Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

ONUNCU SEANS

232 27 3
By burcukrklk

Doktor, dün gece çok önemli bir an yaşadım. Uyuyordum. Hem de yatağımda. Bunu duyduğunuza sevinmiş olmalısınız. Ama çişim geldi, mahmur mahmur kalkıp tuvalete gittim.
Geri dönerken, ne yaptığımı fark ettim ve birden ayıldım. Tabi, çok heyecanlandım ve sabaha kadar uyuyamadım.




Gecenin bir yarısı böyle yapmayı bir alışkanlık haline getirmiştim, ama bu iyi bir şeydi. Çünkü eski rutin davranışlarım geri geliyor demek, değil mi? Belki de ben geri geliyorumdur.
Merak etmeyin, kaçırılmadan önceki halime asla dönemeyeceğimi ve bunu kabullenmem gerektiğini söylediğinizi hatırlıyorum. Ama yine de bu benim için önemli.




Belki de uykulu olduğum ve bunu düşünecek fırsatım olmadığı için işe yaramıştır. Hani 'Kimse bakmıyormuş gibi dans et' derler. Bu lafi her zaman sevmişimdir.




Evde yalnızsın ve radyoda hareketli bir şarkı çalmaya başlıyor diyelim. Hafiften kıpırdamaya, kendini iyi hissetmeye, müziğe ayak uyduruo havaya girmeye başlarsın. Bacakların dört döner ellerini havaya kaldırırsın ve poponu güzelce sallarsın. Ama halka açık bir yere gider gitmez, herkesin seni izlediğini, yargıladığını düşünürsün. Popomu fazla mı sallıyorum, ritmi bulabildim mi, bana gülüyorlar mı diye sorular sorarsın. Sonra da dans etmeyi kesersin.






***

Dağda geçirdiğim her gün, sınavdan geçiyordum. Kai mutluysa, birtakım fazladan hakkım oluyordu. Bir şeyi yeteri kadar hızlı veya iyi yapamazsam ki çok dikkatli davrandığımdan bu sık sık olmuyordu, ya tokat yiyordum, ya da haklarım elimden alınıyordu.






Kai, davranışlarımı değerlendirmekle meşgulken, ben de onunkileri inceliyordum. Annesiyle ilgili o konuşmadan sonra bile onu neyin tetiklediğini tam olarak anlayamamıştım. Karşılaştığım her durum, almam ve hafızama yerleştirmem gereken bir ipucuydu.







İhtiyaçlarını ve isteklerini yorumlamak, tam zamanlı işim haline geldi. Böylece, ifadelerinin her ayrıntısını, konuşmasındaki her değişimi inceledim. Senelerce ağırbaşlığını gözkapaklarını belirli bir biçimde aşağı indirmesiyle tarttığım bir anneyle yaşamıştım ama bu eğitimim sırasında bir kaplanın yapacağı hamleleri de öğrenmiştim adeta.







Bir oyun arkadaşı mı, yoksa bir öğle yemeği mi olacağını asla bilemezsin. Her şey Kai'ın ruh haline bağlıydı. Bazen bir hata yapardım ve nerdeyse hiç tepki göstermezdi; bazen daha önemsiz bir hata yapardım, öfkeden çıldırırdı.







Mart ayı sıralarında, yaklaşık olarak altı aylık hamile olduğum dönemde, av gezilerinden birinden döndü ve "Dışarıda yardımına ihtiyacim var," dedi. Dışarıda mı? Açık havada mı yani?
Şaka mı yapıyor, beni dışarıda öldürmeyi mi planlıyor diye suratına dikkatle baktım. Ama suratından ne düşündüğünü anlayamadım.







Bana paltolarından birini ve bir çift lastik çizme firlattı.
"Bunları giy."
Daha paltonun fermuarını yeni çekmiştim ki, kolumdan tuttuğu gibi beni dışarı çekti.
Taze hava kokusu suratıma bir duvar gibi çarptı. Göğsüm bu şokla birlikte sıkıştı. Kai beni kulübeden altı metre ötedeki bir geyik leşine doğru götürürken, nerede olduğumu anlamaya çalıştım ama güneşli bir gündü ve karların parlaklığı gözlerimi kamaştırıyordu.







