Flame Of Love | Taejin

Από nemeddaeng

64.4K 5.6K 6.5K

Fransa, Colmar'ın en ünlü şarap dükkânına sahip olan Kim Seokjin ve son yılların en ünlü aktörü Kim Taehyung... Περισσότερα

Giriş
1; Kaybolan Parça
3; Bi' kahve?
4; Lacuna Sensin
5; Son Dilim Şansı
6; Anemon
7; İstediğin Zaman
8; Kimse Tarafından Keşfedilmemiş Sen
9; Dudakların Şarap Kırmızısı
10; Tatlı Gece
11; Ellerin Ellerime
12; Gerçek Olmayacak Kadar Güzelsin
13; Alevinle Yak Beni
14; Ait Olma Hissi
15; Sevimli Kıskançlıklar
16; Derin Arzular
17; Çilekli Kurabiyeler
18; Bir "ufak" güven meselesi
19; Ruhumdan Bir Parça Kaybettim
20; Gülümsemene İhtiyacım Var
21; Ruhum Acıyla Dolu
22; Birbirinizi Bulmaya Mahkumsunuz
23; Kızgınlık Ve Hissizlik Meselesi
24; Gecedeki Gemilerdik
25; Umut Ve Umutsuzluk
26: Bana Sarılacak Mısın?
27; Ruhum Yeniden Nefes Alıyor
28; Daha Fazlasını İstiyorum
29; Ailemizin Bir Parçasısın
30; Seninle Savaşacağım

2; Colmar Tanrısı

3.1K 292 352
Από nemeddaeng

Huhuuuu biz geldiikkk. Bir önceki bölüme gelen yorumlara göre konuyu sevdiniz ve buna gerçekten çok sevindim. Umarım güzelce ve çabucak büyüyen bir fic olur.

Lütfen okuduktan sonra oy atın ve yorumlar bırakmayı unutmayın. Yaptığınız her yorum bir sonraki bölüm için gerçekten ilham oluyor. Teşekkürler ve iyi okumalar🤟🏻💜

KIM TAEHYUNG

Bugünkü tek başıma yapacağım gezi için üzerimi giyinip kahvaltıyı kaçırmamak için aceleyle otelin kahvaltı salonuna indim ve kendime iki tabak ve iki farklı mısır gevreği aldıktan sonra cam kenarındaki masalardan birine oturmuş, ağzı tamamen dolu olduğu halde telefonda biriyle konuşan Yeoubi'nin tam karşısına oturmadan önce onu sessizce ve tatlı bir tebessümle selamladım.

Yaklaşık beş dakika sonra telefonu kapattı ve algısını tamamen bana odakladı. Üzerimdeki her bir kıyafet parçasını dikkatlice inceledi. ''Yakışıklı gözüküyorsun.''

Mısır gevreğinden koca bir kaşık alıp ağzıma koyarken başımı salladım ve ona göz kırptım. O da ekmeğine reçelini sürerken konuşmaya devam etti.

''Kahvaltıdan önce bende biraz dolaştım ve gerçekten bayıldım buraya. Senin de seveceğine ve muhteşem fotoğraflar çekeceğine eminim.'' dedi, geldiğimde masanın üzerine koyduğum fotoğraf makinemi gösterirken.

Ağzımdaki mısır gevreğinin tamamını mideme gönderken sonra ona cevap verdim. ''Burayı sevmen benim seveceğim anlamına gelmez? Neden burayı bana sevdirmek için uğraştığını anlamıyorum.''

Gözlerini devirdi ve arkasına yaslandı. ''Anın tadını çıkart Taehyung. Sadece bunu yap.''
''Tamam. Gezerken sana bir hediye alacağım, çok sevdiğin Colmar'dan bir hatıra.''

Gözleri mutlulukla parladı. ''Öyle mi? Teşekkür ederim, çok incesin.''

Kahvaltıdan sonra otelin önünde beni tek başıma geziye uğurlarken biraz huzursuz gözüküyordu.

Kendimi bildim bileli Yeoubi hep benimleydi, nereye gitsem yanıma baktığımda hep onu görürdüm ve yanımda onun olduğunu bilmek bana inanılmaz bir güven verirdi.

Eh sanırım ikimizde birbirimizden ayrı durmaya pek alışık değildik.

''Eğer kaybolursan ya da sıkılırsan ara, seni almaya gelirim.''
''Tamam, anne.'' dedim dalga geçerek ve bu ikimizin kısa süreli kahkaha atmasına neden oldu.

Ona el sallayarak otelden çıktığımda kendimi tamamen yabancı hissettim. Hiç bilmediğim sokaklardaydım, hiç görmediğim insanlarla göz göze geliyordum ama sanırım Yeoubi haklıydı...

Burası güzeldi ve fotoğraf çekmek için muhteşem gözüküyordu.

Yavaş yavaş Arnavut kaldırımlı sokaklarından ilerlemeye başladım. İki sokağın ortasında hep köprüler vardı ve bu köprüler birbirine bağlıydı. Köprünün altından akıp giden kanallar buradayım dermişçesine ara sıra fazlaca gürültü yapıyorlardı.

Köprünün birine adımladığımda gözüme denk gelen manzarayı fotoğrafladım ve çektiğim fotoğraftan memnun bir şekilde dolaşmaya devam ettim. Hava biraz soğuktu ama yine de güzel bir esinti yüzümü yalayıp geçiyordu.

Fransa'nın olayı bu değil miydi zaten? Soğuk olması ama bu soğukluğun gerçekten güzel hissettirmesi... Ilık ve nemli hissettiriyor oluşundan gerçekten hoşlanıyordum.

Biraz daha aylak aylak dolaşıp birkaç tane fotoğraf çektikten sonra fotoğraf makinemi askısından boynuma astım ve ellerimi cebime koyup insanları izleyerek yürümeye devam ettim.

