Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

ON SEKİZİNCİ SEANS

189 18 3
By burcukrklk

Buraya gelirken, bir reklam panosunun önünden geçtim ve bir konser posteri dikkatimi çekti. Reklamı inceleyip tam kahvemden bir yudum alacakken, posterin altında daha farklı bir el ilanı gördüm. Bir şey bana tanıdık gelince, ilanı aldım.



İnanmayacaksınız, doktor, üstünde suratım olan bir el ilanıydı. Benim suratım. Üstünde de Kayıp yazar yazıyordu. Buna bakakaldım. Elime bir damla gözyaşı düşene dek ağladığımı bile fark etmedim. Belki de kendi el ilanlarımı bastırmalıyım: Hâlâ Kayıp.
O gülümseyen surat eskiden olduğum adama ait, şimdi olduğum adama değil.



Onlara fotoğrafı Luhan vermiş olmalı. Birlikte geçirdiğimiz ilk Noel sabahında çekmişti. Bana çok güzel bir kart vermişti, ben de mutlu mutlu ona gülümsüyordum. Elim ılık bir kahve değil, bir buz kalıbı tutuyormuşum gibi titredi. O el ilanı şu anda ofisinin önündeki çöp bidonunda ama içimden hâlâ geri gidip onu almak geliyor. Onu ne yapacağımı Tanrı bilir.




Fotoğrafımı görmenin şoku biraz olsun dindiğinden, önerdiğiniz gibi en sonunda oturup, hayatımdaki insanların bir listesini yaptığımda neler olduğundan söz etmek istiyorum.
Evet, Doktor KyungSoo, fikirlerinizden birini cidden denedim. Kahretsin, bir şey yapmalıydım. Evime girildi diye öylece korku içinde oturup bekleyemezdim.



Kendini-ölesiye-korkut şarkım şöyle bir şey: Arabam garaj yolundaydı; dolayısıyla, hırsız Vivi'yle birlikte evden çıktığımı görmüş olmalı. Ne kadar süredir evi izliyordu? Günler, haftalar, aylarca mı? Ya eve giren kişi bir hırsız değilse?

Sonraki saati, kendime salak olduğumu söyleyerek geçirdim. Polisler haklıydı; tesadüfi bir olaydı. Aptal bir hırsız alarmı duyunca paniklemişti. Ama sonra zihnimde o fısıltılar tekrar başladı. Şu anda birisi seni izliyor. Gevşediğin anda seni yakalayacak. Kimseye güvenemezsin.
Dediğim gibi, bir şeyler yapmalıydım.




En yakınlarımdan, Luhan, Taemin, annem, Kris, Chen,  kardeşi Dae, Chanyeol dayım ve kocası Baekhyun'dan başladım. Yanlarına da neden beni incitmek isteyebileceklerine dair maddeleri yazdığım ayrı bir sütun hazırladım. Ama kendimi salak gibi hissettim, çünkü oraya yazacak bir şey bulamadım.


Sonra, bana kızgın olabilecek kişilerin bir listesini yaptım: Eski editörler, meslektaşlar, erkek arkadaşlar. Hayatımda hiç dava edilmedim. Aramda bir sorun olmuş olabilecek tek editör de kaçırıldığım sırada benimle rekabet halinde olan ve o projeyle ilgilenen şu 'gizemli' editördü.
İstemeden kalp kırmış olabilirim ama bunca süre sonra intikama yol açabilecek hiçbir şey yapmadım.



Listeye Luhan'ın birkaç eski arkadaşının ismini bile yazdım. Görüşmeye başladığımızda, ondan hâlâ hoşlanan birisi vardı, ama kız ben kaçırılmadan önce çoktan Avrupa'ya yerleşmişti. Sapığı da listeye ekledim ve isminin yanına "öldü' yazdım.

