Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

YİRMİNCİ SEANS

199 19 3
By burcukrklk

Bu hafta sonu gazetedeki haberi gördünüz mü bilmiyorum, doktor, ama o gencin evininin arkasındaki bir barakada çalıntı mallar buldular. Şey, aslında ailesinin evi demeliyim. Neyse, ben de evime girilmesi olayıyla ilgilenen polis memurunu arayıp, bulunan eşyalardan bana ait olanlar var mı diye sordum, ama bana her şeyin sahibinin bulunduğunu söyledi. Sonra, haberde yazan başka bir şey aklıma takıldı: Hırsızlıkların hepsi gece yapılmıştı. Peki, neden bir hırsız, hele ki bir ergen, sırf benim evime girmek için yöntemini değiştirmişti?


Koşuya ne zaman çıktığımı tam olarak biliyordu ve zamanlamasını buna göre ayarlamıştı, ama evden hiçbir şey almamıştı. Kai'ın nasıl beni kaçırmayı planladığını, bunu nasıl  işimin bitmesine yakın, sıcak bir yaz günü işlerin ağır olduğunu bildiği bir zamanda yaptığını düşünmeye başladım.


Kai, kulübeyi ayarlamanın kolay olmadığını söylemişti. Kai'a yardım eden birisi mi vardı? Ya bir ortağı varsa? Bir arkadaşı olabilirdi veya onu öldürdüğüme öfkelenen sapık bir erkek kardeşi olabilirdi.

Evime giren kişinin evden çıktığımı gördüğünü varsayıyordum. Ama ya evde olduğumu düşünüp de girdiyse? Arabam garaj yolundaydı ve vakit henüz çok erkendi. Ama neden bunca zaman sonra gelecekti ki?
Pazartesi günü olana dek, bunu öylesine takıntı haline getirdim ki, Yixing'i arayıp, Kai'ın yardım almış olup olamayacağını sormaya karar verdim.

Bu boktan şey kanser gibi.. İnsan aklına gelen son şeyleri de araştırmazsa, daha büyük bir kansere dönüşüyor. Ama telefonu kapalıydı. Karakolu aradığımda, hafta sonuna kadar izinli olduğunu söylediler. Bana izinli olacağını söylemediğine şaşırdım, çünkü genellikle haftada birkaç kere konuşuyoruz.

Aradığımda hep çok iyi davranıyor ve asla "Sana nasıl yardımcı olabilirim?" gibi aptalca şeyler söylemiyor. Onu neden aradığımdan her zaman emin olamadığım için bu tür şeyler sormaması iyi bir şey.
İlk başlarda, onu aramam bilinçli bir tercih bile değildi. Dünyamdaki her şey kontrolden çıkıyor gibiydi. Telefon elimde olduğunda bile.


Bazen, konuşmayı bile beceremiyordum. İyi ki arayan numaralar görünüyor. Birkaç saniye bekledikten sonra hâlâ bir şey demediysem, yeni bilgiler tükenene dek bana soruşturmanın nasıl gittiğini anlatıyordu. Sonra da kendimi daha iyi hissedene dek komik polisiye öyküler anlatıyor ve kapatıyordu. Hatta bazen hoşça kal bile demiyordu.

Bir gün, onu nihayet rahat bıraktığımda, adamcağız bir silahın nasıl düzgün bir biçimde temizlenmesi gerektiğini bile anlatmak zorunda kaldı. Aradığımda yanıt vermeye devam ettiğine bile inanamıyorum. Konuşmalarımız son birkaç aydır monolog değil, diyalog şeklinde ilerliyor, ama asla kişisel bir şey anlatmıyor ve nedense ben de sormuyorum.
Muntemelen, bu yüzden, özel hayatıyla ilgili bir şey yüzünden izinli. Sanırım, polislerin bile özel hayatı var...



