Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

YİRMİ İKİNCİ SEANS

227 20 11
By burcukrklk

Bugün beni programınıza alabildiginiz için teşekkürler, doktor. Bu son boktan olaylarla tek başıma başa çıkmam gerekseydi, beni akıl hastanesinde ziyaret ederdiniz. Ama orası muhtemelen çok daha güvenlidir. Beni yine haberlerde gördüğünüze eminim. Kim görmedi ki zaten?




Birkaç gece önce, Kai'ın elindeki eski fotoğrafımı çıkardım. Üstünde hiç raptiye izi yoktu ve neden bunu ofisimde tuttuğuma bir türlü anlam veremedim. Ama bunun başka nerden gelmiş olabileceğine ne kadar odaklansam da, gözlerimin önüne Kai'ın bunu bir ödül gibi havaya kaldırışı geldi.
Ertesi sabah, koşmak için dışarı çıktım. Garaj yolumun sonunda, yolun sağına saptım ve kenara park etmiş beyaz bir kamyonetin yanından geçerken ileride olan Vivi'ye seslendim. Bir sonraki yolu geçmeden önce beni beklemesini istedim. Durduğundan emin olmak için ona bakarken, kamyonetin yan kapısının açıldığını fark etmedim. Tam yanından geçerken, siyah giysili ve kar maskeli iri yarı birisinin üstüme atıldığını gördüm. Yana kaçmak isterken ayak bileğimi burktum ve ayağım gevşek çakıl taşlarında kaydı. Sert bir biçimde kaldırıma düştüm, çenemi yere çarparken dilimi ısırdım ve sert zeminde ellerimi sıyırdım. Ayağa kalkmak için çabalarken, bir el bileğimi kavradı ve beni geriye doğru çekmeye başladı. Bacağımı kurtarmaya çalışırken, kaldırıma tutunmaya gayret ettim. Bir an için, serbest kaldım ve dizlerimin üstüne kalkıp koşmaya hazırlandım. Derken, iri bir el ağzımı kapattı ve bir kol göğüs kafesimin etrafına dolandı. Ağzımı kapatan el başımı omzuna iterken, kolu da ciğerlerimdeki havayı boşaltıyordu. Saldırgan geriye doğru gitmeye başladı. Topuklarım kaldırıma sürtüyordu. Vivi havlayarak hızla bize doğru koştu. Çığlık atmak ve karşı koymak istedim, ama korkudan donakalmıştım. Görebildiğim tek şey Kai'ın gülümseyişi, hissedebildiğim tek şeyse sırtıma dayadığı tabancasıydı.





Kamyonetteydik. Adam ağırlığını bacaklarından birine verdi ve kamyonete binecekmiş gibi beni daha sıkı tuttu. Kai'ın nasıl kamyonetin kapısını üstüme kapattığını, öne dolandığını ve bindiğini hatırlıyordum.
Odaklan, kahretsin! Sadece saniyelerin var. Seni kamyonete bindirmesine izin verme.



Ağzımı kapatan eli ısırdım ve bacaklarımla geriye doğru tekmeler savurdum. Bir inleme sesi duydum. Dirseklerimi isabet ettirebildiğim her yere geçirdim, çenesi olduğunu tahmin ettiğim şeye vurdum. O kadar sert vurdum ki, bacaklarım iki yana açıldı ve kaldırımın sert kenarına serilip şakağımı çarptım. Canım çok yandı ama sırt üstü yuvarlandım.




Adam bana uzanırken, avazım çıktığı kadar bağırdım ve midesine bir tekme atmayı başardım. İnledi, ama beni yakalamaya çalışmaya devam etti. İki yana yuvarlanıp duruyor, kollarını yumruklayıp "İMDAT! BİRİSİ YARDIM ETSİN!" diye bağırıyordum.




Hırlama ve havlama sesleri duydum. Adam tekrar doğruldu. Vivi ayağını yakalamıştı ve adam ona tekme atıyordu. "SAKIN KÖPEĞİME DOKUNMA, PİSLİK!" Hâlâ yerdeyken, dirseklerimden destek aldım ve adamın apış arasına sert bir tekme indirdim. İki büklüm olup geriye sendeledi, inleyip soluklanmaya çalıştı ve dizlerinin üstüne düştü.





Solumdan bir kadın "Onu rahat bırak!" diye bağırdı. Adam telaşla ayağa kalktı ve yanımdan geçip kamyonete girmeye çalıştı, ama Vivi pantolonunun paçasını yakaladı. Adamın diğer ayağını tuttum. İkimizden de silkelenerek kurtuldu ve kamyonete girdi. Kamyonet lastikleri tiz bir ses çıkararak yola atılırken, Vivi kıl payı önünden çekilebildi.
Plakasını görmeye çalıştım ama gözlerimi odaklayamadım, kamyonet çok hızlı gidiyordu.




