Murmuration | taegimin

By bitterthesweet

2.6K 178 364

[Türkçe Çeviri] Park Jimin, Seul metropolündeki en hareketli polis departmanında çaylak bir dedektifti. Kend... More

Giriş
1 - Starling
2 - Seagull
4 - Ravens
5 - Hawk
6 - Phoenix
7 - Vulture

3 - Wren

225 19 57
By bitterthesweet

*******

Kuşların kralı kimdir?

BÖLÜM ÜÇ - WREN (ÇALIKUŞU)

"Neler hissediyorsun, peki, davanın tekrar açılması hakkında?"

"Hiçbir şey hissetmiyorum."

"Yüz ifaden öyle demiyor, Yoongi-ssi. Unutma: atman gereken ilk adım güven. Bana güven ve benimle konuş. Neler hissediyorsun?"

Saat tıkırdadı. Arkasındaki klimadan yumuşak bir esinti geliyordu. Yoongi kotundaki yırtıklardan biri için tedirgin oldu.

Neler hissediyorsun?

Açık bir yaraya ateş değdirmek gibi, demedi Yoongi.

En başından kadına anlatmamalıydı. Terapistler böyle yapıyordu--belki gizli bir hazine bulup zihnindeki denklemi çözebilir diye hislerini dip köşe inceliyordu. Bu dava hakkında gıkını çıkarmamalıydı, ve Park Jimin, ve Kim Taehyung hakkında. Ama Kim Taehyung bütün bunların asıl sebebiydi ve Yoongi çoktan sırf onun üzerine birkaç görüşmeye gelmiş olabilirdi. Bir şeyleri olduğu gibi bırakamayan Taehyung. Çıkmayı hayal bile edemediği bu tavşan deliğine kendisini sokan Taehyung. Aralarındaki hassas, profesyonel ilişkiyi sanki tebeşirle çizilen bir çizgiymiş gibi kaydırıp bulanıklaştıran Taehyung.

Giden, Taehyung.

"Aldatılmış hissediyorum." dedi Yoongi, bacak bacak üstüne atarak. "Onu geride bırakmıştım. Senin yapmamı söylediğin şekilde. Onu atlatmıştım, ve şimdi hepsi geri döndü."

"Departmana bir mektup yazabilirim."

"Duygusal olarak yetersiz olduğumu mu söyleyeceksin? Ha. Bana geri verdiler, artık bu davanın peşini asla bırakmayacağım."

"Bu akıllıca mı?"

Yoongi dişlerini gıcırdattı. "Bu konuyla alakalı akıllıca tek bir şey yok."

"Şu çalıştığın diğer adam - Jimin'di, değil mi? O biliyor mu--?"

"Tahmin ediyor. Herkes tahmin ediyor."

"O zaman belki de ona söylemelisin?"

Yoongi derin bir nefes aldı. "Yapamam." dedi ve sesinin çatlamasına sinir oldu. Tekrarladı. "Yapamam. Hem--ne faydası olacak ki bunun?"

"Belki onun mental desteğini kullanabilirsin. Artık daha derinleşiyor - bu davayla çalışmaya karar verdiğine göre - aynı zamanda partnerinden sır saklamaman en iyisi olur. Unutma, ben senin gibi meslek gruplarındaki insanlara yardım etmek için eğitildim. İletişim ve şeffaflık önemli, bu ikiniz için de riskleri azaltıyor. Araştırmanız hakkında sırlar saklamak iyi olmaz --Jimin'i tehlikeye atmak istemezsin, değil mi?"

Yoongi duruldu. "Hayır."

Tabii ki atmak istemezdi. Jimin bunların hiçbirini istememişti. Ama Jimin'e her şeyi anlatamazdı da. Taehyung'la iş dışındaki buluşmalarını, o öldükten sonra görmeye başladığı kabusları, Taehyung'un günlüğüne yazıp yazmadığına emin olmadığı şeyleri Jimin'e anlatamazdı. Bilgi işlemdekiler düzelttikleri fotoğrafları direkt Yoongi'ye göndereceklerdi ama illa bir noktada günlüğü Jimin'le paylaşması gerekecekti. Nasıl olacaktı bu? Nasıl Taehyung'un günlüğünün tamamını okutacaktı?

Yoongi terapistin odasından çıkarken bütün bunları düşünmeye o kadar dalmıştı ki resepsiyonun cam duvarının arkasında bekleyen kişiyi son anda gördü. Kafasını önündeki kitaba eğmişti, ve Yoongi onun yanından fark etmeden rahatlıkla geçebilirdi, eğer dağınık saçları ve duruşu bir yerden tanıdık gelmeseydi.

Durdu, transparan bölmenin hafifçe yanına geçti, ve odanın karşısındaki Park Jimin'e bakıp nefesini çekti.

Jimin onu fark etmedi. Üzerinde üniforması yoktu, basit bir kot ve açık renk gömlek giymişti, ve suratında Yoongi'ye çok tanıdık gelen yorgun bir ifade vardı. Bu Jimin'e ait olması gereken bir ifade değildi. Bu içinde hayaletler olan birine, elindeki tek çare buraya gelmek olan birine aitti.

Buraya, tanıdık koltuğa ve katı ama arkadaş canlısı surata.

Buraya, Ms. Kwon'un ofisine.

Yoongi'nin zihninde atlar koşuşturuyordu. Neden, diye merak etti. Nasıl? Kwon federal bir çalışandı. Danışanlarının hepsi uzun davalar yöneten yargıçlar, saha doktorları, ya da askeri gözetimcilerdi. Travma sonrası stres bozukluklarıyla, hükumetin önemsediği belirli travmalardan etkilenen insanlarla uğraşıyordu. Yoongi buradaydı çünkü Namjoon sistemle oynayıp bedavaya Kwon'dan yararlanmasını sağlamıştı. Park Jimin'in bir Kim Namjoon'u yoktu, ya da terapiye dökecek çuvallarca parası, o zaman neden buradaydı?

Jimin kafasını kaldırdı. Bir anlığına göz göze geldiler, ve Jimin de Yoongi kadar donmuş gözüktü. Yutkundu. Sonra şaşkınlığını zayıf bir gülümsemeyle örtmeye çalıştı, ama Yoongi karşılık verebilecek gibi hissetmiyordu.

Tek kelime etmeden dışarı çıktı.

Dışarıda, gökyüzü koyu mavi renkteydi. Bir süre yönüne dikkat etmeden yürüdü, zihni Jimin ve Taehyung arasında bir atlıkarıncaya sıkışmıştı. Sonra Namjoon'u aradı.

"Efendim?" Namjoon açar açmaz sordu. "Kwon yine moralini mi bozdu, hyung? Gelip seni alayım mı?"

"Hiçbir zaman moralimi bozmadı ki," Yoongi hıh'ladı, yalan söyleyerek. Kwon'un seanslarından birinden sonra tüm gece Namjoon'la nehir kenarında yürüdüklerini hatırlıyordu. Başka bir gece de Namjoon'un kanepesinde sarhoş bir şekilde uyuyakalmıştı. "Bana bir iyilik yapar mısın, Joon-ah?"

"Tabii ki. Yasaları çiğnememi gerektirmediği sürece."

"Eğer işine gelse yüz kere yasaları çiğnersin," Yoongi homurdandı, ve bir kavşakta durdu. "Ama bu o tarz bir şey değil. Park Jimin neden Kwon'a terapiye geliyor benim için öğrenmen lazım."

"Park Jimin?" Namjoon sordu. "Bizim Park Jimin? Çaylak olan?"

"Yok, erkek arkadaşın Park Jimin." Yoongi tersledi, şakaklarını ovaladı. "Evet, çaylak olan. Çocuğun hükumet tarafından psikologa kayıt oldurulacak neyi olmuş olabilir?"

"Bilmiyorum. Kulağa tuhaf geliyor. Bir bakarım."

"Bakarken göbek adına ve ortaokulda gittiği okula da bak."

Namjoon sessiz kaldığında Yoongi neredeyse arkadaşının kafasında dönen çarkların sesini duyabiliyordu. "Hyung. Neden Jimin'i araştırıyorsun?"

Yoongi parlak trafik ışıklarının ilerisinde toplanmış, bir olağanüstünün gösterisini izleyen kalabalığa baktı. Adamın uzuvları jöle gibi uzuyor, kolları ve bacakları balon hayvanlar gibi düğüm oluyordu. Kendini küçük bir cam kutuya sığdırdığında kalabalık iç çekip alkışladı.

"Çünkü içimde bir his var," dedi, ve Namjoon'un öbür taraftan iç çektiğini duydu. "İçimde bok gibi bir his var."

***

Kwon Jimin'e Yoongi'yi anlatmayı reddetti. Tabii ki öyle yapacaktı, Jimin şaşırmadı. Ama sinir oldu ve seansın çoğunu susarak geçirip danışmaya geldiği şeyi, rüyayı anlatmadı. Ve sonrasında anlattı, ve kadın endişeli gözüktü. Ona davadan kişisel olarak etkilendiğini düşünüp düşünmediğini sordu.

Ki --güzel bir soruydu.

Jimin'i etkiliyor muydu? Tabii ki. İstese de istemese de bu oyuna sürüklenmişti. Ve şimdi Taehyung kafasında belirmeye başlamıştı; beliriyor, kanlar akıtıyor, ölüyordu. Jimin kendini dondurmalara gömmek istiyordu. Ya da Hawaii'ye tatile gitmek. Ya da her ikisi.

Bunların yerine, Kwon'dan ayrılınca, doğruca adli tabibin ofisine sürdü.

Saat geç olmuştu. Hoseok hâlâ oradaydı, fırçalarının arasında bir köşede uyuyordu. Muhtemelen Jimin'e gelmesinin sorun olmadığını mesaj attıktan sonra yorgunluğuna dayanamamıştı. Uyurken çok sakin gözüküyordu, Jimin'in birkaç gün önce konuştuğu taşkın adamdan eser yoktu. Bir anlığına Jimin ayakta dikilip -tamamen alakasız bir şekilde- Yoongi'nin uyurken nasıl gözüktüğünü merak etti. Yine kızgın, suratsız bir kedi gibi mi davranıyordu? Yoksa böyle miydi, aldatıcı bir tatlılıkla hafifçe mırıldıyor muydu?

İçinden bir ses Yoongi'nin uyurken top gibi büzüşen tiplerden olduğunu söylüyordu.

Jimin bu saçmalıkları kovmak umuduyla kafasını hızlıca iki yana salladı. Sonra formaldehit sisinin içine yürüdü ve güçlü oda parfümünün kokusunu aldı. Uyandırmak için tek elini Hoseok'a koydu.

