Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

YEDİNCİ SEANS

297 28 2
By burcukrklk

Ocağın üçüncü haftasına girdiğimize inanmak çok güç, değil mi doktor? Noel ve Yılbaşı çılgınlığının sona erdiğine seviniyorum. Bu arada, hazır aklıma gelmişken, sana Kai ile geçirdiğim Noel'den söz etmiş miydim?


Biliyor musun, onun kırmızı ve yeşil renkli şeylerin iyi olmadığıyla ilgili sözlerini asla anlayamadım.
Bir gün, beni tabureye oturttu ve Aralık ayı olduğunu ama Noel'i kutlamayacağımızı, çünkü bunun toplumun insanları kontrol etmek için kullandığı yöntemlerden biri olduğunu söyledi.



Orada da bitmedi. Noel'in ne kadar kötü bir şey olduğunu, toplumun nasıl bir efsaneyi alıp bir para tuzağına dönüştürdüğünü anlattı.
Hayatta yapmak istediğim son şey, Kai ile herhangi bir şeyi kutlamaktı, ama Noel'le ilgili akla hayale gelebilecek kötü şeylerin hepsini bana söyledikten sonra Noel'i çalması için yardım edecek hale gelmiştim.



Aslında, o sersem aynen bunu yaptı. Noel'i benden çaldı. Bir sürü başka şeyle birlikte tabii. Gurur, neşe, güven duygusu, bir yatakta uyuyabilme keyfi gibi. Ama şikayet eden kim? En azından, bir ağaç alarak o ruhu yaşamaya çalıştım...
Belki bir sonraki sene farklı olur. Bana söylendiği gibi, her zaman şu anki gibi hissetmeyeceğim ihtimalini göz önünde tutmam gerek.



Ne kadar önemsiz görünürlerse görünsünler, ufak gelişme izlerini görmek önemli. Bugün ön verandaya çıktığımda, havada kar kokusu hissettim ve birkaç saniyeliğine heyecan duydum.
Bu sene henüz kar yağmadı. Eskiden, bir santim bile kar yağsa, Vivi'yle birlikte dışarı çıkar oynardık.




Komik hallerini izlemek çok keyifliydi. Koşuyor, kayıyor, zıplıyor, karları eşeliyor ve ne bulursa yiyordu.
Hep aklından geçenleri anlamayı istemişimdir. Büyük bir ihtimalle, Tavşanlar, tavşanlar, tavşanları bul, diye düşünüyordur. Bazen karların üstüne atıştırmalıklarından atardım. Sırf orada bir şey bulsun diye.



Sonra, sıcacık bir banyo yapardık. Kendime bir fincan çay alır, şöminenin karşısına geçip kitap okurdum. Vivi rüya görürken, ayaklarının nasıl da seğirdiğini izlerdim. Tüm bunları hatırlayınca, kendimi iyi hissettim.
Dört gözle bekleyecek bir şey varmış gibiydi. Ama önceki Noel'i hatırlayınca, bu güzel his hemen kayboldu...



İnanın bana, pencereleri sürekli kapalı bir yerde kışın tamamını geçirmek 'kapalı alan fobisini' bir üst seviyeye taşıyor. Bir de geçen sene Ocak ayının ortalarında, dört aylık hamileydim.


***

Dağdayken, kitap okuyacağım anları dört gözle bekliyordum. Kai bu konuda zevkliydi. Ona yüksek sesle kitap okumak da beni sıkmıyordu. Sayfaları çevirirken, kendimi başka bir dünyada buluyordum. O da öyleydi. Bazen gözlerini yumardı veya elini çenesinin altına koyup bana doğru eğilirdi ve gözleri parıldardı.



Başka zamanlarda, kitaptaki heyecanlı bölümlerde odada volta atardı. Bir şey hoşuna gittiğinde, elini kalbinin üstüne koyar "Orayı tekrar oku," derdi.
Bana her zaman okuduğum şeylerle ilgili düşüncelerimi sorardı, ama ilk başlarda düşüncelerimi söylemekten korkuyordum ve onun fikirlerini farklı ifadelerle söylemeye çalışıyordum.