Nefes alıp verişim boğuluyormuşum gibi çıkıyordu. Dizlerimin üstüne oturup arkama baktım. Sokağın karşısında oturan komşumun ellerinde bir telefonla bize doğru koştuğunu görebildim. Görüşüm bulanıklaştı ve kaldırıma geri yığıldım.
"İyi mi?"
"Polis yolda. "
"Aman Tanrım, neler oldu?"




Herkese yanıt vermek istiyordum, ancak o kadar kontrolsüzce titriyordum ki, kesik kesik nefes alıyordum ve hâlâ net göremiyordum.
Vivi'nin postu yanağıma sürtünüyor, ılık dili suratımı yalıyordu. Birisi onu yanımdan çekti ve bir kadın "Bana isminizi söyler misiniz?" dedi.




"Sehun. İsmim Sehun."
"Tamam, Sehun, yardım geliyor, biraz dayan."
Sirenler. Üniformalar. Birisi üstüme bir battaniye örttü. Soruları bölük pörçük yanıtladım.



"Bir adam.. Siyah giysili... Beyaz kamyonet."
Daha çok siren sesi geldi ve üniformalar değişti.
"Neren acıyor, Sehun?"
"Derin derin nefes almaya çalış." "Boyunluk takacağız."
"Bize doğum tarihini söyleyebilir misin?"





Eller üstümde geziniyordu. Bileğimi birisinin parmaklarının kavradığını hissettim. Rakamlar söylendi. Bir sedyeye yatırılıp bağlanırken, seslerden birini tanıdım.
"O, benim yeğenim, bırakın geçeyim." Sonra, Dayımın endişeli suratını tepemde gördüm. Elini tuttum ve gözyaşlarına boğuldum.





Chanyeol dayım benimle hastaneye kadar ambulansla geldi.
"Sehun, iyi olacaksın. Baekhyun bizimle hastanede buluşması için anneni arıyor... Vivi'yi de bize götürecek."
Ondan sonrasını pek hatırlamıyorum. Sadece hızlı gittiğimizi ve elimi tuttuğunu biliyorum.




Hastanede yine nefessiz kalmaya başladım... Çok fazla bağıran insan, ağlayan bebekler, parlak ışıklar, sorular soran hemşireler... Beni bir gözlem odasına yerleştirip doktoru beklemeye koyuldular, ama hemşirelerle konuşan polisleri ve koridorda duran dayımı hâlâ görebiliyordum.




Tavandaki karoları saymaya başladım. Bir hemşire içen girdi ve elimi sıkmamı istedi. Sonra, tansiyonumu ölçtü ve gözbebeklerimi muayene etti. Saymaya devam ettim. Doktor nihayet gelince, bana aynı soruları baştan sorunca saymaya devam ettim. Sonra, beni röntgen çekilmesi için başka bir yere götürdüler. Bu sefer, makineleri saydım.




Beni odama geri getirdiler, polisler içeri girip soru sormaya başladılar: Adam ne giyiyordu, boyu ne kadardı, kamyonetin modeli neydi...
Daha hızlı saydım. Ama iri yarı, erkek bir hemşire içeri girip birden koluma uzanınca, çığlık atmaya başladım. Herkese odadan çıkması söylendi. Doktor bir hemşireden Kriz Müdahale Ekibi'ni derhal çağırmasını istedi.





Gözlerimi yumdum ve tepeme dikilmiş konuşurlarken hızla atan kalbimin atışlarını saydım. Birisi bana bir iğne yaptı. Konuşmalar devam etti, ama takip edemedim. Bileğimi kavradılar ve nabzımı ölçtüler. Ben de onlarla birlikte saydım. Koridorda ayak sesleri, sonra annemin sesini duydum, ama bayıldım.




Bir, iki, üç... Gözlerimi açtığımda, annemle Chanyeol dayım sırtlarını dönmüş pencerenin önünde duruyorlar, alçak sesle konuşuyorlardı.
"Baekhyun beni laboratuvar sonuçlarımı almam için arabayla oraya götürüyordu ki kalabalığı gördük. Orada öylece yatıyordu..."
Chanyeol dayım başını salladı.
"Yanına gidebilmek için uğraşmak zorunda kaldım. Basın birkaç dakika içinde oraya geldi, ambulansı izlemiş olmalılar. Şu anda dışarıda bekleyen kalabalığa bak."
"Onlara ne dedin?" diye sordu annem. "Basına mı? Hiçbir şey söylemedim. Sehun için endişelenmiştim, ama Baekhyun birkaç soruya yanıt verdi." "Baekhyun mu?"
Annem iç çekti.



