for lovers who hesitate, taek...

By starkheal

196K 21.4K 9.7K

jeon jeongguk'un her şey hakkında bir fikri olurdu ama kim taehyung'un etrafa, sırf onu görebilmek için baktı... More

bölüm 1
bölüm 2
bölüm 4
bölüm 5
bölüm 6
bölüm 7
bölüm 8
bölüm 9
bölüm 10
bölüm 11
bölüm 12
bölüm 13
bölüm 14
bölüm 15
bölüm 16
bölüm 17
bölüm 18
bölüm 19
bölüm 20
bölüm 21
son

bölüm 3

12.6K 1.6K 576
By starkheal

Ertesi sabaha uyanabilmiş olduğumu anlamak zordu.

Yüzümün orta yerinde incecik bir sızı vardı ve sarı sokak ışığı etrafına toplanmış küçük sineklerin vızıltısı gibi başımı döndürüyordu.

Kim Taehyung'un buzu bir işe yaramamış olsa gerek ki, aynaya bakma cesaretini gösterdiğim o küçücük saniye içerisinde, hafifçene bir morluğun kendine yer edindiğini görmüştüm. Çok silik, ayırt edilmesi güçtü. Çok yakından incelenmediği takdirde kalemin elime bulaşan mürekkebini yüzüme sürmüşüm gibi gözüküyordu.

Kimsenin incelemeyeceğini düşündüğümde ise, hava hoştu.

O gün her zaman olduğundan daha sıcak bir havanın varlığını, daha dışarı çıkmadan hissedebiliyordum. Aralık pencereme sıkıştırdığım gazete parçasını çekip aldığımda, pencerem gıcırtıyla açıldı ve küçük odamı süpürüp geçen belli belirsiz bir esinti içeriye doldu.

Dışarısı buhar dumanın ardından bakıyormuşum gibi koyu bir sisle kaplanmıştı. Üstelik sabahın erken saatlerinde olmamıza rağmen güneşe dair belirti bile yoktu. Küçücük ve içine tıkışmış olduğum evim havanın getirdiği buhranla olabildiğinden daha da küçülmüştü sanki.

Ben eski bir stüdyo dairesinde yaşıyordum. Yoongi varlıklı bir aileden gelen ve bununla övünmeyi sevmeyen bir tipti. Evde ailesiyle hemen hemen her gün yaşadıkları tatsızlıklar sonucunda evden atılırdı ve bu zamanlarda benimle kalıyor oluşunu bahane edip onu kirama ortak etmiştim.

Benim ailem uzaktaydı. Abim ve annem aynı şehirde olmamıza rağmen benden uzakta yaşıyordu ve bazen yaptığımız günlük konuşmalar dışında herhangi bir bağımız olmuyor, gün içerisinde ne yaptığımızdan bir haber bir şekilde ertesi sabaha uyanıyorduk. Bunun sebebi sanırım babam olsa gerekti. En azından ben böyle düşünüyordum. Üç sene öncesinde bir kumar borcunun altına girmişti ve sahip olduğumuz her şey bir gecede yok olup gitmişti. Bu olayın ardından ailem dağılmış ve herkes kendi hayatını kurmaya odaklanmıştı. Annem hastalığım sebebiyle yalnız yaşamamı istemediğinden, her ayın belli günlerinde doktor kontrolüne gitmem konusunda ısrarcı olmuştu.

Babamın hepimizi parçalara ayırışının ardından, hastalığım daha da şiddetlendi.

Sıcak havanın etkisiyle mavi kotumu ve üstüme de beyaz bir penye geçirdim. Neredeyse şeffaf diyebileceğim penye vücudumun saydam bir şekilde belli olmasına neden olsa da, böyle havalarda okul çekilmez olduğundan daha iyi bir seçeneğim yoktu.

Küçük 69 model bir Ford'um vardı. Kaslarımın olası kitlenme durumu halinde, bir felaket yaşanabileceğinden dolayı ehliyetim elimden alınmıştı. Ben de sadece kısa mesafeler için arabama yasal olmayan bir şekilde biner olmuştum. Bakımlarını yaptıramadığım için bana sorun çıkardığı oluyordu. Bu nedenle toplu taşımayı daha çok tercih ediyor ve her gün fakülteye giden, C23, numaralı trene biniyordum. Bu artık benim için bir rutin halini almıştı.