"Ağhh!" Hoseok bağırdı, korku dolu suratıyla uyanıp geriye doğru sendelerken. Birkaç dakika boyunca göz kırpıp Jimin'e odaklandı. "Sikeyim! Seni Hayalet sandım."

"Hayır. Sadece benim."

Hoseok suratını buruşturdu. "Dua et elimde neşterim yoktu."

"Gelebilirsin diyen sendin, hyung."

"Çünkü ısrar ettin. Sana çoktan söyledim, Jimin-ah. O dosyadakilerden daha fazlasını sana veremem." dedi Hoseok. Esniyormuş gibi yaptı ama gözleri merak ve alarmla doluydu, sonraki sorusu da. "Neden buluşmak istedin?"

Jimin gülümsedi. "Aklını çelebileceğimi düşünüyorum, hyung."

Hoseok kaşlarını kaldırdı. Kollarını göğsünde birleştirdi. "Çel bakalım."

İkisi bir kafede kendilerini buldular. Görünüşe bakılırsa Hoseok hamburger ve milkshakelerin lafını duyunca daha cana yakın davranmaya başlamıştı, ve Jimin şansını denemeden önce onun yemeğini yarılamasını bekledi. Ne de olsa, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçiyordu, ve Jimin'in istediğini elde edebilmesi için Hoseok'un dört şeritli otobanını doldurması gerekliydi.

"Bana Jin hyungu anımsatıyorsun, biliyor musun?" dedi Hoseok, Jimin dolanarak masaya bir tabak patates kızartması getirdiğinde. "Sessizce sinsi. Yoongi hyungun burada beynimle oynadığından haberi var mı?"

"Hayır."

"Haberi olmasını ister misin?"

Jimin omuz silkti. Hoseok burnundan güldü. "Taehyungie--" diye başladı, sonra kendini durdurdu. Jimin onun yüzünün nasıl bir anda düştüğünü görmemiş gibi yaptı. "Taehyung. O da biraz senin gibiydi. Kaotik. Gizemli."

"Ben gizemli değilim."

"Öyle mi? İşe başladığın ilk gün neden gelip seninle konuştuğumu biliyor musun, Jimin-ah?"

Jimin o günü net olarak hatırlıyordu. Daha çok yeniydi, nelerle karşılaşacağından bihaberdi. Ve masasına yürüdüğünde, yanında bir kutu donutla beraber üzerinde rahatça uzanan meraklı bir Hoseok bulmuştu. Hoseok ona üniversitesiyle alakalı sorular sorup durmuştu. Nereli olduğunu, neler yaptığını, ve neden akranlarından bir sene sonra polisliğe başladığını sormuştu.

"Neden onları sordun, hyung?"

Hoseok ağzına bir patates attı. "Çünkü  adli tabipliğe başlamadan önce Seul Devlet Tıp Fakültesi hastanesinde çalışıyordum."

Jimin'in kalbi tekledi. "Oh."

Orayı hatırlıyordu. Steril. Beyaz. Orada kaldığı dört ay boyunca Hoseok hemşire ya da doktorlardan biri miydi? Emin olamıyordu. Bir sürü farklı kişi görmüştü ve aklı çok karışıktı. Hala orada geçen günlerinin yarısını hatırlamıyordu.

Hoseok temkinle ona baktı. "Hatırlıyor musun?"

"Seul Tıp Fakültesi hastanesi," Jimin tekrar etti, sanki hafızasını zorluyormuş gibi. "Sen de...oradaydın."

"Mm-hmm," dedi Hoseok. "O yüzden Seokjin hyung bana yeni gelen çaylaktan bahsettiğinde ne kadar şaşırdığımı sen düşün. Garip bir şekilde, hiçbir sağlık geçmişin polis kayıtlarımızda yer almadı."

"Garip."

Hoseok'un gözleri büyüdü. "Bunu bilmiyor muydun?"

"Hayır."

"Sence nasıl oldu peki?"

Jimin kendini kastı. "Departmandaki biri beni seviyor?"

"Departmandaki biri seni çok seviyor olmalı, Jimin-ah. Öteki şekilde asla bu işe alınamazdın. Akli yeterliliğini göstermek için psikiyatri raporları ve testler lazım, ve durumun yüzünden uyku çalışmaları. Bunları geçebildiğini sanmıyorum. Geçtin mi?"

"Hayır." Jimin fısıldadı. Karnı ağrıyordu. "Ama inan bana, hyung. Bunun hakkında bir şey bilmiyorum. Kayıtlarımın olmayışını bilmiyordum. Komplo kurmadım--"

Hoseok elini salladı. "Biliyorum. Senin suçun değil. Merkezdeki biri tarafından yapılmış olmalı, ve bir şekilde, sen sadece kurbansın. Üzerinde kontrolün olmayan bir şey yüzünden hayatın elinden alınmamalı."

Jimin yumruklarını sıktı. Neden birileri Jimin'i karakola sokabilmek için sicilini temizlemişti anlamıyordu. Çok...oynatılmış hissediyordu. Kukla gibi. Ve neden? Jimin'in bağlantıları, siyasi arkası yoktu. Jimin hiçkimse değildi. Kim, neden risk alıp ona yardım etmişti?

Hoseok Jimin'in karışık ifadesine kafasını salladı. "Jimin-ah, boşver. Birileri dosyalarını manipüle etmiş, doğru. Ama davan mahkemeden onaylandı. Devlet seni destekliyor. Sana yardım etmek istiyor. Bu yüzden Kwon'a gitmiyor musun zaten?"

"Yoongi hyung da ona gidiyor."

"Biliyorum," dedi Hoseok, ve ellerini masaya koydu. "Uzun zamandır."

"Taehyung yüzünden mi?"

Hoseok dudaklarını birbirine bastırdı. "Senin bir sırrını biliyorum, Jimin-ah, o yüzden karşılığında benden de bir sır istemen adil. Ama sadece bir tane söyleyeceğim. Dikkatli seç."

Jimin ona baktı. Hoseok'un kartları olduğunu biliyordu, evet, ama onun birilerini incitecek şekilde kimseye karşı kullanacağını düşünmüyordu. Jin gibi kafa karıştırıcı değildi, çok samimi davranan ama ağzından laf aldırmayan. Hoseok daha açık birisiydi. İçten. Yardım etmeye hevesli--eğer karşısındaki doğru şekilde isterse.

Jimin yaklaştı. "Ya kendi iki sırrıma karşılık senden iki tane istesem?"

"Ya iki sırrını versen ve ben de sana bir sır artı bir iyilik yapsam?"

"Ne iyiliği?"

Hoseok omuz silkti. "Borçlanmış olurum. Fazla büyük bir şey olmaz. Senin için bir rapor çalarım, sen de bana çalarsın..."

Jimin düşündü. "Ve sonra, belki, bir iyilik daha yaparsın ve bir sır daha veririm..."

Hoseok'un gözleri parıldadı. Hamburgerinden büyük bir ısırık almadan önce kocaman samimice gülümsedi. "Ah," dedi, ve yağlı elini Jimin'e uzattı. "Anlaştık."

***

Bilgisayarı alarmla öttüğünde, Yoongi elindeki topu masasından karşı duvara zıplatıyordu.

Bodrumda başka kimse yoktu --Namjoon Olağanüstü katında en sonki Hayalet cinayetiyle ilgili bir toplantıya katılmıştı ve Kwon'un ofisinden sonra Jimin'i bir daha görmemişti. Böyle iyiydi. Mailin konusunu okudu; Kanıt #665E: Bilgi İşlem.

Sayın Dedektif Min, diye başlıyordu, ve Yoongi aniden kalbinin boğazına doğru yükseldiğini hissetti. Lütfen ekte yer alan işlenmiş görsellere bakınız, sayfa 1-20...

Bunun için çok beklemişti. Gizemi çözmek için, Taehyung'u tamamen anlayabilmek için çok beklemişti. Neyi neden yaptığını öğrenmek için. Neden ölümüne yürüdüğünü bile bile Ace'e gittiğini öğrenmek için. O katman katman maskenin altında nasıl birinin yattığını görmek için.

Yine de, ekranındaki minik basit ikona tıklamak için kendini işkence çekerken buldu.

Bugün yağmur yağdı, diye okudu, ve sonra gözlerini sımsıkı kapattı. Belki bunu Namjoon yapmalıydı. Namjoon her şeyi biliyordu, muhtemelen Yoongi'den bile fazla, ve bunu görmeyi hak ediyordu. Namjoon onu yargılamazdı.

Hayır.

Bu onun davasıydı. Onun ajanının davası. Kimse Taehyung'u onun kadar tanımıyordu. Kimse onun adaletini sağlayamazdı.

Yoongi iç çekti ve okumaya başladı.

İlk yirmi sayfa Taehyung'un gün gün aktivitelerinin yer aldığı açıklamalarla doluydu. Won Kyung'un likörü kaçak. Yuri olağanüstü kızları fuhuşa zorluyor. Okul öğrencilerine odaklanmayı arttırdığını söyleyerek uyuşturucu satan yeni bir çete var-- sınav dönemindeyiz, yani bu kötü olabilir.

Değişikti. Yoongi her zaman Taehyung'un bilgilerinin alım satım sadeliğinde olduğunu sanardı. Karşılıklı. O bir şey verirdi, diğerleri ona bir şey verirdi --süs püs olmadan, duygusuzca. Günlüğe bakılırsa, ama, umursadığı açıktı.

Bölüm şefi Jinsoo'ya bugün karaborsalar zinciri hakkında bir döküm verdim, ama bu konuyu görmezden gelmemi söyledi çünkü siyasi bir parti tarafından korunuyorlarmış. Bazen kimin daha yozlaşmış olduğunu merak ediyorum, polisler mi Seam çeteleri mi. Keşke Yoongi hyunga verseydim. Ya da Namjoon hyunga. Bunu unutmamalıyım.

Unutmamalıyım kelimesinin altını üç kere çizmişti. Kalemi o kadar sert bastırmıştı ki delinip arka sayfaya geçmişti. Taehyung sinirlenmiş olmalıydı.

Başka bir sayfada, Bugün birinin kaçmasına yardım ettim diyordu. Bu işi yaparken bazen zorunda kalıyorsun. Kötü hissettiriyor, ama karşılığında bana bir şey verdi. Büyük bir dedikodu. Ne derlerdi? 'Köpekbalığını yakalamak için küçük balıkların kaçmasına izin ver' miydi? Ya da belki bunu büyükannemden duymuşumdur. Yine de doğru. Aradığım şey, her şeyden çok istediğim şey için--bazı berbat durumların olmasına izin vermek zorundayım.

