Murmuration | taegimin

By bitterthesweet

2.6K 178 364

[Türkçe Çeviri] Park Jimin, Seul metropolündeki en hareketli polis departmanında çaylak bir dedektifti. Kend... More

Giriş
1 - Starling
2 - Seagull
3 - Wren
4 - Ravens
5 - Hawk
7 - Vulture

6 - Phoenix

275 16 19
By bitterthesweet

*******

"Sadece benim," dedi tekrar. "Artık durabilirsin."

Bazı insanlar mucizelere inanırdı. Yoongi onları hiç anlamazdı. Oysa şimdi burada dikilmiş, elindeki binlerce olasılıktan birinin gerçekleşmesini umuyordu.

*******

Çvr/Notu: Herkese merhaba! Uzun bir aradan sonra attığım için ve hikayemiz karışık bir kurgu içerdiği için, %100 keyif almak istiyorsanız bölüme geçmeden önce en baştan okumanızı tavsiye ederim. Hikayenin fragmanı da var artık, henüz izlemediyseniz giriş bölümünden izleyebilirsiniz. Uzuun ve aklınızdaki soruların çoğunu cevaplayacak bir bölüm bu. Hepinize iyi okumalar!

Yzr/Notu: Bu bölümde şiddet, korku ve cinsellik içeren sahneler vardır.

*******

BÖLÜM 6: PHOENIX (ANKA)

Yoongi küçükken bir keresinde, puslu bir ikindi vaktinde, evinden biraz uzaktaki bir tepeye tırmanmıştı. Yaklaşan yağmur bulutlarıyla güneş bir araya geldiğinde ortaya çıkan garip ruhani hava ile birlikte, her yer bulanık yeşil renginde gözüküyordu. Yoongi tırmanırken ağaçlar yağmur damlalarının ağırlığıyla eğilmişti. Uzaktan yaklaşan yağmuru görebiliyordu, kocaman gri bir kütle tembelce tepeye doğru süzülüyordu. Hava kapalı ve boğucuydu, ama ağaçların arasındayken dünya hala yeşildi ve kendine düzgün bir korunak bulmaya koşacak zamanı yoktu.

Yağmur nihayet bastırdığında çimenleri yere yatırmış, Yoongi'yi titreterek uğuldamıştı. O zamandan beri öyle bir fırtına görmemişti. Şimdi, burada, şehirlerdeki fırtınalar hiç bu kadar çarpmazdı. Uzun binaların, betonun ve camın arasından yontulmuş ve yumuşamış olurdu.

Şehirdeki fırtınalar parmağınıza kıymık batması gibi yumuşak batardı. Asla suratınıza tekme atmazdı.

Bunun aksine.

Yoongi Hayalet'in peşinden dışarı koşarken, deponun dışındaki hava çoktan karanlık enerjiyle çatırdamaya başlamıştı. Seokjin de onu takip etti, tam arkasına gelince saniyelik olarak duraksadı, sonra karşısındakini vurmakla tehdit ederken genizinden bağırdı.

Yoongi onun ateş etmeyeceğini biliyordu.

Şimşek çakmasıyla gök ikiye yarıldı ve yağmur ani bir patlamayla gökten boşalmaya başladı. Yoongi bakışlarını kukuletalı figürde tuttu. Bakışlarını orada tutmaya, ayaklarını hareket ettirmeye, zihnini de hiçbir şey düşünmemeye zorladı.

Seokjin vahşice bir tarafa doğru ateş etti, değmeyeceğine emin olacağı kadar uzaktan. Hayalet bunun üzerine yönünü değiştirdi. Yoongi Jin'in ne yaptığını anladığında dişlerini gıcırdattı. Jin tekrar ateş etti, bu sefer öbür tarafa, aniden ve uzağa. Sonra bir kere daha. Ellinci ateş edişinde, oyunu kazandılar.

Hayalet'i kapana sıkıştırdılar.

Yoongi durdu, derin nefesler alıp birkaç adım ötede dikildi. Yağmur Hayalet'in etrafından bükülerek teğet geçiyordu. Parmakları elektrikle çatırdıyordu. Elektrik topu avucunun içinde büyüdü, büyüdü, yoğun ve sıcak bir topa dönüştü. Yoongi onun tek fırlatışla burayı talan edebileceğini biliyordu, yakından bakmasına gerek yoktu. Durduğu yerde bir krater oluştu, etrafına güçlü bir ısı yayıyordu. Yoongi'nin arkasındaki depoyu elinin tek hamlesiyle ıslak bir pirinç kağıdı gibi bükebilirdi, ya da Seokjin'i kömür parçalarına ayırabilirdi. Hepsi göz açıp kapayıncaya kadar olup biterdi.

"Dur," dedi Yoongi, ileri bir adım atarak. Ayağını bastığı zeminin etrafındaki elektrik alandan dolayı irkildi.

Etrafı mor bir renk sarmıştı, gölgeleri, yağmuru, Hayalet'in ellerindeki çatırdayan enerjiyi.

"Lütfen sadece dur."

Işıklar seyreldi, hafifçe geri çekildi, ama hala eğer isterse Yoongi'yi kağıttan bir kukla gibi ezebilecek kadar güçlüydü. Üstlerindeki gök gürüldedi. Yoongi fırtınanın gürültüsünü damarlarından yankılanmasıyla duyabiliyordu.

Öne ilerledi, ağzı kuru, vücudu titreyerek. Tek elini vahşi bir hayvana yaklaşıyormuşçasına öne kaldırdı. Seokjin arkalardan ilerlememesi için uyarıcı bir ses çıkardı. Oysa Hayalet'in avucundan çıkan cızırtıların arasında duyulmamıştı bile.

"Benim," dedi Yoongi, ve şimdi onu görebilecek kadar yaklaşmıştı, göz yaşları tenine değer değmez sıcakla buharlaşıyordu. Hayalet'in bakışları kocamandı, kan çanağına dönmüş yuvarlaklar suratına göre fazla büyük kalıyordu. Nostalji filmlerdeki gibi sönük bir ışıkla parıldamaya başlamıştı.

Yoongi kendini ona dokunabileceği kadar yaklaşmış halde buldu. Etrafındaki güç ağının ve yanık şeker kokan havanın farkındaydı elbette. Sıcak onu sarmalıyor, genzini yakıyor, tenine diken diken batıyordu. Nefes almak bile güçleşmişti, ve paniklemeye başlıyordu, ama durmadı.

Durabileceğini düşünmedi, her ne olursa olsun.

"Sadece benim," dedi tekrar. "Artık durabilirsin."

Bazı insanlar mucizelere inanırdı. Yoongi onları hiç anlamazdı. Oysa şimdi burada dikilmiş, elindeki binlerce olasılıktan birinin gerçekleşmesini umuyordu.

Şaşırtıcı bir şekilde, dilediği gerçekleşti. Şimşek topu söndü. Yağmur yavaşladı. Aniden önündeki kişi tehlikeli bir suçlu değildi artık –sadece küçük, kafası öne eğik, gözleri sımsıkı kapalı bir figürdü.

"Yoongi," dedi Seokjin, uyarıcı bir tonla.

Yoongi umursamadı. Bu Taehyung, diye düşündü, ve Taehyung ona zarar veremezdi. Ona zarar vermezdi. Hiçbir şey mantıklı değildi –ne çakan şimşekler, ne onun Hayalet olması, ne de gerçekten hayatta, yaşıyor olması. Buradaki hiçbir şeyi aklı almıyordu, ama Yoongi Taehyung'un ona zarar vermeyeceğinden emindi.

Yanılıyordu.

Bir adım ilerlediğinde Taehyung yavaşça ve yabanice gülümsedi, gözlerinde ışıklar titreşti. Sırıttığında dişleri ortaya çıktı, ve bir an sonra yumruğu ağır bir güçle patladı. Yoongi kendini kenara atarken çatırdayan enerji topu saçına değerek dibinden geçti.

"Sikeyim!—" Seokjin bağırdı, ve sonra sıcak şimşek topu üzerine gelince kenara çekildi.

Yoongi nefesini çekti, yerdeki akımdan dolayı elleri acıyordu, başı dönüyordu. Dünya ışık fraktalları ve karanlık gökyüzü parçalarıyla karmaşık bir şekle bürünmüştü. Kaldırımdaki beton parçaları çığlığa benzer sesler çıkararek kopmaya ve ölümcül dikenler halinde yerden yükselmeye başladı. Taehyung'un arkasından depo duvarlarının bükülüp üstüne meteor düşmüş gibi yerle bir olduğu gözüküyordu.

Seokjin silahını kaldırdı ve aynı saniye içinde silah elinden uçup havaya fırlatıldı.

Yoongi'nin kanı kulaklarında kükrüyordu. Küçük şimşek parçaları ellerinden tırmanmaya başladığında geriye doğru emekledi, acıyla gözlerini sımsıkı kapattı, dudaklarını ısırıp kanattı.

Hiç—hiç—hiç anlamıyordu.

Şimşekler. Elementler. Telekinezi.

Bu imkansızdı. Kimse bu kadar gücü bir arada bulundurmamalıydı, sanki cebinden minik kartlar çıkarıyormuş gibi her seferinde farklı bir gücü ortaya çıkıyordu. Kimsenin böyle bir cephanesi olmamalıydı. Her bir yeteneği bir öncekinden daha güçlüydü.

Anlayamıyordu.

Jin bir şeyler bağırıyordu. Bir isimdi sanki, ya da bir yakarış. Söylemesi zordu. Yoongi beynindeki cızırtılardan dolayı düşünemiyordu. Adım sesleri mi, diye düşündü, kendine doğru yaklaşıyor gibiydi. Ama Jin karşısındaydı, ve Taehyung da tam gözlerinin önünde.

O kişi gerçekten Taehyung muydu? Yoongi onu tanıyor muydu? Onun tanıdığı Taehyung bunların hiçbirini yapmazdı çünkü.

Peki aslında, Taehyung'u ne kadar tanıyordu? Eyrie'deki Taehyung'u tanımıyordu, Jin'in kardeşi Taehyung'u tanımıyordu, üniversitedeki sevgilisi Taehyung'u da tanımıyordu. Kim bilir daha bilmediği kaç Taehyung versiyonu vardı? Hayalet olan Taehyung, katil olan, tüm bu davanın altındaki kişi belki de—Yoongi bu Taehyung'ların hiçbirini bilmiyordu.

Sadece ışıkların şekiller çizmesini ve dünyanın bükülmesini izledi. Kulağını dış seslere kapattı, bacaklarını karnına çekti, ve tüm gürültünün arasında yere bükülüp bekledi.

Bağırma sesleri duyduğunu düşündü. Birilerinin yerden yükselen dikenleri kırdığını gördüğünü düşündü.

İnsanlar.

Başka insanlar gelmişti.

Birisi kolundan tutup çekiştirdi. "Hadi, hyung."

Bu o oğlandı. Jimin'in oğlan—şu Seagull. Suratı bir şekilde tanıdıktı, ve Yoongi anında onun kim olduğunu çıkarmıştı, oysa bu ilk görüşüydü. Ama zaten artık garip gelmeyen bir şey var mıydı?

"Tae," diye geveledi Yoongi, şokunun arasından. "N-nerede—"

"Onu yakaladık," dedi Jungkook. "İyi olacak. Yakaladık."

Yoongi boynunu kaldırıp neler olduğuna bakmaya çalıştı ama sonra Seokjin önüne eğilip görüş alanını kapladı.

"Sen iyi misin?"

"Evet."

Seokjin, Jungkook'u görünce gözlerini kırpıştırdı. "Seni tanıyorum."

"Evet," dedi Jungkook yorgunca. "Tabii ki tanıyorsun."

Yoongi ayağa kalkıp onları itekleyerek geçti. Arkalarındaki deponun duvarları tehlikeli bir biçimde öne eğilmişti, bir grup olağanüstü kuvveti onları zihin gücüyle yerinde tutuyordu. Birkaç kişi daha vardı, Yoongi onların da olağanüstü olduğunu anlamıştı ve hepsi bir çemberin etrafında duruyordu. Yanmamış, bükülmemiş, sağlam kalan tek asfalt parçasının etrafında.

Taehyung da tam ortalarında dikiliyordu.

Yoongi öne atıldı. Jungkook onu durdurmaya çalıştı, ama Yoongi savuşturdu. Seokjin de omuzlarını tuttuğunda, Yoongi sinirlendi.

"Sikeyim-bırakın beni. Gitmem lazım. Onu görmeliyim—"

"Hyung, bekle—"

Yoongi etrafında hızlıca dönüp ikisini de şaşırtarak tutuşlarından kurtuldu. Jungkook tekrar öne uzanıp yakalamaya çalıştığında Jungkook'u geriye itekledi, ileri atıldı, ve Jungkook'un adamlarının oluşturduğu küçük kalabalığın ortasına atladı.

Ne bulmayı beklediğini bilmiyordu. Taehyung, yine kanlar içinde, inliyor ve büzülüyor ve ölüyorken. Ya da belki Taehyung, bir hayvan gibi kafese tıkılmış, acı çekiyorken. Her olası senaryo bir öncekinden daha kötüydü.

Fakat Taehyung'u sakin, sessiz, yavaşça göz kırparken ve yerde otururken bulmayı beklemiyordu. Kafası omuzlarının arasına düşmüştü ve parmaklarının ucunda sönmüş parıltıların kalıntıları vardı. Onu tutan adam bileklerinden çekti, ve yavaşça—çok dikkatlice, Olağanüstüler için özel olan kelepçeleri taktı.

"Bu..." dedi Yoongi, yerine mıhlanmış, gözlerini Taehyung'dan çekemez bir halde.

Namjoon kafasını kaldırdı, "Hey, hyung." dedi, bir eli Taehyung'un omuzlarında koruma olarak dururken. Diğer elini de arkasına çekti. "Her şey düzelecek."

***

Seam'in dışındaki şehre dönmediler.

Daha da içeri gittiler, Yoongi'nin daha önce hiç gitmediği kadar derine, aynı şekilde Seokjin'in de. Yoongi kendi arabasını kullanarak önlerinden giden Jungkook ve Seokjin'in arabasını yağmurdan ıslanmış puslu sokaklarda takip etti. Jungkook gidecekleri yer her neresiyse güvenli olduğunu söylemişti, Yoongi bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Kim için güvenliydi, onlar için mi? Artık güvenliydi çünkü Taehyung yanlarındaydı ve sakinleştirmişlerdi?

Mümkün olduğunca dikiz aynasından arka koltuğa bakmamaya çalıştı –Namjoon'un Taehyung'u sıkıca tutuşunu görmek istemedi. Taehyung'un bileklerini süsleyen Olağanüstü kelepçelerine bakmamaya çalıştı. Taehyung'un bakışları ise boş bir biçimde pencereden Yoongi'ye çevrildi, ve sonra yine pencereye döndü. Dingin ve uykulu gözüküyordu, her seferinde yavaşça göz kırpıyor, bir yandan da hareketsiz duramayan çocuklar gibi kelepçenin kenarlarıyla oynuyordu.

"H dediği kişi sendin, değil mi?"

Namjoon tereddüt etti, kaşlarını çattı, Taehyung'a doğru yavaşça dudaklarını büzdü. "O şey—evet, şeylerden biri. İsimlerimizden."

"Ne oluyor buna?" diye sordu Yoongi Taehyung'u kastederek, ve kulağa fazla kaba geldiğini fark etti. Çirkince. Ama umurunda değildi. Seokjin'in arabasının arkasından bir dönüş yaptı, ve sonra tekrar baktı, Taehyung Namjoon'un omzuna bayık bir şekilde yaslanmıştı.

Namjoon'un bakışları dikiz aynasından Yoongi ile kesişti. "Taehyung şu anda tam olarak burada değil."

"O ne demek?"

"Şu anda ona rüya gördürtüyorum. Arabanı havaya uçurup yakmasın ya da bizi parçalara ayırmasın falan diye."

"Rüya gördürtüyorsun."

"Yapabildiğim bir yetenek," dedi Namjoon. "Birkaç yetenekten biri."

Yoongi'nin karnına soğuk bir ağırlık indi. "Tanıdığım herkes siktiğimin olağanüstüsüne mi dönüştü şimdi?!"

Namjoon iç geçirdi ve yorgunca gülümsedi. "Böyle tepki vermenden korkuyordum."

"Bir zahmet? Bana yalan söylemişsin. Sikeyim seni, Namjoon-ah."

"Hyung," Namjoon araya girdi. "geçerli sebeplerim vardı."

