Obsesif//Sekai

By burcukrklk

8.4K 738 279

Otuz iki yaşında bir yazar olan Oh Sehun'un kaçırıldığı gün, yapmayı planladığı üç şey vardı: Uzun zamandır ü... More

Tanıtım
İKİNCİ SEANS
ÜÇÜNCÜ SEANS
DÖRDÜNCÜ SEANS
BEŞİNCİ SEANS
ALTINCI SEANS
YEDİNCİ SEANS
SEKİZİNCİ SEANS
DOKUZUNCU SEANS
ONUNCU SEANS
ON BİRİNCİ SEANS
ON İKİNCİ SEANS
ON ÜÇÜNCÜ SEANS
ON DÖRDÜNCÜ SEANS
ON BEŞİNCİ SEANS
ON ALTINCI SEANS
ON YEDİNCİ SEANS
ON SEKİZİNCİ SEANS
ON DOKUZUNCU SEANS
YİRMİNCİ SEANS
YİRMİ BİRİNCİ SEANS
YİRMİ İKİNCİ SEANS
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SEANS
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SEANS
Soru.
YİRMİ BEŞİNCİ SEANS
YİRMİ ALTINCI SEANS-Final.

BİRİNCİ SEANS

865 49 8
By burcukrklk

Biliyor musunuz, doktor, geri döndüğümden beri beni tedavi eden ilk deli doktoru siz değilsiniz. Eve geri dönmemin hemen ardından ailemin önerdiği doktor cidden akıl almaz biriydi. Adam resmen kim olduğumu biliyormuş gibi davranmaya çalıştı ama hiç inandırıcı değildi... Bunu bilmemek için kör ve sağır olmak gerek. Yani, ne vakit arkamı dönsem, kameralı gerzeğin teki çalılıkların arasından önüme fırlıyor. Bu berbat olaylar meydana gelmeden öncesi mi?

Dünyanın büyük bir kısmı bırakın Seul'ü, Güney koreyi bile duymamış. Şimdi birisine buradan söz etseniz, bahse girerim ki ağızdan çıkacak ilk şey "Sehun orada kaçırılmamış mıydı?" olur.
Adamın muayenesi bile insanın keyfini kaçırıyordu: Siyah deri koltuklar, plastik bitkiler ve krom bir masa. Aferin dostum, hastalarını rahat ettirmek için elinden geleni yapmışsın. Tabii, masadaki herşey kusursuz bir biçimde yan yana dizilmişti. Muayenesinde çarpık çurpuk olan tek şey vardı o da adamın dişleriydi. Bana kalırsa, masasına her şeyi güzelce dizen ama dişlerini yaptırmayan bir adamın bir sorunu var demektir.

Bana her şeyden önce annemi sordu, sonra da ciddi ciddi pastel boyalarla bir resim defteri verip hislerimin rengini çizmemi istedi. Ona dalga geçiyor olmalısın dediğimde, hislerime gem vurduğumu ve "süreci kucaklamam" gerektiğini söyledi. Bu sürecin çoğunu da onu mu, yoksa kendimi mi öldürsem diye düşünerek geçirdim.

Dolayısıyla tekrar bu terapi işini denemem Aralık ayını buldu, yani eve geri dönüşümden dört ay sonrasını. Neredeyse kafamın bozuk kalmasına razı olacaktım, ama hayatımın geri kalanını böyle hissederek yaşamak... Websitenizdeki yazı bir kafa doktoru için fazla komik sayılırdı ve bende hoş bir izlenim uyandırdınız... Dişleriniz güzelmiş bu arada. Daha da iyisi, abuk sabuk bir sürü belgeniz yok. Ben en iyi doktoru istemiyorum. Bu, sadece daha büyük bir ego ve daha kabarık bir fatura demek. Buraya gelebilmek için bir buçuk saat araba sürmek benim için sorun olmuyor. Seul'den uzaklaştığıma seviniyorum. Hem şu ana dek arabamın arka koltuğunda saklanan gazateciler de görmedim.