Yoongi nefesini çekti. Taehyung'un oyunlar oynadığını biliyordu. Oyun üstüne oyun, polisi koşturup daireler çizdiriyordu, iki tarafa da hizmet ediyordu. Ama bu deli yönteminin bir amacı varmış, şimdi keşfediyordu. Bir şey istiyormuş.

Günlüğün bazı parçaları çok mantıksızdı. Neden gidip gün doğmadan önce seni o parkta beklediğimi bilmiyorum, diyordu bir tanesinde. Dışarısı maviydi, ve gökyüzü o günkü gibiydi. Hatırlıyor musun? Neden bekledim bilmiyorum. Gelmeyeceğini biliyordum.

Ve başka bir tane daha: bu sene hepimizin doğum günleri geçti ve hiç kimsenin haberi olmadı. Doğum günlerimiz ve ben, yalnız başıma.

Yalnız mıydı? O yüzden mi--?

Bu Ace'deki günden belki yedi, sekiz ay öncesiydi, Yoongi hatırladı. Adının geçtiği küçük davaları hatırlıyordu. (Bugün Yoongi hyungla Hongdae kaçakçısını konuştum, ya da Merak ediyorum acaba Yoongi hyung insanların zihnini karıştırıp kendisine para verdirten olağanüstüyü yakaladı mı.)  Yoongi'nin adının geçtiği başka kesitler de vardı, işle alakasız. (Bazen bana öyle bakıyor ki düşüncelerimi okuyabiliyormuş gibi hissediyorum. Öyle mi, hyung? Keşke okuyabilseydin.)

Ama fazla itham altında bırakacak bir şey yoktu, kırmızı bayrak çektirtecek. En azından henüz yoktu. Yirminci sayfada, Yoongi ve Namjoon'u çizdiği bir karikatür vardı. Yoongi kendi karikatür çizgilerini tanımıştı, eski masasında ve ofisindeyken, Taehyung insan vücutlarını kendi tarzında çiziyordu. Bir köşede, Taehyung karalamıştı: kuşların kralı kimdir?

Yoongi göğsüne biriken kederi hissetti.

Biri masasına vurduğunda kafasını kaldırdı. Ve sonra bilgisayar ekranını Jimin'e çevirdi. "Bilgi işlem günlüğün bir kısmını yolladı."

Jimin kafasını salladı. "Yazıcıdan çıkarırım," dedi, sesi fazla düz bir şekilde. "Şefin mailini aldın mı?"

"Bunu okumakla meşguldüm."

"Hayalet'in hattında bir kıpırtı oldu," dedi Jimin, "Seam'de nöbete çıkmamız lazım. Uğrayabileceğinden şüphelenilen bir liste bina var --hepsi muhtemel kurbanların oturduğu yerler."

"Çıkmamız?"

"Tüm departman, iki gün boyunca, sırayla. Sen ve ben birlikteyiz. Şimdi çıkmamız lazım."

"Sıçayım. Bir gece doğru düzgün uyuyamıyorum."

Jimin kolunu çekiştirdi. "Hadi, hyung. Eğer kahve ve atıştırmalık almak istiyorsak çıkmalıyız. Senin kafeinsiz kalmış halinle aynı ortamda durmak istemiyorum. Seokjin hyung bunun berbat bir fikir olacağı konusunda uyardı."

"Seokjin hyung çok doğru söylüyor," Yoongi homurdandı. "Yazdır şunu. Namjoon nerede?"

"Jin hyungla gidiyor. Farklı bir bölgedeler."

Yoongi burnundan tısladı ve ayağa kalkarken gerindi. "Namjoon Jin hyungla mı gidiyor? Aha, kedi köpek dalaşı olacak."

Jimin'in omuzları katılaştı ve ağırlığını bir ayağından diğer ayağına geçirdi. Sanki aklını bir şey kurcalıyormuş, söylemek istiyormuş ama söyleyemiyormuş gibiydi, ve dişlerini sıkıp, "Neden? Jin hyung sizin gibi kendini kovdurtmadı diye mi?" dediğinde Yoongi hislerinden emin oldu.

Yoongi onun acı ses tonuna şaşırdı. Jimin'in karakterine çok zıttı, hatta söyledikten sonra Jimin'in kendisi bile şaşırmış gözüküyordu.

Yoongi kaşlarını çattı. "Senin kıçına ne girdi de sıkışıp kaldı?"

"Hiçbir şey. Artık gidebilir miyiz?"

"Bir şey girmiş, belli."

"Hyung, lütfen. Sadece gidelim--"

"Sökül, Jimin. Kwon ile mi ilgili? Eğer öyleyse, sana söyleyeyim; evet, gidiyorum çünkü tanıdığım birinin ölümünü izledim. Çünkü ölürken yanındaydım. Bu biraz...beynini kurcalayan bir şey."

"Kwon'la alakası yok," diye mırıldandı Jimin, daha demin duyduklarıyla gözleri biraz açılmış olsa da. "Bana yalan söylemenle alakalı, hyung."

Yoongi'nin midesi büküldü. "Ne demek istiyorsun?"

"Benden sırlar saklaman, davanın raporlarını göstermemenle ilgili. Herkesi senden bilgi gizleyip değiştirmekle suçluyorsun, ama kendin de aynısını yapıyorsun?"

"Hangi konuda yalan söyledim?"

Jimin cebinden buruşuk bir kağıt çıkarıp Yoongi'ye gösterdi. "Kanıt #667D. Dijital arşivler dışında hiçbir yerde yok. Neden, hyung?"

Yoongi neyden bahsettiğini anlamak için kağıt parçasına bakma ihtiyacı duymadı. "Bunu sana kim söyledi?" diye sordu, kastettiğinden daha sert bir ses tonuyla, ve Jimin'in hafifçe irkildiğini gördü. "Hoseok. Hoseok söyledi, değil mi?"

Jimin'in suratındaki hayal kırıklığı aşikardı. "Neden en son Taehyung'u gördüğün zamanla ilgili yalan söyledin hyung? Neden beş gün boyunca onu göremediğini söyledin? Onunla buluşmuşsun. Ölmeden iki gün önce, buluşmuşsunuz. Değil mi? O istemiş. Sana küpesinden verdiği minik notta. Güya Cennet Evi dışında hiçbir şey yazmayan notta."

Kollarını bağlamış, tersçe bakıyordu. Sesinde incinmiş bir ton vardı. Yoongi kafasını çevirdi.

"Şifreler ve anahtarlar. Kelime oyunları ve görünmez mürekkepler. Taehyung bunlardan ibaretti, değil mi?" Jimin devam etti, "Biliyordun. Gerçek mesajını nasıl okuman gerektiğini biliyordun. Yine de rapora işlemedin. Ve Hoseok hyung kanıtı test edip gizli mesajın kimyasallarını bulduğunda, ona dijital arşive geçirmesini ama sessiz kalmasını söyledin. Taehyung'la buluşman gerektiğini biliyordun. O buluşmada ne oldu? Bilmek istiyorum."

Yoongi ona baktı. Bir çaylak için, Jimin düşündüğünden fazla kaynağa sahipti. Hoseok'tan laf almak kolay olmazdı--tanıdığı en sadık insanlardan biriydi, iş ahlakı Yoongi'den fazlaydı. Ve rüşvetlerle gözü kolay dönecek biri de değildi. Park Jimin onu ikna edebildiğine göre, tehlikeli derecede etkileyici bir adam olmalıydı. Yoongi bu düşünceyi rafa kaldırdı. Belki de Jimin'in böyle olması iyiydi--meraklı ve hırslı, her taşın altına bakan biri. Belki gerçekten, gerçekten iyiydi. Belki böylece davayı çözebileceklerdi: Yoongi'nin saçmalıkları, departmanın saçmalıkları olmadan.

Jimin'in sert, istekli bağlılığı ve aşırı merakıyla.

Yoongi sordu, "Hoseok'tan başka ne aldın?"

Jimin'in birbirine bastırılmış olan dudakları büküldü. "Medikal rapor," dedi. "Hepsini."

"Tabii ki."

"Çalmadım."

"Rüşvet verdin. Aynı şey."

"Ona bir şey ödemedim," Jimin inledi, "Daha çok...antlaşma gibiydi."

Antlaşma. Tabii ki. Jung Hoseok ve antlaşmaları. "Aferin sana, velet."

Jimin kaşlarını çattı. "Ne?"

"İyi iş," dedi Yoongi, ve Jimin'in şüpheli bakışlarına gözlerini devirdi. "Ciddiyim. Çalma dediğimi biliyorum. Görünüşe bakılırsa büyüklerinden aldığın tavsiyeleri dinlemiyorsun ama buna memnunum."

"Bu bir laf sokma mıydı yoksa övgü müydü anlamadım."

"İkisi de," dedi Yoongi, gözlerini devirerek. "Tamamen bir aptalsın ama şaşırtıcı şekilde işe yarıyorsun."

"Hah, teşekkürler." Jimin homurdandı, ve sonra tekrar kaşlarını çattı. "Bilmek istediğim şeyleri bana anlatana kadar raporu sana vermiyorum."

"Şaşırmadım. Şu nöbete gidelim," dedi Yoongi, dosyalarını bir araya toparlayıp, telefonu ve silahını da alarak. "Hadi. Ben sana buluşmamızı anlatırım, sen bana rapordan bahsedersin, ve sonra da günlük üzerinde tartışırız. Oldu mu?"

Jimin buna şaşırdıysa da, belli etmedi. "Oldu," dedi kaşları çatık bir halde. "İyi. Gidelim. Ama anlatmaya şimdi başlayacaksın."

Yoongi iç çekti ve karşı koymayı düşündü. Ama Jimin kendisine dik dik bakıyordu, daha fazla saçmalık ya da oyalanma dinlemek istemediği belliydi. Yoongi pes etti.

"Notta söylediği şekilde Ace'deki kazadan iki gün önce oraya gittim. Her zamanki yerimizde buluşmak istiyordum. Ama hiç gelmedi..."

***

2015

2 GÜN, 5 SAAT, 2 DAKİKA

Namjoon Yoongi dışarı çıktığında, nereye gittiğini bilmek istemişti.

Namjoon öğrenmek istemişti, Seokjin öğrenmek istemişti, Olağanüstü'lerdeki diğer dangalaklar öğrenmek istemişti ve--

Bazen Yoongi hepsinin aslında bildiğini düşünüyordu. Herkes onun Taehyung'a zaafı olduğunu biliyordu, herkes onun Taehyung'un birkaç gün sonra cezaevinden bazı pislikleri kaçırmasına göz yumduğunu biliyordu. Herkes utanç verici sırlarını biliyordu --Taehyung hakkında rüyalar gördüğünü, en küçük saçma şeyleri...

