Obsesif//Sekai

Bởi burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... Xem Thêm

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

ON İKİNCİ SEANS

239 26 4
Bởi burcukrklk

Bugün kendimi çok tuhaf hissediyorum, doktor. Gerginim, zihnim dağılmış durumda; yanıtlar, nedenler, tutunacak sağlam ve gerçek bir şeyler arıyorum, ama tam bunları bulduğumu ve kendimi kaybetmeden anladığımı düşünürken, hâlâ paramparça, dağınık ve mahvolmuş olduğumu fark ediyorum. Ama bu zaten sizin bildiğiniz bir şey, değil mi? Neyse ki ofisiniz insana gerçekmiş hissi veriyor.






Gerçek ahşap raflar, gerçek ahşap bir çalışma masası, duvarlarda gerçek Kızılderili maskeleri. Burada ben de gerçek olabiliyorum, çünkü insanlara meslektaşlarınızla oturup her ne konuşuyorsanız, anlattıklarımı onlara da aktarmak isteyip istemediğinizi bilemiyorum...






Yok, siz en iyisi bu dediğimi unutun. İnsanlara gerçekten yardım etmek için bu mesleği seçen birine benziyorsunuz. Bana yardım etmeniz mümkün olmayabilir. Bu da beni hüzünlendiriyor ama kendim için değil. Sizin için üzülüyorum. Bir psikiyatristin iyileştiremeyeceği bir hastası olması can sıkıcı olmalı.







Seul'e ilk geri döndüğümde gittiğim psikiyatrist bana kimsenin kayıp bir vaka olmadığını söylemişti, fakat bence bu düpedüz saçmalık. Bana kalırsa insanlar daha asla, bütün olan bir insanın bir parçasından başka bir olamayacakları kadar yıkılabilir ve paramparça olabilir.






Kai'ın bunu ne zaman yaşadığını merak ediyorum. Acaba o belirleyici an ne zaman gerçekleşmişti? Yani, birisinin topuğunu üstümüze indirip, her ikimizin de hayatını ezdiği an? Gerçek annesinin onu terk ettiği an mıydı? İyi bir bakıcı ailesi olsaydı, Kai iyileşebilir miydi?
Evlat edinen annesi de hastalıklı olmasaydı, kimseyi öldürmez veya beni kaçırmaz mıydı? Bu hastalıklı hali ana rahminde mi başlamıştı? Hiçbir şansı olmuş muydu? Ya benim?







Onun sapık yanı vardı: Beni kaçıran, döven, tecavüz eden, sadist oyunlar oynayan ve beni dehşete düşüren. Ama bazen düşünceli, mutlu veya heyecanlı olduğunda, suratı aydınlandığında, olmuş olabileceği adamı görüyordum. Belki de o adamın bir ailesi olabilir, çocuğuna bisiklete binmeyi öğretebilir, onun için balondan oyuncaklar yapabilirdi. Bir doktor olup insanların hayatını bile kurtarabilirdi.






Kızımı dünyaya getirdikten sonra ona karşı şefkat duyduğum zamanlar oldu ve o geçici anlarda diğer yanını gördüğümde, bunu tatlı dille içinden çıkarmaya çalıştım. Ona yardım etmek istedim. Onu iyileştirmek istedim. Ama sonra olanları düşündüm. Bir otlakta elinde bir kibritle dikilen ufak bir çocuktu ve kibriti yere atması için bir bahaneye ihtiyacı yoktu.






***

Bebek doğduktan hemen sonra, Kai elime birkaç kumaş bebek bezi, birkaç tulum, birkaç battaniye tutuşturdu ve bir şey yapmamı söylediği zamanlar haricinde, bir hafta boyunca benimle hemen hemen hiç konuşmadı. Sadece bir gün yatıp dinlenmeme izin verdi. İlk gün, bulaşıkları yıkarken başım döndüğü için birkaç dakika oturup dinlenmeme sesini çıkarmadı ama su soğuduğu için hepsini baştan yıkadı. Bir sonraki sefer, tezgaha dayandım ve baş dönmesi hissi geçene dek gözlerimi yumdum.






