MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

17-*Tutulma*

109K 5.9K 3.3K
By _Mehsa_

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri. Ben geldimmmmm😍😍🌸

Bölüm erken geldi çünkü ben çok yoğunum bir an önce aradan çıksın da aklımdakileri hemen dökeyim dedim. Ve gece saat iki🤣

Vize ödevlerini yapıyorum,fena zorluyorlar bizi valla. Siz ne yapıyorsunuz,nasılsınız inşAllah iyisinizdir.Ramazan da geliyor hem.😍😍🌸

Bölüme başlamadan önce küçük bir açıklama yapacağım. Siraç'ı değiştirdiğimin hepiniz farkındasınız. Bunun için çok eleştiri aldım ama yolumdan dönmedim. Onun kaybolmuşluğunu dine yönelmeden önce ne kadar karanlıkta kaldığını yansıtabilmek için bunu yapmak zorundaydım. Bu yolda gerekliliğini yansıtmak için dozunda tutkulu sahneler de yazacağım.

Benim sebebim bu. Okumazsanız sizi anlarım ama bunu acı vermeden yapın,olur mu? Hepimiz burada mutlu olmak,bir hikayeyi beraber yaşamak için bir aradayız.

Sizi çok seviyorum. İyi okumalar dilerim.🔥😏

Müzik Kutusu

Quin-Mushroom Chocalate

Bilal Sonses Derya Bedavacı- Sende Kaldı Yüreğim

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Nişan sanıldığı kadar kolay geçmedi. Kurulun teker teker üyelerinin bir planı vardı. Palalı Yusuf Selvi ile anlaşmış, Elif'i kaçırabilirse ona teslim etme sözü vermişti. O gün gece Selvi'nin nişanın yapıldığı mekanın çevresinde olmasının sebebi buydu.

Palalı Yusuf eğer başarılı olursa kuruldan destek alacağına dair teminatta almıştı. Yaklaşık bir ay önce mekanın Siraç tarafından kiralandığından habersiz on beş gün önce kendi adamlarını yerleştirmişti. Elif, yerleştirdiği ajanları tarafından nişandan sonra kaçırılacaktı eğer yakalanırsa bulunduğu araba patlatılacaktı.

Siraç, Palalının bu planı yapmasına izin vermişti.

Elif'in giyinme odasının altındaki kanalizasyon boruları Marliyn Recep'in adamları tarafından özel bir patlayıcıyla döşenmişti. Nişana hazırlık sürecinde patlayıcılar patlatılacaktı.

Siraç onun plan yapmasına da izin vermişti.

Çakılı, Palalı Yusuf'un arkasına saklanarak nişan gecesi devlet erkanından birinin arabasına yüklü miktarda uyuşturucu koydurtmuştu. Maksadı hiçbir plan işe yaramazsa Siraç' ın nişanında skandal çıkartıp, onun başını ağrıtmaktı. Büyük adımlar atmaktan korkuyordu Çakılı.

Siraç, lütfedip onun planını uygulamasına müsaade etmişti.

Arnavutlu Mehmet, Zeytinci Şevket bu ikisi ise pusu da kalmayı tercih ettiler. Vuslatın meydan okuyarak çağırdığı bir yerde maraz çıkarmak yerine sebebini öğrenmek niyetindeydiler. Emir'in her daim ayağına sıkacak kadar düşüncesizce hareket ettiğini biliyorlardı. Vuslat'ı başlarına onun bela ettiklerinin de farkındaydılar. Bu yüzden öncelikleri geri plan da kalmaktı. Kuyruklarına basılırsa ısırmaya kalkacaklardı.

Nitekim o gece kuyruklarına basıldı.

Palalı 'nın adamları, patlayıcı yerleştirdiği arabanın içerisinde Recep'in kanalizasyon borularına döşettirdiği patlayıcılara bağlanmış halde, Recep'in şirketinin önüne getirildi. O gece Ankara da büyük çaplı bir patlama oldu. Herkes Recep'e verilen bir göz dağı olduğunu, bir arabanın kundaklandığını, içerisinde kimsenin olmadığını söylese de gerçek bu değildi. 20 kişi o arabanın içerisinde yanarak ölmüştü. Patlamanın büyük gürültüsünü duyanlar, şiddetin ne kadar büyük olduğunu biliyorlardı. Recep'in bağlantıları sayesinde bu patlama medyaya küçük çaplı yansıtılmıştı sadece.

Çakılı'nın uyuşturucu fikri ise Arnavut ve Zeytinci'nin elinde patladı. Nişan çıkışında şevkle bir açık yakalamayı bekleyen Murat komiser ve yardımcısı Eren'e ihbar edildiler. Yol çevirmesine takılan, Arnavut ve Zeytinci iki gün nezarethane de yatsalar da bu zamana kadar yaptıkları büyük illegal işlere rağmen 20 kilo uyuşturucu yüzünden hapse düşecek kadar Siraç 'ın elinde oyuncak olmalarına köpürdüler. Onlar da artık Siraç'a büyük iki düşmanlardı.

Emir ise yine küçük oynadı. Varlığını belirtmek için karısını kullandı. Esin'in eline tutuşturduğu zehrin hedefi Elif'in annesiydi. Esin hanım tüm gece tetikte bekledi. Sürekli izlendiğinden habersiz, Siraç 'ın Elif'i götürdüğü an Bahar'a yaklaştı ve konuşuyormuş gibi gözükmek için bir iki sohbet konusu açmaya çalıştı. Onu nezaketen dinlemeye çalışan Bahar hanıma tebrik için birileri geldiği anda içeceğine zehir kattı. Onları izlemek için görevlendirilen kadın koruma ise Bahar'ın içeceğini eline almasını bekledi.

Esin eğer bir şey yaparsa Bahar'ın göreceği şekilde müdahale etmesi hususunda Patronundan talimat almıştı çünkü. Sonra olaya müdahale etti ve içeceğin içinde bir şey olmadığını söyleyen Esin'e kendisinin içmesini teklif etti. Beti benzi atan Esin ise çareyi kaçmakta buldu.

Siraç, her şeyin Bahar'ın gözü önünde yaşanmasını bilerek istemişti. Tehlikeyi idrak etsin istiyordu, tıpkı düşmanın da yaklaşan kıyameti hissetmelerini istediği gibi.

O gece yaptığı gövde gösterisi dilden dile dolaştı. Sıradan bir nişan gibi gözüken bu gece hak ettiklerinden fazla muamele gören baronların, basit planlarla sarsıntıya uğramasıyla çalkalandı. Büyük, küçük yer altı dünyasına ayak basmış herkes bu olayları konuştu.

Vuslat'ın nasıl olup da açık vermediğini anlamıyorlardı. Elif'e ulaşmak onlar için bu yüzden gittikçe ciddi bir mesele haline geliyordu. Özellikle bu hırstan yararlanmak isteyen Emir, arkasına Siraç 'ın bütün düşmanlarını toplayarak büyük bir vurgun yapmak istiyordu. Bu sefer o kızı alacaktı. O kızı o kulübeye götürecekti ve bir kez daha Vuslat'a diz çöktürecekti. Bunun için büyük bir oyun kuruyordu. Şimdilik hastanede durması için emir verdiği Selvi'yi de bu oyuna dahil edecekti. Her bir çakal, intikamının ganimetini alacaktı. Emir, bunun için ant içmişti.

Levent yani namı diğer ihtiyar ise en çokta bunun için korkuyordu. Nişan boyunca Siraç 'ın planlarına sessiz kalsa da, onu ilk defa kendi gözleriyle, Elif'in yanında izlemişti. Vuslat, sonunda kontrolünü kaybetmeye başlıyordu. Yıllar onu bir demir gibi keskinleştirmişti, özellikle düşmanının karşısında yansa, gıkını çıkarmazdı. Onu 5 kurşun yediği halde dimdik ayakta gördüğünde anlamıştı ihtiyar ama Elif'in yanında düşmanlarının ona bakmasına tahammül edememişti Vuslat. Neredeyse büyük bir kavga çıkarmak üzereydi. Elif'le arasının bozuk olduğunu ise bir gün sonra onun yanına gittiğinde, onu öfkeyle her şeye saldırmak üzere bulduğunda anlamıştı.

