ERKEK LİSESİ (KİTAP)

By Superntural

6.2M 17.1K 4.5K

BASTIRILDI. 2 KASIMDA RAFLARDA OLACAK. BURDAN KALDIRILDI. Her şey dayısının gelip onu almasıyla başlıyor. İzm... More

HABERLER HABERLER!
KİTAP
AĞZIMI GÖZÜMÜ KIRMAK İSTEYENLERE..
ÇAKMA YAKIŞIKLI
BÜYÜK SORU

ERKEK LİSESİ *Bölüm 1*

644K 12.8K 3.5K
By Superntural

Okuyacağım okulu görmemle birlikte bambaşka bir dünyaya geçmiştim sanki... bu dünyada, yerkürede, gerçek hayatta mümkün olmayan şeylerin yaşandığı bir dünyaya...

Çok katlı büyük taş binanın kendine özgü bir duruşu vardı, fantastik bir dünyadan çıkıp gelmiş gibiydi. Burada yaşayacağım her şey de aslında bu fantastik dünyanın bir parçası olacaktı aslında. Bunları düşünmek için bol bol zamanımın olacağı su götürmez bir gerçekti. Buradaki öğrenciler, öğretmenler, dersler, buraya ait her şey gözle görülmeyen bu dünyanın bir parçası olacaktı.

Zamanla burada bulunan insanları tanıdıkça her şey daha da net bir hal aldı, tabii bu dünyada da bana yardım edenler ve karşımda duranlar olacaktı, kimi zaman sihirle, kimi zaman otlarla, kimi zamansa kadim bilgilerin yardımıyla buradaki yaşantıma alışacaktım ki tam da öyle oldu aslında.

Mesela ilk günlerde sürekli yanıma gelen bir peri vardı; çift başlıydı ve sanırım dişiydi. Daha önce hiç birebir bir peri görmediğim için dişi olup olmadığına dair bir bilgim yok. Mi adını verdim bu periye. Ne zaman başım sıkışsa Mi hep yanı başımdaydı. Eğer ihtiyacım varsa, Mi rengârenk boyalarını çıkarıp üzerime dökerek beni baştan yaratırdı, yani anlayacağınız bambaşka birine dönüşürdüm.

Kaya'ysa isminden anlaşılacağı gibi her şeyi taşa çevirebilme yeteneğine sahipti. Her nerede olursak olalım, eğer isterse gözüne yerleştirdiği merceğinin ardından attığı tek bir bakışla yaşayan her canlıyı taşa dönüştürürdü. Ediz'inse isminden anlaşılacağı gibi uçma yeteneği vardı. Böylesi güçlerim olmadığı için sadece benim görebildiğim ipektenmiş gibi görünen açık mavi bir pelerini vardı. Batı'ysa gerek gördüğü durumlarda zamanı yavaşlatırdı, daha sonraları da durdurduğunu hiç görmemiştim, ama her şeyi yavaşlattığına defalarca şahit olmuştum, bunun içinse yapması gereken tek şey parmağındaki koyu lacivert taşlı yüzüğe dokunmaktı.

Ayaz, Karanlıklar Şatosu'nda yaşıyordu diğerlerinin aksine. Ne zaman iyi bir şeyler olsa bozmak için uğraşırdı. Nasıl mı? Çok güçlü, yeryüzünü birbirine katacak kadar kuvvetli bir fırtına çıkararak tabii ki. Böylesi zamanlarda taş taş üstünde kalmazdı. Yanından hiç ayırmadığı, sürekli kıyafetlerinin bir tarafına iliştirdiği kırmızı echium fidesine dokunması yetiyordu yeteneğini gözler önüne serebilmek için.

Bir de Kılara Şatosu'nda kalan Aras ile Akın vardı. Onlar arada kalanlardı; ne tam olarak Işıklar Şatosu'nun parçası ne de Karanlıklar. Her iki tarafla da ilişkileri vardı ve bir süreliğine burada kaldıktan sonra seçim yapacaklardı: Ya Karanlıklar Şatosu'na ya da Işıklar Şatosu'na geçeceklerdi. Akın'ın istediği anda bir sürü yaratık yaratma gücü vardı ve bu yaratıkları kimi zaman ailesini korumak için düşmanlarının üzerine salardı. Ne zaman birilerine gözdağı vermek istese yeşil siyah çizgili kravatının düğüm yerine üç kez dokunması yeterliydi. Zamanla Karanlıklar Şatosu'na geçeceği belli olan Aras'ın her şeyi çamura dönüştürmek gibi tuhaf bir yeteneği vardı. Neden böylesi tuhaf bir yetenekle donatılmıştı, açıkçası bir fikrim yoktu. Çamura çevirmek istediği nesne ya da kişiye odaklanıp ayakkabısının deriye benzeyen o tuhaf bağcığının düğümünü çözerdi ve daha biz ne olduğunu anlayamadan karşımızda küçük, tuhaf bir bataklık varmış gibi hissederdik.