Yanlış anlamayın fakat bir büyükanne gibi görünmeniz ve not tutmak yerine örgü örmeniz gerektiği izlenimini uyandırmanız, benim burada olmaktan hoşlanmadığım anlamına gelmiyor. Hem size Kyungsoo diye hitap etmemi söylemiştiniz ya? Neden bunu istediğinizi bilmiyorum, ama bir tahminde bulunayım. İlk isminizi bildiğim için, arkadaşınız gibi hissetmem gerek. Yani, sizinle konuşmak bir yana, size hatırlamak bile istemediğim şeyleri anlatmamın da sorun olmaması gerek.

Pardon ama size arkadaşım olun diye para ödemiyorum. O yüzden, sizin için de bir sakıncası yoksa size Doktor demeye devam edeceğim.
Burada açık ve net konuşmak daha iyi olacağından, bu zevkli yolculuğa başlamadan önce birkaç kural koymamız gerektiğini düşünüyorum. Bu işi yapacaksak benim kurallarıma göre yapacağız. Yani, soru sormayacaksınız. Küçücük sinsi bir "Şu şu olduğunda kendini nasıl hissetmiştin?" gibi bir soru bile sormayacaksınız. Size her şeyi en başından anlatacağım, sonra da sizin mecburen konuşmak zorunda olduğunuz zaman sözü size bırakacağım.
Ha, belki merak ediyorsunuzdur. Hayır, her zaman böyle şirret birisi değildim.

***

Ağustos ayının o ilk Pazar sabahı bişon çuha cinsi köpeğim Vivi kulağıma horlarken, yatakta her zamankinden biraz fazla oyalandım. Tembellik etmek için kendime ayıracak vaktim olmuyordu. O ay yeni romanım için çılgınlar gibi çalışıyordum. Editörlerden biri Cuma günü beni aramış ve romanıma ilgi duyduğunu söyleyip, birkaç güne bana döneceğini söylemişti. Büyük bir işi kapmaya o kadar yaklaşmıştım ki şampanyanın tadını bile damağımda hissedebiliyordum. Bir düğünde şampanyanın tadına bakıp doğrudan biraya geçmiştim. Kırmızı bir takım elbisenin içinde kutudan bira içen bir adam kadar hoş bir manzara olamazdı herhalde. Neyse, bu anlaşmanın beni iyi bir yazara dönüştüreceğine emindim. Hani, suyun şaraba dönüşmesi gibi. Benim durumumda, bira şampanyaya dönüşecekti.

Bir hafta boyunca süren yağmurdan sonra, en sonunda hava açtı ve en sevdiğim takım elbisemi giyebileceğim kadar sıcak hale geldi. Gri bir takımdı ve yumuşacık bir kumaştan dikilmişti. Gözlerimi sıkıcı bir kahverengi gibi değil de siyah gibi göstermesine bayılırdım. Genellikle gömlek giymekten kaçınıdım, çünkü gömleğin altından bile belli olan kaslarım bilhassa kadınların dikkatini dağıtabiliyordu. Saçlarımın uçlarını yeni aldırdığım için kusursuz bir biçimde alnıma dökülüyorlardı. Beyazlarım çıkmış mi diye koridordaki aynadan saçlarımı son bir kez kontrol ederken (sadece otuz iki yaşındayım, ama insanın saçları siyah olunca o baş belaları hemen belli oluyor), kendi kendime ıslık çaldım, Vivi'yi öptüm, sonra da çıktım.