Düşmanını bozguna uğratmasıyla en azından sakin ve sanki intikamını tatmin ettiği için sessizliğe çekilmiş gibi olurdu Siraç ama bu sefer öyle değildi. Büyük bir zafer alsa da küçük bir ışığın önünde yenilgiye uğramış onun sınırlarını ihlal ettiği için geri püskürtülmüştü. Bunun öfkesini taşıyordu Vuslat.

O gün ihtiyar onu kışkırttı. "Ya bir gün onu yakalarlarsa. Senin görevin onu korumak. Ya bu planın işe yaramazsa sen gittikten sonra da hala onun peşinde birileri olursa? Sen müdahale edemeyeceksin..." dedi sert bir sesle. Bu planına yaşadığı her gün lanet okuyor, bozulması için ise Allah'a her gün dua ediyordu Levent.

"Olmayacak." dedi Siraç öfkeden fırtınalanmış lacivert gözlerini ihtiyara dikerek. Havalar hala soğuk olmasına, gün daha yeni başlamasına rağmen takım elbisesinin ceketi bir kenara fırlatılmış, gömleğinin ilk üç düğmesini açmış kollarını da katlamıştı.

Oldukça yorgun görünüyordu. Sanki hiç uyumamıştı.

Gerçekten de uyumamıştı. Elif'in kapısının önünde onun ağlama sesleri kesilene kadar beklemişti. Onun uyuması sabahı bulurken çiçeğini bırakıp gitmişti. "Olmayacağını bilemezsin. Ona bir zarar gelmeyeceğini bilemezsin. Hem, Elif'in de fırsatını bulduğu an da seni terk edeceği bariz belli. Ona ilgi göstereceğini bana söylediğinde, sana bunun için taviz vermen gerektiğini söylemiştim." dedi ihtiyar.

Vuslat, ilk defa o an sessiz kaldı. İhtiyarın dudaklarında gizli bir gülümseme peyda oldu bunun yüzünden. Umut kalbinde Afrika ülkesinde yetişmeye çalışan minik bir fidandı. Eğer o umudu büyütmek istiyorsa acımasızda olsa Elif'i sınayacaktı. Vuslat'ın sevildiğini görmesi gerekiyordu.

🔱⚜🔱

Elif'ten:

"Hayır." dedim titrek bir sesle. Burnu yutkunduğum yerdeki titreşimi takip etti.

"Hayır derken böyle titriyorsun ya...Benden kaçtıkça bana çekiliyorsun ya..."

Sesinin titreşimi boynuma çarpıp beni yakarken kollarından kurtulmak için çırpındım. "Hayır demek, hayır demektir." dedim öfkeli bir sesle. Ona kızgındım. Yüreğimin buna hakkı olmasa da küskündüm. Şimdi beni yine kendinden vuruyordu. Ondan etkilendiğimi bilerek bunu kullanıyordu.

Dudakları boynumdaki tene tüy gibi dokunarak aşağıya doğru indi. "Sendeki hayır bana 'gel' demekmiş gibi geliyor Günışığı." dedi boğuk bir ses tonuyla.

Yüzünü göremiyordum çünkü...koynumdaydı resmen. Yanaklarıma ateş yürüyordu sanki. Boynumda konuşmaya devam etti. Sesi boğuktu. Tenimle konuşuyordu sanki.

"Kokunda boğulur insan. Çiçekler kıskanır seni." Burnunu tekrar boynuma sürttü. Titredim.

"Sarhoş olunur."

Omzumdan itip beni yatağa devirdiğinde dengemi kaybettim ve yumuşak yatağa doğru savruldum. Üzerime doğru eğildi. Lacivert gözleri her ifademi içiyordu sanki.

"N..e yapıyorsun?" derken gözlerim büyümüştü. İlk defa bu kadar açık konuşuyordu, sanki biri bir balyozla onun duvarlarını paramparça etmişti. Ben ise onun kollarında kapana kısıldığım için dumura uğramıştım resmen. Kollarımdan tutan ellerimin izin verdiği ölçüde ittim onu.

"Bırak beni. Neyini anlamıyorsun bu cümlemin?" dedim.

Bu irade savaşında kaybetmem an meselesiydi. Göğsüm, yaşadığım adrenalinle hızla inip kalkıyordu. O da bunu fark etmiş olacak ki yavaşça gülümsedi. Gamzeleri ortaya çıkarken, nefesimin boğazıma bir an takılı kaldığını hissettim. Lacivertlere yıldızlar düştü iki çukur ortaya çıkarken. Kaybetmiş gibi hissettim.

"Anlamak istediğimi anlıyorum." dedi. Bir kolu yanımdaydı. Üzerime eğilmek için destek alıyor, diğeriyle de kolumu tutuyordu. Bacaklarını iki yana açmış bacaklarımı kafeslemişti.

Kafesten kaçmaya çalışan hem kalbim, hem de bendim. Onun eline kalmamak için resmen çırpındım. "Bırak!" derken onun acı gücüne karşı, benim çabam onun eğlencesiydi. Bu ise beni daha da öfkelendiriyordu.

Tam bu sırada telefonu çaldı. Ondan kaçabileceğimi düşünerek derin bir nefes aldım ama bu rahatlamamı da fark etmiş olacak ki bileğimi serbest bırakan eli cebine giderken bacaklarını sıkıştırdı kaçmayayım diye.

Onun sıkıştırdığı zincirleri karşısında hiç şansım kalmamıştı ama yine de pes etmedim. Ben çırpınırken sanki hiç kıpırdamıyormuşum gibi rahattı.

"Hiç heveslenme, Günışığı." dedi. Telefonunu almak için elini cebine attı ve bana doğru eğildi. "Hiç." Sesli bir şekilde yutkundum. O ise telefonu bakmadan cevaplarken gözleriyle üstümde baskı kurmaya devam etti. Suyun baskını en nefessiz bırakandı.

" Efendim, Nermin hanım." dedi daha yeni yüreğimi titreşim moduna alan ses tonuna zıt oldukça sert bir sesle. Telefonu dinlerken başı boynumun girintisine girdi tekrar.

Yüreğim göğüs kafesime vurdu. Bu onun dilinde, "Ölüyoruz yahu! Bir çözüm bul." demekti. Çaremin olmadığını aklımın çalışmamasından anlaması lazımdı halbuki.

"Evet, farkındayım toplantı olduğunu." derken kafasını salladı ve yumuşak saçları çenemi huylandırdı. Kalbim göğüs kafesinde üç kere daha yüksek sesle vurdu. Bitikti...

Çırpındım kollarında. Kafasını kaldırdı ve başını yavaşça sağa sola sallarken lacivert gözlerini gözlerime hapsetti. O kafasını sallarken sanki sağa sola sallanan bir saatin hızında hipnoz ediliyordum. Sonra fısıldadı, "Yapmanı önermem. Olacaklardan sorumlu da olmam."

Kaşlarım çatıldı. Onun ise buna tepki olarak gülüşü genişledi. Gamzeleri daha da belirginleşirken bedenim kalbimle beraber hareket ediyor, çarpıyor, geri çekiliyordu sanki. İşte buna darbe derlerdi. Etkilendiğim şeyleri bir bir gözüme sokarken o kadar zalimdi ki.

"Anlıyorum, Nermin hanım ama zarar şuan umurumda değil. Eğer bizimle anlaşma yapmak istiyorlarsa haftaya tekrar toplantı ayarlasınlar."