Görebildiğim tek şey, açıklık bir alanda olduğumuzdu, Tüm bedenim soğuktan yanmaya başladı. Karlar çizmelerimin sadece ayak kısmını örtüyordu, ancak dışarıda olmaya alışık değildim ve bacaklarım çıplaktı.  Gözlerim ışığa alışmaya başladı fakat pek bir şey anlamaya fırsat bulamadan beni geyiğin başının yanına çekip dizlerimin üstüne oturttu. Geyiğin kulağının arkasındaki bir delikten ve boğazındaki bir kesikten hâlâ kanlar akıyor ve etrafındaki karları pembeye boyuyordu. Başımı  çevirmeye çalıştım ama Kai suratımı leşe doğru çevirdi.







"Dikkatini ver. Geyiğin arkasına geçmeni istiyorum. Onu sırt üstü çevirdikten sonra, ben iç organlarını boşaltırken arka bacaklarını tutacaksın. Anladın mı?"
Ne yapmamı istediğini anlamıştım. Anlamadığım şey, bunu neden istediğiydi. Daha önceden bu tür bir isteği olmamıştı. Belki de sadece ne yapabileceğini, daha doğrusu, bana ne yapabileceğini görmemi istemişti.





Ama tamam der gibi başımı salladım ve geyiğin donuk gözlerine bakmamaya gayret ederek arka bacaklarmın orada karların üstüne çömeldim. Sonra, kaskatı kesilmiş arka bacaklarını tuttum. Kai gülerek ve bir şarkı mırıldanarak hayvanın başına çömeldi ve onu birlikte sırt üstü çevirdik.
Çoktan ölmüş olduğunu bildiğim halde, geyiği sırt üstü çevirdiğimizde bacakları iki yana açılmış, çaresiz ve haysiyetini yitirmiş halde görmek beni rahatsız etti.








O güne dek, hiçbir ölü hayvanı yakından görmemiştim. Bebek huzursuzluğumu hissetmiş olmalıydı, çünkü sürekli olarak kıpırdanıyordu.
Kai bıçağının, geyiğin böğründeki deriyi tereyağını böler gibi deşmesi midemi kaldırdı.







Geyiğin iç organlarını çıkarırken ve midesini alt kısmına kadar keserken, burnuma metalik bir koku geldi. Suratındaki o ifadeyle, beni de deştiğini gözümün önüne getirdim. Bunu düşünerek irkildiğimde bana baktı.
"Özür dilerim," diye fistldayıp, dişlerimi soğuğa karşı sıktım ve kaşlarımı hareketsiz tutmaya zorladım.






Bir şarkı mırldanmaya ve hayvanı kesmeye devam etti. Bir ara kendini bu işe iyice kaptırdığında, açıklık alana göz attım. Etrafımız uzun köknar ağaçlarıyla çevriliydi; dallar karlardan ağırlaşmış ve aşağı eğilmişti. Kulübenin etrafındaysa ayak izleri, bir şeyin sürüklenme izleri ve birkaç kan damlasını andıran leke vardı.








Hava temiz ve nemli kokuyordu; ayaklarımın altında ezilen karların çıtırtısını duyabiliyordum. Kanada'da bazı yerlerde kayağa gitmiştim ve kar diğer yerlerden farklı kokuyordu. Nedense daha kuru gibiydi. Hatta elimde bile farklı bir his uyandırıyordu.







Öbek öbek karlar ve kokuyla birlikte arazinin biçimi, hâlâ Seul'de olduğuma veya en azından kıyı şeridinde bir yerde olduğuma dair beni umutlandırdı.
Kai hayvanı keserken, benimle konuşmaya başladı...
"Bu bölgede bulduğumuz yiyecekleri, daha saf olan ve insan eli değmemiş şeyleri yememiz daha iyi. Kasabaya gittiğimde, yeni kitaplar aldım. Bunlardan taze etleri nasıl kurutacağını ve konserve yapacağını öğrenebilirsin. Bir süre sonra, kendi kendimize yetebileceğiz ve seni bir daha asla yalnız bırakmayacağım. "
Gerçekleşmesini istediğim şeyler listesinde üst sıralarda değildi ama yeni bir şeyler yapma fikri beni heyecanlandırmıştı.









