a queen and her tears

By rosiewrosie

326K 33.2K 20.6K

eğer sorun bir kadın olmakla ilgiliyse, o hâlde bugün ben bir kralım. [ » rosékook ] 2019 | lilah More

« warning
0, the day
1, goodbye
2, arrival
3, first interactions
4, reconciliation
5, message
6, heartbeats
7, rumor
8, don't know what to do
9, wedding
10, wedding night
11, do not tempt my fury
12, hunting lodge
13, tears
14, handsome
15, riding
16, the hunter becomes the hunted
17, what happened between you two
18, secret
19, cunning
20, inheritor
21, will be fine
22, there is someone behind you
23, closer
24, she is here
25, trust
26, would like to see
27, fortune teller
28, all together now
29, non stop
30, sorry for everything
31, collapse
32, too late
33, guest
35, everybody goes
36, killer
37, hurts like hell
38, had very little
39, pain
40, mercy
41, a little painful story
42, funeral
43, hidden truths
44, poison
45, lust
46, can't handle this
spoiler [special chapter]
47, in pieces
48, coming home
49, enemy
50, love and death
51, playing with fire
52, sins of the past
53, cursed queen
54, for the queen, her reign and all she lost
55, every story needs an ending
thank you letter,

34, death night

4.6K 571 527
By rosiewrosie

BTS - Run.

Lisa sayesinde üzerime giydiğim kırmızı elbiseyle oldukça rahatsız hissediyordum fakat Lalisa'yı bir daha rahatsız etmek istemediğimden dudaklarımı birbirine bastırmış şatonun salonunda Jungkook ve lordu bekliyordum.

Lalisa, pencereden hafifçe uzaklaştı ve "Geldiler." dedi. Dikkatle oturduğum sandalyeden kalktığımda bir elimle karnımı destekledim, diğer elimi de belime koydum. Hızlı olmaya gayret ederek şatonun bahçe kapısına geldiğimizde kapıdan ben önde Lalisa arkada çıktık.

O sırada gördüğüm asker kalabalığı ile şaşırdım. Lordu askerlerin arasında seçemiyordum fakat Taehyung'un atının yanında olan siyah saçları uzamış olan genci tanıyordum. O genç bana aitti.

Jungkook, atının eyerlerini uşağa verdikten sonra kafasını kaldırdı ve şatonun kapısında onları bekleyen beni gördü. Dudaklarında muazzam bir gülümseme oluştuğunda ben de gülümsedim. Taehyung da atını uşağa teslim ettiğinde arkalarındaki siyah saçlı adamın yanına gitti ve omzunu birkaç kez pat patladı.

Jungkook, şatonun mermer merdivenlerini hızlıca tırmandı ve yanıma geldi. Beni belimden hafifçe tutup kendine çektiğinde dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı. "Prensesim, bugün de çok güzel görünüyorsunuz."

Gülümsem neredeyse yanaklarımı kaplayacak bir boyuta ulaştığında belimdeki elimi çektim ve Jungkook'un boynunda parmaklarımı gezdirdim. "Siz de hiç fena değilsiniz, prensim fakat beni tanıştırmanız gereken bir misafirimiz var." dedim ve Jungkook'un arkasında Taehyung ile durmuş olan lorda bakındım. Oldukça yakışıklı bir gençti, taş çatlasa yirmi üç yaşında olmalıydı.

"Prenses haklı, Jungkook." dedi lord. Jungkook soluma geçtiğinde lord önümde eğildi ve elimi tutarak üzerine küçük bir öpücük kondurdu. "Lord Jeong Yun-o, değil mi?"

Lord, elimi bıraktı ve dikleşerek "Jeong Yun-o fakat Jaehyun'u tercih ederim." dedi.

Hafifçe gülümsedim. "Sizinle tanışmak bir şereftir, Lord Jaehyun."

