Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞

1.9K 149 81
By mssabelle

Selam😊

Kafalarınız baya bir karışık ? Toparlamaya çalışırken yeni şeyler geliyor aklıma. İyice dağılıyorum. Bence toparlanmanın zamanı. Bazı soruların da cevabı gelmeli. Umarım cevaplar alınır.

Bölüm 38 "Oda Cezası" 🏡

🔥

Unutmayacağın tek şey güçlü olduğundur.

🔥

(1 Gün Sonra)

Marcus Morgan;

Büyücülerin hep yalan olduklarını düşünür, hayatın gerçeklerinden uzaklaştırdığına inanırdı. Büyüler onun için gereksiz ve oyuncak haline dönerken bilge olan annesinin de büyücü olduğuna inanmıştı. Ama aslında bilgelik büyücü demek değildi, büyünün kendisiydi.

Bilgeler, büyü demektir. Onların içinde büyü yaşadığı için büyücüler vardı. Bilgeler hayatta olmazlarsa büyücüler normal insan haline dönerdi. Bilgelerin öldürülmesi, işkence edilmesi, mağdur edilmesi ve onlara daha kötü nicelerini yaparlarsa kim olursa olsun cezası idamdı. Hem krallığını yönetmeye çalışıyorlardı -bir kral veya kraliçe olmasalar da- hem de büyünün kendileri oluyor, büyücülere besin kaynağı sağlıyorlardı.

Bilgeler de şu özellik vardı. Büyüyü taşıyorlardı ama büyü yapamıyorlardı. Kaynağın kendileriydi ama olmuyordu. Büyü sözlerini, nesnelerini, bitkilerini bilirlerdi. Çaresizliklere çare üretirlerdi. Bilgeler bu yüzden güçlüydü; büyü kaynağı, danışman ve dokunulmazdı.

Bilgeler kan bağıyla geçilmiyordu. Yemin ya da kurban gerekmiyordu. Büyü yaşadıkça bilgeyi kendi seçiyordu. Kaynak, insanın bedenine giriyor, onu bilge yapıyordu. Kan bağıyla görüldüğü olmuştur lakin bu nadir olaylardan biriydi.

Annesi bir kaynak olduğundan tehlikeye her zaman açıktı. Ama bunlara karşı bir aile kurmuştu. Krallığı yönetilmesine yardımcı olmuştu. Evlerine gelen krallık askerleri, "Anneniz vebadan öldü." dediklerinde çocukları da bunun birgün olacaklarını biliyordu. Babaları kayıptı. Kendileri ise annesinin cenazesine gitmek istemişlerdi. Çok mu şey istemişlerdi?

Gelmeleri yasaklandı. Kimse bilgenin öldüğünü bilmedi. Çünkü isyan başlamıştı. İsyanda bilge öldüğü duyulursa insanlarda çareyi kral ve kraliçeden alacaktı. Peki onlar kimden alacaktı? Tabiki kendileri umuttu ama onlara umut sağlayan yegane bilgeleri yoktu. Marcus, kardeşini de alıp kaçtığında geriye dönüp bakmadı. Gelecek artık orada değildi.

Ağlayarak yas içinde uzaklaştılar. Mythan'a sığındılar. Marcus girdiği işlerde para kazanıp kardeşine getiriyordu. Annelerinden haber alamadılar. İsyandan dolayı alacakları bilgiler sınırlıydı. Neden kimse bilge öldüğü için bağırmıyor ya da konuşmuyordu? Mythan, isyan için pek bir şey yapmamıştı. Oradan kurtulanları almıştı, yardım götürmemişti. Ülkesine savaş gelsin istemiyordu. Komik. Saygılı olmayı fazla abartmışlardı.

Cesedini veya mezarını göremeyen kardeşler, kendilerine tutunmuştu. Ölmüştü değil mi? Ölmüş ve dünyada tek başlarına kalmışlardı. Baba diye bir kelime ağızlarından çıkmamıştı. Ne ara silip attıkları bile önemsizdi.