Birkaç dakika sonra iki yol ayrımına geldim. Bu yol ayrımlarından biri restoranların ve şarap dükkânlarının olduğu yere çıkıyordu; diğer yol ayrımı ise ufak tefek hediyelikler alabileceğim birkaç incik boncukçuya çıkıyordu.

İlk önce sağ sokaktan girdim ve Yeoubi'ye almak için söz verdiğim hediyeyi aramaya başladım. O kadar fazla şey vardı ki, o kadar hatıra olarak saklanacak hediyelik eşyalar vardı ki eminim Yeoubi burayı görse buranın içinde saatlerini harcardı.

Gözüme kestirdiğim bir hediyelik eşya dükkânına girdim ve rafların arasında dolaşarak Yeoubi'nin gerçekten beğenebileceği bir hediye aramaya başladım.

Bir iki dakikanın sonunda Colmar'ın bir kar küresinin içine maketle yapıldığını görünce bunu almalıyım diye düşündüm.

Minik kar küresini alıp parasını ödedikten sonra bu sokağa girdiğimden beri aklımdan çıkmayan diğer sokağa adımladım.

Sokağın başına geldiğimde durdum ve gördüğüm her bir detayın fotoğrafını çektim. Sokak muazzam gözüküyordu. Herhangi bir sonu yok gibiydi, gidebileceğim kadar gitmem gerektiğini hissettiriyordu.

Ahşap şarap dükkânları, taşlardan yapılan restoranlar, mini barlar...

Sokak gerçekten Colmar'ın en güzel sokağı olabilirdi. Burayı bir de akşam gözüyle görmek isterdim.

Güneş ışığının tamamen etkisini kaybettiği, sokak lambalarının ve sokağın içinde bulunan restoranların, dükkânların ışığıyla aydınlanmış halini görmek paha biçilemez olurdu.

Tamam, huysuz ve tamamen isteksiz bir şekilde buraya gelmiş olabilirdim ve hâlâ belki de aylarca burada kapana kısılıp kalacağım için sinir bozucu davranıyor olabilirdim ama bu sokağın, daha doğrusu Colmar'ın sokaklarının güzelliğini hiçe sayamazdım.

Bu kasaba huzur veriyordu, kabul etmesi zor bir şekilde...

Sokağın içine adımladığımda olabildiğince ağır yürüyordum, bakabildiğim her yere bakıyordum, görebildiğim her ayrıntıyı dikkatlice inceliyordum ve çekebildiğim kadar fotoğraf çekiyordum.

Bu sokakları, çektiğim fotoğrafları Yeoubi'ye gösterince gerçekten çok beğenecekti.

Sokağın neredeyse ortasına geldiğimde sağımda bir restoran solumda ise büyük, görkemli duran bir şarap dükkânı vardı.

Adından dolayı mı yoksa dıştan bu kadar güzel gözükmesinden dolayı mı bilmiyorum, ama ilgimi çektiği kesindi.

Dükkâna tüm dikkatimi vermiş bir halde bakarken kapıyı açıp çıkan bir müşteriyi ve onun ardından son derece şık giyimli bir adamın çıktığını, müşteriyi tatlı bir tebessümle uğurladığını gördüm.

Yüzündeki gülümseme, gözlerinin hafifçe memnuniyetle kısılmış olması ve adamın arkasından dostane bir şekilde el sallayışı...

Uzun sayılabilecek kömür siyahı saçları vardı ve saçları alnından geriye doğru güzelce taranmıştı, hafiften uzamış olan saçları ensesinden minik tutumlar halinde sallanıyordu.

Daha önce hiç kimsede rast gelmediğim kadar muazzam yüz hatlardı vardı. Güzel bir burnu, parıltılarla dolu gözleri, büyük ve pembe dudakları vardı.

Son derece geniş ve heybetli duran omuzları ve biçimli, kıvrımlı bir vücudu vardı. Kusursuz gözüküyordu. Afallamama neden olacak kadar kusursuz!

Adım atamıyor gibiydim, oraya, bir şey tarafından ayaklarım zemine çivilenmişti ayrıca gözlerimi onun üzerinden alamıyordum.

Birkaç saniye öylece giden müşterinin ardından baktıktan sonra yanına biraz daha minik gözüken biri geldi ve ona bir şişe şarap uzattı.

Ne konuştuklarını duyamıyordum o kadar yakınlarında değildim ama her ikisinin de özellikle geniş omuzlu ve muhteşem yüz hatlarına sahip olan onun mimiklerini rahatlıkla görebiliyordum.

Diğerinin verdiği şişenin içini kokladı ve memnuniyetsiz bir şekilde yüzünü buruşturdu.

Şarabı getirene birkaç şey söyledikten sonra diğeri gitti ve o öyle orada durmaya devam etti. Sokağı izliyordu, sokaktan geçen insanlara gülümsüyor ve onlara içtenlikle selam veriyordu.

Muhteşem gözüküyordu... O, gerçekten göz kamaştırıcıydı.

Yutkunmayı unuttuğumu fark ettiğimde elim istem dışı kamerama gitti ve onu kameranın merceğine alıp birkaç poz fotoğrafını çektim.

Duruşunun ve yüzünün verdiği havayı tarif edemezdim. Ağır bir duruşu vardı ama aynı zamanda samimiydi, yüzünden gülümseme hiç eksik olmuyordu.

Sevecen biri olmalıydı ya da belki de işi gereği böyle davranmaya alışmıştı? Onun hakkında birden bire çok fazla şey öğrenmek istedim.

Mesela güzel puntolarla yazılmış, görkemli duran bu Lacuna'nın sahibi o muydu yoksa sadece orada çalışan herhangi biri miydi?