Ve en Işıklar Şatosu'nun esas kahramanı Çakıl. Çakıl'ın hem parçalanmış şeyleri onarma hem de şifa gücü vardı. O benim kahramanımdı işte. Olması gereken yerde ve olması gereken zamanda karşıma çıkan kahramanım. Sürekli cebinde küçük bir küreyi andıran süt beyazı bir taş taşırdı ki o taşa dokunup "reteyik loiyi" diyerek bana bile şifa verdi.

Burası sadece erkekler lisesi değildi, hayal gücümün sınırlarını süsleyen bambaşka bir dünyaydı.

(Bu sanırım ön yazı gibi bir şey olacak ama bende olmadığı için buraya atayım dedim. Ve gördüğünüz üzere çok daha uzun bölümler. :DD)



BÖLÜM 1

Ailemi on dört yaşındayken bir trafik kazasında kaybettim. O günden sonra da İzmir'de, hiç sevmediğim halamın yanında yaşamaya başladım. Ben kim miyim? Selam. Ben Kumsal. Bu anlattıklarım tıpkı etrafımdaki insanlara olduğu gibi size de trajik gelebilir. Benim bu olayı kolayca atlattığımı düşündüler ki haksız da sayılmazlardı esasında. Oysa ben ölümden hiçbir zaman korkmamıştım, ölüm insanların düşündüğü gibi korkutucu gelmezdi bana, sadece bazen ölen insanları özlerdin ki bu da çok tabii bir şeydi. Dünyaya bakın bir, her gün birileri bir yakınını ya da yakınlarını kaybediyor, o kadar da trajik ya da üzüntü verici bir durum gibi gelmiyordu böyle düşününce. Bazılarınız böyle düşündüğüm için beni yadırgayabilir, ama ölüm dediğiniz şey her gün yüzlerce insanın yaşadığı bir gerçekti ve ben de bu gerçekten payıma düşeni almıştım sadece.

O günden sonra bana annemle babamı kaybetmemden daha trajik gelen başka bir şey oldu: Halamın yanına taşınmak. Nedense yıllarca halamla annemin arasında bir türlü sebebini kavrayamadığım bir çekişme vardı; öyle ki bazen babamı her ikisi bir tarafından çekiştirir ve babam sanki iki parçaya bölünürdü. Sanırım anneme olan benzerliğimden sebep halam beni de kabul etmekte güçlük çekiyordu, durup durup, "Annesinin kızı" derdi.

Trafik kazasından sonraysa işin rengi biraz daha değişti. Kardeşini kaybeden halam bir türlü bu durumla baş edemedi. Benim rahatlığımı görünce daha da sinirlenir oldu bana. Sürekli bana "hayırsız evlat" deyip durur, ailemin ne için çalışıp çabaladığını görmediğimi söylerdi. Daha sonraları benimle konuşmamaya, suratıma bile bakmamaya başladı. Bense bunu dert etmedim açıkçası, nasıl olsa gitmeme sadece iki sene kalmıştı. Buradan kurtulmama iki sene vardı. Bir gün yine buradan gidince nasıl bir yerde nasıl bir hayat yaşayacağımı düşünürken halamın sesini duydum.

"Kumsal, aşağıya gelir misin?" Hadi canım. Halam bana "Gelir misin?" mi dedi? Hani suratıma baktığı kısa zamanlarda bana emir yağdıran halam?

"Kumsaaal, hadi, halacığım!" Allah Allah, bir iş vardı bunda.

"Geldim hala," diyerek aşağı indim. Karşımda uzun boylu yakışıklı bir adam duruyordu. İçimden halam bir yakışıklı bulup beni şutlayacak diye düşünürken halam konuşmaya başladı.

