Sahte Gazeteci

Av limortakal

265 33 78

Tamamlandı. "O oyunlarını sahne arkasında oynardı fakat perde her zaman, onun için kapanırdı." Mer

Başlangıç

Bitiş

120 16 69
Av limortakal

"Madeline Reaches, 21 yaşında fakat küçük bir çocuktan çok daha fazlası. Şifrelerimi çözmeyi başaran tek kişi." Odanın bir o yanına bir bu yanına yürüyerek hiçbir yerden okumadan bildiklerini sıralıyordu. "Polisiye roman yazarı, maceraya atılmayı sever. Aynı zamanda kendini gizli sanan bir cinayet soruşturma kulübünün en küçük üyesi." İstemsizce araya girdim. "Sayende, artık değil."

Bir katilin evinde öylece oturuyordum. Buraya gelmemi sağlayan üç şey vardı; birincisi bana gönderdiği mektup, ikincisi zekasına olan hayranlığım ve üçüncüsüyse gelen gizemli aramaydı. Arama beni bu işe dahil etmişti.

Karşımdaki tek kişilik koltuğa oturdu, dizlerimiz arasında üç karışlık mesafe vardı; onun karışlarıyla ikiye inerdi.

"Telefonundan bana ulaşmak isteyen adamın kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yok, Eva Sand diye birini hatırlamıyorum bile." Söylediği doğru olabilirdi, verdiği adreslerde bulunan cesetlerin hiçbiri Eva değildi.

"Adam söylediği şekilde seni hedef olarak seçtiyse yeniden bize ulaşacaktır. Açıklaman gereken başka şeyler var." Elbette mektuptan bahsediyordum ancak görünen o ki, açık konuşmayı reddediyordu. Cevap vermek yerine ayağa kalktı. "Kahve ister misin?" Omuz silktim.

Neyin içine girdiğimi göremeyecek kadar aptal olamazdım. Evinde olası bir saldırı durumunda kullanılabilecek şeyler için kısa bir tarama yaptım ve, Tanrım, sanırım oturduğum koltuğun altındaki küçük bölmede bir silah vardı. Silahın içinde fazla mermi olmadığını tahmin ediyordum, bir veya iki tane olmalıydı. Çaprazımdaki alçak orta sehpanın altında küçük bir bölme vardı, kendimi tutamayarak hızlıca içine baktım. İki tane bıçak duruyordu, biri tırtıklıydı.

Elinde iki kupayla geldiğinde, çoktan salonunu ezberlemiştim. Ev kapısı direkt salona açılıyordu, geniş bir kapıdan mutfağa ve diğer iki odaya gidiliyordu. Kapının önünde küçük bir veranda ve arkasında bir mezarlık vardı. Salonunu fazla incelemiş görünmemek için doğruca ona odaklandım. Ne ara onun tarafına geçtiğimi kestiremiyordum, bir ay öncesine polisle işbirliği içindeydim.

Kupayı çaprazımdaki sehpaya bıraktığında tok bir ses çıktı, bu sesi biliyordum. Sehpanın yalnızca altında değil, ortasında da bir bölme olmalıydı. Büyük sehpayı şöyle bir süzdüm, içine büyük bir silah sığabilirdi.

"Bana hakkımda bildiklerinden bahset." Kupayı elime alarak rahatça arkama yaslandım ve kokusu burnuma ulaşan kahveden bir yudum aldım. Hafifçe güldü. "Katil olduğuma emin olduğun halde verdiğim kahveyi tereddütsüzce içecek kadar aptalsın." Durakladı. "Ya da, seni hemen öldürmeyeceğimi bilecek kadar zeki." Gülümsedim.