Bebeğimize hiç dokunmadı ama altını değiştirirken veya ona banyo yaptırırken, yanıma gelip onun için bir şeyler yapmamı istedi. Bebeğin çamaşırlarını katlıyorsam, önce onunkileri katlamam gerekiyordu. Bir keresinde, akşam yemeğimiz ocakta pişerken bebeği besliyordum. Onu yatağa bırakıp, yemeğini önüne getirmemi istedi. Bizi yalnız bıraktığı tek zaman, bebeği beslediğim anlardı.






Onu tam olarak neyin öfkelendirdiğini bilmediğimden, bebek azıcık bile ses çıkarsa hemen kucağıma alıp sakinleştiriyordum, ancak Kai'ın bakışları daha da donuklaşıyor, çenesini sıkıyordu. Sanki saldırmaya hazır, zehirli bir yılan gibiydi. Bebeğimi sakinleştirirken, içimi büyük bir endişe hissi kaplıyordu.






Bebek birkaç günlüktü ve bana hâlâ ona ne isim vereceğimizle ilgili bir şey söylememişti. Bu yüzden, ona bunu yapıp yapamayacağımı sordum. Kollarımdaki bebeğe bakıp "Hayır," dedi, ama sonradan bebeğimin minik kulağına gizli bir isim fisıldadım. Ona verebileceğim tek şey buydu.





Onu evlat edinen babasına karşı hissettiği kıskançlığı ve öfkeyi nasıl gösterdiğini aklımdan çıkaramıyordum. Kulübede olduğunda, bebeğe karşı kayıtsız davranmaya, sadece en elzem ihtiyaçlarını gidermeye gayret ediyordum. Neyse ki, fazla sorun çıkarmayan mutlu ve kolay tatmin olan bir bebekti. Ama Kai işlerini yapmak için dışarı çıkar çıkmaz, onu battaniyesinden çıkarıyor, bedenimden çıktığına hayret ederek her yanını inceliyordum. Onu dünyaya getirdiğim şartlara bakılacak olursa, kızımı ne kadar sevdiğime de hayret ediyordum.






Parmak uçlarımla damarlarının üstünden gidiyor, kendi kanımın içinde aktığına saşırıyordum. Ben bunu yaparken, asla huzursuz olmuyordu. Minik kulağı, ona ninniler söylemek için mükemmeldi ve bazen boynumu boynuna gömüyor, taze ve tatlı kokusunu içime çekiyordum. Hayatımda kokladığım en saf şeydi.






Tombul dizinin arkasında minnacık bir doğum lekesi vardı: Öpmeye bayıldığım, kahverengi bir yarım aydı. Bedeninin her narin santimi, kalbimi müthiş bir onu koruma isteğiyle sızlatıyordu. Bu hislerin yoğunluğu beni dehşete düşürüyor, endişem ona karşı hissettiğim sevgiyle birlikte büyüyordu.






Hâlâ her gece banyo yapıyorduk ama Kai kızımın benimle birlikte banyo yapmasına izin vermiyor ve asla karnıma dokunmuyordu. Banyodan sonra, o banyoyu temizlerken, ben de yatakta bebeğimi besliyordum. Karnı doyduktan sonra, Kai onu yatağımızın ayağına koyduğu ufak bir yatağa yatıroyordu. Bir köpek yatağı gibi içinde birkaç battaniye olan hasır bir sepetti, ama kızımı rahatsız etmiyor gibiydi.