Bağırıp çağırdığım polisler beni birkaç saat boyunca o odada yalnız bıraktılar. Beton duvardaki blokları birkaç kere baştan sayabileceğim kadar uzun bir süre geçti. Ailemi arayıp aramadıklarını, benimle konuşmaya kimin geleceğini merak ettim. Sırt çantamı çıkarıp kucağıma koydum ve sert kumaşı okşadım. Nedense, bunu yapmak beni rahatlatmıştı. O salaklardan hiçbiri bana tuvalete gitmek isteyip istemedigini sormamıştı.
Çişimi tutmaya eğitimli olmam iyi bir şeydi, çünkü kalkıp gitmek aklımın ucundan bile geçmedi.


Nihayet, kapı açıldı ve ciddi ifadeli, koyu renk takımlar giymiş bir adamla bir kadın içeri girdi. Özellikle, adamın takım elbisesi çok şıktı. Kısa ve beyazları daha yoğun olan saçları, bana  otuzun başlarında olduğunu söylüyordu ama suratı onu daha ziyade yirmilerde gösteriyordu. Kesinlikle, bir seksenden daha uzundu ve kare biçimli omuzları ve sırtını dik tutuşundan, boyuyla gurur duyan birisi olduğunu anladım. Sağlam birisi gibi görünüyordu. Sakindi.

Bu adam Titanik'te olsaydı, önce kahvesini bitirirdi, sonra gemiden çıkmaya çalışırdı.
Gözlerime baktı ve acele etmeden telaşsız bir biçimde yanıma gelip elini uzattı.

"Merhaba, Sehun. Ben Komiser Lay. Asıl adımla Zhang Yixing. Seul Ağır Ceza Biriminden geliyorum."

Bu adamın hiçbir şeyi bana başkasını anımsatmıyordu; dahası bir komiser olmasının ne anlama geldiğini de bilmiyordum, demli olduğu belliydi.

Tokalaşması sıkıydı. Elini elimden çekerken, nasırların olduğunu hissettim ve nedense rahatladım. Kapının orada bekleyen kadın hızlı adımlarla yanıma geldi. Lay'den yani Komiser Yixing'den ve yardımcısından daha kısaydı.
Tombuldu ve iri göğüslüydü; ellilerinin sonlarında gibiydi, ama kıvrımlarını üstündeki etekle ve ceketle iyi taşıyordu. Saçları kısa ve düzgün kesimliydi. Külotlu çoraplarını her gece yıkadığına ve her zaman destekli bir sütyen taktığına bahse girebilirdim.


Elimi sıkıp gülümsedi ve belli belirsiz bir çin aksanıyla "Ben Onbaşı Yixing," dedi. "Seninle nihayet tanıştığıma çok sevindim, Sehun."
Karşıma oturdular.
Başçavuşun gözleri kapıya kaydı. Yaşlıca bir adam içeriye üçüncü bir sandalye sokmaya çalışıyordu.
"Bundan sonrasını biz hallederiz," dedi. Adam, elinde sandalyeyle kapıda kalakaldı.


"Birer kahve de alabilirsek harika olur." Yixing bana döndü. Yutkunarak gülümsedim.
Bebeğim öldüğünden beri ilk kez suratımda gülümsemeye benzer bir şey belirmişti. Bana arkadaşmışız gibi ismimle hitap etmişlerdi, ama kendi isimlerini söylememişlerdi.



"Kimliklerinizi görebilir miyim, lütfen?" dedim. Birbirlerine baktılar. Yixing bir iki saniye gözlerime baktı, sonra kartını masanın üstünden bana uzattı. Kadın da aynı şeyi yaptı. Birinin ismi Gary'ydi, diğerinin de Yixing.
İlk konuşan Yixing oldu.


"Pekala, Sehun, dediğim gibi  bizler Seul Ağır Ceza Birimi'nde görevliyiz. Senin olayındaki baş soruşturmacı bendim." Çok faydası olmuştu doğrusu.
"Seul'de yaşayan biri gibi değilsin," dedim. Tek kaşını kaldırdı.
"Öyle mi?"
Yanıt vermediğimi görünce "Az sonra bir doktor gelecek," dedi.
"Seni..."
"Bir doktora ihtiyacım yok."
Kısa bir süre göz göze geldik. Doğum tarihim, adresim, işim gibi sıradan şeylerle ilgili sorular sordu. Omuzlarımdaki gerilimin dindigini hissettim.