Yoongi pek hayal gücü yüksek biri değildi. Rüyaları sıradan olurdu, günlük eziyetleriyle süslenirdi. Kim Namjoon bazen sojuyu fazla kaçırdığında Yoongi'ye sert kabuğunun altında yumuşak biri olduğunu söylerdi. Yoongi katılmıyordu. İnsanların hep kötü yönlerini düşünür, sürekli kıyametin kopmasını beklerdi. Bazı günler basit biri olsa da geri kalan çoğu zamanda pesimist bir herifti. Boş hayalleri hiç olmazdı.

İşte bu yüzden Taehyung'u ne kadar çok düşündüğü garipti.

Kendine bunun anlaşılabilir bir şey olduğunu söylüyordu. Taehyung sevdiği tipte bir insandı; komik, akıllı, dışadönük - Yoongi'nin hiçbir zaman olamayacağı özelliklerde. Varlığının gizemleri de artısıydı.

Yine de zihninin rastgele Belgesel: Kim Taehyung'un Sırları tarafına kayma eğilimini açıklayamıyordu.

Bazı anılar kayıp geliyordu --kucağında bir sürü Noel süsü olan ve dev ışıklı bir çam ağacının dibinde dikilen Taehyung; beyaz hastane odasında, önündeki kişiyle konuşan Taehyung; buharlı bir kahve dükkanından kırmızı yanakları ve tek elinde kruvasanlarla çıkan, Yoongi'ye doğru el sallayan Taehyung.

Bir tanesinde, kıkırdıyordu ve büyük kartondan pembe bir yıldızı Yoongi'nin göğsüne iğneliyordu. Üstünde kocaman harflerle PORNO yazıyordu. Kostümün hazır, hyung, diyordu kocaman sırıtarak. Bir porno yıldızısın.

Başka bir tanesinde, elini Yoongi'nin göğsüne koymuştu, suratında minik bir gülümsemeyle, bu bizim sırrımız olacak, tamam mı? Seni koruyacağım diyordu.

Garipti. Utanç vericiydi. Yoongi'nin beyninin bunları sürekli hatırlama isteği. Merak ediyordu, gizemli ajanlarına karşı hissettiği şeyler dışarıdan belli oluyor muydu? Bu onu riske atmıyor muydu? Diğerleri bunun görev ahlakına aykırı olduğunu, eğer fırsat çıkarsa Kim Taehyung için kurallara uymayabileceğini düşünüyorlar mıydı? Yoongi polisleri tanıyordu, böyle saçma konularda iddialara girdiklerini biliyordu. Hatta Hoseok'un departmandaki öbür fonksiyonu ganyan bayii olmasıydı. Hoseok'un puan tablolarında Yoongi x Taehyung durumunun kaç puan aldığını merak etti.

Böyle hissetmemeyi diliyordu. Eğer Taehyung'u bu kadar çok düşünmeseydi, onun için bu kadar delice meraklanmasaydı, o zaman şu an Taehyung'un geç kalmış olmasını umursamazdı.

Yoongi, Taehyung ile her zaman buluştukları kafenin dışında arabasının içinde oturuyordu. Görünmez mürekkeple burayı ve bu saati söyleyen, bir de "geleceğim, hyung" diyen kağıt parçası yumruğunun içindeydi. Kolundaki saat tıkırdıyordu. Yoongi bir saat boyunca bekledi, sonra bir saat daha. Bulunduğu tatsız konumu düşünüp durdu --bir suçluya hisler beslemesini, kurduğu hayalleri, bir an önce Taehyung'un canlı ve sağlam bir şekilde arabasına gelmesini ve onun kokusuyla rahatlama isteğini.

Ama hiç olmadı. Akşamın karanlığı geceye büründü ve Taehyung'dan bir iz yoktu.

Anlaştıkları saate onunla buluşamadan eve dönme fikri berbattı. Taehyung hiçbir zaman buluşmayı kaçırmazdı. Yoongi onun kaosuna alışmıştı ama dakikliğini bozmazdı. Hiç ona göre bir hareket değil, diye düşündü Yoongi. Hiç değil.

Lütfen gel, diye düşündü ve kendi çaresizliğine şaşırdı.

Sadece, Yoongi'nin içgüdüleri kuvvetli olurdu. Kartlar ne zaman yıkılacak, yer ne zaman sallanacak, her şey ne zaman parçalanacak hissederdi.

Ve şu anda, gölün üzerindeki bir petrol sızıntısı gibi içinde uğursuz bir his vardı.

Kaygan ve boğucu. Karanlık ve taşkın.

Her an ateşe tutuşabilirdi. Her an su alevlenebilir, ve kendisini de yakabilirdi.

Lütfen, Tae, sadece gel ve benimle konuş.

Nihayet gece yarısı olduğunda, Yoongi pes edip eve gitti.

O gece hiç uyumadı.

***

GÜNÜMÜZ

"...bu kadar mı? Hiç gelmedi yani?"

Jimin bakışlarını önündeki yola odaklamıştı. Çok gergince sürüyordu, sanki yoldakilere çarpmaktan korkuyormuş gibi. Bir polis için garip bir huydu. Yoongi bunu Jimin silahını alırken de fark etmişti. Gözlerini kaçırıyor ve kendini kasıyordu. Sanki kendisini bir tehlike olarak görüyormuş gibi. Çok anlamsızdı.

Park Jimin hakkında bir çok şey mantıksızdı.

Namjoon telefonda Jimin'i araştırıp ilginç bir şey bulduğunu söylemişti, ama ne olduğunu anlatmamıştı. "Telefonda söyleyemem," demişti derin sesiyle, Yoongi sorunca. Sonra hiç yüzyüze konuşamamışlardı.

Jimin'in bakışları kendisine döndü. "Hyung."

Yoongi Jimin'i seyrettiğini fark etti. "Efendim. Üzgünüm. Evet, Tae hiç gelmedi."

"Nedenini biliyor musun?"

"Hayır," dedi Yoongi ve gergince dudaklarını yaladı.

"Bu kadarcık mı?"

Bu kadar değildi. Yoongi ceketinin kenarını çekiştirip alt dudağını kemirdi.

Eğer Jimin'e tüm hikayeyi anlatmazsa, eğer burada durursa, belki Jimin hiçbir zaman öğrenemezdi. Hem bilmesine gerek yoktu.

Ama Kwon'un sesi kafasında yankılandı, sesli ve baskıcı.

İletişim. Şeffaflık. Onu tehlikeye atma.

Belki ona ihtiyacın vardır. Belki birbirinize yardım edersiniz.

Yoongi derin bir nefes aldı. "Devamı var," dedi. "Sonraki gece Taehyung mesaj attı. Çok geç bir saatte. Gece yarısından sonraydı sanırım."

***

2015

0 GÜN, 21 SAAT, 22 DAKİKA

Holly'nin havlaması hatırladığı ilk şeydi.

Yoongi yuvarlandı, homurdandı, köpeğe çenesini kapatmasını mırıldanırken yastığındaki saçları gözüne giriyordu.

"Tamam, tamam. Sakinleş, dostum." dedi, oturup yorganının arasından telefonunu ararken. Gecenin bu saatinde kim arıyor olabilirdi? Eğer Jinsoo ise, muhtemelen evraklar için bağıracaktı...

Holly yatağa tırmandı, Yoongi'nin kucağına kıvrılıp tatmin oldu. Yoongi iç çekti ve telefonunu bir yerlerden çıkardı. Eline aldığı sırada çalmayı kesmişti. İç çekti ve kilit tuşuna bastı, sonra merak ederek oturdu.

Bilinmeyen numaradandı.

Yoongi'nin midesi bir takla attı. Taehyung olduğu barizdi -gecenin köründe Yoongi'yi bilinmeyen numaradan arayacak çok az kişi vardı- ama yine de o olduğunu umdu. Taehyung kendisini ektiğinden beri işkence çekiyordu. Sürekli kameralara, olağanüstülerin sokak kavgalarının kayıtlarına bakıp duruyordu ve odaklanamıyordu. Namjoon çoktan anlamıştı. Seokjin sadece meraklı bakışlar atıyordu. Taehyung durumu kötüye gidiyordu.

Sadece bir arasa yetecekti.

Yoongi Holly'yi okşarken numarayı geri aramayı denedi. Hat çalmadı bile. Sonra, tam Holly'yi ittirip uyumaya devam edecekti ki, telefonu tekrar çaldı.

Yoongi fırlayıp açtı. "Alo?"

Bir süre parazit cızırtısı, karmakarışık sesler geldi. Sonra, bir fısıltı, "Hyung."

"Taehyung?"

"Evet, evet-benim. Hyung, acaba, acaba gel-ebilir misin--"

"Neredesin Tae?"

Taehyung titrek nefesler aldı. Sesi çatlaktı. "Her zamanki yer."

"Bana kırk dakika ver."

"Acele et."

"Kırk dakika, Taehyung-ah. Geliyorum."

Hat kesildi.

Kırk dakika. Eğer yollar gecenin bu saatinde tahmin ettiği gibi boş olursa Yoongi'nin Taehyung'a ulaşması yaklaşık kırk dakika sürecekti. Eğer sinyalini yakıp polis arabasının yapabildiği kadar gaza basarsa, belki otuz dakikaya indirebilirdi. Geç kalmayacağını umdu. Yarım saat sonra Taehyung'un hâlâ kendisini beklediğini umdu. Beklemek zorundaydı.

Lütfen, Tanrım, beklet onu.

Yoongi gecenin bir vaktinde Taehyung'un peşine düşmemeliydi. Başka birilerini aramalıydı, birilerine Seam'e çifte ajanla buluşmaya gittiğini haber vermeliydi. Önlemini almış olmalıydı, Jinsoo onaylamalıydı ve böylece tehlike potansiyeli yüksek bir yere canını riske atmamalıydı.

Ama kafasındaki baskın ses şu anda Taehyung için endişeliydi. Bu ses her ne olursa olsun ona tapan sesti; böyle hissetmesinde bir sakınca olmadığını söyleyen, Taehyung'un bu hislere değeceğini söyleyen sesti.

Aynı ses ona Taehyung'la birlikte güvende olacağını söylüyordu --Taehyung'un kendisi özel insanlara istisnalar yapabileceğini, ona asla zarar vermeyeceğini söylemişti.

Yoongi sözleri dikkate almazdı, ama Taehyung'un dikkate aldığını biliyordu.

Gişeye geldiğinde, gardiyan ona önce tip tip baktı ama Yoongi parayı sallayınca karanlığa karıştı. Yoongi dumanlı sokaklardan ilerledi. Seam'in kendi kurallarına göre ışıklar loştu, her köşeden sivri dişli canavarlar gibi kendisine bakan gölgeleri görmezden geldi.