Yoongi onun sebeplerini duymak istemiyordu. Çok gizli bir istihbarat ajanından aldığı emirler varsa bile, bilmek istemiyordu. Onun da belki Taehyung gibi Eyrie'den çıkmış olması ihtimalini düşünmek istemiyordu. Yoongi berbat ve kırık hissediyordu, içinden bir şeyleri parçalamak geliyordu. Kalbi hâlâ korku doluydu, ve Taehyung'a bakmayı kesemiyordu. Ya ortadan kaybolursa? Ya şimdi, bir anda arabadan uçup gitse ve geriye sadece kelepçeler kalsa? Yoongi neredeyse bunun olmasını bekliyordu. Taehyung'u tekrar kaybetmeyi, bir şekilde buharlaşmasını.

Ve Jimin. Yoongi arabaya bindiğinden beri onun cep telefonunu arıyordu. Sürekli çaldırıyordu ama bir türlü ulaşılamıyordu. Şu anda ne yapması gerekiyordu, Taehyung'u burada bırakıp Jimin'e koşması mı? Muhtemelen öyle yapmalıyım, diye düşündü. Öyle yapacağım. Çünkü artık kimseye güvenemiyordu, ve Taehyung'un güvenilir olduğuna emin değildi, en azından bazı sorularına cevap alana kadar.

"Neden bizi öldürmeye çalıştı?"

Namjoon derin bir nefes aldı. "Jimin'in onu bıçaklamasıyla aynı sebepten."

"Birisi zihninde yani." dedi Yoongi. "Nasıl çıkaracağız peki?"

"Henüz bilmiyorum."

"O sikik kafalı nerede?"

"Onu da bilmiyorum."

Yoongi dişlerini gıcırdattı. Şu anki öfkesinin gücüyle dişlerini kırabilirdi. Kendini sakin ve aklı başında tutmak için çaba sarf ederek sordu, "Nereye gidiyoruz?"

"Güvenli alana."

"Güvenli alanın var..."

Namjoon'un surat ifadesi belirsizdi. "Benim değil."

"Kimin o zaman?"

Namjoon sadece omuz silkti.

Yoongi başka bir dönemeçten döndü. Sol tarafında bir park vardı, ve bir kadın salıncakta oturuyordu. Çocuğu birkaç adım ötesinde yerdeydi, maymun şeklinde oyuncakların üstünde zıplıyordu. Bu manzara o anlık kendisine gerçek dışı geldi, sonra arka koltuğunda kocaman bir gizem yumağı ve telepatik bir olağanüstü oturduğunu fark etti.

"Gerçekten tüm o insanları öldürmüş mü?"

Namjoon iç çekti. "Bir önemi var mı?"

"Bilmiyorum."

Gerçekten bilmiyordu. Taehyung'un iç organları jöleye çevirip kemikleri toza çevirdiğini hayal etmek çok zordu. Hayalet halk destanlarındaki vahşi, acımasız, korkutucu yaratıklar gibiydi. Kurbanlarının gözlerini çıkarıp topluyordu ve şiddeti ölçüsüzdü. Böyle bir şeyin suratı Yoongi'nin eski aşkı olmamalıydı. O elleri tutmuş, dudakları öpmüştü ve aklındaki güzel Taehyung ile o yaratığı bağdaştıramıyordu.

Ama Namjoon'un sorusu aklına takılmıştı: bir önemi var mıydı?

Eğer Namjoon'un kontrolü birazcık bile kaysa, Taehyung ikisini de korkunç bir şekilde öldürebilirdi. Namjoon'un tutuşunun ve kelepçelerinin altında Taehyung bilinçsiz, sebepsizce öldürmeye programlanmış biriydi. Bakışlarının hedefi yoktu ve kafası boynunun etrafında sallanıyordu. Eskiden olduğu kişiyi sadece hafifçe andırıyordu.

Yoongi korkmalı ya da iğrenmeli ya da nefret dolmalıydı.

Oysa sadece rahatlamıştı.

Taehyung buradaydı, sıcak ve hayattaydı, dokunabileceği kadar yakınındaydı.

Yoongi'nin tüm istediği de buydu zaten. Yıllardır, tek istediği buydu.

"Joon-ah," dedi boğuk bir sesle, "Onun hayatta olduğunu biliyor muydun?"

Yoongi Namjoon'un zorlukla kafasını iki yana sallayışını görebiliyordu. "Hayır—birkaç güne kadar, hayır bilmiyordum hyung. Ve sonra onun böyle olabileceğini düşündüm ama bu bilgiyle ne yapmam gerektiğini bilemedim," dedi. "Eğer önceden bilseydim asla senin iki sene boyunca acı çekmene izin vermezdim. Ben böyle bir şey yapmam. Biliyorsun, değil mi?"

Yoongi burnundan güldü. "Görünüşe bakılırsa hiçbir şey bildiğim yok. O ucubik bir olağanüstü, ve sen de onun telepatik en yakın arkadaşısın. Kimin aklına gelirdi."

Namjoon surat yaptı. "Sana hiçbir şey anlatamam. Önce güvenli alana varmalıyız."

Tabii ki anlatamazdı. Yoongi iç geçirdi. "Bizi depoda nasıl buldun?"

Namjoon bir dakikalık sessiz kaldı. Yoongi onun yanıtlamayacağını düşündü, muhtemelen yine anlatamayacağı bir şeydi. Karanlık bir köprünün üstünden geçtikleri sırada kafasını yavaşça salladı, altlarından geçen nehir balkıyordu, etraftaki ışıklar o kadar az ve pusluydu ki evler ve ağaçlar canavarlara benziyordu.

Arkasına döndüğünde Namjoon'un yumuşak bir ifadeyle Taehyung'a baktığını gördü.

"Çünkü," dedi Namjoon, o kadar sessiz dedi ki sanki kelimeler de gecenin karanlığında puslanmıştı, "Hayalet yalnız çalışmıyor hyung."

Yoongi buna tam odaklanmıştı ki o sırada Seokjin'in önlerindeki arabası durdu. Fazla garip durmayan bir binanın dışına park etmişlerdi –binalar dip dibe, çarpık, sıvaları soyulmuş ve yabani otları uzamış bir haldeydi. Yıllardır kimse buralara uğramamış gibi duruyordu. Bahçe kapısında asma kilit vardı, ama bir dakikalık uğraşın ardından Jungkook kilidi açtı. Yoongi içten yine huzursuz hissetmeye başladı ve sonra ilerleyip kapıyı açmaya yardım etti. Gözünün ucuyla Seokjin'in Namjoon ve Taehyung için bir kestirme patika açtığını görürken Namjoon'un Hayalet yalnız çalışmıyor derken neyi kastetmiş olabileceğini düşündü. Sonra muhtemelen bunun cevabını bilmek istemediğini fark etti.

"Jimin hyung nerede?" diye sordu Jungkook, onlar kapıyla uğraşırken. "Nerede olduğunu söylersen ben onu gidip alabilirim."

"Gerek yok, kendim giderim."

Jungkook gözlerini devirdi. "Aptal olma. Benim de arkadaşım, biliyorsun."

"Aynı zamanda da olağanüstü mafyan var."

Jungkook iç geçirdi. "Bir kez buraya girdikten sonra çıkıp oraya dönmen muhtemelen güvenli olmayacak."

"Nedenmiş?"

Jungkook çitlerden uzaklaşıp şakaklarını ovdu. "Öğreneceğin şeyler yüzünden."

Yoongi ona sanki bir göt parçasıymış gibi baktı. "Halbuki sen güvendesin çünkü..?"

Jungkook sırıttı. "Çünkü dediğin gibi, benim olağanüstü mafyam var."

Başka bir araç yanlarına park etti. Yoongi daha fazla şaşırabilecek kapasitesi olduğunu sanmıyordu, ama Kwon ve Hoseok'un aynı arabadan çıktığını gördüğünde yanıldığını anladı. İkisi de çuvalımsı hantal çantalar taşıyordu. Kadın Yoongi'yi gördüğünde hafifçe omuz silkti. Hoseok da peşinden geldi, bayık gözüküyordu.

"Tanıdığım herkes toplanacak mı şimdi buraya?" Yoongi seslendi. "Birazdan babam falan da gelecek herhalde?"

Namjoon dikildiği yerden, Yoongi'nin arabasının hemen önünden hafifçe suratını buruşturdu. Ama tabii ki—ona Kwon'u tavsiye eden kişiydi Namjoon. Muhtemelen Jimin'e de o tavsiye etmişti. Bu düğüm daha ne kadar büyüyecekti?

"Naber, Hoseok-ah. Sen de mi sirk gösterisini izlemeye geldin?"

Hoseok soluk ve aklı karışmış gözüktü. Jungkook Yoongi'nin yanından burnundan güldü. "Sadece şu kapıyı açmama yardım et, hyung."

Kapıyı açmaları için birkaç kez denemeleri gerekti. Eve giden yolun etrafını bakımsız bitkiler kaplamıştı, ve Jungkook anahtarıyla dış kapıyı açarken kapı menteşelerinden seslice gıcırdadı. Yoongi bunun nasıl bir güvenli alan olduğunu anlamıyordu. Güvenli evlerin kalkanlı duvarları olmaz mıydı? Kurşun geçirmez camları, sığınak tarzı demirleri? Böyle bir yer kimi neyden koruyabilirdi ki?

İçine girdiklerinde de, hava rutubet kokuyordu ve bazı camlar kırıktı. Jungkook toz yutunca öksürdü. Namjoon yürürken burnunu kırıştırdı ve Hoseok sadece dümdüz bakmaya devam etti. Kwon'un dudakları ince bir çizgi halinde gerilmişti. Seokjin ise suratında emanet duran haşin bir ifade takınmıştı, kolu Taehyung'un belindeydi.

Taehyung sadece kafası gidik duruyordu, gözleri kocaman açıktı. Yoongi onun boş suratına baktı. Onu böyle görmek çok garipti. Onu görmek başlı başına garipti.

"Hadi," Namjoon mırıldandı, bir kapının önünde durunca. "Bodruma."

Bodrum biraz daha iyiydi. Genişti -buranın müstakil bir ev olduğunu düşününce fazla genişti- ve temizdi. Bir kanepe, havalandırma, ve bir sürü bilgisayar vardı. Jungkook merdivenin son basamağından inerken ekranların ışığı yandı.

Yoongi tereddütle, aşağı indi.

"Evin her yeri güvenli," dedi Jungkook. "Ama yine de hassas şeyleri burada tutsak daha iyi olur."

Yoongi kaşlarını çattı. "Hassas şeyler ne?"

Kimse, görünüşe bakılırsa, bir şey anlatmak istemiyordu. Yoongi telefonundan Jimin'i aramayı tekrar denedi. Karnında soğuk bir sancı tekrar başlamıştı, ve aklı Jimin'i bıraktığı yere gidiyor, telaşlı hissediyordu. Yarısı buradan ayrılmayıp sessizce kanepede Seokjin'in kucağında yatan Taehyung'la kalmak istiyordu. Diğer yarısı ise Jimin'e koşmak, ve bu kadar geç kaldığı için özür dilemek istiyordu. Her şey yolunda mıydı? Yoongi keşke daha çok itiraz etseydi, Jimin'i yanında getirmek için gerekirse kavga etseydi.

Namjoon genzini temizledi. "Yuri?"

Kwon kafasını salladı ve kanepenin kenarına yaslandığı yerden doğruldu, Yoongi'ye baktı. "Yoongi-ssi," dedi. "Bir keresinde bana kendi zihnime güvenemiyorum demiştin, hatırlıyor musun?"

Yoongi hatırlıyordu. Dava tekrar açılmadan, Jimin gelmeden önceydi. Rüyasında Taehyung'u gördüğü zamanlardı –parti rüyaları. Kadına delireceğini sandığını söylediğini hatırlıyordu. Her gece gördüğü rüyaların nasıl gittikçe daha da gerçekçi hissettirdiğini.

"Benim sana ne dediğimi hatırlıyor musun?"

"Delirmezsen iyi olur, demiştin."

Kwon kafasını salladı. "Sebebini anlıyor musun?"

Yoongi odaya yavaşça göz gezdirdi. Seokjin ve Hoseok kendisi kadar bihaber duruyordu –surat ifadelerinden belliydi. Namjoon acılı gözüküyordu. Jungkook dikkatle dinliyordu ama Yoongi onun da pek bilgisi olmadığını anlayabiliyordu. Yoongi ürperdi ve aklına geleni söyledi. "O—Taehyung, anılarımla oynadı. Değil mi?"

"Ne kadarını unutturduğunu biliyor musun?"

"Parça parça bir yıl. Jimin'in kaybı daha çok."

Kwon kafasını salladı. "Aşağı yukarı dokuz ay. Daha öncesine ait seçici hafıza kayıpların da oldu, sence onlar hangi zamana ait?"

Yoongi terapistini tereddütle cevapladı. "Taehyung'la ilk tanıştığım zaman mı?" dedi, ve Kwon onayladı. "Peki ya zihin kalkanı? Onu kafama sen mi koydun?"

Namjoon kaşlarını çattı. "Zihin kalkanı ne?"

"Jimin'in kafasındaki, biri anılarına ulaşmaya çalışınca her seferinde tetiklenen şey."

"Panik rutini."

Yoongi hıh'ladı. "Ah, adı o muymuş? Panik rutini."

Namjoon gözlerini sımsıkı kapattı ve kafasını hafifçe salladı, sanki şu an burada olup bunu konuşmak yerine her şeyi tercih edebilirmiş gibi. "Sen nasıl—panik rutinini nereden öğrendin?"

"Sizin Dark Web hackerlarınız söyledi. Jimin de şu an orada. Kırmaya çalışıyor."

Namjoon kocaman baktı. "N-ne yapıyor? Kırmaya mı çalışıyor?"

Yoongi suratını buruşturdu. "Elbette. Sana da beyninde sikik bir virüs var deseler, kurtulmak istemez miydin?"

"Jungkookie," dedi Namjoon, sessizce. "Git getir onu. Hippeis'in bodrum katında. Yerini biliyorsun?"

Jungkook kafasını salladı ve derhal uçtu. Kwon Yoongi'ye döndü, surat ifadesi Yoongi'nin her zaman alışık olduğu sabit steril ifadeydi. "Panik rutinini kafana Namjoon yerleştirdi, evet." dedi Kwon. "Ama sen de kabul ettiğin için, Yoongi-ssi."

Kafana bunu koymalarının tek yolu senin kabul etmen, Yoongi hatırladı. Tüm oyunlara kendi rızasıyla dahil olduğunu bilmek ne garipti.

"Neden?"

"Çünkü birisi var—güçlü biri—bizi avlamayı bekleyen." Namjoon yanıtladı. Bakışları Taehyung'a kaydı, hâlâ içi geçmiş bir şekilde duruyordu, ve sonra Hoseok'a. "Ve silahları da bizim zihinlerimiz."

Hoseok kesik bir nefes aldı. "Demek istediğin...bana olan şey gibi."

"Sana, Tae'ye, Jungkook'a..." dedi Namjoon. Yoongi'ye baktı. "Ve..."

"Bana?"

Namjoon hızlıca kafasını salladı. "Jimin'e de, tabii. Ama-"

"Ne zaman?" Yoongi itiraz etti. "Hatırlamıyorum."

"Ben de hatırlamadım, hyung." Hoseok mırıldandı. "Sadece elimde metal bir çubukla bir anda uyanmıştım."

Yoongi düşündü. Ne zaman? Merak etti. Ne zaman birisi zihnini ele geçirmişti? Hatırlamaya çalıştı ama yapamadı. Açıklayamadığı belirsiz bir durum yoktu. Kendini bilmediği bir yerde de bulmamıştı. Bilinçsizce yatağından kalkıp yürümemiş ya da elinde kanlı metal bir çubukla uyanmamıştı. Hiç farkında değildi.

"Açıklayacağız." dedi Namjoon. "Şu anda hiçbirimize güvenmek istemediğini biliyorum, ama-ama her şey için geçerli bir sebebimiz var. Eğer hatırlayabilseydin, bilirdin, hyung."

"Hatırlamak istiyorum o zaman."

Namjoon ve Kwon bakıştı. "Evet," dedi Kwon. "Sadece önce birkaç önlem almalıyız."

"Önlem."

Yanıt olarak, Kwon sol bacağının pantolonunu sıyırdı. Bacağında Taehyung'unkine benzer mavimsi gri yaralar vardı.

Namjoon'unki iki bileğindeydi.

