiliği kaya kadar sağlam olmalıdır, çünkü her şey ona dayanır. Mesela ben çok iyi biliyorum ki, benim alışkanlıklarımı, kıyafetlerimi, derli toplu oluşumu siz gülünç bulabilirsiniz ama bunların hepsi de kendine saygı duygusundan, görev duygusundan, evet efendim, evet, görev duygusundan kaynaklanıyor. Köyde, ıssız bir yerde yaşıyorum ama kendimi düşürmem, kendimde insana saygı duyarım."

"İzninizle, Pavel Petroviç," dedi Bazarov, "kendinize saygı duyuyorsunuz ve ellerinizi kavuşturup oturuyorsunuz; bunun bien public için ne yararı var? Siz kendinize saygı duymasaydınız da aynı şeyi yapardınız."

Pavel Petroviç'in rengi sarardı.

"Bu bambaşka bir konu. Buyurduğunuz gibi neden elimi kavuşturup oturduğumu şu anda size anlatmak zorunda değilim. Sadece aristokratizmin bir prensip olduğunu, prensipler olmadan zamanımızda ancak ahlaksızların ve boş insanların yaşayabileceğini söylemek istiyorum. Geldiğinin ertesi gün bunu Arkadiy'e söylemiştim, şimdi de size tekrarlıyorum. Öyle değil mi, Nikolay?"

Nikolay Petroviç kafasını salladı.

"Aristokratizm, liberalizm, progres, prensipler," dedi bu arada Bazarov, "ne kadar yabancı... ne kadar yararsız sözler! Bedava verseniz bile Rus insanının bunlara gereksinimi yok."

"Sizce onun neye ihtiyacı var? Size kalırsa biz, insanlığın, insanlık kurallarının öyle dışında bulunuyoruz ki. Rica ederim, tarihin mantığına göre..."

"Mantıktan bize ne? Onsuz da idare edebiliriz."

"Nasıl yani?"

"Basbayağı. Umut ediyorum ki, acıktığınız zaman ağzınıza bir lokma ekmek atmak için mantığa gereksinim duymuyorsunuzdur. Biz nerede, bu soyut kavramlar nerede!"

Pavel Petroviç ellerini kaldırıp indirdi.

"Bunları da söyledikten sonra sizi anlamam mümkün değil. Rus halkına hakaret ediyorsunuz. Anlamıyorum, prensipleri, kuralları tanımamak nasıl mümkün olabilir! Neyin yön vermesiyle hareket ediyorsunuz o zaman?"

"Size daha önce de söylemiştim, amcacığım, biz otoriteleri kabul etmiyoruz," diye söze karıştı Arkadiy.

"Biz, yararlı gördüğümüz şeylerin bize yön vermesiyle hareket ediyoruz," dedi Bazarov. "Şu anda en yararlı şey inkâr etme, biz de inkâr ediyoruz."

"Her şeyi mi?"

"Her şeyi."

"Nasıl olur? Yalnız sanatı, şiiri değil... aynı zamanda... söylemesi bile korkunç..."

"Her şeyi," diye tekrarladı Bazarov, anlatılması zor bir sakinlikle.

Pavel Petroviç gözlerini ona dikmişti. Bunu beklemiyordu, Arkadiy ise zevkten kızardı.

"Ama, izin verirseniz," diye konuşmaya başladı Nikolay Petroviç, "her şeyi inkâr ediyorsunuz ya da daha doğru ifadeyle her şeyi yıkıyorsunuz... Ama yapmak da gerekir."

"Bu artık bizim işimiz değil. Önce ortalığı temizlemek gerekiyor."

"Halkın zamanımızdaki durumu bunu gerektiriyor," diye ciddi ciddi ekledi Arkadiy, "biz bu gerekleri yerine getirmek zorundayız, kişisel bencilliklerimizi tatmin işine kapılmaya hakkımız yok."