Gözlerimi kıstım. Kısık bir sesle," Bırak, gideyim işte. Tutamazsın beni burada." dedim. Son bir umutla. Göğsünden onu ittim.

Sarsıldı ama ittiğim kuvvette daha çok çekildi bana doğru. Etki etmem minimumken tepkisi etkimin iki katı oluyordu. Sanki gücümü emiyordu. Gözleri dudaklarıma kaydı. Sonra gözlerime baktı. Gözlerinden ne demek istediğini ilk defa tam olarak çözdüm. Sanki izleyeceği rotayı çizdi. Lacivertleri karanlık yuttu, simsiyah bir kuyu gözlerinde büyüdü. Başı aşağıya inip dudaklarıma buldu ve öptü.

Kısa bir öpücüktü, sanki dudaklarımın üstüne mühür vurmak ister gibiydi bu hareketi ama o elektrik bütün bedenimde cızırdadı sanki. Gözlerinde çaktığını gördüm. "Tutulurum." dedi fısıltıyla. Bu bana bir cevaptı. "Tutulurum, Günışığı."

Dudakları tekrar tekrar dudaklarımı bulduğunda dili dudak çizgimin üstünde dolaştı ve dudaklarımı dudaklarının arasına aldıktan sonra serbest bıraktı,hafif geri çekildi. Elektrik beni çarptı bu sefer. Tutulup kalan bendim asıl.

Dudaklarım ıslandı, onun nefesiyle alev aldı. Su bile onunla yandı.

"Evet, ihale de öne sürdüğümüz fiyat hala aynı." Konuşurken dudaklarıma çarpan, soluğumdan bile ayrılmayan dudaklarıydı. Dudaklarını yaladı ve telefonu kendinden uzaklaştırdıktan sonra fısıldadı.

"Tadının bir adı var...Bağımlılık yapan her şeye uyuşturucu derler çünkü. Tadının artık bağımlısı var."

Altında kalan bedenim zangır zangır titriyordu. "Ben de dünyanın en şanslı bağımlısı."

Burnu boynuma doğru yaklaştı. "Saklı bir hazine buldum."

Gözlerim doldu.Saklı olan hazineydi ama o uzaktan gösterip kendine düşman çekebilmek için kullanıyordu bu hazineyi.

Yüreğime dokunan sözleri, tenime dokunan elleriydi ama kalbim kırıkken tensel olan ne kadar benliğime ait olabilirdi? Ne kadar beni tanımlardı? Bir iç çektiğimde, onun etki alanında hislerimi korumaya verdiğim savaşı hissetmiş gibi hayat damarımı öptü ve geri çekildi. Yaşamım, gecenin merhametine kalmıştı .

Gözlerimin içine baktı .Oradaki yangını hissetmiş olacak ki telefonu tekrar kulağına dayadı , "Şimdi müsait değilim, Nermin Hanım. Yarın konuşalım." dedi ve cevap beklemeden telefonu kapatıp yatağın boş kısmına attı.

"Hadi..." dedim, sesim boğuk çıktığı için yutkundum. "Tenim susturdu nefsini. Ben sana kapıldım, sürüklendim." Elim ona doğru uzandı ama yanağına dokunmadan durdum.

"Sonrasında sadece kaybederim. Kaybolurum çünkü bu senin masum olarak bahsettiğin benliğime hakaret olur." Elimi geri çekip yumruk yaptım.

"Yapma. Ben kırgınım. Yapma. Sen seçim yapmıyorsun çünkü. Taviz vermeden beni sürekli yanında istiyorsun. Bu da senin isteklerini benim gözümde sadece cinsel çekim olarak gösteriyor."

Yumruk yaptığım elimi kalbime bastırdım. "Korunacak bir tek burası kaldı."

Kafasını olumsuz anlam da salladı. Çekimden söz ettiğim anda kaşları çatılmıştı. Onun itirazları benim cümlelerimin sonuna saklıydı. Susmayacaktım. "Sen sevdiklerimi kendi sebeplerinle aldın. Sen intikamın için bütün düşmanlarının önüne çıkarttın beni. Bahsettiğin tutsaklık bileklerimde olmayabilir ama ruhuma, bedenime hakaret ediyor. Sen ellerini değdirtmiyorsun düşmanlarının ama gözleri yine beni kirletiyor."

Tekrar gözlerim doldu. "Ne farkı var söyler misin? Benim şuan kendimi kötü hissetmemem için bir sebep verebilir misin? Kapılsam, boğulsam gözlerinde kaybetmeyeceğimin, canımın yanmayacağının garantisini verebilir misin?"

Biraz geri çekildi. Yüzü öfkeyle gerilirken lacivert gözlerindeki zarar vermeyen fırtına, önce kendini yok etmeye başladı. "Veremem." dedi.

Tek sözüyle bile yıkılacak kadar kendimi kaptırmıştım ama ben ona. İşte en çok bu canımı yakıyordu. "O zaman git." dedim bende. Söylenecek başka sözüm kalmamıştı çünkü.

Gözlerimden akmayan yaşları zapt etmek için ondan kaçırdım. Boşta olan eli çenemi buldu ve tekrar kendine çevirdi.

"Vermem çünkü benim yolum dikenli. Önüne çıkardığım insanlar zaten seni biliyorlardı. Bunu bahane ettim kendime ama yanıldım. Kör etmek istedim onları. Kör olsunlar istedim, Günışığı."

Eli geri çekildi ve yatakta oturdu. Bende yatağın başlığına sırtımı yasladım. "Yaptığım gövde gösterisiydi. Hepsi savaştı, yenildi. Sen ise savaşmadın. Hala susuyorsun. Ben yeniliyorum."

Sesinden, yüzünü duygulardan mahrum etti. İşte en çok korktuğum bu haliydi. "Bir daha yapmam."

Bunu söylerken sanki kendiyle, kendi içindeki benliğiyle savaşıyor gibiydi. Şeytanlarını hissedebiliyordum.

"Bir daha sakınırım seni."

"Peki ya kendini?" dedim yüreğimin sorusunu esirgemeyerek. Acı bir tebessüm bahşetti sadece. Cevap vermedi bu soruma.

"Ve tenin." dedi.

"Senden istediğim hiçbir zaman sadece cinsellik olmadı. İstediğim de ise mühürlenmiş bir kapıyı açtım. Çünkü başkalarının teninde sadece zehir olduğunu bildim ben." Başkalarına dokunamadığını öyle ağır bir cümleyle dile getirdi ki, o bahsettiği mezarın önünde ağıt yakmaya başlamışım gibi hissettim kendimi. Göz yaşlarım bir bir döküldü.

"Bir kere." dedi. "Bir kere kendi isteğinle, o herkese saçtığın, sevdiklerim diye yakındığın, her zaman koruyup kolladığın kendinden öne koyduğun sevdiklerini saran merhametinle,"

Her kelimesi kalbimin duvarlarına darbe vurdu.

" Dokunsaydın, uyurdum. Adaletinle, sakındıklarınla, her acı çektiğinde Tanrı'ya sığınışınla, bana da sığınsaydın, belki bende bana sığındığın için sökerdim dikenlerimi. Sakınmayı, sakınılmayı bilirdim. Öğretilmemiş ve öğrenemediğim bir şey için suçlayamazsın beni."

O kadar sınırlarımı zorlamışlığı vardı. Hiç bu kadar yüreğime ağırlığı oturmamıştı. Sesinde acı yoktu. Kelimeleri ise bir yangındı.

"Ben kimsenin teninde huzur duymadım çünkü."

Öyle bir baktı ki sığınmamı istediği yerdeki harabeyi görür gibi oldum. Ben onun hikayesini bilmiyordum ama hazin sonunu görür gibi oldum. Sonra gitti.

Sözlerinde beni etkileyen, kalbimin hissettiği bir ağıt vardı. Dudaklarımın birbirine bastırdım o ağıtı yutmak için. Başımı eğince burnumun ucuna bir damla göz yaşı süzüldü.