Tren garı evime oldukça yakındı. Bazen insanların gürültüsü dairemin duvarlarında çınlar ve kulak zarımı delermişçesine bir vızıltının esiri olmama neden olurdu. Böyle günlerde tüm pencereleri kapatır ve her yanıma dolan sinir dalgalarıyla baş başa kalarak, kendi sessizliğimin içinde otururdum. İnsanlara olan öfkemi dışa vurabilmem, ancak böyle oluyordu.

C23'ü yaklaşık on beş dakika kadar, bu rekor bir süreydi, bekledim.

O sırada telefonumun kotumun cebinde titreştiğini hissettim. Vagona binerken etrafta kimsecikler yoktu. Benim bölgemden trene binen pek kimse de olmazdı çünkü otobana bağlanan iki ana yol, bölgenin metrelerce yakınındaydı. Benim dışımdaki tüm diğer normal insanlar arabalarını kullanarak ulaşımını sağlıyordu.

Boş olan bir yere oturduğumda, sırt çantamı karşı koltuğa koydum. Koltuk değneklerimi yanı başıma yerleştirmem uzun sürmüştü çünkü tren hareket halinde olduğu zaman ikide bir birbirlerine çarparak çıngırdıyor, boyutlarından dolayı iki yana yalpalanıyorlardı.

Okula ulaşmama beş durak vardı.

Telefonuma gelen titreşimin sebebi ise Yoongi'nin mesajlarıydı. Hepsi büyük harflerle yazılmış ve ünlemlenmiş dört mesaj vardı.

Özetle, Kim Taehyung'un bizim okulda olduğunu söylüyordu.

Kim Taehyung'un okulumuzda olmasının tek nedeni maç olabilirdi. Onun dışında iki okulun da birbirlerini ziyaret ettiği tarihlerinde görülmemişti. İçimde amansızca bel bağladığım ve kendini utana sıkıla belli eden, oldukça kısık çıkan bir ses vardı ve bunun benimle ilgili olabileceğini söylüyordu.

Derken Yoongi'den bir arama aldım.

"Sana nerdesin diyorum? Neden bu kadar geciktin?"

Sesinde öfke ve şaşkınlık vardı.

"Tren gecikti. Geliyorum birkaç durak kaldı."

"Mesajlarımı gördün mü? Taehyung burada. Resmen okulumuzun bahçesinde dikiliyor. Öylece. İnsanlar ne kadar çok konuşuyor biliyor musun?"

"Neden gelmiş?" dedim.

"Bilmiyorum. Yanına gidip sormak istiyorum."

"Sor o zaman Yoongi. Neden bu kadar utanıyorsun? Bir şeylerden çekinmek senlik değildir."

"Biliyorum; evet biliyorum. Tamam sormaya gidiyorum. Kapat ve hızlı gel ve lanet olsun resmen simsiyah gözüküyor. Gece gibi. Nasıl konuşmayı başaracağım ki sanki?"

Onu anlayabiliyordum. Telefonu kapattım.

Tren son durağa gelene kadar karışık duygularımla baş etmekte zorlanıyordum. Sanki çok güçlü eller kafamı iki yandan tutuyor ve sertçe kendine doğru çekiyormuş gibi yersiz bir baş ağrısı en orta yere yerleşmişti.
Sanki çok ama çok kısacık bir süre için başımı yukarıya kaldırıp da gökyüzüne bakmak istesem, içimde ne var ne yoksa başımdan aşağıya dökülecek ve seçemediğim bir güç elimde kalan son şeyleri de benden alıp götürecekmiş gibi huzursuz bir o kadar da diken üstünde hissettiren bir baş ağrısıydı bu.

Okula doğru yürürken kendimi etkisi altına girdiğim apansız duygudan soyutlamaya çalıştım. Her zaman olduğundan daha yavaş yürüyordum. Sanki saliseler içinde olası bir kasılma her yerimi saracak ve beni olduğum yere yapıştıracakmış gibi hissettim. Adımlarımı bileklerime bağlanmış görünmez iplerle çekiştiriyorlarmış gibi yürüdüm.

Okulumuzun can sıkıcı mimarisi gözlerimle buluştuğunda, bahçenin her zaman olduğundan daha kalabalık olduğunu fark ettim. Bana öyle geliyordu ki, son günlerde bazı şeyler alışılmış değildi.