Bu son tümce görünüşe bakılırsa Bazarov'un hoşuna gitmemişti. Felsefe, yani romantizm kokuları geliyordu bu tümceden, zira Bazarov, felsefeye de romantizm derdi ama genç çömezini yalanlamaya gerek görmedi.

"Hayır, hayır!" diye aniden atılarak haykırdı Pavel Petroviç, "Sizin halkın ihtiyaçlarının, isteklerinin temsilcileri olduğunuza inanmak istemiyorum! Hayır, Rus halkı, sizin tasavvur ettiğiniz gibi değildir. Rus halkı törelerine saygı gösterir, babaerkil bir yapısı vardır, inançsız yaşayamaz..."

"Buna karşı çıkmayacağım," diye onun sözünü kesti Bazarov, "'bu' konuda haklı olduğunuzu kabul etmeye hazırım."

"Mademki ben haklıyım..."

"Yine de bu hiçbir şeyi kanıtlamaz."

"Evet, hiçbir şeyi kanıtlamaz," diye tekrarladı Arkadiy, rakibinin tehlikeli bir hamle yapacağını önceden sezmiş ve bu yüzden hiç şaşırmamış deneyimli bir satranç oyuncusunun kendine duyduğu güvenle.

"Nasıl bir şey kanıtlamaz!" diye mırıldandı Pavel Petroviç şaşırarak. "Şu halde kendi halkınıza karşı çıkıyorsunuz, öyle mi?"

"Öyle olsa ne olur?" diye haykırdı Bazarov. "Gök gürlediği zaman halk, İlyas Peygamber'in arabasıyla gökyüzünde dolaştığını zanneder. E, öyleyse? Halkla uzlaşmak zorunda mıyım? Ayrıca, o Rus da ben Rus değil miyim?"

"Hayır, biraz önce söylediklerinizden sonra artık değilsiniz, sizi Rus saymama imkân yok."

"Dedem tarla sürerdi," diye cevap verdi Bazarov kibirle. "Köylülerinizden herhangi birine sorun bakalım, hangimizi, sizi mi, beni mi yurttaşı olarak kabul eder. Onunla konuşmayı bile beceremezsiniz."

"Siz ise onunla konuşuyorsunuz ama aynı zamanda da onu hor görüyorsunuz."

"Hor görülmeyi hak ediyorsa ne yapayım! Benim izlediğim yolu kınıyorsunuz ama bunun benim içimde tesadüfen ortaya çıktığını, uğrunda o kadar mücadele ettiğiniz halk ruhuyla doğmadığını size kim söyledi?"

"Ne demezsiniz! Nihilistler bize çok lazımdır!"

"Lazım veya değil. Buna karar verecek olan biz değiliz. Aslında siz bile kendinizi yararsız saymıyorsunuz."

"Baylar, baylar, lütfen kişiliklere dokunan laflar etmeyiniz!" diye bağırdı Nikolay Petroviç ve yerinden doğruldu.

Pavel Petroviç gülümsedi ve elini kardeşinin omzuna koyarak onu tekrar yerine oturttu.

"Endişelenme," dedi. "Sırf bay... bay doktorun amansızca alaya aldığı onurum sayesinde kendimi kaybetmem. İzninizle," diye devam etti tekrar Bazarov'a hitap ederek, "yoksa öğretinizin yeni bir şey olduğunu mu sanıyorsunuz? Öyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yaymaya çalıştığınız materyalizm, kaçıncı defadır yürürlüğe girdi ve her seferinde de iflas etti..."

"Yine bir yabancı sözcük!" diye sözünü kesti Bazarov. Kızmaya başlamış ve yüzü kaba, madenî bir renk almıştı. "Birincisi, biz hiçbir şeyi yaymaya çalışmıyoruz; böyle bir alışkanlığımız yok..."

"Ya ne yapıyorsunuz?"

"Bakın ne yapıyoruz, anlatayım: Eskiden, daha geçenlerde memurlarımızın rüşvet aldığını; yolumuzun, ticaretimizin, adil mahkemelerimizin olmadığını söylüyorduk..."