Konuşmaya devam etti. "Ailen yurtdışında yaşıyor ve görüşmemeyi tercih ediyorsunuz çünkü yaptığın işi hiçbir zaman yeterli bulmuyorlar." Ailem yazarlığı bir meslek olarak bile görmüyordu, bir ay önce atıldığım kulüpten de gizlilik kuralları gereğince haberleri yoktu. Sessizliğimi korudum. "Pek fazla arkadaşın yok ama şikayetçi de olmadığını tahmin ediyorum. Herkes peşinde John ile gezen Sherlock yerine Moriarty'i sevdiğini biliyor."

Asıl olay, burada başlıyordu. Dirseklerini dizlerine dayayarak hafifçe öne eğildi. "Tam da bu yüzden buraya geldin çünkü sen kötüleri seviyorsun." Araya girdim. "Hayranlık duyuyorum diyelim." Avuç içini kısa bir an tavana döndürüp geri eski pozisyonuna getirdi. "Pekala, öyle diyelim."

"Hakkımda bildiğin başka bir şey var mı?" Düşünüyormuş gibi yaptı fakat söyleyeceklerinin zaten aklında olduğu belliydi. Eliyle mutfağı işaret etti. "Şuradaki sehpanın altına açtığın küçük delikten tam bir haftadır beni izliyor olman dışında mı?"

Beni şaşırtmaya çalışıyordu ama hayır, bu numarayı yemezdim. Üstelik ben onu iki haftadır izliyordum, bu da bir haftasını fark edememiş demekti. Sessiz kaldım.

Elimdeki kupadan bir yudum aldıktan sonra sehpaya koymak üzere çapraz uzattım, tam da bu sırada bir silah sesi koptu. Elimdeki kupa küçük parçalara ayrılırken parmaklarımı yakan kahveden çok merminin geldiği yöne odaklanmıştım. Küçük bedenimle kolayca koltuğun arkasına gizlendim. Koltuğun altındaki silahı almaya çalışıyordum. "İçinde kaç mermi var?"

"İki. Beklediğimden zekiymişsin, Sahte Gazeteci." O da tıpkı benim gibi yere eğilmişti, sehpayla uğraşıyordu. "Çok gerekmedikçe ateş etme." Aslında ilk kez böyle bir durumla karşı karşıya kalıyordum, bu yüzden istemsizce ellerim titremeye başlamıştı. Zihnimi soğukkanlı tutabiliyordum fakat bedenim kontrolden çıkmıştı.

Froy ilerideki bir noktaya ateş ederken titreyen elimi uzatarak bıçaklardan birini kavradım. Ne yazık ki gelmiyordu. "Sen bunu nasıl sabitledin, Tanrı aşkına!" Bıçağı almaya çalışan elimi geriye çekerek bedenimin üzerine eğildi. Eşyalara saplanan mermilerin sesini duyuyordum, çok yakınımdalardı.

Kolayca bıçakları çekip düz olanı elime tutuşturdu. "Kullanmana gerek kalmayacak, yine de al." Uzanıp tırtıklı olanı da aldım, kendimi korumalıydım. Silah kullanmayı bilmiyordum, bıçaklarla idare edecektim. Her ihtimale karşılık silahı da belime yerleştirdim.

Silah sesi kesilmişti, bu da yaklaştıkları anlamına gelirdi. Kaç kişi olduklarını bilmiyordum ama bir kişi olmadığı kesindi. "Üç kişiler, görebildiğim kadarıyla ikisi iri. İrilerden birini sağ omzundan vurdum ve sağ eliyle ateş ediyordu, yani pek bir şey yapamaz. Cılız olanıysa bacağından vurdum." Bir yandan hızlıca beni mutfağa götürüyordu. "Senden tek istediğim, kendini koruman. Gir şuraya ve kapıyı kapat."

İşaret ettiği mutfak dolabına baktım, tereddüt etmeden içine girdim. Beklediğim gibi rahatsız falan değildi, hatta altımda bir minder vardı. Üzerime örttüğüm dolap kapağına yapıştırılmış küçük bir lamba olduğunu fark ettim, açtım. İçeride küçük bir yastık, battaniye ve su vardı. Yaslandığım yerin tam karşısındaysa küçük bir televizyon.