"Korkuyorum..." diye fısıldadım.

"Çok korkuyorum. Teslim olmadan hüzün duyuyor sana kalbim. İtiraf edersem asıl ben sakınırım...Sen ise sakınılmazsın."

O gece kollarımı göğsüme dolayıp, onun sebebini dindiremediğim acısıyla kıvrandım durdum yatakta. Bir kiremit gürültüyle düştü onun önüne set kıldığım. Yataktan kalktım, gece saat dörttü. Odamın kapısını açtım. Belki bir dakika geçmişti. Bazen yıllar süren yolları bu şekilde, bir adımda geçiyorduk işte. Ben o gece, onun bana anlatmadığı geçmişini sanki hissetmiş gibi daha sonra öğreneceğim dört yaşındaki çocuğa selam verdim ilk defa.

Bir saat uyuyup sabah namazına uyandığımda o çocuk baş ucuma bir çiçek bırakmıştı. Baş ucumda yine o karanfil vardı. Elime aldım. Her şeye rağmen gülümsemek, yüreğimi, saf çocukluğumu saklıyordu sanki. Sabah yine doğuyordu üzerimize çünkü.

"İkimiz de uçurumun kenarında açmış gibiyiz ha!" dedim nadide yapraklarını okşayarak. Sabahleyin kalktığımda, uzun zaman sonra ilk defa kahvaltı yaptım. Evet, canım hala yanıyordu. Hala affım da yoktu ama merhametim yüreğimi koruyordu işte.

Sabahtan yuvaya gittim. Diyanetten gelen iki hocayla tanıştım. Biri 40'lı yaşlarının başında Emine Hoca'ydı. Sevimli bir yüzü sımsıcak kahverengi gözleri vardı. Kaşlarının arasındaki çizgiler belirgindi. Gözlüğüne rağmen odaklanmak için sürekli gözlerini kıstığı için emeğinin bir kalıntısıydı.

Disiplinliydi. Çocukları çok güzel zapt ediyordu ama bu disiplinin yanında yanağının sağ tarafındaki derin gamzesiyle merhametini, sevgisini, sabrını yansıtıyordu sanki. Beni gördüğü an, bir anne iç güdüsüyle sımsıkı sarıldı.

Emine hocanın yardımcısı ise Zeynep hocaydı. O da otuzlarının başlarındaydı. Minik ela gözleri vardı. Çok sakin, sevimli bir kadındı. Çocuğu olmadığı için burada çalışmayı hasretle beklediğini söyleyince içten içe çok üzülmüştüm. Evlat acısı kadar evlat hasreti de çok ağır olmalıydı.

İki gün boyunca ders yaparken sessizce onları izledim. Çocuklar öyle farklı sorular soruyorlardı ki dinle ilgili. Bazen oturup bunu hiç düşünmemiş olduğumu itiraf ediyordum kendime.

Nitekim Eylül'le buraya ilk geldiğimiz de tanıştığımız Sedef ikinci dersten çıkmak üzereyken Emine Hocayı durdurduğunda bunu daha iyi anladım.

"Öğretmenim." dedi tatlı sesiyle. Soracağı sorudan sıkıntı duyuyor olmalıydı ki masum yüzünü sıkıntı kaplamıştı.

Emine hoca onun başını okşadı. Tebessüm ettim. Peygamberimiz (s.a.v.) yetimin başını okşamamız gerektiğini söylüyordu bize. Sanki onların mahzunluklarında bizim affımız vardı. Onların ise sevgiye muhtaçlığı.

"Efendim yavrum." dedi Emine Hoca. "Ben bir arkadaşımı bilmeden çok üzdüm. Onunla dalga geçmek istememiştim. Kulaklarının büyük olduğunu söyleyince onunla dalga geçtiğimi düşünüp bana küstü. Barışması için çok konuşmak istedim ama beni dinlemiyor."

Derdini anlatırken üzüldüğü için bal rengi gözleri dolu dolu olmuştu. "Siz birine yalan söylersek, dalga geçersek, Allah'ın hoşlanmayacağını ,onun en sevdiklerinin kötü huyları olmayanlar olduğunu söylemiştiniz. Ben gittim ,Allah'a dua ettim. Sizin de gösterdiğiniz gibi," Avuçlarını açtı. "Yaptım böyle. Bilerek yapmadığımı söyledim. O bilirse beni yine sevmeye devam eder, değil mi?"

Bu soruyu öyle bir sordu ki, sanki olumsuz bir cevap alsa en sevdiğini kaybedecek gibiydi. Biz büyükler Allah'ın isteklerini önemsemez, üst sıralara bile koymazken asıl sevginin O'ndan geleceğini tertemiz kalbiyle anlayan bu çocuk, asıl af dilenmesi, asıl kendini Allah'a açıklaması gerektiğini nasıl anlayabilmişti, resmen şaşkınlıkla karışık biz hüzne düştüm. Kendime ah ederek baktım bu güzel yürekli miniğe . Dünyalıktan unutuyordum Allah ile bağımın her daim kuvvetli olması gerektiğini.

Aşağıya eğilip küçücük omuzlarına büyük yükler alan çocuğun omuzlarına tek kolumu sardım. Emine hoca da benden farklı değildi. O da şaşkınlığa düşmüştü.

"Olur mu öyle şey yavrum? Allah seni çok seviyor. Hem sen ona anlatmasan bile o biliyorduk senin bilerek yapmadığını."Gülümsedi.

"Yine de gidip dua etmen çok güzel olmuş. Hem, dua mucizedir. Belki arkadaşın da affedecektir seni." dedi gözünü kırparak. Sonra bana baktı. Ne demek istediğini anlamıştım.

"Hem kim bu arkadaşın bakalım? dedim bende Emine Hocanın anlatmak istediğini uygulayarak.

"Ahmet var ya, Elif abla. O." dedi hüzünlü bir sesle.

Emine Hoca, "Siz şu küslüğü halledin bakalım. Bende gideyim. Allah'a emanet olun kızlarım." dedi Sedef'in tekrar başını okşayarak. Bana da gülümsediğinde kafamı salladım.

"Demek Ahmet, öyle mi?" dedim Sedef'in elini tutarak. Ahmet'le ilk gün saklambaç oynarken tanışmıştık.

"Evet, abla. Hatırlıyor musun? Saklambaç oynarken peşinden hiç ayrılmamıştı. Aşık olmuş sana. Öyle dedi. İlk görüşte kalbinin içine kuş kaçtığını söyledi."

Güldüm merdivenleri inerken. "Hatta revirde Yeşim hemşireyi ziyaret ettik. Kalbinde kuş olduğunda o kadar ısrarcıydı ki Yeşim abla ona o boynuna taktığı alet ile kalbini dinletti. Sbeleskop'du adı sanırım." dedi düşünürken minik kaşlarını çatarak. "Stetoskop." dedim hem gülüp hem onu cevaplarken.

Küçük bir aşığım olmuştu sanırım. Ahmet saklambaç oynarken cidden peşimden ayrılmamıştı ama bütün çocuklar büyüklerine karşı bir merak beslerdi. Bende sadece merak ettiği için peşimde olduğunu sanmıştım ama iş ciddiydi. Minik bir ciddiyetteydi. Güldüm.

"Hadi Ahmet'i bulalım." dedim aşağıya indiğimiz için Sedef'i kucağıma alarak. Ben koyu mor bir elbise giymiştim hava güzel olduğu için. Onun da üstünde pamuk şeker pembesi bir elbise vardı. Çiçek gibi olmuştuk.

Erkek çocuklarının dışarıda oynama saatiydi bu yüzden onu bulmamız zor olmadı. Ahmet top oynuyordu. Simsiyah saçlı büyük, siyah gözleri olan kara yağız bir çocuktu. O da Sedef gibi 6 yaşındaydı. Saçları sarf ettiği efordan sırılsıklam olmuştu. Önce çocukların terleyeceğini bilerek bahçenin kenarındaki havlulara doğru ilerledim. Sedef'i kucağımdan indirdim ve elime bir tane havlu aldım. Sonra Ahmet'e doğru döndüm.