"Ha, evet, evet, sizler gerçekçisiniz, bu ad veriliyor galiba. Ortaya çıkarttığınız pek çok kusuru ben de kabul ediyorum ama..."

"Daha sonra ise anladık ki, gevezelik etmek, hep yaralarımızdan söz edip durmak bir işe yaramıyor, sadece bayağılığa ve doktrinciliğe neden oluyor; gördük ki, bilgiçlerimiz, öncü ve gerçekçi diye adlandırılan aklıevvellerimiz de hiçbir işe yaramıyorlar, boş işlerle uğraşıyoruz, sanattan, bilinçsiz yapıtlardan, parlamentarizmden, avukatlıktan ve daha bilmem nelerden söz ediyoruz. Oysa bu sırada bizim asıl meselemiz bir lokma ekmekti, kaba kör inançlar bizi boğmaktaydı, bütün anonim şirketlerimiz yeterince namuslu insan bulunmadığı için batıyordu, köylümüzün sırf meyhanede kafayı çekip sarhoş olmak için kendi malını bile çalmaya seve seve hazır olması yüzünden hükümetin üzerinde uğraşıp durduğu özgürlüğün bize bir hayrının olup olmayacağı bile tartışmalıydı."

"Demek öyle," diye Bazarov'un sözünü kesti Pavel Petroviç, "demek bütün bunlardan kesinlikle emindiniz ve yine de ciddi hiçbir şey yapmamaya karar verdiniz."

"Yine de hiçbir şey yapmamaya karar verdik," diye tekrarladı Bazarov suratını asarak.

Bazarov, bu beyefendinin önünde düşüncelerini böylesine uzun uzadıya açıkladığı için birdenbire kendine kızmıştı.

"Yaptığınız tek şey sadece sağa sola küfretmek, öyle mi?"

"Evet, küfretmek."

"Buna da nihilizm deniyor demek, öyle mi?"

"Buna nihilizm deniyor," diye yine tekrarladı Bazarov, bu kez özellikle küstahlaşarak.

Pavel Petroviç hafifçe gözlerini kıstı.

"Demek öyle!" diye mırıldandı tuhaf, sakin bir sesle. "Nihilizm, bütün dertlerimize deva olacak, sizler de bizim kurtarıcımız ve kahramanımız olacaksınız. Fakat o zaman gerçekçi oldukları halde başkalarını neden suçluyorsunuz? Siz de herkes gibi gevezelik etmiş olmuyor musunuz?"

"Başka günahlarımız olabilir ama bu konuda günahımız yok," dedi Bazarov dişlerinin arasından.

"Öyle mi dersiniz? Bir şey yapıyor musunuz? Yapmaya hazırlanıyor musunuz?"

Bazarov bir şey demedi. Pavel Petroviç şöyle bir irkildi ama hemen kendini topladı.

"Hmm! Harekete geçmek, yıkmak," diye devam etti Pavel Petroviç. "Fakat nedenini bile bilmeden yıkmak nasıl bir şey olur?"

"Biz yıkıyoruz, çünkü biz bir gücüz," dedi Arkadiy.

Pavel Petroviç, yeğenine baktı ve gülümsedi.

"Evet, biz bir gücüz ve güç de hesap vermez," dedi Arkadiy ve yerinden doğruldu.