"Kaçırıldığım güne sıra gelince durdu.
Video kaydını tekrar açmamızın bir sakıncası var mı, Sehun?"
"Evet, var Yixing."
Bana ismimle hitap edişi, bana Sapığı anımsatmıştı.
"O aynanın ardında da kimseyi istemiyorum."
"Seni üzmek istememiştim."
Çenesini eğmiş başını yana itmişti. Mavi-gri gözlerini bana dikti.
"Ama işimi çok kolaylaştırır, Sehun." Güzel bir manipülasyondu. Kendi başıma kurtulup onun sapmış olması gereken görevi yerine getirdiğimden, ona daha fazla yardım etmeye niyetli değildim. Tamam dememi hiçbir şey demeden beklediler, ama o yanıtı alamadılar.



"Sehun, geçen sene 4 Ağustos'ta ne yapıyordun?"
Kaçırıldığım günün tarihini hatırlamıyordum.
"Bilmiyorum, Yixing. Kaçırıldığım günü soruyorsan, editörlerin evlerini ziyaret etmiştim. Bir Pazar günüydü ve ayın ilk hafta sonuydu. Sanırım, gerisini senin bulman gerek."
"Sana isminle hitap etmemi mi tercih edersin?"
Saygı dolu ses tonu beni gafil avlamıştı. Dalga geçip geçmediğini anlamak için dikkatle suratına baktım. Ama suratında sadece samimi bir ifade gördüm. Sonra da bunu ona güvenmemi sağlamak için mi, yoksa durumumu hakikaten umursadığı için mi yaptığını merak ettim. "Sorun değil," dedim.
"Annenin göbek adı nedir, Sehun?" "Göbek adı yok."



Masanın üstünden uzanıp, bıkkın bir tavırla fısıldadım: "Sınavı hala geçemedim mi?"
Kimliğimi teyit etmesi gerektiğini biliyordum; ellerinde fotograflar vardı, ama bir sene önceki halime hiç benzemedime emindim. Bir deri bir kemik kalmıştım, saçlarım uzamıştı ve üstümde lekeli bir elbise vardı.
En sonunda, bana doğrudan neler olduğunu sormaya başladı.




Kai'ın beni satılık ev ziyaretinde yakaladığını söyledim. Ama gerçek ismini söyledim. Daha doğrusu, bana o gün söylediği ismi söyledim. Daha da anlatacaktım ki, Yixing lafımı kesti.
"Şu anda nerede?"
"Öldü."
Dikkatle bana baktılar, ama sorularımdan bazılarını onlar yanıtlayana dek bir şey söylemeyecektim. "Ailem nerede?"
"Anneni aradık, yarın burada olacak," dedi Yixing.
Tekrar annemi göreceğimi düşününce, gözlerim dolmaya başladı. Bakışlarımı kucağımdaki sırt çantasına çevirip, kumaşın üstündeki çizgileri saymaya başladım. Neden o sırada burada değildi? Karakola girdiğimden beri aradan saatler geçmişti. Ne kadar uzaktaydım? Bu polis memurlarının gelmesi uzun sürmemişti.




"Nerede olduğumu bilmek istiyorum." "Özür dilerim," dedi Yixing.
"Yeongam Gurim Köyünde olduğunu bildiğini sanıyordum."
"Bir haritada yerini gösterebilir misin?" Yixing başıyla Gary'e bir işaret yapınca, Gary odadan çıktı. Bir haritayla geri döndükten sonra, Yixing bana
haritada yerini gösterdi.  Seul'den buraya, arabayla dört saatte ancak gelinebileceğini tahmin ettim.