Taehyung, güvelenmiş sokak lambasının altında onu bekliyordu. İnanılmaz derecede küçük ve kimsesiz duruyordu.

"Hey," dedi Yoongi, arabayı yanına çekince. "İyi misin?"

Taehyung hiçbir şey demedi. Arabanın etrafından dolaştı, kapıyı açtı, içeri bindi. "Düz devam et."

"Nereye gidiyoruz?"

Taehyung'un gözleri kanlanmıştı. Burnu da kızarmıştı. Ağlıyormuş, diye düşündü Yoongi, ve bu gece daha ne kadar korkabileceğini bilemedi.

"Eve," dedi Taehyung. "Eve gidiyoruz."

Sonraki on dakika boyunca sessizdi, sadece yönü tarif etti. Yoongi Taehyung'un yaşadığı yere gitmenin onun için ne anlama geldiğini merak etmemeye çalıştı. Önemli olan artık Seam'de bir polis arabasında, bir memurla görülmesini umursamamasıydı.

Her zaman çok dikkatli olurdu. Hep gizlenirdi. O zaman artık etrafı umursamaması; Yoongi'yi suratında yaş izleri ve üstünde bol eskimiş kıyafetlerle bu yıkık haliyle karşılaması ne anlama geliyordu?

"Burası," dedi Taehyung düz bir sesle ve Yoongi karanlık bir apartman binasının önünde durdu. "Evime geldik. Hadi, hyung."

Yoongi bunun bir tuzak olabileceğinden endişelenmiyordu. Kendisini sıkıca tutup basamakları uçarcasına çıkan Taehyung dışında hiçbir şeyi umursamıyordu.

Ve geldiler.

Yoongi'nin Taehyung gibi birinden beklediği şekilde göz alıcı değildi.

Sessizdi. Berbattı.

Taehyung anahtarı kapının deliğine sokmayı deneyip birinci, ikinci, üçüncü seferde de başaramayınca Yoongi onun elinden alıp kapıyı açmıştı. Sıkışık, basık duvarlı, limon ve tütsü kokan odaya ilk giren Taehyung'du. Yoongi'nin ceketinin koluna sıkıca yapışmıştı, yüzü düşüktü ve yumruklarını sıkıyordu. Yoongi odadaki tek eşya olan eski püskü koltuğa ikisini de ilerletti.

"Yanındayım," dedi Yoongi, Taehyung üstüne yıkıldığında. Şimdi çok hızlı nefes alıp veriyordu, panikliyordu, Yoongi onun sırtını ovalamaya başladı. Nihayetinde ikisi de oturuyordu. "Sorun yok. Nefes al. Yanındayım."

Taehyung kontrolünü kaybetti. Vücudu titriyor, ve nefessiz hıçkırıklarının arasında boğulacakmış gibi Yoongi'yi korkutuyordu. Sorun ne diye sormak istiyordu, bilmek zorundaydı, ama Taehyung kaybolmuş bir çocuk gibi kendisine yapışmış olunca soramadı. Soramazdı. Bir yandan bunlar çok sersemletici, çok inanılmazdı --Taehyung'u tutmak, ona dokunmak, korumak istemek. Çok kolay ve doğru geliyordu, sanki Yoongi bütün hayatı boyunca bunu yapmış gibi.

Bir süre avucuyla Taehyung'un sırtında daireler çizdi, saçlarını okşadı. Taehyung yüzünü Yoongi'nin omzuna gömmüştü. Yoongi'ye iyice sarılıp bacaklarını onun kucağından sarkıttığında, omuzları titriyordu. Hıçkırıklarının arasında bir şeyler mırıldanıyordu, ve Yoongi'nin nihayet anlaması için biraz zaman geçti.

Düzeltmem lazım.

"Neyi düzeltmen lazım?" diye sordu, göğsünü kaplayan kara hislerle. "Neyi düzelteceksin, Tae?"

Taehyung kafasını salladı. "Üz-üzgünüm," dedi, ve çaresizce Yoongi'nin omuzlarına yapıştı. "Yanımda kal. Özür dilerim. Ö-özür dilerim, ağlamak is-istememiştim. Lütfen, lütfen, gitme--"

"Buradayım. Yanındayım. Geçecek--düzelecek Tae, sana yardım edeceğim. Sorun neyse, ben--"

"Yoongi hyung."

"Evet?"

Taehyung'un benzi atmıştı ve yorgun gözüküyordu, hala göğsünden hıçkırıklar kopuyordu. Konuştuğunda sesi boğuk bir fısıltıydı. "Hyung. K-kuşların kralı kimdir?"

Bunu önceden de sormuştu. Ne zaman Yoongi yardım etmeyi önerse, bunu diyordu. Bir çeşit bilmece gibiydi, Yoongi böyle tahmin ediyordu, Taehyung'un geri kalan her şeyi gibi. Bir bilmeceydi ve Yoongi hâlâ bilmediğine sinir oluyordu.

"Bilmiyorum."

"Güzel," Taehyung mırıldandı. Neredeyse kafayı yemiş görünüyordu, ellerini çılgınca saçlarından gezdiriyordu ki Yoongi tutup kendi avuçlarının arasına aldı. "G-güzel. Ben düzelteceğim."

Yoongi ne demek istediğini anlamıyordu. Ona düzeltmek zorunda olmadığını söyledi. Bu gece değil--bu şekilde titreyip hıçkırırken, gözyaşları içinde kalmışken, yanakları kızarmış ve ısırmaktan dudakları kanamış haldeyken değil. Yoongi baş parmağıyla onun dudağındaki kanı silerken Taehyung'u bu gece hiç anlayamadığını düşünüyordu; bütün bunları, anlayamıyordu. Ama yanında kalabilirdi. Yoongi sadece yanında kalabilir ve Taehyung'a sıkıca sarılabilirdi. Sorular sormasına gerek yoktu, Taehyung'un cevaplamasına da. İçindeki endişeli sesleri bastırabilirdi.

Sadece böyle kalabilirdi.

Uzun bir süre sonra Taehyung tekrar konuştu. "Burada olmaman gerekiyor," dedi sessizce. "Gelmeme-liydin ben arama-malıydım."

"Şşşt. İyi ki aradın."

Taehyung kriz geçirmeye çok yakınmış gibi duruyordu. "Anlamıyorsun," nefesini çekti. "Bu tehlikeli. Tehlikeli, ve ben--"

"Seni önemsediğimi biliyorsun, Taehyung-ah."

Taehyung geri çekilip suratına baktı. Gözleri hala pusluydu ve nefesi hala göğsüne takılıyordu ama biraz daha sakin duruyordu.

"Neden?" diye sordu.

Yoongi uzun, titrek bir nefes çekti. "Elimde değil, sanırım. Önemsememeyi denedim, kendi kendime sürekli 'o başının çaresine bakabilir' dedim. Her zaman kimseye bağlılığın olmadığını söylerdin, Taehyung-ah. Kendimi seninle sadece bilgi alış verişi yaptığımıza ikna etmeye çalıştım. Bir adamım olduğuna. Değerinden fazla sorun çıkardığına. Ama olmadı. Nedenini bilmiyorum, yapamadım. Ve neden bilmiyorum, anlamıyorum, ama içimde berbat bir his var--"

Taehyung hiçbir şey demedi. Sadece sessizce baktı. Yoongi bu bakışı biliyordu, önceden birkaç kere daha görmüştü, ve her gördüğünde--

"Hyung."

"Hmm?"

Taehyung onu öpüyordu. Tuzlu, ıslak ve neredeyse namusluydu. Aynı zamanda tanıdıktı. Yoongi bu her olduğunda göğüs kafesinde bir kilitlenme hissederdi, bir vicdan azabı, ama Taehyung yüzünden değil. Taehyung ve kendisi yüzünden. Bu doğru, diye düşünürdü Yoongi --açıklanamayacak şekilde, doğru. Yanlış çünkü --çünkü yapması çok kolay geliyor, çok eski geliyor, ve Yoongi sadece...sadece anlayamıyordu.

Anlayamıyordu.

Taehyung onu birkaç kere daha öpmüştü -öpmekten fazlasını yapmıştı- ve hep böyleydi. Hiç böyle kırgın olmazdı, hiç ağlamazdı, ama her buluşmalarında lafları keskin, bakışları meraklı olurdu. Her şeyin yanlış-yanlış-yanlış olduğunu söyleyen sirenler Yoongi'nin beyninde öterdi. Yoongi pes ettiği için, Taehyung'a susuz kalmış bir adam gibi ağzını ve çenesini öpmesine izin verdiği için kendinden nefret etmesi gerektiğini düşünüyordu. Ama her seferinde, çok doğru hissediyordu.

Çok doğru hissediyordu, ve çok yanlış hissediyordu, ve bunu çok istiyordu.

Şimdi Taehyung kendisini öperken Yoongi başka zamanları düşünüyordu. Hem Taehyung'un soğuk bakışları ve keskin sözlerini, hem de pür iradesiyle Yoongi'nin önce elini, sonra dudaklarını öpüşünü.

Taehyung'un kendisini her zamanki kafelerinin tuvaletine sürüklemesine izin verdiği, her tarafına dokundurttuğu, onu nefes nefese öptüğü anıları hatırlıyordu. Arabasının arka koltuğunda onu sıkıştırıp, suratındaki soğuk berbat ifadeleri yumuşak rahatlamalara döndürdüğü anıları.

Yoongi dedikodular ne zaman başlamıştı bilmiyordu, ne zaman bunlar olmuştu, ama hey, hepsi doğruydu. Her zaman doğruydular.

Hoseok ve Namjoon'un eğer iddiaya girdilerse kazanan tarafta olduklarını umdu. Yoongi'nin Taehyung'la yattığına inandıklarını. Ve çok para kazandıklarını.

(Aralarındaki sadece seksti, tabii ki. Taehyung ısrar ediyordu. Sadece seks. İkisinin de acısını dindiriyordu.)

(Yoongi sadece çok sonralarda ısrar eden taraf olmuştu.)

O gece ise, yapmadılar. O gece sadece ikisi Taehyung'un koltuğuna kıvrıldılar. O gece Taehyung onu tatlı tatlı öptü. Yoongi'nin parmaklarının gezindiği yerler, beli, sırtı, sıcacıktı.

"Seni yalnız bırakmayacağım," dedi, Taehyung'un buna irkildiğini görünce kalbi kırılarak. "Ağlama-ağlama. Taehyung-ah. Beni korkutuyorsun."