"Sizinle de öyle Prenses Roséanne." Ona gülümsediğimde Taehyung "İçeri geçelim artık." dedi. "Hava serinledi, küçük yeğenimizin üşütmesini istemeyiz." Onun bu küçük jestine karşı kayıtsız kalamayıp güldüm. Daha sonrasında aylardan ağustos olmasına rağmen gerçekten soğuyan havayla birlikte içeriye geçtik.

Lord'a bir oda verdiğimizde yol yorgunluklarını üzerlerinden atıp üzerlerini değiştirmeleri için kısa bir vakit tanıdık. Daha sonrasında oturup akşam yemeği yiyecektik.

Jungkook ile odamıza çıktığımızda Taehyung ve Lalisa'yı yalnız bıraktık. O ikisi arasında neler oluyordu hiçbir fikrim yoktu çünkü Lalisa hiçbir şey anlatmıyordu, bir sır kutusu gibiydi.

Jungkook odaya girer girmez üzerindeki yeleği bir kenara fırlattı. "Bugün çok yoruldum, banyo yapmam lazım."

"Sıcak su ayarlamalarını isteyeceğim." dediğimde beni onayladı ve soyunmaya devam etti. Ben de odadan çıkarak hizmetliye sıcak su hazırlamaları gerektiğini söyledim ve odaya geri girdim. Bu sırada Jungkook da iç çamaşırlarıyla kalmıştı.

"Bugün ne yaptın anlat bakalım?" diye sorduğumda boynundaki haç kolyesini ahşap masanın üzerine bıraktı. "Vergi toplamaya bu çevredeki köylerden birine gittiğimizi biliyorsun." dedi. Kafamla onu onayladım. "O çevredeyken Jaehyun ile karşılaştık. Ülkenin uzak doğusunda isyanlar olduğunu biliyorsun, halk orada kabileler halinde yaşıyor ve birbirleriyle uzun süredir mücadele halindeler."

Bunu biliyordum. Conall'da iken Senga tarihi hakkında çok şey öğrenmiştim. Parşömene çizilmiş haritayı saatlerce oturup incelediğimi hatırlıyordum.

"Jaehyun ve askerleri de oraya gideceklerini söylediklerinde bir gün şatoda bizimle kalabileceklerini söyledim, ağustos sıcağı onları çok etkilemiş."

"İyi yapmışsın," diye mırıldandım. "Benim açımdan da iyi oldu, aylardır farklı insan yüzü görmemiştim."

Jungkook güldü. "Ya, bir de sen bana sor. Annem her mektubunda yataktan çıkmaman için uyarılar yapıyor, şimdi seni canlı kanlı ayakta görse bayılırdı."

Gözlerimi devirdim. "Leydi Mina her zamanki gibi abartıyor. Benim büyükannem Kraliçe Veronica babama hamileyken at üzerinden inmemiş."

"Babaannen hakkındaki hikayeleri biliyorum." dedi Jungkook hayranlığını gizlemeden. Babaannem Veronica'yı sadece babamın anlattığı kadarıyla biliyordum fakat bu onun benim idolüm olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Şu anki Conall topraklarının çoğu babaannem tarafından kanla başla savaşılarak elde edilmişti. Eşi Kral Ferdinand ile de savaşlardan birinde tanışmıştı. Dedem batıda bir savaş komutanıydı, tahtın asıl sahibi büyükannemdi. Bu yüzden sarayın soyluları tarafından evlilikleri reddedilmişti fakat babaannem hepsini saraydan kovmuş ve kimin kraliçe olduğunu sert bir dille beyan etmişti. Bu hikâyeyi babam bana anlattığında ben de bir gün kraliçe ve babaannem gibi olmayı çok istemiştim.