"Kumsal, halacığım, bu beyfendi senin dayın Kılıç." NE? Dayım mı? Benim dayım mı vardı?

"Ne? Benim dayım mı var?" dedikten sonra adamı incelemeye başladım. Kahverengi saçlarıyla gözleri vardı. Aslında evet, anneme benziyordu. Adının Kılıç olduğunu yeni öğrendiğim konuşmaya başladı.

"Evet Kumsal. Ben senin dayınım. Annenin babanla evlenmesini onaylamadım hiç ve o günden sonra da bir kardeşim olduğu gerçeğini göz ardı ettim. Ama şimdi bu olanlardan sonra... Halan beni arayıp olanları anlattıktan sonra... sen bana kardeşimin yadigârısın. Seni almaya geldim."

Beni almaya mı gelmişti? O an bir mutluluk dalgası bütün bedenimi sardı. Bu kadından kurtuluyor muydum yani? Peki, ya Kılıç daha beter çıkarsa ne olacak diye düşündüm, ama hiç öyle birine benzemiyordu.

"Peki. Nereye gidiyoruz?" deyince dayım bana kocaman gözlerle bakmaya başladı. Neden bu kadar şaşırmıştı ki?

"Ne yani, halanı bırakacak mısın?"

Hah! Dayım altı üstü iki sevgi sözcüğü kullandı diye halamı melek sanmıştı galiba.

"Siz halamı tanımıyorsunuz Kılıç Bey. Halamı büyük bir zevkle bırakacağım," dedikten sonra belli belirsiz bir iğrenmeyle halama baktım. Halam benden gözlerini kaçırdı, fakat gözlerini kaçırmasının utanmakla yakından uzaktan alakası yoktu, biliyorum, bilakis, gözlerindeki mutluluğu göremeyelim diye uğraşıyordu.

"Halan sana iyi bakmıyor mu sana?" diye sordu dayım.

Yanıt vermedim, halamsa araya girip, "Evimi açtım, daha ne yapayım?" dedi.

Dayım önce bir halama, sonra bana bakıp, "Peki, o zaman Kumsal. Bavulunu topla, gidelim. Ayrıca bana dayı de, korumalarımla çalışanlarım bana 'Kılıç Bey' der," dedi. O an sanırım hayattan koptum. Dayım zengin miydi? Dayı seni yerim ben.

"Peki, dayı," diyerek yukarı çıktım. Biri normal, biri küçük boyutta iki bavul aldım. Büyük bir mutluluk içinde hızla eşyalarımı toplamaya başladım. Normal boyutta olanına kıyafetlerimi tıktım. Küçük olanına da bilgisayar, kitaplar, şarj aletlerini falan koyup aşağı indim. İner inmez dayım elimdeki bavulları aldı ve hiç vakit kaybetmeden hemen çıktık. Halama bakmadım bile. Biliyorum, belki fazla tepki veriyordum, ama yine de halamı sevmiyordum işte. Halam tıpkı ölümüyle annemden kurtulması gibi, artık benden de "annesinin kızı" deyip sürekli iğnelediği, aşağıladığı benden de kurtuluyordu.

Dışarı çıktığımızda karşımızda bir Porsche duruyordu. Bu gerçek olamazdı, PORSCHE! Dayım benim tahmin ettiğimden çok daha zengindi anlaşılan. Dayım gerçekten de zengindi anlaşılan. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, şaşkın şaşkın bakıp "Dayı sen para mı basıyorsun?" dememek için kendimi zor tutarken dayım bana dönüp, "Hayır, Kumsalcığım, para basmıyorum tabii ki. Beni hiç tanımadığın için bu kadar şaşırman normal, ama bugünden sonra daha güzel bir hayatın olacak," dedi gülümseyerek. Sesli mi konuşmuştum farkında olmadan!

"Sesli mi konuştum?" dememle dayımın kahkahayı patlatması bir oldu.

"Hayır, Kumsal, sesli konuşmadın. Hadi, artık, eve gidelim," dedi. Bence dayımla çok iyi anlaşacaktık.

Arabaya biner binmez araç hareket etti, ama yol çok uzun sürmedi. Yaklaşık bir saat sonra dayım arabayı durdurdu. Kulağımdaki kulaklıkları çıkarıp etrafa göz atmaya başladım. Burası bir ev falan değildi, burası... bir havaalanıydı.

"Dayı?"

"Efendim hayatım?"