Kim Taehyung bahçenin sol kısmında bulunan ve okulumuzun simgesi olan heykele yaslanmış, Yoongi'nin dediğinden farksız, geceyi yansıtıyor gibi gözüküyordu. Siyah gömleğin üzerine, aynı renkte keten bir ceket giyiyordu. Yırtık siyah kotunun paçalarını, botunun içine sıkıştırmıştı. Etrafa merakla bakan gözlerini uzaktan bile seçebiliyordum. Derken gözleri taradığı yerden usulca uzaklaştı ve bana doğru bakmasına neden oldu. Olduğum yerde çok kısacık bir an tereddütle durdum ve koltuk değneklerimi olabileceğinden daha sıkıca tuttum. O an sanki en sevdiğim şarkı kulaklarıma dolmuş gibi bir hisle sarsıldım. Sanki ruhumun ne olduğunu fark etmişim gibi.

Ben orada dikilirken, o benden farklı olarak yaslandığı yerden kalktı ve hızlı adımlarla benim yapamayacağım kadar hızlı adımlarla, yanıma geldi. Eğer dikkat içerisinde dinlersem, bana nasıl bir insan olduğunu gözleriyle söyleyebilecek, sanki yıllardır dostummuş da onu bir anda her hücresiyle tanıyabilecekmişim gibi baktığı gözlerini hiç üstümden çekmeyerek; tam önümde durdu.

Aynı dün akşam yüzüme buz sürmek için yaptığı gibi.

"Yüzün." dedi. Sesini unuttuğumu sanışım, kulaklarımla buluşana kadardı. "Morarmış. Buz sürmüştüm halbuki."

Yutkundum. "Geçer." dedim. "Ben endişe etmiyorum."

"Yine de, buz sürmüştüm."

Herkes onun sahip olduğu potansiyeli en büyük gerçek buymuş gibi hissederken o kendinden sürekli şüphe etmekle meşguldü.

"Neden geldin?" diye sordum. "Maçlarla ilgili bir durum mu var?"

"Hayır." dedi. Başını iki yana salladı. Sürekli ve sürekli gözleriyle bir şeyleri açıklamaya çalışıyor, dudaklarından çıkmaya cesaret edemeyen kelimeleri benim boğazıma dolanıyordu. Sürekli mahçup olmuşluğumun getirdiği bir tedirginlik yüzünden, ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyor; bana olan bu ani ve beklenmedik davranışı karşısında şaşalıyordum.

İnsanların şüpheli bakışları altından bize baktığı, daha çok Taehyung için baktıkları ve beni yadırgadıklarını fark ettiğimde; bu bana etraftaki her şeyin durmuş olduğunu hissettirdi. Gerçekten kaliteli filmden anlamayan birinin durdurduğu basit bir sahnenin ana rolleriymişiz gibi.

"Sana krem getirmiştim. İyi olduğunu söylüyorsun belki ama ben gerçekten suçlu hissediyorum."

Anlamsızdı.

Tüm bu söylediklerini idrak edebilmek için gerçekten uğraş veriyordum. Karşıma geçiyor, işlevsiz birkaç kelimeyi bir araya getirerek karışık bir kombinasyon oluşturuyordu ve tüm bu işleviz kelimeler aslında dünyanın en kocaman anlamlarını taşıyormuşçasına duyuluyor, bunu böyle anlamamı bekliyormuş gibi tonluyordu sesini. Sanki ben bir makineydim ve onu algılamamı bekliyordu.

Sorun şu ki ben onu hiç tanımıyordum. Bu yüzden de bana uzattığı kremi alırken uzunca tereddüt ettim.

"Teşekkürler." dedim. Kremi cebime koydum. Dün akşamın aksine, teni tenime nokta kadar bile değmedi.

Sonrasında koltuk değneklerimi işaret etti ve nedenini sordu. Ona hastalığımdan bahsettim. Ayak üstü yaptığımız bu muhabbetin belli bir kısmını ekşittiği suratıyla dinledi. Bana acıdığını, içinde bir şeylerin bana bakarken sızladığını çok net görebiliyordum. İnsanların yüzlerinden saliselik de olsa geçen tüm o küçük duyguları okuyabilirdim.

Yoongi bazen bu özelliğimden korkardı.