Ama tanrım, o herhangi biri olamazdı... O, Colmar için yaratılmış özel biriydi.

O, şarapların arasında ahenkle dolaşmak için, şarapları tatmak için, Lacuna adı altındaki dükkânı muhafaza etmek için yaratılmıştı.

Bana böylesine yoğun bir his yaşatıyordu... Bunları düşünmeme neden oluyordu ve bunu anlamlandıramıyordum.

Soğuk renklerin, hafif esen rüzgârın arasında o sıcak bir renk ve ılık bir yaz akşamı gibiydi sanki...

Tamamen onun muhteşem ve beni, buraya adım attığımdan beri ilk defa masal diyarında gibi hissettiren görüntüsüyle mest olmuş gibi hissediyordum.

Sanki bin bir parçaya dağılıyor sonra onun o güneş gibi sıcacık yapan gülümsemesini gördüğümde parçalarım birleşiyordu.

Birkaç kez ardı ardına yutkundum ve derin bir nefes aldım. Tam o sırada içeriye girdi ve göz hapsimden ben istemeden de olsa kurtuldu.

Onu görmek istiyordum, onu tekrar tekrar her gün ama her gün görmek istiyordum.

Dünya da böyle güzel, böyle naif ama ağır başlı gözüken biri var mıydı gerçekten? Nasıl olurda ilk bakışta birisinden böylesine etkilenebilirdim ki?

O, Lacuna'nın içine girdiğinde yanıma dört kızdan oluşan grup geldiğinde daldığım masal diyarından zorla çıkarıldım.

''Kim Taehyung?'' dedi kızlardan biri, burada, tam karşısında olduğuma katiyen inanmıyordu. Başımı salladım ve gülümsedim. ''Evet, Kim Taehyung.''

Birbirlerine bakıp çığlık attıktan sonra dördü de bana ait minik fotoğrafları çıkartıp imzamı aldılar ve bir de onlarla tek tek, hiç sıkılmadan, tek bir an bile şikâyet etmeden fotoğraf çekildim.

Mesafeyi korumada, beni rahatsız edecek herhangi bir soru sormama konusunda dikkatliydiler. İnce düşünerek konuşuyorlardı ve bana olan ilgi dolu bakışlarını görmek beni bir kuş kadar hafif ama fazlasıyla değerli hissettiriyordu.

Kızlar gittikten sonra birkaç dakika daha dükkânın önünde oyalandım fakat dışarı çıkmıyordu ama bende içeriye girecek kadar cesaretli hissetmiyordum. Nedense her zaman utanmaz bir şekilde karşı tarafa adım atabilen ben bu sefer tutulmuş gibiydim.

Daha fazla burada olmanın bir anlamı olmadığını kavradığımda istemeye istemeye sokaktan çıktım ve otelin yolunu tuttum.

Otele girdiğimde saat neredeyse akşam yemeği vaktine geliyordu. Direkt olarak yemek salona girdim ve yine aynı yerde tek başına yemek yiyen Yeoubi'yi gördüm.

Bende hızlıca kendime bir tabak hazırlayıp tam karşısına oturduğumda beni görünce şaşırdı ve aynı zamanda yalnız yemekten kurtulduğu için mutlu oldu.

''Selam.'' dedim, benden beklenmeyecek derecede neşeli ve iyi bir ruh haliyle.

Kaşlarını çatıp bana baktı bir süre. ''Giderken isteksizdin ama şu an yüzünde güller açıyor ve bu beni şüphelendirdi.''

Omuz silktim ve çatalı köfteye batırıp büyük bir ısırık aldım. ''Burayı sevdim, gerçekten masal diyarı gibi.''

Yeoubi kollarını masaya yerleştirdi ve şüpheli bakışlarla bana bakmaya devam etti. ''Hangi köpek? Söyle.''

''Ne?'' dedim aval aval yüzüne bakarken.
''Diyorum ki nasıl bir köpekti de sana burayı sevdirdi?''

Tamam, demek istediğini şimdi anlıyordum... Köpeklere olan zaafımın burayı sevdirdiğini düşünüyordu.

Cins bir köpek gördüğümü ve ona tutulduğumu düşünüyordu. Tutulduğum kısmı doğruydu tabii...

Güldüm. ''Saçmalama.'' dedim ve sorusunu geçiştirip masanın üzerine bıraktığım torbayı ona doğru ittirdim. ''Hediyen.''

Torbayı alırken inanamıyor gibi bakıyordu. ''Bana bir hediye alacağından şüpheliydim.''
''Bana her zaman şüpheyle yaklaşıyorsun zaten.''

Torbadan çıkan hediye paketini de açtıktan sonra ellerinin arasında duran kar küresine ardından bana baktı. Gözleri mutluluktan dolmuştu ve ona aldığım her hediyeye aynı minnettarlıkla karşılık veriyordu.

Yeoubi hiç değişmiyordu ve değişmeye niyeti yoktu. Bunu seviyordum, olduğu gibi olmasını ve insanların onu böyle sevmesi gerektiğine inanmasını takdir ediyordum.

Hâlbuki ben iki farklı insandım ve çevremdeki insanların hangi benliği sevdiğine dair bir fikrim yoktu.

Düşüncelerimle birlikte düşen yüzümü fark eden Yeoubi uzanıp elimi tuttu. ''Hey, teşekkür ederim. Taehyung'dan gelen hediyeler kısmına yeni bir tane daha eklediğin için.''

Burnumu kırıştırarak gülümsedim. ''Rica ederim, seveceğini biliyordum.''

Hediyeyi dikkatli bir şekilde torbaya geri koydu ve tekrar tüm algısını bana çevirdi. ''Şimdi senin neyi sevdiğini söyle. Seni tanıyorum Taehyung. İnsanları ve bulunduğun şehirleri birbirine bağdaştırıyorsun ve olduğun yeri böyle seviyorsun.''