Çocukları olan ve ilk başlarda hiç uyuyamadıklarından yakınan birkaç arkadaşımı hatırladım. Ben de uyuyamıyordum. Ama bebek yüzünden değil çünkü geceleri sadece bir kere uyanıyordu. Kai'ı uyandırırsa ona ne yapabileceği beni dehşet içinde bıraktığından, kızımın nefes alıp verişindeki en ufak aksamayı bile dinliyordum. Uyanacak gibi olduğunda, ağırlığımı şiltede başka yere verdiğimi anlamasın diye yatağın alt kısmına sürünmekte ve tıpkı yavrusunu emziren bir köpek gibi, biberonu yana atıp bebeği hafifçe kaldırarak emzirmekte ustalaşmıştım.
Kalbim güm güm atarken, kıpırdamadan uzanıyor, kalp atışlarımı elimi tutan ellerinde hissedip hissetmediğini merak ediyordum. Kai'ın nefes alıp verişi düzelince de gerisin geriye yerime uzanıyordum.







Bebek doğduktan sonra yatma vakti geldiğinde beni inceliyor, karnımdaki kesiğin üzerine nazikçe krem sürüyor, irkildiğim takdirde beni teselli etmek için sesler çıkarıp sevecen bir ifadeye bürünüyordu.





Tekrar 'sevişebilmemiz' için, altı hafta beklememiz gerektiğini söyledi. Bana tecavüz ettiğinde, canım daha çok yanmıştı ama nedense beni daha az huzursuz etmişti. Bazen, krem sürerken canım yandığında kendimi tepki vermemeye zorluyordum; o yüzden, devam ediyordu. Acı çekiyor olmam normaldi.





Bebek bir haftalık olduktan kısa bir süre sonra, yemek pişirmeye başladım ve artık iki elimi de kullanmam gerekiyordu. Onu tam sepetine koymak üzereyken, Kai karşıma geçti ve "Onu ben alırım," dedi. Bakışlarım onunla bebeğimin sepetinin güvenli kolları arasında gidip geldi. Onu yatağına yatırmama ramak kalmıştı, ama Kai'a hayır demeye cesaret edemedim.






Bebeği yavaşça kollarına koyduktan sonra, onunla birlikte yanımdan uzaklaştı ve yüreğim ağzıma geldi. Kai yatağın kenarına oturdu. Bebek huzursuz olunca, yaptığım işi bırakıp karşısına geçtim.
"Seni rahatsız ettiği için kusura bakma. Onu yatağına koyayım."
"Biz iyiyiz."
Onu kollarında sıçrattı ve ona bakarken "Babası olduğumu biliyor. Babası için uslu bir kız olacak, değil mi?" dedi.
Bebek sessizleşince de gülümsedi.






Tekrar ocağın başına geçtim ama ellerim o kadar titriyordu ki yemeği doğru dürüst karıştıramıyordum. Arada sırada, baharat almak için dönüyor, ne yaptığını görmeye çalışıyordum. İlk önce, ona sadece tepeden bakmakla yetindi, ancak sonra battaniyeyi açıp tulumunu çıkardı. Bebek kucağında sadece bebek beziyle yatıyordu. Ağlamaya başlayacağından korktum ama kulübenin serin ortamına rağmen kollarıyla bacaklarını salladı.





Kai onu tepeden tırnağa inceledi, kolunu tutup yavasça geriye doğru büktü. Bunu sert bir biçimde yapmadığı halde, bebeğimin ağlamaya başlayacağını düşünerek tüm bedenimin gerildiğini hissettim. Ancak ağlamadı. Kai aynı şeyi diğer koluna ve bacaklarına da yaptı. Hayatında hiç bebek görmemiş gibiydi.






Surat ifadesi sakindi ve daha ziyade meraklıydı. Bebeğin çenesinden akan bir parça tükürüğü silerken nazik davrandı hatta gülümsedi ama buna rağmen yanına gidip bebeği kollarından alma isteğine engel olamadım. Bunu bir tek yapacağım şeyin olası sonuçlarını düşünmek engelledi. En sonunda, akşam yemeği pişmişti. Titreyen bacaklarla yanına gittim, bebeği bana vermesi için kollarımı uzattım ve "Tabağın hazır," dedim.