"Havaalanında ne işimiz var?"

"Ah! Çok üzgünüm sana söylemedim, biz Antalya da yaşıyoruz canım."

"Antalya'da mı, bilmiyordum," dedim ne diyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama içimde kabaran bir öfke vardı.

"Bunu bana daha önce neden söylemedin? Belki bu şehirde kalmak istiyorum," dedim kızgınlığımı belli ederek.

Dayım elleriyle saçlarımı okşayarak, "Annenin sana benimle ilgili bir şey söylememesine, benden bahsetmemesine şaşırmadım. Dediğim gibi, annen o adamla evlenerek zaten beni silmişti. Şu an benim hakkında bir fikrin yok, kabul ediyorum, şaşkınsın, ama zamanla daha iyi tanıyacaksın. Tanıdıkça da hem beni hem de yeni yaşamını seveceğini düşünüyorum," diyerek neredeyse beni teselli etmeye çalıştı. "Halan beni arayınca sana benden bahsettiğini düşünmüştüm ki seni almaya geldiğimde benden hiç söz etmediğini anladım. Biliyorum, senin için çok büyük bir değişiklik, ama inan bana, zamanla alışacaksın," dedi.

Dayımın sözleriyle kızgınlığım az da olsa geçmişti. Sonuçta halamı da görmeyecektim. "Önemli değil," dedim. İçten içe sevindiğimi de inkâr edemem aslında, başka bir şehirde olmak fikri o kadar da kötü gelmiyordu kulağa. Başka bir şehirde kim bilir neler yaşayacaktım? Belki buradakinden çok daha iyi bir hayatım olurdu.

Arabadan inip uçağa bindik ve Antalya'ya doğru yolculuğa başladık. Yol boyunca müzik dinledim hep, zaten yol o kadar kısa sürmüştü ki! Vardığımızda uçaktan inip tekrar bir Porsche'ye atladık. Arkadaş dayım valla para sıçıyor. Ben yeni bir şehir görmenin heyecanıyla etrafıma bakarken araba birden durdu. Bahçesinde ağaçların olduğu, etrafı yüksek demirliklerle çevrelenmiş, üç katlı geniş, ortaçağa ait bir şatoyu andıran siyah gri karışımı taşlarla örülü bir binanın önünde durduk. Dayıma burada ne yapıyoruz dercesine bir bakış atınca o da "Kumsal, burası Kılıç Erkek Lisesi. Belki adından anlarsın, ama burası benim lisem. Yani ben yaptırdım. Sahibi benim," dedi.

Şimdi anlaşılmıştı paranın nereden geldiği. Ardından girişteki yüksek demir parmaklıklı kapı açıldı. Araba yolunda ilerleyip lisenin bahçesine girdik. Bahçede kocaman bir süs havuzu vardı, etrafında da araçların rahatlıkla giriş çıkış yaptığı araba yolu bulunuyordu. Binanın önüne gelince araba durdu. İnince gözlerime inanamadım, gruplar halinde konuşan çocuklar vardı. Gözlerimi sağa kaydırınca binanın hemen bitiminde bir basket sahasında bir sürü çocuk basket oynuyordu. Aman Allahım! Bunlar neydi böyle? Amma taştılar be! Biz okula doğru giderken dayımı görenler gülümseyerek selam veriyorlar, ardından da gözler bana kaymaya başlıyordu. Çocukların gözlerinde şaşkınlık vardı genellikle. Yani erkek lisesinde bir kız ne arıyordu? İnanın, ben de bilmiyordum. Benim ne işim vardı burada? Sonunda dayımla içeri girdik ve kapının hemen yanında Kılıç Arslan yazan bir odaya girdik. Oda oldukça modern ve minimalistti. Siyah ve beyaz kontrası odaya girer girmez göze çarpıyordu. Siyah masa ve sandalyeler, diğer taraftan beyaz oldukça modern bir oturma grubu. Gerçekten güzel döşenmişti.

Dayım bana dönüp, "Kumsal, burası benim ofisim gibi bir şey. Bu arada sen artık burada eğitim göreceksin. Biliyorum burası bir erkek lisesi, ama burada olman çok daha iyi. Zor günler yaşadın ve bunları atlatırken en azından okulda zorlanmazsın diye düşündüm. Burada birbirimize de yakın oluruz hem. Ama burada kalmayacaksın, bizimle beraber bizim evde kalacaksın," dedi.

