HUTAME: HİDDETLİ DOĞAN

Galing kay Sonkahvebukucu_

24.8K 2.2K 2K

Herkes gibi sıradan hayata sahip olan Azura'nın hayatı sevgilisinin yıllarca çalıştığı şirketi dolandırması i... Higit pa

Giriş: Başlangıç
Bölüm 1: Kum Saati
Yeni Bölümden
Bölüm 2: Kış Bahçesi
Bölüm 3: Kelebek
Bölüm 4: TOZ TANELERİ
Doğum ve Ölüm
Bölüm5: Cin Dalaşı: 1. Kısım
Bölüm 6: Cin Dalaşı 2. Kısım
Bölüm 7: Cin Dalaşı pt.3
Bölüm 8: Cin Dalaşı pt.4
Lillith!
Bölüm 9: Ebabil
Bilgilendirme!
Bölüm: 11
Bölüm: 12
Duyuru
ÖNEMLİ DUYURU

Bölüm 10: Azrail Yokuşu

516 83 66
Galing kay Sonkahvebukucu_

Bazıları seni kullanmak istiyor...

Bazıları senin tarafindan kullanılmak...

Bazıları seni kötüye kullanmak istiyor...

Bazısı da kötüye kullanılmak*

Bazen hayatınızda kötü kararlar alırsınız; aramayacağınız birini aramak, çikolata yiyerek diyetinizi bozmak veya korkudan öleceğinizi bile bile hız trenine binmek gibi. İşte benimde şu anda tam olarak yaptığım bu. Bunun yerine bileğimi kesip kendimi camdan aşağıya bıraksaydım daha etkili olurdu. Bu sayede çekeceğim acılar ve belirsizlik hissi yok olurdu.

Ama onun yerine kendimi bile isteye aç kurtların ortasına bıraktım...

Çünkü bana biçilen kadere boyun eğmek zorundaydım...

Havva'ya güvenip buraya gelmem tamamen hataydı. Aslına bakmak gerekirse o duygu yoksunu cadıya birinin güvenmesi aptallıktı ama Samael'in yanımda gelmemesi gerekliydi. Onu ateşe atmaktansa buz tutmuş bir gölde cadıya güvenmek zorundaydım.

Tek başıma bu işi başarmak zorundaydım.

Gözlerimi açtığım andan itibaren alarmlar çalarak "Ne halt ettiğini sanıyorsun!" diye bağıran iç sesime ve korkudan tir tir titreyen bedenime aldırmadan önümde uzanan çorak araziye konsantre olmaya çalıştım. Gri puslu havanın ve etrafta dolanan başı boş ruhların beni korkutmadığını fısıldıyarak irademi zorladım.

Şu anda altıma kaçırmamak için kendimi zor tuttuğumu söylemem gerek!

Söylediklerimin hiçbir işe yaramacağını biliyorum elbette! Havanın kurşun gibi ağır olduğu ve üzerinde bir tane otun bile yeşermediği bu uçsuz bucaksız vadinin gerçekte böyle olmadığını biliyorum. Güneş, yaşayan ruhlara sirayet etmesede cezalarını bekleyen ruhların içini kavuruyor biliyorum.

Azrail Yokuşu günahkâr ruhların, dünyanın son gününe kadar hapis edildikleri bir hapishaneydi aslında. Buradaki ruhların hepsinin genel olarak işledikleri günahlar aynıydı. Büyü yapmak, cinlerle iletişime geçmek veya onları kendi amaçları için kullanmak... Kısacası hepsi kibirlerinin kurbanıydı ve şimdi, hepsi burada hesap gününe kadar beklemek zorundaydı.

Ölüm onlar için kurtuluş olmamıştı...

Peki benim için olacak mıydı?