Bir gün, kitabı elimdeyken şak diye kapattı ve "Yapma, Sehun, o güzel aklını kullan ve ne hissettiğini söyle," dedi. Dalgaların Prensi isimli kitabı okuyorduk. Klasikleri yeni romanlarla karıştırmayı severdi. Bunlar genellikle sorunlu ailelerle ilgiliydi.




Bir annenin kocası için köpek maması hazırladığı bir bölümü okuyordum. "Kadının ona bu numarayı çektiğine memnun oldum," dedim.
"Adam bunu hak etti. Sersemin tekiydi." Bunlar ağzımdan çıkar çıkmaz panikledim. Ondan söz ettiğimi mi düşünecekti?




'Sersem' sözcüğü de pek kadınlara yakışan bir ifade değildi. Ama başını evet der gibi düşünceli düşünceli salladı. "Evet, ailesinin değerini hiç bilmiyordu, değil mi?" Fareler ve İnsanlar'ı okurken, 'zavallı aptal Lennie' için üzülüp üzülmediğimi sordu.




Üzüldüğümü söyleyince de "Ne ilginç, değil mi?" dedi.
"Kız sürtüğün teki olduğu için mi? Öldürdüğü zavallı yavru köpek meselesinden rahatsız olacağın sanıyordum. İyi bir kız olsaydı, Lennie ona bu kadar üzülmeni hak eder miydi?"


"İki türlü de fark etmezdi. Kafası karışmıştı... Bunu isteyerek yapmadı." Gülümsedi. "Yani, istemeyerek yapsan bile birisini öldürmenin kötü bir yanı yok mu? Bunu hatırlamam gerek."
"Öyle demek istemed-" Kahkahalarla gülmeye başladı ve yanaklarım kıpkırmızı kesilince elini havaya kaldırdı. Kai seçtiği kitaplar konusunda dikkatli davranıyordu...


Bunları açıkken ters koyamıyor veya bir sayfayı kıvıramıyordum. Bir gün, onun özenle kitapları rafa dizdiğini görünce "Çocukluğunda çok kitap okumuştun herhalde," dedim. Sırtı gerildi ve elindeki kitabın kapağını hafifçe oksadı.


"İzin verildiğinde, evet," dedi. İzin mi? Tuhaf bir ifade kullanmıştı, ama bu konuda ona bir şey sorsam mı diye düşünürken "Ya sen?" diye sordu.
"Sürekli okurdum... Kütüphanede çalışan bir babamın olmasının mükafatı."


"Şanslıymışsın." Kitaplara son bir kez hafifçe vurdu ve kulübeden çıktı. Bir karakter ya da öykünün gidişatı hakkında yorumlar yaparak volta atarken, öylesine canlı ve tutkulu olurdu ki, ben de heyecana kapılır, daha fazla kendime ait düşünceyi söyleyiverirdim.


Beni açıklama yapmaya ve fikirlerimi savunmaya teşvik ederdi, ona karşı geldiğimde bile çıldırmazdı. Edebiyat tartışmalarımız geliştikçe, rahatlamaya başladım. Tabii, kitap okuma süresi sona erince, dehşete kapılmadığım tek zaman da sona ermiş oluyordu.


Kitap okumak ve yazmak hoşuma giden tek şeydi, beni bir insan gibi, kendim gibi hissettiren tek şeydi. Her gece, yatakta Kai'ın sperminin içimde gezindiğini hayal eder, hamile kalmamak için özel noktamı gizlenmeye teşvik ederdim.


Beni kaçırdığında, doğum kontrol hapı kullandığımdan, bedenimin dengesini yitirmediğini ve hamile kalmadan önce kurtarılacağımı umuyordum.



Bir sabah, birlikte duştayken, rutinimizi yaparken, ben duvara dönmüştüm, o da bacaklarımı yıkıyordu. Birden, doğruldu. Arkama döndüğümde, elindeki beze bakakalmıştı. Üstünde kanlı meni vardı. Aşağıya bakınca, bacaklarımın arasında kanlı meni aktığını gördüm.


Çenesini sıktı ve suratı kızardı. O bakışı iyi biliyordum "Özür dilerim..." Duvara sindim. Bezi bana fırlatıp duştan çıktı ve banyo paspasının üstünde durarak öfkeyle bacaklarımın arasına baktı. Perde aralık duruyor, sular zemine sıçıyordu. Çıldıracağını sandım ama elini uzattı ve duş başlığını üstüme su gelecek biçimde oynattı. Sonra da soğuk suyu açtı.