Kapı çalıp içeriye hizmetliler sıcak su getirdiğinde içimde kabaran kıskançlık duygusuyla üzerinde iç çamaşırı olan -ki sadece altlığı vardı, üzeri tamamıyla çıplaktı- Jungkook'un önüne geçtim ve vücudunu kapadım. Jungkook yaptığım hamleyi anladığında kıkırdadı. Sinirle dirseğimi hafifçe karnına bastırdım. "Ben ne yaptım ya?" diye söylendiğinde dişlerimi sıktım ve ters bir cevap vermemek için irademe sığındım. Şu sıralar duygularımı en üst seviyede yaşıyordum, oturup boş boş ağladığım günler bile vardı.

Hizmetliler küvetin içerisine sıcak suyu boşaltıp birkaç kovayı da şöminenin üzerindeki demire astılar. İşleri bittiğinde "Siz çıkabilirsiniz." dedim. Bu zamana kadar Jungkook tek başına banyo yapıyordu nasılsa şimdi de onlara ihtiyaç yoktu. Hizmetliler odadan çıktığında kollarımı göğsümün üzerinde birleştirip Jungkook'a döndüm. Ona yandan bir bakış attığımda ellerini kaldırdı. "Ne?" diye sordu.

Çattığım kaşlarımla "Ben şu sıralar zaten unutkanım, önümdekini bile zor görüyorum sen niye bu dinç hâlinle üzerine birkaç parça bir şey giyme zahmetinde bulunmuyorsun?" diye kızgınca soludum. Jungkook irileştirdiği gözleriyle bana baktı. "Güzelim şu an kıskanıyorsun ve acayip seksi oluyorsun ama bu biraz abartı değil mi?"

"Ne demek abartı?" dedim sinirle. "Durumları bir tersine çevirir misin? Bak bakalım sen o zaman nasıl hissedecek misin?"

"Durum tersi mi?" Kafamla onu onayladım. "Yok öyle bir şey," dedi kafasını şiddetle iki yana sallarken. "Hayal bile edemiyorum, kapatalım konuyu."

"Yaa," dedim alayla. Sonra gözüme çarpan meme uçlarıyla sinsice sırıttım. Jungkook kendini savunma fırsatı bile bulamadan çeviklikle meme ucunu çimdikledim.

"Aah!" diye bağırdı Jungkook. Büzülüp göğüs uçlarını kapatmaya çalışırken "Ya ne yapıyorsun?! Acıdı!" diye homurdanıyordu.

Kaşlarım havada gülümsedim, Jennie bunu yaparken oldukça gıcık göründüğümü söylerdi. "Bir daha böyle gezersen çimdiklenmedik yerini bırakmam."

Jungkook bana ters bir bakış attı. "Cidden şiddet eğimliliğin var, korkuyorum sen korkuyorum." Bir yaka silkmediği kalan Jungkook ile keyfim yerine geldi. Onu böyle uyuz etmek çok hoşuma gidiyordu çünkü kendisi beni günün çoğunluğunda deli ediyordu.

"Hadi hadi, sana kolay gelsin. Ben gideyim de masa düzeni nasıl olmuş teftiş edeyim."

"Sen hiçbir şeye karışma! Mümkünse bir yerde otur, hiç kımıldama!"

"Oldu olacak beni mumyala Jungkook!" diye bağırıp odadan çıktım. Annesi ayrı bir dertti oğlu ayrı bir dertti...

Salonun olduğu kata indiğimde herkesin harıl harıl çalıştığını gördüm. Bir hizmetli gelip bana Jungkook ve lordun geleceğini söylediğinde şatodaki komutayı ben ve Lalisa ele geçirmiş, her şeyi düzenlemeye çalışmıştık.

Jungkooklar gelmeden hemen önce salondaki ışıklandırmaları çoğaltmalarını söylediğim hizmetli yanıma geldi. "Majesteleri küçük bir sorunumuz var." diye endişeyle konuştu. Kaşlarımı çatarak "Nedir?" diye sordum.

"Mutfakta küçük bir kargaşa çıkmış, şato sorumlusunu da bulamadım." dediğinde alnımı ovaladım. "Tamam, ben ilgileneceğim şimdi mutfakla. Sen şato sorumlusunu bul başka bir aksilik çıkmasın, ışıklandırmaları da dediğim gibi en iyi hâle getirin."

