weapons and traumas 2 || zm

By zetkai

4.7K 369 139

WEAPONS AND TRAUMAS 2. KİTABIDIR! "Lives in dreams and self-told lies, She saw world through jaded eyes. Wha... More

bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on beş
on altı
FINAL

on dört

249 20 12
By zetkai

Panik soluklarımdan dışarı azar azar süzülen kasvetli bir ruh gibiydi. Kendi nefeslerimin yankılarını ve adımlarımın şiddetini her zamankinden daha gürültülü işitiyordum. Ellerimin arasında duran montu üzerime geçiremeyecek, saçlarımı toplayamayacak, hatta eşofmanlarımı değiştirmek yerine sadece üzerime bir hırka geçirerek evden kendimi atacak kadar panik olmuştum. Topuzumdan kıvrımlar kendini omuzlarıma, kulaklarıma doğru bırakmıştı. Ben koştukça sırtıma vuran tokayı hissedebiliyordum. Üzerimdeki bol gri eşofman bazen ayakkabılarımın altına giriyor, kapüşonlumun içindeki büyük erkek tişörtü rüzgarla şiddetlenerek üzerime yapışıyordu. Bir an ne yapacağımı şaşırınca yolun ortasında durdum, elimdeki onlarca şeye baktım. Evden çıkarken bir şeyler unutmamak için her şeyi kucaklayıp kendimi dışarı atmıştım.

Evin anahtarı, telefonum, cüzdanım, montum... Durup biraz soluklandım ve hepsini montun cebine koyup sonra şişme montu kollarımdan geçirdim. Okulun bahçesinden içeri girerken tokamı saçlarımdan sıyırıp parmaklarımla birkaç sefer taradım ve gelişi güzel bir at kuyruğu yaptım. Telefonumu çıkarıp Zayn'e haber verdim, ardından bana tanıdık olan lise koridorlarında yürürken ellerimi ceplerimin içinde yumruk yaparak sakinleşmeye çalıştım.

Neler olduğunu kafamda toplayamayacak kadar hırsla uyanmış ve ısrarla çalan telefonuma cevap verdiğimden beri tek bir şeyi mantıklı düşünemez olmuştum. Çocukları okula gönderdikten sonra uyumaya karar verdiğim nadir günlerden biriydi. Tam dalmıştım ki üzerimi bile değiştirmeden kendimi dışarı atmam, arabanın bende olmadığını fark edince okula kadar koşmam gerekmişti.

Müdür beni aramıştı. Normal bir öğretmen değil, müdürün aramasını gerektirecek kadar önemli bir şey olmuştu. Bana Jake'in bir kavgaya karıştığını, acil burada olmam gerektiğini ve onun iyi olduğunu söylemişti ama... Aklımı kaybediyordum.

Önce müdürün odasına baktım. Birkaç öğretmen bana onun olmadığını, rehberlik odasına gitmem gerektiğini söylediler. Seneler önce burada çalışmış bir rehber öğretmen olarak odanın nerede olduğunu çok iyi biliyordum. Adımlarımı koridorun diğer tarafına çevirdim. Kapıyı tıklayıp içeri girdiğimde Jake bakışlarını hızla kaldırdı, ardından çekinerek öbür tarafa çevirdi.

Bir masanın önünde iki ayrı koltukta, kendi yaşıtlarında bir çocukla beraber oturuyordu. Müdürün dediği gibi bir yarası var gibi görünmüyordu, iyiydi. Ancak eli adeta parçalanmıştı. Bir beze sarmış olmasına rağmen kan parmaklarının arasından sızıyor ve yere damlıyordu.

Yanındaki çocuğa baktım. Sol gözünün altındaki morluk, yamulmuş burnu ve çizilmiş yanağıyla öylece oturuyordu. Onu döven çocuğun annesi olduğum için böyle düşünmemin normal olduğunu sanabilirdiniz ancak tüm yaralarına rağmen suratındaki pişkin ve kendini beğenmiş ifadeyi yakalayınca kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı.