Marcus, Katherine'ye döndü. Judas'ın kasabada duyduklarını kafaya takmamıştı. Eninde sonunda herkes Eliana'yı öğrenecekti. Olaylar çabuk yayılmıştı. Artık saklanan açıklanmıştı. Eliana kadar kendileri de biliniyordu. Onlara da büyücüler demişlerdi. Aslında kendisi ve prens hariçti.

"Ne düşünüyorsun?" dedi kardeşi, Alaric'e umutsuzca bakarken.

"Geçmişi..." diye cevap verdi Marcus.

Katherine ona baktı. Abisinin yüzünde geçmişin izleri dolaşıyordu. Bakışları hem yas hem de kaçış içeriyordu. Burukça gülümsedi. "Zor günlerden kurtulduk, abi. Şimdiki halimize baksana. Büyüdük, olgunlaştık, yani kendi açımdan. Sen hâlâ çocuksun." dediğinde Marcus kaşlarını çattı.

"Sensin çocuk."

"Sensin." dedi Katherine karşı çıkarak. "Alaycı tavrın çocukken de vardı. Devam ediyor ki bu hâlâ çocuk olduğunu gösterir."

"Hayır, göstermez."

"Gösterir."

"Sensin çocuk." diyerek diretti, Marcus. Katherine gözlerini devirdi.

"Bir gün geçti." diyerek konuyu değiştirdi. Gözleri Alaric'e kaydığında yaranın üzerindeki bitkileri inceledi. "Bunlar geceden kaldı. Çıkarmaya korktum."

"Neden?" dedi Marcus, sırtını koltuktan çekerek.

"Yara kötü gözükürse bu iyi değil."

"Bir gün geçti, kardeşim. Turp gibi baksana." dediğinde ikisi de bu yalanı duymak istememişti. Gözlerinin önünde komutan eriyordu. Gece kan kusmuş, cildi daha da sarımsı hâl almış ve morarmaya başlamıştı. Bu ölümün vücut bulmuş haliydi. Alaric, gözleri kapalı bir şekilde yüzüstü yatıyordu. Yemek yemedi, su içmedi, sadece tüm gün yattı ve kustu.

"Neyi turp?" diyerek araya girdi Judas. Elindeki içki bardağıyla Katherine'nin yanına oturdu. Alaric'e göz attı. "Nefesi zor alıyor. Büyük ihtimalle ölecek."

Katherine hızla ona döndü. "Ne dedim?" diyerek Tyrone'a baktı. Tyrone omuz silkerek dalgın bakışlarıyla pamuktan yapılmış halıya bakıyordu. Düşündüğü tek şey; Eliana idi.

Bir gün geçmişti ve gelmemişti. Aslan haliyle bile çabuk varmak için hızını artıracağını biliyordu. Başına kötü olaylar geldiyse? Ne yapacaktı? Böyle oturup onu mu bekleyecekti? Yardıma ihtiyacı olabilirdi. Keegan ona yardım eder miydi ki? Kavga etmişlerdi, onlarda kimsenin yapamadığı baba-kız ilişkisi olduğunu anlamıştı. Keegan ölümün kıyısında bile olsa ona yardım ederdi. Tek güvencesi onun güçlü olması ve kadim varlık tarafından korunmasıydı.

Dryden, çıktığı mutfaktan döndüğünde Judas ile Katherine'yi yanyana gördü. Kaşları hafif çatılmış, dudakları düz hale gelmişti. "Muhafızların hepsi mi acımasızca eğitiliyor?" diye sordu abisine.

"Yarı acımasızım." diyerek içkisini ağzına götürdü. "Abin kadar değil, madalya almasına şaşmamalı."

"Acımasızlığı için madalya..." diyerek gözlerini devirdi Marcus, diğer odaya yönelirken. "Katil bozuntusu." diyerek mırıldandı.