Hizmetli beni onayladığında en alt katta bulunan mutfağa ilerledim. Yanımdan geçen birine de Lalisa'yı mutfağa beklediğimi söyledim. Mutfak katına indiğimde koridorda çalışan görevliler bana şaşkınla bakıyordu. Bir prensesin saray mutfağına gelmesi pek şaşılır bir durumdu fakat Jungkook'u ve kendimi de lorda karşı mahçup etmek istemiyordum. Onları bir nevi biz ağırlıyorduk.

Mutfağa girdiğimde ortamda uçuşan beyaz tanecikler ile öksürdüm. Tartışan kalabalık beni fark ettiğinde kenara çekildi ve uzun mutfak masasındaki karmaşayı gördüm.

"Bu ne rezalet?!" Oldukça sert çıkan sesimle âdeta gürlediğimde mutfak şefi korkarak yanıma geldi. "Majesteleri..."

"Evet?" Kaşlarım çatık bir şekilde vereceği cevabı bekledim.

"Sizin isteğiniz üzere bir pasta yapmaya çalıştık, yaptık da fakat Oisin'den gelen bazı askerler aç olduklarını söyleyerek mutfağa girdiler ve her yeri dağıttılar." Çatık olan kaşlarım daha da çatıldı.

"Dağıttılar mı?" Şaşkınlıkla sorduğumda mutfak şefi kafasıyla beni onayladı. "Ben lord ile bu tatsızlık hakkında konuşacağım. Yemek saati uzayacak mı şimdi?"

"Hayır efendim, yemeklerde herhangi bir sorun yok. Sadece malzemeler dağıldı." Tuhaf gelse de kafamla onu onayladım. Akşam yemeğinde lorda askerlerine çeki düzen vermesini söyleyecektim.

"Mutfağı güzelce toplayın lütfen, ayrıca benim canım şu geçen yaptığınız küçük tatlılardan çekti. Onlardan da yapabilir misiniz?" Mutfak şefi beni onayladı. Ben de aldığım cevaptan tatmin olarak mutfaktan çıktım.

Jungkook aldığı duştan sonra giyinip salondaki son ayarlamaları yapan benim yanıma gelmişti. Beni iş üzerinde yakalayınca küçük bir fırça atmış, sandalyeme oturtturmuştu.

Şu an tam bir kraliçe gibi oturduğum yerden emir veriyordum. "Hayır öyle değil, Alfonzo. Biraz daha sola." dediğimde Alfonzo derin bir nefes vererek elindeki altın vazoyu masanın üzerinde biraz daha kaldırdı. "Şimdi de fazla mı sol oldu?"

Ben kendimce bir düzen oluşturmaya çalışırken masanın baş köşesinde -çaprazımda- oturan Jungkook bıkkın bir nefes verdi. "Güzelim, artık milimlik hesaplamalar yapmasan mı?"

"Ama kötü durmasını istemiyorum." dedim dudaklarımı büzerken. Canım sıkılmıştı çünkü lord hâlâ yemek salonuna gelmeye teşrif etmemişti, karnım da çok acıkmıştı ve tüm bunlar bir araya gelmişken yapabileceğim tek şey zaten mükemmel olan masadaki birkaç düzenlemeydi.

"Kötü durmuyor," dedi Jungkook ve Alfonzo'nun arkasında yemekleri yerleştiren hizmetlilere yardım eden Lalisa'ya dönerek "Sence de öyle değil mi Lalisa?" diye sordu. Lalisa, kendine seslenilmesiyle arkasını döndü ve şaşkınca bize baktı. "Efendim?"