Gözlerimi ikisinden çekip öğretmene baktım. Uzattığım elimi sıktı ancak bırakmadı. "Hocam?"

"Ne?"

Kekeledi. "Theo Russell. Edebiyat derslerini sizden alıyordum."

Elbette. Geçtiğimiz on sene boyunca bu ismi nerede duysam onu hatırlardım. Ancak panik yüzünden midir bilmem, yüzünü bir türlü çıkaramadım. Hatırladığım kadarıyla gece karanlığı gibi saçları vardı, şimdi ise açılmış ve hoş bir kahveye dönmüştü. Konuşurken yanağında çıkan gamzeler ve buz mavisi gözleri bana onu hatırlattı. Başımı sallarken gülümsedim. "Büyümüşsün."

Mahcupça güldü. Aramızda bu öğretmen öğrenci sohbetini döndürmeyecektik. İkimizde birbirimizi son gördüğümüz yeri çok net hatırlıyorduk.

"Neler oldu?" Bu soruyu Jake'in arkasına doğru yürürken tıslayarak sordum. Onun dışında kimse üstüne alınmadığından bir cevapta gelmedi. Anladığım kadarıyla götürebildiği yere kadar bu suskunluğu götürecekti.

Theo ona dik dik baktıktan sonra bana döndü. "Yemekhanede kavga etmişler. İkisi de kavga hakkında konuşmamayı tercih ediyor. David'in babasını aradım, birazdan o da burada olur."

Aynı saniyelerde içeri bir adam girdi. Kapıyı tıklamadığı gibi, bizimle de hiçbir iletişimde bulunmadan direk oğlunun kolunu kavrayarak onu buradan çıkarmaya koyuldu. Bu kaba davranışının kısa süreceğini düşünüyordum çünkü David her bakımdan ona boyun eğecek bir çocuğa benzemiyordu; ancak düşündüğümün aksine ikisi de kısa sürede gözden kayboldular. Jake'in koltuğundan kalkmasına izin vermeden ve Theo'ya hareket etmemesini işaret ederken peşlerinden gittim.

Önce onu binanın dışına, ardından otoparka yönlendirdi. Herkes derste olduğu için kolayca boş koridorlarda adımladım, ikisini arabalarının önüne kadar takip ettim. Niyetim olanlar hakkında özür dilemek ve böyle kaba davranmasının bir işe yaramayacağını söylemekti ama adam David'in boğazına yapışıp onu arabaya yaslayınca ilk iş üzerine koşup onu ittim.

"Ne sikim yapıyorsun sen?"

"Sen kimsin be! Oğluma nasıl davranacağımı sana mı soracağım?"

David'e baktım. "Sen içeri dönüyorsun, hemen."

Babasına ikinci kere bakmadan içeri doğru yürüdü. Bana karşı çıkıp korkudan arabaya bineceğini falan sanıyordum bu yüzden bu itimadı omuzlarımı kaldırdı. Adama daha öfkeyle, daha hırsla baktım. Başımı çevirip oğlunun gidişini, binanın içine girişini görmek istiyordum fakat düşündüğümün aksine o gitmeden, Jake ve Theo da otoparka çıktılar.

"David hemen buraya gel," diye haykırdı kızgın bir boğa gibi kırmızıya dönerken. "Sen kim oluyorsun da bana bulaşıyorsun bilmiyorum ama kadın falan demem, haberin olsun."

"On dört yaşında bir çocuğun boğazını sıkarak mı adam oluyorsun sen?"

Kapüşonlumun yakasını kavrayınca Jake'in yanımıza kadar geldiğini hissettim ama elimle durmasını işaret ettiğimde durdu.

"Seni ihbar edeceğim," diye mırıldandım. "Oğluna bir kere daha el kaldırdığını göremeyeceksin."

"David arabaya bin," diye tısladı gözlerini gözlerimden bir an bile çekmeden. Eli gittikçe sıkılaşıyor, canımı yakmaya başlıyordu. Beni yukarı kaldırdığı için parmak uçlarımda duruyordum.