Onu bana bir, iki saniye sonra verdi. Bebeği bana havada uzatırken, suratında daha önceden hiç görmediğim bir ifade belirdi. Sonra, onu bıraktı. Kızım bir anlığına havada kaldı, sonra da düştü. Öne atılıp onu tam yere düşmeden önce yakaladım. Kalbim göğüs kafesimde canımı yakacak kadar hızlı atarken onu kendime dayadım. Kai gülümsedi ve yemek yemek için ayağa kalkarken, bir şarkı mırıldanmaya koyuldu.





Ağzına bir lokma atacakken durdu ve "İsmi Hana," dedi. Tamam der gibi başımı salladım ama bebeğime çatlak annesinin ismini vermem mümkün değildi. Ona içimden gizli bir isim vermiştim ve sizin dışınızda, Kai'ın ona verdiği ismi asla söylemedim.





O günden sonra, arada sırada onu kucağına almaya başladı. Bunu genellikle ben çamaşır katlamak veya temizlik gibi şeylerle meşgulken yapıyordu. Her zaman onu alıp yatağa oturuyor, onu karın üstü yatırıyor, sonra kollarını ve bacaklarını geriye büküyordu. Kızım hiç huysuzlanmadığından, canını acıttığını sanmıyordum ama içimden yine de yanlarına gidip Kai'dan almak geçiyordu. Beni yerimde tutan tek şey, beni cezalandırmak için ona zarar verebileceğini bilmekti.





Bir süre sonra, onu tekrar sepetine koyuyordu, ama bir keresinde oynamaktan sıkıldığı bir oyuncak gibi yatağın kenarında bıraktı. Bebeğin her yanına gittiğinde, soğuk terler dökmeye başlıyordum.
Ben bahçede çalışırken, bebeğimi boynuma bağladığım ufak bir battaniyenin içinde yanıma almama izin veriyordu. Orada onunla birlikte dışarıda olmayı, ektiğim sebzelerin büyüdüğünü, güneşin ısıttığı toprağın kokusunu hissetmeyi veya sadece ellerimle bebeğimin başını okşamayı çok seviyordum.





Orada bir parça mutluluk bulduğumu söylemek bana ters geliyor çünkü bu yaşananları doğru kılıyor. Ama olanlar asla doğru değildi. Ne var ki bebeğim yanımdayken, en azından günün bir kısmında kendimi mutlu hissediyordum. Kai dışarıda çalışmadığında benim dışarı çıkmama da izin vermiyordu, ama genellikle bir şeyler yapıyor oluyordu.
Odun kesiyor, kepenklerin su geçirmemesi için önlem alıyor, kütükleri boyuyordu. O yüzden, sık sık dışarı çıkabiliyordum.





Benden verandadaki sallanan sandalyeleri yeniden boyamamı istemişti. Ben de bir yandan kızımla birlikte güneşin keyfini çikarabilmek, bir yandan da bunları boyayabilmek için nehir kenarına götürmüştüm. Yaptıklanımdan hoşnut kaldığında, işlerim bittikten sonra nehir kenarında oturmama izin veriyordu. Bunlar keşke yanımda bebeğimin süt beyazı teninin zümrüt yeşili çimlerle oluşturduğu zıtlığı veya üstüne bir karınca tırmandığında suratını buruşturduğunu resmedebilmek için yanımda bir çizim defteri olsaydı diye düşündüğüm iyi günlerdi.






Tomurcuklanmış yakıotlarmın, nehrin üstünde dans eden güneş ışığının ve köknar ağaçlarının nehrin üstündeki aksi ellerimi kaşındıracak kadar resim yapmayı istememe neden oluyordu. Tüm o güzelliği kağıda aktarabilirsem, kulübede işler kötü gittiğinde hâlâ  geri dönebileceğim bir dış dünya olduğunu hatırlayabilirim diye düşünüyordum, ama Kai'dan bir resim defteri istediğimde hayır demişti.