Senoy'un anlattığı bilgiler zihnimde yankılanmaya devam ederken görevime odaklanmak zorundaydım. Buraya ruhuma işlenmiş kilitlerden kurtulmaya gelmiştim ve zamanım oldukça kısıtlıydı çünkü bedenim şu anda kireç sarayının mahzenlerinde Havva'nın koruması altındaydı. Havva çeşitli büyülerle bedenim ile ruhum arasına uzanan kordonu güçlendirmeye çalışıyordu ama büyüler de bir yere kadar buradaki zamanımı uzatabilirdi. Zamanında buradan ayrılmazsam veya bir iblis beni fark edip ruhum ile bedenim arasındaki bağlantıyı keserse sonsuza kadar burada kalırdım.

Bedenimde ebedi uykuyla buluşturdu...

Burada zaman dünyadaki zamandan daha hızlı akıyordu. Dünyada geçen bir saniye burası için saatlere eş değerdi. Bu yüzden Cühenna kabilesi liderinin oğlu Es'Ab'ı bulmak zorundaydım.

Hem de en kısa zamanda!

CÜHENNA kabilesi bilinen cin toplulukları içerisinde en tehlikeli ve en gaddar olan kabileydi. Büyü ilminin merkezinde olan bu kabile ile atışmak ölüm dalışına girmek gibiydi. Cinlerin bile korkup dışladığı bu kabilenin oğlu Es'Ab Samael'in arkadaşıydı ve buradan bir an önce gitmek istiyorsam onu bulmak zorundaydım.

Çünkü Cühenna kabilesi insanlardan nefret ederdi...

Özelikle de benim gibi soyu belli olmayanlardan...

Nereden başlayacağımı bilmeyerek etrafıma bakınmaya devam ettim. Bu çorak topraklar uçsuz bucaksız olduğu kadar tehlikeliydi ve yanınızda bir rehber olmadan ilerlemek imkansızdı. Havva'nın beni görünmez kılan tılsımların işe yarayacağını umarak kendimi toparladım. Gelmeden önce unutursam her şeyi berbat edeceğimi söylediği efsunlu sözcükleri fısıldamaya başladım.

"Ey Cühenna kabilesinin varisi Es'Ab. Seni çağırıyorum. Gel de bu puslu hava dağılsın. Gel ki sana getirdiğim habere erişesin!"

Hiçbir şey olmadı.

Ta ki arkamdan biri "Azura gerçekten de aptal bir kızmışsın!" diyene kadar.

Olduğum yerde sıçramama neden olan bu ses kudretten ve haklarında anlatılan korkunçluktan oldukça uzaktı. Toy ve neşeli sayılabilecek bu sesin sahibinin görüntüsü korkunç olamazdı ama o metruk evde karşılaştığım yaratık yüzünden ardıma bakma cesaretini gösteremedim.

Havva'nın söylediği "kudretli ol ve kanına yakıştığı gibi davran" kuralı buraya kadardı.

"Arkana dön hadi! Poponu göstermek için beni buraya çağırmadın herhalde?" derken sesinde ki muziplik, içimde büyüyen korkuya kafa tutan cinstendi.

"Ha" cidden yani. Koskocaman "Ha" dedim. Senoy, Samael ve Ahkzezeal da dahil olmak üzere kocaman bir grup cinlerin oyuncu olduklarını söylemişti ama bu Es'Ab oyuncu olmaktan ziyade küçük bir çocuk gibiydi.

Arkamı döndüğümde görmediğim bir yaşım varsa ona girdim çünkü karşımda duran kişi...

Bir çocuktu!

Es'Ab kopkoyu mavi gözlere ve esmer bir tene sahip beş yaşında bir çocuktu. Yolda gördüğünüzde "Ay sen ne kadar şirinsin ya" deyip yanaklarını sıkabileceğiniz türden bir çocuğa benziyordu. "Görünüşüm seni aldatmasın. Sadece ilk buluşmada seni korkutmak istemedim." derken bile sesinde oluşan tını çocuksu ve neşeliydi.

Cinler gerçekten de oyun oynamayı seven yaratıklardı!

"Samael nerede?" diye sorduğunda bakışlarımı yere eğip ayağımla yerdeki otları eşelemeye başladım. Bir süre ikimizde sessiz kaldıktan sonra Es'Ab "şeytanın kararını duymuşsun demek." dedi.