"Jake polisi ara," diye mırıldandım sakince. "Bu maganda buradan bir yere adım atmayacak."

Bu kadar yakınımdayken onu baştan sona inceleme fırsatı buldum. Bakışlarımı alayla üzerinde gezdirdiğim de sinirleri gerildi, onu aşağılamam için bakmam bile yetiyordu. Üzerinde siyah bir takım elbise olmasına rağmen öyle çirkin, öyle kaba görünüyordu ki bir iş adamı mı yoksa mafya mı olduğu anlaşılmıyordu. Saçları toplayabileceği kadar uzundu. Bileğinde çok pahalı bir saat vardı ve görmesem de, ceketinin içinde bir silah taşıdığını hissediyordum.

Bir araba motorunun sesini duydum. Otoparktan içeri girdi. Polisin bu kadar çabuk gelmesinin imkanı yoktu, bu yüzden öğretmenlerden ya da velilerden biri olmalıydı. Arabaya bakmak için dikkatini üzerimden çekip elini gevşettiğinde kafamı hırsla geri çekip alnımı burnuna geçirdim. Geri doğru sendeleyip kanlar içinde kalan burnunu tutmak zorunda kaldı. Öne doğru eğilmiş eliyle kanı yakalamaya çalışır gibi dururken gözlerini yukarı kaldırmış bir yandan da bana bakıyordu.

"Seni öldürürüm," diye tısladım. "Bir daha herhangi bir çocuğa elini kaldırırsan, seni öldürürüm."

Sırıttı. Dişleri kanlar içindeydi, konuşmadan önce tükürmek zorunda kaldı. "Ne yapacaksın? Polislerin böyle aptal bir suçlama için beni içeri atacaklarını falan mı sanıyorsun? David benim oğlum, ona istediğim gibi davranırım."

"Korkarım benim karıma dokunduğun için bu kadar kolay kurtulamayacaksın ahbap." Zayn ona bakmaya bile tenezzül etmeden yanıma geldi. Göz ucuyla otoparka giren arabaya baktım ve tanıdık olduğunu fark ettim. Onu aradığım aklımın ucundan çıkmıştı. Şaşırmış ve sendelemiştim. Yanıma gelip yüzümü avuçları içine alırken, iyi olup olmadığımı kontrol ederken ellerimi nereye koyacağımı bilemeyip gözlerimi kaçırdım.

"İyiyim ben," diye fısıldadım alnımdaki acıyı görmezden gelerek. Jake'e bir bakış attı ve sonra nasıl olduysa oğlumun beni tutup geri çektiğini hissettim. Zayn telefonunu çıkarıp bir numarayı tuşladı, ardından tek elini beline koyarak küçümser bakışlarla karşısındaki pisliği izledi. Bazen bakışlarını uzağa dikiyor ve telefonun diğer ucundaki kişiyi dinliyordu.

Ona güvendiğim için bu adamın cezasını ona bıraktım. Polisin onu alıp götürdüğünden ve kolay kurtulmayacağından emin olurdu. Bu iğrenç yaratığa karşı olan öfkemi, hırsımı unutunca gözüm kaldırımda oturan çocuğa ve Theo'ya takıldı. Kendimi mahcup ve üzgün hissediyordum. Başımla David'i işaret ettiğimde Jake ikiletmeden adımlarını ona yönlendirdi ve sanki birkaç saat önce onu ölesiye dövmemiş gibi yanına oturdu. Ona bir şeyler söylediğini ve dudaklarıyla beraber gözlerinin üzgün hareketlerini de gördüm. Kollarımı kendime sarıp Theo'nun yanına adımlarken nasıl özür dileyeceğimi bilemiyordum.

"Pek örnek alınacak bir davranış değildi ha?"

Güldü. "Bazen insan mecbur kalıyor."

"Kusura bakma," diye mırıldandım omuzlarımı yukarı kaldırıp ısınmayı umarak. Havanın soğuk olduğunu şimdi fark ediyordum. "David konusunda ne yapacağız? Annesi ne tepki verir?"