"Seagull'ün çete sembolü aslında bir iz değil," dedi Namjoon. "Bir saklama mekanizması. Bir-bir kalkan, diyelim. Anlatmadan önce hepinizin güvende olduğuna emin olmalıyız. Jin hyung, Yoongi hyung, Hoseok-ah –kendilerinizinkini yapmalısınız. Bu kalkanlar olmadan güvende değiliz."

"Neyden güvende değiliz?" Seokjin sordu, kanepeden hiç kıpırdamamıştı, gözlerini Taehyung'dan çekmemişti. Yoongi onun da aynı korkuları hissedip hissetmediğini merak etti.

"Kardeşinin kafasındaki şeytan," dedi Namjoon, acıyla. "Kendine Scarab diyor."

"Ve kim o sikik herif?"

"Soru soracak vaktiniz olur," dedi Kwon keskince. "Önce önlem alın."

***

Kwon ve Hoseok üst kata çıktılar, ve Namjoon da yardıma gitti. Yoongi Taehyung'dan uzaklaşmamaları gerektiğini söyledi ama Namjoon odanın duvarlarını gösterdi. Duvarlarda olağanüstülerin güçlerini sınırlayan şeyler var. Kelepçeleri de takılı. Bir sorun çıkmayacaktır.

Zaten Taehyung sorun çıkarmayacak gibi gözüküyordu. Birkaç dakikalığına uykuya daldı, ve sonra aniden uyandı, hafifçe irkilerek. Sarkmış yanakları ve kararmış gözleriyle yorgun gözüküyordu, tenindeki solgunluk yakışmıyordu. Yoongi hatırlayabildiği kadarıyla onu hiç siyah saçlı görmemişti, ve saçı hiç ensesine kadar uzun değildi. Hasta gözüküyor, diye düşündü Yoongi—rakun bakışları ve incecik bilekleriyle.

Boğazındaki yara şimdiye kadar tabii ki iyileşmiş, geriye sadece hafif pembe bir çizgi kalmıştı. Artık küllü değildi, ve Yoongi bunun anlamını bilmiyordu. Birisi yarasını açıp, Taehyung'un kalkanını mı çıkarmıştı?

Seokjin parmaklarını hafifçe Taehyung'un kahküllerinde gezdirdi. "Bu çok...garip. Onu burada görebilmek."

Yoongi kafasını salladı. Kendi de hâlâ inanamıyordu. Oturduğu yerden, kanepedeki ikilinin önünden, Yoongi uzanıp hafifçe onun yanağına dokundu. Parmak ucunu tenine daha değdirdiği an Taehyung tekrar irkilip uyandı.

"Hey," dedi Yoongi, şaşkın, panik bakışlarla. "Güvendesin. Bizimlesin."

Taehyung ayağa kalkmaya yeltendi, suratında korku dolu bir bakış vardı. Ama Seokjin onu etrafından sarmalamış, bileklerini kendi avuçlarına hapsetmişti. Taehyung'un parmak uçlarından işe yaramayan parıltılar uçuştu. Bedeni yaprak gibi titriyordu, nefesi de hırlayarak çıkıyordu. Yoongi ve Seokjin gergince bakıştı.

"Sadece şoka girdi," Seokjin mırıldandı. "Öyle olmalı."

Yoongi tereddütle tek elini kaldırdı, ve sonra Taehyung'un saçlarından geçirdi. Eskiden bunu yapmak onu daha iyi hissettirirdi, kötü geçen geceler sonucunda Yoongi'nin arabasının arka koltuğunda ya da apartmanında kalırken. Neyse ki, şimdi de işe yaramış gözüküyordu. Titremeyi kesti ve kollarının arasından Yoongi'ye baktı, kafası karışmış bir surat ifadesi vardı.

"Benim, bu da Jin hyung." Yoongi açıkladı. "Bizi –bizi hatırlıyorsun, değil mi, Taehyung-ah?"

Bir anlık sessizlik. Sonra Taehyung'un kaşları çatıldı, ve kafasını salladı.

Yoongi nefes verdi. "Tamam. Tamam, bu...iyi, iyi gidiyorsun."

Bir süre boyunca öyle, sessizce oturdular. Yoongi zihnini bir türlü toparlayamıyordu, Seokjin ne demesi gerektiğini bilmiyormuş gibiydi ve Taehyung da ikisinin karışımı bir yerdeydi. Yoongi'nin soracak sorusu kalmadığından falan değildi. Hâlâ yüzlerce vardı. Neden hafızalarımızı sildin, mesela. Ya da, neden Ace'e gittin. Ya da, korktun mu. Ve daha bir sürü vardı. Neden tüm özel güçler sende var? O insanları sen mi öldürdün? Enstitü'de, laboratuvarlarda ne yapıyordun? Daha bir gün önce, Yoongi'nin en büyük dileği Taehyung'un karşısına oturup tüm bu soruların cevabını alabilmekti. Şimdi, Taehyung karşısındaydı işte, ama dili varmıyordu.

"Su." Yaklaşık beş dakika sonra Taehyung zorlukla konuştu.

Seokjin Yoongi'ye baktı. "Ben getiririm."

Yoongi bekledi. Seokjin gittiğinde, merdivenlerin üstündeki kapı arkasından kapandığında, Taehyung genzinden garip sesler çıkardı.

"Ne?" diye sordu Yoongi.

Taehyung gözünün içine baktı. "N-ne. Kk-kadar...?"

"Ah. İki yıl. Hatta neredeyse üç yıl oldu."

Taehyung sessiz küçük bir oh çıkardı. Çok üzgün gözüküyordu. Parıltılar bileklerini bilezik gibi sarmıştı. Yoongi yine de bileklerini tuttu. "Sorun yok," dedi. "Artık yanımızdasın."

"Hatırlamıyorum."

"Evet, ben de bazı şeyleri hatırlamıyorum, Tae."

Bunun üzerine, Taehyung ona şimdiye kadarkinden daha dikkatlice baktı. Yoongi onun ne kadarını hatırlayıp hatırlamadığını sormasını bekledi. Bütün bu oyunların arasında, hangi döngüde olduklarını. Ama sonra, Taehyung'un tek sorduğu şey, "J-Jimin?"

Yeterliydi.

Yoongi Taehyung'un ağzından onun adını duymanın ne kadar garip olacağını düşünmemişti. Kayıp hatıralarını, unutulmuş ilişkilerini düşündü. Boğazına bir şey battı. "O—Jungkook onu almaya gitti."

Taehyung kafasını salladı. Sonra ağladı, ama Seam'de Yoongi ile buluştukları zamanki gibi değil. Sadece gözleri doldu ve birkaç damla yanağından aktı. Yüzünü hemen koltuğa gömdü.

Yoongi yerden kalkıp onun yanına oturdu. Taehyung her zaman yaptığı gibi ona yaslanmadı. "Özür dilerim." diye mırıldandı, ve Yoongi tüm yaptıklarına rağmen vücudunda şu oğlandan nefret eden tek bir atom bulunmamasına sinir oldu. Muhtemelen aptalcaydı. Yoongi muhtemelen kocaman aptalın, gerizekalının tekiydi. Ve insanları satranç taşları gibi oynatan bu tatlı oğlan yüzünden ateşle oynuyordu.

"Neden özür diliyorsun?" diye sordu.

Taehyung kesik bir nefes verip hıçkırdı, tek eliyle Yoongi'nin gömleğine tutundu. Gözlerini kırpıştırdı. Daha çok ağladı.

"Her şey yüzünden," dedi. "Her şey yüzünden."

***

Her hatıra Jimin'in etrafında bükülüp katlanmaya başladı.

İlk başta nasıl hissettiğini açıklaması zordu –çünkü bu da sadece diğer halüsinasyonlar gibiydi. Dünyayı bir pencereden görüyor, sonra bir hatıra gelip yerleşiyor, ve bir anda her şey değişiyordu. Sen değişiyordun. Ama aynı zamanda eski boşlukları doldurarak yarattığın yeni anılar sana kim olduğunu hatırlatıyordu, ve bir ikilem ortaya çıkıyordu.

Eski sen, ve yeni sen.

Hepsi bir anda suratına çarpmıyordu. Jimin dolanıyormuş gibiydi, binlerce kapılı devasa bir evde yalnız başına, ve her kapı yeni bir an'a açılıyordu. Ya da eski. Kayıp hatıralarını bulmak, eski hatıralar mı oluyordu yeni mi?

İlk önce parti anını gördü, tabii ki.

Taehyung şapşal beresini takmış. Yoongi onun arkasından homurdanıp buraya geldiği için içinden Taehyung'a küfrediyor.

Taehyung, "Erkek arkadaşımla tanış. Utangaçtır." diyor.

2013'ün başları.

Asan'dalar.

2013

Dışarıda konuşmak için partiden ayrılmışlar ve Taehyung Jimin'e bir anda bir sürü şey söylemişti –hip hop dinlemeyi sevdiğini, alkolden hoşlanmadığını, yaklaşık altı aydır Yoongi ile çıktıklarını. Yoongi'yle de ortak bir arkadaş sayesinde tanışmışlardı—"Adı Kim Namjoon—o da bizim okulda!"—ve aynı şehirde doğmuşlardı. Görünüşe bakılırsa başka pek ortak özellikleri yoktu çünkü Jimin hiç onlar kadar uyumsuz bir çift görmemişti.

Partinin sıcak iç mekanından sonra dışarısı soğuktu. Jimin kalın ceketinin içinde titremişti. Taehyung, sadece kot pantolonu ve kırmızı kazağı olmasına rağmen, soğuktan pek etkilenmiş durmuyordu. Yoongi sinir olmuş duruyordu, bir yanı Taehyung'a yapışmıştı, telefonuna bakıp Jimin'i tamamen görmezden gelirken kaşları hafifçe çatıktı.

Ortamda Taehyung varken pek sessizlik olmazdı. Taehyung her zaman rahat konuşur, Jimin'in cevaplayabileceği sorular sorardı. Konuşmalarını titizce ortak ilgi alanlarından başlatarak ilerletir ve böylece Jimin'in kafasını karıştırmazdı. Jimin'in bir parçası bu durumdan çok memnundu çünkü şimdiye kadar hep inek öğrenci olup asosyal takılmıştı; Taehyung ise sosyal yetenekleriyle onu rahatlatıp muhabbete çekebilen bir profesyonel gibiydi. Ama Jimin'in diğer parçası ise biraz...işkillenmişti.

Neden Taehyung onunla ilgileniyordu?

"Jungkook'u nereden tanıyorsun?" diye sormuştu Jimin, bu soruyu daha fazla içinde bekletemediği bir anda. Yoongi de merakla kafasını kaldırmıştı. "Jungkook'un nerede olduğunu biliyor musun?"

Taehyung sadece sırıtmıştı. "Uzakta değil. İstersen sana bazı şeyler anlatabilirim, ama karşılıklı. Bir anlaşma yapmak ister misin, Jimin-ssi?"

Yoongi sinir olmuş bir ses çıkarmıştı. "Belki de iş görüşmesine başlamadan önce onu biraz daha tanımalısın, Taehyung-ah."

Taehyung sadece Jimin'e bakmaya devam etmiş ve umursamamıştı. "Ama tanıyorum zaten, hyung." dedi hevesle. "Daha şimdi tanıştık ya."

Jimin Yoongi'nin göz devirişinden bunun onlar için sıradan olduğunu anlayabiliyordu.

Taehyung sıcak birisiydi. Kibardı, sevimliydi, ikisini de bir araya getirmişti –tek eli Jimin'in dirseğinde, diğer Yoongi'de- ve şehirde dolaştırmak için arabaya sürüklüyordu. Biraz gevşemeye vakit bulan her üniversitelinin yaptığı bir şeydi bu. Serin rüzgar Jimin'in suratına çarpsa da, Taehyung laf yapmayı kesmemişti. Yoongi sadece susmuş ve arabaya bindiklerinde sürmüştü. Jimin için aynı zamanda bunlar biraz moral bozucuydu çünkü Taehyung onu yanlarına çekmeye çalışıyordu. Bir karşılık için, bir isteği olduğu için.

Taehyung aynı zamanda onunla animeler hakkında konuşmuştu.

Jimin onu dikkatle gözlemlemiş ama kaçak bir nokta bulamamıştı. O sadece böyle biri. Gürültülü, neşeli ve sıcak.

Yoongi ve Jimin birbirlerine güvensizdiler—Yoongi Taehyung'u çekip durmuş, sürekli eve dönmeleri gerektiğini söylemişti. Taehyung dondurma yemek için ısrar ettiğinde acı çeker bir haldeydi. Jimin konuşurken bir sürü sormuş, Taehyung çoğunu yanıtlamamıştı, ama yanıtladıklarının hepsinde dürüsttü. Jimin onun yalan söylemediğini çabuk fark etmişti.

Bu konuşkan oğlanın Jungkook'u tanıyor olması garipti. Onunla görüşmüş ve konuşmuştu, Jimin'in şimdiye kadar tanıdığı Jungkook için ilk arkadaştı. İşte bu yüzden Jimin kendini zorlamış, rahat hissetmeye başlamıştı.

"Ben de dondurma yemek istiyorum." demişti ve Yoongi ona pis bir bakış atmıştı. Taehyung sırıtmıştı. Ve sonra dondurmacının donuk masasına oturduklarında, Taehyung demişti, Biraz araştırmandan bahsetsene, Jimin-ssi.

Jimin'in araştırması.

(Bunu hatırlayınca Jimin'in kafasındaki büyük bir boşluk kapanmış oldu. Çünkü şimdi düşününce Jimin dans okuluna gitmesinin sadece göstermelik yaptığı bir şey olduğunu anlıyordu. Sadece ebeveynlerinin üstünü örtmek için bir şeydi. Çünkü eğer onların sevmediği bir şey yaparsa, Seul'e gelip oğullarıyla ilgilenmezlerdi. Ve eğer Seul'e gelmezlerse, oğullarının aslında ne yaptığını öğrenemezlerdi.

Araştırması.

O yalan kendini inandırması için düzenlenmişti. Şimdi düşününce Jimin dans okulunda geçen zamanlarının bulanık olduğunu fark ediyordu. Hatırladığı tek stüdyo, karanlık ve küçük bir yerdi, ve...ve Taemin'le orada mı tanışmıştı? Gel, benim kafemde ders çalışabilirsin. Ve sonra üniversitedeyken, arkadaşlarını da çağır, sana indirim yaparım.

Eğer Taemin'e şimdi sorsa, o da böyle mi hatırlayacaktı? Acaba ah, sen benim dans okuluma mı geldin? diyebilecek miydi? Yoksa bunca yıldan sonra aslında nasıl tanıştığımızı unuttum mu diyecekti?)

"O araştırmayı kestim," demişti Jimin Taehyung'a. "Zaten çok boğucu bir konu."

Taehyung kafasını öbür tarafa yatırdı. "Hmm. Seni ölümü araştırmaya çeken şey ne oldu, Jimin-ssi?"

Jungkook çekmişti. Jungkook ve kedisi, Jungkook ve kelebekler, ve Jungkook'un kendisinin ortadan kaybolması. Jimin oyun parkında geçirdikleri o son günü hiç unutmamıştı. Arkadaşının suratındaki bakışı. O yüzden devamını bilmek istemişti. Ölümü öğrenmek. Jungkook'un ölüleri diriltme yeteneğini araştırmak.

"Bilmiyorum," diye yalan söyledi Jimin. "Sonunda hepimiz öleceğiz diye, sanırım."

"Senin ilgini çeken şey tam olarak ölüm değil aslında," Taehyung ısrar edip düzeltti. Kelimelerinde çok hafif ama meraklıydı, ve Jimin sinir olmaya başlamıştı. Oğlan bilmemesi gereken şeyler söylüyordu. Gizli, gizli şeyleri söylüyordu ve aşırı rahattı. Sanki bütün bunları umursamıyormuş gibi. Sanki kafasındaki planı için bunun Jimin'in bir sırrı olması önemli değilmiş gibi. "Yarı ölüm. Sen yarı ölümü anlamak istiyorsun, arafta kalan o bariyeri, gittikten sonra kişinin geri dönebileceği noktayı. Değil mi?"

Jimin bunları daha önce kimseyle paylaşmamıştı. "Bunları nasıl biliyorsun?"

Taehyung gülümsedi. "Kaynaklarım var," dedi. "Sen bir dâhisin. Ve ilgi alanlarımız ortak olduğu için ortak insanlarla muhatap oluyoruz."