"Ne geveledi o?" dedi prens, mutfağın kapısından başını uzatarak.

"Kalk ordan." dedi Dryden, Judas'ın başında bekleyerek. "Hatunumun yanına oturmuşsun."

"Kim kimle çıkıyor anlamadım?" dedi Judas, kafası karışmıştı. "Şu ölecek olan kızın sevgilisi değil mi?"

Katherine bitkiyi sökmeye çalışırken eliyle küçük bir hareket yaptı ve içkinin Judas'ın üzerine dökülmesini sağladı. "Yeni bir içki alsan iyi olur. Bir tane de bana getir." dedi Katherine gülümseyerek.

Judas, yüzü somurtulmuş şekilde ayağa kalkıp mutfağa ilerledi. Prensin hiçbir işe dokunmamasını görünce kaşlarını yukarı kaldırarak, "Tertemiz olmuş, prens olduğunuz hiç anlaşılmıyor." dedi dalga geçerek.

"Muhafızlığa kesinlikle aday yapacağım." diyerek kendince mırıldandı prens. "Tyrone-2."

Marcus geri salona döndüğünde Katherine'nin elinde içki bardağı olduğunu gördü. Açılmış yaraya doğru döküyordu. Gözüne takılan yaraya daha fazla bakamamıştı. Çürümüş bir görüntü ve koku veriyordu. Burnunu kırdı ve avucuyla da örtmeyi ihmal etmedi.

"Bu koku bitkiden geliyor." dedi Katherine yüzlerindeki bakışlarından açıklama gereği duyarak. Kendisi de dediğine inanmadı.

"Emin değilim," dedi Judas, mutfak kapısının pervazına yaslanarak. "Kötü görünüyor."

"O gelmeyecek." dedi Tyrone, sıkıntıyla alnını kaşıdı. Geri dönmemişti. Alaric ölüyordu ve bunu kimse söylemek istememişti, tâbi Judas hariç. Komutanı tanımıyordu ve ne kadar önemli olduğunu bilmiyordu.

"Kendi evine gitti." dedi prens. "Geri dönmeliydi."

Judas çatık kaşlarıyla prense baktı. "İnsan kendi evine gidince geri dönmek nedir bilmez." Prens sayesende olaylardan geri kalmamıştı. Eliana'yı, kadim varlığı, aslanları, ormanı tüm ince ayrıntısına kadar dinlemişti. Marcus'dan sonra hayran kaldığı kişi Eliana olmuştu. Kızı görmek istiyordu.

"Hatırladığım kadarıyla en son babasıyla büyük bir kavga etmişlerdi. Geri dönecektir." diyerek sonlandırmak istedi Taylor.

Herkes de aynı düşünce oluştu. Ya gelmezse?

"Ben gidiyorum." diyerek ayağa kalktı, Tyrone. "Onu alıp geleceğim."

"Biriniz onunla gitse iyi olur." dedi Judas, uyarmak amacıyla. "Gene birisini öldürür falan, gelemem o tür ölümlere..."

Marcus ayağa kalktığında Dryden da onu takip etti. Marcus, gözlerini devirdiğinde Dryden konuştu. "Sen onu durdurmak için değil, öldürmesi için ikna edersin." diyerek gözlerini kıstı.

"Bol ölümlü yolculuklar dilerim." diyerek Dryden'a sırıttı, Judas. "Hatununu korurum."

Marcus elini yumruk yapıp karnına sürttü. Vurmamalıydı. Özellikle gitmeye teşvik olmuşken burada kalmamalıydı.

"Eğer kardeşime hatun dersen seni düelloya çağırırım." dediğinde herkes susmuştu.

Düello, birisinin Kızıl Kale'ye gitmesi demekti. Hiçkimse de oraya gitmek istemiyordu. Marcus orayı biliyorken asla bu şarlatan için gitmezdi. Judas da muhafızlık için yetiştirildiği için durmayı bilmezdi.