"Ahmet!" diye seslendim. Birisinin ona seslendiğini duyunca oyunu bıraktı ve etrafına baktı. Güzel gözleri beni bulduğunda el salladım. O ise donup kaldı. Tüm dünyayla bağlantısını kesti sanki.

O an denilenlerin doğru olduğunu anladım. Çaktırmadan bıyık altından gülerken Ahmet dizine çarpan bir topla kendine geldi.

"Yavaş olsanız da oğlum. Şurada yengenize bakışıyorum." dediğinde gözlerim büyüdü. Sedef'te güldü. Biraz ciddileşsin dediğinden rahatsız olduğumu düşünsün diye hafif kaşlarımı çattı. Bana dönünce yaptığı hatanın farkına vardı ve minik yanakları kızardı.

"Elif." dedi.

Biraz daha kaşlarımı çattım. "Yani Elif abla. Ne oldu?" dedi.

"Gel bakalım, küçük adam." dedim. Yanıma doğru ilerlerken Sedef'i yeni fark etti ve onun da minik kaşları çatıldı. Banka oturunca bir dizime Sedef'i aldım.

Boş dizime vurdum ve, "Buraya otur bakalım." İlk önce durdu. "Ama.." derken sözünü kestim. "Konuşacağız, itiraz istemiyorum." dedim. Dudakları büzüştü, somurttu ama yine de sözümü dinledi ve oturdu. Sedef ise kedi gibi sırnaşmış minik elleri banka yaslamadığım belimi kavramıştı.

Saçlarını elimdeki havluyla kurularken, "Duydum ki Sedef'e küsmüşsün, Ahmet. Çok pişmanken üstelik. "dedim.

Ahmet öfkeyle Sedef'e döndü. "Beni mi şikayet ettin Elif'e? Mürvetime engel olacaksın kızım." dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Mürvet kelimesini nerden biliyordu bu çocuk hem?

"Ya valla şikayet etmedim. Emine hocaya günah işleyip işlemediğimi sorarken Elif abla da var. Sürekli kızıyorsun sende bana." dedi Sedef. Tekrar gözleri dolmuştu.

Ahmet'e döndüm. "Öncelikle Elif değil Elif Abla, Ahmet." dediğinde sırıttı. "Hadi şimdilik öyle olsun." dediğinde artık gülmemek için dilimi ısırıyordum.

"Ve Sedef şikayet etmedi. O çok üzgün olduğu için ben seninle konuşmak istedim. Hem Peygamber (s.a.v.) efendimiz ne demişti?"

Ahmet'in alt dudağı sarktı ve isteksiz olsa da cevap verdi. "Kardeşlerimize küsmemeliyiz. Onlara dargın kalmamalıyız."

Gülümsedim. "Hem o bilerek yapmamış."

Sedef hevesle atıldı. "Ya Ahmet kulakların çok güzel. Cidden bak." Gözleri parıldıyordu. Ahmet olumsuz anlamda başını salladı.

"Hayır, büyükler." dedi. Sanki bu duruma takmış gibiydi ama öyle değildi kulakları. Sadece hafif kepçeydi . O da çoğu çocukta büyüyünce düzeliyordu zaten.

"Hiçte bile." dedik Sedef'le ikimiz aynı anda. Ahmet ikimizin bu haline güldü. İkimizin üzerinde gözleri gidip gidip geldi. Pes etmiş olacak ki Sedef'e elini uzattı.

"Eh bari Elif," Bana bakarak imalı bir şekilde gülümsedi. "Abla da ısrar etti. Barışalım madem."

Sedef Ahmet'in elinden tuttu ve kendine çekti . Sarıldı ona. "Yavaş kızım. Boğacaksın. Daha evleneceğim ben." dediğinde tutamadım kendimi. Güldüm. "

Korurum ben seni evlenene kadar." dedi Sedef sırıtarak. "Hani bana hani bana." dedim onlar ayrılınca iki yanağımı göstererek. İkisi de yanaklarımı öptü.

Bende onları öptüm. "Bal mı bu yanaklar? Tatlı mı bunlar? Şeker mi?" derken ikisini de gıdıklamaya başladım. Kollarımın altında kıvranırken bende onlarla birlikte kahkaha atıyordum. Ahmet, "Ya Elif, gülmekten öleceğim." derken nefesi kesiliyordu. Sedef gülmekten itiraz bile edemiyordu.

Tam o sırada onu gördüm. Kapının önündeydi. Bizi izliyordu. Bugün ki tercihi haki yeşiliydi. Takım giymemişti. İnce haki yeşili bir kazak üstünde ise deve tüyü renginde süet bir ceket, altına ondan daha koyu, dar kesim bir pantolon giymişti. Sabahleyin onu çıkarken görmüştüm. Üzerinde siyah bir takım vardı. Değiştirmiş olmalıydı.

Onu incelerken gülmem boğazımda tıkandı ve öksürdüm. Ellerim dururken Ahmet, "Ucuz yırttık." dedi.

Sonra tıpkı onun gibi donup kalmış olmalıyım ki baktığım yöne baktı. Başımı kendime gelmek için iki yana salladım. Siraç bu hareketimi de bittabi fark etmişti.

Gözlerimi ondan kaçırıp Ahmet'e baktığımda onun da minik kaşları yine çatılmıştı. "Kim bu lavuk?" dediğinde Sedef ağzına vurdu onun.

"Sen yine Eneslerle takılmaya başladın." dedi sinirli bir sesle.

"Çok ayıp Ahmet." dedim.

Utanarak başını eğdi. "Özür dilerim." dedi. Duraksadım. Onu da kırmadan ümit vermemek için kendime bile önümdeki gerçeği ilk defa itiraf ettim. "Kocam o benim."

Ahmet başı hayal kırıklığıyla kalkarken, konumuzun baş rolünün sesini duydum. "Öyle, küçük bey." derken sesi keskindi.

Ahmet öfkeli bir şekilde ona baktı. Sonra bana doğru döndü. "Geçen gün Hüsna annenin odasından gazetesini aldım yine." dedi bir suçunu da itiraf ederken. Bunun neye varacağını merak ederek ona baktım. Başımda dikilen adamın varlığının da oldukça farkındaydım.

"Okuma alıştırması yaparken araştırma yapan bir adamın boşanma oranlarının arttığıyla ilgili bir yazısını okudum. İs-is-is," Siraç onun kelimesini tamamladı. "İstatistik ." Kollarını göğsünde kavuşturmuştu. "Heh, o. Çok yüksekmiş. O ne demekse. " dediğinde güldüm.

"İşte boşanabilirsin de. Özellikle benle tanıştıktan sonra." dedi küçük göğsünü kabartıp bana bakarken. Gözleri parıldıyordu umutla. Bir şey diyemedim.

Ama Siraç, "Öyle bir şey olmayacak, küçük bey." dedi sakin bir sesle. Çocuğa öfkeleneceğini düşünmüştüm ama aksine oldukça sakindi.

"Sen öyle zannet." dedi Ahmet sinir olmuş bir şekilde. Sedef onun elini tuttu. "Hadi biz gidelim, Ahmet. Sen yine çok konuşmaya başladın." dedi.

Ahmet küçük işaret parmağını ona doğru salladı. "Daha yeni barıştık. Sinirlendirme kızım beni." Sedef omuz silkti ve onu sürükledi resmen.

Kollarını birbirlerinin omuzlarına atıp uzaklaşmalarını sevgiyle izledim. Sonra Siraç'a doğru döndüm.