"Buraya nasıl bu kadar çabuk geldiniz?" "Helikopterle," dedi Yixing. O helikopterin geldiğini gören kasabanın tamamı heyecana kapılmış olmalıydı. Demek haklıydım; o süre boyunca, evden o kadar da uzak değildim.
Yixing'nin Yeongam Gurim Köyünün stünde duran parmağına bakıp, gözlerimi kırpıştırarak ağlamamaya çalıştım. "Buraya nasıl geldin?" diye sordu. "Arabayla."
"Nereden?"
Parmaklarını masaya vurmaya başladı. "Bir dağ kulübesinden."
"Ne kadar sürdü, Sehun?"
"Bir saat kadar."




Tamam der gibi başını salladı ve haritada kasabanın bulunduğu noktaya yakın bir dağı gösterdi.
"Burası mı? Green Dağı mı?" Herhalde hayal gücü pek de geniş olmayan birisi dağa bu ismi vermişti.
"Bilmiyorum. Dağın tepesindeydim, bir haritadan bakmıyordum."
Gary'i kasabanın bir haritasını alması için dışarı yolladı. Gary geri gelene dek, Yixing'le birbirimize bakarak oturduk. İçerideki tek ses, ayağını masanın ayağına vuran Yixing'den geliyordu.



Gary geri gelince, Yixing bana bir kalem uzattı ve kamyonetle geldiğim yolu göstermemi istedi. Elimden geldiğince çizmeye çalıştım.
"Bizi oraya götürebilir misin?"
"Oraya hayatta bir daha gitmem." Kamyonetin anahtarları hâlâ elimdeydi. Bunları masadan Yixing'e ittim. "Kamyonet sokağın karşısında duruyor." Yixing, Gary' anahtarları verip onu tekrar dışarı yolladı. O da başka birilerine vermiş olmalıydı ki, iki saniyede geri döndü.




Zihnimin gerisinde bir şey vardı. Evimden sadece dört saat uzaktaysam, annem hemen yola çıksa o gece yine buraya varmış olurdu.
"Annemin buraya gelmesi neden bu kadar uzun sürüyor?"
"Üvey baban bu gece çalışıyormuş. Sabah olmadan yola çıkamıyorlar."
Yixing bunu normal bir şeymiş gibi söyleyince. bir şey demedim, ama annemin neden tek başına gelmediğini de anlayamadım. Hem Kris ne zamandan beri geceleri çalışıyordu? Bir işi olması bile nadiren görülmüş bir olaydı.



Yixing'nin beni yalnız sorgulayabilmek için onlara ertesi güne kadar yola çıkmamalarını söylemiş olabileceğini düşündüm. Yixing müsaade istedi ve beni birkaç dakika Gary'le yalnız bıraktı. Duvarın Gary'in başının üstünde kalan kısmına baktım.
"Annen yakında burada olacak. Bulunduğunu duyunca o kadar sevindi ki... Seni çok özlemiş."
Bulunmamıştım... Ben onları bulmuştum.


Yixing geri döndükten sonra, birkaç kişiyi kulübeyi bulmaları için dağa yolladığını söyledi. Polislerden birini o bölgede ava çıkarmış. Yixing kulübeyi bulabileceğini düşünmüş. Onlara hâlâ Kai'ı öldürdüğümden veya bebeğimden söz etmemiştim. Sorabilecekleri onca soruyu düşündükçe başıma ağrılar giriyordu. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Bu insanlardan uzaklaşmalıydım.




"Daha fazla soruya yanıt vermek istemiyorum."
Yixing ısrar edecek gibiydi, ama Gary "Herkes güzelce uyusun. Sabah devam edelim, nasıl olur?" dedi.
"Sana da uyar mı, Sehun?"
"Tabii, fark etmez," Bana bir hotel odası tuttular ve kendileri de yan odalara yerleştiler. Yixing birlikte kalmayı teklif etti ama bunu hemen reddettim. Gecenin o saatinde, erkek erkeğe bir bağ kurmamız filan söz konusu olmayacaktı.



Bana ne yemek istediğimi de sordu, ancak midem burulduğu için, bunu da nazikçe geri çevirdim. Televizyon izlemek istemedim. Odada bir telefon da yoktu. O yüzden, yatağa yattım ve hava kararana dek dışarıyı izledim, sonra ışığa söndürdüm. Tam uykuya dalmak üzereyken, bir ses duydum. Bir kapı gıcırtısı veya bir pencerenin açılma sesi miydi?
Yataktan fırladım ama ışığı açtığımda hiçbir şey görmedim.