Yapmam gereken tek şey romanımın kapağını tasarlamak ve editöre taslağımı okutmaktı.
Bugün için kendime izin verseydim iyi olacaktı aslında...
Erkek arkadaşım Luhan, işleri bitince akşam yemeğine gelecekti. Önceki gece, vardiyası geç bittiğinden, ona seni akşam görmek için sabırsızlanıyorum diye mesaj atmıştım. Şey, aslında bana hep yolladığı şu stickerdan yollamak istedim, ama seçenekler fazla şirindi: Öpüşen tavşanlar, öpüşen kurbağalar, öpüşen sincaplar. Bu yüzden basit bir mesaj yazmaya karar verdim. Luhan zaten benim konuşmaktan çok göstermeyi seven bir adam olduğumu biliyordu, ama son zamanlarda romanıma o kadar odaklanmıştım ki, zavallıcığa pek ilgi gösterememiştim. Tanrı biliyordu ya, çok daha fazlasını hak ediyordu. Gerçi asla bu halimden şikayet etmedi; hatta birkaç defa, planlarımızı son dakikada iptal etmek zorunda kaldığımda bile.

Romanımın kısa bir taslağını arabamın ön koltuğuna bırakırken, telefonum çaldı. Editörün olabileceğini düşünüp, cebimden tek bir hamleyle çıkardım.
"Evde misin?" Sana da merhaba, anne.
"Romanıma kapak se..."
"Hâlâ o işle mi uğraşıyorsun? Chanyeol bana son zamanlarda evden pek çıkmadığını söyledi."
"Chanyeol Dayımla konuşuyor muydun?" Annem birkaç ayda bir erkek kardeşiyle kavga ederdi ve her seferinde 'Bir daha onunla asla konuşmayacağım' derdi.

"İlk önce o beni öğle yemeğine çağırdı, sanki daha geçen hafta bana hakaret etmemiş gibi, ama bir oyun oynayacaksa iki kişi olmalı. Sonra, daha yemek siparişlerini bile vermeden, bana senin kuzeninin yeni bir roman çıkardığını söyledi.
Chanyeol ve Baekhyun'un yarın sırf yeni giysiler almak için Tokyo'ya uçacağına inanabiliyor musun? Marka giysiler alacaklarmış." Aferin Chanyeol Dayı. Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Chen için sevindim, ama o zaten ne giyse yakışıyor."
Aslında kuzenimi liseden mezun olduktan sonra taşındıkları günden beri görmemiştim, ama Chanyeol Dayım bakın harika çocuklarım neler yapıyorlar demek istercesine sürekli olarak mesaj yoluyla fotoğraflarını yolluyordu.

"Chanyeol'e senin de güzel giysilerin olduğunu, ama sadece... Biraz tutucu olduğunu söyledim."
"Anne, bir sürü güzel giysim var, ama ben..."
Kendimi durdurdum. Annem olta atıyordu ve asla oltayı atıp da peşini bırakan cinsten biri olmamıştı. Yapmak istediğim son şey sırf posta kutusuna gelen mektupları almak için beş santimlik topuklu deri ayakkabılar ve smokin giyen bir adamla ne tür iş giysilerinin doğru olduğunu on dakika boyunca tartışmaktı. Bunun kesinlikle hiçbir faydası yoktu. Annem minyon yapılı, bir yetmiş üç boyunda olabilirdi ama onun yanında küçüklük kalan hep ben oluyordum.

"Unutmadan," dedim, "bir ara kahve makinemi bırakabilir misin?"
Birkaç saniye bir şey demedi, sonra "Bugün mü lazım?" diye sordu.
"Evet, o yüzden sormuştum, anne."
"Daha şimdi arkadaşım Tao'yu aradım ve yarın Kris ben ve Tao kahve içeceğiz. Zamanlaman yine mükemmel."
"Kusura bakma, anne. Luhan yemeğe gelecek ve ben de sabah kahvaltıda ona kahve yapmak istiyordum. Bir tane almaya niyetin olduğunu ve benimkini sadece deneme amaçlı kullandığını sanıyordum?"

"Alacaktık, ama üvey baban Kris ve ben biraz sıkışık durumdayız. O halde, Tao'yu bugün öğleden sonra çağırayım da bir açıklama yapayım."
Harika, kendimi salak gibi hissediyorum.
"Tamam, sorun değil. Sonraki hafta alırım o zaman."
"Sağ ol, ayıcık Hunnie.~" Son zamanlarda bana böyle seslenmeye başlamıştı.
"Sorun değil, ama ona yine de ihtiyacım var..." Annem telefonu kapattı.