Taehyung buna şaşırmış gözüktü. Yoongi onu tekrar öptü ve neden şaşırdığını merak etti. Yoongi'nin korkmadığını mı düşünüyordu? Tam tersi --Yoongi her zaman korkuyordu. Her zaman. Nabzı hiç normale inmezdi ki.

Bu meslek--bu dünya--Taehyung'un bakış şekli, son kez, soluk ve korku dolu...

Parmaklarını Taehyung'un boğazındaki soluk yaranın üzerinde gezdirdi. Taehyung buna bir ses çıkarıp kafasını eğdi ve tekrar öptü. Elleriyle Yoongi'nin suratını avuçladı, ve Yoongi tam o ana hapsolmak istiyordu. Sonsuza kadar o anın içinde takılı kalmak, yarın için endişelenmemek. Ama yapamazlardı. Taehyung'un verdiği nefesi solusa da, dilini hafifçe ısırsa ve karşısındaki oğlanla öpüşüyor olma fikriyle mantığını yitirse de, bu kadarını biliyordu.

Böyle kalamazlardı.

"Sana güveniyorum," dedi Taehyung, birbirlerinden ayrılmalarından uzun, uzun bir süre sonra. Yoongi düşüncelerine dalmış ve ağzında hala Taehyung'un tadı varken. "Sen de bana--bana güveniyor musun?"

Yoongi ona duymak istediği şeyi söyledi. "Güveniyorum, Tae."

"Düzelteceğim," Taehyung fısıldadı, kocaman gözlerle, muhtemelen aklı başka bir yerdeyken. "Sen sadece bana güven, hyung. Düzelteceğim."

Yoongi ona düzeltmesi gereken kırığın ne olduğunu sormadı. Her ne ise, bütün bunlara değecek olmalıydı. Her şeye değmeliydi. Taehyung için çok önemli olmalıydı.

Düzelteceğim. Düzeltmek zorundayım.

Yoongi Taehyung'un düzeltemediği bir senaryo düşünmek istemiyordu.

Taehyung kendisini tekrar öptüğünde, bunun nasıl bir veda gibi hissettirdiğini düşünmemeye çalıştı.

***

GÜNÜMÜZ

"Sence videodan mı bahsediyordu?"

Jimin bir ağacın altına park etmişti, gözetlemeleri gereken binanın birkaç metre ilerisindeydiler. Yoongi anlatırken çoğunlukla sessiz kalmıştı, sadece bir ya da iki kez soru sormuştu. (Yaşadığı ev neredeydi hatırlıyor musun? Seagull hakkında bir şey söyledi mi?) ve başka neler hissetmişti, Yoongi çözemedi.

Surat ifadesi değişmemişti. İğrenme, yargılama yoktu --sadece sabırsız ve kaygılı duruyordu.

"Bilmiyorum," dedi Yoongi, dikkatle. "Belki."

Jimin hmm'ladı. Bakışlarını binaya dikmişti, arkasına yaslanırken odaklanmıştı. Kaşları düşünceli bir halde çatıktı.

"Daha çok tepki vermeni beklerdim." dedi Yoongi.

Jimin ona baktı. "Ne zaman? Seviştiğinizi anlatırken mi?" omuz silkti ve Yoongi'nin üzerinden arka koltuğa uzandı, bir kola tenekesi çıkardı. "Ama dedikodular zaten bunu söylüyordu, hyung. Doğru olduklarını uzun zaman önce tahmin etmiştim."

Yoongi göğsündeki ağırlığın biraz hafiflediğini hissetti. "Ve umursamıyorsun."

"Umursamam gerektiğini düşünmüyorum."

Sesi dürüsttü, ve konuşurken Yoongi'ye bakmıyordu. İyi ki, diye düşündü Yoongi, çünkü anlatırken kendi surat ifadesini kontrol edemiyordu. Son birkaç dakikada her şey bulanıktı. Hala bulanıktı. Bundan nefret ediyordu. Böyle zayıf olmaktan. Belki Jimin biliyordu. Belki bu yüzden Yoongi'ye bakmıyordu --acınası halini görmek istemiyordu. Eğer öyleyse, departmandaki herkes gibi Jimin'i hafife almıştı.

"Onu tanımıyordum," Jimin devam etti. "Sen tanıyordun. Ve buradasın, bir buçuk seneden fazla oldu ve hâlâ onun hakkını korumaya çalışıyorsun. Sırf onunla yattın ya da yatmadın diye bu konuda tavırlı davranacak değilim. Taehyung'u umursadığın ortada. Hâlâ umursuyorsun. Ben--ben orada olduğun için üzgünüm. O gün. Görmek zorunda kaldığın için üzgünüm."

"Ben değilim," Yoongi iç çekti. "İçimi rahatlatan tek şey--en azından yalnız değildi. Yanındaydım."

Jimin hafifçe kaşlarını çattı. Elini saçlarından geçirdi, görünüşe bakılırsa ne diyeceğini bilemiyordu, yutkunduğunda adem elması hareket etti.

"Bunu çözeceğiz." dedi, nihayetinde, uzun bir duraksamadan sonra. "Sen ve ben. Altından kalkacağız, hyung."

Yoongi güldü. "Tuhaf ama, Park Jimin, buna inanmaya başladım."

Jimin kafasını salladı. Dudaklarında beliren gülümseme çok anlıktı -bir saniyelik- ama ifadesini yumuşatmıştı, o yüzden Yoongi kendi gülümsemesini bozmadı. "Bu konuda suçlayıcı davrandığım için üzgünüm," dedi Jimin. Çantasını karıştırıp bir dosya çıkardı. "İşte. Medikal rapor."

Medikal rapor hayal kırıklığıydı. Birlikte incelediler, bir yandan binayı gözetlemeye devam ederken bir yandan paragraflarca ölüm sebebine ve olağanüstülük geninin negatif sonuçlarına baktılar.

"Yaralar tırtıklı bıçakla kesilmiş," Yoongi sesli okudu, loş ışıkta küçük yazıları okumaya çalışırken gözlerini kısarak. "Rapora göre katil ondan daha kısa olmalı. Daha kısa-ama daha güçlü. Organ ve doku hasarlarına bakılırsa üstten bir açıyla bıçaklanmış. Yani kısaca, kim yaptıysa, bıçağı havaya kaldırmış ve saplamış. Ya da bedeni kendisine yaslamış."

"Kendisine yaslamış," Jimin mırıldandı, titrek bir sesle. "Hmm."

"Evet, ama içine doğru saplamış. Belki DNA..." Yoongi sayfayı çevirdi, ve kaşlarını çattı. "DNA testi yapmışlar. Tabii ki benimki dışında sistemde eşleşen bir DNA çıkmamış, ve cinayet silahı da ortada yokmuş. Ama başka birinin DNA'sını bulmuşlar. Asyalı, yirmili yaşların başında, erkek."

Jimin pencereden bakıyordu, bir anda, hızlıca göz kırpmaya başlamıştı. Kolasından büyük bir yudum aldı.

"Sen iyi misin?"

"Ha?"

Yoongi kaşlarını çattı. "Biraz...soluk gözüküyorsun."

"Bir şey yok."

Yoongi raporun sayfalarını tekrar çevirdi. "Bunu neden benden gizlediler ki? Burada hiçbir şey yok. Bir şeyi gözden kaçırıyor olabilir miyim?"

Fotoğraflara bakamazdı. Tabii ki bakamazdı. Hala acı vericiydi, bu kadar zaman sonra bile, onu o şekilde görmek. Bu görevi Jimin'e verdi, ve Jimin dosyayı tekrar incelerken kafasını arabanın camına yasladı.

Sokağın ucundan bir araba geçiyordu. Yoongi onu izledi, esnedi, zihninden neyi atlıyor olabileceğini düşündü. Ne olabilirdi? Tüm raporlar doğru duruyordu. Zaten bildikleri detaylar dışında şüphelenmelerini gerektirecek bir şey yoktu. 2015'ten önce sistemlerine kaydedilmiş tüm Hayalet kurbanlarının DNA'sı vardı, yani onların hiçbiri Taehyung'a dokunmamıştı. O zaman neden bu rapor gizliydi? Neyi göremiyordu?

"Ben de bir şey bulamadım," dedi Jimin iç çekerek. Burun köprüsünü ovaladı. "Tüm detaylar uyumlu gözüküyor."

"Çok saçma. Neden bunu sakladılar o zaman? Neden bana vermeyi reddettiler?"

"Bunu hiç Jinsoo'ya sordun mu?"

"Başkomiserden emir aldığını söyledi."

"Başkomisere sordun mu?"

"Beni görmeyi reddetti," dedi Yoongi. "O yüzden bir keresinde zorla girdim. Bu davadan mümkün olduğunca çabuk bir şekilde kendimizi çekmeliyiz dedi. Videonun haberleri yeni çıkmıştı, insanlar kuşkulanacaktı. Medya bayram edecekti. Bir ajanın ölümü ulusal güvenliğe kıyasla önemsiz kalıyordu. Sonraki gün de rütbemi düşürdü işte."

"Ve Namjoon?"

"Gerizekalılık yapıp başkomiserin odasına daldı ve rütbemi geri yükseltmesi gerektiğini söyledi," Yooongi burnundan güldü. "Sonra bodrumda yanımda bitti. Salak. Çok tatlı, naif bir aptal--dünyanın hala düzeltilebileceğini sanıyor."

Jimin buna efkarla gülümsedi. "Eğer birkaç tane Namjoon olsaydı, belki düzelebilirdi." dedi, ve sonra sırt çantasını tekrar karıştırdı. "Günlüğe bakacağım."

Jimin günlüğü okurken Yoongi binayı gözetledi. Okurken mırıldanıyor, bazı kelimeleri sesli söylüyor, burnunu kırıştırıyor ve parmağını satırlarda gezdiriyordu. "Seni bekledim," diye okudu. "Kimi, sevgilisini mi?"

"Bilmiyorum. Hiç bahsetmedi. Sadece bir keresinde, süslendiği gün. Lafı geveleyip onun kendisini böyle beğendiğini söylemişti. Bir müşterisi olabilir."

"Olağanüstü'lerdeki Daehan diyor ki Taehyung fahişelik konusunda yalan söylüyormuş."

"Müşterileri olduğunu biliyorum," dedi Yoongi. "Ama ne müşterisi olduğunu bilmiyorum. Belki sadece para karşılığında bilgi veriyordur."

Jimin'in suratı hala odaklıydı. "Bu ne? Her yerde onu görüyorum. Adına çok uyuyor. Dışarıdan parlak, ama içi zehir dolu." Jimin okudu ve kaşlarını kaldırdı. "Bunu gördün mü, hyung?"