"Dayı, bizimle derken? Sen ve kimle?"

"Ah, doğru. Dayınım, ama beni tanımadığını unuttum. Ben evliyim Kumsal, karımla yaşıyoruz, Esila'yla, yani karımla," dedi.

"Evli olduğunu bilmiyordum," dedim biraz çekinerek. Aklımdan türlü türlü düşünceler geçiyordu; acaba karısı beni sevecek miydi? O da dayım gibi miydi?

Dayım endişemi fark etmiş olacak ki "Endişelenme, senden bahsettim ona, her şeyi biliyor, seninle tanışacağı için heyecanlı. Birbirinizi seveceksiniz," dedi.

Ben de gülümseyerek başımı salladım. Aslını isterseniz bir anda aklım karışmıştı. Bir iki saat içinde resmen bütün hayatım değişmişti. Önce daha önceden adını bile duymadığım dayım ortaya çıkmış, bir kahraman gibi halamın yanından beni alarak beni bambaşka bir şehre götürmüştü. Bir ev beklerken bir okulun önünde kendimi bulmuştum. Dayımın bir okulu ve evli olduğunu öğrenmiştim. Ama dayım kötü birine benzemiyordu, konuşurken kahverengi gözlerinin içi gülüyordu.

Dayımla yaptığımız bu kısa konuşmanın ardından ofisten çıkıp bir sınıfın önüne gittik: Kapıda 10/D yazıyordu. İçeri girdiğimizde bütün gözler bize döndü. Öğrencilerin çoğu birden ayaklanıp bize doğru yürümeye başlayıp aniden dayımın üstüne atladılar. Ben ne olduğunu anlamdan, bilinçsizce geri geri yürüdüm. Herkes bir ağızdan bağırıyordu. Bulunduğum yerde onları izliyordum. Dayım, "Yeter be, yeter, canımı çıkardınız burada!" diye bağırırken bir taraftan da kahkaha atıyordu. Sanırım dayımı bayağı seviyorlardı. Çocuklar kalkıp tekrar yerlerine geçti.

Sınıfta sessizlik hâkim olunca dayım, öğretmene dönüp, "Bu Kumsal. Kendisi benim yeğenim. Bundan sonra bu okulda okuyacak. Hocam, size kolay gelsin," dedi. Ardından bana dönüp, "Öğretmeninle konuştum Kumsal, sana yardımcı olacak. Rahat ol, bir şeye ihtiyacın olursa öğretmenine söylersin," diyerek beni oracıkta bırakıp gitti. Sınıftaki herkes pürdikkat kesilmiş, beni izliyordu. Hoca bana dönerek, "Hoş geldin kızım, şöyle geç, Aras'ın yanına otur," deyince birden o sessizlik yerini bir yığın nida ve bağrışmaya bıraktı. "Oooo, şanslıyız ha!", "Oğlum şansa bak, kıza bak, kıza," dediklerini duydum.

Aras'ın kim olduğunu tahmin etmem çok zamanımı almadı, sınıftaki tek boş yer onun yanındaydı. Bu çocukla mı oturacaktım ben şimdi? Bu çocukla otururken insan nasıl kendisini derslere verirdi ki? Uzun boylu, atletik bir vücudu vardı. Esmer ve pürüzsüz bir teni vardı; güzel yeşil gözleri vardı. Saçları siyah denilebilecek kadar koyu bir kahveydi. Hızlı adımlarla ilerleyerek taş gibi olan bu çocuğun yanına oturdum.

Ben oturduktan sonra sınıf yine eski sessiz rutin haline döndü. Ben de diğerleri gibi dersi dinlemeye başladım. Ders neydi, bilin bakalım! İNGİLİZCE! Bayılırım! Büyük bir hevesle dersi dinleyip katıldım. İngilizceden sonra matematik ve fizik dersine girdik ki o derslerde uyuduğumu itiraf etmeliyim. Son iki dersse beden eğitimiydi. Hoca benim bu derse katılmamın pek de uygun olmayacağını söyledi. Tek bir kız bile yoktu, erkeklerle birlikte oynarsam kafamın yarılacağına emindim. Bu yüzden ben de bir köşede oturup basket oynayanları izlemeye başladım. Aralarında Aras da vardı. Üzerinde ne bir tişört ne de başka bir şey vardı. Aman Allahım, o kaslar neydi oğlum öyle? Neyse odaklan, odaklan. Maça odaklan. Ulan nasıl odaklanacaktım? Neredeyse hepsi üstsüz bunların. Ben de bir süre sonra maça odaklanmayı bırakıp beni çağıran kaslara odaklandım.