Bir yastık, bir battaniye ve sırt çantamı alıp dolaba girdim. Sabahleyin bir kat görevlisinin koridorda  arabasını ittiğini duyana dek de huzursuz bir uyku çektim. Birkaç dakika sonra, Gary kapımı tıklattı. Gözleri panldıyordu ve çok neşeliydi. Bana kahve ve bir çörek getirmişti. Yatağın kenarına oturdu, fazla yüksek sesle konuşup başını sağa sola sallarkenn ben de çöreği didikledim. O içerideyken duş almak istemediğimden, suratıma biraz su çarptım ve saçlarımı taradım.




Beni, Yixing'nin çoktan önüne köpük kahve bardakları bulunan bir tepsiyi koyduğu masada beklediği ufak beton odaya götürdü. Gary ve ben yerlerimize geçerken, genç ve güzel bir polis memuru birkaç not defteri getirdi ve bunları kaçamak bakışlarla Yixing'e verirken yanakları kızardı. Yixing ona bakıp teşekkür etti, sonra bakışlarını bana çevirdi.



Kadın polis memuru dışarı çıkarken, her yanından hayal kırıklığı akıyordu. Yixing'nin Üstünde bir başka şık takım elbise vardı. Bu seferki lacivert renkli ve ince gümüş çizgiliydi; bir de yer yer kızıllık olan saçlarna çok yakışan mavi-gri renkli bir gömlek giymişti.
Gömleğini bu yüzden seçip seçmediğini merak ettim. Aynaya dik dik baktığımı görünce "Orada kimse yok." dedi. Keşke aynada yansımamı görebilseydim diye düşündüm dikkatle o yöne bakarken. Sırt çantamı sıkıca göğsüme çektim.



"Kendini görsen, için daha rahat eder miydi?"
Bu soruya şaşırdım. Suratına bakınca, bunu ciddiyetle sorduğunu gördüm ve kontrol etmenin bir anlamı olmadığını düşünerek başımı salladım, Benden Kai'ın beni nasıl kaçırdığını elimden geldiğince ayrıntılı bir biçimde anlatmamı istedi. Bana ne zaman bir soru sorsa, ellerini önündeki masaya dayayıp arkaya yaslanıyor, yanıt vereceğimde ellerini masadan çekmeden öne eğiliyor ve başını hafifçe yana atıyordu.




Sorularının belirli bir düzeni olup olmadığını anlamaya çalıştım ama bir sonraki sorusunun ne olacağını bir türlü kestiremedim. Hatta bazılarının neden önemli olabileceğini bile anlamadım. Ensemdeki saçlar terden sırılsıklam olmuştu. O günü yeniden anlatmak ve Kai'ı tarif etmek, ağzımın kurumasına ve göğsümün sıkışmasına neden olmuştu, ama Yixing bana 'suç mahallinde' araştırma yapan polislerin Kai'ın cesedini bulduğunu söyleyene dek elimden geleni yaptım.




"Başına bir şeyle vurulmuş sanırım. Öyle mi ölmüştü, Sehun?"
Bir ona, bir Gary'e baktım ve keşke akıllarından geçenleri okuyabilseydim dedim. Yixing'in ses tonu beni suçluyormuş gibi değildi, ancak odadaki gerilimi hissedebiliyordum. Tercihlerimin veya davranışlarımın orada olanlara şahit olmamış birisine nasıl geleceği aklımın ucundan geçmemişti.




Oda sıcak gibiydi, Gary'nin parfümü de daracık odayı boğuyordu. Şık takımının üstüne kussam, Yixing ne düşünürdü diye merak ettim. Gözlerine baktım.
"Onu ben öldürdüm."
"Bu aşamada, daha fazlasını söylemene gerek olmadığını ve söyleyebileceğin her şeyin mahkemede aleyhine delil olarak kullanılabileceğini hatırlatmak isterim," dedi Yixing.