Geyiğin tamamını kestikten ve mide kesesini çıkardıktan sonra, başımı leşten kaldırdı ve "Hiç öldürdün mü, Sehun?" dedi. Elindeki bıçak yeteri kadar tehditkar değilmiş gibi, bir de öldürmekten mi söz etmeye başlamıştı? "Hiç ava çıkmadım."
"Soruya yanıt ver, Sehun."








Geyiğin iki yanından birbirimize baktık. "Hayır. Hiç öldürmedim."
Bıçağı, sapının en ucundan tutup bir sarkaç gibi salladı. Bıçak her sallandığında "Asla mı? Asla mı? Asla mı?" demeye başladı.
"Asla..."
"Yalancı!"
Bıçağı havaya firlattı, düşerken sapından tuttu ve dibine kadar geyiğin boynuna sapladı. İrkildim ve dengemi kaybederek sırt üstü karlara düştüm. Ben doğrulmaya çalışırken, tek kelime bile etmedi. Tekrar çömelme pozisyonuna geldiğimde, hızla geyiğin bacaklarını kavradım ve düştüğüm için bana tokat atmasını bekledim, ancak bana bakmaya devam etti. Sonra, bakışları geyiğin midesindeki yarığa ve karnıma kaydı ve tekrar gözlerime baktı.








Ne söylediğimi düşünmeden konuşmaya başladım.
"Genç bir erkekken, arabamla bir kediye çarpmıştım. İstemeden olmuştu ama eve geç kalmıştım ve çok yorgundum. Derken, küt diye bir ses duydum ve kedinin havada uçtuğu gördüm. Yere düşüp ağaçların arasına koştuğunu görünce, arabamı kenara çektim."
Kai bana bakıyordu, ben de nefes almadan anlatıyordum.







"Onu aramak için ormana girdiğimde, ağlıyor 'Kedicik, Kedicik' diye sesleniyordum, fakat kedi gitmişti. Eve dönüp üvey babama olanları anlattım. Yanına el feneri alıp benimle birlikte ormana geri döndü... Bir saat kadar onu aradık ancak bulamadık. Kedinin büyük bir ihtimalle bir şeyi olmadığın ve evine gitmiş olabileceğini söyledi. Ama sabahleyin, arabamın altına baktığımda, her yerinin kan ve tüy olduğunu gördüm."







" Çok etkilendim," dedi kocaman bir gülümsemeyle. "Bunu yapabileceğin aklıma gelmezdi."
"Yapamam zaten! Bir kazaydı..."
"Hayır, sanmıyorum. Bence, kedinin gözlerini far ışığında gördün ve bir an için ona çarpmanın nasıl bir şey olacağını merak ettin. Birden, kediden nefret ettiğini hissettin ve gaza bastın. Ona çarptığını sana anlatan o ses seni güçlü hissettirdi, seni... "







"HAYIR! Tabi ki hayır. Kendimi çok kötü hissettim... Hâlâ da çok kötü hissediyorum."
" O kedi bir katil olsaydı yine de kendini kötü mü hissederdin? Muhtemelen, avlanmaya çıkmıştı... Hiçbir kedinin, avına işkence edişine şahit oldun mu? Ya o kedi hastaysa ve onu sevecek kimsesi yoksa? Kendini daha mı iyi hissederdin, Sehun? Ya ona baktığında, sahiplerinin onu taciz ettiğini, yeteri kadar yiyecek vermediğini, tekmelediğini anlarsan?" Sesini yükseltti.
"Belki de ona lanet olasıca bir iyilik yapmışsındır bu hiç aklına gelmiş miydi?"