Masamın başında oturdum ve benden istediklerini yapmadığım, telefonlarına geri dönmediğim, kitaplarını yeteri kadar okumadığım, CD'lerinden birinin bende kaldığı kişilerle ilgili bir sütunun da olduğu bu saçma listeye baktım ve evimin dışında gizlice dolanan veya evime girip beni 'yakalamak' isteyebilecek birilerini hayal etmeye çalıştım. Sonra, bunun bir çılgınlık olduğunu düşünüp başımı salladım.




Tabii ki evime giren bir hırsızdı. Muhtemelen, bir sonraki uyuşturucusunu satın alabilmek için bir şeyler çalmaya çalışan uyuşturucu bağımlısı bir genç olabilirdi. Evimde bir alarm olduğunu bildiği için, bir daha geri de gelmeyecekti. O listeyi yapmak bana kendimi aptal gibi hissettirdi, ama yaptığıma yine de memnunum.
Dün gece yatağımda güzel bir uyku bile çekebildim. Luhan o muhasebe programını bilgisayarıma kurmak için Cumartesi öğleden sonra gelene dek, buna olabildiğimce hazırdım. Rahat ama pespaye de görünmemek için, Taemin'in getirdiği giysileri karıştırdım ve bej renkli bol bir pantolonla menekşe mavisi bir tişört buldum. Bir yanım üstüme bol bir eşofman geçirip yine evimi dağıtmak istiyordu ama aynaya bakınca gördüğüm şey beni rahatsız etmedi.




Hâlâ saçımı kestirmeye vakit bulamadığımdan, yıkayıp topladım. En sonunda, biraz kilo almayı başarmıştım... Eskiden, bunun iyi bir şey olduğunu asla düşünmezdim. Suratım biraz dolgun görünüyordu. Makyaj yapsam mı diye düşündüm. Annem hastaneye bir çanta dolusu makyaj malzemesi getirmişti ama hiçbiri sevdiğim renkler veya markalar değildi. Neyse, Sapığın makyaj yapmanın fahişelere göre bir şey olduğunu söylemesini hatırlamasam bile, içimden suratımla fazla uğraşmak gelmedi.



Bir nemlendirici, açık pembe renkli bir dudak kremi  sürdüm. Eskisi kadar iyi görünmesem de, kesinlikle daha kötü görünmüyordum. Ama kapıyı açtığımda Luhan muhteşem görünüyordu. İşten çıkıp gelmiş olmalıydı çünkü üstünde siyah renkli bir kumaş pantolon ve beyaz tenini ve kahverengi gözlerinin kehribar parıltılarını ortaya çıkaran koyu turuncu renkli bir gömlek vardı.


Vivi yerde yuvarlanıp ayaklarının dibinde kıvrandı. Bana "Selam," deyişini cılız bir sesle yanıtladım ve içeri girebilsin diye geriye çekildim. Ne yapacağımızı bilemez halde, antrede dikildik. Bana dokunacakmış veya sarılacakmış gibi kolunu kaldırdı ama sonra geri indirdi. Bana dokunmaya çalıştığı son iki sefer verdiğim tepkileri düşünecek olursak, buna şaşırdığımı söyleyemem.


Vivi'yi okşamak için eğildi.
"Harika görünüyor, değil mi? Diesel'i de getirmeyi düşündüm ama ortalık çok karışır diye endişelendim."
Tepeden ona bakıp "Sakat filan değilim," dedim.
"Öyle olduğunu söylemedim zaten." Çömeldiği yerden bana baktı ve gülümseyerek karşılık verdi.
"Eee, şu programa bir göz atalım mı? Bu arada, sen de harika görünüyorsun."



Yanaklarımın kızardığını hissederken ona baktım. Suratına bir gülümseme yayıldı. O kadar hızlı arkama döndüm ki, neredeyse Vivi'ye takılıp düşecektim. "Çalışma odama gidelim," dedim.
Luhan bana programı nasıl kuracağımı gösterirken, sonraki bir saat hızla akıp geçti. Birlikte sistemin üstünden gittik. Yeni bir şey öğrenmek hoşuma gitmişti ve birbirimiz haricinde odaklanabileceğimiz bir şey olması da iyiydi. Yanı başımda oturuyor olmasına alışmakta zorlanıyordum. Luhan tam programla ilgili bir şeyi açıklarken "Hani beni bir gece markette görmüştün ya?" deyiverdim.
"Yanında bir kız vardı. O yüzden oradan telaşla çıktım."