"Rosie masanın iyi olmadığını söylüyor bence ama çok güzel, öyle değil mi?" Kısık gözlerle Lalisa'ya bakan Jungkook'un gözlerinde hayır dersen ikimiz de yanarız bakışı vardı. Mesajı alan Lalisa masaya bakma gereksinimi duymadan "Evet, harika olmuş." dedi. Ben memnuniyetle dudaklarımı büktüğümde salonun kapısından gelen lord "Bence de güzel olmuş fakat bir eksiklik var." dedi.

Gelen sesle lorda döndüğümüzde yanındaki askerine işaret etti. Askerin elinde bir kutu vardı, kutunun tam kapağı kapanmamıştı ve içerisinde altınlar gözüküyordu. "Prens ve prensesimize hizmet etmek bizim için bir ayrıcalıktır." Askere eliyle işaret verdiğinde asker benim özenle temizlettiğim kumaş peçetelerden birinin üzerine sertçe kutuyu bıraktı. Ben gelen sesle irkildiğimde çatık kaşlarla lorda baktım. Askerlerinin mutfağı dağıttığı yetmiyormuş gibi şimdi de özenle düzelttiğim masamı bozuyorlardı!

"O masaya çok emek vermiştim." dedim yutkunarak. "Neden altın kutusunu şuradaki masanın üzerine koymuyorsunuz?" Askere hitaben konuştuğumda asker bozulmuş suratıyla lorda döndü. Benden emir almayıp da lorduna dönmesi tamamıyla komikti. Lord ona dönüp cevap verecekti ki araya girdim. "Burada lordundan daha üst makamda biri varken, ki bu bir prenses senin dönüp de lordundan emir beklemen küstahlıktan başka bir şey değil!" Sert sesimle onu ikaz ettiğimde asker "Özür dilerim, efendim." dedi ve kısaca reverans yaparak masanın üzerine koyduğu kutuyu aldı.

Lalisa, benim sinirimi fark ettiğinde koşar adımlarla askerin yanına ilerleyerek "Şuraya bırakın lütfen." dedi. Asker, Lalisa'nın dediğini yaparak kutuyu masaya bıraktı ve tekrar bir reverans yaparak salondan çıktı. Jaehyun gülen gözlerle Jungkook'a baktı ve "Gerçekten dişli bir karın var, Jungkook." dedi.

Sessizliğini koruyan Jungkook, "Öyledir." dedi. Ona benim halledebileceğim mevzulara karışmadığı için müteşekkirdim; eğer ben konuşurken askere kızsaydı olabildiğimden daha sinirli olurdum.

Jaehyun masanın diğer ucuna oturduğunda "Komutadaki birkaç askerimi de masaya davet etmemde herhangi bir sakınca var mıdır?" diye sorduğunda içeriye giren Taehyung "Elbette gelsinler, masamızın herkese açık olduğunu biliyorsun." dedi. Jaehyun ve Lalisa hızlıca Taehyung'a reverans yaptığında Taehyung Jungkook'un sağına -benim tam karşım oluyor- oturdu. Taehyung'un oturmasıyla servisteki son ayarlamaları yapan hizmetliye askerlerini çağırmasını söyledi Jaehyun. Ben de bu sırada Lalisa'yı yanıma oturtmuştum.

Gelen askerlerle birlikte on iki kişilik masa tam anlamıyla dolmuştu. Herkes oturduğunda yemek servisi başladı. Yemeğin ortalarına doğru bir hizmetli kucağında Isla ile içeriye girdi. "Efendim, Isla bir türlü durmuyor. Havlayıp durdu." dediğinde kaşlarımı çatarak yerimden kalktım. Isla sessiz ve sakin bir köpekti, bir sorun olmadığı sürece böyle şeyler yapacağını düşünmüyordum. Ya da hastaydı.

"Hasta mı acaba?" diye sordu Jungkook da ben Isla'yı kucağıma alırken. Çünkü o da biliyordu Isla'nın ne kadar uslu bir köpek olduğunu. "Bilmiyorum, olabilir."