"Bir avukat tutma ve sorgulama boyunca yanında olmasını isteme hakkına sahipsin. Bir avukat tutacak durumun yoksa, yasal birimlere ilgili bazı telefon numaraları verebiliriz. Anlıyor musun?" Bu sözleri son derece rutin gibiydi. Başımın derde gireceğini sanmıyordum ama bir avukat istemeyi düşündüm. Bir başka takım elbiseliyle görüşüp bu süreci uzatma fikriyse başımı ağrıtıyordu.



"Anlıyorum."
"Bir avukat istemiyor musun?"
Bunu kayıtsızca sormuştu, ancak bir avukat istemememi istemediğini biliyordum.
"İstemiyorum."
Yixing defterine bir şey yazdı.
"Nasıl yaptın?"
"Başının arkasına bir baltayla vurdum." Yemin ederim ki sesim yankılandı. İçerisi inanılmaz derecede sıcak olmasına rağmen tüylerim ürpermişti. Yixing düşüncelerimi okumaya çalışıyormuş gibi gözlerini bana dikti. Ben de kendimi köpük bardağı ufak parçalara ayırmakla meşgul ettim.



"O sırada sana saldırıyor muydu?" "Hayır."
"Onu neden öldürdün, Sehub?"
Başımı kaldırdım ve göz göze geldik. Ne aptalca bir soruydu.
"Beni kaçırdığı, dövdüğü, hemen hemen her gece tecavüz ettiği ve..."
Bebekle ilgili bir şey söylemeden önce durdum.
"Sadece Onbaşı Yixing ile konuşursan kendini daha rahat hisseder misin?" Yixing'nin suratı yanıt vermemi beklerken son derece ciddiydi. Onlara baktım. Gary'in anlayışlı ifadesini suratının her yerine yedirmek geçti içimden. Bana bir daha o şekilde bakmasındansa, Yixing'nin sert ve net tavrını tercih ederdim.



Başımı sallayınca, Yixing bir şeyler daha yazdı. Sonra, bana doğru biraz eğildi. Nefesindeki tarçın kokusunu hissettim.
"Onu ne zaman öldürdün?" Sesi alçaktı, ama yumuşak değildi.
"Birkaç gün önce."
"Neden hemen oradan ayrılmadın?" "Yapamadım."
"Neden? Bağlı mıydın?"
Yixing parmaklarını masaya vurup, başını yana eğdi.
"Hayır, onu kastetmedim."




Ayağa kalktığım gibi kapıdan dışarı fırlamak istiyordum, ama sesindeki kararlı ifade beni sandalyeme mıhlamıştı. "Peki, neden gidemedin?"
"Bir şey arıyordum."
Boğazıma safra yükseldiğini hissettim. "Ne arıyordun?"





Bedenim daha da soğudu. Yixing'nin siluetinin kenarları bulanıklaştı.
"Bir sepet bulduk," dedi.
"Birkaç da bebek giysisi."
Tavandaki aptal pervane dönerken gıcırdıyordu. Bir an için, kafama düşer mi diye düşündüm.




Odanın pencereleri yoktu ve içime derin bir nefes çekemiyordum. "Bir bebek mi var, Sehun?"
Başım çatlamak üzereydi. Ağlamayacaktım.
"Bir bebek mi var, Sehun?"
Yixing, kes sesini.
"Hayır."
"Önceden var mıydı, Sehun?"
Sesi daha yumuşaktı.
"Evet."
"Şimdi nerede?"
"O... Bebeğim öldü."
"Bunu duyduğuma çok üzüldüm, Sehun." Sesi hâlâ nazik, yumuşak ve alçaktı, Bunu samimiyetle söylemiş gibiydi.