"Annesi yok." Oflayarak bakışlarını uzakta oturan öğrencilerine dikti. "Birkaç sene önce vefat etmiş. Biraz agresif bir çocuk. Defalarca kez babasıyla sorun yaşadık, hep düzeltmeye çalıştım ama sanırım sonunda yapılması gereken şey buydu. David'in yanında kalabileceği bir akrabası var mı araştıracağım. Eğer yoksa da, okul yönetimiyle görüşmem gerekecek."

"Onlarla görüşmeden önce bana haber ver. Belki yapabileceğim bir şeyler vardır."

Tebessüm etti. Bir an irkildim çünkü seneler önce gördüğüm o hayran ifade hala buz mavisi gözlerinin süsüydü. İşaret parmağıyla kendi alnını işaret etti. "Buz koysak iyi olur."

Kaşlarımı çattım ve ne demek istediğini anlayana kadar biraz düşündüm. Ardından refleks olarak elim alnıma gitti. "Kızarmış mı?" Başını salladı. Gülüştük. "Kavga hakkında... Jake ile konuşacağıma emin olabilirsin. Bir daha tekrarlanmayacak. O biraz agresif bir çocuk. Önüne geçmeye çalışıyorum ama... Sürekli aynı şeyi tekrar yaşamaktan yoruldum."

"Çocuklardan birkaçı David'in kirli konuştuğunu söylediler. On dört yaşında biri için kendini frenlemek kolay olmasa gerek."

"Olmak zorunda." O ikisinin hararetli sohbetini izledim. "Onu şiddete teşvik edecek hiçbir şey yapmadım."

"Babası bir askerdi," diye mırıldandı ancak hemen sonra kapanan gözlerini ve dudağını ısırdığını gördüm. Hızlı pişman oluyordu.

"Doğru. Tam da bu yüzden ona neden şiddetten ve öfkeden kaçınması gerektiğini anlatıp durdum."

Otoparktan içeri bir polis arabası girdi. Göz ucuyla o iğrenç yaratığa bakıp çimlerin üzerinde, kanaması durmak bilmeyen burnuyla oturduğunu gördüm. Arabadan inenler önce Zayn'le selamlaştılar, gülüştüler ve ardından adamı paketleyip arabadan içeri soktular. Zayn onlara bir şeyler dedikten sonra yanımıza geldi. Theo'ya kısa bir an bakıp ardından hem vücuduyla, hemde gözleriyle bana döndü.

"Sizi eve bırakayım."

"Arabayı döndür, geliyoruz."

Başını sallayıp anahtarlarını çıkararak arabaya ilerledi. Bende başımı sallayarak Theo'ya teşekkür ettim. "İkisini de alıyorum."

"David'i de mi?"

"İşler kesinleşene kadar bizimle olsun. Hem şu kavga işini çözmüş oluruz."

"Pekala." Çocukların yanına ilerliyordum ki birden sesini yükselterek durmamı sağladı. "Hocam! İyiyiz, öyle değil mi?"

"Tabii ki."

Çocukların ikisinin de çantalarını almak için rehberlik odasına dönüp, ardından arabaya binmeleri için onları ittirdim. Jake arkaya geçip kemerini taktı, David'de alayla gülüp koltuğa yayılmayı tercih etti. Koltuğuma yerleştikten sonra dikiz aynasından ikisine bakıp biraz izledim. Zayn otoparktan çıkarken ara sıra gözlerini bana çeviriyor ve iyi olduğuma emin oluyordu.

"Akşam ne yemek istiyorsunuz?"

"Pizza," diye mırıldandı Jake. "Sever misin?"

"Fark etmez."

Eve giderken caddeden dönüp Jane'i de okulundan bir bahaneyle erken aldık. David'e garip garip bakarken arabaya bindi ve ikisinin ortasına oturdu. "Neler oluyor?"