"Anneciğim, sen hasta mı oldun?" diye mırıldanıp tüylerine dudaklarıma bastırdım. Isla ile masaya oturduğumda lorda dönerek "Yemeği beğendiniz mi?" diye sordum. Lord keyifsizce gülümsedi. "Evet, pek Senga yemeğine benzemiyor fakat."

"Ah, evet..." diye mırıldandım utangaçça. "Conall'a ait bir tarif. Burada benim için mutfak şefimiz yapıyor."

Jaehyun kaşlarını kaldırarak gülümsedi. "Öyleyse bu tarifi bana da vermenizi isteyeceğim çünkü oldukça güzel."

"Aklıma gelmişken bugün askerleriniz mutfakta oldukça gürültü çıkarmış." Bardağımdaki suyu yudumlarken kurduğum cümleyle Jaehyun açıkça bozuldu. Bundan yeni haberi olan Jungkook, "Nasıl yani?" diye sordu.

"Askerler acıktıklarını söyleyerek mutfağı talan etmişler." Jungkook meraklı gözlerle Jaehyun'a döndüğünde "Ah, benim bundan haberim yok." dedi Jaehyun. Taehyung da çubuklarını tabağının kenarına bıraktı. Bu cevaptan benim gibi o da tatmin olmamıştı. "Askerlerin disiplinsiz," dedi. "Yolda gelirken de inceleme gereği duydum, fazla vurdumduymazlar."

"Onların eğitiminden ben sorumlu değildim." dedi Jaehyun şarabından bir yudum alırken. "Bu masada oturanlar haricinde hiçbiri benim sorumluluğum altında yetişmedi." Masada oturmuş ve apaçık bozulmuş olan askerlerden biri "Diğerleri çaylak," dedi yayvanca. "Eminim ne için savaştıklarını bile bilmiyorlardır."

Taehyung tatmin olmamışcasına bir şeyler daha söyleyecekti ki Jaehyun yarım ağız sırıttı ve "Tatlıya geçelim mi?" diye sordu. Ben onu onaylayıp hizmetliye tatlı servisini başlatmaları gerektiğini söyledim ve kucağımdaki Isla'nın ağzına bir parça daha ekmek attım. Kucağımda huzursuzca kıpırdanıyordu, bir şeylerden rahatsız gibiydi fakat ne olduğunu çözememiştim.

Gelen tatlılarla birlikte tabaklara servis başlandı. Jungkook'a dönerek "Şu geçen yediğimiz tatlılardan yapmaları gerektiğini söyledim, bunu yeme." dedim. Jungkook kafasıyla beni onayladı ve tabağına konulmuş tatlıyı geri göndertti. Lalisa çatalına batırdığı tatlıyı tabağına geri bıraktı ve bana dönerek "Şu beyaz şekerli olanlar mı?" diye sordu. Kafamla onu onayladım.

O da tabağını geri gönderdiğinde karşımda iştahla tatlıyı yiyen Taehyung "Bu tatlıda tuhaf bir tat var, üzümünden sanırım." dedi. Kaşlarımı çattım. "Üzümü daha dün toplattım."

Omuz silkti ve kalan son parçayı da ağzına attı. "Yine de bu benim favorim olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Ona güldüğümüzde bakışlarım lord ve askerlerine döndü. Lord çatık kaşlarını üzerimizde gezdiriyordu. "Lord Jaehyun, siz neden tatlının tadına bakmıyorsunuz?"

"Leydim, ben ve askerlerim o kadar çok yedik ki biraz sindirmeyi bekliyoruz." Ona güldüm ve bakışlarımı tabağıma çevirdim. Bu adamda tuhaf bir şeyler vardı fakat bunu dile getirmek istemiyordum. Beni huzursuz eden şeyler vardı...