Oflayıp telefonu geri cebime koydum. Bu adam duymak istediği bir şey olmadığı takdirde, asla lafımı tamamlamama izin vermezdi.
Kahve ve birkaç dergi almak için köşedeki benzin istasyonunda durdum. Annem ucuz dergilere bayılırdı, ama ben bunları sadece ilham için kullanırdım. Dergilerden birinin kapağında zavallı, kayıp bir adamın fotoğrafı vardı. Gülümseyen suratına bakıp, sıradan bir hayat yaşayan bir adamken, şimdi herkes onun hakkında her şeyi bildiğini sanıyor diye düşündüm.

Dergiler ve kahvenin ücretini ödeyip poşetlerle birlikte çıktım dükkandan. Elimdeki poşetleri bagaja koymak için arabamın yanına geldiğimde, yeni görünümlü bej rengi bir kamyonet kenara çekti ve arabamın hemen arkasına park etti. Otuz, otuz beş yaşlarında bir adam gülümseyerek yanıma geldi.

"Çok yazık, demek gidiyorsunuz. Hak ettim ama... En güzel romanı sona bırakmıştım. Taslağa çabucak baksam sizin için bir sakıncası olur mu?"
Bir an için, ona çok geç kaldığını söylemeyi düşündüm.
Bir yanım hemen eve gitmek istiyordu; daha markete uğrayıp almam gereken şeyler vardı ama adam ellerini beline dayayıp birkaç adım geriye gidince ve arabamdaki taslağa büyük ilgiyle bakınca tereddüde kapıldım.

"Vay canına!"
Ona dikkatle baktım. Üzerindeki pantolon kusursuz bir şekilde ütülüydü. Hoşuma gitmişti. Giysilerimi kurutucuya koymak benim için ütü yapmakla aynı şeydi. Spor ayakkabıları göz kamaştıracak kadar beyazdı ve başında kenarında yerel bir golf kursunun logosu bulunan bir beyzbol şapkası vardı. Bej rengi ceketinin göğüs kısmında da aynı logo vardı. Kulübün üyesiyse, parası da olmalıydı.

Bir kaç dakika daha bekleyip taslağı okutmak beni öldürmez herhalde diye düşündüm.
Kocaman bir gülümsemeyle "Tabii ki bir sakıncası olmaz, bu yüzden buradayım," dedim. "Ben Oh Sehun."
Elimi uzattım; adam tam elimi sıkmak için öne doğru bir adım atarken ayağı yassı kaldırım taşına takıldı. Dizlerinin üzerine düşmemek için de ellerini yere dayadı, poposu havaya kalktı. Ona yardım etmek için uzandım ama birkaç saniye sonra dayanamayıp gülerek doğruldu ve ellerini silkeledi.

"Aman Tanrım... Çok özür dilerim. İyi misiniz?"
Dürüst ifadeli suratındaki iri kahve gözler durumu komik bulmuş gibi parıldıyordu.
Gözlerinin kenarında ise ince ince gülücük kırışıklıkları vardı ve bunlar pembe yanaklarına doğru uzanıyor, bembeyaz dişlerini sergileyen gülümsemesinin iki kenarında birer virgül oluşturuyordu. Uzun süredir gördüğüm en samimi gülümsemeydi. Adamın öyle bir suratı vardı ki, ona gülümsemeden edemiyordunuz.

Abartılı bir hareketle eğildi ve "İyi bir giriş yapmayı biliyorum ama değil mi?" dedi. "Size kendimi tanıtayım. Ben Kai."

Ben de hemen reverans yaptım. "Tanıştığımıza memnun oldum, Kai."
İkimiz de güldük. Sonra "Gerçekten çok teşekkür ederim," dedi. "Fazla vaktinizi almayacağıma söz veriyorum."