''Beni bu kadar iyi tanımadan nefret ettiğimi söylemiş miydim?''

Düşünür gibi yaptıktan sonra cevapladı. ''Sayamayacağım kadar çok.''

Minik bir gülüşmenin ardından tabağımı kenara ittirdim ve boynumda asılı duran fotoğraf makinesini çıkartıp ona uzattım. Eline aldığı fotoğraf makinesine öylece bakıyordu.

''Fotoğraflara bak. Anlayacaksın.''

Çektiğim fotoğraflara bakıyordu ve manzara resimlerini ne kadar çok beğendiğini anlatıyordu.

Fotoğraf çekme konusunda ayrı bir yeteneğim olduğu konusunda yine ciddi bir konuşma yapmak üzereydi ki gözlerini şaşkın bir halde gözlerime kaldırdı.

Makinenin ekranında gözüken onun fotoğrafını bana doğru çevirdi.
''O mu? Sana burayı masal diyarı gibi hissettiren?''

Utangaç bir tavırla başımı salladım. ''Harika gözükmüyor mu?''

Yeoubi dili tutulmuş gibiydi. O da onay vermek adına başını salladı ve kamerayı tekrar kendine çevirip fotoğraflara bakmaya devam etti.

Tüm fotoğraflara baktıktan sonra makineyi geri verdi. ''Taehyung, bak...''

Lafını hızlıca kestim; çünkü ne diyeceğini iyi biliyordum. Burada sadece birkaç ay kalacağız, birisine bağlanmanı ve sonrasında üzülmeni istemiyorum vs vs. Bunları duymak istemiyordum.

''Kendimi kontrol altına alacağım, söz veriyorum.''
''Onun gibi birisinin karşısında kendini nasıl kontrol altına alabilirsin? Taehyung, bu adam tanrı gibi gözüküyor.''

Nahoş bir şekilde gülümsedim. ''Değil mi? Colmar'ın tanrısı gibi... Eşsiz bir görüntüsü vardı ki gerçekten eşsizdi.''
İçkisinden yudum aldı. ''Tekrar görmeye gideceksin, değil mi?''

''Evet ve onunla tanışacağım.''
Yeoubi doğruldu, kaşları çatıldı. ''Taehyung bu riskli. Seni tanıyabilir ki bence seni kesinlikle tanıyor.''

''Beni tanıyor olması daha iyi değil mi? Sadece onunla tanışmama izin ver, olay sadece tanışmakla kalacak.''

''Olay asla sadece tanışmakla kalmayacak. Ona bağlanırsan seni toplayamam.''
''Bana güven, hım?''

Bir bebek gibi yüzüne bakıyordum ve onun bu bakışlarıma dayanamayacağını biliyordum. Pes ederek nefes verdi. ''Tamam, tanış onunla.''
Uzanıp yanaklarını öptüm. ''Seni seviyorum.''

✨✨✨✨

Ertesi sabah uyandığımda dışarı çıkmak için dünküne göre çok daha hevesliydim ama ilk önce senaryo provası yapmam gerekiyordu, ondan sonra bütün bir akşam bana aitti.

Yeoubi'nin dün gece odama bıraktığı kıyafetlerimi giyinip odadan çıktığımda Yeoubi tamda odamın kapısında hazır ol da bekliyordu.

Kısaca gün aydınlaştıktan sonra bizi almaya gelen ekip arabalarından birine bindik ve toplantının olacağı alana gitmek üzere yola koyulduk.

Sanırım otelden birkaç saatlik uzak bir mesafedeydi. Arkama yaslanıp yolu seyretmeye başladığım sırada Yeoubi konuştu.

''Eğer şirket ekstradan bir program koymazsa senaryo provasından sonra boşsun.''
Tek kaşımı kaldırarak sordum. ''Ekstra program koyabilir mi? Sonuçta program çoktan ayarlanmadı mı?''

Yeoubi tablette her ne yapıyorsa büyük bir ciddiyetle onu yapmaya devam ediyordu.

Derin bir nefes aldı, canı bugün bir şeylere sıkkın gibiydi. ''Bilmiyorum, Bay Tan bazen beni deli ediyor. Şimdilik provadan sonra boş gözüküyorsun sadece hayal kırıklığı yaşama diye uyarmak istedim.''

Başımı salladım ve iç çektim. ''Tamam.'' Birkaç dakika Yeoubi'yi izledim. Canını kesinlikle sıkan bir şeyler vardı ama iş ortamında son derece profesyonel davrandığı için kişisel sorular sormama izin vermiyordu.

Aynı şekilde o da benimle yalnızken olduğumuz kadar samimi olmuyordu ve bana karşı koyduğu keskin bir sınır çizgisi vardı.

İmajım için gerçekten çok fazla uğraşıyordu ve yaptığım mesleğe inanılmaz derece saygı duyuyordu. Gözlerimi onun ciddi ve bir şeylerle uğraşan ifadesinden çekip camdan dışarıya, yola çevirdim ve koltukta kaykılıp izlemeye başladım.

✨✨✨✨

Karşımdaki rol arkadaşıma doğru adımladım ve ezberlediğim repliği söyledim. Sadece sanırım bugün prova yapmak için gerçekten modumda değildim, hisleri tam veremediğimin farkındaydım ve buradaki herkeste bunun farkındaydı.

Yönetmen ayağa kalktı, yüzünde sevecen ve halden anlayan bir gülümseme vardı. ''Tamam, bugünlük burada bıraksak iyi olacak. İki gün sonra çekimlere başlıyoruz, o zamana kadar herkesin tam hazırlanmış olmasını istiyorum.''