Marcus Morgan ile dövüşmek demek Kızıl Kale'nin garantisiydi. Özellikle ona bu kadar hayranken saldırmamalıydı. Birbirlerine bakıp durduktan sonra Dryden sırıttı.

"Bir tek bana yapmıyormuş." diyerek mutlu oldu. Katherine, birkaç nesneyi havaya kaldırdığında şirince gülümsedi.

"Kendimi korurum."

Judas prense doğru kaydı. "Büyücülerden uzak durulmasını unutmuşum. İyi ki hatırlattı." dediğinde prens gülmeye başladı.

Tyrone kapıya doğru gitti ve dışarı çıktı. Marcus, kardeşinin alnına öpücük kondurduktan sonra gözleri Alaric'e kaydı. Dryden, gitmeden evvel uzaktan Katherine'ye baktı. Judas'ın ona yaklaştığını gelince öğrenirse Marcus'a gerek kalmadan onunla düellosuz kavga edecekti.

"Eliana'yı bulmadan gelme." dedi Katherine.

"Umarım kaybolmazlar." dedi prens.

"Sapasağlam gelip giderler." diyerek kestirip attığında Judas, Katherine sıkıntılı bir şekilde nefesini vermişti. Judas da kimsenin göremediği bir şey görmüştü.

Tyrone'un küçük miktarda acımasızlığını ve abisinin alaycılığını toplamış, kendisine katmıştı. Bu resmen çekilmez bir insandı.

🔥

"Mythan'ın topraklarından daha çıkamadık. Buraları bildiğine emin misin?" dedi Marcus kaşlarını çatıp önden yol gösteren Dryden'a.

"Mythan ile Kadim Ormanı sınır zaten." diyerek gözlerini devirdi. "Mythan'ın güney bölgesindeyiz. O zaman doğuya doğru ilerlersek ormana çıkma ihtimalimiz çok yüksek."

Atları doğuya doğru döndürdüler. Dryden sırıtarak atını hızlandırdığında Marcus sinirlenerek arkasından yetişmeye çalıştı. Tyrone, kardeşinin bu huyundan nefret ediyordu. Her zaman kandırması çok sinir bozucuydu. Atını hızlandırıp onlara yetişmeye çalıştı.

Yaklaştıklarında kasvetli ve siyah bulutlu hava dikkatlerini çekmişti. Ağaçlar azalmaya başladı. Gözlerini kıstılar, Kadim Ormanı'nın dikenli bitkilerini farkettiklerinde birbirlerine döndüler.

"İyi işaret değil." dedi Tyrone, emin sesiyle.

"O zaman Keegan oradadır." dedi Dryden.

"Kardeşimin teline dokunduysa..." diye başladı Marcus. Ormanın sınırına geldiklerinde atlarından indiler. "Ormanını yakarım." diye sonlandırdı.

"Sevdiğim kadının ruhunu acıttıysa onun ruhunu acıtırım." diye tısladı Tyrone. Ejderhayı tehdit ettiklerinin farkındalar mıydı?

Dryden belli belirsiz düşündü. Sonra omzunu silkerek, "Bana gerek yok, siz zaten içinizden ona bol bol sayıyorsunuzdur." dedi ve elini kaldırıp dikenli bitkilere büyü yapmaya başladı. Geçilebilirdi ama dikenlerin batmasını istemiyordu.

Dikenler kenara kayarken Dryden avucunu döndürdü. Zorlanmasını umuyordu. Parmaklarını avucunun içine doğru büktü ve yumruk haline döndü. Dikenler onlara sağlam ve yarasız bir şekilde geçmeleri için kocaman yer açmıştı.

"Kolay oldu." dedi Dryden.

"Açma şu ağzını." dedi Marcus yanından geçerken.

Dryden, abisine baktı. Elini ormana doğru uzattı. Tyrone da onun yanından geçerken Dryden gülmeye başladı. "Hanımlar önden diyecektim." dediğinde omzuna küçük taş yemişti.