İki gündür, beni bırakıp odadan çıktığından beri konuşmamıştık. Sabah gittiğini görsem de akşam gelip gelmediğini hala baş uçuma bırakılan karanfilden anlayabiliyordum sadece. Yoksa yine hayalet gibiydi. Sanırım ikimiz de kurduğumuz cümlelerin altında eziliyorduk ve ben hala kırgındım.

"İşin bitti mi?" diye sordu bana bakarak. Ayağa kalktım. Işıktan dolayı göz rengi açılmıştı. Şimdi gün batımındaki gökyüzünün esintilerini taşıyordu gözleri.

"Bitti. Sen niye geldin?

" "Seni eve bırakmak için geldim ama böyle bir manzarayla karşılaşacağımı bilsem hep gelirdim." dedi.

Gözlerimin içine bakarken ruhuma dokunuyor olmalıydı ki kalbim hızlandı.

"Nasıl?" dedim.

"Çocukları içine katacaktın." Sonra duraksadı. Sanki bir şey söyleyip söylememekte kararsız kalmış gibiydi. İlk defa ifadelerini daha kolay okuyordum.

"Ve gülüyordun." dedi. Yine aynı konuya geleceğimizi hissederek dudaklarımı birbirine bastırdım. "Gidelim." dedim sadece.

Kapıya doğru ilerlerken, "Gül." dedi.Duraksadım.

"Kısıtladığım kıskançlığımdandı. Sen hep gül."

Başımı ona doğru döndürdüm. "Ne senin, ne de benim elimde. "Gerçi onun elindeydi. O bana zarar verdiğinde gülmeyi unutuyordum. Bir şey demedi ya da denilecek bir şey kalmamıştı.

Arabayla eve döndüğümüz de benimle arabadan inmedi. "Küçük bir işim var benim." dedi ve yine ortalıktan kayboldu. Ne hızına, ne de yaptıklarına yetişebiliyordum. Bu yüzden bende kendi işlerime odaklandım.

Ders çalıştım. Akşam yemeğini yedim. Emel teyze gittikten sonra kendime Mısır patlatıp, İkinci dünya savaşında Rusya ve Almanya savaşını anlatan bir filmi izlemeye başladım. Film de Rus bir askerin aşkından da bahsediliyordu. Aşık olduğu kızın açlıktan ölmek üzere olduğu sahnede gözlerim dolu dolu izliyordum televizyonu.

Oğlan askeriye de olduğu için biraz yemek yiyebiliyordu ama şehir abluka altındaydı ve kız aile üyelerini teker teker kaybediyordu.

Annesi kendine kefen dikerken öldüğünde ağlamış bile olabilirdim. Tam kızın kurtulup kurtulmayacağı ile ilgili kritik bir sahne yaşanırken kapı açıldı ve ben yerimden sıçradım. Siraç anahtarla içeri girdiğinde ,gözlerim ona takılı kalmak istese de hızla başımı ekrana döndürdüm.

Kız ablasını vebadan kurtarmak isterken kendisi de vebaya yakalanmıştı. "Sen harbi salaksın." diye mırıldandım. Ablası üstelik açlıktan önce ona her türlü zulmü yapmıştı.

Siraç hiçbir şey söylemeden oturduğum koltuğun diğer tarafına oturduğunda ona baktım. O da bende konuşmuyorduk. Göz göze geldiğimizde bile bir şey söylemek gelmedi içimden. O ise sessizlikle konuştu. Sessizlik onun alanıydı çünkü.

Kız vebayla mücadele ederken o da sessizce benimle izledi. Film o kadar yoğun bir dramdı ki içim kararmıştı. Oğlan kız hastalıkla mücadele ederken savaştaydı. Kurtulduğunda ise kavuşmaları o kadar kolay olmadı.

Karşılaştıklarında kız küçük bir köydeydi. Kız adamın kollarına atlayıp oğlanı öptüğünde o kadar dramdan sonra gözlerim büyüdü. Hani babamız geldiğinde televizyon da hep birden kötü sahneler çıkardı, tam onu yaşıyordum. "Tövbe tövbe." derken yanaklarımın kızardığını hissettim. Yanımda oturan adama kaçamak bakışlar attığını gördüm.

"Açlık kadar o da bir iç güdü, Günışığı." dedi. Gülmüyordu ama eğlendiğini biliyordum. " Kumandayı alıp filmden çıkarken herhangi bir film kanalını açtım ve ona döndüm.

"Önce hasret giderseydi keşke." dedim ona cevap vermem gerektiğini hissederek. Ekrandaki konusunu bile bilmediğim filme odaklanmaya çalıştım. O ise beni izliyordu. Biliyordum, gecenin baskısı vardı üzerimde çünkü.

"Hasret duyduğunda bazen ruhuna dokunmak istersin. Bazen gözlerine değmek yeterli gelir. Ama bazen seni öyle yakar ki nefesini içine çekince nefes alacakmışsın gibi gelir." Kızardığımı hissettim. Aklımda onun beni öperken ki hali canlandı. Zalimdi bilinçaltım.

"Çok tecrübelisin bu konuda sanırım." dedim. Bu cümleyi içimi anlamsız bir sıkıntı sardı. Sanki evet, başkasına hasret duydum derse hakkım olmasa da sinirlenecek gibiydim.

"Öğreniyorum." dedi.

Ona baktım. "Öğretiliyor." dedi sakin bir sesle. Dirseğini koltuğa dayamış yeni çıkmaya başlamış sakallarına ev sahipliği yapan çenesini sıvazladı. Sıkıntılı görünüyordu. Sanki gergindi. Gözleri beni izlerken kısılmıştı. Yüz hatları bu gerginlikle daha sert görünüyordu.

Gözlerimi ondan kaçırdım. Onunla bir daha yüzleşmeye cesaretim yoktu. Bu yüzden önümüzdeki konusunu bilmediğim filme odaklanmaya çalıştım. Saat gece yarısına yaklaşırken namaz kılmanın rahatlığı vardı üzerimde ama çok uykum gelmişti.

Yinede...gitmek istemiyordum.

Bunun filmle alakası yoktu. Konusunu bile anlamadığım gece yarısı çıkan vampir filmlerinden birisiydi. Sebebi içimde uzun zaman sonra oluşan sakinlikti. Huzurdu. İkimiz de konuşmuyorduk ama bu sessizlikte bile huzur vardı. Yine de uyumak üzereydim. Köşedeki yastığı alıp yan döndüm, bacaklarımı kendime çekerken yastığı koltuğun üst kısmına koydum ve kafamı yasladım. Gözlerim kendiliğinden kapanıyordu ama ben saçma bir inat üzereydim. Siraç eğer gitseydi çoktan köşeye kıvrılıp uyumuş olurdum.

Küçükken gece uyuyamadığımda televizyonu açıp sesini kısar ona bakarken uyuyakalırdım. Şimdi de o günlere gitmişim gibi hissediyordum kendimi.

Gözlerim tekrar kapanırken, açmak istemedim. Sonra onu hissettim. Eli belimi sardı. Diğer eli de yüzümü bulurken başımı göğsüne yasladı.

"Burası." dedi. Gözlerim birden açıldı. "Burası senin yerin."

Kalbi kulağımın içinde gümlüyordu resmen. "İtiraz etme, Günışığı." dedi. Ona doğru baktım. Başını eğdi ve başımın üstünü öptü.

"Uyu sadece." Kokusu burnuma dolarken iç çektim. Başımı eğdim ve gözlerimi kapattım. O an, çırpınacak gücüm yoktu. İstemedim de kendimi zorlasam da.

"Sanki itiraz etsem bırakacaksın." diye mırıldandım. Beni kendine doğru biraz daha çok çekti. Gerilmem gerekiyordu. Gerilmedim. Uykum kaçması gerekiyordu. Sıcaklığına sığındığımda yüreğim susmuştu. Uzun zaman sonra ilk defa onun kesik acısını hissetmedim. Uyku sersemliğime sığındım bende.

"Bırakmam." dedi. Bu ondan duyduğum son cümleydi.