Soğuk derken buz gibi demek istiyorum. "Yıkan."
Su çok soğuktu; çığlık atmamaya çalıştım. Bezi yerden alıp bana fırlattı.
"Sana yıkan dedim."
İşimi bitirdiğimi düşündüğümde, elimdeki bezle "Bunu ne yapmamı istiyorsun?" dedim.


Ona vermemi işaret etti, inceledi ve geri verdi.
"Tekrar yıka."
Bezin üstünde bir şey kalmamıştı ve nerdeyse mosmor kesilmiştim. Duştan çıkmama yardım etti.
"Kımıldama," dedi. Titremelerim kımıldamadan sayılıyor mudur diye düşündüm.


Kai birkaç dakikalığına banyodan çıktı ve bir parça bezle geri geldi.
"Bunu kullan."
Bezi bana fırlattı.
"Tampon filan yok mu?" diye sordum. Başını bana yaklaştırdı ve ağır ağır "Gerçek bir adam şu ana dek hamile kalırdı," dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Sesini yükseltti.
"Ne yaptın?"
"Yapabileceğim bir şey-"
"Görevini yapmazsan, bunu yapacak başka birini bulurum." Bakışları altında, giyindim ve aptal bezi iç çamaşırıma sok- tum. Her erkek hamile kalmazdı ve bunu ona anlatmam kolay olmayacak gibi görünüyordu.


Parmaklarım o kadar uyuşmuştu ki, elbisenin düğmelerini ilikleyemiyordum. Ben düğmelerle uğraşırken, başını salladı. "Acınacak durumdasın."
Altımdaki iltihaplı meni akıntısı altı gün sürdü.


Her sabah, el bezinin üstünde iltihap olmayana dek soğuk duş almamı bekledi. Küvetin tamamının o duş almadan önce deterjanla ovulması gerekiyordu. Kullanılmış bezleri bir torbaya koydurdu ve dışarı götürdü. Bana bunları yaktığını söyledi.


Banyo vaktini de atladık. Benim için hava hoştu... Altı gün bana bir kere bile elini sürmedi.
Öğleden sonraları, bana hamile kalma yöntemlerini anlatan kitaplar okuttu. İçlerinden birinin ismini hatırlıyorum: Doğal Yollardan Hamile Kalmanın En Hızlı Yolu.



Evet, Kai öyle düşünüyordu. Çünkü birini kaçırıp, onu bir kulübeye hapsetmenin ve ona tecavüz etmenin doğal olduğunu sanıyordu.
Altımdaki iltihap geçer geçmez, beni yine hamile bırakmaya girişti.



Bedenimin bu adamın sperminin hastalıklı olduğunu anlaması ve reddetmesi için veya stresin ve korkunun hamile kalmamı güçleştireceğini umdum. Şansım yaver gitmedi.
Yaklaşık olarak üç hafta sonra, karnımda hissettiğim her şeyin kramp olması için dua ediyordum.
Her tuvalete gittiğimde, iç çamaşırımda menilerin iltihapla aktığını görmeyi umuyordum.



Aradan dört hafta geçince, artık emin oldum. Duvara çizdiğim takvimden Eylül ayının ortalarında, akıntının sona erdikten iki hafta sonra hamile kaldığımı tahmin ettim. Bunu Kai'dan gizleyebilmeyi umuyordum ama bir sabah eliyle karnımı okşadığını hissettim. "Uyanık olduğunu biliyorum. Bugün hemen kalkmana gerek yok."



Burnunu omzuma sürttü.
"Bana bak, Sehun." Ona döndüm. "Günaydın," dedi gülümseyerek. Sonra, karnımdaki eline baktı.
"Annem Juliet, beni büyüten kadın, biyolojik annem değildi.
Beni ben beş yaşındayken evlatlık edindi. Beni dünyaya getiren fahişe bir çocuk yetiştiremeyecek kadar gençmiş sanırım."