Ben böyle onları izlerken çocuğun biri gelip yanıma oturdu. Elini uzatıp, "Merhaba ben Kaya," dedi. Bu neydi ya böyle! Kesinlikle isminin hakkını veriyordu. Ne diyeyim, kaya gibi bir çocuktu yani. Açık ve pürüzsüz bir teni, deniz kadar berrak mavi gözleri ve hafif dalgalı sarı saçları vardı. Vücuduysa basket oynayanlar kadar atletikti. Mavi gözlü bir sarışın, oh oh!

"Kumsal," diyerek uzattığı elini sıktım. Sonra sessizce oturduk, bir süre sonra da "Ben gideyim," diyerek kalktı. Gözlerimle nereye gittiğini takip ederken futbol sahasına girdiğini gördüm. Ben de kalkıp oraya doğru gittim, biraz değişiklik olurdu, futbol maçı izlemek. O an gözüme bir çocuk takıldı. Masmavi gözleri ve siyahı andıran koyu kahve saçları vardı. İşte, bu da meteor olmalıydı. Gerçekten iyi futbol oynuyordu. Yani pek anlamam, ama öyle görünüyordu işte. Bir süre daha izledikten sonra kalkıp hocanın yanına gittim ve zaten hiçbir şey yapmadığımı, bu yüzden çıkıp çıkamayacağımı sordum, o da direkt "Çık," dedi. Ben de dayımın yanına giderek hocadan izin aldığımı ve eve gidip gidemeyeceğimi sordum. O da "Tamam, gidelim," dedi.

Yola çıktık, yaklaşık beş dakika sonra güzel, ama çok gösterişli olmayan bir evin önünde durduk. Küçük bir bahçesi olan, iki katlı beyaz bir evdi. Bakımlı görünüyordu. Bahçeden geçip kapıya ulaştığımızda kapıyı sevimli mi sevimli bir teyze açtı. Beyaz saçlarını topuz yapmış, yüz ve elleri kırışıklarla doluydu. Kahverengi gözleri ve esmer bir teni vardı.

Dayım, "Merhaba Necla Sultan," dedikten sonra içeri geçtik. Salonda kitap okuyan biri vardı. Dayım arkasından sessizce yaklaşıp boynuna bir öpücük kondurdu. Kadın bir an irkilerek bir çığlık atıp dayıma kitapla vururken bir yandan da söyleniyordu.

"Kılıç! Sana kaç kere söyledim şöyle yaklaşma diye? Korkuttun yine beni! Zevk mi alıyorsun beni korkutmaktan?"

Dayımsa kahkahalarla gülüyordu, sanırım kitap dayımda pek bir etki yaratmıyordu.

Yengem olduğunu ve cennetten yeryüzüne düştüğünü tahmin ettiğim bu güzel kadın beni görünce vurmayı bıraktı. Yemyeşil gözleri ve bronz ve pürüzsüz bir teni vardı. Siyah saçları dalgalar halinde omuzundan aşağı dökülüyordu. Beni fark eder etmez yüzünde kocaman bir sırıtma belirdi. Gelip bana sarılarak, "Merhaba! Ben Esila, dayının eşiyim. Sen de Kumsal olmalısın," dedi.

Gülümseyerek başımı salladım.

Yengem sanırım utandığımı düşünüp beni konuşturmak için, "Yolculuk nasıl geçti?" diye sordu.

"İyi geçti, kısa sürdü zaten," dedim.

Ardından, "Antalya'yı sevdin mi? Gerçi geleli kısa bir süre oldu, ama birlikte Antalya'yı keşfedebiliriz. Önce sen bir yerleş, daha sonra birlikte neler yapacağımıza bakarız," dedi.