Yönetmeni eğilip selamladıktan hemen sonra herkes birbiriyle vedalaştı ve odadan çıktık. Yeoubi ince ceketine sıkıca sarılmış ve uykulu gözlerle beni bekliyordu. Yanına vardığımda yüzümde mutlu bir gülümseme vardı, bunu biliyordum.

Nefes vererek güldü ve gözlerini devirdi. ''Tanrım... Şu ifadeye bak. Köpek yavrusu gibi gözüküyorsun.''

''Ah, öyle mi? Teşekkürler.'' dedim abartılı bir sevimlilikle ve aramızda gülüştükten sonra arabaya bindik.

O sokağın başında arabayı durdurduğumda gerçekten inanılmaz heyecanlı hissediyordum. Daha önce hiçbir şey için bu kadar içten bir şekilde heyecanlandığımı hatırlamıyordum.

Garip bir şekilde tüm gün aklımdaydı, prova yaparken bile karşımdaki rol arkadaşımı onun gibi hayal ediyordum ve bu beni aptalca bir duruma sürüklüyordu.

Sadece bir kere görmüş olmamla bile beni alt üst etmişti... O, tehlikeydi. Bunu sezebiliyordum.

Elim kapının koluna gittiğinde tereddüt içinde Yeoubi'ye baktım. Bana içtenlikle ve güven verici bir şekilde gülümsedi.

''Bana şans dile.'' dedim ve arabadan indim. Araba çalışmadan hemen önce Yeoubi camı indirip arkamdan seslendi. ''Bir sorun olursa derhal beni arıyorsun ve seni almaya geliyorum, tamam mıyız?''

Ona başparmağımı tamam anlamında gösterdim ve camı kapattığında araba gözden uzaklaşmaya başladı. Sokağın başından Lacuna'ya doğru yürürken sersemlemiş gibi hissediyordum.

Kalbim hızlıca atıyordu, avuç içlerim terliyordu ve zemin sanki ayaklarımın altından öylece akıp gidiyordu.

Adımlarımı dükkânın tam önünde durduğumda kapı aniden açıldı ve içinden geçen seferki minik gözüken çocuk çıktı.

Bana tatlı bir gülümseme eşliğinde başıyla selam verdikten sonra hızlı adımlarla benim geldiğim yöne doğru gitti.

Tüm cesaretimi toplayarak kapıyı araladığımda oradaydı. Kasanın başında, bir şeylerle uğraşıyordu. İçeriye girdiğimi duyduğunda başını kaldırdı ve kocaman gülümseyip hoş geldiniz dedi.

Hoş geldiniz dedikten kısa bir süre sonra gözleri dikkatlice yüzümde gezindi ve hafif bir şaşkınlıkla dudaklarını araladı.

Beni tanıdı... Beni tanıyordu. Ondan kilometrelerce uzaktaki ünlü bir aktördüm ve o beni burada, Colmar'ın içinde tanıyordu.

Fakat sanki tanıdığını belli etmemek istercesine önüne döndü ve beni öylece bir başıma bıraktı. Ne yapacağımı bilmez bir halde şarap raflarının arasında dolaşmaya başladım.

Rafların düzeni muhteşemdi, tavanda asılı duran sarı ve loş ışıklarla, ahşaplardan yapılan raflar ve rafların içindeki muhteşem gözüken şişeler bir tabloyu andırıyordu.

Kasanın tam çaprazında kalan rafa doğru adımladım ve şaraplardan herhangi birini elime alıp incelemeye başladım.

Şaraplardan çok anladığımı söyleyemezdim ama içmesini çok severdim. Arada bir markalardan şarap hediyeleri geliyordu ve onları içmek zevkliydi.

İyi bir şarap içmemiştim hiç, yıllanmış bir şarap özellikle... Düşüncelerim içinde elimdeki şarabı incelerken sesini duydum.

''Yardım edebilir miyim?''

Ona doğru döndüm ve hafifçe gülümsedim. Ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum hâlbuki cevabım belliydi.

Evet, elbette yardım etmesini istiyordum ve ses tonu... O Fransız aksanı... Hangi insana bu kadar çok yakışabilirdi ki?

Korece bir şekilde cevap verdim. ''Hayır, sadece bakıyorum. Teşekkürler.''

Bunu dememiş olmayı diliyordum... Neden yardıma ihtiyacım olduğunu söylemedim ki?

Korece cevap verişimden sonra yarım ağız gülümsedi ve o da tıpkı benim gibi Korece cevap verdi. ''Tamam, yardıma ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli.''

Pek âlâ onun hakkında öğrendiğim şeylerden biri; o kesinlikle bir Koreli! Bu yüzden beni tek bakışta tanıdı. Onun ülkesinden biriydim elbette beni tanırdı.

Elimdeki şişeyi rafa, yerine geri koyduktan sonra bir alt raftan başka bir şişe aldım; çünkü markasını bildiğim, tadından emin olduğum tek şarap oydu.

Tam o sırada tekrar konuştu.

''O şarap o kadar da iyi değildir. Eğer gerçekten şarap almak ve tadına vara vara içmek istiyorsanız bunu alarak paranızı boşa harcamış olursunuz.'' dedi ve kasanın oradan çıkıp yanıma geldiğinde tam arka raftan başka bir markanın, kırmızı şarabını aldı ellerine.

Elleri... Nasıl her şeyi bu kadar güzel olabilirdi ki?

''Bu şarap çok daha iyi! Özellikle kırmızı bir şarap arıyorsanız tabii...''
Gözlerim ilgiyle büyüdü. ''Öyle mi? Pek bir fikrim yok açıkçası.''

Heyecanlı bir şekilde aşağıya inen merdivenleri gösterdi. ''Ya da mahzende el yapımı, yıllanmış bir kırmızı şarap var oraya-''

Tam o sırada gözüne çarpan bir şeyler duraksadı. Ona doğru dönük olan bilgisayar ekranından başka bir müşterini en arka raflardan bir şişe şarabı çalmaya çalıştığını gördü.