Sabah namazına Nergis tarafından kaldırıldığımda koltukta yatıyordum. Üstümde ise bir örtü vardı. Kafamı kaldırdığımda onu yine takım elbiseyle gördüm. Bana baktı. Sonra baş ucuma değdi gözleri ve gitti.

Baş ucumda kırk kat açılmış pembe yaprakları olan bir çiçek vardı. Sonradan bu çiçeğin şakayık olduğunu öğrendim. Mitolojide güzelliği kıskanıldığı için çiçeğe dönüştürülen, şifa veren manasına gelen bir bitkiydi.

Siraç Vuslat'ın dilinde "şifa bulduğunu" söylemekteydi. Şeytanları belki de bir nebze susmuştu...

"Yüreğinin bir tarafı şiir, diğeri tarafı ölüm be adam. Sen nasıl bir çelişkisin." dedim kendi kendime. İç çekerek yukarı çıktım ve defterime sakladım çiçeğimi. Düşünmek istemedim, düşünürsem kalbim sanki olabilirmiş gibi daha da yumuşardı. Göğsünde, kalp atışının üstünde uyumuştum çünkü. Bu, onun kalbine en yakın olduğum andı.

O sabah, namazdan sonra uyuyamadım. Ders çalışmamı erkenden bitirip yuvaya gittim. Eylül de gelmişti. Birkaç eksik vardı oyun odasında, onları alacaktık. Biz yuvadan çıktığımızda Demir karşıladı bizi.

"Çirkin." dedi Eylül'e bakarak. "Niye erken çıktın şirketten?"

Eylül'ün kaşları çatıldı. "Beni mi takip ediyorsun sen?" dedi Eylül onu yuvanın kapısının önünde görünce. Yuvanın kapısının önünde siyah bir Bugatti La Voiture Noire olunca ben pek onlara odaklanamadım.

Bu bebek, kaç gündür haberlerin teknoloji kısmını süslüyordu. Ben haberleri ve kültür sanat köşelerini çok takip ederdim. Bu yüzden biliyordum. Fiyatı insan ömründen fazla milyondu resmen. Üstelik sadece bir tane üretilmişti. Dudağım uçuklayabilirdi.

"Sana da merhaba." dedim arabaya elimi uzatarak.

Demir bana baktı. Ne yaptığımı görünce, "Kocasına benzedi bu da." dedi kahkaha atarak.

Eylül de bana baktı. Arabanın fiyatını dudaklarımı oynatarak söyledim.

"Çüş Demir." dedi gözlerini büyütüp ona bakarken.

"Güt istersen." karşılığını aldı Demir'den.

"Anca keyfine harca paraları zaten." dedi Eylül kaşlarını çatarak. "İsraf, israf."

"Geçen gün bir çantaya 10 bin kıydığını ballandıra ballandıra bizim asistana anlatıyordun. Üstelik fiyatı gündeminde bile değildi. Yok deriymiş de." Eylül'ü taklit ederek elini beline koydu. Sesini de inceltmişti "Yok asla kir tutmazmış da. Yok yumuşacıkmış da. Onun uçabilmesi gerekiyor o fiyata karşın." dedi .

Eylül tek kaşını kaldırdı onun bu cümlelerine karşın. "Bunun da ışınlanması lazım o zaman." Demir sırıttı ve Eylül'ün gözleri hayranlıkla parıldadı.

"Işınlanıyor sayılır. Hem," Bana doğru döndü. "Kocanın işi. Adamları bir aydır bu bebeği alabilmek için çalışıyor." dedi. Kaşlarım çatıldı.

"Araba tutkunu filan mi?" dedim. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. "Hayır, her şeyin en iyisini elinde bulundurmak gibi bir takıntısı var. Hatta sırf bu yüzden yurt dışında sürekli görevli adamları vardır."

Kaşlarımı kaldırmakla yetindim sadece. "Rahatsız edici bir takıntı." dedim bizi bekleyen arabaya doğru ilerleyerek. Sonra ekledim: "Eylül sen geç, Demir'in yanına."

Araç hız arabası olduğu için tabi ki sadece iki koltuğu vardı. Hız arttıkça arabanın iç hacmi düşüyordu resmen.

"Bende geleyim seninle, Elif. Boğarım ben bunu." dedi Eylül.

Demir'in kaşları çatıldı. "Korkma kızım. Yemem seni. Ne bu kaçışlar filan?" Bu sebeple Eylül'ün üstüne yürüyebilecek gibiydi.

Teşvik ettim Eylül'ü bu yüzden. Sorun istemiyordum.

"Hadi Eylül." dedim sakin bir sesle.

Demir'e baktı. "Kendi ruh sağlığımı korumak için. Çileden çıkartıyorsun beni." dedi söylene söylene arabaya giderken.

İlk önce büyük bir markete uğradık almamız gereken bazı malzemeler vardı. Eylül'le reyonları ayrı ayrı dolaşırken Nergis bizi uzaktan izliyordu. Demir ise marketin önünde bekleme koltuklarında oturmayı tercih etmişti.

Yol boyunca didiştikleri için neredeyse kaza yapacak olması yüzünden ikisi de gergindi. Eylül söverek arabadan inmişti. Ateşle barut gibilerdi resmen.

Aslında dilleri yanlış söylemeyi bırakıp kalpleri konuşsa aşklarını haykıracaklardı ama ikisi de inat ediyordu. Yine de kimsenin aralarına girmesi uygun değildi işte. Onların kendileri adım atması gerekiyordu. Bunları düşünüp bir yandan da market arabasını ihtiyaçlarla doldururken, hamur işi reyonuna yöneldim. Canım tatlı bir şeyler çekmişti. Belki yeni çıkan çikolatalı poğaçalara denk gelirim diye umuyordum.

Bu niyetle market arabamın yönünü değiştirdiğimde diğer tarafı sadece duvarla kaplı bir reyonun yolundan geçiyordum. Tam bu sırada karşıma birden Murat komiser çıktı. "Sonunda." derken irkildim ilk o olduğunu anlamadığım için. Sonra o olduğunu anlayınca tedbirli bir şekilde durdum.

"Murat komiserim. Ne işiniz var burada?" derken nezaketen gülümseme isteğimi bastırdım. Yerin kulağı, Siraç 'ın her yerde gözleri vardı çünkü. Bir sinir krizine daha tahammül edemezdim. Gülmeme takılmıştı malum.

"Zamanım yok, Elif. Koruman şuan önündeki çıkartılan kavga yüzünden sana ulaşamaz. Seninle konuşabilmek için sonunda bir fırsat edebildim." dedi.

Onun ne demeye çalıştığını anlamak için gözlerim kısıldı. "Yani?" dedim. Bir adım daha attı bana. Kahverengi gözleri parlıyordu heyecanla. "Bana gerçekleri söyle, Elif. Zorla tutuluyorsun, değil mi? Annen yardım edeceğimi söyleyince reddetmedi ama bir şey de söylemedi. Bir itirafa ihtiyacım var. Seni almak için bütün emniyet seferber oluruz. Sadece bana gerçekleri söyle."

O karşımda hevesle duruyorken, çabasını takdir edebildim sadece ama ben bu işe bir kere bulaşmıştım. Kendimi öncelik yaparak bencilce hareket edemezdim. "Yapacağım bir itiraf yok, komiserim. Araştırmasını gerektiren herhangi bir şey de yok. Zorla tutulmuyorum. Mutluluğuma şahit olmuşken bu ısrarınızı da anlamıyorum. Siz, her seferinde bu ön yargıyla karşıma çıkıyorsunuz. " Murat komiser sözlerimle bozguna uğrarken onun iyi niyetini suiistimal ettiğim için kendime kızdım.