Askerlerden biri ayağa kalktı ve "İzniniz olursa tuvalete gitmek istiyorum." diyerek Jungkook'a döndü. Jungkook kafasını sallayarak ona onay verdiğinde asker kalktı ve odadan dışarıya çıktı. Lalisa bana doğru döndü ve "Sence de bu adamlar bir tuhaf değil mi?" diye kulağıma doğru sordu.

Huzursuzca gülümsedim. "Sen de mi öyle düşünüyorsun?" Başıyla beni onayladı. "Hareketleri bir garip..."

Dudaklarımı yalayarak Jungkook'a döndüm. O her şeyden bihaber Taehyung ile bir şeyler konuşuyordu. Bakışlarım Jungkook'tan Jaehyun'a kaydığında onun bakışları benim masanın ucuna dekor olsun diye koydurduğum kum saatindeydi. "Leydim," diye seslendi Jaehyun. "Bu kum saati ne kadar sürelik?"

"Bir saat olması lazım." dediğimde Jaehyun gülümsedi. "Hayırdır lordum, aceleniz mi var?"

"Ah, hayır sadece merak." Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Adamın konuşması bile bir garipti.

Lalisa dişlerinin arasından "Üzerine atlayıp onu boğmamak için kendimi zor tutuyorum." dedi. "Şşşt," diye fısıldadım. "Duyacaklar şimdi."

Aradan geçen on dakikanın ardından önde az önce tuvalete giden asker, hemen arkasından özenle istediğim tatlı geldi. Sevinçle oturduğum yerde kıpırdadım. "Bu tatlıya aşığım, tadı çok güzel!"

Jungkook'un kıkırtısı kulağıma doldu. "Çok istiyorsan benimkini de sen ye." dediğinde her ne kadar yiyebileceğimi bilsem de "Sen de beni öküz yaptın, Jungkook." diye homurdanarak reddettim onu. Tatlılar tabağımıza konulduğunda Isla tabağımdaki tatlı için harekete geçti. "Bebeğim, sen de mi tatlı istiyorsun?" Isla dilini çıkartarak tatlıyı beklediğinde küçük bir parça kopararak ağzına attım.

O sırada bir gürültü koptu. Lalisa'nın "Taehyung?!" diye bağırdığını duyduğumda başımı kaldırıp Taehyung'a bakmam ile çıkan sandalye sesleriyle irkildim. Taehyung'un ağzından kanlar geliyordu. Taehyung'un yanındaki kum saati ise tamamı ile aşağı akmıştı. Süre dolmuştu.

Çekilen kılıç sesleriyle şok içinde kasıldığımda Lalisa'nın tiz çığlıkları kulağıma doldu. Kılıcını çekmiş şok içinde ona bakan bizlere gülümsedi Jaehyun.

"Ölüm gecesine hoş geldiniz!"


sınır: 190+ oy, 200+ yorum.

Oldukça uzun bir bölümdü hatta şu zamana kadar yazılmış en uzundu. Sonu en olaylı kısımda bitti fakat bu bölümdeki çoğu detay ve daha fazlası diğer bölümde.

OH BE SONUNDA BAŞLADIK! Ben de sonunda sıkılmadan olayı bölümler yazacağım, mutluyum :D Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın.


Continue Reading

You'll Also Like

141K 10.7K 45
"Ben Jeon Jungkook. Ve bu da küçük kızım Rosie." Dudaklarımdan küçük bir kıkırtı kaçmıştı. Jungkook gözlerini kısıp anlamak ister gibi yüzümü inceled...
104K 9.2K 40
Lisede yaşanan bazı sorunların ardından bağlarını koparan dört arkadaşın yolu, bir cinayete teşebbüs vakasıyla tekrar kesişir. [gizem gerilim, polisi...
233K 19.7K 46
Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya buna karşı üstelik, çok savaşıyor, çok...
9.7K 767 44
[Tamamlanmıştır.] . . . . "Çünkü mavi umudu temsil eder ve ben de birgün mutlu olmayı umuyorum." . . . -Kurgunun şarkısı [ Jungkook- Euphoria] . . -S...