Sanki kendi yaptığı bir şeye onay vermemi istiyordu. Bir şeyi itiraf etmek mi istiyordu, yoksa aklımı karıştırmak mıydı amacı?
İkincisi daha büyük bir olasılık olduğundan, en sonunda konuştuğumda hangimizin daha çok şaşırdığına emin olamadım.
"Ya sen? Ya sen kimseyi öldürdün mü?" Elini uzatıp, hafifçe bıçağın sapını okşadı. "Cesur bir soru."
"Özür dilerim, daha önce hiç şey olan birisiyle tanışmamıştım. Bilirsin işte. Bir sürü kitap okudum; televizyon programları ve film izledim ama hiçbiri bunu yapan gerçek bir insanla konuşmak gibi değildi."







Bu konuyla gerçekten ilgileniyormuş gibi rol yapmak zor değildi... Psikoloji, özellikle de anormal psikoloji her zaman ilgimi çekmiştir. Katiller de kesinlikle bu gruba giriyordu.
"Peki, dediğin gibi bunu yapan 'gerçek bir kişiyle' tanışsaydın, ona ne sorardın?"
"Şey... Nedenini öğrenmek isterdim. Ama belki de bazen bunu kendileri de bilmiyorlardır, hatta anlamıyorlardır."
Doğru bir yanıt vermiş olmalıydım ki, kararlı bir tavırla evet anlamında başını salladı.







"Öldürmek eğlenceli bir şeydir. İnsanlar bunun doğru olduğunu düşündüklerinde, bir sürü kural uydururlar."
Aniden güldü.
"Nefsi müdafaa mı? Sorun değil. Deli olduğunu söyleyen bir doktor bulursun ve sorun kalmaz. Bir kadın kocasını öldürür ama âdet öncesi sendromu yaşıyordur. İyi bir avukatın varsa paçayı kurtarırsın."







Başını hafifçe yana eğip bana baktı ve kara dayadığı topuklarının üstünde ileri geri sallandı.
"Ya bir şeyin nasıl sonuçlanacağını ve onu nasıl durdurabileceğini bilirsen? Ya bir şey, kimsenin göremediği bir şey görürsen?"
"Ne gibi?"
"O kediyi bulamamış olman durumu kötüleştiriyor, Sehun. Ölüm aslında hayatın bir uzantısıdır. Ölüme şahit olursan, bir başka boyutun açıldığını görürsen, kendini bu boyutla sınırlandırmanın ne kadar gereksiz olduğunu anlarsın."







Hâlâ kimseyi öldürdüğünü itiraf etmemişti. O an için bu konuyu değiştirsem mi diye düşündüm ama ne zaman geri çekilmem gerektiğini asla bilemediğimin de farkındaydım.
"Peki, nasıl bir his? Birisini öldürmek yani." Başını yana eğip kaşlarını kaldırdı. "Birisini mi öldürmeyi planlıyoruz yoksa?"
Bir sey dememe firsat bırakmadan yanıt verdi, ancak bu hiç beklemediğim bir yanıttı.







"Annem kanserden öldü. Yumurtalık kanseri. İçi çürümeye başlamıştı ve son günlerinde öleceği iyice kesinleşmişti." Birkaç saniye duraksadı ve bakaşları donuklaşıp ifadesizleşti. Tam ona ne sorsam diye düşünürken "Hastalandığında, sadece on sekiz yaşındaydım." dedi.
"Kocası birkaç sene önce ölmüştü.. Ancak ona bakmak benim için sorun değildi. Ona nasıl bakmam gerektiğini herkesten iyi biliyordum. Ama annem kocası için gözyaşı dökmeyi kesmedi. Ona kocasının terk edip gittiğini ve onu benim gibi önemsemediğini söylediğimde bile, benden istediği tek şey gidip onu bulmamdı. Onun için yaptığım onca şeyden sonra... Ona neler yaptığını gördüm. Kendi gözlerimle gördüm, fakat annem onun için ağlayıp sızlamaya devam etti."