"Elif." dedi ellerini öne uzatarak. "Korkma. Sen masumsun, temizsin ne olursa olsun. Asıl o adamın yanında kalmaya devam edersen kirlenirsin." derken ima ettiği şeyle kızardım. Siraç' ın bana zorla sahip olma ihtimalinden bahsediyordu, Murat komiser. Siraç, hiçbir zaman öyle bir adam olmamıştı. Bunun için istemsizce öfkelendim.

"Yok öyle bir şey." dedim sert bir sesle. "Hem olsa da öyle bir şey yüzünden kirli olan ben olmam. Kirlilik zihindedir." dedim öfkem yükselirken.

Murat komiser yanlış yönden beni yakalamaya çalıştığını anlayarak geri çekildi. Onunda sesi yükselirken, "Anneni de mi düşünmüyorsun? Kadını senden uzaklaştırmış, Elif. Mutsuz Bahar hanım." dedi bu sefer.

Beni vurduğu yer, benim en hassas noktamdı. Gözlerim dolarken, "Sizi ilgilendirmiyor, Murat komiser. Eğer babam yüzünden vicdan azabı çekiyorsanız çekmeyin. Herkesin bir sınırı vardır." dedim.

"Benim olsun istemezdim." dedi kısık bir sesle.

Demek istediğini tam olarak anlamamıştım. "Efendim?" dediğim sırada reyona ait koridorun sonunda önce Eylül, sonra Demir göründü.

Demir bize yaklaşırken, "Kusura bakma yenge, Siraç bunu yapmazsam beni eşek sudan gelinceye kadar döver." dedi ve süratle yanımdan geçtikten sonraMurat Komiserin suratına bir yumruk geçirdi. Şaşkınlıkla elim ağzıma giderken, Eylül yanıma geldi.

Nergis'te arkamda yer aldığında, "Başıma bela saldı şu herif. Patron beni çiğ çiğ köpeklere yedirecek. "Nefes nefeseydi ve Murat komisere bakarken öfkeyle soluyordu.

"İzin vermem." dedim onun elini tutarak. Bana minnetle gülümsedi.

Bu sırada Murat komiser öfkeyle bağırdı. "Ne yapıyorsun lan?"

Demir sırıttı ona. "Hayırdır komiser? Sahte kavga, tuzaklar. Elif'i köşeye sıkıştırmalar falan. Nerden geliyor bu cesaret sana. Yürek mi yedin?"

Murat komiser burnunu elinin tersiyle sildi. "Gerçekleri eninde sonunda öğreneceğim. Şimdi seni de içeri tıktırırdım." dediğinde Demir, "Yaparsın kesin." deyip dalga geçer gibi kafasını salladı.

"Ama elimde kanıt olması lazım. Ve ben onu bulacağım." Sonra bana baktı. Koridor da yardımcısı Eren göründüğünde iç çektim. Murat komiser cebinden çıkardığı peçeteyi burnuna bastı ve, "Bu burada bitmedi." dedi. D

emir sırıttı. "Zavallı. Siraç 'ın bu plandan haberi olmadığını zannediyordu. Vah vah!" dedi. Avcuna diğer elinin üst kısmını vurarak hayıflanıyordu bu sırada.

Ne demek istediğini anlamamıştım. Demir'e döndüm. "Anlamadım? Biliyor muydu yani?" dedim.

"Fırsat kovaladığını ve yuvada çalıştığını biliyordu. İzin verdi." dedi sadece. Nergis bile şok olmuştu.

"Vay anasını. Nerdeyse kim vurduya gidecektim. Yırttım valla."dedi sırıtarak.

Ben ise dişlerimi öfkeyle birbirine bastırdım. "Beni denemek için miydi yani?" derken öfke bir yanar dağındaki lavlar gibi gittikçe yukarı doğru çıkıyordu.

"Hayır, onun çabasının boşuna olduğunu göstermek içindi. Kendisi yetişebilseydi, bu zevki o tatmak istiyordu hatta dün bu yüzden şirketten erken çıktı. "Ve yanıma gelmişti. Şimdi oturuyordu her şey.

"Ama bana nasip oldu." Dudaklarımı ısırdım ve kollarımı göğsümde kovuşturdum.

"O adam suçsuz." dedim öfkeyle. Demir ciddileşti. "Sınırları ihlal eden herkes suçludur, Elif. O adam sürekli Siraç 'ın işlerine burnunu sokuyor ve bende gördüm. Siraç haklı. Sana karşı bakışları hiç hoş değil. Üstelik sen evlisin." dedi.

Oturup resmen bu konu hakkında konuşmuşlardı.Birde ittifak kurmuşlardı resmen "İflah olmazsınız siz." dedim bu yüzden.

Demir tekrar sırıttı. Ela gözleri neşeyle parıldadı. "Olmayız, yenge."

İşimizi hallettikten sonra ani bir kararla Nergis'e şirkete gitmek istediğimi söyledim. İçime oturmuştu üzerime yapılan baskı. Beni bu baskıyı maruz bırakan yine Siraç 'tı. Bu yüzden ona hesap sormak istiyordum. Nergis patronuna haber verip, onay aldığında somurtarak yolu izledim.

Biz şirketin önüne geldiğimizde hala inşaat devam ediyordu. Bizden önce önümüze bir makam aracı durduğunda Siraç ile aynı anda arabadan indik.

Gri takım elbisesinin ceketini ilikledikten sonra direkt bizim aracın olduğu tarafa döndü. Yüzümün öfkeli olduğunu görünce tek kaşını yetirmekle yetindi.

"Sen!" diyerek öfkeyle söze girdiğimde telefonun sesi sözümü böldü. Elini cebine atarken, "Bu telefon bu aralar hiç olmadık zamanlar da çalıyor. " dedi lacivert gözlerini gözlerimden ayırmayarak. Her zamanki sert halindeydi ama keyifli olduğunu hissedebiliyordu. Bir zafer daha kazanmıştı çünkü. İmasıyla da kızartmıştı beni.

Telefonu açtı ve eli elimi buldu. "Efendim ihtiyar."

Elimi çekmeye çalıştığında izin vermedi. "Bırak." dedim yine sessiz bir şekilde. O ise beni kızdıracağını bilerek avuç içimi öptü. Gülümsedi ve çarpıntı başlangıcı yaşadım.

Tam o sırada bir camın ışığı gözüme çarptı. Sanki güneşle yansıtılıp gözüme vuruyor gibi duruyordu." Ne demek hoparlörü açayım? " dedi Siraç gergin bir sesle. Işığın nerden geldiğine bakmadan önce ona döndüm.

Telefonu eline aldı ve hoparlörü açtı. Levent beyin sesi aramızda yankılanırken ışığın kaynağını buldum. Diğer kulenin üstünde bir siluet vardı. Gözlerimi kıstım anlamak için. Dikkatli bakınca siyahlar içindeki adamın elindeki dürbünlü olduğunu tahmin ettiğim uzantıyı fark ettim. Birisi bir yansıtıcıyla bana haber veriyordu resmen.

"Sen bana da güvenme Vuslat. Benim önceliğim sensin." dedi Levent bey. Sonrası içgüdüseldi. Siraç 'ın önüne geçerken açlıktan, susuzluktan daha mühim bir güdü olduğunu biliyordum. Kurşunun bedenime çarptığını idrak ettiğimde gökyüzü ayağımın altından kaydı.

Siraç 'ın kollarındayken bu güdünün adı tamamlanmaktı. Onun gözlerine ilk defa uğrayan endişenin adıydı. Kalbin yarısı olmadan din de yarımdı insan da... Kulaklarım uğuldadı. Çınlamanın arasında Levent beyin tebriki yankılandı. "Aferin ışık. Aferin...

Yeni bölüm bir iki gün gecikebilir ama fena bir patlama noktası geliyor. Fena fennaa😍😍😎

Hadi Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla fedailerim.😍🌸

Continue Reading

You'll Also Like

1M 30.7K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
421K 7.6K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
221K 10K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
606K 77.8K 27
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...