Taehyung'un teklifi, Jimin'e Jungkook hakkında güncel haberler vermek karşılığında yarı ölüm araştırması hakkında bir şeyler anlatmasını içeriyordu. Jimin için o an bu yeterince zararsız bir teklif olarak gözüktü –Jimin ona bildiği şeyleri öğretebilirdi ve karşılığında uzun zamandır merak ettiği gizemi öğrenmiş olurdu. Şimdi ise bu anı tekrar izlerken Jimin Taehyung'un ne kadar manipülatif olduğunu fark ediyordu. Sanki Jimin'in bu teklifi fazla irdelemeden kabul edecek kadar meraklı biri olduğunu biliyormuş gibi.

O parti gecesinden hemen ertesi gün, anlaşmayı uygulamaya koydular.

Taehyung onunla adli laboratuvarlardan birinde buluştu. Gece geç bir vakitti, ve Jimin daha önce hiç bu kanatta bulunmamıştı. Ortamdaki formaldehit kokusunu alınca, buz gibi soğuk metal masalara dokununca irkildi, ama kucağında bir sürü kitap ve leptopla duran Taehyung evinde gibi rahat gözüküyordu.

"Senin ismini hiçbir yoklama listesinde bulamadım," Jimin ithamda bulundu, laboratuvarda yürürken. Önceki gece Kim Taehyung adını biraz araştırmış ama hiçbir şey bulamamıştı. Min Yoongi vardı, bir üst sınıf, polislik programındaydı. Ama Taehyung hiçbir resmi kayıtta gözükmüyordu. "Kimsin sen?"

"Merak etme kaydım var, dedektif bey." dedi Taehyung. Kürsünün üstünde oturuyordu, kalın gözlükleri burnunun üstündeydi ve suratı kitaplara gömülmüştü. "Burada yaşıyorum, o yüzden buraya gelmek zorundayım."

"Seni kampüste daha önce hiç görmedim," dedi Jimin. "Baktığım hiçbir ders programında da gözükmüyorsun."

Taehyung göz kırptı. "Eh. Yeterince iyi bakamamışsın o zaman." Dönüp çantasını karıştırdı ve küçük bir kamera çıkardı. "Görüşmelerimizi kayıt altına alsam senin için bir sorun olur mu?"

"Neden kaydedeceksin?"

Taehyung omuz silkti. "Sadece dönüp bazı anlara tekrar bakabilmeyi seviyorum. Not almak yeterli gelmiyor."

Jimin elindeki kitaplardan ve bulundukları ortamdan ve Taehyung'un genel sorularından onun bir biyoloji öğrencisi olduğunu anlayabiliyordu. Bir çeşit biyoloji öğrencisi yani. Bir yıldan fazla süredir ölüm, yarı ölüm, komalar hakkında okuyabildiği her şeyi okumasına rağmen Jimin'in hâlâ anlamadığı bazı şeylerden –beyin fonksiyonları ve delta dalgaları gibi- bahsedebiliyordu Taehyung. O zaman Taehyung spesifik bir şeyler öğrenmek istiyordu.

Spesifik, garip, karanlık bir şeyler.

Bir insanı nasıl ölümün eşiğine götürüp geri getirebileceğini. Tam ölüm anından önce yayılan beyin dalgalarının desenlerini nasıl modifiye edebileceğini. Tam öldükten sonra oluşan iskemik hasarları nasıl tersine çevirebileceğini.

"Pekala, vücut sıcaklığını ani bir şekilde düşürürek olabilir...ama bütün bunlar hipotez, tabii ki." dedi Jimin, ilk buluşmalarının sonuna geldiklerinde. "Değil mi?"

Taehyung kafasını salladı. "Tabii ki, Jimin-ssi."

Sonraki buluşmalarında, Taehyung ona yavaş-dalga uykusunu ve duyuların kapanmasını sordu. Yüksek dozda alındığında, bazı şamanların 'derin diyar' olarak adlandırdıkları alternatif bir rüya durumuna geçiren Talon'u da sordu. Derin diyara geçen şamanlar astral uykuları, inanılmaz zeka kapasiteleri, bazı özel güçleri ile biliniyorlardı.

"—Pek tavsiye edilmiyor, aslında." dedi Jimin. "Talon bitkisi...olağanüstülerde bir şekilde işe yarıyor ama normal insanlarda yüksek dozda ölümcül oluyor. Bu konuda sana verebileceğim bir çalışma var."

"Talon olğanüstülüğü kamufle edebilir," dedi Taehyung. "Zihin saldırılarını da önleyebilir. Eğer ben zihin gücü olan bir olağanüstü olsaydım, beni ağır bir şekilde zayıflatırdı. Açıkça bu olağanüstülük durumu ve insan biyolojisini birbirine bağlıyor, ve tam da bu noktayı kurcalamak ilginç kombinasyonlar çıkarabilir. Kurcalamak istiyorum."

Jimin ona merakla baktı. Taehyung notlarının üzerine eğildi, bir şeyler yazdı, yanaklarını komikçe şişirdi. İlk bakışta o kadar da ciddi gözükmüyor diye düşündü Jimin. O kadar akıllı da gözükmüyor. Ama Jimin'in bilinç ile alakalı söylediği her bir biyokimyasal ilişkiyi not alıyordu.

İlginçti. Taehyung ilginç bir insandı. Hiçbir resmi listede adı geçmeyen ama üniversitedeki her kapı ve gişeden geçebilen ilginç bir insandı. Olağanüstülük ve biyolojik modifikasyonlar konusuna kafayı takmış ilginç bir insandı.

"Taehyung-ssi," dedi Jimin, üçüncü buluşmalarının yarısında. "Bu bilgilerle tam olarak ne yapacaksın?"

Taehyung genişçe sırıttı, hilal şeklindeki gözleri ve otuz iki dişiyle. "Sadece...sınavlar için şimdiden kopya hazırlıyorum desem?"

Jimin burnundan güldü. "Lütfen daha az bariz bir yalan söyle."

Taehyung elini kalbine koydu, gözlerini kocaman açıp incinmiş gibi yaptı. "Sana hiç yalan söyler miyim, Jimin-ssi?"

Söylerdi. Taehyung bal gibi yalan söylerdi ve hatta bu onun temel özelliklerinden biriydi, Jimin fark etti.

Üçüncü buluşmalarından da beyni uyuşmuş bir halde ayrıldı. Taehyung'un sorularını düşünüp durmamalıydı, umursamamalıydı, ama kendini engelleyemiyordu. Konu merak ettiği şeyler olunca kendini durduramıyordu ve Taehyung çok fazla soru soruyordu. Taehyung'un Jimin'den bazı beklentileri vardı –bilgi vermesi, kendinden emin olması, hipotezlerini kanıtlaması gibi- ve Jimin bunları ona vermek istediğini hissediyordu.

Bu şekilde kendini zamanla geceleri uyanık kalırken buldu, sabahları olan fiziksel antrenmanının dışında, Taehyung'un ağzından çıkan her detayı düşünmeye başladı. Konuyla kendi kendine de ilgilenmeye başladı. Bir sonraki buluşmalarında sunmak için Taehyung'a notlar aldı.

Bir gece kütüphanede Yoongi onu bulmuştu. Jimin'in yanına gelip sormuştu, "Neden ona yardım ediyorsun?"

Jimin kalemini yere düşürdü. Aynı saniye içinde almak için hemen eğildi, ve Yoongi anında onun önündeki notları karıştırdı. "Sodyum kanalı geçişleri. Beta blokları. Bunlar ne?"

Jimin gözlerini devirdi. "Erkek arkadaşına sor."

"O delinin teki."

"Eğlenceli biri."

"Ona olanak vermeyi kes."

Jimin yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Yönlendirilmeyi sevmem, Yoongi-ssi."

Yoongi inledi. Saat gece vaktiydi, üstünde okul üniforması yerine geniş bol bir kapüşonlu vardı. Başına bir beysbol şapkası takmıştı ve saçları dağınıktı. "Cidden, neden ona yardım ediyorsun, Park Jimin?"

Jimin omuz silkti. "Merak ediyorum. Her neyse, zaten bütün bunları varsayım olarak konuştuğumuzu söyledi."

"Varsayım olarak." Yoongi hıh'ladı. "Asıl amacı ne biliyor musun? Neden bütün bunları araştırıyor?"

Jimin'in Yoongi ile ilgili önizlenimleri şöyleydi; küçük, sevimli hatlar, esnek bir vücut. Oysa şimdi, Taehyung yanlarında yokken, Yoongi garip bir şekilde endamlı ve korkutucu duruyordu. Sanki Jimin'e burnunun üstünden bakıp gördüğü manzaradan hiç hoşlanmıyormuş gibi. Jimin bu kibirli tavıra kendi saçını başını çekiştirmek istiyordu, aptalca bir tepki olsa da, ama şimdi nasıl cevap vermeliydi?

Yoongi sertçe baktı. "Taehyung olağanüstülüğün nasıl yapılabileceğini öğrenmek istiyor."

Jimin tek kaşını kaldırdı. "Yapılabileceğini? Kimse kimseyi olağanüstü yapamaz. Onlar öyle doğuyorlar."

"Taehyung öyle düşünmüyor işte," dedi Yoongi, acı bir tonla. "Bir şekilde yapılabileceklerini düşünüyor. Ve eğer bu güç sonradan kazanılabiliyorsa, bir şekilde geri de alınabilir."

Jimin daha önce kimsenin olağanüstülüğü tedavi etmeye yeltendiğini duymamıştı. Silaha çevirme, baskılama, askeriyeye alma-bütün bunların olağanüstü nüfusu için hükumetin puslu uygulamaları olduğunu biliyordu. Ama güçlerini almak. Tamamen silmek. Nasıl mümkün olabilirdi?

"Ve sen de onun bu teorinin peşinden gitmesini istemiyorsun."

Yoongi iç çekti. "Bu bir hayal. Dünya adaletsiz yaratılmış. Bir gecede herkesin eşit olmasını ümit edemezsin."

Jimin gülümseme isteğini bastırdı. Tabii ki Yoongi, erkek arkadaşının olağanüstülükle ilgili teorisini sosyolojik yöne uyarlayan tip olmalıydı. Yoongi böyle durumlarda hemen sosyal ve hukuksal yönleri düşünen kişilerdendi. Eğer olağanüstülük kaldırılabilse, yok edilebilse, o zaman halk güç anlamında daha eşit olacaktı. Suçlar azalacaktı. Seam bölgesi ortadan kalkacaktı.

"Ya sana bunun bir hayal olmadığını söylersem?" dedi Jimin. "Ya bunun teorik olarak yapılabileceğini söylesem? Denememize izin verecek misin?"

Yoongi kalakaldı. "Ne?"

Jimin güldü. "Şaka yapıyorum Yoongi-ssi."

"Onun tüm bu...ne bileyim, ölüm ve bitki teorilerinin mantıklı olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Bilim adı altında çok daha garip deneyler de yapıldı," dedi Jimin. "Bilmiyorum. Belki gerçekten yapılabilirliği vardır. Taehyung yeterince akıllı."

"...Ve sen de."

"Ve ben de." Jimin mırıldandı, ve notlarına geri döndü. Garip bir şekilde, bir anda her şey mantıklı gelmeye başlamıştı. Taehyung'un bütün bunları öğrenme amacı. Jimin'in onun için araştırdığı şeyler. Beta engelleyiciler, voltaj kapıları, beyindeki elektrik sinyalleri- bütün bu yarı ölüm konuları. Bir şekilde, Taehyung hepsinin altında Talon'un yattığını düşünüyordu. Olağanüstülüğü etkileyen, bilinen tek biyolojik bitki.

Peki Jimin olağanüstülüğü kaldırmak ister miydi? Neden olmasın? Eğer gücü alınabilse, Jungkook tekrar ailesiyle yaşamaya dönebilirdi. Onun gibi çocuklar askeriye tarafından ilkokuldan yaka paça sürüklenip kayıplara karışmazdı. Yoongi'nin dediği gibi, güç ve suç dengesizlikleri kalkardı. Bu ilginçti, bütün bilmece, ve Jimin kendini bunun asil bir amaç olduğuna inandırabilirdi. Halbuki, Taehyung manipülasyon demişti, ki bu elemekten fazlası anlamına gelirdi.

Tam tersi şekilde de kullanılabilir olurdu.

Yoongi'nin söylediği gibi, olağanüstüleri yaratmanın yolunu da bulmuş olurlardı.

"Taehyung belki bir yol bulmuş olabilir," dedi Jimin. Yoongi hâlâ ona şüpheyle bakıyordu, ama bu sefer suratında hafif bir merak da vardı. Gizlenmiş bir ilgi. "Talon nereden aklına geldi, ya da uyduruyor mu bilmiyorum. Ama gerçekten çözümün tam üstüne basmış olabilir."

Yoongi kafasını salladı. Başka konuşmadı, çantasının fermuarıyla bir süre oynadı ve sonra kapüşonunu kapatıp gitmek için döndü. Ama sonra birkaç adım ileride, düşünceli bir halde durdu. "İzin verirdim," dedi, bir anda. "Eğer bunun sadece bir hayal olmadığını söyleseydin, deney yapmamıza izin verirdim."

Bu şaşırtıcıydı. Jimin Yoongi'nin durmasını beklemiyordu. Taehyung'un kaosunu dengeleyen karşıt bir vicdan görevini görerek hep bu fikre muhalefet olacağını tahmin etmişti, ama anlaşılan onun da içinde başka bir şeyler vardı.

Jimin gülümsedi. "Güzel." dedi. "Ona yardım etmemi istiyor musun? Eğer istersen, bana onun kim olduğunu anlat."

***

"Eğer onu buradan çıkarırsan seninle çalışırım."

Sonraki buluşmalarıydı. Bu sefer başka bir yerde buluşmuşlardı, kullanılmayan bir binanın çatı katında. Tozlu bir yerdi, şimdilik depo olarak kullanılıyordu, her taraf cam ve yapı malzemeleriyle doluydu. Taehyung küçük bir alanı temizleyip bir masa ve sandalye çekmişti, ama her zaman yaptığı gibi masanın üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu. Arkasında formüllerle kaplı beyaz bir tahta duruyordu. Birisi Jimin'den tahmin istese, bitkisel hap yapımı mekanizmalarını araştırıyor olduğunu tahmin ederdi.

"Kimi nereden çıkarayım?"

"Bırak bu tavrı. Yoongi'nin bana anlattığını sana söylediğini biliyorum."

Taehyung gülümsedi. "Belki de sana anlatmasını ben söylemişimdir."

Zehir gibi bir aklı vardı –utanmaz bir çılgındı, hep gülümsüyordu, aşırı güzeldi. Ne yaptığını her zaman bilirdi. Jimin'in bahsettiği konuyu anlamıştı ama blöf yapıyordu, Jimin bir anlık inanacak olduysa da vazgeçip sadece öyle gözükmeye karar verdi.

"Evet, senin söylemiş olabileceğini tahmin ettim. Ajan."

"Henüz ajan olmadım."

"Bebek ajan." Jimin mırıldandı, sandalyeye kendini atarken. "Çaylak ajan. Her ne isen. Eyrie'nin ajanlarından biri olacaksın. Bu yüzden mi her şeyi biliyorsun?"

"Her şeyi bilmiyorum," dedi Taehyung. "Sadece biyoloji. Sevdiğim alan bu. Sen Enstitü'yle ilgili ne kadar şey biliyorsun?"

"Ah, pek değil. Sadece çok gizli, puslu, ve olağanüstü çocukları kaçırıyor." Jimin'in ses tonu hayal ettiği karanlık yerin düşüncesiyle ağırlaştı. "Orada o çocuklara ne yapıyorlar? Hapis mi tutuyorlar? Kesip biçiyorlar mı?"

Taehyung biraz suratını büzüştürdü. Jimin onu ilk defa rahatsız olmuş bir halde görüyordu, az da olsa, ve bu ifadeden Taehyung'un Enstitü'de takılmayı pek sevmediğini anlayabildi. "Evet," dedi Taehyung iki soruyu da cevaplayarak. "Doğru da değil, yanlış da. Olağanüstüler varlığını sürdürdüğü müddetçe insanlar ondan korkacaklar ve kontrol etmenin bir yolunu bulmaya çalışacaklar. Onlar var oldukça sıkı denetim gerekecek. Üst akıllar onları silah olarak kullanacak. Aileler...aileler parçalanıp duracak."

Aileler derken öyle bir demişti ki Jimin onun kendi geçmişinde bir deneyimi olup olmadığını merak etti. Yine de sormadı. Birbirlerini henüz o kadar da iyi tanımıyorlardı ve Jimin bu kadar kişisel bir mevzuya girmeyecekti.

