Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
BİRİNCİ SEANS
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

ALTINCI SEANS

303 27 5
By burcukrklk

Dün bir süre kilisede oturdum. Dua etmek için değil... Dindar değilimdir. Sadece sessiz bir yerde oturabilmek için bunu yaptım. Kaçırılmadan önce, o kiliseyi fark etmeden önünden bin kere geçmiş olmalıyım. Öyle pek kiliseye sürekli giden bir aile sayılmayız; annemle üvey babam genellikle bir Pazar sabahı dinlerini uyuyarak geçirirler. Ama son birkaç aydır birkaç kez kiliseye gittim.

Gittiğim yer eski bir kilise ve bir müze gibi kokuyor... Ama iyi anlamda, başından bir sürü şey geçmiş ve hâlâ ayakta kalmış izlenimi veriyor. Şu mozaikli camlar da beni heyecanlandırıyor. Size en derin hislerimi anlatacak olsam, tüm o kırık parçaların bir araya getirilip öylesine güzel bir şey oluşturması fikrinin beni çok etkilediğini söyleyebilirdim. Neyse ki o kadar derin bir insan değilim. Tanrım, teşekkürler, kilise genellikle boş. Ama içeride birisi olsa bile, ne kimse benimle konuşuyor, ne de birileri benim olduğum yöne bakıyor. Gerçi kimseyle göz göze gelmiyorum, O ayrı konu.

***


Kai beni bayıltana kadar dövdükten sonra kendime ilk geldiğimde, bedenimin tamamı ağrıyordu. Etrafıma bakabilmek için başımı çevirmem uzun bir süre aldı. Midem bulandı.
Her nefes alışımda, göğsümün sağ tarafı ağrıyordu.

Bir gözüm tamamıyla kapanmıştı, diğer gözümse bulanık görüyordu, ama hatları seçebiliyordum.
Kai görünürde yoktu. Ya yerde uyuyordu, ya da dışardaydı. Kıpırdamadan yattım. Tuvalete gitmem gerekiyordu ama o kadar uzağa gidebileceğimden bile emin değildim. Dahası, vakitsizce çişe gittim diye beni yakalamasını istemiyordum.



Sonra, yine bayılmış olmalıyım, çünkü Luhan ve köpeklerimizle kumsalda koştuğumuz bir rüyadan uyanana dek olanları hatırlamıyorum. Nerede olduğumu hatırlayınca, ağlamaya başladım. Mesanem yanıyordu...
Biraz daha beklersem, yatağa işeyecektim. Onu en çok neyin kızdıracağını bir tek Tanrı biliyordu.


O elbiseyi bir daha giymem mümkün değildi. Çırılçıplak banyoya kadar süründüm. Birkaç saniyede bir durdum ve gözlerimin önündeki kara beneklerin yok olmasını bekledim. Sonra, birkaç santim daha süründüm ve sürekli olarak inledim.


Görse çok hoşuna giderdi.
İçeri girebilir diye tuvaleti kullanmaktan korktuğumdan, küvetin su boşaltma deliğine çömeldim ve içime canımı yakmayacak kadar nefes çekerek orada ölmemek için dualar ettim.



Nihayet, yatağa geri süründüm ve yine sızdım. Başım çatlayacak gibiydi ama geriden gelen bir zonklama vardı. Arka plandan gelen bir sesi andırıyordu. Kai'ın nerede olduğunu hâlâ bilmiyordum ve Taemin'i kaçırdığına dair dehşet verici gönüntüler gözümün önüne geldikçe, Kai'ı doğrudan ona yollayacak kadar ileri gitmediğimi umuyordum.


Ne kadar süre kendime gelip yine bayıldığımı bilmiyordum, ama en azından bir gün o halde olduğumu düşünüyordum. Gücümü biraz toparlayınca, kapıya kadar gidebildim. Hala kilitliydi. Kahretsin.


Başımı musluğun altına eğdim, kan olduğunu düşündüğüm yapış yapış şeyi yıkadım ve kana kana su içtim.
Soğuk su mideme iner inemez, lavaboya eğilip kustum. Başım dönmeden hareket etmeyi başardığımda, tekrar etrafıma bakındım.



Parmaklarım kulübenin her çıkıntısını aradı. Mutfak tezgahının orada dururken, kepenkleri öyle sert tekmeledim ki, bacağımdaki kasları kopardığımı sandım. Ayağım bir iz bile burakmadı. Kötü yaralıydım ve en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyordum. Yine de dağ kulübesinden kaçmayı deniyordum, ama kahrolası yerden kaçacak bir delik yoktu.