"Yeol, o insanlara ne söylediğinize dikkat etmeniz gerek. Neler olacağını asla.." Hafifçe öksürdüğümü duyunca, bana döndüler. Ağlamaya başladım. Annem hemen yanıma gelip bana sarıldı. Omzunda hıçkırıklarla ağladım.
"Çok korktum, anne, çok korktum." Doktor geri gelene dek sakinleşmiştim. Kırık bir yerim olmadığını öğrenmek beni rahatlatmıştı, ama birçok yerimde çürükler, kesikler ve feci bir baş ağrısının yanı sıra sıyrıklar vardı.




Acı ve korkuyla birlikte şoka girmiştim. Resmen. Şakağıma aldığım darbe yüzünden, asıl endişelendikleri şey olası bir baş yaralanmasıydı. O yüzden, gece orada kalmamı istiyorlardı. Ayrıca, Kriz Müdahale Ekibi de sabah beni tekrar muayene etmek istiyordu.




Gece boyunca, bir hemşire birkaç saatte bir gelip beyin sarsıntısı ihtimaline karşın beni uyandırdı, ama genellikle uyanık vaziyetteydim. Koridorda ne vakit ayak sesleri duysam geriliyor, her yüksek ses duyduğumda irkiliyordum. Bazen, sadece annemin yanımdaki yatakta uyuyan ufak tefek bedenine bakıyor, nefes alıp verişini sayıyordum. Hastanedeki son maceram bana zorluk çıkarmanın orada daha uzun süre kalacağımı öğretmişti. Bu yüzden, Kriz Müdahale Ekibi ertesi sabah duygusal dengemi ölçmeye geldiğinde, uyumlu davrandım. Daha ziyade taburcu olduğumda ne tür bir destek sisteminin beni beklediğini öğrenmek istiyorlardı. Onlara düzenli olarak bir psikiyatriste gittiğimi söyledim. Bazen birkaç kriz çağrı merkezi numarası ve destek grubu listesi verdiler. Polislerle konuşabilecek kadar kendime geldiğime karar verdiler. Ben de elimden geldiğince bilgi vermeye çalıştım: Hayır, adamın suratını görmemiştim; hayır, plakasını görememiştim; hayır, gerzeğin tekinin neden beni kaçırmaya çalıştığını bilmiyordum. Saat başı ekip yollayacaklarını sanmıştım ama bana söz verebildikleri tek şey arada sırada devriye yollamak ve doğrudan karakolu uyaracak özel bir alarm kurmaktı.




Bana cep telefonumu gittiğim her yere götürmemi, park halindeki kamyonetlere yaklaşmamamı hatırlattılar ve "etrafınıza iyi gözlemleyin" uyarısında bulundular. Ama onlar araştırmalarım sürdürürken, normal hayatıma da devam etmeliydim.





Ne hayatı? Bu boktan şeyler hayatım zaten. Doktorlar gidebileceğimi ama sonraki yirmi dört saat boyunca birisinin bana göz kulak olması gerektiğini söylediler. Annem eve birlikte gitme konusunda ısrar etti. Hâlâ o kadar çok korkuyordum, her yanım tutuk ve acı içindeydi ki, bunu hemen kabul ettim.





Annem o günü, koltukta benimle birlikte televizyon izleyerek, çürüklerim için buz getirerek ve defalarca çay ikram ederek geçirdi. Üstüme düşmesine aldırış etmedim. Daha sonra, Baekhyun yengem Vivi'yi getirdi.



Annem köpeğimin içeri bile girmesine izin verdi ve ona "Sehun'a göz kulak ol," dedi. Vivi de sözünü dinledi.
Baekhyun yengem bir gündür ona baktığı halde, Vi ondan hâlâ çekiniyor, en ufak sese havlıyor ve annem her içeri girdiğinde bir şeyler söylüyordu.
Kris, Vivi'nin sakinleşmesi için önüne pek çıkmamaya gayret etti.