Dışarısı artık ılık olduğundan, birkaç günde bir çamaşırları nehirde yıkamamı istiyordu. Su tasarrufu konusuna çok önem veriyordu. Her gece bana yaptırdığı aptal banyolara fazlasıyla su harcıyordu ama hiç sesimi çıkaramıyordum. Nehir suyunun ve güneşin giysilere verdiği kokuyu seviyordum. Bir elma ağacına birisinin seneler önce bağladığını tahmin ettiğim, kulübemizin bir kenarına kadar uzanan sicim, çamaşır ipi görevi görüyordu. Kai ve ben, tıpkı o topraklara ilk yerleşmiş insanlar gibi yaşıyorduk.





Bebek doğmadan önce, akıntının yavaşladığı bölgede, nehir kenarında yüzen yabani bir ördek görmüştüm. Bazen yanında başka ördekler de oluyordu ama genellikle tek başına görüyordum. Kai oturduğum yöne bakmadığında, yaptığım işi bırakıyor, hayranlıkla ördeği izliyordum. Çamaşır yıkamak veya sadece oturmak için nehir kenarına gittiğim ilk birkaç sefer, ördek beni görür görmez kaçtı. Ama bebeğim bir haftalıkken, bir kayalığa oturmuş birkaç battaniyeyi duruluyor, ellerimde hissettiğim serin suyun keyfini çıkarıyordum ki, ördek nehrin karşı tarafina geçti, ayaklarını çırptı, gagasını suya sokup çıkardı ve böcek yakalamaya koyuldu.






Kai yanıma gelip bana biraz ekmek verdi. Bu hareketi beni şaşırttı ama ördeği beslememe izin vermesi hoşuma gitmişti. Sonraki birkaç gün boyunca, ördeği ekmekle giderek daha da yanıma çektim. Çok geçmeden, ekmeği elimden yemeye koyuldu. Acaba hiç evimin üstünden uçmuş mudur diye düşündüm. Bana orada yaşadığım sınırlı varoluşumun ötesindeki hayatı anımsatıyordu ve her gün onu görmek için nehir kenarna gitmeye can atıyordum. Ama bu heyecanımı belli etmemeye de gayret ediyordum.





Artık kayıtsız dayranmak bir alışkanlık haline gelmişti: Kai'a bir şeyden hoşlandığımı belli ettiğim anda buna son vereceğini zor yoldan öğrenmiştim.
Görüş alanından veya koşarak yanımıza geleceği mesafeden öteye asla bırakmıyordu ama genellikle nehir kenarında yalnız kalmama izin veriyordu.





Bazen ben bile tipik bir yaz günü nehir kenarında keyif yaptığıma kendimi inandıracak kadar varlığını görmezden gelebiliyor, kızımın dünyayı yavaş yavaş fark edişine gülümsüyordum. O doğmadan önce, etrafındaki kötülüğü hissedecek mi diye merak etmiştim, ama yakınında bulunduğum en mutlu bebekti.






Artık gözlerim kaçış yolları aramaktan usanmıştı. Onu taşıyarak hızlı hareket edemezdim. Ayrıca, bizi yakaladığı takdirde neler yapabileceğine ilişkin korkularım gerçeğe kıyasla muhtemelen hafif kalırdı.






Kızım iki haftalıkken, Kai nehir kenarına gelip yanıma çömeldi. Ördek onu görür görmez elimden uzaklaştı ve suyun ortasına doğru yüzdü. Kai onu ekmekle yanına çağırmaya çalıştı fakat ördek hiç oralı olmayınca, Kai'ın boynu kıpkırmızı kesildi. Nefessiz kalmış bir halde, ördeğin ekmeği alması için dua ettim, ama almadı. Nihayet, Sapık ekmeği bırakıp akşam yemeği için bir şey hazırlaması gerektiğini söyleyerek kulübeye gitti. Ördek derhal geri geldi. O güzelim kafası tam önümde patlarken, iç bulandırıcı, feci bir patlama sesi duydum. Tüyler havada uçuştu ve benim, bebeğin ve nehrin üstüne serpildi.