Dryden da geçtikten sonra ormanın ilk geldiği gibi görünümde olmadığını farketti. Canlılar normal yürüyüş yapıyormuş gibi sağa sola gidiyorlardı. Görünürdeki sınırlarda sadece ismini bildikleri vahşi hayvanlar duruyordu.

"Garip."

Marcus insan ebatındaki çalının arkasına saklanmayı tercih etti. Tyrone ve Dryden onu takip ettiğinde arkasını dönmüştü. "Ne zamandır canlılar nöbet tutuyor?" diye sordu.

Tyrone hayvanları inceledi. İçlerinde aslanlara rastlamamıştı. Mağara yakınlarında olabilirlerdi.

"Canlılar bizi görmeden nasıl mağaraya gideceğiz?" Tyrone, gözlerini kısarak bir açıklık bulmaya çalışıyordu. Canlılar sınırda dolaşıyordu, yani koşarak mağaraya giderlerse canlıların hemen onları yakalama olasılığı yüzden azdı. Belki sonra yakalarlardı ama öldürmezlerdi değil mi?

"Dikkatlerini başka yere çekeceğim." dedi Dryden ve elini hafif yukarı kaldırdı ve kendilerinden uzakta bir çalılığı gürültülü bir şekilde hareket ettirdi. Canlıların tek odağı orası olurken tekrar büyü yaptı. Canlılar hızla o çalığa gittiklerinde Marcus önüne dönüp diğer yakın çalığa doğru koştu. Çalılıkları kullanarak mağaraya gitmeyi planlıyordu.

"Swinyer'ın yardımı hiç fena olmazdı." diye homurdandı.

Bacağındaki hafif dokunuşu hissettiğinde irkilip geri adım attı. Swinyer ona bakıyordu. Gözlerini büyüttü. Kükremesini ya da hırlamasını veya sessiz olmasını bekliyordu. Swinyer başıyla ileriyi gösterdi.

"Yardım edecek," dedi Dryden. "Onu takip edelim."

"Keegan'a götürürse?" diye sorarken şüpheli bir şekilde aslana bakıyordu Tyrone.

Dryden gözlerini devirdi. "Yemin ediyorum cahilsin, cahil." Tyrone kaşlarını çattı. "Keegan zaten geldiğimizi anlamıştır." dediğinde Marcus ona döndü.

"İçimi rahatlatmıyorsun."

Swinyer hızlı ama sessiz adımlarla onlardan uzaklaştı. Diğerleri onu takip ederken Dryden geri durmuyor, canlıların dikkatini dağıtıyordu.

Biraz daha hızlanarak mağarayı görmeyi umdular. Ama tek gördükleri mağara değildi. Mağaranın etrafında gezinen aslanlar vardı. Mağaranın girişini görmek için çalılara yaklaştılar. Giriş, gümüş demirliklerle insanların giremeyeceği ve çıkamayacağı şekilde kapatılmıştı.

"Kızını hapis mi etmiş?" diyerek kaşlarını yukarı kaldırarak şaşırdı Dryden.

"Teşekkürler, oğlum." dedi Marcus, Swinyer'a göz kırparak. Swinyer hırlayıp aralarından çıktı ve aslanlara doğru ilerledi. Marcus ve diğerleri gizlenirken Tyrone elinde sıkıca tuttuğu safir hançerin dediklerini bile duymuyordu. Eliana'yı görmek istiyordu.

Aslanlar, Swinyer'ı gördüklerinde başlarını eğdiler. Dryden, arkasında gördüğü orta boylu odunu elini aldı. Diğerlerine gösterip salladı. "Belki oyun oynarlar." dediğinde odunu mağaranın diğer tarafına doğru attı.

"Ne yaptın?!" diye sert ve yüksek sesle konuştu Tyrone.