Kaşları çatıldı, bütün vücudu gerginleşti. Kızgınken ne kadar da... Kes Taehyung, kes şunu.

Bana doğru döndü ve sakin kalmaya çalışarak gülümsedi. ''Ufak bir sorun var onunla ilgilenip hemen size geri döneceğim.''

Başımı salladım ve o, arka tarafa doğru adımladıktan birkaç dakika sonra yanında neredeyse yirmi yaşında genç bir kızla geri döndü.

''Güvenlik kameramız var,'' dedi eliyle içeride bulunan kameraları göstererek ve devam etti, ''ne yaptığını gördüm.''

Kız çantasının içindeki şarap şişesini çıkarttı ve utanmış bir halde oflayarak etrafına bakınırken benimle göz göze geldi. Bir anda gözleri büyüdü, dudakları aralandı ve tiz bir çığlık attı.

''Kim Taehyung?'' dedi doğruluğunu test etmek istercesine.

Başımı salladım ve kasanın üzerinde duran deftere uzanıp bir sayfa kopardı ve kalemi de alıp bana uzattı. ''İmzanı alabilir miyim?''

Ona baktığımda kıza 'asla akıllanmıyorsun' der gibi bir bakışı vardı. Acaba bu kızı yakından tanıyor muydu?

Eğer, dükkânında hırsızlık yapmak üzere olan bu genç kıza imzamı verirsem bu onu rahatsız eder miydi?

Uzanıp kâğıdı ve kalemi aldım, adını sordum ve adının Damia olduğunu söylediğinde hızlıca bir imza atıp genç kıza geri verdim.

Kâğıda baktıktan sonra kaşları hafif çatılmış bir halde bana döndü. ''Burada ne yazıyor? Korece yazmışsınız, okuyamıyorum.''

Bir sır verir gibi ona doğru döndüm ve fısıldadım. ''Sevgili Damia; umarım bir daha asla böyle bir işe kalkışmazsın. İyi bir hayat sür, harika yerlere geleceğine eminim. Sevgilerle, Kim Taehyung.''

Adının Damia olduğunu öğrendiğim genç kız tamamen etkilenmiş gözüküyordu ve umarım ki gerçekten bu not ona iyi bir ders olurdu.

Nasihat olarak almasını istiyordum. Bana teşekkür ettikten sonra kasada bize bakan ona döndü.

''Özür dilerim Seokjin, sadece kızlarla parti yapacaktık ve senin şarapların buranın en iyisi.''

Adı Seokjin miydi? Harikaydı. Adının anlamı; görkemli bir hazineye dönüşmek...

Tanrım, onunla ilgili her bir detay neden böylesine kusursuz olmak zorunda?Delirmek üzereydim, sanırım.

Seokjin tatlı bir şekilde gülümsedi. ''Damia, o çalmaya çalıştığın şarap benim şarabım bile değildi! Bana, bir şaraba ihtiyacın olduğunu söyleseydin sana verirdim zaten.''

Damia yaptığından mahcup bir şekilde başını eğdiğinde Seokjin uzanıp onun saçlarını karıştırdı ve ikisi birbirine tatlı bir şekilde gülümsediler.

Damia çıkmadan önce beni gördüğüne çok mutlu olduğunu söyledi ve başarılarımın devamını diledi. O çıktıktan sonra Seokjin'in elime tutuşturduğu şarabı uzattım.

''Önerimi dikkate almışsınız.'' dedi, şarabı güzel bir şekilde sarıp karton bir poşete koyarken.
''Güvenilir bir öneriydi.''

Sadece gülümsedi ve karton poşeti bana uzattıktan sonra bende ona parayı uzattım. ''Tekrar beklerim, iyi günler Bay Kim.''

Bay Kim... Tam adımı dudaklarının arasından ve sesinden duymak ne güzel olurdu tanrı bilir! Şaşkın bir ifadeyle gülümsedim ve dükkândan çıktım.

KIM SEOKJIN

Kim Taehyung dükkândan çıktıktan sonra öylece arkasından bakakaldım. İnanılmazdı, onu burada, benim dükkânımda göreceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.

Son iki yılın en iyi oyuncularından birisiydi ve gerçekten sahip olduğu ün şakaya gelmezdi. Damia bile –ki onun ünlülerle asla işi olmazdı küçüklüğünden beri onu tanıyordum- onu biliyordu ve ona bayılıyordu.

Fotoğraflardan çok daha yakışıklı gözüktüğünü kabul etmeliydim. Herkes gibi bende onun oyunculuğunu çok beğeniyordum ama kişisel olarak kendisi hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

O benim gözümde sadece dünyaca ünlü ve son derece yetenekli, ah bir de yakışıklı olan bir aktördü. Koreli bir aktör.

Kim Taehyung gittikten birkaç dakika sonra Jimin elinde iki tane starbucks kahvesiyle içeriye girdi ve yanıma geldiğinde arka taraftaki masalardan birine oturduk ve kendimizi minik bir molayla ödüllendirdik. Kahvemi yudumlarken Jimin yine bir şeyler anlatıp duruyordu.

''Ayrıca ben dükkândan çıkarken şu meşhur Kim Taehyung'a aşırı benzeyen bir adam gördüm! Hoseok Hyung'un oyunculuğunu öve öve bitiremediği şu adam hani, hatırlıyorsun değil mi?''

Kahvemi tekrar yudumladım ve soğukkanlılıkla cevap verdim. ''Kim Taehyung'du çünkü.''

Jimin ağzını şoktan dolayı açık unuttuğu için kahvesi masaya döküldü ve ona hızlıca peçete uzattım. Bu kadar şok olacağını tahmin etmemiştim. O da mı ona hayrandı? Bundan hiç bahsetmemişti ki!