"Senin de bundan haberin var mı?"

Es'Ab çocuksu bir ifadeyle muzipçe gülümseyerek "Nerede olduğunun farkında mısın? Şeytanın oyun bahçesindeyiz ve burada hiçbir şey gizli kalmaz." diyerek nerede olduğumu hatırlattı.

Burası şeytanın bahçesiydi ve şeytan burada olduğumu biliyordu.

Eğer henüz öğrenmediyse bile kokumu alıp yaratıklarını başıma üşüştürmesi an meselesiydi.

"Samael ruhunda olan kilitlerden bahsetmişti ama ona inanmamıştım. Gerçekten de bunu yapan benim kabilemden biri." derken etrafımda sanki çürüğü olan bir ürünü inceler gibi dolanıyordu.

"Peki beni bu büyüyü yapan kişiye götürebilir misin?"

"Neden seni çiğ çiğ yesinler diye mi? Unutma kabilemdeki herkes benim kadar anlayışlı değil ki bu anlayışımın sebebi de sadece merak." Neredeyse tüm dişlerini göstererek sırıttı.

"Nasıl yani?" Şaşkınlığımı gizleyemedim. Beklediğim neden bu değildi.

Sorumun Es'Ab'ı şaşırtmasını bekledim ama o "önce seni güvenli bir yere kaçıralım" dedikten sonra elleriyle ritmik daireler çizmeye başladı. Elleri hızlandıkça puslu hava dağılmaya başladı. Puslu havada oluşan açıklıklardan güneş ışınları insanı kucaklamak istercesine göz kırpıyordu. Hafif bir esinti gibi vücuduma sızan yeni tomurcuklanmış çiçek kokuları içimde minik ama tuhaf bir kıpırdanmaya neden oldu. Pus tamamen dağılıp da tüm görüntü gözlerimin önüne serilince hafifçe sendeledim. Gökkuşağının bin bir tonuna bürünmüş bir bahçe, her yerde uçuşan kelebekler ve hafif meltem sayesinde nazikçe sağa sola sallanan söğüt ağaçları başımı döndürdü. Nereden bakarsam bakayım çarpıcı ve nefes kesiciydi.

"İşte şimdi oldu."

Gerçekten de olmuştu. Biraz önce içimi kaplayan kasvet ve korku yerini huzur ve güvene teslim etmişti. Kendimi o kadar huzurlu hissediyordum ki son dönemde yaşadığım her şey bana uzakta kalmış anılardan ibaret geliyordu.

Ama gerçek görünenin çok aksiydi.

"Demek Samael'e gerçekten önem veriyorsun ha." derken söylediklerimin Es'Ab ile aramızda bir bağ oluşturmasını umut ettim.

"Ha o yürüyen egoya mı? Ayrıca cinler kendilerinden başka kimseye değer vermez." diyerek aramızda oluşturmaya çalıştığım bağı tek hamlede yok etti.

"Peki o halde neden bana yardım ediyorsun?" başımı hafifçe yana eğip kaşlarımı çattım.

Es'Ab gülümseyerek yere oturdu. Benimde yere oturmam için elleriyle yere vurdu. Sessiz hareketlerle kendimi toprakla buluştururken duyacaklarımdan korkuyordum çünkü kim bana sessizce oturmamı söylediyse sonu pek hayırlı neticelenmemişti.

Şimdi de durum pek farklı gözükmüyordu.

Es'Ab yanına oturduğumdan emin olduktan sonra "Biliyor musun?" diye söze başladı.