Bu kendine güvendiğini gösterirdi, eve giremeyecek ve dolabı açmayacaklardı. Sadece psikolojik olarak rahatlamam için beni buraya getirmişti, eminim getirdiği ilk kişi de ben değildim. Yanılıyorsam eğer, tüm bunları planlamış demekti. Bu imkansız olduğundan kendine fazla güvenen bir katil olduğuna karar kıldım.

Derin bir nefes aldım ve o andan sonra, üç silah sesi duydum. Devamında sesler kesildi.

Ya öldürmüştü ya da öldürülmüştü, ikinci ihtimalin olasılığı gözümde sıfırdı. Gerçekten mükemmel bir katildi, binlerce düşüncesini tereddütsüzce toparlar, birleştirir, ayırır ve hayata geçirirdi. Psikolojiyle oynamayı severdi, gülmeyi sevdiği gibi. Bir katilin gülmeyi sevmesi olur şey değildi, olmayan şeyleri oldurmayı da severdi.

Mutfak dolabından çıktım ve üzerimi silkeledim. Yüksek sesle konuşmaya başladım. "Telefondaki adam kendine çok güveniyordu, üç kişiden fazla olduklarını sanmıyorum. Boşuna kolaçan etme diye söylüyorum çünkü daha soracak sorularım..." Cümlemi bitirmemi engelleyen şey, salonundaki koltuğa oturmuş kahve içiyor olduğunu görmemdi.

"Telefondaki adamın adamlarını kaybettiğini anlaması en az iki saat sürer çünkü cılız olanın telefonundan ona bir mesaj attım ve bu sırada ismini de öğrendim; Chris Adams." Bu rahatlığı gözlerimi yaşartırken karşısına geçip oturdum. "Gerçek adının bu olduğunu sanmıyorum. Üstelik adama attığın mesaj hakkında da şüphelerim..." Cümlemi bitiremeden konuştu. "Adamın konuşma şeklini inceledim ve taklit ettim, mesajı benim yazdığımı anlamasına imkan yok."

Söyleyecek bir şey yoktu, her ayrıntıyı düşünüyordu zaten. Şimdi sıra aklımdaki soruları sormaktaydı çünkü kendi ağzıyla iki saat boyunca rahat olacağımızı söylemişti. "Neden bana o mektubu gönderdin?"

Hafifçe sırıttı. "Zekanı o aptal kulüp için kullanıp heba etmemen için sana bir davetiye sundum. Teşekkür etmelisin."

Başımı hafifçe yana eğip ona doğru eğildim. "Sen, bir katilsin."

Ellerini koltuğun kenarlarına yerleştirerek bana doğru eğildi. "Sen de sahte bir gazetecisin."

Yavaşça geri çekildim ve arkama yaslandım. "Gazeteci merakım olmasa burada olmazdım, Froy Roden. Merak ettiğim şeyleri biliyorsun, açıkla bana."

Her hareketini dikkatlice izliyordum, ona duyduğum hayranlık giderek büyüyordu. Yine de bunu belli edemezdim çünkü onu yeterince tanıdığımı düşünürse fişimi çekerdi.

"Seni öldürmeyeceğim, kurban olarak seçildiğin için adresini sana sunmadım. Sadece, yalnızlık bir katilin bile canını sıkabiliyor. Birileriyle iletişim kurmak istedim, insanları öldürmek o kadar da zevk vermiyor artık. Benim için yeni eğlence sıradan biri gibi olmak, uzun süredir bunu yapmıyordum."

Omuz silktim. "Hala yapmıyorsun. Sıradan biri gibi konuşmak için seçtiğin kişi senin katil olduğuna emin olan tek kişi, aynı zamanda polisle işbirliği içinde olan biri."