Kulaklarımın çınlaması arasında çığlıklar duydum ve bunların bana ait olduğunu fark ettim. Çömeldiğim yerden ayağa firlayıp hizla arkama döndüm. Kai elinde bir tüfekle verandada duruyordu. Çığlıklarımı bastırmak için iki elimle ağzımı kapatırken ona baktım.
"Onu içeri getir, Sehun."
Ağzımdan güçlükle "Neden bunu..." sözcükleri çıktı, ama bunu boş yere soruyordum. Çoktan içeri girmişti.





Bebeğin çığlıkları hissettiklerimi yansıtırken, sendeleyerek nehre girdim ve ördekten geri kalanları aldım. Kafasının neredeyse tamamı uçmuştu ve zavallı kanlı bedeni tepetaklak olmuş nehir aşağı süzülüyordu. O gün daha sonradan, bir ördeğin tüylerini nasıl yolacağımı öğrendim. O kokuyu asla unutmayacağım. Sürekli olarak gözlerim dolup taşıyordu ve bana ne kadar çok ağlamayı kesmemi söylese de hıçkırıklarım kaçıveriyordu.







Tanrı biliyor ya, ağlamamayı gerçekten de denedim. Ördeğin bedeninden yolduğum her tüyle birlikte, hissettiğim suçluluk hissi de çoğalıyordu. Onu evcilleştirmemiş olsaydım, hâlâ hayatta olacaktı.
Masaya oturup rosto ördek yemeğimizi yeme vakti geldiğinde donakaldım. Kai karşıma oturdu ve aramıza kocaman bir tabağa yerleştirdiği ördeği koydu. Birbiri ardına verdiği emirlere uymuştum, ama onun özgürlük sembolümün içini oyduğunu gördüğümde daha da çok nefret ettim. Elim bir türlü çatalı ağzıma götüremiyordu. Bunu fark etmesi uzun sürmedi.





"Yemeğini ye, Sehun."
Üstümdeki tek kıpırtı, yanaklarımdan aşağı süzülen yaşlardı. Ördeğin ölmesine benim sebep olmuş olmam yeteri kadar kötüydü. Bir de onu yiyemezdim.
Kai avucunu etle doldurdu, sert adımlarla yanıma geldi, ağzımı zorla açtı ve etleri ağzıma tıktı. Ben öğürüp öksürürken, ördek etiyle boğulurken, bana bağırdı.





"Çiğne şunu!"
Diğer eliyle ondan uzaklaşamayayım diye başımın arkasını tuttu ve ağzımı tıka basa doldurduktan sonra, diğer eliyle ağzımı kapattı. Onu yedim. Yemek zorundaydım. Kai kendi yemeğinin başına döndü. Tabağındaki ördeği özenle minik minik parçalara bölerken, çatalının ve bıçağının metalik parıltısı beni büyülemişti. Ona ne kadar dikkatli baktığımı fark edince, çatalı yavaşça ağzına götürdü ve dişleriyle nazikçe bir parça et ısırdı. Dudaklarını etrafına sardı, gözkapakları aşağı indi ve zevkle iç çekti. Eti keyifle çiğnerken, gözlerini açıp bana baktı. Nihayet, eti yuttu.
Sonra da gülümsedi.
O gece, ilk kez bebeğimi beslerken ona bakamadım. Hissettiğim acının tadını alabiliyor mudur diye düşündüm.




***

Önceki gece, dolabın dışında kalmaya çalışmak benim için çok zor oldu, doktor. Odam zifiri karanlıktı ve bir şeyin beni yakalamaya çalıştığını düşünüyordum, ancak yatağımın yanında sakladığım el fenerini açınca hiçbir şey olmadığını gördüm. Bir mum yakarak uyumaya çalıştım, fakat bu sefer de duvarda tuhaf tuhaf gölgeler oluştu. Bütün ışıkları açtım ama uykum kaçtı. Uyanınca da evdeki her gıcırtıyı duymam kolaylaştı.
Evim eski olduğundan çok gıcırdar. Dolayısıyla işin iyi yanı, dün gece hiç dolapta uyumamış olmam, doktor. Kötü yanıysa, gece geç saatlerde yayınlanan televizyon programlarında çok ürkütücü şeyler olması.