''Aman tanrım! Kim Taehyung'a öylece baş selamı verip yanından geçip gittim mi yani? Şaka mı bu! Neden buraya gelmiş?''

Suratına öylece baktım. ''Jimin, birisi neden bir şarap dükkânına gelir?''

Jimin kafası şimdi basıyormuş gibi beni onayladı. ''Doğru, tamam. Aklım gitti bir an.''
''Aklını topla yoksa Jungkook'a söylerim.''

Jimin yüzünü buruşturdu. ''Çocuk muyum ben beni kardeşine şikâyet ediyorsun?''
Alayla güldüm. ''Kim Taehyung derken orgazm oluyor gibiydin.''

Jimin başını geriye atarak yüksek sesle güldü. ''Hyung! Hayır, o sadece yakışıklı ve biliyorsun gerçekten çok ünlü.''

Başımı salladım fakat Kim Taehyung konusunu çok fazla konuşmak istediğimi söyleyemezdim. Daha öncede dükkâna çok ünlü gelmişti ve Jimin hiçbirinde bu kadar tepki vermemişti.

Kim Taehyung bu yüzyılın en popüler insanı falandı sanırım.

''Benim için sadece bir müşteriydi ve bir de Damia'yı yola getirecek tek insan, belki de.''
Jimin sorgularcasına baktı. ''Damia mı? Ne oldu yine?''

''Arka raftan şarap çalıyordu ama onu yakaladım ve sonrasında Kim Taehyung'u burada görünce delirdi –elimle saçını başını yolma hareketi ve çığlık atar gibi yaptım- sonra da ondan imza istedi. Kim Taehyung'da imzaya bir daha hırsızlık yapmaması gerektiğine dair birkaç cümle bir şeyler yazdı.''

Jimin büyülenmiş gibi dinliyordu. ''Vay be o gerçekten iyi bir insan. Hakkında söylenen hiçbir şey abartı değil.''

Daha fazla bu muhabbete devam edemeyeceğimi anladığımda kalktım ve kahvenin tadının git gide yavanlaştığını hissederek kendime sokağın başındaki dönemeçte duran taze meyve sıkan kafeden meyve suyu alacağımı söyledim.

Jimin ben gelene kadar dükkânla ilgileneceğini söyledikten sonra üzerime ceketimi giyip çıktım.

Elimde taze sıkılmış portakal suyuyla dönemecin oradan sokağa dönmek üzereyken çarpıştığım kişi yüzünden tüm meyve suyu döküldü ve kime çarptığıma bakmak için kafamı kaldırdığımda Kim Taehyung'u gördüm.

Meyve suyu onun beyaz gömleğine olduğu gibi dökülmüştü ve eğer hemen yıkamazsa leke kalacağına emindim.

Taehyung irkilerek geriye adımladığında parmak uçlarında öne doğru eğilmiş şekilde duruyordu. Sanki bu duruşuyla üzerindeki meyve suyunu yere akıtabilirmiş gibi.

''Üzgünüm!'' dedim telaşla ve ne yapacağımı bilemez bir halde yüzüne baktım.

Siniri bozulmuş gibi güldü. ''Tekrar böyle karşılaşmamızı hiç istemezdim. Garip bir tesadüf oldu.''

Sanırım üzerine büyük boy bir portakallı meyve suyu döktüğüm için kızmamıştı tam tersine bu durumdan keyif alıyor gibi bir hali vardı.

''Eğer üzerinizi değiştirmek isterseniz evim birkaç sokak arkada, orada halledebilirsiniz.''
Yutkundu ve gözleri büyüdü. ''Bu hain bir plan değil, değil mi?''

Söylediğine güldüm. ''Elbette değil sadece yardımcı olmaya çalışıyorum. Benim yüzümden oldu.''

''Senin yüzünden-'' durdu ve hızlıca düzeltti, ''sizin yüzünüzden olduğu doğru ve şu an üzerimi değiştirmek yapabileceğim en iyi şey olur.''
''Tamam, o halde gidelim.'' dedim ve onunla beraber sokağa girmeden yürüdük.

Neredeyse eve varmak üzereyken arkamdan gelen ona doğru hafifçe döndüm. ''Kim Seokjin ben, tanıştığımıza memnun oldum.''
''Kim Taehyung. Bende tanıştığımıza çok memnun oldum.''

''Kim olduğunuzu biliyorum.''
Utangaç bir şekilde gülümsedi. ''Öyle mi? Dükkânda belli etmediniz.''

''Sizi rahatsız hissettirmek istemedim, ayrıca ünlülerle aram çok iyi değildir.''
Sanki belli belirsiz yüzü asıldı. ''Yaa... Çok fazla ünlü tanıyor gibisiniz.''

''Pek değil sadece düzenli olarak şarap alan birkaç ünlü var o kadar ben sadece kendimi bu tür şeylerden uzak tutuyorum diyebiliriz. Bazı yaşanmışlıklardan dolayı sanırım.''

Başını salladı ve evimin önünde geldiğimizde Hoseok'un evde olmadığına şükür ettim. Eğer evde olsaydı ve Kim Taehyung'un evine girdiğini görseydi kalp krizi geçirebilirdi ki bu isteyeceğim son şey olurdu.

Kapıyı açıp içeriye girmesi için yol verdiğimde içeriye girdi ve bende hemen arkasından girdim. Girişin orada öylece bekliyordu.

''Salona girebilirsiniz.'' dedim ve onu yönlendirerek beraber salona girdik. Etraf biraz dağınıktı, Hoseok yine çıkmadan önce toplamayı unutmuş olmalıydı. Beni utandırmakta üzerine yoktu!