Sesi gergindi.
"Ama babam her kimse, bacaklarını ona açamayacak kadar genç değilmiş." Başını salladı ve daha yumuşak bir ses tonuyla "Ama Juliet hayatımı değiştirdi," dedi, "Kendi oğlunu bir yaşındayken, onu hala emzirirken kaybetmiş. Verecek o kadar büyük bir sevgisi vardı ki... Bana ailenin her şey demek olduğunu o öğretti. Sen, Sehun, ailenin yarısını küçükken kaybettin. Hep çocuğun olmasını istediğini biliyorum...
Seçtiğin erkek ben olduğum için çok mutluyum."



Seçtiğim mi? Ben pek öyle demezdim. Kai beni kaçırmadan önce bile, çocuk sahibi olmak konusunda ne hissettiğimden emin değildim. Özgür bir kariyer adamı hayatı yaşamaktan gayet mutluydum.
Asla çocuklarla dolu bir odaya girip "Vay canına, ben de hemen çocuk yapmalıyım," diyen bir tip olmadım. Ama hamile kalmıştım ve içimde bir iblis taşıyordum.




Kai da karşıma geçmiş, annesinden söz ediyor, bana zihnine girip onun hakkında daha fazla bilgi edinecek fırsatı veriyordu. Bir yanım dengeyi bozmaktan korkuyordu, ama yine uzun vadeli düşünmek zorundaydım.
"İsminin Juliet olduğunu söylemiştin. Geçmiş zaman gibi konuştun. Annen vefat mı etti?"


Gülümsemesi silindi. Yana dönüp bakışlarını tavana dikti.
"On sekiz yaşındayken, annem elimden alındı." Biraz daha açıklamasını bekledim ama düşüncelere dalmış gibiydi.
"Çok özel birisi gibi geliyor kulağa. O kadar yakın olmanız çok güzel bir şey. Annem beni asla senin öz annen gibi terk etmedi fakat doktorlar kazadan sonra ona sürekli olarak yatıştırıcı verdiklerinden kafası çok bulanıktı. Bir süreliğine gidip dayım Chanyeol ve yengem Baekhyun ile yaşamak zorunda kaldım. Yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu iyi bilirim."

Bana kaçamak bir bakış fırlatıp yine tavana baktı.
"O akrabalarla yaşamak nasıl bir histi? Sana iyi davrandılar mı?" Yirmili yaşlarımda kazayla ilgili hislerimle başa çıkabilmek ve annemle aramdaki sorunları çözmek için bir süre terapiye gitmiştim... Bana ne kadar faydası oldu bilemezsiniz ama başımdan geçenleri ne kadar anlatsam da kolaylaşmadı. Bu hisleri Luhan'la bile paylaşmadım.



"Dayım, yani  Chanyeol de annemle hep yarış halindedir fakat kabul etmeliyim ki bana gayet iyi davrandı. Kuzenlerim yaşca daha büyüktü ve genel olarak benimle pek ilgilenmezlerdi. Ama umurumda değildi."



"Öyle mi? Çok umursadığına eminim." Sesinde alaycı bir ton yoktu.
"Birlikte kalabileceğin başka bir aile yok muydu?"
"Babamın akrabalarının hepsi vefat etmişti. Annemin de bir tek erkek kardeşi var."
Aslında, annemin bir de üvey ağabeyi vardı ancak hırsızlık suçundan hapiste olduğu için annem onu kesinlikle aileden biri olarak görmüyordu.



"Zor zamanlardı ama artık yetişkin olduğum için annemin o dönemde neler hissettiğini anlamaya çalışıyorum. O zamanlar, insanlar terapiye veya yas tutmak konusunda faaliyet gösteren destek gruplarına filan gitmezlerdi. Doktorlar sakinleştirici verirdi."
"Demek seni onların yanına yolladı."
"O kadar da kötü değildi, Kai."

Ama kuzenlerimin kendi aralarında fısıldayarak konuştuklarını ve yengemle dayımın odaya girdiğimde sustuklarını hatırlıyordum. Annemin kafasının bulanık olduğu zamanlarda, dayım gayet sert ve net oluyordu.