"Anlamadım, öldüğünü söylemiştin. Neden annene onu terk ettiğini söyledin?"
"Bazen aylarca, aylarca ortadan kaybolurdu, ama biz gayet iyi idare ederdik. Sonra, eve geri dönerdi. Ne zaman döneceğini de her zaman bilirdim çünkü annemin onu karşılamak için elbise giymesine yardım ederdim. Makyaj da yapardı. Bundan hoşlanmadığımı ona söylemiştim ama onun hoşlandığını söylemişti. Kocası onlarla yemek yememe bile izin vermezdi. Annemin bana yemek yedirmek istediğini biliyordum fakat kocası kendi yemeğini bitirene dek onu bekletirdi. Karısının bir barınaktan alıp eve getirdiği bir sokak köpeğinden farksızdım.
Sonra, akşam yemeğinin ardından yatak odalarına girer kapıyı kapatırlardı. Ama bir gece, ben yedi yaşlarındayken, Kapyı tam kapatmadılar. Gördüm... Annem ağlıyordu. Kocasınun elleri..."
Sustu ve boşluğa baktı.







"Baban onu dövüyor muydu?"
Annesinden söz ettiğinde, sesinin monotonlaştığını daha önce de fark etmiştim. Bu soruma yanıt verdiğinde, sesi bir robot gibi çıktı.
" Ben naziktim... Ona dokunduğumda, hep naziktim. Onu ağlatmazdım. O adamın yaptığı şey doğru değildi."
"Onu incitiyor muydu?"
Boş boş göğsümün ortasına baktı ve başını ileri geri salladı.







"Doğru değildi," dedi yine. Sonra, ensesinin alt kısmını okşadı.
"Annem beni gördü... Aynada gördü. Beni gördü." Boğazını tutan parmaklarını sıkınca, parmakları bir an için kıpkırmızı kesildi. Sonra, avucundaki bir şeyi temizlemeye çalışıyormuş gibi elini indirip bacağına sürttü. Boğuk bir sesle "Sonra, bana gülümsedi," dedi. Kai'ın dudaklarında tatlı bir gülümseme belirdi ve sırıtıyormuş gibi görünene dek suratına yayıldı. O kadar uzun süre öyle kaldı ki, yüz kasları acımaya başlamış olmalıydı.







Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. En sonunda, gözlerimin içine baktı.
"O günden sonra, kapıyı hep açık bırakmaya başladı. Senelerce kapıyı açık bıraktı."
Sesi yine monotonlaştı.
"On beş yaşıma geldiğimde beni de tıraş etmeye başladı. Ben de onun gibi pürüzsüz olmuştum. Ona geceleri çok sıkı sarılırsam, bana kızıyordu. Bazen rüya gördüğümde, çarşaflar... Çarşafları bana yıkatıyordu. Değişmeye başlamıştı."
Sesimin şefkatli ve yumuşak çıkmasına gayret ederek "Değişmeye mi başlamıştı?" dedim.







"Bir gün, okuldan erken döndüm. Yatak odasından sesler geliyordu. Babamın bir seyahate çıktığını sanıyordum. O yüzden, kapıya gittim."
Nefes alamıyormuş gibi göğsünü ovmaya başlamıştı.
"Annemin arkasındaydı. Bir başka, yabancı bir adam... Annem beni görmeden uzaklaştım. Dışarıda, verandanın altında bekledim..."
Birden, durdu. Birkaç saniye sonra "Verandanın altında mı?" dedim.







"Kitaplarımla. Onları oraya gizlemiştim. Sadece kocası evde olduğunda içeride kitap okumama izin veriyordu. O gittiğinde, bunların birlikte geçireceğimiz zamanı engellediğini söylüyordu. Beni kitap okurken yakalarsa, sayfalarını yırtıyordu."
Şimdi neden kitaplara o kadar özen gösterdiğini anlamıştım.
"Bir saat sonra, adam önümden geçip gitti. Üstünde hâlâ annemin kokusunu hissedebiliyordum. Annem mutfaktaydı... Bir şarkı mırıldanıyordu."
Başını salladı.
"Ona bir şeyler yapmalarına izin vermemeliydi. Hastaydı. Bunun yanlış olduğunu anlayamıyordu. Yardımıma ihtiyacı vardı."







"Yaptın mi? Ona yardım ettin mi?"
"Onu ve kendimi, annem çok değişmeden kurtarmam gerekiyordu. Artık ona yardım edemiyordum, anladın mı?"
Anlıyordum. Evet der gibi başımı salladım. Bunu görünce, devam etti.
"Bir hafta sonra, annem markete gittiğinde, ondan beni arabayla gezmeye götürmesini böylece ona ormanda gördüğüm eski bir madeni gösterebileceğimi söyledim."