Aslanlar başlarını o tarafa doğru çekti. Swinyer başıyla orayı gösterince birkaç aslan ilerledi. Sonra Swinyer az sayılı aslanlarla kalınca Marcus ileri atıldı. Tyrone ve Dryden peşinden çıktıklarında aslanlar direk hırlamaya ve pençelerini çıkarmaya başlamıştı.

Swinyer önlerine geçip dişlerini gösterdi. Liderlerini dinlemek ve dinlememek arasında kalmışlardı. Sıska aslan ileri atılınca Swinyer pençesini geçirdi. Aslanlar geri adım atarak insanlara bakıyorlardı. Keegan'ın emrine uymayarak yanlış yapıyorlardı ama liderleri de bir liderdi.

Tyrone hızlı davranarak mağaranın girişine geldi. Demirlikleri tutarak içeriye baktı. Dryden yanına gelip hançerini uzattı. Hançeri eline alıp Eliana'yı düşündüğünde yeşil ışık parladı ve ilerledi. Sonra durdu, sağa doğru gittiğinde ilk önce çıplak insan ayaklarıyla karşılaştı. Tyrone nefesini tutmuştu. Dryden'ı göğsünden itti.

"Çıplak." dedi sadece.

Marcus yanına gelip Tyrone'un omzuna vurdu. "Çıplak." diyerek onu taklit etti. "Gözlerini çek."

"Asıl sen çek."

"Onu ben gördüm." dedi Marcus bakışlarını ona dikerek. Işık ilerledi, Eliana'nın yüzünü örten beyaz saçlarını gösterdi. Üzerinde battaniyesi olduğu için Marcus rahat bir nefes almıştı.

Dryden, kollarını bağladı. Sırtını mağara girişine yaslamıştı. Elini açarak hafif büyüler yaptığında kaşlarını çattı. "Kapıyı açmayı deneyeceğim." dediğinde, "Eliana çok güçsüz." diyerek cevap verdi Marcus. Sesindeki korku ikisine de işlemişti.

"Aç kapıyı." dedi Tyrone. Geri çekildiler.

Dryden iki elini de kaldırıp avucunu girişe uzattı. Havada yankılanan ejderha kükremesi onları irkitmişti. Üçü de arkasını döndüğünde Keegan'ın keskin bakışlarıyla onlara doğru uçtuğunu gördüler.

"Bir daha ağzımı açarsam saçımı keseceğim." diyerek büyük söz söylediğinde düşünerek durdu, Dryden. Kaşlarını çattı. Saçları onun için önemliydi. "Değiştiriyorum, bir daha ağzımı açmayacağım." Karşıtını koymak istememişti.

Marcus bir adım öne çıktı. "Siz Eliana'yı kurtarın, kediyi bana bırakın." dediğinde Keegan sert bir şekilde kanatlarını çırptı ve gökyüzünden mağaraya süzüldü. "Lütfen acele edin." diyerek başını hafif onlara doğru eğdi.

Dryden geri işine döndüğünde Tyrone demirlikleri kaslarının gücüyle çıkarmaya çalışıyordu. Eliana'nın yeşil ışıkla kaplanmış yüzünü bile görememek onu kahrediyordu.

"Kraliçem, uyan!" diye bağırdı Tyrone. Korkuyordu. Bu korkuyu yıllardırdır tatmamıştı. En son annesinin mezarı başında korkmuştu ve bir daha korkmamak için kendisini yüreklendirmişti. Anlamıştı ki sevgi insanı yıkan tek güçtü. Eğer sevgi olmazsa kendisi güçlü ve yenilmez olabilirdi. Düşündüğü şey gerçekleşmişti.

Bir muhafız olarak ünlüydü. Soğuk, acımasız, katil olmuştu. Asla sevgiye yer vermemişti. Kardeşi ve babasını bir kenara atmış ve onların üzerine öldürdükleri cesedin kanlarını akıtmıştı. Kanlar onların içine gömülüyor, yüreğinde yok ediyordu.