"Sehun, ben..."
"Beni hastanede ziyaret ettiğin gün de o çiçeklerle ve pelüş golden retriever köpeğiyle o kadar iyiydin ki. Ama bununla başa çıkamadım. Ne seninle, ne de başka bir şeyle. Sonradan hemşirelerle konuşup sana sadece ailemin ve polisin ziyaretlrini kabul ettiğimi söylemelerini istedim. Bunu yapmak hiç hoşuma gitmedi. Gelmen çok güzeldi. Her zaman çok iyisin ve ben o kadar..."
"Sehun, kaçırıldığın gün... Akşam yemeğine geç kalmıştım."
Bunu ilk kez duyuyordum.
"Restoran çok kalabalıktı ve geç olduğunu fark etmedim... Her zamanki gibi, seni arayamadım bile. Evine giderken yarım saat geç kalmış bir halde aradığımda ve sen yanıt vermeyince, bana kızdığını sandım. Sonra, arabanı evin önünde görmeyince, editörlerle işin uzamıştır diye düşünüp beklemek için evime döndüm Bir saat sonra senden hâlâ ses çıkmayınca, en sonunda o gün editörle buluşacağınız eve gittim..."




İçine derin bir nefes çekti.
"Tanrım, arabanı garaj yolunda, eşyalarını tezgahta görünce... Derhal anneni aradım."
Sonradan anladığım kadarıyla, polise durumun ciddi olduğunu, erkek arkadaşımı asla atlatmayacağıma görevli polisi ikna etmiş. Polisler çantamı hep güvenli olsun diye koyduğum bir dolapta bulduklarında, annem de oradaymış.
Bir boğuşma belirtisi olmadığından, ilk başlarda Luhan'dan şüphelenmişler. Annem anlatmayı başarmış.
"Birkaç hafta sonra, restoranda neredeyse her gece işten Sonra içmeye başladım."

"Ama sen hiç..."
"O haftalarda, bir sürü aptalca şey yaptım, asla yapmayacağım şeyler..."
Ne tür aptalca şeylerden söz ettiğini merak ettim ama kadar tuhaf ve utanmış görünüyordu ki "Kendini hırpalama" dedim.
"Bu durumu muhtemelen benim yapabileceğimden çok daha iyi atlattın. Hâlâ çok içiyor musun?"
"Birkaç ay sonra, içkiye bağımlı hale geldiğimi fark ettim O yüzden, içkiyi kestim. Ama o sıralarda, birçok kişi öldüğünü düşünüyordu. Ben öyle düşünmüyordum fakat herkes asla geri dönmeyecekmişsin gibi davranıyordu. Sana çok kızdığım zamanlar oldu. Bunun mantıklı olmadığını biliyordum ama bir bakıma da seni suçluyordum. Sana bunu asla söylemedim, ancak şu roman gösterme işinden hiç hoşlanmadım... O yüzden, bunu yaptığın günlerde seni sürekli arıyordum. O kadar dost canlısı bir insansın ki, erkekler bunu yanlış anlayabilirler."
"Ama bu benim işimdi, Luhan. Sen de restoranda insanlara aynı şekilde davranıyorsun."
"Ama ben güçlü bir erkeğim. Bak, kendi adıma çözmem gereken sorunlar vardı. Biraz kafayı yemiştim açıkçası."


Vivi başını aramıza sokup gerilimi dağıttı. Onu biraz okşadık. Topunun nerede olduğunu sorduğumda, hemen bulmaya gitti.
"Birkaç kere o gece gördüğün kızla çıktım ama senden ve arama çalışmalarından söz etmeye başladım ve hazır olmadığımı anladım. Demek istediğim şu, Sehun: Benin kafam da en az seninki kadar karışık. İkimiz de değiştik. Ama seni hâlâ önemsediğimi biliyorum, hâlâ birlikte vakit geçirmekten hoşlanyorum. Sadece sana daha fazla yardım edebilmeyi isterdim. Eskiden bana kendini benimle birlikteyken ne kadar güvende hissettiğini söylerdin."