Her ikisi de sarışındı. Annem  minyon, dayım ise iri adamlardı; ailemdeki erkeklerin hepsi benim haricimde sarışındı, ama  Chanyeol dayımın dudakları daha ince, burnu daha uzun, gözleri daha büyüktü. Annem ister iyi ister kötü olsun hep hisleriyle hareket ederken, dayım sakin, soğukkanlı ve aklı başındaydı.

Tamam, zaman zaman uçuk olabiliyordu ama zaman zamandı işte bu.
Beni teselli edecek kucaklaşmalar filan yaşamazdık.
"Sonra, annen evi sattı, değil mi? Ailenin hem yarısı gitti hem de çocukluk evin." "Bunu nereden-"
"Birisini tanımak istiyorsan, gerçekten tanımak istiyorsan, bunun birçok yolu vardır. Tıpkı annenin bu durumla başa çıkabileceği bir sürü yol olduğu gibi."


"Evi satmak zorunda kaldı, babamın hayat sigortası yoktu."
Kazadan altı ay sonra, annem nihayet gelip beni almıştı. Evimin artık olmadığını da o zaman öğrendim.
"Olabilir, ama zaten hayatınızda o kadar çok şey değişmişken başka bir yere taşınmak zor gelmiş olmalı. Üstelik taşındığınız ev küçüktü."



"Sadece ikimiz vardık. Çok alana ihtiyaç duymadık."
Seul'ün olabilecek en kötü mahallesinde küçücük, iki yatak odalı bir kiralık daireye taşınmıştık. Kağıt fabrikasına bakan pencereleri vardı. Hap şişelerinin yerini votka şişeleri almıştı. Annemin pembe renkli ipek sabahlıkları artık naylon kumaştandı ve Estée Lauder White Linen parfümünün yerini sahte bir parfüm almıştı.


Maddi durumumuz iyi olmayabilirdi ama hâlâ Fransız sigaraları için para bulabiliyor- du... Annem Fransız olan her şeyin zarif olduğunu düşünür. O kadar zarif olmayan votkaları için de para bulabiliyordu.
Sırf evimizi satmakla kalmamıştı, babamın eşyalarını da ne var ne yoksa satmıştı.
Tabii, Xiumin hyung'un ödüllerini ve giysilerini saklamış, kendi gardırobuna aşmıştı.



"Ama uzun süre sadece ikiniz olmadınız, değil mi?"
"Annem zor günler geçiriyordu. Bekar bir anne için kolay olmayan bir durumdu. O zamanlar, fazla seçenek de yoktu. "
"Yani, bu sefer ona bakabilecek gerçek bir erkek bulduğunu sandı." Gülümsedi.

Bir saniye suratına baktım.
"Annem... Kazadan sonra çalışmaya başladı." Ufak bir inşaat şirketinde sekreter olarak çalışıyordu ama aslında vaktini iyi görünmeye çalışarak harcıyordu. Evden asla makyaj yapmadan çıkmazdı ve bunu yaparken genellikle sarhoş olduğundan, göz makyajının akması veya yanaklarının biraz fazla pembe olması da alışılmadık değildi. Ama kırık bir bebek görünümüne bürünmek işine yarıyordu.


Erkekler ona sanki onu bu büyük ve kötü dünyadan kurtarmak isterlermiş gibi bakıyorlardı. Kısa süre önce dul kalmış olması da annemin herkese gülücükler saçmasına engel olmuyordu.



Dört ay sonra, yeni üvey baba - Bay Kendini Beğenmiş- adayı hayatımıza girdi. Şirketin satış temsilcisi olan bu adam bir Daccy kullanıyordu, puro içiyordu, hatta kovboy çizmeleri giyiyordu... Baktığınızda, Teksash, hatta Albertalı biri olduğunu düşünebilirdiniz, ama sanırım Seul'den hiç ayrılmamıştı.

Yaşı bir Tom Selleck tarzı, kendine özgü bir yakışıklılığı vardı. Evlendikten sonra, annem pat diye işinden ayrıldı. Üvey babamın aradığı erkek olduğuna kanaat getirmiş olmalıydı.
"Yeni babanla ilgili neler düşündün?" "Kris iyi birisidir. Onu gerçekten de seviyor gibi."