"Sorun değil... Dilediğiniz kadar okuyabilirsiniz."
"Çok naziksiniz, ama eminim ki buradan gidip şu güzel havanın tadını çıkarmak için can atıyorsunuzdur. Sizi fazla alıkoymayacağım."

Tanrım, bir yazara bu denli nazik davranan bir editörle tanışmak çok güzeldi. Editörler genellikle bize bir iyilik yapıyormuş gibi davranırlardı. Onu arabama bindirip romanım hakkında bilgiler verdim. Taslağı okurken, o kadar coşkulu yorumlarda bulundu ki, sanki ben de ilk kez okuyor gibiydim. Romanın güzel kısımlarını göstermek için hevese kapıldığımı hissettim.

"Bu okuduğum en güzel taslak. Sizinle çalışmak isterim, fakat bugünlerde insanlara güvenmek çok zor."
"Haklısınız. Bunun için küçük bir anlaşma imzalamamız iyi olacaktır." ona baktığımda bana gülümsüyordu.
"Bir köpeğiniz olduğunu duydum, cinsi ne?"
"Bişon çuha. Fazla enerjik bir köpek. "
"Köpeklere bayılırım! Hatta benim de bir köpeğim var."
"Öyle mi? Adı ne?"

Arabadan inerken yanıt vermesini beklediğim o saniyede, arkama fazla yaklaştığını fark ettim. Sırtımın alt kısmında sert bir şey hissettim. Arkama dönmeye çalıştım, ama saçlarımı kavradığı gibi arkaya doğru o kadar sert bir biçimde çekti ve canımı acıttı ki, kafa derimin bir parçasının kopacağını sandım. Kalbim korkudan güm güm atıyordu, kulaklarımda kanımın aktığını duyabiliyordum. Bacaklarımı oynatıp tekmeler savurmak, herhangi bir şey yapmak istedim ama hareket ettirmeyi beceremedim.

"Evet Sehun, sırtında hissettiğin şey bir tabanca. O yüzden, lütfen şimdi beni iyi dinle. Saçını bırakacağım, sen de benimle birlikte kamyonetime yürürken sakin olacaksın. Yürürken o güzel gülümsemeni suratından eksik etmeni istemiyorum, tamam mı?"

"Ne-nefes..." Nefes alamıyorum.
Alçak ve sakin bir sesle, kulağıma "Derin nefes al, Sehun," dedi.
Ciğerlerime derin bir nefes çektim.
"Şimdi, yavaş yavaş bırak."
Nefesimi yavaşça bıraktım.
"Tekrar." Görüşüm netleşti.
"Aferin." Saçlarımı bıraktı.

Her şey ağır çekimde gerçekleşiyor gibiydi. Beni öne doğru iterken, tabancayı omurgama bastırdığını hissediyordum. Beni sırtıma dayadığı silahla ön kapıdan dışarı çıkardı ve kendine bir şarkı mırıldanarak basamaklardan indirdi. Kamyonetine doğru yürürken yine kulağıma fısıldadı.

"Sakin ol, Sehun. Sadece sana söylediklerime dikkat edersen bir sorun yaşamayız. Gülümsemeyi unutma." Arabamdan uzaklaşırken, etrafıma bakındım. Birileri bizi görüyor olmalıydı, ama ortalıkta kimsecikler yoktu.
"Bugün havanın güneşli olmasına çok sevindim. Arabayla gezmek için ne güzel bir gün, değil mi?"
Elinde bir tabanca vardı ve havadan mı söz ediyordu?
"Sehun, sana bir soru sordum."
"Evet."
"Evet ne, Sehun?"
"Arabayla gezmek için çok güzel bir gün."

Kamyonete vardık.
"Kapıyı aç, Sehun." Kıpırdamadım. Silahı belime bastırdı. Kapıyı açtım.
"Şimdi, arabaya bin." Silahı biraz daha bastırdı. İçeriye girip kapıyı kapattım.
O arabanın diğer tarafına geçerken, kapıyı zorlayıp sürekli otomatik kilidi ittim, ama bir terslik vardı. Omuzumla kapıya vurdum. Açıl, KAHROLASI!!!