"Arkadaşın iyi birisi, bu arada." dedi Taehyung, gözlerine tam ulaşamayan parlak bir gülümsemeyle. "Jeon Jungkook, ölüleri dirilten. Baya ilginç biri. Bana bir kod dili öğretti."

"Kola dilini mi?"

"Evet!" Taehyung sırıttı. "Çok havalı. Bunu hep kullanacağım. O kadar rastgele ve saçma bir kod ki bunu bilmeyen birinin çözmesi imkansız. Tüm notlarımı bu kodla yazdığımı hayal etsene."

Jimin Taehyung'dan böyle bir şey beklerdi. "Okuyabilecek tek kişi ben olurdum," dedi. "Ben ve Jungkookie."

Taehyung göz kırptı. "Sen artık benim sırdaşımsın o zaman."

Jimin onu inceledi. Taehyung bugün koyu kot pantolon ve kot bir gömlek gitmişti, ve dudakları kiraz renginde parlıyordu. Çok tatlı gözüküyordu –koyu renk saçları ve kocaman gözleri, yanaklarındaki gülümseme izleriyle. Hatta burada olup ölüme ve tehlikeli kimyasallara kafa yormak için fazla tatlıydı. Olağanüstülerden birine, sevdiği birini mi kaybetmişti? Akla gelen en mantıklı sebep buydu. Kararlılığı tüm vücuduna yayılmış bir tabaka gibiydi –Jimin bunun hüzünlü bir noktadan kaynaklanması gerektiğine emindi.

Arkalarından bir yerden küçük bir hışırtı sesi geldi ve sonra Yoongi kapıdan kafasını soktu. Kaşlarını kaldırıp boş bir ifadeyle sordu, "Geç mi kaldım?"

"Hayır. Jimin'le küçük anlaşmamızın bazı detaylarını tartışıyorduk."

Taehyung ve Yoongi'nin numaraları Jimin'i rahatsız etmiyordu. Aksine hoşuna giden bir kısım vardı; ikisinin Jimin'i bu anlaşmaya ikna edebilmek için ayrıca kafa yorup bazı cümleleri planladığı belliydi.

Yoongi Jimin'e baktı. "Ne diyorsun?"

Jimin omuz silkti. "Ben varım. Siz pişman olmadığınız sürece."

Taehyung ve Yoongi birbirlerine baktılar. İkisi de bir şeyler planlıyor olmalı, diye düşündü Jimin. Amaçları için hevesliydiler. Jimin de öyle hissediyordu.

Taehyung elini omzuna attı. "O zaman anlaştık, Park Jimin."

***

Birkaç seans buluşmalarından sonraki beyin fırtınasına kadar Jimin, Yoongi'nin bu oyundaki yerini anlamamıştı. Kendisi ve Taehyung fikri tasarlıyordu –gereken alanları, kontrol değişkenlerini, ölümle oynayacakları ve Talon ilacıyla sınır noktasını gözlemlemeye çalışacaklarını. Ama ikisi de insan bedeni üzerinde, biyolojik manipülasyonlardan konuşuyorlardı; nörotransmitterlerden ve adrenalin değişikliklerinden ve hücre hasarlarından. Kontrol edecekleri şey de yüzeysel olmalıydı, yapılıp dikkatlice yönlendirilebilmeliydi.

İşte işin mühendislik kısmında Yoongi dahil olmuştu.

"Ailemdeki herkes teknisyen, tamirci." dedi. "Alfabe öğrenmeden önce motorların içindeki parçaları öğrendim."

"Hyung mekanik şeylerde çok başarılı." dedi Taehyung, Yoongi'nin omzunu sıkarak. "Sadece ona inşa etmek istediğimiz şeyi net olarak anlatmamız gerekiyor."

Bu biraz zaman aldı. Jimin ve Yoongi'nin hâlâ normal okul dersleri vardı, ve Taehyung'un da Enstitü'de her ne yapıyorsa onları yapması gerekiyordu. Buluşmalarını gece geç vakitlere kaydırdılar, ve hep yoğun geçirmeye başladılar. Jimin çoktan yorulmuştu. İletkenlik ve aktüatörler ile ilgili ağır teoriler beynini yakıyordu. Yoongi mikroçipler, diyotlar, her renk ve boyutta dirençler getirmişti. Üçü birlikte devrelerin önüne çöküp hipotezleri için gereken elektrik akımlarını üretmeye çalışıyordu.

"Benim yapabileceğimden daha spesifik şeyler istiyorsun," dedi Yoongi. Planlarının imkansız ve saçma hissettirmeye başladığı günlerden biriydi, ve üçü birlikte dört saatlik yoğun bir çalışmanın ardından bir duvara yaslanmıştı. "Yardıma ihtiyacımız olacak, Taehyung-ah."

Taehyung yaslandığı yerden doğruldu. "Problemini yaz," dedi ve Yoongi'ye bir defter uzattı. "Problemi olabilecek en net şekilde yaz, ben de yardım bulacağım."

Yoongi ona sorgulayıcı bir şekilde baktı. "Nasıl? Kimseyi bu işe karıştıramayız demiştin. Hatırla?"

Jimin hatırlıyordu. Gizlilik bu oyunun büyük bir parçasıydı. Yoongi ve Taehyung bunu stres edip duruyordu, ve Taehyung onlarca kere Jimin'in elini tutup üzerine eğilerek sakın kimseye söyleme diye fısıldamıştı.

Bu bizim sırrımız. Kimseye söyleme.

"Birilerini karıştırmayacağım," dedi Taehyung. "Problemi birilerine soracağım. Bir çözüm düşünebilecekler mi diye bakacağım."

Jimin sordu, "Arkadaşlarına mı?"

"O kısmı bilmene gerek yok," Taehyung göz kırptı. "Bana bırak."

O gece işleri bittiğinde, Yoongi ve Jimin yurt odalarına dönmek üzere yavaşça yürümeye başladılar. Jimin dilinin ucuna gelen soruyu sormak istiyordu, ama Yoongi ve Taehyung birbirlerine aşırı sadıktı. Birbirlerinin sırlarını o kadar sıkı koruyorlardı ki, biri hakkında diğerine konuşmak duvara konuşmak gibi boştu.

Şaşırtıcı bir şekilde, konuyu açan Yoongi oldu. "Buna bu kadar umutsuzca sarılmasının nedeni erkek kardeşi."

Jimin hmm'ladı. "Bunu anlatmanı da mı o söyledi?"

Yoongi kafasını iki yana salladı. "Onun haberi yok, söyleme. Ama artık bu planın çığrından çıkmaya başlayacağını hissediyorum, ve sen bilmeyi hak ediyorsun."

Jimin kafasını salladı, kollarını göğsünde bağladı, ve bekledi.

"Abisi bir kaza geçirmiş," dedi Yoongi, iç çekerek. "Bildiğim kadarıyla bu kazada ölmesi gerekirmiş. Ölmüş de. Ama hastane onu tam zamanında kurtarmış. Uyandığındaysa olağanüstü olmuş."

"Önceden normal miymiş?"

Yoongi kafasını olumlu anlamda salladı. "Normal doğmuş. Kazadan sonra bazı özel güçler kazanmış. Kontrol edememiş. Tae'nin anlattıklarına bakılırsa elinden geleni yapmış. Her yolu denemiş. Ailesi onu nüfusa kaydettirmek istememiş, etrafa karşı duyulmasını istemedikleri için. Ardından, abisine yardım etmeye çalışsalar da yeterli olamamışlar. Bir şey olmuş, kötü bir şey, ve Tae'nin annesiyle babası..."

Eğer olağanüstülük var olmaya devam ederse, demişti Taehyung, aileler parçalanmaya devam edecek.

"Abisi şu an nerede?"

"Bilmiyorum. O olaydan sonra kaçmıştır belki. Taehyung onun hakkında konuşmuyor. Ama hyungu bütün bunlar için ana nedenlerden biri. Ve ailesini kaybetmesi."

Jimin o gece sabaha kadar bunu düşündü. Taehyung bunu sadece dünya düzenini değiştirmek için değil de dengesizliği kaldırıp dünyanın kendi kendini düzeltmesi için yapıyordu. Güç eşitsizliği yüzünden bölünmeler olmayacaktı, çocuklar kaybolmayacaktı, ebeveynler ölmeyecek ve yuvalar yıkılmayacaktı. Jimin de bütün bunların bir parçasıydı ama Tae için daha yüceydi.

Jimin'i cezbeden bir akademik merakı da vardı. Ve kendisine bu plana dahil olma sebebinin Jungkook olduğunu söylese de, daha fazlası olmaya başlamıştı. Artık neden Jungkook ölüleri diriltebiliyor Jimin bunu merak ediyordu.

Yok etmek, yaratmak, çoğaltmak –Jimin bunlarla ilgilenmiyordu, sadece nasıl olabileceğini öğrenmek istiyordu. Bu üç seçeneğin her biri tek başına dünyada bir delik açmaya yetecek güce sahipti.

Bir rutine oturttular. Jimin ve Taehyung, Talon'u kullanılabilir hale getirmeye çalışıyordu. Bir ilaç haline getirip, kişiyi derin diyarın modifiye bir versiyonuna gönderebilecek ölçeğini hazırlamaya çalışıyordu. Şamanların derin diyar diye adlandırdığı yerin sadece beyinde olağanüstülük yetenekleriyle alakalı bir kısım olduğunu düşünüyorlardı. Taehyung Enstitü'den fareler ve bir elektrot kapağı kaçırmayı başardı. Onlar beyin dalgaları üzerinde çalışırlarken Yoongi de bir insanın kalbini yeterince uzun süre durdurabilecek mükemmel kontrol mekanizmasını ayarlamaya çalıştı, sadece ilacın etkisini gösterebileceği kadar. Sonra da diğer önemli kontrol mekanizması, en önemli olanı: hasarsızca kişiyi geri getirecek olan. Mümkünse, olağanüstüye dönmüş şekilde.

Yoongi ve Jimin üniversitede geri kalan zamanlarda birlikte takılmadılar. Kendi alanlarında kaldılar, sadece koridorlarda karşılaşınca başlarıyla selam verdiler ve bu bir çeşit gizli oyuna döndü. Yoongi'yi ne zaman polis üniformalı ya da antrenman kıyafetleri içinde görse Jimin'in kalbi sıkışmaya başladı. Yoongi onunla kafeteryada her karşılaştığında küçük bir selam diyip hafifçe el sallıyordu. Bizim bir sırrımız var, diye düşünüyordu Jimin onun arkasından bakarken, ve içine yayılan lezzetli küçük heyecana engel olamıyordu.

Bir sırrımız var.

Gece olduğunda, birlikte yurttan sıvıştılar. Kitapları, leptopları ve araç gereçlerini kucaklarına doldurup terk edilmiş binaya varana kadar karanlıkta sessizce yürüdüler. Taehyung çoğu zaman olduğu gibi onlara geç katıldı, üstüne kimyasal kokuları sinmişti, saçları dağınık ve koşturmaktan yanakları pembeydi. Her zaman gelince önce Yoongi'ye arkadan kocaman sarılırdı. Bu Jimin için bir gizemdi, Taehyung gelip arkadan sarılana kadar Yoongi gergin olurdu, sonra hemen erirdi.

"Eğer bunu yaparsak," dedi Taehyung bir gün, iki saat çalışıp hesaplama yapmalarından sonra, "önce kendi üzerimizde denememiz gerekecek."

Yoongi ve Jimin donakaldı. "Ne?" diye sordu Yoongi şaşkınlıkla. "Bu ne işe yarayacak?"

"Çalışıp çalışmadığını kontrol etmemiz lazım. Başkasını riske atamayız. Ayrıca, güvenliğimiz için gizli bir silahımız var."

"Ne silahı?"

"Jungkook. Onun hücresinin şifresini biliyorum. Yoongi hyung da Enstitü'nün yerini biliyor. Eğer herhangi bir şey olursa, sadece gidip onu oradan kaçırmalı ve gelip beni canlandırmasını sağlamalısınız."

Jimin kaşlarını kaldırdı. "Bekle. Neden sen?"

"Hyung olamaz çünkü kontroller onda. Sen olamazsın çünkü yarı ölüm ve derin diyarı en iyi bilen kişi sensin."

"Taehyungie," dedi Yoongi, sinirlenmeye başlayan bir sesle, yumruklarını sıkarak. "Bizden seni öldürmemizi istiyorsun."

Taehyung gülümsedi, parlakça, kendisine ait olmayan bir tanesiyle. "Sanırım."

Yoongi'nin dudakları gerildi. "Ve bunu yapabileceğimi düşünüyorsun. Sana izin vereceğimi de?"

"Buna kalkıştığımıza göre, bir noktada zaten birilerini öldürmek zorundayız," dedi Taehyung. "Başkalarıyla hata yapmak yerine benimle başlamamızı tercih ederim."

Kulağa mantıklı geliyordu. Yine de ateşle oynamaktan bahsediyordu ve sanki akşam yemeği menüsünü anlatır gibi bir hali vardı. Jimin onun kadar hevesli değildi, içi ürpererek Taehyung'un bu konuda nasıl fevri davranabilecek kapasitede olduğunu düşündü. Jimin böyle bir şeye gönüllü olabilir miydi? Eğer masaya yatması gereken kişi kendisi olsa, Taehyung gibi öne atılabilir miydi? Evet diye düşünmek istedi ama onun kadar güçlü biri olmadığını biliyordu. Hiç bu kadar sır tutmamış, gizli ajanlık programlarında bulunmamış ve ailesinin parçalandığını görmemişti.

Yine de, sanki düşünce deneyi yapıyorlarmış gibi, Jimin önerdi. "Sen de yarı ölüme hakimsin. Tamamen senin yapmana gerek yok, benim üzerimde de deneyebiliriz."

Taehyung inatla kafasını salladı. "Bu doğru değil ve sen de farkındasın."

Yoongi karşı çıkmak istiyordu, tabii Jimin de, ama gerçekten ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Deneyde gerçekten de Yoongi ve Jimin'in uzmanlığı gerekliydi.

Jimin yine de Yoongi'nin biraz karşı çıkacağını düşündü. Öyle de oldu, ikisi başbaşa, Jimin'den uzağa bir yere gittiler. Geri döndüklerinde Yoongi'nin suratında hiddetli bir ifade vardı. Taehyung kararlı ama mahcup duruyordu, ve Jimin Yoongi'nin kendisinden araya girmesini istememesini umdu. Jimin bazı şeylerin korkutucu derecede ters gidebileceğine korkuyordu elbette, ama merak da ediyordu. Risk almadan kimse keşif yapamazdı ve Jimin şimdi bu keşfe, ödüle, çok yaklaştıklarını düşünüyordu –inanılmaz derecede yaklaştıklarını- ve risklerin üstünün kapandığını.

Kavgaları uzun sürmedi. Jimin birkaç test sonucunun üzerinde uyuyakalmıştı ve uyandığında ikilinin bir köşede sarmaş dolaş fısıldaştığını gördü, Taehyung'un ağzı Yoongi'nin çenesinde geziniyordu. Parmaklarını birbirine geçirmişlerdi, bacakları da birbirine dolanmıştı. Öpüşmeye başladıklarında mahremiyetlerinden dolayı Jimin bakmamaya çalıştı, ama birkaç saat önceki tartışmalarının etkisindeydi. Yoongi ile birlikte Taehyung'u öldürmek zorunda kalmaları başını döndürüyor, içini rahatsız hissettiriyordu, o yüzden onları izleyerek aklını dağıtmaya devam etti. Taehyung kafasını geriye eğip boynunu Yoongi'nin dudakları için açarken, Jimin'in karnına sıcak bir his yayıldı.

İzlemesi çok garipti, karmaşıktı, bir sınırı ihlal etmek gibiydi. Bir çeşit tabu, ayıp gibi, ve Jimin onları izlememesi, izlememesi, izlememesi gerektiğini biliyordu. Ama sonra Yoongi onu gördü. Bir eli Taehyung'un sırtından tişörtünü kavrarken göz göze geldiler, ama Yoongi sadece baktı ve sonra Taehyung'un dudaklarını hafifçe ısırıp daha da yakınına çekti.

Ondan sonra, Yoongi Jimin'i üniversitede daha fazla umursamaya başladı. Aradaki fark küçük ama barizdi. Bazen Jimin antrenman yaparken Yoongi kenardaki banklardan birine oturur ve gözlerini ayırmadan onu seyrederdi. Kütüphanelerde de daha sık buluşup çalışmaya başladılar, asla fazla konuşmadan, sadece ötekinin bakmadığını düşündükleri zaman birbirlerine bakarak.