"Zavallı!" diye haykırdı Pavel Petroviç; kesinlikle daha fazla kendisini tutabilecek durumda değildi, "Bu bayağı vecizenizle Rusya'da neyi desteklediğinizi düşünmüş olsanız bari! Hayır, bu, bir meleği bile çileden çıkarabilir! Güçmüş! Vahşi bir Kalmuk'ta da, bir Moğol'da da güç var. Onların gücü ne işimize yarar? Bizim için değerli olan uygarlıktır, evet efendim, evet, sayın bayım; bizim için değerli olan uygarlığın meyveleridir. Bu meyvelerin hiçbir değeri yoktur demeyin bana: En kötü bir ressam, un barbouilleur, bir geceliğine beş kapik verilen bir çalgıcı bile sizden daha faydalıdır, çünkü onlar uygarlığın temsilcileridir, kaba Moğol gücünün değil! Siz kendinizi öncü insanlar zannedin ama size sadece bir Kalmuk çadırında oturmak yakışır! Güçmüş! Şunu da aklınızdan çıkarmayın güçlü baylar, siz topu topu dört buçuk kişisiniz, oysa onlar, en kutsal inançlarını ayak altına almanıza izin vermeyecek ve sizi ezecek olanlar milyonlarca!"

"Ezerlerse de oh olsun," dedi Bazarov. "Yalnız pek belli de olmaz. Biz, sandığınız kadar az değiliz."

"Nasıl? Koskoca bir halkla baş edeceğinizi söylerken şaka etmiyorsunuz, değil mi?"

"Biliyorsunuz, Moskova bir kapiklik bir mum yüzünden yanmıştı," diye cevap verdi Bazarov.

"Demek öyle, demek öyle. Önce şeytanca bir gurur, sonra da bir yığın alay. İşte bakın gençlik neyle uğraşıyor, genç insanların deneyimsiz yürekleri neyin esiri oluyor! İşte bakın, biri yanınızda oturuyor, nerdeyse size tapacak, doya doya seyredin. (Arkadiy başını çevirdi ve kaşlarını çattı.) Üstelik bu hastalık pek uzaklara yayılmış. Bana anlattıklarına göre, bizim Roma'daki ressamlar, Vatikan'a ayaklarını bile basmıyorlarmış. Raffaello'yu neredeyse budala sayıyorlarmış, çünkü efendim o bir otoriteymiş; kendileri ise çirkeflik derecesinde güçsüz ve verimsiz insanlar, hayal güçleri ise Çeşme Başındaki Kız'dan ötesine yetmez! Üstelik de kız berbat resmedilmiştir. Size bakılırsa onlara aferin diyeceğiz, doğru değil mi?"

"Bence," diye itiraz etti Bazarov, "Raffaello metelik bile etmez, öbürleri de ondan aşağı kalmaz."

"Bravo! Bravo! Dinle bak Arkadiy... Bugünkü gençler kendini nasıl ifade etmeliymiş gör! Hem düşün, sizin arkanızdan nasıl gitmesinler! Eskiden gençlerin okuması gerekirdi; adları cahile çıksın istemezlerdi, ister istemez çalışırlardı. Oysa şimdi dünyadaki her şey saçmadır demeleri yeterli, bir anda başarıya ulaşıyorlar. Gençler sevinmişlerdir buna. Aslında eskiden sadece budalaydılar, şimdi ise birdenbire nihilist oluverdiler."

"Bakın göklere çıkardığınız o onur duygusu size nasıl ihanet etti," dedi Bazarov sakin bir şekilde. Bu arada Arkadiy kıpkırmızı olmuştu ve gözleri parlıyordu. "Tartışmamız çok uzadı... Galiba, en iyisi burada kesmek. Bugünkü yaşamımızda, aile ya da toplum yaşamımızda," diye ekledi Bazarov ayağa kalkarak, "tümüyle ve acımasız şekilde inkâr edilemeyecek bir tek kuruluş gösterdiğinizde sizinle uzlaşmaya hazır olacağım."

"Size böyle milyonlarca kuruluş göstereceğim," diye haykırdı Pavel Petroviç, "milyonlarca! Şu ihtiyar heyetini alalım mesela."

Soğuk bir gülümseme Bazarov'un dudaklarını çarpıttı.

"İhtiyar heyeti konusunda," dedi, "en iyisi kardeşinizle konuşun. Bu ihtiyar heyetinin nasıl bir şey olduğunu, müteselsil kefaleti, gerçekleri ve benzeri şeyleri artık herhalde kendisi yaşayarak öğrenmiştir."