Yoongi onun gösterdiği yere baktı. Bir köşede gizlenmişti, kalp şeklinde ip atlayan bir adam çiziminin hemen yanındaydı. İp böceklerden yapılmaydı. Adamın boynuna dolanmıştı.

Jimin çizime parmağını vurdu. "Kimden bahsediyor?"

"Bilmiyorum," Yoongi kaşlarını çattı. "Tae'nin korktuğu bir adam vardı. Nedenini bilmiyorum. Roland taraflarından bir herif. Taehyung için onun izini sürdüm. O zamanlar Dubai'deydi --muhtemelen şimdi de oradadır. Hakkında hiç bilgi alamadım. Belki onu araştırmalıyız."

Jimin kafasını salladı ve günlüğe tekrar baktı. Şimdi son sayfaya gelmişti, karikatüre bakıyor ve dudaklarını yalıyordu. "Kuşların kralı kimdir," diye mırıldandı. Alnını kaşıdı. "Kuşların kralı. Kuşların kralı--bunu biliyorum."

Yoongi binaya bakıyordu. Sokağın ucundaki araba bir süredir oradaydı. Hâlâ çalışıyordu. Motorları açık, ışıkları kısıktı. Yoongi kaşlarını çattı.

"Biri söyledi bunu bana," Jimin mırıldandı. "Kuşların kralı. Çalıkuşu, bence."

"Çalıkuşu mu?"

"Kartalın tepesine tutunmuş bir çalıkuşu, böylece kartal uçabileceği en yüksek yere uçtuğunda çalıkuşu yine de daha yüksek oluyor," dedi Jimin. "Bu yüzden çalıkuşu kuşların kralıdır. Yunan mitolojisi."

"Kim söyledi sana bunu?"

"Bir arkadaşım."

"Şifreyi çözdüğünüz arkadaşın mı?"

Jimin kafasını kaldırdı. "Ha?"

"Bir dakika," dedi Yoongi, hızlıca. "Şu araba uzun süredir orada. İlginç."

Jimin gözlerini kıstı. İfadesi bir anda alarma geçmiş şaşkınlığa dönüştü. "Aman tanrım," dedi gözlerini açarak, "Aman tanrım, bu beni takip eden adam."

"Ne?" Ama Jimin çoktan arabadan inmişti, çenesini sıkmış ve öfkeli bir halde. "Jimin! Jimin-bekle!"

Jimin arabaya doğru yürüdü. Gecenin karanlığında görünür değildi, ve diğer adam onun yaklaştığını fark etmemiş duruyordu, ama Yoongi yine de küfretti ve onu takip etti. Silahının güvenlik kilidini açtı, o berbat kötü his tekrar içine doğmuştu. Jimin'e geri gelmesi için bağırmak istiyordu, aptallık yapmamasını, ama sesi sokaktan yankılanırdı. Muhtemelen hem arabadaki adamın hem de Hayalet'in muhtemel hedefi olan binada kim varsa onun kulağına giderdi.

"Siktir," Yoongi homurdandı ve koşmaya başladı. "Seni aptal. Park Jimin, seni gerizekalı aptal."

Eğer Jimin'e yetişebilir ve onu yere serebilirse--

Ama Jimin de koşuyordu. Sessiz ve hızlıydı, Yoongi'den hızlıydı, özellikle de Yoongi'nin antrenmansız haliyle. Ve Yoongi aralarındaki mesafeyi yarıladığında neredeyse arabaya ulaşmıştı. Jimin yavaşladı, siper aldı. Silahını elinde tuttu. Yoongi onun daha aptalca şeyler yapmamasınu umdu, pencereye vurup adama arabadan inmesini söylemek gibi.

Sadece bak ve geri çekil, diye dua etti sessizce, onlara yaklaşırken. Geriye adım at.

Jimin geri adım attı.

Daha Yoongi rahatlayıp nefesini boşaltamadan arabanın kapısı açıldı. Adam çıktığında parmaklarından mor parıltılar fışkırıyordu. Çoktan ikisini de görmüştü--Yoongi anlayabiliyordu. Çoktan ikisini de fark etmişti, hatta ikisini gözetliyordu ve silahlı iki polise karşı savunmasını yapacak gibi duruyordu. Elektrik akımı göğsünden kıvrılıyor, atlamaya hazır bir engerek yılanını andırıyordu. Yoongi'nin kalbi göğüs kafesinde kuş gibi çırpındı.

"Jimin," diye bağırdı, gizliliğini bir kenara bırakarak. "Jimin, ani bir hareket yapma."

Bir elektrik şoku yere çarptı, Jimin'in on metre ötesine.

"Silahlarınızı indirin!" adam bağırdı.

Yoongi Jimin'in silahını indirmemesini umdu.

Birkaç gergin saniye geçti ve Jimin silahını indirmedi. Yoongi de kendi silahına sıkıca tutundu ve birkaç adım yaklaştı.

"İndirin!" adam tekrar bağırdı. "İndirin, yoksa ikinizi de kızartırım."

Yoongi gümüş bir şeyler gördü. Kelepçeler, diye tahmin etti --süpergüçleri bastıran Olağanüstü Suçlar'ın kullandığı özel tür kelepçeler. Jimin suratında keskin bir öfkeyle bir adım daha attı.

"Canına mı susadın sen?" adam bağırdı. "Silahlarınızı indirin dedim!"

"Bize zarar verme emri aldığını sanmıyorum," Jimin bağırdı, kendinden emin bir halde blöf yaparak. "Patronunun -artık her kimse- bizi kızartman için emir verdiğini sanmıyorum. Sen bir adım geri adım atsan ve bana onun adını söylesen?"

Adam hafifçe afalladı. Yere bir şimşek daha çaktırdı, bu sefer Jimin'in sol tarafında dibine. "Eğer-eğer zorunda kalırsam sana zarar verebilirim!"

"Ah, peki Seagull bunun için seni affeder mi?" Jimin bağırdı, ve Yoongi adamın boynundaki yara izini görebilecek kadar yaklaşmıştı. Kesik bir nefes çekti. Adam kıpırdandı, ifadesi sarsılmıştı. "Bize onun adını söylersen gidebilirsin. Seagull kim? Adı ne?!"

Adam hiçbir şey demedi. Etraflarını mor ışıklarla doldurmaya devam etti, ve Yoongi gözünün ucuyla fark etti, adam etraflarına mor bir baloncuk örmeye başlamıştı.

Onları hapsetmeye çalışıyordu.

Olağanüstülüğünüzü sikeyim.

"Jimin," dedi Yoongi, uyarıcı bir şekilde. Jimin etraflarındaki kalkana baktı. Dudaklarını gerdi. Yoongi onun suratındaki bir anlık endişeyi görmüştü, ve olağanüstünün de gördüğüne emindi. Çok geçmeden adam Jimin'e adımladı.

Jimin nefesini çekti, suratında ani bir korku oluşmuştu.

Siktir.

Yoongi uyarı niteliğinde havaya sıktı.

Adam da Jimin de yerinde zıpladı. Arkalarındaki bir ağaçtan kuş sürüsü uçtu.

Sığırcık kuşları --diye düşündü Yoongi. Sığırcık sürüsü.

Ve o bir anlık karışıklığı ileri atılmak için kullandı, yaklaşıp Jimin'in elindeki kelepçeleri aldı. Adama çarptı. Jimin'in bağırdığını duydu, şimşekler çaktığını gördü, ve göğsünü delip geçen bir acı hissetti. Böyle bir acıyı ilk defa hissediyordu, kurşundan, yanıktan bile kötüydü. İçinde titreşti ve Yoongi kusmak istedi, bayılmak, hissetmemek için herhangi bir şey. Ama kelepçeleri adama geçirmeliydi. Seagull'ın kim olduğunu bulmalıydı. Ve Jimin--Jimin daha çaylaktı, çok yeniydi, fevriydi. Cesur ve atılgan ve yanmamış. Eğer burada olsaydı, Taehyung'la aynı yaşta olacaktı. Ve Yoongi Tae'yi kurtaramadıysa, en azından--

Görüşünün kenarları kararmaya başladı. Etrafı mor parıltılarla doluydu, parlak ve tatlı ve şiddetli, karanlık ve ışıkla dolu bir bahçe. Acı tekrar göğsünü doldurdu, kalbini bir yumrukla sıktı ve Yoongi susuz kalmış balık gibi çırpındı. Uzaklardan bağırışlar duyuyordu, sesli ve boğuk, ve bir an sonra aslında kendisinden geldiğini fark etti. Kelepçenin tıkırdama sesini, adamın küfredişini, ve Jimin'in adını bağırışını duydu.

Ve sonra her şey karanlığa büründü.

***

Uyku ve uyanıklık arasında, Yoongi Taehyung'u rüyasında gördü.

Yalnız değillerdi. Yanlarında biri daha vardı, rüyada, başka bir genç adam. Yoongi düşünmeye çalıştıkça suratı daha da bulanıklaşıyordu, ama saçı parlak gümüş rengindeydi. Bir küvetin yanında diz çökmüştü, kafasını eğmiş ve kenarında oturan Taehyung'la fısıldaşıyordu. El ele tutuşuyorlardı. Çok sessiz ve samimi gözüküyordu, ve Yoongi bu pek-masum-olmadığını-düşündüğü rüyasında başka birini görünce garipsemeliydi, ama garipsemedi.

Aslında, bakışlarını indirdiğinde, başka bir şey gördü: kendisi de o kişinin elini tutuyordu. Küçük bir el, sıkıydı, sıcak parmaklarında soğuk bir yüzük vardı.

"Zamanı geldi," dedi tanımadığı o adam, kibarca, ve Yoongi'ye kafasını salladı. Ayağa kalktı. "Üçten geriye sayalım mı?"

Küvetin içi buzla doluydu. Devasa küpler halinde. Buzlardan yayılan soğukluk Yoongi'nin kemiklerine işliyordu, ama üzerinde kıyafetleri vardı. Diğer adamın da. Sadece Taehyung tişört ve şortunun içinde titriyordu, gözlerini kocaman açmış diğer adamın elini sıkıca tutuyordu.

"Unutma," dedi adam, sesi yumuşak ve güzeldi, kelimeleri kibarca telaffuz ediyordu. "Seni seviyoruz, bebeğim."

"Biliyorum."

Taehyung küvetin içine girip su hizası kafasını geçtiğinde, tereddüt etti. Onu suda tutmak zordu. Diğer ikisinden daha uzundu, göründüğünden daha güçlüydü çünkü köyde büyümüştü, ve çıkmaya çalışıyordu. Yoongi bakamadı.

Sizi seviyorum, diye düşündü. Sizi seviyorum, sizi seviyorum, sizi seviyorum.