Eliana'yı gördüğü an kanların onun tarafından kuruduğunu ve üzerlerine çiçekler atıldığını anlamıştı. Eliana o çiçeklerin üzerinde koşuyor, yürüyor, gülüyordu. Onu düşündüğü her dakika kalbi kat kat sıcacık oluyordu. Bedenin ateşi yükseliyor, gözlerinin önünde onun beyaz saçları ve mavi gözleri geliyordu.

Bu kız onun çöküşüydü.

Eliana'nın kıpırdandığını gördü. Halüsinasyon olup olmaması önemli değil, yaşadığına dair kanıt istiyordu. "Acele etsene!" diye bağırdı kardeşine.

Gümüşler mağaranın çıkışına doğru düştüğünde ortaya çıkan gürültünün yanına kuvvetli bir rüzgar eklenmişti. Keegan toprağa basmıştı.

Tyrone arkasına bakmadan mağaranın içine girdi ve Eliana'nın önüne diz çöktü. Elleriyle yüzüna okşadığında saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmıştı. Gözleri karanlığa alışmasını beklemeden battaniyesini iyice sardı ve kucağına alıp ayaklandı.

"İyi olacaksın." diye mırıldandı. Safir hançer, belindeyken ışığını karanlıkta yakalamıştı.

"Onun ruhu ve kanı güçlü." diye konuştu safir hançer.

"Ne o? Bizi gördüğüne pek sevinmemişsin. Misafirleri böyle mi karşılıyorsun?" Marcus'un giriş cümlesine Dryden yutkunmuştu. Şu alaycılığını bir kenara atması gereken zamanlardan biriydi ve bırakmamıştı.

Keegan boğazından hırıltılı sesler çıkardı. Gözleri aslanlara gittiğinde küçüldüklerini görmüştü. Onlara Eliana'yı korumaları ve tek bırakmamalarını söylemişti ama aslanlar aptal insanlara karşı bile gelmemişti. Swinyer'ın dik başlılığı dikkatini çekti.

Kızımı götüremezsiniz.

"Niye? Oda cezası mı var?"

Keegan, gittikçe sinirleniyordu. Bu insanlarla bile muhatap olmak istemiyorken gözleriyle onları görüyordu. Ateşini püskürtmesine ramak kalmıştı. Ama bunu yaparsa Eliana'sını tamamen kaybederdi.

Zaten gittikçe dibe batıyorlardı. Her şeyin sebebi vardı. Neden bunları yaptığına dair kanıtları yoktu ama sebebi vardı. Eliana'nın bu sebeplerinin bilmesine şu anlık istemiyordu.

Mesela onun gerçek kimliğine ait sırrını saklamasının sebebi ormandan çıkmasına dair korkusuydu. Onu terk eder, ormandan kaçar ve ailesini bulup bir daha buralara gelmemesine inanıyordu. Affedici bir durumdu. Ailesine yaşatılan ona da yaşatılır diye de korkmuştu lakin onu çok iyi yetiştirdiğine güveni tamdı. Gene de tedbirliydi.

Alaric'in ölmesinin istemesinin sebebi gördüğü gelecek yazgısındaydı. Eliana'nın tüm sevdiklerine zarar gelsin istemezdi, yazgı da ise bu durum farklıydı. Sadece bunu her düşündükçe deliye dönüyordu. Eliana'sını asla yanından ayırmayacağını söyleyip duruyordu. Eğer o giderse kendisi de giderdi.

İnsanlardan nefret ediyordu ama Eliana onun bu huyunu değiştirmek için de yanındaydı. Onun sayesinde insanlara azıcık sevgi, şefkat ve merhamet göstermeye çalışıyordu.

Eliana şimdi buradan ayrılırsa onu tek bırakmayacaktı. Gördüğü görüntüler gerçekleşmemeliydi. Kadim varlık Keegan, ilk defa kaderin değişmesini istiyordu.

Onu koruyamazsınız.