Dağınıklığın önüne geçtim ve onu odama doğru yönlendirmeye karar verdim. Evin tek düzenli yeri orasıydı. Ve bir ünlünün evimi böyle dağınık görmesi kesinlikle Jung Hoseok'un suçuydu.

Taehyung odama girdi ve birkaç dakikanın sonunda üzerini değişmiş bir halde çıktı. Üzerinde hâlâ etiketi duran siyah, saten ve dökümlü bir gömlek giymişti.

Vay canına! Son derece seksi gözüküyordu... Ya da çekici? Her neyse, sadece güzel gözüküyordu ve bunu inkâr etmiyordum.

''Neyse ki bunu almıştım sanki olacakları sezmişim gibi.'' dedi ve ensesindeki saçlarını kaşıdı.
Nahoş bir şekilde gülümsedim. ''Neyse ki... Ah, bir şeyler içmek ister misiniz?''

''Hayır, teşekkür ederim zaten evinin kapısını açtın.''
Saygı ekleri kullanmadan konuşuyordu sanırım rahat hissediyordu ya da böyle konuşmaya alışkındı.
''Ama üzerinize meyve suyu döktüm elbette yardımcı olacaktım.''

Kısa bir sessizliğin ardından buzdolabını açtım. ''Kola içer misiniz?''

Tatlı bir şekilde reddetti. ''Hayır.''
''Limonata?''

''Hayır.''
''Soğuk çay?''
''Hayır.''

''Meyve suyu rolü yapan mide bulandırıcı şekerli içecek?'' diye sordum, elimdeki şişeyi ona gösterirken.

Kahkahasını tutamadı ve gerçekten güzel güldüğüne kanaat getirdim. Ağzı kare şeklini alıyordu ve kalın sesiyle gülerken güzel gözüküyordu.

''Hayır.'' dedi on beşinci kez ve bu seferde ben gülmeden edemedim. Buzdolabını kapattım ve ona doğru döndüm, dikkatimi ona verdim.

''Her şeye hayır mı dersin?''
Bir süre yüzüme baktı, dudakları gülmek için izin istiyor gibiydi. ''Hayır.'' Saatine baktı ve ardından kararmaya yüz tutan havaya. ''Sanırım gitmem gerek, teşekkür ederim.''

''Rica ederim ve umarım önerdiğim şarabı gerçekten beğenirsiniz... Beğenmeseniz dükkânıma bir daha gelmemenizden korkuyorum.''

''Tekrar gelmemi ister miydin?''

Sorusuyla birlikte afalladım. ''Efendim?''
Çekingen bir şekilde güldü. ''Hiç, öylesine. Gidiyorum, tekrar teşekkür ederim.''

Kim Taehyung evimden çıktıktan sonra az önce yaşananlarla ilgili ufak bir şok geçiriyordum. Neredeyse herkesin ölüp bittiği, öve öve bitiremediği Kim Taehyung sahiden evimde miydi?

Elim hâlâ kapının kolundayken tekrar zil çaldı ve açtığımda tekrar onunla yüz yüze geldim.

Elindeki telefonunu salladı. ''Şarjım bitmiş ve menajerimi aramam lazım. Telefonunu kullanabilir miyim?''

Telefonumu pantolonumun arka cebinden çıkartıp ona uzattım. Teşekkür ederek aldıktan sonra ezbere bildiği bir numara olmalı ki hızlıca numarayı tuşladı ve aradı.

''Hey Yeoubi beni almaya gelmelisin. Hava karardı ve sanırım yolu karıştıracağım. Gülmeyi keser misin? Tamam, sana bu telefondan konum atarım.''

Konuşmayı bitirdikten sonra numaraya evimin konumunu attı ve onunla birlikte kapımın önünde menajerinin gelmesini bekledim. Sessizdi, çekingen bir tavrı vardı.

Aslında son derece özgüvenli, kendinden emin, çok konuşan, bilmiş birisi olması gerekmez miydi? Yoksa ben mi önyargılı davranıyordum? Geçmişte yaşadıklarım yüzünden mi?

Beni bir hiç için terk edip giden aptal ünlü erkek arkadaşım yüzünden mi onu hak etmediği ve belki de asla hak etmeyeceği şekilde yargılıyor, kalıplara sığdırmaya çalışıyordum?

Fakat, o gerçek anlamda bir aktördü ve ondan beklediklerimin tam tersini yapıyordu.

Naif gözüküyordu, eğer herhangi birinden tek kötü bir söz duyarsa bu onu sonsuza dek etkileyecekmiş gibi... Sıradan ama aynı zamanda çok eşsiz gibiydi.

Ona bakmaya dalmışken bir anda göz göze geldik ve çok içten bir şekilde gülümsediğinde göz kontağımızı evin önünde duran arabadan çıkan kulak tırmalayıcı korna sesi bozdu.

''Geldi.'' dedi heyecanla ve şoför koltuğunun camı açıldığında direksiyonun başından bir kadın bizi görebilmek için hafifçe eğildi.

''Merhaba. Lim Yeoubi ben, Kim Taehyung'un menajeriyim. Onunla ilgilendiğiniz için teşekkür ederim.''

''Rica ederim, onu tanımak büyük bir zevkti.'' dedim ve Taehyung arabaya oturduğunda bana hâlâ sıcak bir gülümseme sunmaya devam ediyordu.

Ne yaptığımı sonradan anlayarak ona el salladım ve araba gözden kaybolduktan sonra yine dükkândan çıkıp gittiğinde baktığım gibi arkasından bakmaya devam ettim. Peki ya hissettiğim bu his ne?

Umarım beğenmişsinizdir. 3'te görüşmek üzere🤟🏻

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

144K 13K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
47.8K 7.3K 30
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
323K 41.4K 40
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı
789K 64.7K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...