Kaç gündür orada olduğumu unutmamak için, yatağı duvardan çektim ve tırnağımı duvarda silik izler bırakana dek batırdım. Banyo duvarındaki ufak delikten içeri ışık geliyorsa, sabah olmalıydı; hava hâlâ karanlıksa, ışık görene dek bekleyip bir iz daha bırakacaktım.



Beni yalnız bıraktığından beri iki iz bırakmıştım. Kai'ınkine benzer bir program yaratmak için, ancak tutamayacağım hale geldiğimde çişimi yaptım, sonra küvette bir ses duyacak miyim diye kulak kesildim. Eve aniden gelir de beni yakalar diye korktuğumdan, ikisini yapmaktan da kaçındım.



Midem açlıktan çok kötü guruldamaya başlayınca, bol bol su içtim. Evde herkesin mumlar yakıp nöbet tuttuğunu, arkadaşlarımın toplantılar düzenlediğini veya gülümsemeyen bir fotoğrafımı bastırdıkları el ilanları dağıttıklarını hayal ettim.


Annem çıldırmış olmalıydı. Onu evinde ağlarken hayal ettim; muhtemelen hâlâ çok güzel görünüyordu. Trajedi ona yakışıyordu, Komşular yemekler getiriyor, Chanyeol dayım ve Baekhyun yengem telefonlara bakıyor, üvey babam Kris elini tutuyor ve ona her şeyin düzeleceğini söylüyordu.

Keşke birisi de bana bunu söyleyebilse diye düşündüm. Neden beni bulamamışlardı? Pes mi etmişlerdi? Birisinin ortadan kaybolup haftalar sonra bulunduğunu hiç duymamıştım. Tabii, kayıp kişinin cesedini bulmazlarsa.


Belki de Luhan televizyonda bulunmam için yalvarıyordu. Yoksa polisler onu sorguya mı çekiyorlardı? ilk şüphelendikleri kişi hep erkek arkadaş olmaz mıydı?
Onu sorguluyorlarsa, boşa vakit harcıyorlardı, çünkü Kai'ı aramaları gerekiyordu.


Vivi için endişelendim, ona kimin baktığını merak ettim. Hassas midesini düşünerek ona doğru yiyecekleri veriyorlar mıydı? Onu yürüyüşe çıkarıyorlar mıydı? Daha çok onu terk ettiğimi düşünüp düşünmediğini merak ettim.
Bunu her düşündüğümde ağlamaya başlıyordum.



Kendimi rahatlatmak için, Luhan, Vivi ve Taemin'le ilgili anıları aklımdan bir film şeridi gibi geçiriyordum: Duraksa, geri al ve tekrar oynat. En sevdiğim anılardan biri, Taemin'le candy bender oyunu oynadığımız gündü.

Geçen Cadılar Bayramı'nda Scrabble oynamaya gelmişti ve şeker toplamaya gelecek çocuklar için aldığım paketlerden birini açmaya karar vermiştik. Bir, iki derken üçüncü ve dördüncü paketleri de açtık.


O kadar çok şekerleme yemiştik ki, Scrabble'da bulduğumuz sözcükler birden müstehcen şeylere dönüştü ve kahkahalara boğulduk. Sonra, çocuklara verecek şekerimiz kalmadı ve evin ışıklarını tamamıyla söndürmek zorunda kaldık...



Karanlıkta gizlendik, havai fişeklerin sesini dinledik, kıkır kıkır güldük. Ama sonra aklıma hep Kai ve o sırada arkadaşıma neler yapıyor olabileceği geliyordu. Taemin'in ofisinde geç saate kadar çalıştığını, sonra dışarıda kamyonetinde bekleyen Kai'ı hayal ediyordum.


Çaresizliğim beni çok öfkelendiriyordu. Bir gün daha geçerken, duvara bir tırnak izi daha koydum. Artık yemek yemek istemiyordum, ama Kai'ın geri geleceğine dair hissettiğim korku devam ediyordu. Hayatta kalmak istiyorsam, hazır olmalıydım.



Onu baştan çıkarmaya yönelik girişimim neredeyse ölmeme neden olduğundan, havaya girmiş gibi numara yaptığımda neden çıldırdığını anlamalıydım. Bir sadist miydi? Hayır, beni döverek cinsel açıdan uyarılmıyordu.
Bir şeyi yeniden canlandırıyordu. Bu adam bir tema yaratıyordu. Banyoyla başlıyordu... Belki de banyo onun ön sevişme olarak gördüğü bir şeydi. Ne istiyordu?