Abartılı yüz ifadesiyle gülümseyerek gözlerini kapattı. "Hayır, polisle işbirliği içinde olsaydın o delikten beni izlemek yerine delilleri sunup kendini korumaya aldırırdın. Ya da bulduğun diğer şifreleri polise verip beni içeri tıktırırdın. Her şey senin elindeydi, sahte gazeteci. İplerimi sana teslim etmiştim, zekanın dansını görmek için."

Cümlesine istinaden konuştum. "Veya günü geldiğinde o iplerden kurtulmanın zorluğu sana zevk vereceği için."

Gözlerini açarak arkasına yaslandı. "Mümkün tabii."

Konuyu değiştirmeyi umursamadan aklıma takılan başka bir şeyi sordum. "Evin arkasındaki mezarlıktakileri de sen mi öldürdün?"

Hafifçe tedirgin olmuştu, omuzlarını düşürdü. Bu savunmasız olduğunun ve doğruyu söyleyeceğinin işaretiydi. "Ben ailesiz büyüdüm, yetimhaneden ayrılır ayrılmaz bir şekilde ailemi buldum, ölmüşlerdi. Bu evde yaşamışlar yıllarca, geldiğimde ev berbat haldeydi. Mezarlıkta onlar yatıyor, bir de tanımadığım birkaç kişi."

Kaşlarını çattı, birkaç saniyeliğine düşündü. İfadesinden beyninden geçenleri anlayamıyordum ama o mezarlıkla ilgili bir şeyler olduğuna emindim. Aniden ayağa kalktı ve doğruca mutfak kapısına ilerledi.

Peşinden koşar adımlarla dışarı çıktım, mezarların arasından ustaca sıyrılarak hızlı bir şekilde ilerliyordu. Sonunda mezar taşlarının birinin önünde kaldı, nefes nefese yanına ulaştım. "Neler oluyor?"

Eliyle mezar taşını işaret etti, hızlıca göz attım. Eva Sand.

Toprak kuruydu fakat havalandırılmış ve üzerine çiçek bırakılmıştı. Bu da yakın zamanda bu mezarı birinin ziyaret ettiğine işaretti. Ölüm tarihi bundan 21 yıl öncesini gösteriyordu, 3 Nisan. Benim doğduğum gün.

Froy vakit kaybetmek istemiyor olacak ki hızlıca bir kürek kaptı ve benim elime de tutuşturdu. "Mezarı kazıyoruz, 21 yıl önce ölmüş bir kadın için beni arayan aptalı bulmanın tek yolu bu."

Mezarı kazdık, bu neredeyse bir saatimizi almıştı. Bulduğumuz tek şey ise içi örümcek ağlarıyla kaplı boş bir tabuttu. Aklımda şekillenen düşünceyi pat diye söyleyiverdim. "Adam bizimle bir oyun oynuyor."

"Oynadığı oyunun seninle bağlantılı tek kısmı telefonundan beni aramış olması." Bilmişçe kurduğu cümleye istinaden mezar taşını işaret ettim. "Gerçek bile olmayan bir kadının doğduğum gün ölmüş olması beni ilgilendirmiyor mu sence?"

Küreği yere atarak bana döndü, ellerini silkeledi. "Teorin nedir?"

"Onu çözmemizi istiyor, ipuçları veriyor ve Eva Sand isminde birinin gerçekte olmadığına eminim. Bana telefonunu verirsen eğer, bunu ispatlayabilirim." Omuz silkti. "Telefonumu zaten açmam gerekecek, dediğin gibi bu bir oyunsa bizimle yeniden iletişime geçecektir. Yeni bir saldırı beklememiz yersiz olur." Başımla onu onayladım, eve doğru ilerledim.

Benim telefonumu resmen parçaladığı için açamazdım, elimizdeki tek çare onun telefonuydu. "Telefonunu bana verirsen eğer, bir arkadaşım Eva Sand ve Chris Adams hakkında bilgi edinebilir."