Bana PTSB'nin nasıl farklı şekillerde ortaya çıktığıyla ilgili olarak söylediklerinizi düşünecek vaktim oldu, ama size hâlâ neden dolapta uyumanın beni güvende hissettirdiğini tam olarak açıklayamam. Tek iligim, yatakla ilgili bir şeyin beni açıkta hissettirdiği. Birisi beni yakalamak istese, bunu o kadar farklı şekillerde yapabilir. Ayaklarımdan, solumdan, sağımdan, hatta yukarıdan bile saldırabilir. Üstüme üstüme gelen çok fazla boş alan var.
(PTSB-Travma sonrası stres bozukluğu.)




Sana ne kadar çok acı verici şey anlatırsam, bir o kadar daha fazla dolapta uyumayı istiyor ve buna ihtiyaç duyuyorum. Bana neden uzak durmaya çalıştığımı sormuştun. Belki de geride kalan yan etkilerden, ne kadar kaşısam da dinmeyen o paranoyak kaşıntıdan söz etmenin tam vaktidir.





Hâlâ güvende olmadığım hissini bir türlü üstümden atamıyorum. Bunun normal olmadığını biliyorum çünkü polisler beni soruşturmayla ilgili olarak bilgilendirmek konusunda en başından beri çok nazik davrandılar. Özellikle de Lay isimli bir polis memuru. Tanrım, zavallı adam keşke bana cep telefonu numarasını vermeseydi diye düşünüyordur. Hâlâ tehlikede olsaydım bunu bana söylerlerdi. Söylemek zorundalar zaten. İşleri bu: İnsanları korumak ve bilumum pislikle uğraşmak. Eee, peki bana ne oluyor böyle?





Lütfen, bana 'bu deneyiminden sonra PTSB yaşaman normal' gibi saçmalıklarla gelmeyin. Bakın, ciddi sorunlarla, korkularla filan geri döndüğümü biliyorum. Dediğim gibi, bana söylediğiniz her şeyi düşündüm, hatta internette araştırma bile yaptım. Yani, sorunun bundan ibaret olduğunu umuyordum ama bu durum daha farklı gibi. Fazla gerçekmiş gibi geliyor Bu noktada devreye siz giriyorsunuz, doktor Kyungsoo.





Hâlâ güvende olmadığımla ilgili bu takıntımdan kurtulmama yardım etmeniz gerek. Birisinin veya bir şeyin peşimde olduğu hissini dindirmeme yardım etmelisiniz. Merak etmeyin, bir anda işe yarayacak bir psikiyatrist iksiri beklemiyorum. Bunu biraz düşünün. Belki de siz tatilden dönene dek, birkaç hafta içinde sorunun ne olduğunu çözmüş olurum. Bu boktan olay bu kadar kolay çözülse, ne güzel olurdu, değil mi?
Beni bir başka psikiyatriste yönlendirdiğiniz için de sağ olun ama geri dönmenizi bekleyeceğim. Tuhaf, ama güven sorunum var.


BÖLÜM SONU...

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

29.3K 3.7K 36
[ tamamlandı ] Dram / Gerilim / Cinayet Taehyung, yaşama tutunmak için silinen tüm izleri tekrar yaşamaya başlar, ❝Cehennemdeyim. Senin yerin buradan...
274K 9.3K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
11.5K 1.6K 17
bu haplar bir nevi de yardımcı oluyordu. hoseok rahatladığını hissetmeye başlamıştı. annesi şimdi, hoseok'un ellerini tutuyor ve iyi yemek yemediği i...
+18 Hikayeler Bởi Ahu

Bí ẩn / Thriller

56.4K 343 4
Bölümler birbirinden bağımsızdır. Her bölümde cinsel içerikli sahneler fazlasıyla mevcuttur.