Hüzünlü bir ifadeyle gülümsedi. "Seninle birlikteyken kendimi güvende hissediyordum ama artık beni kimse güvende hissettiremez. Bu işi tek başıma yapmalıyım."
Tamam der gibi başını salladı. "Anlıyorum."
"Güzel, şimdi şu lanet programını anlamama yardım eder misin?" Güldü.




Yirmi dakika kadar sonra, işimiz bitti ve tam ona akşam yemeğine kalır mı diye sorsam mı diye düşünürken, restorana geri dönmesi gerektiğini söyledi. Kapıda bana doğru bir adım attı, bir anlık bir tereddütten sonra çok hafifçe kaşlarını ve kollarını kaldırdı. Ona yaklaştığımı görünce, bana sarıldı. Kısa bir süre, kendimi tuzağa düşmüş gibi hissettim ve kollarından kurtulmak istedim ama burnumu gömleğine dayayıp restoranın kokusunu içime çektim.
Kekik, taze ekmek ve sarımsak gibi kokuyordu. Arkadaşlarla yenen uzun akşam yemekleri, fazla miktarda şarap ve kahkaha, mutluluk gibi kokuyordu.



Saçlarımın arasına "Seni görmek gerçekten de çok güzeldi, Sehun," diye mırıldandı. Başımı salladım. Birbirimizden uzaklaşırken, gözyaşlarım akmasın diye gözlerimi kırpıştırdım ve yere baktım. Daha sonradan, ona sormuş olsam akşam yemeğine kalır mıydı diye merak ettim, ama hayır dediğini duymak zorunda kalmadım diye hissettiğim rahatlama pişmanlığımın önüne geçti,




Eskiden hızlı kararlar alabiliyordum ama Kai'ı öldürdüğümden beri daimi bir tereddüt halinde yaşıyorum. Bir yerde uzun süre kafeste yaşayan bir kuşun kafesinin kapağı açıldığında hemen uçmadığını okumuştum. Bunu daha önceden hiç anlayamamıştım.


Kai'ı öldürdükten sonra, yatakta uyuyakalmıştım. Göğsüm sızlamaya başlayınca uyandım. İlk fark ettiğim şey, elimde sıkı sıkı tuttuğum anahtarlar oldu. O kadar sıkmıştım ki, avucumda izler kalmıştı. Anahtarların neden elimde olduğunu uyku sersemliğiyle anlayamadım. Kai'ın beni anahtarlarla yakalayacağı korkusuyla anahtarlığı hemen elimden bıraktım. Anahtarların yatağa düşerken çıkardığı şangırtı beni kendime getirdi.



O, ölmüştü. Onu ben öldürmüştüm. Mesanem beni tuvalete gitmem için zorluyordu ama saate baktım ve tuvalete gitmeme daha on dakika olduğunu gördüm. Yine de tuvalete gittiğimde, mesanem donakaldı. On dakika sonraysa hiç sorun olmadan tuvaletimi yaptım. Yatağa geri dönerken, bacaklarım bebeğin sepetindeki battaniyeye sürtündü. Bunu alıp suratıma bastırdım ve kokusundan geriye kalanları içime çektim.



Kızım hâlâ dışarıda bir yerdeydi ve yalnızdı. Onu bulmam gerekiyordu. Üstüme beyaz renkli bir tişört giydim ve soğuk suyla ıslatılmış birkaç bezle yüzümü ve kollarımı sildim. Birkaç terlik aldıktan sonra, nehre geri gittim ve ağaçlar veya dik kayalıklar görüş alanımı kesene dek iki yöne de baktım. Uzaktan bir bebeği andıran açık renkli kayalıkların yakınına gidene dek nefesimi tuttum.