Önceden bu oyun sadece sırrı tutmak idiyse, artık ondan daha fazlası haline gelmişti –sözü edilmeyen bir itme çekmeye dönüşmüştü. Jimin bir antrenman sırasında dizini sıyırdı, lavaboya kanları yıkamaya gitti, ve Yoongi anında bandajlar ve antiseptikle onun yanında bitti. Gözlerini devirerek, umursamaz gözükmeye çalışarak yardım ediyordu ama Jimin dizinin arkasında onun ellerinin sıcaklığını hissedebiliyordu. Yoongi suyu açıp yarayı yıkamaya başladığında Jimin irkilip kaçmaya çalıştı.

"Kıpırdama."

Bandajlamayı bitirdiler ve sonra bir müddet daha durdular. Yoongi dizlerinin üstünde yerde, Jimin klozetin kapağının üzerinde oturdu, çıt çıkmadı.

İkisi de sessiz bir panik atak geçiriyor gibiydi. Olabilirdi. Üçü birlikte, kaldıramayacakları kadar karanlık ve büyük ve çılgın bir işe kalkışmışlardı. Eğer işler yolunda gitmezse ağır sonuçlar doğabilirdi. Panik atak olabilirdi, çünkü Jimin bir an sonra istemsizce Yoongi'nin parmaklarına dokundu, ve boynuna, ve tereddütle, dudaklarına. Parmaklarını onun dudaklarında bir müddet tuttu, ve Yoongi'nin nabzının hızlandığını hissedebiliyordu. Bakışları koyu ve derindi. Uzun bir süre kıpırdamadan durdular ve sonra Jimin elini onun saçlarında gezdirdi.

Taehyung'un bakışları da bazen fazla manalı oluyordu, arayış içinde, ve bazen oturup bir şeyler düşünürken bir eliyle Yoongi'nin, diğer eliyle Jimin'in parmaklarıyla oynuyordu.

"Seni düşünüyoruz," demişti Taehyung bir keresinde, durduk yere, ikisi de karışık problemlere kafa yorarken. "Sevişirken."

O an kulağa garip ve kaba ve çirkin gelmişti. Her açıdan yanlış bir cümleydi, ama Jimin'in içinde bir yerlere sıcak bir tutku yayılmıştı. Sonra güldü Jimin, tuhaf bir utangaçlıkla.

"Öyle mi?" diye sordu, sessizce yok olmak isterken, ve Taehyung dudaklarını yaladığında hemen kafasını çevirdi.

Oysa artık bir şeyler ortaya çıkmıştı, daha fazla görmezden gelinemeyecek haldeydi, ve üçünün arasında bir parıltı, bir ışık olarak duruyordu.

Jimin çok hızlı ve çok sert düştü.

Bu da paniklediği için olabilirdi, başına gelen şeylerin ağırlığından garip bir psikolojik tepki veriyor olabilirdi, ama Jimin daha önce hiç bu kadar yoğun hislere kapılmamıştı. Onların varlığına duyduğu açlık, dar odalarda birlikte geçirdikleri her vakitte daha da artıyor, kalbini sıkıştırıyordu.

Yaklaşık iki boyunca her geceki seanslarından sonra, Taehyung Yoongi'nin soruları olan defteri geri getirdi. Üstüne cevaplar yazılmış, formüller çıkarılmış, voltaj tabloları çizilmiş, biyolojik birimlerle elektrik sinyalleri eşleştirilmişti. Yoongi deftere baktı ve kafasını salladı, sonra da beyaz tahtaya bir şeyler çizmeye başladı. Jimin ve Taehyung onu beklediler. Taehyung'un Enstitü'den getirdiği laboratuvar farelerinin üzerinde Talon karışımının etkilerini gözlemliyorlardı. Kartondan bir labirent yapmışlar, farelere ilacı vermişlerdi.

"Doğru gözüküyor mu?"

Jimin kafasını salladı, beyin dalgalarını düzgünce tespit edebiliyordu artık. Derin diyarda rüya gören birinin beyin dalgalarını ölçebilmek için saatlerce ve saatlerce elektroensefalogramlara çalışmıştı. Deneye başladıklarında işe yarayacaktı.

"Doğru gözüküyor, Tae."

Taehyung gülümsedi. Gelip Jimin'e arkadan yaklaştı, omuzundan yayılan ısı Jimin'in ince gömleğine geçiyordu, elini yumuşakça Jimin'in beline koydu. "Hissedebiliyor musun?" Taehyung sordu, çenesini Jimin'in omzuna koyarak. "Çok yaklaştık."

Jimin tükenmiş hissediyordu. Zihni tükenmiş hissediyordu, ve Taehyung arkasında sıcaktı, fazla düşünemeden kafasını hafifçe çevirip Tae'nin şakağına dudaklarını değdirerek konuştu. "Hissedebiliyorum."

Taehyung ürperdi. "Seni bulduğumuz için minnettarım," dedi. "Bize yardım ettiğin için teşekkürler."

Çok tahrip edici bir andı. Taehyung'un parmakları onunkileri bulduğunda, ve birbiri içine geçirdiğinde. Dudaklarını çevirip yavaşça, yumuşacık bir şekilde Jimin'in ensesiyle omzu arasına dokunduğunda. Çabucak, tıpkı rüya gibi, anlık bir cennetti. Çok hızlı olmuştu, ama bunlar bir rüya değildi, değil mi?

Taehyung'un gülümsemesi rüya değil diyordu.

Jimin parmaklarını sıktı ve öylece kaldı.

***

İlk denemelerinde, Yoongi şalteri indirmeden önce sadece bir dakika kadar Taehyung'un derin diyarda kalmasına izin verdiler. Bir dakikanın ardından Taehyung derin bir nefes çekerek hayata döndü, masayı pençelemeye, kaçmaya çalıştı.

"Benim, ben." dedi Yoongi, Taehyung'un sallanan kollarını yakalamaya çalışıp başaramayarak.

Ağlıyordu –şalteri ilk kaldırdıklarında ve Taehyung bir kukla gibi olduğu yere yığıldığında ağlamaya başlamıştı- ve uzanmaya, dokunmaya çalışıyor, canlı olduğuna emin olmak istiyordu ama Taehyung bir tür şok geçiriyordu. Yoongi titremeye başlayarak geri çekilip kollarını göğsünde birleştirince Jimin öne atılıp masaya çıktı ve Taehyung debelenmeyi kesene kadar onu tuttu.

"Şşşşh." diye fısıldadı, ve Taehyung kocaman gözlerle altında titriyordu. Jimin dudaklarını Taehyung'un alnına bastırarak kendi kalp atışlarını da yavaşlatmaya çalıştı. Taehyung çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladığında kalbine bir hançer batırılmış gibi hissediyordu. "Bir şey yok. Geçti, hepsi geçti, yanımızdasın."

Herkes bir süre sonra sakinleştiğinde, mantıklı düşünmeye devam ettiğinde, Taehyung onlara bunun yeterli olmadığını söyledi.

"Zaman dilimiyle ilgili bir sorun var," dedi. "Daha tam bir şeyler hissetmeye başlamıştım ki, beni geri çektiniz."

"Zar zor hissetmenin sebebi ölmüş olmandı belki de." Yoongi yapıştırdı. Hâlâ titriyordu. "Ben—biz bunu tekrar yapamayız."

"Hyung," Taehyung mırıldandı, bir ahtapot gibi Yoongi'nin etrafına dolandı. "Buraya kadar geldik. Sadece tekrar denememiz gerek. Bir şeyler vardı orada—bir şey gördüm. Şalter kalkmadan hemen önce. Sadece çok hızlı geçip gitti."

"Buna değmez."

"Öyle deme," dedi Taehyung alıngan bir sesle. "Öyle deme sakın, hyung, değeceğini biliyorsun. Ve artık nasıl çalıştığını da biliyoruz—artık çalıştığına eminiz!"

"O zaman başka bir şeyin üzerinde deneriz," Yoongi mırıldandı. "O sikik şalteri tekrar kaldıramam, Taehyungie, yapamam."

"Jimin yapar," dedi Taehyung sessizce. "Değil mi, Jiminie?"

Jimin bunu onayladığı gerçeğinden nefret etti. Nefret etti—ama biliyordu ki Taehyung haklıydı. Buna değerdi. Ve gerçekten nasıl çalıştığını biliyorlardı, tüm kontrol ve ayarlamaları. İlacın da tam hayal ettikleri şekilde işe yaradığını görmüşlerdi. Bundan sonrası sadece biraz dişlerini sıkıp cesaretli olmalarına kalmıştı.

"İkiniz de aptalsınız." Jimin Taehyung'un sorusunu onayladığında Yoongi homurdandı. "Aptalsınız."

Hışımla yürüdü, arkasından kapıyı çarparak çıktı. Taehyung iç çekti. Laboratuvar masasının üstünde kıvrıldı, Jimin'in ellerini avuçlarına alarak gözlerini kapattı.

Jimin onun korkutucu derecede solgun gözüktüğünü düşündü, göz kapakları morarmıştı. Önceden güçlü, katı ve sıcak olan güzelliği kırılgan ve yumuşak bir hale dönmüştü.

"Şimdi ne olacak?"

"Geri gelecektir." dedi Taehyung, sessizce. "Geri gelecek. Bizi asla terk etmez."

***

Taehyung haklıydı.

Sıcak, bunaltıcı gecelerden biriydi ve Jimin uyuyamıyordu. Buruşuk çarşafının üstünde sağa sola dönüp durmuş ve birkaç saat önce yaşadıklarını düşünmüştü; elektrik akımının cızırtısını, nabız gösteren makineden gelen kesintisiz sesi, Yoongi'nin telaşını izlerken hissettiği panik duygusunu. Parmaklarını Taehyung'un boğazına koyup nabzını hissedemiyor olmasına rağmen beklemesini, beklemesini, ve korkunun içinde yükselmesini.

Hepsine göz kapaklarını indirmişti, ama zihni vızıldıyordu. Bir süre sonra sessizce odadan sıvıştı; eski binaya doğru ıslak çimenlerin üzerinden yürümeye başladı.

Garip bir şekilde içindeki his çoktan onların orada olduğunu biliyordu. İkisi de oradaydı—biliyordu işte. Ne yaptıklarını da biliyordu. Yumuşak bir his ölümün karanlığının tam zıttı bir halde Jimin'in zihnini hafifçe dürtüyordu. O şeydi; zihninin gerisinde bir yerlerde hiç dile getirmediği, ölümün şehvetin ve deliliğin nasıl da iç içe geçmiş olduğu düşüncesi. Belki onlar da biliyordu, şu anda, çünkü yolu anca yarılamıştı ki telefonu Yoongi'den gelen bir mesajla yanıp söndü.

Uyanık mısın?

Evet, Jimin yanıtladı, bahçedeki çimler çoraplarından gıdıklıyordu. Hızlı birkaç saniye içerisinde duraksadı ve telefonu bekledi.

Buraya gelsene o zaman.

Laboratuvara çevirdikleri odaya çıktığında, Taehyung çoktan inliyordu, dağılmış bir haldeydi, göz bebekleri yukarı kaymış ve parmakları Yoongi'nin saçlarına kenetlenmişti. Birlikteyken de ayrıyken de güzeldiler. Taehyung tısladı, zarifçe geriye uzandı ve kalçalarını kaldırıp daha fazlasını istedi.

Yoongi'nin dudağı kızarmıştı, pantolonunun düğmeleri açıktı, çenesinde diş izleri vardı. Ağır bir şekilde Jimin'e döndü, yanakları pembeleşti ve gözleri karardı. Elini Taehyung'un göğsünden aşağı indirdi ve bacaklarını daha geniş açtı.

"Jimin geldi." diye fısıldadı, kelimelerin sonunu yutarak ve Taehyung anında kafasını çevirdi, masumca kocaman gözlerle baktı.

"Öyle mi?" diye sordu, hevesli küçük bir inlemeyle. Bunun tam ortasındayken dönüp sorması o kadar garipti ki, Jimin neredeyse gülecekti. Neredeyse; çünkü Taehyung'un gözleri gözlerini bulduğunda, bakışları sanki eşsiz bir kelebeğe bakıyor gibiydi. Kaşlarını çattı ve ağzının köşesiyle sordu, "Neden gelip beni öpmüyor, hyung?"

Jimin önceden kalma tüm gerginliğinin anında yumuşadığını, kocaman bir dalganın kendisini yıkadığını hissetti. Taehyung'a doğru attığı birkaç adım tam bir işkenceydi; ona kavuşamadığı her an için –onlara- ve dudakları Taehyung'unkilerle buluştuğunda sert bir çarpışma gibi hissettirdi.

Sonra da Yoongi'yi öptü, doya doya, boynunu emdi ve tenini dişlerinin arasında gezdirdi. Yoongi'nin onu geri öpüşü ise bir özür gibi geldi. Yoongi Taehyung'a doğru kaydığında geri çekildi, biri diğerini sıkıca ve tatlıca kendinden geçirirken, Jimin parmaklarıyla Taehyung'un yanaklarını okşadı.

Taehyung nefesini çekti, öpülsün diye boynunu kaldırdı, ve Jimin de ona puslu öpücükler verdi. Ellerini Taehyung'un göğsünde gezidirdi, karnı avucunun altında zıplarken derin bir haz Jimin'in içine yayıldı. Taehyung onu kendine çevirdi, telaşla ellerini beline sardı, öpücükleri daha derinleştirmek istedi. Kalçaları öpücüklerin daha da sertleşmesini isterken Jimin'in tek eli de Yoongi'nin saçlarında dolanıyordu, ve onu seviyorum -diye düşündü- bu deli adamı, içine kapanık, tatlı oğlanı. O an garip bir şekilde suratı çok genç gözüküyordu, tanıştıklarından beri en yaşlı halinde olmasına rağmen. Jimin ağzı salya dolu ve alt tarafları doruğa ulaşmış bir şekilde, muhtemelen ölümle yüzleşen herkes daha genç ve korkulu bir hale büründüğü içindir diye düşündü.

Herkes gençleşir ve tedirginleşirdi; ama üçü, yüzleşmenin ötesine geçecek, sınırları zorlayacaktı.

"Ölmenize izin vermiyorum," Yoongi fısıldadı, bir eli sıkıca Taehyung'un kalçalarında, diğeri de Jimin'in saçlarındayken. Jimin'i ensesinden daha da yakınına çekti, ayrık dudaklarına belirsiz minik öpücükler kondurdu, yumuşakça ağzını bastırıp çekti ve tamamladı, "ikinizin de."

Jimin kafasını salladı, Taehyung ikisinin ellerini sımsıkı tutup parlak gözleriyle tamam diye fısıldadı.

***

İkinci denemelerinde, zaman dilimi yine tam oturmamıştı. Taehyung kaşlarını çattı, onlara tam da bir şeyler hissetmek üzere olduğunu, ilacın işe yaraması için daha fazla zaman gerektiğini söyledi.

Üçüncü seferinde, bir şeyler ters gitti.

Bir sorun var, Jimin mırıldandı, dalga şekillerine bakıp kalbi boğazında güm-güm-güm atarken. Böyle olmamalı, uyandır, uyandır onu.

Yoongi'nin elleri titremeye başladı ve zar zor kendini sakinleştirdi. Ağzı açık bir halde fırladı ve şalteri indirip Taehyung'a hayata dönsün diye şok masajı yapmaya başladı. Taehyung sersemce uyandı, yavaşça ikisine göz kırptı, kollarını iki yana serbest bıraktı. Jimin onun her zamanki gibi bakışlarında tanıdıklık belirmesini bekledi, ama bir ve iki dakikanın ardından, beş dakika sonra bile Taehyung hâlâ boş boş bakıp göz kırpıyordu.

Jimin daha önce hiç hissetmediği bir paniğe kapıldı, yürüdü ve ellerini sedyeye dayadı.

"Bana adını söyle," dedi Jimin Taehyung'a, ve cevap almadığında suratına sertçe tokat attı. "Bana adını söyle, lanet olası."

Taehyung anlaşılmayan bir şeyler mırıldandı. Kafası yavaşça sedyenin üzerinde döndü, gözleri fıldır fıldır dönmeye başladı, sanki şu an tamamen bedenine ulaşamamış gibi. Yoongi'nin kolu istemsizce Jimin'in beline sarıldı, hızlı ve keskin bir sesle bir şeyler dedi ama Jimin duyamadı.

Hiçbir şey anlamıyordu, neler oluyordu, kendi de bilincini yitirecekmiş gibi hissediyordu –başı döndü ve odadaki ışık çok parlak gelmeye başladı ve tam korkudan boğulacaktı ki sessiz küçük bir şey duydu, "J-Jiminie?"