Bir saniye içinde kafamı bir rüya gibi bölük pörçük yaşadığım asıl gerçekliğimden sıyrıldığım o anda Yoongi'nin nerede olduğunu merak ettim ama bu kısacık sürdü.

"Biraz yoruldum." diye mırıldandım. "Olduğum yerde durduğum zaman böyle hissediyorum."

"Sanki eriyormuşsun gibi mi?" diye sordu. Sesinde çekince vardı. Sanki gerçekten benimle konuşmak onu mahçup ediyor ve azından çıkacak en ufak bir lafı dahi kafasında tartıyor gibi karışık yüz ifadesi, okumamın çok zor olduğu bir tablo gibiydi. Sadece işi bilenlerin anlayacağı, diğerlerinin boşluğa bakmaktan farksız davranacağı gibi.

Daha sonrasında Kim Taehyung bana oturarak konuşmayı teklif etti ve böylece halı sahaya yani tribünlerin olduğu yere yürümeye başladık. Taehyung'a kıyasla daha yavaştım. Değneklerime şu anlık ihtiyaç duymuyordum ama yine de beni yönlendirmelerine izin veriyordum. Çok değil, yalnızca birkaç adım sonra gerisinde kaldığımı, belki de bu içler acısı durumumu içinde sızlayacak küçücük bir kesik gibi hissetti ve adımları yavaşladı; eşit hizada yürümemize neden oldu.

Etrafta dolanan yoğun bakışlardan kaçabilmek adına boğucu havaya bakıyor bazen de birbirinden uyumsuz savsak adımlarımızı izliyordum. Sanki onunla sahaya doğru giderken nereye yönlendiğini, nerede biteceğini bilmediğim bir yolda yürüyordum. O ise benim aksime normal gözüküyordu. Her zaman olduğu gibi. Donuk bir beden ama sayısız duygunun yüzünden geçişi.

Şimdiki halini tanımlayacak şeyler ise daha çok tedirgin ve aynı zamanda rahat olmanın verdiği zıtlıkta, hangi tarafın ağır bastığı kafasını karıştırdığından karman çorman olmuş gibiydi. İşte tam olarak böyle ifade edebilirdim. Öyle gözüküyordu.

Tribünlere geldiğimizde demir kapıyı açtı ve içeri girmem için tuttu. Başımla hafifçe teşekkür ettim.

Koltuklar bomboştu. İlk saatlerden beri devam eden boğuculuk yüzünden içim daha da sıkılıyordu ama Taehyung'un yüzüne baktığım o zamanlarda karşı karşıya geldiğim dinç ifadesiyle baş etmek güçtü.

O koltuklardan herhangi birine yan şekilde oturduğunda ben de bir üstteki koltuğa sahaya bakacak şekilde oturdum. Değeneklerimi sabitlemeye çalıştığımda doğruldu ve "Ben hallederim." dedi. Böylece değneklerimi aldı ve en yatay bir şekilde iki koltuk sırasına yerleştirdi. Sanki bu en sevdiği işmiş gibi.

Yerine yerleştiğinde ellerimi bacaklarımın altında birleştirmiş bir şekilde karşıya bakıyordum. Sessizlik çok ürkütücü bir yandan da haklıydı.

Sürekli karşıma çıkıyor oluşunu garipsiyordum çünkü inanın onunla konuşacak herhangi bir şeyim olması fikri bana hiç tanıdık gelmiyordu. Ama o bunun aksini düşünürmüş gibi gözlerime bakıyordu. Siyah tutamları hafifçe uçuşuyor, alnına; gözlerinin üstüne düşerek hafifçe süzülüyordu. Suratınızda ılık ışık dolaşan, yunmuşacık bir esinti gibi. Kim Taehyung yüzüme sadece bir gece önce buz sürerken hissettiğim gibi.

Sessizliğimizi bölen ben oldum.

"Neden bu kadar endişe duydun. Kaç gün daha soracaksın?" dedim. Kaba duyulmasını önemsemedim çünkü mantığımın almadığı şeyleri dışa vurma yönetimim sadece buydu.

"Bilmiyorum." dedi. Sıkıntılı bir nefes verdikten hemen sonra. "İçimden böyle geliyor."