O gece, annem küçüklüğümdeki gibi yatağımda yattı ama uyuyabilen tek kişi oydu. Saatler sonra, gözüme hâlâ uyku girmediğinden, cep telefonumu elime aldım ve sessizce koridordaki dolaba gittim. Vivi de peşimden geldi. Konuşmak istediğim tek polis memuru olan Yixing, adam beni kaçırmaya çalıştığı sabah olay yerine, ya da ertesi gün hastaneye gelmemiş olan da tek polisti. Hastanede onu sormuştum ama yine kasaba dışında olduğunu söylemişlerdi. Dolaba girince onu aramaya çalıştım, fakat arama doğrudan sesli mesaja düştü. Her yanım sızlar halde, dolabın içine kıvrıldım ama bu sefer kendimi güvende hissetmedim. Sadece, "Kendimi bir daha güvende hissedebilecek miyim?" diye düşünüp durdum En sonunda, beyaz renkli kamyonetin peşimden geldiğini gördüğüm kâbuslara dalarak uyuyakaldım.





Eve ilk geri döndüğümde, suçluların resimlerine bakmak üzere sık sık Seul'deki karakola gitmiştim ama aylarca kötü adamların fotoğraflarını inceledikten ve Kai'ı bulamadıktan sonra hevesim fazlasıyla kırılmıştı.
Kai'ın, polisin elindeki fotoğrafı gazetelerde ve televizyonda, hatta kimliği belirlenmemiş cesetlerle ilgili Kore Kraliyet Polisi websitesinde bile yayınlanmıştı, ancak bana sadece ölü bir adamın fotoğrafı gibi geliyordu. Kahretsin, ona benziyor olsa bile, Kai görünmez olma konusunda resmen ustaydı.





Kulübenin ve civarındaki arazinin kaçırılmamdan birkaç ay önce satın alındığını ve nakit ödeme yapıldığını öğrenmişlerdi ama onu satın alan adamın var olduğuna dair hiç bir kanıt yoktu. Kredi kartı bilgileri, ehliyet veya başka bir şey yoktu.
Kai sahte bir kimlik kullanmış olmalıydı. Hatta emlak vergileri ödenebilsin diye, sahte bir isimle bir banka hesabı bile açtırmıştı fakat bankadaki kimse onu hatırlayamıyordu. Kulübenin önceki sahibi satıcıyla hiç karşılaşmamıştı çünkü Seul'deki avukatlar aracılığıyla gerçekleşmiş özel bir satış olmuştu. Sadece bir imza gerekmişti. Avukat o sırada başını kıçına sokmuş olmalıydı çünkü alıcıyı tarif bile edememişti. Mazeretiyse, o ay altmış tane kayıt aldığıydı. Bunu duyunca, alıcının kimliğini sorup sormadığını bile düşündüm.





Yixing, o adam beni sokakta kaçırmaya kalkıştıktan birkaç gün sonra aradı. Hâlâ annemde kalıyordum. Bana alarmın evime kurulduğunu söyledi ve daha önceden arayamadığı için özür diledi. Kuzeyde bir balık tutma kampındaki bir olayı araştırdığını ve sadece telsiz iletişimi olduğunu söyledi. Her şeyi baştan konuştuk. Sonra bana yine o lanet fotoğrafı sordu. Hâlâ bana geri gelmediğini söylediğimde, homurdanıp konuşmaya devam etti.




Kai beni gizlice izlediğinden, ilk başlarda onun yakın civarda yaşayan birisi olduklarını düşündüklerini ama artık onun bir otelde kalıp Seul'e kamyonetle gelmiş olabileceğine karar verdiğini söyledi. Önceki ay, her hafta sonumu cesedin bir fotoğrafını bir saatlik mesafedeki her otele veya motele gösterdim," dedi Seul merkezde olduğundan, büyük bir alanı araştırmak zorunda kalmıştı.
"Neden otellere faksla yollamıyorsun? Hem bunu neden sen yapıyorsun? Oraya yollayabileceğin memurlar yok mu?"
"Bir kere, fotoğrafı fakslarsam, büyük bir ihtimalle çöpe atılır. Kış mevsiminde personelin büyük bir kısmı çalışmaz ama şu sıralar turist mevsimi açıldığından, herkes geri dönüyor ve onlarla yüz yüze konuşmak istiyorum. İkincisi, yollayabileceğim kimse yok çünkü birçoğu aktif olaylar üstünde çalışıyorlar. Araştırmanın büyük bir kısmını boş vakitlerimde yapıyorum, Sehun."






Söyledikleri beni çok etkilemişti; ben her gece televizyonun karşısında otururken, o kaldırımları arşınlıyordu. Bu yüzden mi evli değil diye merak ettim.
"Kız arkadaşın benden gerçekten nefret ediyordur herhalde," dedim.
Birkaç saniye bir şey demeyince, yanaklarımın kızardığını hissettim ve o sırada beni göremediğine sevindim.