Kamyonetin ön tarafına geçti. Kilitlere, otomatik cam açma düğmesine ve kapı koluna yumruklar indirdim. Kapısı açılınca o tarafa döndüm. Elinde anahtarsız bir uzaktan kumanda vardı.
Bunu bana gösterip gülümsedi.

Yola çıkarken, arkamızdaki benzinlik gitgide küçülüyordu. Olup bitenlere inanamıyordum. Bu adam gerçek olamazdı. Bunların hiçbiri gerçek olamazdı. Aklıma gelen romanımın taslağı için geriye bakmıştım. Editörlere dağıttığım bütün taslaklar kamyonetin arka koltuğundaydı...
O anda jeton düştü. Kai bunu tesadüfi bir biçimde yapmıyordu. Buraya geleceğimi önceden öğrenmiş, kontrol etmiş olmalıydı etrafı.

"Eee, bugünkü Editörler nasıldı?"
Sayesinde kimse gelmemişti.
Anahtarları kontaktan çıkarabilir miydim? Ya da kilidi açma düğmesine basıp, beni yakalamasına fırsat vermeden kendimi arabadan dışarı atabilir miydim? Sol elimi kaldırmamaya özen göstererek, yavaşça kapıya...

Omuzumu kavradı ve parmakları kürek kemiğimin etrafına kıvrıldı.
"Sana gününün nasıl geçtiğini sormaya çalışıyorum, Sehun. Genellikle, bu kadar kaba değilsindir."
Suratına baktım.
"Editörleri diyorum?"
"Kimse... Kimse gelmedi."
"O halde sevinmiş olmalısın geldiğime!"
O çok samimi olduğunu düşündüğüm ifadeyle gülümsedi. Yanıt vermemi beklerken, gülümsemesi silindi ve parmakları sıkılaştı.

"Evet, evet, birisini görmek güzeldi."
Gülümsemesi geri geldi. Elini koyduğu yeri ovdu, sonra yanağımı tuttu.
"Sakin olmaya ve güneşin keyfini çıkarmaya çalış. Son zamanlarda çok gergin görünüyorsun." Tekrar yola baktığında, tek eliyle direksiyonu tuttu, diğer elini de bacağıma koydu.

"Orayı seveceksin?"
"Nereyi? Beni nereye götürüyorsun?"
Bir şarkı mırıldanmaya başladı.
Bir süre sonra, ufak bir ara sokağa saptı ve park etti. Nerede olduğumuza dair hiçbir fikrim yoktu. Motoru kapattı ve bana dönüp bir randevuya çıkmışız gibi gülümsedi.
"Fazla bir şey kalmadı."
Kamyonetten inip kapımı açtı . Bir an için tereddüt ettim.
Hafifçe öksürüp kaşlarını kaldırdı. Arabadan indim. Tek kolunu omuzuma attı, silah hâlâ diğer elindeydi. Birlikte kamyonetin arka tarafına yürüdük. İçine derin bir nefes çekti. "Hımmm, şu havayı koklasana. Muhteşem."

Etraf çok sessizdi; bir helikopter böceğinin on adım öteden uçtuğunu duyduğunuz o sıcak öğleden sonraları gibi sessizdi. Kamyonete yakın mesafede kocaman, meyveleri neredeyse olgunlaşmış bir yabanmersini çalılığından geçtik. Bağırmaya ve o kadar şiddetli bir biçimde titremeye başladım ki, yürüyemeyecek hale geldim. Elini omuzumdan çekip kolumun üst tarafından tuttu ve düşmemi engelledi. Hâlâ yürüyorduk, ama bacaklarımı hissetmiyordum.