"Korkunç bir olay, Bebeğin nasıl öldü?" Bana üzüntüsünü dile getiren ilk kişiydi. Bebeğimin ölümünün bir önemi olduğunu söyleyen de ilk kişiydi. Masadaki köpük bardak parçalarına baktım. Birisi ona yanıt verdi ama sanki konuşan ben değildim.
"O... Bilmiyorum."
"Cesedi nerede, Sehun?" diye çok ama çok nazikçe sorduğunda, sesindeki sükunete tutundum. O tuhaf ses yine yanıt verdi.
"Uyandığımda, onu almıştı. Bebeğim ölmüştü. Onu nereye götürdüğünü bilmiyorum, bana söylemedi. Her yere baktım. Her yere. Onu aramanız gerek, tamam mı? Lütfen, onu bulabilir misiniz, onu..."


Sesim çatallaşınca sustum. Yixing'nin omuzları gerildi, çenesini sıkarken bronz tenine rağmen yanakları kızardı ve birisine yumruk atmak istiyormuş gibi masanın üstünde yumruklarını sıktı. İlk önce, bana sinirlendiğini sandım ama sonra Kai'a öfkelendiğini fark ettim. Gary'in gözleri fluoresan ışığının altında parıldıyordu. Duvarlar üstüme üstüme geldi. Her yanım ter içinde kalmıştı ve hıçkırıklara boğulmak üzereydim, ancak nefes alamıyordum. Hıçkırıklar boğazıma diziliyor, beni boğuyordu. Ayağa kalkmaya çalıştığımda, oda kayar gibi oldu. Sırt çantamı yere fırlatıp sandalyenin sırtını tuttum, ama kaymaya başladı. Kulaklarım çınlıyordu. Gary hemen yanıma gelip, beni biraz ötesinde yere yatacak biçimde yavaşça eğdi. Başım göğüslerindeydi ve kolları beni sarmıştı. Ciğerlerime ne kadar hava çekmeye çalışsam da, boğazım giderek daralıyor gibiydi. O buz gibi zeminde ölecektim.




Ağlar ve öğürür halde, Gary'in ellerini ittim ve ondan uzaklaşmaya çalıştım ama ben debelendikçe bana daha da sıkı sarıldı. Çığlık sesleri duyunca, çığlık attığımı fark ettim. Duvarlara çarpan ve zihnimde yankılanan çığlıkları durduramıyordum.



Kendimin ve Gary'in üstüne kahveyle çöreği kustum. Beni yine de bırakmadı. Başım ılık vanilyalı kurabiyeler gibi kokan iri göğüslerine dayanmıştı. Yixing önümüze eğildi ve duyamadığım bir şey söyledi. Gary beni kollarında ileri geri sallarken, direnmek ve kontrolü yeniden ele geçirmek istedim. ama zihnim ve bedenim işbirliğine yanaşmıyordu. Hıçkırarak ve çığlıklar atarak orada öylece yattım.



Çığlıklar nihayet kesildi, ama çok üşüyordum. Herkesin sesi uzaklardan geliyor gibiydi. Gary "Her şey yoluna girecek, Sehun... Artık güvendesin," diye fisıldadı. Ne saçmalık dedim içimden. Ona asla iyi veya güvende olmayacağımı söylemek istedim ama bunu deneyince dudaklarım dondu. Derken, yere çömelmiş olan Yixing'nin yanında bir çift ayak daha gördüm.
Birisi "Nefes alamıyor," dedi.
"Sehun, ben Dr. Song Kang. İçine biraz derin nefes çekmeye çalış."
Ama yapamadım. Ondan sonrasını hatırlamıyorum.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

4.7M 395K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
77.9K 8.7K 22
"Herkesin ortaya çıkmasından korktuğu bir yüzü vardır."
2.9K 358 8
《 Öğretmen olan SeokJin'e bir veli tarafından yanlış (?) bir mesaj gelir. Daha sonra SeokJin, oğlunun konuştuğu velinin oğlu ile sevgili olduğunu öğr...
14.6K 1.3K 21
━ 𝐭𝐚𝐦𝐚𝐦𝐥𝐚𝐧𝐝ı ━ Genç ona ilk gün ki gibi değilde , sanki hiç bırakmayacakmış gibi bakıyordu. Jimin ise heyecan , ve utançtan ne yapacağını bi...