Nehrin ortasındaki bir ağacın dallarına takılmış bir kumaş parçası dizlerimin bağının kesilmesine neden oldu ama yanına gidince, bunun eskiden kalma bir paçavra olduğunu fark ettim. Bebeğimi orada bulamayınca, açıklık alanı santim santim inceledim ve yeni kazılmış bir yer olup olmadığını anlamaya çalıştım, ancak hiçbir bulamadım.


Kulübenin etrafindaki yumuşak bahçe toprağını bile ellerimle kazdım. O hasta pisliğin bebeğimi sebze ektiğimiz yere
gömmesine asla izin veremezdim.




Sonra, sürünerek verandanın altına girdim. Hiçbir şey yoktu. Aramadığım tek yer barakaydı. Yaz güneşi sabah boyunca metal barakayı ısıtmıştı ve kapıyı açtığımda, çürümeye başlamış bedeninin kokusu iç bulandırıcı bir dalga halinde üstüme akın etti. Raflardan birinden gaz kokan bir bezi alıp suratımın altına tuttum. Sonra, ağzımdan nefes almaya odaklanarak, parmaklarımın ucunda cesedin yanından geçtim. Önceki gün, cesediyle birlikte barakaya kadar giren sinekler muşambanın etrafında vızıldıyor, bir jeneratör kadar çok ses çıkarıyordu. Titreyen ellerle, her şeyi buzluktan çıkardım. Bebeğim orada değildi, raflarda da gaz fenerlerinden, bataryalardan, gaz yağından ve halattan başka bir şey yoktu.




Zemindeki bir kapağın altında, bir yeraltı mahzenine inen basamaklar buldum. Barakadaki leş gibi ölüm kokusuna kıyasla, aşağıdan gelen küf kokusu taze sayılırdı. Aşağıda konserve yiyeceklerden, temizlik malzemelerinden, bir ilkyardım setinden, birkaç kutudan ve içinde rulo edilmiş ve bir lastikle bağlanmış paraların bulunduğu eski bir kahve kavanozundan başka bir şey yoktu.




Lastik tokanın Kai'ın incittiği bir başka adama ait olmadığını umdum. Fazla para yoktu; Kai parasını başka bir yere gizlemiş olmalıydı. Cüzdanını hâlâ bulamamıştım. Anahtarları aldığım cebinde veya kulübedeki dolapların hiçbirinde yoktu ama zaten bir cüzdanı olduğunu hiç görmemiştim.




Anahtarlardan biri henüz hiçbir kilide uymamıştı ve bunun cüzdanıyla birlikte bir yere gizlediği kamyonetine ait olduğunu umuyordum. Ahşap bir sandıkta, bir tüfek, bir tabanca ve biraz mermi buldum. Bunlara bakakaldım. Ben; ilk kaçırdığı gün tehdit ettiği silahı o güne dek görmemiş, sadece sırtımda hissetmiştim ve belinde kabzasını görmüştüm. Tüfeğin yanında küçük görünüyordu ama ikisinden de nefret ettim. Biriyle ördeği öldürmüştü, diğeriyle de beni zorla bu cehenneme getirmişti.




Elimi bir anlığına tabancayı sırtımda dayadığı noktaya götürdüm. Sandığı kapattım ve diğerlerinin ardına ittim. Bir sandığı her açışımda, içinden bebeğimin bedeninin çıkacağından, özenle içine yerleştirilip üstüne Prova' etiketi yapıştırılmış olacağından korkuyordum. Ama son kutuda sadece sarı renkli takımım, bütün fotoğraflarım ve gazete ilanlarım vardı. Bunu açtığımda, burnuma belli belirsiz kendi parfümümün kokusu geldi ve yumuşak giysileri burnuma tuttum. Ceketi tişörtümün üstüne giydim ama bunu yapmak yanlış geldi. Ölü bir adamın giysilerini giymiş gibi hissettim.