Bizim iyi erkekleri istemediklerini, hepimizin pislik gibi davranılmaktan hoşlandığını söylemişti. Sonra, onu aleni bir biçimde baştan çıkarmaya çalıştığımda, deliye dönmüş ve bana kaltak diye bağırmıştı. Ona direnmem gerektiğini söylemişti.


İyi bir adamın gizliden gizliye ona sert davranan ve onu hakimiyeti altına alan saldırgan bir erkeği arzuladığını düşünüyor olmalıydı. Dolayısıyla, bir 'fahişe' de bundan hoşlandığını gösterirdi.


İyi biri buna direnirdi. Yani, ondan korkmadığım takdirde, kendisini gerçek bir erkek gibi hissetmeyecekti. Beni korkuyla ve acıyla mutlu etmeye çalışıyordu. Ne kadar az tepki verirsem, beni bir o kadar incittiğini sanıyordu. Kahretsin.



Her adamın aklından bir tecavüz fantezisi geçtiğini düşünen bir tecavüzcüydü. En azından, ne istediğini biliyordum...
Acımı ve korkumu ona göstermeye çalışmalıydım.


Midemde kusacak bir şey varsa bile hepsini kusmuştum. Bir şekilde, gerçek hislerimi ona göstermek, tecavüz edilmek hoşuma gidiyor gibi numara yapmamdan daha iyiydi.
Yalnız kaldığım dördüncü gün, daha çok uyuyup daha az uyandığımdan neyin gerçek neyin hayal olduğunu anlamakta zorlanmaya başladım.



Hayal gördüğümden emin olduğum zamanlar vardı, çünkü uyanık olduğum halde Luhan'ın sesini duyuyor, tıraş losyonunun kokusunu hissediyordum. Ama gözlerimi açtığımda, o lanet kulübe duvarlarından başka bir şey göremiyordum.




O kadar güçten düşmüştüm ki, planımı unutabilirdim. Böylece, ne yapacağımı hatırlayabilmek için kendime bir tekerleme uydurdum. Uykuya dalıp uyanırken, bunu tekrar tekrar söyledim.


“Kai zırdeli, acıya ve korkuya ihtiyacı var. Kai zırdeli, acıya ve korkuya ihtiyacı var.”


Beşinci günde, geri gelmeyeceğinden ve açlıktan öleceğimden korkmaya başladım. Günün büyük bir kısmını yatakta yatarak veya sırtımı köşedeki duvara yaslayarak, kapının açılmasını bekleyerek ve tekerlememi söyleyerek geçirdim ama sürekli olarak dalıyordum. Derken, kilit açıldı ve Kai içeri girdi. Onu gördüğüme neredeyse sevinecektim...



Açlıktan ölmeyecektim. Özellikle de onu yalnız gördüğüme sevindim, ama sonra acaba Taemin elleri kolları bağlı halde kamyonetin arkasında mıdır diye korktum.



Kapıyı kapattı ve bana baktı. Süzülerek yanıma geldi. Kai zırdeli, acıya ve korkuya ihtiyacı var...
Bedenim ve sesim titreyerek "Tanrı'ya şükürler olsun, çok korktum," dedim.
"B-burada tek başıma öleceğimi sandım." Kaşlarını kaldırdı.



"Yanında birisi varken mi ölmek isterdin?"
"Hayır!" Başımı sallayınca, oda dönmeye başladı.
"Kimsenin ölmesini istemiyorum. Biraz düşündüm..." Açlıktan ne söyleyeceğimi şaşırmıştım.


"Şey hakkında düşündüm... Bir şeyler işte. Sana söylemek istediğim şeyler, ama bir şeyi bilmem gerek..." Göğsüm sıkıştı. "Taemin, o iyi mi?" Taburelere doğru yürüdü, oturdu ve elini çenesinin altına yasladı. "Benim nasıl olduğumu merak etmiyor musun?"


"Evet, evet, tabii ki ediyorum. Ben sadece.. Bunu bilmek istedim..." Sapığın görüntüsü bulanıklaşıp düzeliyordu, sonra tekrar bulanıklaşıyordu.
"Her şeyi mahvettim. Hem de çok kötü mahvettim. Geçen seferi diyorum." Gözlerini kısıp evet der gibi başını salladı. "Ama bir planım var. Yani... "Bir planın mı var?" Doğruldu.



Neler diyordum? Tımaklarımı avucuma batırdım. Oda tekrar netleşti.
"Aramızı nasıl düzeltebileceğimizle ilgili." "İlginç, ama ben de biraz düşündüm. Birtakım kararlar vermem gerektiğini anladım. Seçeneklerin hoşuna gideceğini sanmıyorum. Planımı uygulamaya başlamalıydım."