Jimin onu neredeyse morartacak kadar sert öptü. Anında Taehyung'un üstüne atladı, Taehyung'un yumuşak ben iyiyim telkinlerine rağmen kalbinin gümbürtüsünü zor bastırdı.

İşte o an Yoongi'nin ilk deneyde neler hissettiğini tam olarak anlayabilmişti.

Ellerinde her şey vardı, her şeyi biliyorlardı—ama yine de bir şeyler ters gidebilirdi. Yine de, ağır bir bedel ödeyebilirlerdi.

O günden sonra Jimin geriye bir adım attı. "Bir şeyi atlıyoruz. Seni daha uzun süre tutamayız, dışarıdan başka bir şey eklememiz lazım."

Taehyung her zamanki gibi masanın üstüne bağdaş kurup tünemiş halde, kafasını notlarından kaldırdı. "Hipotermi," dedi. "Tanıştığımız ilk gün sen söylemiştin. Hipotermi durumuna geçirmeliyiz."

Jimin omur iliğinden bir ürperti geçtiğini hissetti. Yoongi gözlerini devirdi, fikri geçiştirmeye çalıştı, ama Jimin onun maskesinin altındaki tedirginliği görecek kadar iyi tanıyordu. "Artık yeter dediğimiz bir nokta olacak mı Tae? Yoksa sanki sadece fikir yürütüyormuşuz da gerçekten deneyi yapmıyormuşuz gibi mi davranacağız?"

"Bilmiyorum," Taehyung mırıldandı, açıkça tartışmadaki duygusal havayı hissetmeyerek. "Nereden buz bulabiliriz?"

"Taehyung," dedi Jimin keskince. "Kapa çeneni."

Bunun üzerine Taehyung kafasını kaldırdı. Önce Jimin'e baktı, muhtemelen karşılık vermek daha kolay olduğu için, ve sonra Yoongi'ye. Gözlerini ovaladı ve dudakları hafifçe aşağı doğru bükülüp ifadesizleşti.

"Ah," dedi. "Üzgünüm. Özür dilerim, ne dediğimi tam—düşünmüyordum."

Yoongi hıh'ladı. "Evet, düşünmüyordun. Ya uyanamasaydın? Ya uyansaydın ama bizi tanımasaydın?"

Taehyung'un yüzü düştü. "Hyung. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun."

"Belki de arada önem verdiğin diğer şeyleri de düşünmelisin."

Yoongi'nin sesi kalın ve sertti. Jimin ürperdi ve beyaz tahtaya döndü. "Sadece üzerinde biraz daha kafa yormalıyız," dedi, odadaki kara atmosferi dağıtmaya çalışarak. "Hyung'un şalteri suyun altında çalışırsa seni patates kızartmasına çevirir. Düşük vücut sıcaklığında ilacın nasıl etki edeceğini de bilmiyoruz."

Yoongi iç çekti. "Belirsiz bir sürü şeyimiz var. Sadece buz deyip geçemezsin, Tae. Bilim adamı olan sensin—öğrendiklerini düşün."

Taehyung gönülsüzce onayladı. Hipotezlerini tekrar gözden geçirdiler, tasarladılar ve hesapladılar. Taehyung'u kendini dondurmaları ve öldürmeleri isteğinden vazgeçirmek için uğraştılar, ama bir şekilde aniden Yoongi ve Jimin'in aynı tarafa geçmesine sinir olmuş gözüküyordu. Bir müddet yanlarında tripli dolaştı, içten içe üzgün olduğu belli olsa da dıştan hiç göstermeyerek.

Fakat çok uzun sürmedi çünkü ikisi uzun sürdürtmediler. Taehyung'u aralarına aldıklarında, nefessiz bıraktıklarında, tatlı ve dağınık havasına soktuklarında onu inadından vazgeçirmek kolay oldu.

Jimin bütün bunlardan tek parça halinde çıkabileceklerine inanmaya başlıyordu sanki. Tek başlarına halledebileceklerine.

Çünkü yanında Yoongi ve Taehyung vardı, ve bir şekilde, artık dağları delebilecek gibi hissediyordu.

***

Üniversiteleri tatile girdi ve Jimin ile Yoongi kampüste kaldılar. Bir anda bir sürü boş vakitleri olmuştu; geceleri birlikte geçirdiler, çalışarak ve bazen çalışmayarak, Taehyung'u gizlice yurtlarına soktular, buz konusunu açınca onu her tarafından öpücüklere boğarak susturdular.

Sonra bir sabah vakti, Taehyung mucizevi bir şekilde Enstitü'den çıktı. Tüm günü normal üniversite öğrenciler gibi geçirdiler, Jimin'in Polaroid kamerasından şapşal fotoğraflar çektiler, Taehyung her seferinde kıkırdayarak güldü çünkü bunun yanlış olduğunu biliyordu. Onlarla görüşmemeli, yanlarında olmamalı, onları tanımamalıydı, oysa birlikte fotoğraf çektirerek milyonlarca kuralı çiğniyordu.

"Umrumda değil," diye şakıdı. Jimin'i yanağından öptü, kameraya bastı. "Arkamı kollayacak biri var. Her neyse, onlara ait değilim sonuçta."

"Gizli bir istihbarat ajanlığından bahsediyorsun," dedi Jimin, kafasını Taehyung'un omzundan kaldırıp fotoğrafı elinden aldı. "Onlara ait olduğuna eminim."

Taehyung bozuldu. "Sadece bir kere sıvışırken yakalandım," dedi. "o zaman da beni yakalayan Profesör H'ydi. Adam zaten bana takık."

Yoongi öteki taraftan doğrulup kaşlarını kaldırdı. "Kimmiş o adam?"

"Bana senin sorduğun soruyla ilgili yardım eden kişi."

"Soru—ne?"

Taehyung omuz silkti. "Karşılığında sadece küçük bir iyilik yaptım."

Son dediği Jimin'in göğsünde bir ağırlık yaptı. "Ne iyiliği?" diye sordu, oturmaya çalışırken yanlışlıkla Taehyung'un karnını dirsekleyerek. "Ne kadarını biliyor? Taehyung, hem neden ona sordun ki?"

"Ben sormadım. Onunla başka bir şeyden konuşuyorduk ve defterimi buldu. Ne olduğunu sordu. Ben bağımsız bir araştırma olduğunu söyledim ve o da yardım etmeyi teklif etti. Biraz ürkütücü, ama zararsız biri, geçekten. Sadece tatlı oğlanları seviyor, tam eski kafa."

"Siktir git." Yoongi ona vurdu. Taehyung sadece elini yakalayıp avucuna bir öpücük kondurdu.

"Ne?" dedi. "Tatlıyım, biliyorum."

Jimin gözlerini devirdi. "Neden Enstitü'den bahsederken adı geçen herkesin Profesör H gibi garip isimleri var?"

"Kod adlarımız. Benim de var bir tane. Starling." Taehyung göz kırptı. "Bu Eyrie'ye mahsus bir şey. Herkesin katıldığı seneki temaya göre bir kod adı oluyor. Benim yılımda kuşlardı. Profesör H'nin yılı berbatmış—böcekler."

"Onunki ne o zaman?" dedi Yoongi, şüpheyle. "Hamam böceği?"

"Daha kötüsü." dedi Taehyung. "Onunki Scarab, bok böceği. Hey, ona şu şalter konusunu sormamı ister misiniz? Düşük sıcaklıklar için? Muhtemelen bana etek giymeye falan mâl olacak ama cevabını bilir bence."

Yoongi kaşlarını çattı. Artık tamamen oturur pozisyondaydı, dudaklarında sataşmaya hazır bir gerginlik ifadesi vardı ama uzatmadı: "Ah, kapa çeneni. Sikerim seni."

"Evet, hyung," dedi Taehyung dudaklarını yalayıp onun üzerine atlarken. "Kapa çeneni ve sik beni."

Konu orada kapandı, alakasız bir bilgi olarak, ama Jimin kendini sık sık bunu düşünüreken buldu. Taehyung'u kıskandığı için değildi –çok kıskandığı için- ama aklının bir köşesine tam yerleştiremiyordu. Enstitü'yü hep steril, beyaz, cinsel istismarın yapılamayacağı bir yer olarak hayal etmişti. Görünüşe bakılırsa Taehyung'un sorunlu bir gözetmeni vardı, her ne kadar o üstünde durmayıp konuyu şakayla geçiştirse de, ama açıkça bu durumu kendi avantajına dönüştürmeyi başarmıştı. Jimin Taehyung'un ne kadar kurnaz-akıllı-fevri olduğunun farkındaydı, önce yapar sonra düşünürdü.

"Taehyungie," dedi Jimin bir keresinde, o günlük işleri bittiğinde. Yumuşak bakışlar ve ıslak dudaklarıyla ellerini hafifçe Taehyung'un başında gezdirerek. "Güvende hissediyor musun? Enstitü'deyken, hiç—"

"Neden?"

"Öylesine. O gün dedin ya, o adam—"

Taehyung parmağını onun dudağına sürterek susturdu, yanına kaydı, dudaklarını Jimin'in burnunun ucuna değdirdi. "Bir saat içinde geri dönmem lazım." diye fısıldadı, ve çarpık bir şekilde gülümsedi. "Bu bir saati farklı şekilde değerlendirmek istiyorum."

Jimin pes etti. Onunla tartışmak imkansızdı zaten.

***

Nihayetinde, oradaydılar.

Bir küvet dolusu buzun önünde. Ellerinde yeni şalterler, yeni ilaç şişeleriyle, Jimin ve Yoongi kat kat giyinmişken Taehyung ince pijamalar içinde. Taehyung irkildi, kocaman açtığı dolu gözleri buz küvetiyle yanındaki ikiliye gidip geldi. Yoongi onu mümkün olduğu kadar bırakmadı, Taehyung'un omzunun üzerinden küvete bakarken tek eli Tae'nin ensesinde, diğeri de sıkıca belindeydi.

Jimin yeterince ısı pedi ve termal örtü olup olmadığını kontrol etti. Sonra gidip küvetin yanına çöktü, ve Taehyung'a emin olup olmadığını sordu. Bir yandan ellerini tuttu, yanlış giden bir şey olursa anında onu çıkaracaklarına temin etti.

"Yap şunu." dedi Taehyung.

Jimin elindeki şırıngaya baktı, sonra da Yoongi'ye. Yoongi sersemce onayladı ve kafasını öbür tarafa çevirdi. Jimin her zamanki şahdamarı bulduğunda, Taehyung hafifçe ürperdi. Bulması zordu, ama en hızlı etkiyi bu damardan yapabilirledi ve hızlı olmaya ihtiyaçları vardı.

"Zamanı geldi," dedi Jimin ve ayağa kalktı. "Üçten geriye?"

Taehyung kafasını salladı.

"Unutma," Jimin mırıldandı, dayanamayarak çünkü bu kadardı, son noktaya gelmişlerdi. Bundan ötesi hiç olmamıştı. Hiç de olamazdı. "Seni seviyoruz, bebeğim."

"Biliyorum."

Üçten geriye saydılar. Küvete hızlıca bıraktılar. Tamamen Jimin'in hayal ettiği gibi berbattı –her yere sıçrayan sular, tenini yakan buz, Taehyung'un küvetten çıkmaya çalışması ve Yoongi'nin şalteri indirmesiyle durması.

Geriye düşmesi, cansızca, buzla dolu suya.

Jimin'in kalbi sıkıştı.

Yoongi soluktu, kanı çekilmişti, Jimin'i tutan eli soğuk ve gevşekti. Sessizliğin ardından sordu, "Şimdi ne olacak?"

"Şimdi mi?" Jimin sordu, yavaşça, kulağa yatıştırıcı gelmeye çalışarak. "Şimdi bir seçim yapacağız."

Sadece üç dakika beklemeleri gerekiyordu. Üç dakikanın ardından Taehyung'u küvetten çıkaracaklar ve Jimin cihazdaki verilere bakacaktı. Üç dakika, ve sonra ya onu geri canlandıracaklar, ya da bir dakika daha bekleyip derin diyara iyice ulaşmasını sağlayacaklardı.

Toplamda dört dakikacıktı.

Ömürlerinin en uzun dört dakikası oldu.

"Jimin-ah," dedi Yoongi titrek bir sesle. "Biz korkunç şeyler mi yapıyoruz?"

Korkunç şeyler yapıyorlardı. Tanrıcılık oynuyor, yaşamı kurcalıyorlardı. Taehyung'un umurunda değildi, tüm hayatını hiçe saymıştı. Jimin Yoongi'yi anlayabiliyordu, çünkü o her zaman mantıklı olmuş, merakını bile mantığıyla örtebilmişti. Yoongi onların mantığının, ve aynı zamanda vicdanının sesiydi.

Ve kulağa bitik geliyordu.

"Hayır," dedi Jimin fısıltıyla. "Hayır, bu son. Bu sefer olacak."

"Ya olmazsa?"

"Eğer olmazsa, artık duracağız. Söz veriyorum hyung."

Yoongi kafasını salladı. Saat tıkırdamaya devam etti. Jimin Yoongi'nin elini sıkıyor ama ikisi de birbirine bakmıyordu. Alarm çaldığında Jimin öne fırladı.

"Çıkaralım, çıkaralım."

Taehyung hamur gibiydi, ağırdı, sırılsıklam ve buz gibiydi. Buz parçaları kirpiklerine, dudaklarına, köprücük kemiklerinin çukurlarına yapışmıştı. Yoongi hızlı davrandı, ısı pedleri ve örtüleri aldı, kontrol tuşlarıyla diğer aletleri de. Jimin elektrotları kurdu, ilk çıktıyı okumadan önce derin bir nefes aldı.

Dümdüz çizginin arasındaki garip, şekilsiz dalga deseni, yarı-ölümü tamamen yakaladıklarını gösteriyordu.

"Tamam, tamam," Jimin mırıldandı. "Bir dakika. Bir dakika bekliyoruz."

Beklediler. Jimin nefes alamadı, çıktıları okumaktan başka bir şey yapamadı ve Yoongi'nin de sessizliği hiç iyiye işaret değildi.

Otuz iki saniye.

Elleri karıncalandı. Yaşadığı saf panik ile kalbi gümbürdedi. Odanın köşesindeki kamera vızıldadı, ve Jimin aniden Taehyung'un her şeyi kaydetme takıntısına sinir olarak kamerayı kırmak istedi.

Yirmi bir saniye.

Yoongi inledi, Taehyung'un ellerine kapanıp lütfen diye fısıldadı.

Dokuz saniye.

Jimin işaret verdi, ve Yoongi elektroşoku çalıştırdı, şalteri hazırladı, termal örtü ve pedleri Taehyung'un vücudunun üzerine sermeye başladı.

İki saniye.

Taehyung hayata döndü –elektroşok uygulanmadan, şalter kapanmadan- buzlu suyu sıçratarak ve Yoongi'yi ürküterek.

Jimin bağırarak geriye düştü, neredeyse kıçını buzlu küvete oturtuyordu ama son anda çekilip yere düştü, banyonun zemininde elleri ve dizlerinin üzerinde duran Taehyung'un yanına. Taehyung derin nefesler alıp veriyordu, o kadar titriyordu ki kasları seğiriyor dişleri birbirine çarpıyordu.

Yoongi elini onun omzuna koydu ve koyar koymaz sanki yanmış gibi geri çekti, avucuna dehşetle baktı, görmesi için Jimin'e çevirdi.

Gerçekten yanık izi olmuştu.

Jimin anlamıyordu. Kalbi yerinde durmuyordu, gözleri kararıyordu, ve anlamıyordu.

"Taehyung," dedi titrekçe. "Tae, sakinleşmelisin."

Taehyung onu duymamış gibiydi. Hâlâ titriyordu ama artık üzerindeki buzlar buharlaşmaya başlamıştı. Vücudundan ısı yayılmaya başlamıştı, kalın ve ağır bir dalga halinde, ve Jimin'in anında boynunda terler birikti. Taehyung'un bedeninden damlayan sular kaynamaya, teni ve kıyafetlerinden buharlaşmaya başladı.

Jimin ayağa kalktı, elindeki aletleri Yoongi'ye fırlattı. "Dışarı," dedi. "Dışarı çıkmalıyız."

Yoongi donakalmıştı, hâlâ avucundaki yanık izine bakıyordu. Bakışları Taehyung'a geçti, ve bir anlık Jimin onun kıpırdamayacağını düşündü, bir şekilde kalıp çıplak elleriyle Taehyung'u tutmaya çalışacağını. Ama aksine Yoongi kafasını salladı ve elinde ekipmanlarla birlikte kapıya koştu. Jimin de onu takip etti.