Bir iki saniyeliğine beni bıraktı, silahını pantolonunun beline soktu ve kamyonetin arka kapılarını açtı. Kaçmak için arkama döndüm, ama saçlarımı arkadan yakaladığı gibi beni kendisine çevirdi. Ayak parmaklarım yere sürtünecek kadar beni saçımdan havaya kaldırdı.
Bacaklarına tekme atmaya çalıştım ama benden en az 5 santim uzundu ve beni kolaylıkla kendisinden ötede tutabiliyordu. Müthiş bir acı hissettim.

Yapabildiğim tek şey, havaya tekmeler savurmak ve koluna yumruklar indirmekti. Avazım çıktığı kadar bağırdım.
Serbest eliyle ağzımı kapatıp "Neden böyle aptalca bir şey yaptın şimdi?" dedi.
Beni havada tutan eline asılarak baskıyı kafa derimden uzaklaştırmak için bedenimi kaldırmaya çalıştım.

"Bir daha deneyelim. Seni bırakacağım, sen de içeri girip karın üstü yatacaksın."
Ayaklarım yere basana dek kolunu yavaşça indirdi. Ona tekme savurmaya çalışırken, ayakkabılarımdan biri düşmüştü. O an dengemi kaybedip arkaya doğru sendeledim. Kamyonetin tamponu dizlerimin arkasına çarpınca, popo üstü kamyonetin içine düştüm. Zemine gri renkli bir battaniye serilmişti. Oturduğum yerden ona bakarken, o kadar çok titriyordum ki dişlerim birbirine çarpıyordu. Güneş başının gerisinde parlıyor, suratını karartıp ışıkta sadece hatlarını görmeme neden oluyordu.

Beni omuzlarımdan sertçe geri itip sırt üstü yatmaya zorladı. "Diğer tarafa dön."
"Dur...Biraz konuşamaz mıyız?" Ayakkabılarının bağcıklarını kemiren bir köpek yavrusuymuşum gibi bana gülümsedi. "Neden yapıyorsun bunu?" dedim. "Para mı istiyorsun? Eve geri dönüp cüzdanımı alabilirsek, sana banka kartımın şifresini veririm... Hesabımda birkaç bin dolar var. Kredi kartlarımı da alabilirsin. Limitleri gerçekten yüksek." Gülümsemeye devam etti.

"Bak, biraz konuşabilirsek, anlaşabileceğimizi düşünüyorum. Ben..."
"Parana ihtiyacım yok, Sehun." Tabancasına uzandı. "Bunu kullanmak zorunda kalmayı istemiyorum fakat..."
"Dur!" Ellerimi öne savurdum. "Özür dilerim, bir şey ima etmedim. Ama ne istediğini bilmiyorum... Şey... Seks mi istiyorsun? İstediğin bu mu?"
"Senden ne yapmanı istemiştim?"
"Benden... Diğer tarafa dönmemi istemiştin."
Kaşlarından birini havaya kaldırdı.
"O kadar mı? Dönmemi mi istiyorsun? Dönersem bana ne yapacaksın?"
"Sana iki kez güzellikle sordum." Tabancasını okşadı. Hemen karın üstü yattım.

"Bunu neden yaptığını anlamıyorum." Sesim çatallaştı. Kahretsin. Sakin olmalıydım. "Tanışıyor muyuz?"
Arkamda duruyordu. Tek eli sırtımın ortasında duruyor, beni yere bastırıyordu.
"Seni kıracak bir şey yaptıysam, özür dilerim, Kai. Gerçekten çok üzgünüm. Bana sadece bunu nasıl telafi edeceğimi söyle, olur mu? Bunu düzeltmenin bir yolu olmalı..."

Arkamdan gelen seslere kulak kesildim; bir şey yaptığını, bir şeye hazırlandığını duyabiliyordum. Tabancasının kilidini açtığını duydum. Dehşet içinde titriyordum. Sonum gelmiş miydi? Boynumun sağ tarafına bir iğnenin girdiğini hissettim. Dokunmak istediğimde boynum alev alev yanmaya başladı.