Geyiğin boynundaki bıçağa baktı, "Annem eve gelince de, onun eşyalarını toplayıp gittiğini, başka birisini bulduğunu söyledim. Annem ağladı ama ben ona ilk başlardaki gibi baktım. Bu sefer, her şey daha da iyiydi, çünkü artık onu paylaşmak zorunda değildim. Sonra, hastalandı. Sevdiği, istediği her şeyi yaptım. Her şeyi. Daha da hastalandı ve benden onu öldürmemi istedi.
Bunu yapabileceğimi düşünüyordu. Ama bunu istemedim. Yapamazdım...Yalvardı, gerçek bir erkek olmadığımı, gerçek bir erkeğin bunu yapacağını söyledi. Onun yapacağını söyledi, ama ben yapamadım."







Kai bunları anlatırken, güneş batmıştı ve kar yağmaya başlamıştı... Geyiğin etrafında ince bir kar tabakası olmuştu. Kai'ın sarı dalgalı saçlarından bir tutamı alnına düşmüştü, kirpikleriyse birbirine yapışmıştı ve parıldıyordu. Bunun kar mı, gözyaşları yüzünden mi olduğunu bilemedim ama bir melek gibi görünüyordu.







Çok uzun süre çömeldiğim için bacaklarım ağrımaya başlamıştı ama ona o anda kesinlikle bacaklarımı esnetebilir miyim diye soramazdım. Bedenim kıpırtısız duruyor olabilirdi fakat zihnim son sürat işliyordu. Başını sallayıp, bakışlarını bıçaktan bana çevirdi.
"Soruna yanıt vermem gerekirse, Sehun, öldürmek harika bir his olabilir. Ama acele etsek iyi olacak, yoksa vahşi bir hayvan kokuyu alıp gelebilir."







Sesi daha neşeli çıkıyordu. Bir an için, hangi soruma yanıt verdiğini anlamadım. Sonra, hatırladım. Birisini öldürmenin nasıl bir his olduğunu sormuştum. Ben geyiğin bacaklarını tutmaya devam ederken, karnındaki yarığa uzandı ve bir voleybol büyüklüğündeki mide kesesini çıkarıp karların üstüne koydu. Kesenin bir tarafı hâlâ hayvanın bedenine bağlıydı ve bu yüzden kaburgalarının altında bir göbek bağı gibi görünüyordu.







Bıçağını hayvanın boynundan çekti. Bıçak bir saniye takılır gibi oldu, sonra pır diye bir ses çakarıp çıktı. Kai daha sonra bıçağıyla geyiğin kalbi olduğunu tahmin ettiğim kısmı ve organlarını kesti. Bunları çöp gibi yanındaki torbaya attı. Çiğ et kokusu boğazımın gerisine kadar safra yükselmesine neden oldu ama yutkunarak bulantı hissini giderdim.








"Burada bekle," deyip, kulübenin yanındaki büyükçe bir barakaya girdi. Birkaç saniye içinde, elinde ufak bir testereyle ve halatla geri geldi. Geyiğin başına eğilince, kalbim duracak gibi oldu. Kış bastırmış o vahşi doğanın önceki sessizliğinin yerini, geyiğin boynunu kesen testerenin sesi aldı. Başka yöne bakmak istiyordum ama yapamıyordum.







Testereyi kenara koydu, bıçağı aldı ve geyiğin arka tarafına gitti. Bana doğru gelirken irkildiğimi görüp güldü fakat sadece hayvanın arka bacaklarını aldı. Bıçağıyla her iki bacağın bileğinde, Aşil tendonunun hemen arkasında birer delik açtı ve halatı içlerinden geçirdi. Leşi ön bacaklarından tutarak barakaya sürükledik Arkama baktım. Geyiğin bedeni arkamızda karların üstünde kanlı bir leke ve bir iz bırakmıştı. Zavallı hayvanın başının, kalbinin ve iç organlarının soğuk zeminde yarattığı manzarayı asla unutamayacaktım.