"Şüphe çeker mi? Bu arkadaşının polis teşkilatından olduğunu varsayıyorum." Ona sorun olmadığını söyledim, dikkatimi çeken kişileri araştırması için ona sürekli mesaj atardım zaten. Başka bir numaradan atmam saçma olabilirdi ancak buna yapacak bir şeyim yoktu. Geçici olarak o numarayı kullandığımı söylerdim.

Vakit kaybetmeden telefonunu açtı, ben de kısaca mesaj attım. Bu sırada sürekli onu gözlemliyordum. Davranışları normal insanlardan çok farklıydı, bu katil olduğu için değildi. Daha tasasızdı ama duygularını kendi içinde daha yoğun yaşıyordu.

İçinde olduğumuz oyun bittiğinde, alkışlar onun için kopacaktı, buna emindim. O oyunlarını sahne arkasında oynardı fakat perde her zaman, onun için kapanırdı. Bu şaşmaz bir kuraldı.

Çok geçmeden mesajıma karşılık almıştım, tam da tahmin ettiğim gibi Eva Sand isimli biri yoktu. Marilyn Eva Sand vardı, o da yalnızca üç yaşındaydı. Chris Adams ise, 28 yaşında ve evi arabayla yarım saatlik mesafede olan bir adamdı. Adamın sicili temizdi ve evliydi.

Froy ile elimizdekileri konuşmak üzere sehpanın çevresine oturduk. Tam da bu sırada, telefonu titremeye başladı. Beni arayan numaraydı, açarak hoparlöre aldım. "Froy ve Madeline... Telefonu açtığınıza göre uyanmış olmalısınız. Oyun oynamayı seveceğinizi düşündüm, zevkli olacak. Bana nereden ulaşacağınızı biliyorsunuz." Telefon kapandı.

Hiçbir halt anlamamıştım, Froy sıkkınca bir nefes aldı. "Chris'i bulmalıyız." Başımı iki yana salladım. "Sanmıyorum, adam oyun istiyorsa kendini bu kadar kolay ifşa etmez. Chris yalnızca vakit kaybı olur."

"Veya ipucu." Omuz silktim. "Onun yerine tabutu incelememiz gerektiğini düşünüyorum. İçinde örümcek ağları vardı, bu da herkesin fark etmesi istenilmeyen bir ipucu için mükemmel ortam demek."

"Kendini sahiden zeki sanıyorsun." Ayağa kalktım. "Sanmıyorum, elimde test raporu var. Senin gibi bir katil olmadığım için beni suçlayamazsın."

"Ve bir katil olduğum halde sen beni suçlamıyorsun?" Ofladım. "Şu oyunu çözelim bir an önce."

Yeniden mezarlığa gittik ve Eva Sand'in boş tabutunun başındaki yerimizi aldık. Bu olay biraz sıkıcı olmaya başlamıştı, yine de sessiz kaldım. Froy tabutta bir ipucu ararken gözüm mezar taşına takıldı.

Ölüm günü değişmişti, 3 ve 4 rakamları yer değiştirmişti. Eğilerek dikkatlice inceledim. Elimle düzeltebilecekmişim gibiydi, Froy'u dürttüm. Kendimi bir filmdeymiş gibi hissediyordum. Rakamların olduğu taşları yerine koyduğumuzda tabut titredi, hafifçe kenara açıldı.

Altından bir kutu çıktı, içinde adres yazılı bir kağıt vardı.

O adrese gitmemiz kırk beş dakikamızı almıştı. Ellerim hafifçe titriyordu, korkmaya başlamıştım. Bu tarz olaylarda bulunmazdım, işin beyin kısmındaydım. Biz polislere adres verirdik, adrese gitmezdik.

Geldiğimiz yer bir depoydu, çevresinde hiçbir şey yoktu. Froy'un adresi bu kadar kolay bulması dikkatimi çekse de, önceden bildiği bir yer olduğunu düşündüm. İçeride kaç kişi olduklarından habersizdik. Tedirginlikle Froy'a döndüğümde arabasının arka kısmına uzandı ve bir kutu çıkardı. Kutudan çıkardığı silaha mermileri yerleştirdi, arabadan indikten sonra da belindeki kabzaya soktu.