Takımı sandığın içinde bıraktım ve sadece ofisimde çekildiğimi tahmin ettiğim fotoğrafımı alıp, yukarıya, aydınlığa çıktım. Aramadığım tek yer, kulübenin etrafını çevreleyen ormandı. Biraz soğuk su içtikten sonra, mahzende bulduğum eski bir sırt çantasına birkaç protein atıştırmalığı, ilk yardım setini ve bir termos su koydum. Tam dışarı çıkacakken, tezgahta bebeğimin battaniyesinin ve tulumlarından birinin yanında duran fotoğrafı gördüm. Bunları da hazine çantama doldurdum.



Kulübenin sağ tarafında kalan ormanlık alana adım attıktan kısa bir süre sonra, nehrin sürekli akıntısının sesi ve açıklık alanda genellikle duyulan kuş cıvıltıları dindi ve geriye bir tek zemini kaplayan köknar iğnelerinin üstünde ilerleyen adımlarımın boğuk sesi kaldı. Öğleden sonrasının geri kalanını çürük kütüklerin üstünden ve altından tırmanarak, gördüğüm her tepeceği kazarak ve havada bir leş kokusu var mı diye etrafı koklayarak geçirdim. Ormanlık alanda kulübeden on beş dakikalık mesafe ötesine asla geçmedim ve bir daire çizerek açıklık alanın en yüksek tepesine doğru ilerledim. En tepeye nihayet vardığımda, ormana doğru giden ağaçlık alanın kenarında dar bir patika gördüm. Etrafı çalılıklarla ve eğrelti otlarıyla çevriliydi ve sadece ağaç gövdelerinin üstündeki silinmiş birkaç pala izi nereye doğru ilerlediğini belli ediyordu.



Ağaçlardan bazılarının, en tepesini göremediğim kadar yüksek ağacın  çevresi birkaç adım genişliğindeydi ve gövdeleri yosunla kaplıydı. Yani, bir nem ormanıydı. Büyük bir ihtimalle, hâlâ Seul'deydim.
Açıklık alana son kez bakıp, bir cennet varsa bebeğimin, babamla ve Xiumin hyungla birlikte olmasını diledim. O anda, cennetin var olmasını hiç o kadar istememiştim.



Patikada ilerlerken, uzaktaki ağaçların orada bir açıklık görür gibi oldum. Beş dakika daha ilerledikten sonra, ağaçların arasından eski, çakıl taşlı bir yola çıktım. Kanalizasyon deliklerine ve lastik izi olmadığına bakılacak olursa, bir süredir kullanılmamıştı. Üç metre kadar ötede, arazi sağ tarafta aşağı doğru hafif bir eğim kazanıyordu. Oraya doğru giderken, bu yokuşun bir ana yola doğru kıvrılan daha ufak bir yola çıktığını fark ettim.


Kai muhtemelen kamyonetini kulübeye yakın bir yere park ediyordu. O yüzden, bu yolu izlemeye karar verdim. Bir kamyonetten daha geniş olmayan yol otlarla kaplıydı. Yanından arabayla geçtiğinizde, fark etmeniz bile mümkün olmayabilirdi. Kıvrılıyor ve ana yolla arasındaki ağaçların altı metre kadar ötesinde ana yola paralel ilerliyordu. Yolun biraz daha ilerisinde, ufak, beyaz renkli bir kemik gördüm ve ayaklarımla birlikte kalbim de duracak gibi oldu.



Yeri karış karış inceledikten sonra, bir bebeğe ait olmayacak kadar büyük bir başka kemik gördüm. Birkaç adım sonra da bir geyik iskeletine denk geldim. Yolu boz renkli çalılıklarla ve dallarla kaplı bir duvara varana dek izledim. Duvarın altında, güneşte bir parça metal parıldıyordu.
Çılgınlar gibi bitkileri kenara çekmeye başladım. Bir kamyonetin arkası belirdi. Torpido gözüne çabucak göz attım, ama bir cüzdan bir kayıt belgesi bulamadım. Bir harita bile yoktu. Kamyonetin karanlık arka tarafındaki koltukların arasında, tortop edilmiş bir kumaş gördüm ve buna uzandım. Gri battaniyeydi. Beni kaçırdığında kullandığı battaniyeydi.