"Azrail yokuşu ilk yaratıldığında böyle gözüküyordu. Bu uçsuz bucaksız verimli topraklarda yaşarken tek bir amacımız vardı; o da yaratıcımıza hizmet etmek. Tabii başlarda her şey yolundaydı. Bizler son yaratılanlardık ve hepimizin özel güçleri vardı. Anlayacağın insanlar ortaya çıkana kadar herkes barış içerisindeydi. Sonra topraktan gelenler kendi dünyalarına geçince işler karıştı. Şeytan buraya gelerek bu durumdan hoşnut olmayan kim varsa kendi etrafına çekip bir ayaklanma başlattı. Yaratıcı bu durum karşısında iki evren arasına duvar çekti ama bu şeytanı yıldırmadı. Duvarı parçaladı ve cinleri insanlara musallat etti. Tabii insanların dünyasına gidipte onların bizden daha iyi şartlara sahip olduğunu gören cinler onlara musallat olmaya, büyüye teşvik etmeye ve en kötüsü de öldürmeye başladı. Sonrası ise malum." Ellerini iki yana açıp başını salladıktan sonra sözlerine devam etti. "Cinlerin cirit attığı ve büyünün kol gezdiği, bolca cezalandırılması gereken ruhun olduğu bir dünya ortaya çıktı. Eh en sonunda yaratıcı bu dünyayı yakarak şeytana bıraktı. Bu gördüğün topraklarda şeytanın kibrinden korunmuş tek yer."

Es'Ab'ın anlattıkları kanımın çekilmesine neden olmuştu. Şeytanın kibri ve pisliği her diyarı kirletmekteydi ve kimse bunun önüne geçmemişti. Şimdi Azrail yokuşu ve dünya arasında hiçbir fark kalmamıştı. İkisi de yaratıcı tarafından tek bir amaç için yaratılmıştı ve ikisi de şeytanın kötülüğüne bulanmıştı. Tek bir fark vardı. Azrail yokuşu şeytana teslim olmuşken dünya henüz böyle bir tehlikeyle tanışmıştı.

"Sana yardım edeceğim."

Cümleler ağzımdan istemsiz dökülmüştü. Olay sadece dünyayla alakalı değildi. Uzun zamandır süre gelen bir kötülük vardı ve artık bu sona ermeliydi.

Hafifçe kıstığı gözleriyle bana dönerken "Emin misin?" diye sordu.

"Evet! Birileri şeytanı durdurmak zorunda ve bu durumda şaka yapmak için bir neden görmüyorum." Önümde uzanan çiçek tarlasında ki çiçeklerle oynamaya başladım.

Es'Ab huzursuz edici bir sessizlikten sonra "Sana cinler ile ilgili öğrenmen gereken ilk şeyi söyleyeyim Azura; Bir daha cinlerin ne istediklerini duymadan tekliflerini kabul etme. Aksi takdirde sonuçları senin için pek hayırlı olmayabilir."

Es'Ab'a tek kaşımı kaldırıp "Umrumda değil" dedim. "Zaten benden alabileceğim bir canım var. O da mevcut şartlarda pek önemli değil "diyerek cümlemi tamamladığımda Es'Ab kahkalar atarak "görecegiz." dedi.

Son zamanlarda zaten bir şeyleri sürekli görüyorduk.

"O zaman başlayalım mı? Burada fazla kalmamalısın. Bağının zayıfladığını şimdiden hissedebiliyorum." derken gözleri çakmak çakmak parlıyordu.

"Havva bu işin üstesinden gelebilir" dememe fırsat bile bırakmadan "Havva şu anda yerinde değil. Yerinde olsam o cadıya güvenmek için bu kadar aceleci davranmazdım." dedi.

Sonrasında ise kilitlerimden kurtaracak ayini başlattı.

Anlamlandırmamın imkânsız olduğu cümle öbeklerini havaya savururken etrafımızda gezinen hayvanların hepsi etrafımızda çember oluşturmaya başladı. Her bir sözcüğün sonunda etrafımızda daha sıkı bir halka oluşturan hayvanlar kendi dillerinde ulumaya başlarken Es'Ab büyülü sözcükleri okumaya hız kesmeden devam ediyordu.

"Şimdi." dedi iyice yanıma sokularak. "Yere uzanıp gözlerini kapat Azura ve ben sana gözlerini aç demeden de sakın açma."

Bende gözlerimi sıkı sıkıya kapattım.