"Pek bilmiyorum Antalya'yı. Tamam," deyip gülümsedim. Sonra yengem başıyla Necla Sultan'a bana odamı göstermesi için başıyla işaret etti. Ben de basamaklardan çıkan Necla Sultan'ı takip etmeye başladım. Ahşap merdivenlerden yukarı çıktıktan sonra dikdörtgen şeklinde uzanan geniş bir hole vardık. Holdeki en son kapıya varınca Necla Sultan kapıyı açtı. Aman Allahım, bu da nesiydi? Burası adeta küçük bir saray yavrusuydu. Çalışma masasından bilgisayara, gardıroptan komodine, rengârenk nevresimlerle örtülü geniş bir yataktan makyaj masasına kadar her şey vardı. Kitaplıkta kitaplar sıralanmış, masanın üzerinde de bir dizüstü bilgisayar duruyordu.

Necla Sultan çıktıktan sonra bavullarımı bir köşeye atıp hemen kendimi yatağa bıraktım. İlkin garip bir mutluluk dalgası sardı içimi, ardındansa kocaman bir burukluk hissettim içimde. Bu şehirde aslında tamamen yalnızdım ve daha önceki yaşamıma ait, bana tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Eski yaşantım bir yana, buraya alışabilecek miydim acaba? Düşünürken gözüm masanın üzerindeki dizüstü bilgisayara kaydı. Ben de hemen bilgisayarı alıp tekrar yatağa atladım. Facebook, İnstagram, YouTube, artık ne varsa girdim. Birkaç bölüm yabancı dizi izledikten sonra aşağı indim. Hava çoktan kararmaya başlamış, her taraf sessizleşmeye başlamıştı. Bilgisayarda yeterince vakit geçirdikten sonra can sıkıntısıyla salona, dayımın yanına gittim.

Dayım siyah deri koltuğa oturmuş, elinde kumanda, televizyonda ekonomi haberlerini izliyordu.

"Dayı yemek yemediniz mi?" diye sordum.

"Yedik, hayatım. Bu daha buradaki ilk günün, belki dinlenmek istersin diye seni çağırmadık, ama acıktıysan Necla Sultan'a söyle, o sana bir şeyler hazırlar," dedi.

"Necla Sultan nerede peki?" diye sordum.

Dayım, "Mutfakta olması lazım, mutfağa in hadi," dedi.

Ben de ağır adımlarla gördüğüm her şeyi ayrıntılı olarak inceleyerek mutfağa doğru yol aldım. Oldukça değişik bir evdi, holde çeşitli tablolarla çiniler asılıydı. Holün sağ tarafınaysa bir komodin yerleştirilmiş ve komodinin üstüne de çerçeve içinde dayımla yengemin hem beraber hem de ayrı ayrı çekilmiş fotoğrafları duruyordu. Ardından mutfağa girdiğimde Necla Sultan mutfaktaki bulaşıkları topluyordu. "Necla Sultan?" diye seslendim.

Necla Sultan elindeki işe ara vermeden kafasını çevirip, "Efendim Kumsal?" dedi.

"Benim karnım acıktı," dedim.

Necla Sultan, "Sen şöyle otur, hemen bir şeyler hazırlayım ben de" derken geniş mutfak masasını işaret etti. Hemencecik bir şeyler hazırlayıp tekrar yarım bıraktığı işine döndü.

Yemekler inanılmaz lezzetliydi, masada resmen bir kuş sütü eksikti. Yerken Necla Sultan'la ailem, İzmir hakkında konuştuk. Bana sürekli soru soruyor, sanki beni tanımaya çalışıyordu.

Yemekten sonra Necla Sultan'a iyi geceler dileyip odama çıktım. Dayım haklıydı, gerçekten de yorucu bir gün olmuştu, bir günde hayatım hayal edemeyeceğim bir biçimde değişmişti. Kafamı yastığa koyar koymaz uyuyakaldım.


Continue Reading

You'll Also Like

16.3K 1K 28
Doğduklarında Kaçırılan ikizler devamı içeride;) Eminim ki beğeniceksiniz şans vermeyi deneyin keyifli okumalar
38K 1.8K 100
"Bazen bizim söyleyemediklerimizi kitaplar, şarkılar, şiirler söyler. Dile getirmeye yorgun olduğumuz kelimeleri üstadlar ne de güzel söyler." Bu ki...
705 114 12
"üzerimizde ki yıldızların ışığı sonsuz karanlığa gömülene dek seveceğim seni." Yeni yılı kutlamak için kasaba dışında ki arazide kutlanacak olan ye...
3.9K 344 17
Bir insan sırf para için kızını o adamın oğluyla evlendirir mi ? Maalesef evlendiriyor. Tanımadığı biriyle evlenmek ne demek ya