"Senin yanında çok da güvenli değil." dedi Marcus ve eliyle arkasını gösterdi. "Zayıf noktanızı aranıza örmüşsün. Onu kanatlarının altına alamayacaksın. Nasıl koruyacaksın?"

Tyrone, Eliana ile birlikte dışarı çıktığında herkesin gözü onlara döndü. Canlılar etraflarına toplanmış, olanları izliyorlardı. Swinyer'ın gözü kraliçesine değindi. Durumunun iyi olmasını umuyordu.

"Seni o kadar çok öldürmek istiyorum ki kucağımda Eliana'nın olması bunu imkânsız kılıyor." Tyrone düz ve kılıç gibi gözlerini Keegan'ın gözlerinin içine dikti. Söylediği her şeyi geçti ve geri kraliçesine baktı. Nefesi düzenliydi. Kalp atışları sakindi. İyi olacaktı işte.

Beni ormanımda öldürmek, hatta beni öldürmek imkânsızdır, muhafız. Kızımı çabuk bırak. Yoksa sağ kurtulmayı asla beklemeyin.

Tyrone onu dinlemedi. Kardeşine döndü. "Gidiyoruz." diyerek adımlarını geldiği yöne doğru çevirdi. Keegan onları öldüremezdi, kızı elindeydi.

Aslanlar hızlı davranarak Tyrone'un önünü kestiler. Hırlayıp durdular. Swinyer bir hareket de bulunmamış, kraliçesinde olan bakışlarını geri Marcus'a çevirmişti.

Keegan'ın önünde duruyordu. "Sen onu hak etmiyorsun. Ona yaşattığın onca acı ve üzüntü hep içinde olacak ve bunları biz sileceğiz. Çok iyi bakacağız, o ailemizin parçası. Sende kendini nasıl affettireceğini düşün. Umarım Eliana seni affetmez de onun kıymetini daha iyi anlarsın."

Sırtını ona çevirdi. Kardeşinin saçlarını seyretti. "Babalardan nefret ediyorum." diyerek mırıldandı.

Keegan, kalbindeki acıyla kükredi ve kanadının tekini Marcus'a doğru savurdu. Ama devirdiği insan olmamıştı. Canlılarından aslan lideri Swinyer, mağaranın duvarına çarpmıştı. Acı içinde inleyerek dişlerini sıktı.

Marcus olanların şokuyla gözlerini Swinyer'a çevirdiğinde Eliana'nın dudaklarından aslandan çıkan inlemenin aynısı çıkmıştı. Nefesi sıklaşarak gözlerini hafifçe araladığında gördüğü yüz Tyrone olmuştu.

"Swinyer..." diyerek fısıldadı.

🔥

Judas... Judas... Alemsin be!

Bu bölüm de Keegan'ın neden kötü şeyler yaptıkları hakkında ufak bir bilgi edindik. Umarım nedenini tamamen öğrendiğinde ona olan sevgimiz daha da yükselir.

Swinyer... Ah Swinyer...
Yazarken bile içim cız etti ya! Sana bir şey olmasına müsaade vermem.

Sağlıcakla kalın...
💜

Continue Reading

You'll Also Like

138K 9.6K 63
Tanıtım; Sessiz, sakin ve işsiz olan Orion Black' in haftalar boyu evde kalarak düzensiz beslenmesi ve günlerce uykusuz kalması sonucu 26 yıllık haya...
NEFES By N

ChickLit

57K 3.6K 25
Toprağın hayat, yaşamın ölüm koktuğunun farkında mısın, küçük çocuk?
277 55 17
Kadere inanır mısınız? Yapmam dedikleriniz, asla diyerek reddettikleriniz... Ben inanmazdım. Artık inanıyorum. İstanbul asilzadesi dedem, dehşetle bü...
3.3K 503 62
KAYIP TAÇ TANITIM İnsanlar bereketli toprakları ekip biçmiş , uzun ve bolluk içinde seneler yaşamışlardı . Dünyanın tek hakimiydiler. Peki bir gün dü...