"Demek annenin yeni bir hayatı oldu. Peki, sen hangi konumdaydın?"
"Kris elinden geleni yapıyordu." Onunla, babamla aramdaki yakınlığın en azından bir parçasını kurmaya çalıştım ama Kris ve ben konuşacak hiçbir şey bulamıyorduk.
Okuduğu tek şey erkek  dergileri ya da çabuk zengin olmakla ilgili broşürlerdi. Bir süre sonra, onu güldürebildiğimi fark ettim. Onun beni komik bulduğunu fark eder etmez de etrafında saçma sapan şeyler yapmaya, onu sürekli olarak güldürmeye çalıştım. Ancak güldüğünde, annem sinirleniyor "Yapma, Kris , onu cesaretlendiriyorsun," gibi şeyler söylüyordu.
Böylece, Kris gülmeyi kesti.
Elime her firsat geçtiğinde onunla dalga geçiyordum ve ukalalık taslıyordum. Zamanla birbirimizi görmezden gelmeye başladık.



Kai bana dikkatle bakıyordu. Onun hakkında daha fazla bilgi sahibi olma girişimlerimin tam tersine işlediğini fark ettim. İşleri yoluna koyma vakti gelmişti. gibi "Ya senin baban?" dedim.
"Ondan hiç söz etmedin."
"Babam mı? O adam bana asla babalık etmedi. Annem için de uygun birisi değildi fakat annem bunu asla anlamadı." Sesini yükseltti.


"Tanrı aşkına, babam kapı kapı gezen bir satıcıydı; şişko, kıllı ve..."
Birkaç kere yutkundu.
"Annemi azat etmem gerekiyordu." İçimi ürperten şey, bir tek bu sözleri değil, bunları söylerkenki duygusuz haliydi. Daha fazlasını öğrenmek istiyordum, ama içgüdülerim bana soru sormamamı söylüyordu. Önemli değildi. İçinde bir fırtına koptuysa bile dinmişti.


Gülerek yataktan fırladı, gerindi ve memnuniyetle içini çekip "Bu kadar konuşma yeter," dedi.
"Ailemizin doğuşunu kutlamamız gerekiyor." Dikkatle suratıma baktı, sonra başını salladı.
"Burada bekle."
Giysilerini ve paltosunu giyip dışarı çıktı. Kapıyı açtığında, yatağa kadar çürük yaprak ve ıslak toprak kokusu geldi... Ölen bir yazın kokusuydu.

İçeri geri geldiğinde, suratı kızarmıştı ve gözleri parıldıyordu. Ellerinden tekini arkasına gizlemişti. Yanıma oturdu, sonra da elini uzattı. Yumruğu kapalıydı. "Bazen hayatta zor zamanlar geçirmemiz gerekir," dedi. "Ama bunlar bir sınavdan ibarettir; güçlü kalmayı başarırsak en sonunda ödüllendiriliriz."
Gözlerime baktı.


"Avucunu aç. Sehun." Gözlerini gözlerimden ayırmadan, avucuma ufak ve soğuk bir şey koydu. Ne olduğuna bakmaya korkuyordum.
"Bunu uzun süre önce bir başkasına vermiştim ama hak etmediğini gördüm." Avucum kaşınıyordu. Kaşlarını kaldırdı. "Ne olduğuna bakmak istemiyor musun?" Yavaşça elime baktım. Avucumda güzel bir altın zincir parıldıyordu.


Parmağını uzatıp, zincirin ortasındaki altın kalbe baktı.
"Güzel, değil mi?" Kolyeyi mümkün olduğunca uzağa firlatmak istiyordum. "Evet, evet, çok güzel. Teşekkür ederim." Kolyeyi elimden aldı. "Otur da boynuna takayım. "
Zincir boynumu gıdıklayınca, tenimin karıncalandığını hissettim. Bunu daha önce hangi adama verdiğini sormayı istedim ama bana söyleyeceklerinden korktum.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

3.8K 419 8
23, 29. Ketamin ve kasırga, Bedenlerimiz arasındaki hırçınlığı aşılıyoruz bu arzuya. 𝑣𝑚𝑖𝑛 S•1019
4.1K 169 36
Michael Jackson un hayati eserleri albümleri çocukluğu kısacası Michael Jackson
2.8M 216K 38
*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar uyarı geçsem, o yorumları silsem de ma...
445K 14.9K 39
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...