Deponun kapısına dek birlikte yürüdük, neden sessiz kaldığını anlamıyordum. Hayatı buna benzer olaylarla geçiyor gibiydi. Ölümle burun buruna yaşamak nasıl bir duyguydu acaba? Merak ediyordum. "Önden geçebilirsin, Sahte Gazeteci. Ölmeyeceğinin garantisini veririm."

Onun zekasına güveniyordum fakat kendiminkine güvendiğim kadar değil. Sözünü dinleyerek önden girsem dahi, temkinliydim. Bana zarar verecek bir şey olmadığına ikna olduktan sonra ilerlemiştim.

Depo genişti, içinde pek bir şey de yoktu. Bir asma kat görüyordum, keskin nişancılara açık hedef halindeydik. Muhtemelen aradığımız adam karşıdan bir yerden çıkacaktı, Froy da bunu düşünerek tam oraya bakıyordu.

Tahmin ettiğim gibi, karşımızdaki üzeri örtülü eşyaların arkasından birisi çıktı. Yeşil gözleri kısıktı ve çevresi hafifçe kırışmıştı, üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Tam karşımızda duruyordu fakat hiç düşünmeyeceğim başka bir şey daha vardı. Adam tekerlekli sandalyedeydi, bacaklarının üzerinde beyaz bir örtü vardı.

Froy'un gerildiğini hissettim, dudaklarını birbirine bastırmış ve kaşlarını hafifçe çatmıştı. Ona baktığımı fark ettiğinde gülümsedi, güzel oynuyordu. Eliyle adamı işaret ederek hafifçe eğildi. "Sana takdim edeyim, Madeline. Eski dostum, bir zamanlar ortağım olan Chris West."

İkisinin eskiden ortak olması demek, karşımdaki adamın da bir katil olduğu anlamına gelirdi. "Ayrılmanızı sağlayan neydi?" Chris büyük bir kahkaha attı. "Froy anlatacaktır."

Froy, hafifçe eğildi. "Onur duydum." Gülüşü tamamen silinmeden önce yeniden konuştu. "Benim hakkımda bilmediğin bir şey söyleyeyim Madeline..." Birkaç adım ileri giderek bana döndü. "Ben yalnızca suçluları öldürürüm." Cümleyi ciddiyetle kurmuştu, yine de doğruluğuna inanmam güçtü. "İnanmayacaksın tabii, sonrasında araştırabilirsin."

Chris araya girdi. "Sonrası olursa."

Tanrım, bizi öldürecekti. O an üzeri örtülü eşyaların ne olduğunu merak ettim, bir silah olabilir miydi? Froy bunu fark ederdi, değil mi? Ona odaklandım.

"Chris zamanla gördüğü herkesi öldürmek istemeye başladı, kan kokusu ona zevk veriyordu. Anlayacağın benden daha kötü durumdaydı. Ortak kalamazdım. Hapse girmişti, çıktığını bilmiyordum."

Chris omuz silkti. "İlk telefon konuşmasında, Eva Sand'in ölüm şeklini söylediğimde beni anlarsın sanmıştım, Froy. Aptallaşmışsın."

Kadının dönme dolabın en üst sepetinde kendi kanında yüzdüğünü söylemişti. Froy bir küfür mırıldandı. "Yetimhane müdiresini bu şekilde öldürmüştün, değil mi? Nasıl unuturum?"

Froy içeride rahatça turlamaya başladı. Onun tavırları beni rahatlatıyordu, Chris zararsız olmalıydı. Gözüyle tekerlekli sandalyeyi işaret etti. "Hapiste mi oldu?" Chris başıyla onayladı.

Birkaç saniyelik sessizliği ben bozdum. "Neden buradayız?" Chris omuz silkti. "Ölmek için."