"Peki öyleyse aileyi, bizim köylülerin ailelerini alın!" diye haykırdı Pavel Petroviç.

"Sanıyorum, bu konuyu ayrıntılı olarak ele almasak sizin için daha iyi olur. Gelin kaynata ilişkilerini duymuşsunuzdur herhalde, değil mi? Beni dinleyin Pavel Petroviç, kendinize iki güncük süre tanıyın, öyle hemencecik bir şey bulamazsınız. Toplumumuzun bütün katlarını ayıklayın ve her birinin üzerinde iyice bir düşünün, biz de bu arada Arkadiy'le beraber..."

"Her şeyle alay edersiniz," diye atıldı Pavel Petroviç.

"Hayır, kurbağa keseceğiz. Gidelim Arkadiy; hoşça kalın baylar!"

İki arkadaş çıktılar. İki kardeş yalnız kaldılar ve önce yalnızca bakıştılar.

"İşte," diye sonunda Pavel Petroviç konuşmaya başladı, "işte size zamane gençliği! Vârislerimiz bunlar işte!"

"Vârislerimiz," diye tekrarladı Nikolay Petroviç hüzünlü bir iç çekişle. Bütün tartışma boyunca kızgın kömürlerin üzerinde oturuyormuş gibiydi ve sadece kaçamak bir şekilde üzüntüyle Arkadiy'e bakıyordu. "Biliyor musun, ne hatırladım ağabey? Bir gün rahmetli anneciğimle tartışmıştım: Annem bağırıyor, beni dinlemek istemiyordu... Sonunda ona beni anlayamayacağını söylemiştim; biz, farklı iki kuşağa aittik. Çok gücenmişti, bense 'N'apalım?' demiştim. 'Hap acı ama yutmak gerekiyor.' İşte şimdi de sıra bize geldi, bizim vârislerimiz de bize siz bizim kuşaktan değilsiniz, acı hapı yutun diyebilirler."

"Sen de haddinden fazla iyi yürekli ve alçakgönüllüsün," diye itiraz etti Pavel Petroviç, "ben, tam tersine, biraz eskimiş, vieilli bir dille ifade etsek ve öyle aşırı bir kendine güven duygusuna sahip olmasak da seninle benim bu küçük beylerden çok daha haklı olduğumuzdan eminim... Hem bu zamane gençliği ne kendini beğenmiş böyle! Birine soruyorsun, şarabı nasıl istersiniz, kırmızı mı, beyaz mı diye? Kalın bir sesle ve o anda sanki bütün dünya kendisine bakıyormuş gibi ciddi bir tavır takınarak 'Kırmızı şarap tercih etme alışkanlığına sahip değilim!' diye cevap veriyor..."

"Daha çay ister misiniz?" dedi Feneçka, kapıdan başını uzatıp. İçeriden tartışma sesleri geldiği sürece oturma odasına girip girmemeye karar verememişti.

"Hayır, semaveri kaldırmalarını söyleyebilirsin," diye cevap verdi Nikolay Petroviç ve onu karşılamak için ayağa kalktı. Pavel Petroviç kardeşine kesik kesik bon soir dedi ve çalışma odasına gitti.

Continue Reading

You'll Also Like

524K 4.5K 26
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
8.5K 309 61
Dumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikolojisine duyduğu tutkulu ilgiyi coşkun bi...
16.3K 443 5
İngiliz centilmen Phileas Fogg, üye olduğu kulüpteki arkadaşlarıyla 80 günde dünyanın etrafını dolaşacağına dair iddiaya girer. Uşağı Parisli Passepa...
4.3K 183 26
Oliver Twist, yoksullar evinde dünyaya gelmiş bir yetimdir. Daha fazla yemek isteme cesareti, kapının önüne konmasına yol açar. Hayatta yapayalnızdır...