Derken sonsuza dek sessizliğe ve hissizliğe gömüldüğüne inandığım sohbetimiz telefonumdan gelen aramayala bambaşka bir aleme geçmişçesine birbirinden ayrıldı ve sona erdi.

Yoongi arıyordu. Aramasını cevaplamadım. Saniyeler sonra mesaj kutumu işgal etmeye başladı. Ona Kim Taehyung ile olduğumu ve geleceğimi içeren altı kelimelik bir mesajla karşılık verdim ve telefonu sessize aldım.

Taehyung bana bakıyordu. Her zaman yaptığı gibi. Sanki bana bakmak hayatta yapmayı bildiği tek şeymiş gibi davranması can sıkıcıydı. Bunu hissettirebilmek adına bende ona baktım. Onun yumuşak bakışları benim öfkeli bakışlarımla çatıştı; ortaya anlam veremediğim birkaç tılsım yayılmış gibi, güçlü gelen taraf karşısındakini etkisi altına aldı ve öfke yumuşamaya dönüştü.

"Kim aradı?"

"Yoongi." dedim.

"Hep yanında olan çocuk mu?" dedi.

Başımı salladım. O da başını salladı ve bakışlarını kaçırarak yere odakladı. Dudakları hafifçe büzüldü ve sonrasında bir şeyleri tartmaya çalışıyormuş gibi tekrar alıştığı yere, gözlerime tırmandı.

"Yoongi seni çekici buluyor." dedim. Neden bunu söyleme ihtiyacı duyduğumu kestiremedim. Yoongi bunu yapmama izin verir miydi bunu da bilmiyordum ama yaptım. Yaptım ve oldukça somut haldeki bir şaşkınlık dalgasının bedenini hapsedişine şahitlik ettim.

"İlgilenmiyorum." dedi. Sesi hiç duymadığım kadar gür ve kendinden emin çıktı. "Kremini sürmelisin. Çabucak iyileşmek için."

Yanlış yaptığımı hissettim. Suçluluk duygusu doğmaya henüz başlayan güneşin ilk ışıkları kadar keskin ama o bir o kadar da zıttı. Yerime mıhlanmış gibi suspus olduğumda, dizleri üzerinde doğruldu ve değneklerimi sıkıştırdığı yerden çıkararak yanımdaki koltuğa yasladı. Öne eğildiği saniyede pekte yoğun olmayan kokusunu duydum.

Ten gibi kokuyordu. Gerçek ten gibi.

Sonrasında ayağa kalktı ve botları üzerine sertçe bastığında yüzünü görebilmek için kafamı kaldırdım. Aynı anda gözlerim birazcık daha kısıldı ve burnumu kırıştırdım.

Taehyung gözlerime son kez baktı. Bu sefer ne gördüğümü anlayamadım. Genelde anlardım. Karşımdaki kim olursa olsun.

"Ana caddenin en sonundaki plakçıda çalışıyorum." dedi. "Bir gün gelmek ister misin?"

Plakçı.

Bir plakçıya hayatım boyunca hiç gitmemiştim. Belki de bir plakçalarım olmadığı için ihtiyaç duymamış olabilirdim.

"Peki." dedim. "Haftasonları da çalışıyor musun?"

Tereddüt etti. Bana üstten bakıyor oluşu kendimi daha da kapana sıkışmış hissetmeme neden oldu. Sonrasında onayladı ve gelmemi istediğini söyledi.

Tekrar, "Geleceğim." dedim.

Sonrasında kalın tabanlı botlarıyla çıkış kapısına kadar tüm koltukların üzerine basarak ilerledi ve demir kapıyı ardından kapattı. Bana geri dönüp bakmadı ama yürüyüşünde sezdiğim bir şeyler tüm hücrelerinin bazı küçük, bazı insan olmanın getirdiği naif ve nefes kesen duygularla sarsıldığını gösteriyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

11.6K 368 2
hollywood aktörü kim taehyung ve dönemin ünlü calvin klein modeli jeon jungkook, california ve ateşten bedenler. 90's au düzyazı/texting
282K 25.2K 25
❝Kim Taehyung sanata düşkün, gizemli bir hukuk öğrencisiydi. Jeon Jungkook ise onun gizlice fotoğraflarını çekiyordu. Her şey bir gün Jungkook'un Tae...
42.4K 6.6K 13
ben her sabah kravatımı düğümlerdim sense boğazımı