"Sakın kapıyı üzerine kilitleme," dedi Yoongi delirircesine. "Sakın."

Jimin elini saçlarından geçirdi, ayak parmaklarından tırmanan ürpertiyi hissetti. Bir şeyleri çok fena kırmak istiyordu. "Lanet olsun—az önce ne oldu?!"

"Bilmiyorum," dedi Yoongi. Omuzları sarsılıyordu. Dudağını ısırıp kanattı, alnındaki teri sildi. "Ona yardım etmelisin."

Jimin histerik bir kahkahanın içinde yükseldiğini hissetti. "Nasıl yapacağımı bilmiyorum."

Arkalarından, su cızırtısı sesleri, plastiğin yanık kokusu geldi. Jimin dudaklarını birbirine bastırıp kapıyı iyice çekti, Yoongi'den gelen cılız hayır sesini duymamış gibi yaptı. Yine de kendinde kapıyı kilitleyecek güç bulamadı.

"Ne yapacağız?" Yoongi sordu. "Şimdi ne sikim yapacağız?"

"Bilmiyorum, hyung."

Ve hiçbir şey yapmadılar. Odanın en uzak köşesine oturdular, dip dibe, sessizce. Jimin konuşmaları gerektiğini düşünüyordu, çözmeleri gerektiğini, çözmeye ihtiyaçları olduğunu. Ama söyleyecek kelime bulamıyordu. Zihni az önce olanları tekrar tekrar gözünün önüne getirip duruyordu.

Ne yapmışlardı?

Yoongi kafasını kollarının arasına gömmüştü ve kesinlikle kendini suçluyordu. En büyükleri oydu, engellemeli, onları vazgeçirmeliydi. Bu aptalca, demek istedi Jimin. Bu işin içinde üçü eşit derecede beraberdiler. Ama Yoongi böyleydi, dıştan sertken içten fazla yumuşaktı ve Jimin ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

Çatırdama sesleri duydu. Cam kırılma sesi. Tıslama, kırılma, ve metal bükülme sesi. Bir süre devam etti ve sonra bir anda durdu.

Düşünemiyordu. Her şey birbirine girmişti ve düşünemiyordu.

Bir süre sonra, banyo kapısı açıldı. Arkaya çarparak değil, Jimin'in beklediği şekilde menteşelerinden sökülerek de değil. Sadece açıldı, ve Taehyung odaya yürüdü.

Yoongi titrekçe seslendi, "Tae?"

Bu bir soruydu. Soruydu çünkü ne ile yüzleşeceklerini bilmiyorlardı. Ama Taehyung sadece yere düştü, saçları gözlerinin önüne geldi, omuzları titredi.

Konuşması için aradan biraz zaman geçti. İkili hâlâ oldukları yerde oturuyor, tetikte bir halde ona bakıyordu, ve Taehyung yavaşça ayağa kalktı. Saçları buhardan kıvırcıklaşmıştı. Suratı kızarmış, gözleri buğulanmıştı ve yutkunurken boğazından bir tık sesi geliyordu.

"Bakın." dedi boğuk ve çok, çok korkmuş bir halde. Parmak uçlarından alevler çıkardı. Sonra alevler söndü, ama yerine parıltılar geldi ve Jimin'in nefesi genzine takıldı. "Bakın."

Jimin yumruklarını sıktı. "Tae—"

"Ben—ben bunu kapatıp açabiliyorum," Taehyung fısıldadı. Korkmuş bir kıkırtı çıkardı. "Farklı farklı şeyler. Sanki—benim, kafamda bir boşluk varmış gibi, ve ben...diğerlerini...hissedebiliyorum ve onları sömürebiliyorum. Taklit edebiliyorum."

"Diğerleri."

"Enstitü'deki diğerleri," Taehyung mırıldandı. "Bu şekilde ken-kendimi uyandırdım. Onu hissettim. Gücünü emdim. Jungkook."

Jimin'in zihni bulandı. "Nasıl?"

"Bence—belki de...işe yaramıştır. Derin diyara gitmek için tetiklediğimiz kısım beynin olağanüstülük gücünü yarattığı kısım. Tıpkı düşündüğümüz gibi. Sadece, artık—artık Talon kullanmamıza ya da insanları dondurmamıza gerek yok," Taehyung'un gözleri kocamandı, suratı dehşet içeriyordu. "Ben sadece—öylece güçlerini kapatabiliyorum. Onları etkisiz hale getirebiliyorum. Güçlerini alabiliyorum."

Bunun üzerine ortama ağır bir sessizlik çöktü. Jimin bir şey söylemek istiyordu, yüzlerce sorusu vardı, hepsini dayamak ve Taehyung'u durdurmak istiyordu ama donmuştu. Donakalmış, onun parmaklarından çıkan parıltıları izliyordu. Donakalmış, bütün bunları anlamlandırmaya çalışıyordu.

"Taehyungie," Yoongi fısıldadı. "Sen—sen olağanüstü'ye dönüştüğünü söylüyorsun. Biz bir şekilde—biz seni—"

Taehyung'un dudakları titredi. Önce Jimin'e baktı, yarı-umutla, ve sonra Yoongi'ye. Bastırılmış hıçkırıklarını bırakırken rahatlatılmayı umarcasına ellerini ikisine uzattı, çaresizce, ama artık onlara dokunup dokunamayacağına emin değilmiş gibi kafası karışık duruyordu.

"Bu—bu bir şeyleri değiştirecek mi, hyung?" diye sordu, berbat bir sesle. "Bizim...bizim için?"

Tabii ki, diye düşündü Jimin. Bu Yoongi'ydi. Dilinden düşmeyen tek laf olağanüstülerden ne kadar nefret ettiğiydi. Her konuşmanın sonunda bir şekilde, güç eşitsizliğine nasıl katlanamadığından yakınırdı.

Ama Yoongi sadece aniden öne atılıp Taehyung'u yanlarına çekti, bir yandan o ağlarken, arayı kapattı.

"Hiçbir şeyi değiştirmeyecek," Yoongi kesin bir şekilde temin ederken Jimin de yaklaşıp Taehyung'un saçlarına rahatlatıcı sözler fısıldamaya başladı. "Aramızdaki hiçbir şey değişmeyecek, tamam mı? Hiçbir şey."

Kulağa dediğine inanıyormuş gibi geliyordu. Jimin derin bir nefes aldı, Taehyung'un saçlarını öptü, ve kendisi de buna inanabilmeyi diledi.

***

GÜNÜMÜZ

Bodrumda, her şey ne kadar değişmiş olsa da, hiçbir şey değişmemiş gibi hissediyordu. Yoongi Taehyung'a tekrar sahipti, ve dünya ayaktaydı. Başbaşaydılar ve içinden bir parça Jimin için endişeleniyordu.

"Ne kadarını hatırlıyorsun?" Taehyung sordu.

"Bilmiyorum." Yoongi ağzının içi kurumuş gibi hissetti. "Parça parça. Biz—biz bir şey yaptık, değil mi? Üniversitede?"

Taehyung kafasını salladı. Yoongi'nin hatırladığından daha ciddi duruyordu, Yoongi'nin kolunun altında vücudu kaskatıydı.

"Bir şey yaptık," dedi. "Sonra ben batırdım. Bu da bedeli."

Bu. Hayalet, Ace, zihin kontrolleri—bu. Yoongi oturuşunu dikleştirdi. Yine de Taehyung'u bırakmadı. "Yapabildiğin şeyler—"

"Kafamın içinde gidebildiğim bir yer var," dedi Taehyung. "Diğer insanların yeteneklerini sömürebiliyorum, kopyalayabiliyorum, kapatıp açabiliyorum. Jin hyungun yaptığı gibi, olağanüstülük testinde hile yapabiliyorum. Bu yüzden hiç bilmedin."

Yoongi ürperdi. "Peki hafızalar. Anılarım—ve Jimin'inkiler. Onları sen mi sildin?"

Taehyung kafasını salladı. "Birlikte yaptık."

"Ne demek istiyorsun?"

"Sen, ben ve Jimin. Birlikte tartıştık. Birlikte karar verdik."

"Nasıl? Anlamıyorum. Neden bunu yapmak—bütün bunları yapmak isteyeceğimi anlamıyorum? Neden sana izin—"

Ama Taehyung kafasını salladı. "Burada değil," dedi, ve Yoongi onun bakışlarının bodrum kapısına yöneldiğini gördü. "Şimdi değil."

"Önlemler yüzünden mi?"

Bir anlık sessizlik. "Ev-evet, önlemler yüzünden."

"Bana sadece şunu söyler misin?" Yoongi sordu. Taehyung ona baktı, gerçekten baktı, ve Yoongi'yi sıkıca tuttu. "O insanları sen mi öldürdün?"

Taehyung'un yüz ifadesi acıya döndü. Ama bakışlarını Yoongi'den çekmedi. Alt dudağı hafifçe titredi, soluk suratına tedirginlik yayıldı.

"...Evet." diye fısıldadı, ve Yoongi bu cevabı beklese de karnına bıçak yemiş gibi hissetti. "Zorundaydım."

"Bilerek mi?"

Taehyung tereddüt etti. "Evet."

"Biri zihninle oynamıyor muydu? Namjoon öyle söyledi."

"Namjoon hyung yanlış söylemiş. Bazı kısımlarda uyanıktım. Bazılarında değildim. Bu ikisi arasında fazla zamanım yoktu, ama Hayalet tamamen bendim. Başka kim Jin hyungu arayacaktı? Başka kim onun yeteneğini bilip kopyalayacaktı?" Taehyung bu konuda çok emin duruyordu. "Onu ben çağırdım. Yeteneğini kullanarak Ace'dekileri öldürdüm."

"Neden yaptın bunu?" Yoongi sordu, sesinin çatlamasından nefret etti. "Sen katil değilsin, Tae."

Taehyung hiçbir şey söylemedi, dudaklarını kilitleyip bakışlarını çevirdi. Yoongi ısrar etti, "Seni tamamen hatırlamıyorum, ama bu kadarını hatırlıyorum. Seni bu kadar tanıyorum. Değil mi?"

Taehyung'un gözleri tekrar doldu. Cevaplamak için ağzını açtı, ama o sırada gözlerini direkt kapıya çevirdi. "Hyung," diye fısıldadı. "Sadece—birazcık, yapar—mısın?"

Yoongi onun ne istediğini biliyordu. Eskiden de isterdi, ajanlık günlerinde, Yoongi'nin kollarına tırmanıp o zamanki sırlarıyla titreyerek.

Sırlar, sırlar, sırlar. Onun yapıtaşı gibiydi.

Yoongi düşünmedi bile. Doğal bir şekilde alışkanlık olarak yaptı, ellerini Taehyung'un sırtına koydu, omuriliğini yavaşça okşayarak sırtında daireler çizdi. Taehyung omzuna doğru kesik kesik nefes verdi ve Yoongi onu yatıştırmaya devam etti.

"Sadece nefes almaya devam et," dedi her zamanki gibi, ve Taehyung küçük korkulu bir ses çıkardı. "İyi olacağız."

"Özür dilerim," Taehyung tekrar mırıldandı. "Bunu yapmak zorunda kaldığım için özür dilerim."

"Neyi, Tae?"

Yukarı çıkan merdivenlerin önündeki kapıdan bir anda sesler geldi. "Yoongi?" Seokjin seslendi. "Tae?"

"Kapı açık." dedi Yoongi. Taehyung o sırada kucağından indi, koltuğa gergince oturup dudağını dişleyerek kapıya baktı. Bunun üzerine bir takım kötü hisler Yoongi'ye alttan alttan gelmeye başladı ama emin olamadı.

Seokjin tekrar denedi, kapıyı vurarak açmaya çalıştı, açılmayınca tekrar seslendi.

"Yoongi? Kapıyı aç."

Yoongi ayağa kalktı. "Kilitli değil ki."

Taehyung onu kolundan çekip geri oturttu, o kadar sert çekmişti ki Yoongi'nin canı acıdı. "Hyung."

Seokjin tekrar kapıyı yumrukladı. "Taehyung!" bu sefer bağırdı. "Siktiğimin kapısını aç, hemen."

Yoongi Taehyung'a şaşkınca döndü. "Kapı kilitli değildi," dedi. "Sen mi-"

"Artık kilitli," dedi Taehyung sakince. "Ben kilitledim."

"Neden?" Yoongi huzursuz hissederek sordu. "Niye?"

"Bu kelepçeleri çıkarman lazım. Anahtarın sende olduğunu biliyorum."

Yoongi onun sesindeki rica tonunu duydu ama içinden bir kısım bunun daha çok bir emir olduğunu algılıyordu. Botundaki anahtarı almak için eğilirken çok uzaklardan, çok gerilerden gelen bir güce karşı koyamadığını hissetti.

Aslında yapmak istemiyorum diye düşündü. Anahtarı çıkarmak, Taehyung'un kelepçelerini açmak, onu serbest bırakmak istemiyordu. Ama seçme lansı yoktu.

Zorundaydı.

Kendi iradesini bastıran kaya gibi bir güç vardı.

Zorundaydı.

Yukarılardan bir yerden, Seokjin'in bağırdığını duydu. Taehyung karşısında gözlerinin içine bakıyordu. Sanki bir şeyler diyecek ama diyemiyor gibiydi.

Ne diyecekti? Sorun yok mu? Yoongi daha fazla oyalanmak istemiyordu. Cevapları istiyordu. Taehyung'un güçlerinin sınırını öğrenmek istiyordu; burada kelepçeleri takılı halde nasıl Namjoon'un telepati gücünü kopyalayabildiğini. Taehyung gibi bir olağanüstüyü, yakınında olduğu müddetçe her gücü sömürebilen birini, kimin durdurabileceğini merak ediyordu. Hiç Taehyung'u gerçekten tanımış mıydı, eskiden sevdiği oğlanla yaşadıkları gerçek miydi, yoksa bir oyunun parçası mıydı merak ediyordu.

Bilmek istiyordu.

Ama onun yerine Taehyung elindeki kelepçeleri çıkarttırdı. Onun yerine, zorla, kendini serbest bıraktırdı ve kelepçeler çıkar çıkmaz parıltılar avucuna birikti. Hızlıca parmaklarını gerdirdi, ve Yoongi'nin ağzı kurudu.

Taehyung onu bir yere götürecekti. Bir yere gideceğiz hyung dedi.

"Ya gelmek istemiyorsam?"

Hafif acılı bir ifade. "Öyle bir seçeneğin yok."

Birileri kapıya abanıyordu. Yoongi sesler duydu-Seokjin ve Kwon ve Hoseok ve Namjoon-ve içinden kapıyı kırabilmelerini diledi. Yanına gelip Taehyung'u tekrar yakalmalarını, çünkü şu anda, bu halde, Yoongi ona güvenemezdi.

Maalesef kapı dayandı.

Kapı dayandı, ve Yoongi'nin beyninde sanki birisi yumruğuyla sıkıyormuş gibi bir baskı vardı. Gittikçe yoğunlaştı, Yoongi karşı koymaya çalıştı, zorlandı, o arada gözleri arkası dönük duran Taehyung ve köşedeki sandalye arasında gidip geldi. Muhtemelen Taehyung bakmasına gerek kalmadan zihnini kullanıyordu ama tam zamanıydı, Yoongi ilerleyip sandalyeyi kavradı ve havaya kaldırıp tam Taehyung'un üzerine doğru hedef aldı.

Oysa tabii ki indiremeden sandalye elinden geriye uçtu. Duvara çarpıp parçalandı.

Taehyung'un suratında öfke yoktu, acı da yoktu. Sadece Yoongi'ye önceki hali gibi bakıyordu-içten, narin, hüzünlü.

"Neden bunu yapıyorsun?" Yoongi mırıldandı, görüş alanı kararmaya başlayınca göz kırparak.

Bir cevap alamadı.

"Bunun için seni asla affetmeyeceğim." diye tısladı, ve bu dediğine cevap aldı. Taehyung berbat bir ifadeyle ona baktı.

"Uyandığında daha iyi hissedeceksin." dedi.

Sanki felç geçiriyor gibiydi.

Taehyung garip bir ifadeyle bir kapıya, bir Yoongi'ye baktı. "Göreceksin, hyung. Daha iyi olacak."

Ve sonra her şey karardı.

*******

Continue Reading

You'll Also Like

18.2K 721 66
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
7.5M 342K 65
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
1.8M 95.3K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
265K 4.8K 31
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...