***

Bu seansı bitirmeden önce, size bir şey söylemenin adilane olacağını düşünüyorum, Doktor... Palavra sıkmayacaksam, her şeyi sonuna kadar anlatmalıyım. Kafamın bozuk olduğunu söylediğimde, gayet ciddiydim. Her gece dolaba saklanıp uyuyacak kadar kafayı sıyırmışım. Eve ilk döndüğümde işler çok zordu. Annemin evindeki eski yatak odamda kalıyordum ve sabahları erkenden dolaptan çıkıyordum. Kimse orada uyuduğumu bilmiyordu.

Artık kendi evime geçtiğimden, bu tür şeyleri, değişkenleri daha rahat kontrol edebiliyorum. Ama bir binanın çıkış kapılarının nerede olduğunu bilmeden, asla içeri adım atmıyorum. Zemin katta olmanız büyük şans. Ofisiniz atlayabileceğimden yüksek bir katta olsaydı, şu an burada oturuyor olmazdım.

Geceleri... En zoru geceleri. Etrafımda kimse olsun istemiyorum. Ya kapılardan birini açık unuturlarsa? Ya pencere kapalı değilse? O zamanlar, çılgınlıkla vals yapmıyorsam bile, kimsenin ne yaptığımı görmesine izin vermeden her şeyi kontrol ederek kesinlikle çılgınlığa doğru gidiyorum. Eve ilk döndüğümde, benim gibi hisseden tek bir kişi bile bulabilsem diye düşündüm...

Ne salakmışım ki, bir destek grubu aradım. Ama ne yazık ki BGTKA yani Bir Gerzek Tarafından Kaçırılan Anonimler grubu, diye bir şey yoktu.
Ne çevrimiçi, ne çevrimdışı. Neyse, zaten suratınız dergi kapaklarını, gazetelerin birinci sayfalarını ve sohbet programlarını süsleyince, anonimlik saçma sapan bir şey haline geliyor. Bir grup bulabilseydim bile, bahse girerim ki o harika ve son derece anlayışlı üyeleri, ben kapıdan dışarı adım atar atmaz benimle ilgili öyküleri satışa çıkarırlardı. Acımı küçük bir gazeteye satar, kendilerine bir gemi seyehati ya da bir plazma televizyon alırlardı.

Yabancılarla, özellikle de gazetecilerle bu konuyu konuşmaktan nefret ettiğimi söylemeyeceğim bile. Gazeteciler neredeyse her seferinde anlattıklarımı tersinden anladılar. Ama ne kadar çok derginin ve televizyon programının bir röportaj için para teklif ettiklerini duysanız şaşırırdınız. İstemediğim halde, sürekli olarak teklif gönderiyorlar ve açıkçası paraya çok ihtiyacım var.

Ne de olsa artık yazar olamam. Editörlerden korkan bir yazar ne işe yarar?
Bazen kaçırıldığım güne geri dönüyorum... Editörlerle buluşma günü sahne sahne, bitmek bilmeyen bir korku filminde kızın kapıyı açmasını engelleyemediğiniz veya terk edilmiş bir binaya girmekten alıkoyamadığınız gibi, her hareketimi gözlerimin önüne getiriyorum. Benzin istasyonunda gördüğüm dergi kapağını hatırlıyorum. Bir başka adamın fotoğrafıma bakıp, beni tanıyor olduğunu düşünmek çok tuhaf, Doktor.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

12.3K 1.2K 9
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğ...
Ateş'in Evi By Pelin Cansu

Mystery / Thriller

32.9K 1.5K 50
Siyah Güz Semti denilen ruhsuz insanlarla dolu bir yerleşim yerine annesi ile birlikte taşınmak durumunda kalan Destina durumdan hiç memnun değildir...
Crathall-taekook By SETH

Mystery / Thriller

22.6K 1.4K 25
Jungkook işten evine yorgun bir şekilde dönmüştü. tek bir isteği vardı o da güzel karısının kollarında uyumaktı, karısını 4 adamın üzerinde inlerken...
436K 13.3K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...