Yavaşça ayağa kalktım. Oda yine dönmeye başladı. Elimi duvara dayayıp gözlerimi yumdum ve derin derin nefes aldım. Gözlerimi tekrar açtığımda, Kai bana bakıyordu.

İfadesiz bir halde bana bakıyordu. Elimle midemi tutarak, sendeleye sendeleye yanındaki tabureye oturdum.
"Sanırım dediklerini anlıyorum. Bir sürü zahmete girdin ve ben işleri çok zorlaştırdım, değil mi?"
Gözkapakları yarı kapalı bir halde, başını ağır ağır evet anlamında salladı.


"Mesele şu: Son denediğimizde... Sana söylediğim bazı şeyler var ya? Onları söyleyen kişi ben değildim. Sadece bunları duymak istediğini, bunların seni mutlu ettiğini sandım." Suratında hâlâ herhangi bir ifade yoktu fakat dikkatle gözlerime bakıyordu.


En iyi yalancılar gerçeklerden fazla uzaklaşmazlardı. Derin bir nefes daha çektim. "Çok korkmuştum. Senden ve bana hissettirdiğin şeylerden korktum ama sonucun böyle olacağın: bilemedim..."


Elini çenesinin altından çekip daha dik oturdu. Daha hızlı konuşmam gerekiyordu.
"Artık biliyorum. Sana ve kendime karşı dürüst olmalıyım ve bunu yapmaya hazırım."
Sonraki sözleri söyleyebilmek için gücümü toparladım.
"O yüzden, tekrar denemek istiyorum. Lütfen bana bir şans daha ver, lütfen."



Uzunca bir süre sustum ve Kai tabureden kalkarken kendimi olacaklara hazırladım.
"Belki de bu konuyu biraz daha düşünmeliyim, Sehun. Fevri bir karar vermek istemem."
Kollarını iki yana açıp, başımı hafifçe yana eğerek karşımda dikildi.

"Sarılmaya ne dersin?" Gülümsemesi gözlerine ulaşmıyordu. Beni sınıyordu. Kollarına doğru bir adım attım ve ona sarıldım.
"Taemin iyi," dedi. "Öğleden sonra kitap evlerini gezerek harika vakit geçirdik.  gerçekten iyi bir yazar."


Derin bir oh çektim.
"Kalp atışlarını benimkilerle birlikte hissedebiliyorum." Bana daha sıkı sarıldı. Sonra, beni bırakıp "Karnını doyuralım," dedi. Kulübeden çıktı ama birkaç dakika sonra bir market poşetiyle geri geldi.


"Mercimek çorbası. En sevdiğim marketten taze taze aldım. Bir de organik elma suyu var. Protein ve şeker sana iyi gelecek."



Kai mis kokulu çorbayı ısıttıktan sonra, üstünden buharlar tüten bir kaseyle bir bardak meyve suyunu bana getirdi. Çaresizlik içinde, ellerimi kaseye uzattım ancak yanıma oturup kaseyi önüne çekti. Gözlerimin dolduğunu hissettim.




"Lütfen, yemek yemem gerek. Çok açım." Tatlı bir sesle "Biliyorum," dedi.
Bir kaşık çorbayı ağzına götürüp üfledi. Çorbayı içişini acı içinde izledim. Başını bir kere sallayıp, kaşığı tekrar kaseye batırdı. Tekrar üfledi ve bu sefer kaşığı ağzıma yaklaştırdı.




Elimi uzatır uzatmaz duraksadı ve başını salladı. Elimi tekrar kucağıma indirdim. Kai bana yavaş yavaş çorba içirdi, her kaşığa üfledi ve arada sırada durup bana elma suyu verdi. Çorbanın ve meyve suyunun yarısı bitince "Miden büyük bir ihtimalle şu anda bu kadarını kaldırabilir," dedi.



"Biraz daha iyi misin?"
Evet der gibi başımı salladım. "Güzel." Saatine bakıp gülümsedi.
"Banyo vaktin gelmiş."




Güzelce yıkamış ve tıraşlamıştı yine beni. Bu sefer, beni banyodan çıkarınca ve yatağa götürünce, sırtımdaki fermuarı aşağı indirirken ne yapacağını biliyordum.
"Lütfen bana dokunma... Bunu yapmak istemiyorum." Çenesini omzuma dayadı ve burnunu kulak mememe sürttü. "Titrediğini hissedebiliyorum. Neden korkuyorsun?"