(Üzgünüm.)

Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki nefesini çekti, soluğu boğazına yapıştı. Başı çok hızlı dönüyordu ve bayılacağını sandı. Her yer su olmuştu. Yoongi'nin hayal ettiğinden çok daha soğuktu, buzlar tenini donduruyordu, ve gözlerinden ılık yaşlar akıyordu. Buna daha fazla dayanamayacaktı. Bunu yapamazdı--

Ellerinin arasında, Taehyung kıpırdamayı kesti.

Biraz daha buzlu su Yoongi'nin ayağına sıçradı. Aniden çöken korkutucu sessizliğin içinde sordu, "Şimdi ne yapacağız?"

"Şimdi?" dedi adam, yavaşça gülümserken. "Şimdi seçim yapacağız."

***

Yoongi üzerine eğilmiş bir Namjoon ile uyandı.

"Hey," dedi ve ellerini sertçe saçlarından geçirdi. "Hey, hyung. İyi misin?"

Bipleme sesleri vardı. Antiseptik. Yoongi garip ve halsiz hissetti, ve başı gümbürdüyordu. Altındaki çarşaflar katı ve kolalıydı.

Hastane, o zaman.

Namjoon sandalyede oturuyordu, yüzü Yoongi'ye çok yakındı, kaşlarını çatmış bakıyordu. Seokjin duvara yaslanıyordu. İkisi de sivil kıyafetlerindeydiler.

Yoongi bir süre onlara göz kırptı. Tüm vücudu ağrıyordu.

"İyiyim," dedi, ve Namjoon'un yüzünün rahatlamasını izledi. "İyiyim. Sadece-sadece acıyor."

Seokjin sordu, "Neler olduğunu hatırlıyor musun?"

Yoongi yavaşça doğruldu, ayaklarını yorganın içine soktu. Burası soğuktu. Ya da belki değildi, sadece içindeki kötü his ürpertmişti.

"Tabii ki hatırlıyorum," dedi kaşlarını çatarak. "Neredeyse beynimi kızartıyordum, değil mi? Park Jimin hangi cehennemde?"

Namjoon ve Seokjin birbirine baktılar. Seokjin hafifçe iç çekti. "Bilmiyoruz," dedi. "Alarmı o yolladı. Vardığımızda etrafta sadece sen vardın. Telefonu kapalı, ve izi sürülemiyor."

Yoongi bir an anlayamadı. "İzi sürülemiyor mu?"

Seokjin suratını buruşturdu. "Deniyoruz..."

"Ve--ve adam, olağanüstü olan--"

Namjoon iç çekti. "Başka kimse yoktu, hyung. Bir sokak lambasına dayanmış bir halde tek başına duruyordun. Baygın halde."

"O zaman onu kaçırdılar."

Seokjin gözlüklerini burnunun üstüne itti. "Evet, biz...biz de öyle düşünüyoruz."

"Siktir. Siktir, siktir, siktir."

"Olağanüstü Suçlar ilgileniyor," dedi Seokjin, "Onu bulacağız, Yoongi. İyi olacak. Arabayı almışlar, o yüzden belki arabanın GPS'ine girebiliriz. İzlerini buluruz."

Yoongi sertçe nefes aldı. Bu berbattı. Ya Jimin şu anda korkunç bir tehlikedeyse? Ya ölmüşse? Bu Seagull denen kişinin kimliğini bilmiyorlardı, neden Jimin ve Yoongi'yi takip ettiriyordu--ya Jimin'in blöfü doğru değildiyse, ya aslında ikisini öldürmek istiyorduysa? Ve şimdi onu kaçırmışlardı. Yoongi'nin teni karıncalandı.

Jimin'i kaçırmışlardı, ve Yoongi elinden geleni yapmamıştı.

Elinden geleni yapamamıştı.

"Hyung," Namjoon mırıldandı. "Sana söylemem gereken bir şey var. Jimin hakkında."

***

Bazı günler, sadece Seam'in düşüncesi bile Jimin'i korkutuyordu.

Burası, ömründen üç senesini kaybettiği yerdi. Burası, belki tam bu sokaklarda dolaşmış olabilirdi, bu binalara girip çıkmıştı, ama şimdi hiçbirini hatırlamıyordu. Dumanlı sokaklar ve farklı farklı dükkanlar, kaba neonlar: bunları biliyor muydu? Gişe ve nehir, ve olağanüstülerin ışıltılı trafiği --bunları ne sıklıkla görmüştü? Kwon ona eski anılarını fazla hatırlamaya çalışmamasını söylemişti. Rüyası bunun yeterli bir kanıtıydı, orada kötü anılar olmalıydı ki bilinçaltı baskılamak istemişti.

Ama Jimin meraklıydı. Hep meraklı biriydi. O yüzden bazen o duvarları itekleyip durur ve ilerisini görmeye çalışırdı.

Üç yıl. Kaybettiği üç koca yıl vardı.

Ve sonra bulunmuştu, ve berbat zamanlardı, devlet dahil olmuştu çünkü sadece Jimin değildi. Bir sürü insan, geçtiği birkaç seneye ait hatıralarını kaybetmiş halde Seam'den çıkarılmıştı. Olağanüstü Suçlar araştırmaya dahil olmuş, ve ipin ucu kendisine Scarab diyen birisinde bitmişti. Ama o pisliği yakalamalarına kalmadan adam ülkeden kaçmıştı. Devletin tazminat ve rehabilitasyon yardımları olmuştu --Olağanüstü Suçların Kurbanlarına Tazminat Hareketi ile-- ama Jimin her zaman kurban teriminden nefret etmişti. Ücretsiz terapilerine gitmiş, üniversiteye kaydolmuş, ve hayatına devam etmeye çalışmıştı.

Yine de, Seam'i düşünmek bazen korkutuyordu.

Hatırlamadığı kısımda neler yapmış olabileceğinin düşüncesi bazen aklını kurcalıyordu. Ve tabii ki rüyalarını.

Polis kuvvetlerine kabul edildiğinde rahatlamıştı çünkü Hoseok'un da belirttiği gibi bunun için fazla ümidi yoktu. Sorunları olan birisiydi --kaybettiği yıllarının hayaletleri kabuslar ve uykusuzluk şeklinde bazen kendisine üşüşüyordu. Ve bazen kendi bedenini garipsiyordu. Bazen insanları inciteceğinden korkuyordu. Bazen diğerleri onun hakkında kendinden daha çok bir şeyler biliyor diye geriliyordu. Aynı zamanda biliyordu ki böyle bir özgeçmişi olan bir insanın polisliğe kabul edilmesi için yüzlerce psikolojik testten kalması gerekiyordu.

Ama geçmişti işte, ve bazı testlere girmemişti bile, ama şansın kendisinden yana olmasını ummuştu.

Ve şimdi Hoseok ona birinin sicilini temizlediğini söylüyordu. Birisi onun için yapmıştı, karakola alınmasına yardım etmek için. Ama kim? Ve neden?

İster istemez bütün bunların bağlantılı olduğunu düşünüyordu. Taehyung ve Ace otel. Kendi hafıza kaybı. Sürekli gördüğü rüya ve meşhur video. Kendisini takip eden çete. Sicilinin temizlenmesi ve Taehyung'un davasındaki zorluklar.

Her şey birbiriyle bağlantılıydı.

Ve yapbozun en azından bir parçasını daha, Jimin bu gece bulacaktı.

"İnildemeyi kes," dedi arabanın arka koltuğundaki kelepçeli olağanüstüye. "Bu bina mı?"

Adam bir şey demedi. Mor parıltılar hala bileklerinde geziniyordu, ama kelepçeler onu şimdilik engelliyordu. Kızgınca Jimin'e tükürdü. Jimin gözlerini devirdi. "Seni tekrar elektrikle şoklamamı ister misin? Sana kendini tattırayım mı? Bir soru sordum, Şimşek McQueen. Bu binada mı yaşıyor?"

Adam tereddüt etti. Jimin şok tabancasını çıkardı. Kaşlarını kaldırdı ve adamın bir silaha bir kendisine bakmasını izledi, alt dudağından terler damlıyordu.

"E-evet", diye ciyakladı. "Evet, bu bina."

Jimin gülümsedi. "Akıllı köpek. Şimdi uslu otur."

Arabadan indi. Gecenin bu saatinde, binanın çoğu penceresi karanlıktı, ama ilk katta hala bazı ışıklar açıktı. Kapıdan geçti ve asansöre bindi. Şok tabancasını koyup normal tabancasını çıkardı, koridorda yürürken silahı hazırda tuttu.

İçinden keşke Yoongi'yi orada bırakmak zorunda kalmasaydım diyordu. Yoongi onun yüzünden vurulmuş, ona yardım etmeye çalışırken yaralanmıştı. Hepsi Jimin'in aptalca arabaya gidip tehlikeli olağanüstüyü kovalaması yüzündendi. Eğer Yoongi'yi dinlese, koşmadan önce durup düşünse, belki onu incitmemiş olurdu.

Lanet olsun.

Jimin'in şimdi tek düşünebildiği Yoongi'yi görmekti. Ve tabii bu--bunun sayesinde görebilecekti.

Koridorun en sonundaki kapının zilini çaldı. Uzun bir süre öttü. Kimse yanıtlamadı, o yüzden Jimin tekrar tekrar çaldı. Ve sonra kulağını kapıya dayayıp bekledi. Öbür tarafta kıpırdanmalar vardı, emindi, kapının tam dibinde adım sesleri durmuştu. Yumrukladı.

"Benim," dedi. "Park Jimin. Kim olduğunu biliyorum."

Biraz daha tıkırtı geldi, silahın güvenlik kilidi kapanmış gibi bir sesti. Jimin kendi tabancasında tutuşunu sıkılaştırdı. İhtiyacı olacağını düşünmüyordu, kapının diğer tarafındaki kişinin de, ama dikkatli olmaktan zarar gelmezdi. Keskince nefes aldı ve geri adımladı. Kilidin açılma sesini duydu.

Ve kapı açıldığında, koyu renk kapüşonlusunun altından bir surat belirdi. "Hyung?"

Jimin gülümsedi. "Jeon Jungkook," dedi. "Görüşmeyeli uzun zaman olmadı mı?"

*******

Continue Reading

You'll Also Like

18.9K 227 18
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
80.6K 7.6K 38
Jeongguk bir gün, okulun bodrumunda gizli bir yerden geçerek terkedilmiş bir akıl hastanesi ile karşılaşır ⋆ ⋆ ⋆ ⋆ ⋆ Semetae ukekook //Yaş farkı//smu...
41.3K 1.6K 12
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
3.7M 303K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...