"Bu süreçten daha önce de hoşlanmadığını biliyorum, ama ikinci bir kaçırılma teşebbüsü meydana geldiği için, karakola gelip fotoğraflara biraz daha baksan iyi olacak."
Yanıtlanmamış kız arkadaş sorum yüzünden kendimi hâlâ aptal gibi hissederek "Yani, beni kaçırmaya çalışan kişinin Kai ile bir ilgisi olduğunu mu sanıyorsun?" diye sordum.
"İhtimalleri göz önünde bulundurmamızın önemli olduğunu düşünüyorum. "
"Yani?"
"Bu olayla ilgili birkaç şey, mesela fotoğrafın, tipik profite uymuyor... Hâlâ bunu nasıl ele geçirdiğini ve kendisi bir çok fotoğrafını çektiği halde, neden buna ihtiyaç duyduğunu anlamamız gerek. Bize bir şüpheli gösterebilirsen, geriye kalan parçaların yerine oturacağını umuyorum."





Ona ertesi gün karakola gideceğimi söyledim. Yixing'nin beni hastanede ilk ziyarete geldiği sabah hâlâ aklımdan çıkmıyor, doktor. Artık her ne demekse, sahada çalıştığını söylemişti ve üstünde bir blucinle üzerinde polis logosu olan siyah renkli bir rüzgarlık vardı. Bir beyzbol sapkası bile takmıştı.
Ona bütün takım elbiselerinin kuru temizlemede olup olmadığını sordum ama işin doğrusu oldukça sert göründüğünü düşündüm.




Şık kıyafetleriyle ilgili olarak onunla dalga geçtiğim halde, o adam etrafa ciddi bir bana bulaşma hissi yayıyor.
Dün gece, yine annemlerde kaldım, ama onun ve Kris'in bütün gece tartışmasını dinledikten sonra, beyaz kamyonetle ilgili bir kâbus daha gördüm. Annem hastaneden son çıktığımdan beri sünger gibi içmeye başladığı için tartışıyorlardı. Ama bu kâbus iyi bitti: Bir adam beni kollarına almış koruyordu. Uyandığımda, o adamın Yixing olduğunu anladım. Kendimi çok suçlu hissettim. Yani, o kadar çaba sarf etmiş, sabırlı davranmış zavallı Luhan varken, ona zor anlar yaşatan polisle ilgili rüyalar görüyordum. Bazen, keşke Yixing gittiğim her yere korumam gibi gelse diye düşünüyorum. Sonra, içimden kendimi azarıyorum çünkü kimsenin beni her zaman güvende hissettiremeyeceğini biliyorum. Komik aslında, çünkü kendimi hep Luhan'la güvende hissettiğimi düşünürdüm, ama o farklı bir güven hissiydi. Daha sakin ve basit bir güvendi. Yixing'nin hiçbir şeyi basit değil.





Bu sabah, kendi evime döndükten sonra, Vivi'yle birlikte mahallede bir tur attım ama her gölgeyi gördüğümde irkildim ve alarmı herhalde bin kere kontrol ettim. Biraz kafamı dağıtmak için, size söz ettiğim sanat okuluyla ilgili o broşüre bakmak zorunda kaldım. Okul dağlık bir yerde ve çok güzel... Tıpkı Harvard'ı hep hayalimde canlandırdığım gibi.





Websitelerinden birkaç form bile indirdim. Bunu neden yaptım inanın bilmiyorum. Geriye kalan tek önemsediğim şey evim. Çatlağın teki olabilirim ama gençlik hayalimi gerçekleştirmek için evimi satmak zorunda kalabilirim. Peki, bunu yapmaya kalkışırsam ve bir ressam olarak başarılı olamazsam?
Sonra ne yaparım?




Hazır konu ne yapacağımdan açılmışken, bu seansı bitirsek iyi olacak, doktor. Eve gitmeden hâlâ karakola uğramam ve fotoğraflara bakmam gerek. En azından, bu gece Yixing'i aramak için iyi bir mazeretim olacak.


BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

29.3K 3.7K 36
[ tamamlandı ] Dram / Gerilim / Cinayet Taehyung, yaşama tutunmak için silinen tüm izleri tekrar yaşamaya başlar, ❝Cehennemdeyim. Senin yerin buradan...
14.6K 1.3K 21
━ 𝐭𝐚𝐦𝐚𝐦𝐥𝐚𝐧𝐝ı ━ Genç ona ilk gün ki gibi değilde , sanki hiç bırakmayacakmış gibi bakıyordu. Jimin ise heyecan , ve utançtan ne yapacağını bi...
426 56 6
küçük bir sahil kasabasında yaşayan, rock müzik tutkunu min yoongi ve onun güzel fakat ezik jeon jeongguk'u.
206K 3.5K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...