"Senden... Senden korkuyorum. Güçlüsün ve canımı yakacaksın."
Elbisem yere düşünce, önüme geçti. Mum ışığında, gözleri parıldıyordu. Önümde durdu ve orta parmağını boynumda gezdirdi. Parmağı kasık kemiğime kadar indi ve durdu. Tenim karıncalandı. "Bana korkunu tarif et."



'Korku' sözcüğünü vurgulamıştı. "Dizlerim... Güçten kesiliyor. Midem bulanıyor. Nefes alamıyorum. Kalbim sanki... Patlayacakmış gibi hissediyorum." ki elini omuzlarıma dayadı ve beni şiltenin kenarı dizlerimin arkasına değecek kadar geriye götürdü. Sonra, beni sertçe yatağa attı ve geriye düştüm.




Giysilerini parçalarcasına çıkarmasını izledim. Yatakta geriye kaçmaya çalıştım ama beni ayak bileğimden yakaladı, Sonra, üstüme abanıp tamamen soydu. Her şey bir anda olup bitti.

Bacaklarımın arasına çamaşır suyu ve kaynar su dökerek, tenim kanayıncaya kadar temizlenmek istedim ancak yıkanmak için bile ayağa kalkamadım. Duş alıp alamayacağımı sorduğumda "Gerek yok," dedi.


"Sadece dinlen." Seks sonrası huzur içinde yanımda yatarken ve saçlarımı okşarken "Yarın buzluktan birkaç dilim tavukgöğsü çıkaracağım," dedi. Beni kendisine çekip ensemi öptü.
"Birlikte çin tavuğu yaparız, tamam mı?"



Uyuyana dek beni okşadı. Islaklığını hâlâ bacaklarımın arasında hissedebiliyordum ama ağlamadım. Luhan'ı düşününce, boğazımdan neredeyse hafif bir hıçkırık yükseldi ve yanağımın içini sertçe ısırdım.
"Özür dilerim," diye fısıldadım karanlığa.



***

Onları fena halde döven erkeklerle senelerce evli kalan insanlar hakkında bir sürü programlar izlemiştim... Daha da kötüsü, sırf onlarla yaşamaya devam etmiyorlar, bir de onları mutlu etmeye çalışıyorlardı. Tabi, yaptıkları asla işe yaramıyordu. Onları anlayışla karşılamaya, ne yaptıklarını anlamaya çalışmıştım ama bunu asla anlamadım, doktor Kyungsoo.

Bu tür durumlar bana göre gayet basitti. Eşyalarını toparlar ve büyük olasılıkla kıçına bir tekme atarak pisliğe veda ederdin.
Evet, kendimi çok güçlü sanıyordum. Ama bu güçlü adamın yerle bir olması için beş gün yalnız kalması yetti.


Beş lanet olasıca günden sonra, o ne isterse, o olmaya hazırdım.
Şimdi, benden bir kahramanmışım gibi etrafta gezmemi bekliyorlar. Kahramanlar yanan binalara dalıp çocukları kurtarırlar. Bir amaç uğruna ölürler. Ben bir kahraman değil, ödleğin tekiyim.

Bu gece, bir röportaj daha vereceğim ve neşeli bir sarışının bembeyaz dişlerine bakıp "Oradayken kendinizi nasıl hissettiniz, korktunuz mu?" diye sormasını bekleyeceğim.


Aferin Sherlock. Bu insanlar da Kai'dan farksız... Sadece daha fazla para kazanan sadistler. Artık insanlara ne hissettiğimi söyleyebilecek durumda olduğum halde, bana kimsenin bunu sormaması da ilginç. Neden kimsenin öyküyle... Sadece öyküyle ilgilenmediğini merak ediyorum. Sanırım, işin o noktada sona erdiğini sanıyorlar. Keşke öyle olsaydı.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

10.8K 1.3K 9
Beni adım adım kendine yaklaştırdığı her andan, hepsinin sıcak yaz günlerinde olmasından, her nedense yazları birbirimizi daha çok görmemizden nefret...
1.7K 197 10
Takane No Hana; Bir şeyi veya kişiyi çok istemeyi ancak o kişinin ulaşılmaz olduğunu anlatan Japonca bir kelimedir. 221 gün. // Kitap bxb veya bxg d...
3.6K 510 9
Seni sevdiğimde biliyordum bu geminin batacağını fakat denizin güzelliğinde kaybolmuşken batmanın yanlış olduğunu nasıl düşünebilirdim ki? (Hayal Den...
6.3K 750 10
[Tamamlandı] Siz hiç her şeyinizi adadığınız sevdiceğinizin mezarına gittiniz mi defalarca? Ben gittim. O kocaman gözlerini, gülerken bana sunduğu in...