Başta önümde siyah karanlıktan başka bir şey yoktu ama Es'Ab'ın sesi yükseldikçe siyahlık dağılmaya başladı. Perdeye ilk bir kadın girdi. O kadar güzeldi ki. Upuzun kızıl saçları ve benimle aynı göz renginin yanında Havva'ya benzeyen yüz hatlarının ve heykel traşın elinden çıkmış gibi görünen vücudun sahibinin kim olduğunu sorgulamaya vakit bile harcamadım.

Bu annemdi.

"Sana bunu yaptığımız için üzgünüz kızım ama seni korumak zorundaydık." derken onun annem olduğundan yüzde yüz emindim. Havva ile aynı kibre sahip bu kadın başıma gelen onca olayın müsesibi değildi. Sanki yaşanan ve yaşanacak onca olay onun için değersizdi.

"Seni görmek ve özrünü dinlemek istemiyorum." derken gözlerimi açmamak için kendimi zor tuttum.

Buna karşılık o sadece gülmekle yetindi...

"Aynı bana benziyorsun. Aynı kararlılık, aynı kibir. Senin gibi bir kızım olduğu için ne kadar gurur duysam az. Sakın pes etme ve herkese güvenme." diyen babam sahneye girerken gözyaşlarımın yanaklarımdan sızdığını hissettim.

Gözlerim anneme benzese de dış görünüş olarak babamın bir kopyasıydım. Saç rengimden tutun da çenemin köşesindeki gamze bile babama aitti.

Bunun için ne kadar minnettar olduğumu anlatamam sanırım.

Babama cevap vermek üzereyken silinerek ortadan kayboldu. Panikle etrafıma bakınmaya çalışırken derinlerden "Boşuna babanı arama küçük Azura." Sesini işittim. Bu sesin sahibini tanıyordum.

Şeytan...

"Beni yok etmek için bu kadar çabalamanı takdir ediyorum doğrusu ama bir düşün. Ben ölünce kötülükler duracak mı?"

Kekeleyerek "Sen her yeri yok etmek isteyen bir iblissin. Devam edecek kötülüklerin hiçbiri senin yapacağın kötülükten daha büyük olamaz." diye cevap verdim. Elimde olsa onu şu anda boğazlayabilirdim.

Şeytan kahkahalar atarak "Dediğin gibi olsun küçük kız ama şunu bil ki beni yok edemezsen sarayımın yeni fahişesi sen olacaksın. Çocuklarım senin rahminden gelecek." dedi. Konuşurken o kadar sakin ve o kadar baştan çıkarıcı bir havası vardı ki karşındakinin kim olduğunu bilmesem kendimi şuracıkta ona teslim edebilirdim.

"Azura uyan!"

Es'Ab'ın bağırmasıyla sıçrayarak gözlerimi açtım. Kâbusum bitmişti artık güçlerim benim kontrolümdeydi ve korkmam gereksizdi.

Bu sadece benim düşüncemdi.

"Es'Ab?" Korkuyla karışık bir ifadeyle "acilen buradan gitmek zorundasın." dedi. Ne olduğunu sorgulamak için ağzımı açmama bile müsaade etmeden bağımı çekiştirip uyanma ritüelime hazırlanmaya çoktan başlamıştı.

Ama her şey için çok geçti...

Ağaçların arasından gelen "Yerinde olsam o küçük orospuyu buradan kaçırmak için boşuna debelenmezdim sıçan!" sesiyle arkamı döndüğümde Lilith'le göz göze geldim.

Korktuğumu anladığında gülerek elindeki hançeri bana doğru fırlattı.

Hançerin hedefi ben değildim.

Lilith dünyayla aramda olan bağı koparmıştı.

Vücudumu saran acı içinde kıvranırken

Artık av değil avcıydım...

Her şey buraya kadardı...

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

190K 15.7K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
26.9K 362 22
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
3.7M 307K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
10.5K 32 7
Selam ben Asya 26 Ekim 2008 doğumluyum. doğduğum günden beri bir yurtta kalıyorum, annemi ve babamı hep çok merak etmişimdir. Neden bıraktılar beni b...