"Akşam pizza yemek ister misin?" diye sordum ona da. Omuz silkerek beni onayladı. Eve gitmekten vazgeçip bir pizzacının önünde durduk. Zayn de bize eşlik edip akşam yemeğini bizimle yiyecekti. Çocuklar arabadan inip önden sipariş vermek için ayrıldıklarında dönüp yorgun bakışlarla onu süzdüm.

O da haberi aldığı gibi gelmişti. Üzerinde gri bir pantolon ve sarı bir tişört vardı. Oldukça basit ve spor görünüyordu. Saçları uzamıştı. Onu iki haftadır görmüyordum bu yüzden bakarken hiç pintilik etmedim. En son yemeği beraber yediğimiz akşamdan beri yoğun bir dönemden geçiyor olmalıydı ki hiç ziyaret edecek zaman bulamamıştı. Sık sık haberlerde, sohbet programlarında, partide nişanlısıyla beraber görüntülendiği haberlere denk geliyordum. O kadın hala yanında olmasına rağmen ne kıskançlık, ne rahatsızlık; içimdeki hislerin hiçbiri bunlar değildi.

"Kocaman bir adama kafa atmak ha?" Dudaklarını içeri doğru kıvırıp başını sallarken güldü. "Baya havalıydı."

"Burnunun kırıldığını duydum sanırım," diye fısıldadım. "Neyse ki bana birkaç şey öğretmişsin."

"Daha fazlasını da öğretebilirim. İhtiyacın var gibi görünüyor. Her nasıl oluyorsa... Belayı çekmeyi başarıyorsun. Önce Roman, şimdi bu herif..."

"Aslına bakarsan Roman baya sempatik ve centilmendi."

"Yazık," dişlerini birbirine kenetleyip cıklar gibi bir ses çıkardı. "Onu bir daha göremeyecek olman çok üzücü."

"Umarım adama bir şey yapmamışsındır Zayn."

"Yapsam beni kim suçlayabilir ki?"

Gözlerimi devirdim. "Bil bakalım kim."

"Seni oyunun içine çekmeye çalıştı, Alexa. Özel bölge, zayıf nokta, hassas alan... Hiç bunlardan birini duydun mu? İş ahlakı diye bir şey var, öyle değil mi? O herif haddini aştı."

Kemerimi çözüp kapıyı araladım. Saçmalıklarını daha fazla dinleyesim yoktu. Üstelik çok acıkmıştım.

"İyi misin sen?"

Omuz silktim. Dışarı çıkınca rüzgar beni selamladı. Kapıyı sertçe örttüm, ardından Zayn'de çıktı. Yanından geçip içeri geçmeme izin vermeden bileğimi kavrayarak bana yaklaştı. "Alexa, iyi misin? Seni iki haftadır göremiyorum, hiç özlemedin mi?"

"Ben seni görüyorum Zayn. Tanrı'ya şükür, her gün kiminlesin ya da neredesin biliyorum. Bir kadın başka ne ister?"

Gözlerini kapadı. Dudakları birbirine kenetlendi. Kirpiklerinin öfkeyle titrediğini ve soluklarını tuttuğunu hissettim. Bileğimi bırakmadığı için hareket etmeye uğraşmıyordum. Sonra onun ne kadar kötü hissettiğini fark edince güldüm. Diğer elimle kolunu okşadım.

"Dalga geçiyorum," diye mırıldandım gülmeye devam ederek. "Hadi içeri geçelim. Kurt gibi acıktım."

Ancak bu şaka ona, bana geldiği kadar komik gelmedi. O gece boyu bana ne zaman baksa gözlerinde ki pişmanlığı daha da büyümüş görüyordum. İki haftadır yanıma gelmediği için, nişanlısını aldattığı için ya da bir kadınla beraberken benden hala karısı olarak bahsettiği için pişmanlık duymuyordu: Üzgündü çünkü bundan sonra daha fazlasını yapmak zorunda kalacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

603K 67K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
405K 33.4K 27
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
45.7K 2.4K 41
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
191K 19.4K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.