Sert yün kumaşın elime değdiğinde yarattığı his ve kamyonetin kokusu gayet tanıdıktı. Battaniyeyi elim yanmış gibi bıraktım ve koltuktan diğer tarafa döndüm. Kamyonetin arka tarafında neler olduğunu düşünmemeye çalışarak, anahtarı kontakta döndürmeye gayret ettim. Hiçbir şey olmadı. Nefesimi tuttum. Lütfen çalış, lütfen çalış... Tekrar anahtarı çevirdim. Yine bir şey olmadı. Her yanım sıcak kamyonetin içinde ter içinde kalmıştı ve bacaklarım lastik koltuklara yapışmış, uzun tişört yukarı sıyrılmıştı.




Alnımı sıcak direksiyona yaslayıp, sakinleşmek için birkaç nefes aldım. Sonra, motor kapağını açtım. Gözüme hemen akünün yerinden çıkarılmış kablosu çarptı. Bunu tekrar yerine taktım ve motoru bir daha çalıştırmayı denedim. Bu sefer, motor aniden çalıştı ve radyo country müziği çalarak canlandı. Müzik dinlemeyeli o kadar uzun süre olmuştu ki gülmeye başladım. DJ konuşmaya başlayınca
"... Reklamsız yayına geri dönüyoruz," dediğini duydum. Nerede olduğuma dair en ufak bir fikrim yoktu. Bir başka istasyon bulmaya çalıştığımda, düğme kendi etrafinda döndü. Geri vitese alıp dar yolda geri geri gittim, birkaç ince dalın üstünden geçtim ve ana yola çıktım. Yol bir süredir derecelendirilmemiş gibiydi; o yüzden, dağdan inmem biraz vakit aldı. Yarım saat sonra, lastikler asfalta değdi ve sanırım yirmi dakika kadar sonra da yol düzeldi.



Bir süre sonra, burnuma bir kağıt hamuru fabrikasından yayılan sülfür kokusuyla karışık okyanus havasının o tanıdık kokusu geldi. Bir kırmızı ışıkta durunca, sol tarafta bir kafe olduğunu gördüm. Açık penceremden içeri domuz pastırması kokusu girdi ve hasretle kokuyu içime çektim. Kai bana asla domuz pastırması yedirmezdi, beni şişmanlatacağını söylerdi.





Ağzım sulanmış halde, kafenin pencere önündeki masalarından birinde ağzına bir dilim domuz pastırması atıp hızla çiğneyen, sonra bir dilim daha ısıran yaşlıca bir adam gördüm. Canım domuz pastırması istiyordu. Bir tabak dolusu istiyordum. Başka bir şey istemiyordum. Sadece domuz pastırması dilimleriyle dolu bir tabak istiyordum. Sonra, her dilimi ağır ağır çiğnemek, tuzlu ama belli belirsiz tatlı lezzetinin her çiğneyişte keyfini çıkarmak istiyordum. Kai'a bir tabak dolusu domuz pastırması yiyerek küfretmiş olacaktım. Yaşlı adam yağlı ellerini gömleğinin omuzlarına sildi. Kai zihnimde şöyle fisıldadı: Bir domuz olmak istemezsin, değil mi Sehun? Başımı çevirdim.
     Sokağın karşısında bir karakol vardı.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

202K 3.4K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
77.9K 8.7K 22
"Herkesin ortaya çıkmasından korktuğu bir yüzü vardır."
15.2M 615K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
14.6K 1.3K 21
━ 𝐭𝐚𝐦𝐚𝐦𝐥𝐚𝐧𝐝ı ━ Genç ona ilk gün ki gibi değilde , sanki hiç bırakmayacakmış gibi bakıyordu. Jimin ise heyecan , ve utançtan ne yapacağını bi...