Froy büyük bir kahkaha attı. Bizi öldürebileceğine sahiden inanmıyordu, bunu gözlerinde görebiliyordum. "Sen tetiği çekene dek son nefesini vermiş olursun, Chris. Aptallık edip yanına başka adam da almamışsın."

Chris gülümsedi. "Bilirsin, etrafımdaki herkesi öldürmek isteyecek kadar deliyimdir."

Chris'te bir şeyler vardı, bunu sezebiliyordum. Froy rahatça örtüleri kaldırdı, tarım makineleri görünüyordu. Gerçekten tehlike yok gibiydi, asma kata yeniden baktım. Nişancı da görünmüyordu.

"Güzel bir karşılaşma oyunu hazırlamışsın." Chris, Froy'un övgüsüyle gülümseyişini genişletti. "Göreceğin son oyundu."

Chris'i inceledim, iyi bir planı olmalıydı. Froy bugüne dek tekerlekli sandalyede olduğunu bilmiyordu, hapisten yeni çıkmıştı. Üstelik Chris beline bir darbe yiyecek kadar güçsüz görünmüyordu.

O an anladım. Tekerlekli sandalye oyunun bir parçasıydı, bir silahtı. Elinin altındaki düğmelerden biri bizi öldürmeye yeterdi, Froy bunu fark edememiş görünüyordu. İpler benim elimdeydi, ölümümüz benim elimdeydi.

Belimdeki ağırlığı anımsadım, koltuğun altındaki iki mermili silah. Hala belimdeydi.

Bu, onu kullanmam için bir işaret olabilir miydi? Aptal Froy, ölmemize müsaade ediyordu. Hiçbir şeyin farkında değildi.

Yutkundum, Chris'in asıl hamleyi beklediği kişi elbette ben değildim. Bu yüzden Froy'u izliyordu, belki de ateş etmek için beklediği yere gelmesini bekliyordu. Froy her an o yere gelebilirdi, Chris her an konuşmamızdan sıkılabilirdi, her nefesim son nefesim olabilirdi.

İki mermim vardı, hata lüksüm yoktu.

Derin bir nefes aldım ve titriyor olmama rağmen Froy ile göz teması kurduğum ilk anda belimdeki silahı çıkardım. Bir saniyem bile yoktu, daha önce hiç ateş etmemiş olmama rağmen Chris'i önce kalbinden, sonra elinden vurdum.

Kulaklarımda silahın sesi yankılanıyordu.

Chris'in örtüsü yavaşça yere düştü, emin olduğum gibi altında dev gibi bir mekanizma vardı.

Katil olmuştum.

Korkudan nefes alamıyordum fakat Froy, keyifliydi. Kahkaha atıyordu. Birkaç dakika sonunda kahkahası dindi ve bana döndü. Bakışlarında gördüklerim şaşkınlığımı katladı.

İkinci bir farkındalık dalgası bedenimi ele geçirdi. Titriyordum. Tabii, Froy Roden asla aptal değildi. Silahı anlamıştı, anlamakla kalmayıp kendisi koydurmuştu.

Her şeyi ama her şeyi o yapmıştı, yazdığı mektuptan itibaren tüm süreç beni sınamak içindi. Sınavını geçmiştim. Keyfi bu yüzdendi. Sıradan olmaya çalıştığı falan yoktu, yalnızca birini arıyordu, eski ortağının yerini doldurması için.

"Takıma hoş geldin, ortak."

O oyunlarını sahne arkasında oynardı fakat perde bu kez, benim için kapanmıştı. 

Fortsett å les

You'll Also Like

105K 6.3K 35
Odanın zemininde uyanık kalırsın Kapının altından gölgeler görüyorsun Kafanda dönüp duran aynı his Babacığın tekrar şehirden ayrılırken Ve tekrar...
94.4K 6.6K 55
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
678K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
398K 12.4K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...