Barakanın tamamı metalden yapılmıştı; hiçbir vahşi hayvan giremezdi. İçeride bir duvar dibinde derin dondurucu vardı. Arka tarafta bir jeneratör olduğunu düşündüğüm bir makine büyük bir gürültüyle çalışıyordu ve bunun yanındaki pompa da kuyunun pompası olmalıydı. Karşı duvarın önüne, üstünde benzin yazan altı tane kırmızı renkli varil dizilmişti. Bunların yanında bir propan tankı duruyordu. Etrafta odun olmadığı için, bunların başka bir yerde muhafaza edildiğini tahmin ettim. Hava yağ, gaz ve geyik kanı karışımı kokuyordu.







Kai, geyiğin arka bacaklarına bağlı olan halatı tavandaki bir kirişe attı. İkimiz birlikte leşi havaya kaldırana dek halatları çektik. Bir gün benim de bedenim oraya mı asılacaktı?
İşimizin bittiğini sandım ama bıçağı bir taşa sürtüp bilemeye koyuldu. Bunu görünce, tir tir titremeye başladım. Benimle göz göze gelince, bıçağı ileri geri ritmik bir hareketle, belli belirsiz bir gülümsemeyle bilemeye başladı. Bir dakika kadar sonra, bıçağı havaya kaldırdı.








"Ne dersin? Yeteri kadar keskin mi sence?"
"Ne... Ne için?
Bana doğru yürüdü. Ellerimle karnımı kapattım. Ayağımdaki bol lastik çizmeler yüzünden geriye doğru tökezledim. Durdu ve şaşkın bir ifadeyle "Neyin var? Hayvanın derisini yüzmemiz gerek," dedi. Geyiğin bileklerinin etrafını kesti ve bacaklardan birini tuttu.
"Öyle dikilmesene orada, diğer bacağı tut."
Deriyi aşağı çektik. Bıçağıyla arada sırada derinin kolay çekilebilmesi için dokuyu hafifçe yokluyordu, ama çoğu bacaklardan aşağı inmişti. Esas bölüme geldiğimizde, bir güneş yanığından geriye kalan ölü bir deri gibi soyuldu. Deri tamamıyla çıktıktan sonra, bunu rulo yapıp derin dondurucuya koydu. Sonra, beni dışarı, görebileceği bir yere yolladı.








Testereyi alıp barakaya geri götürdü ve kapısını kilitledi. Ona iç organları ile kafasını ne yapacağını sordum. Bunlarla daha sonra ilgileneceğini söyledi. İçeri girince, titrediğimi fark etti ve beni ısınmam için ateşin başına oturttu. Konuşmamız onu sinirlendirmemiş gibiydi. Ona başka birisini daha öldürüp öldürmediğini sormak isterdim, ama ne yanıt verebileceğini düşününce midem kasıldı. Bunun yerine "Yıkanabilir miyim, lütfen?" diye sordum.
"Banyo vaktin geldi mi?"
"Hayır, ama..."
"O halde, yanıtı biliyorsun."








Günün geri kalanında, geyik kanına bulanmış bir halde dolaştım. Tenim karıncalanıyordu, ancak bunu veya başka bir şeyi düşünmemeye gayret ediyordum. Kanı, ölü geyiği veya cinayete kurban gitmiş babaları.
Ateşe odaklandım ve alevlerin dans edişini izledim. Kai o gece daha sonradan uykuya dalarken "Kedileri severim," dedi. Kedileri seviyor muydu? O sadist katil pislik kedileri seviyor muydu? Boğazımdan histerik bir kıkırdama yükseldi, ama karanlıkta elimle ağzımı kapattım.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

14.4K 1.4K 24
Bir grup genç arkasında bıraktığı enkazın yanına geri dönerek bir oyun oynamak zorunda kalmıştı. Her bir görev bir yalanı açığa çıkartırken her bir c...
7 Numara By Beril Sancar

Mystery / Thriller

6.3K 644 4
Sevdiği adamla geçirdiği bir gece sonucu hamile kalan Umay Uzel, Yiğit Ali'yle evlenir. Kocasının da onu sevdiğini düşünerek sürdürdüğü evliliğini ve...
4.6M 387K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
257K 8.8K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...