FÄ°RUZE

By _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... More

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•KALSİT•𓇚

11.6K 1K 798
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ 

Selamünaleyküm Mehsa'nın Fedailer! Beeeeen geeeeldimm! 💃💃

Bu bölüm benim için çok özel bir bölüm. 🥺

Özellikle mezarlık sahnesi ve son sahne benim için artık Ezra ve Firuze'yi tam olarak nasıl olduracağımı hissettiğim sahneler oldu. 🤝

Böyle dan diye daldım ama nasılsınız?

Hemen hemen nuraya nasıl olduğunuzu yazın sonra başlayalım.💃💃😍

Ben çok heyecanlıyım. Tepkilerinizi aşırı merak ediyorum. 💅

İnşallah çok ama çok seversiniz. Sizi seviyorum. İyi okumalar dilerim hepinize.💃😍

𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Twitter: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Arz-ı hâl etmeye câna seni tenhâ bulamam,

Seni tenhâ bulıcak kendimi aslâ bulamam."

Sevgilim! Halimi, yani aşkından dolayı başıma gelenleri ve isteklerimi, arz etmek için seni tenha bulamıyorum. Seni tenha bulunca da kendimi asla bulamıyorum.

-Ulvî

𓇚ꕥ𓇚

Zaman insanı hep sonla tehdit ederdi. Sevdiklerinin sonuyla, kendi sonuyla, mutsuz biten her sonla.

Ölüm aslında bir başlangıçken acı olan her şey bir sondu.

Firuze hep sevdiklerinin diri diri mezara gömülüşüyle büyük bir son yaşamıştı. İki konak arasındaki yolu geçerken gözünde annesinin taş zemine yığılmış cansız bedeni canlanıyordu.

Kardeşinin Asaf'ın kollarında kan revan içindeki haliyle cezalandırılıyordu.

Boğazın düğümlenmiş çığlık korkudandı. Eğer çözülseydi ölümle yarışırcasına dama doğru koşarken avaz avaz haykırırdı göğe.

Tanrı onu duysun diye. Duysun da bu kadar bedel ödemişken artık onlara mutlu bir son nasip etsin diye.

"Hayır," dedi. "Hayır Allah'ım, hayır!" Tek koşan kişi o değildi, arkadan Asaf'ın da geldiğini biliyordu. Son kata geldiğinde birden durdu.

Dönüp Asaf'a baktı. Korkusundan saniyeler içinde yukarı çıkmıştı.

"Sen gelme ablam!" dedi Asaf'ın korku dolu yüzüne bakarken nefes nefese bir halde. Asaf'ın yüzündeki korku yerini acıya bıraktı.

"Benden korkar diye mi?" diye sordu. Dildar onun çocukluğuydu. Yıllardır uzak olsa da zamanında en yakınıydı.

Bu ihtimal onun canını yaktı. Firuze cevap vermeyip yalnızca hafifçe başını sallayarak bu ihtimali doğrularken merdivenlerin başında bacaklarının dermanı kesilir gibi oldu.

Asaf çocukluğunu kaybetmiş gibi hissediyordu.

Firuze onu ardında bırakıp tekrar koşmaya başladığın da ardında bıraktığı genç adamın gözleri dolu doluydu. Uçan kuşa bile yeten merhameti, bir tek Dildar'ın yaralarını sarmaya yetmiyordu.

Dildar öyle yaralıydı ki hiç kimse onun yaralarını saramıyordu.

Buna en yakını olan ablası da dahildi.

O ablası dama çıkana kadar en az bir yaş aldı. Kardeşini taştan duvarın üstünde yalın ayak, bembeyaz geceliğiyle, ölüme bir adım uzakta gördüğünde ise o an Firuze öldü sanki.

Dildar kollarını açmış, kararmış gökyüzünü kucaklıyordu. Sanki gökyüzü alıp gitsin istiyordu onu. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Yüzünde öyle bir tebessüm vardı ki kafesinden özgür bırakılmış gibiydi.

Firuze onu ürkütmekten korkarak yavaşça en değerlisine yaklaştı.

"Ablam!" dedi ona seslenirken bile yüreği titreyerek. "Ne yapıyorsun canımın içi?"

Dildar'ın güzel yüzündeki tebessüm soldu. Gözleri açıldı ve ablasıyla aynı renkteki gözleri kırık dökük umutlarıyla ona döndü.

Ölüme hazırlıyordu kendisini. Tüm gün boyunca bunu düşünmüş, düşündükçe kafası yalnızca bu fikirle dolmuştu.

Belki yarın vardı, belki öbür gün yoktu.

Belki...

Belki bugün değildi ama yakında bir mektupla bu diyarları, annesi gibi terk edeceğine gittikçe ikna oluyordu.

Sonunda cehennemi hak edeceğini biliyordu. Yine de karşısında korkuyla bakan kadına da bu dünyada o cehennemi yaşatmıştı. Zayıf düşmüş kalbi, yaşadıklarından dolayı düzgün düşünemeyen zihni sürekli bunu söylüyordu ona.

Ayakları hala ölüme götüren boşluktan birkaç santim uzaktaydı. "Hava çok güzeldi abla." dedi en büyük yalanı bu hayatta en sevdiği kişiye söyleyerek. "Geceyi tenimde hissetmek istedim sadece."

Dildar'ın dudaklarında solmaya yüz tutmuş bir tebessüm belirdi. Ablası da ona aynı gülümsemeyle karşılık verdiğinde ikisi de birbirlerine karşı en büyük yalancılardı.

"Düşersin ablam, korkutma beni." derken Firuze korkularıyla kaybetmiş bir kadındı.

"Ben bir kere düştüm zaten oradan abla." diyen Dildar ise en kötü kabusların boğduğu bir genç kızdı.

Annesinin anısı ikisinin de zihnine düşerken Firuze ağlamamak için ellerini yumruk yaptı.

Anneleri belki açık açık intihar etmemişti ama ölümün kollarına gitmekten de çekinmemişti.

Gerçekleri öğrendikten üç gün sonra tam bu damdayken kalp krizi geçirmiş ve yalnızca üç saat sonra ölüme kendini teslim etmişti.

Dildar ablasının yüzündeki acıyı gördüğünde ağlamaya başladı. Firuze kahroluyordu, Firuze kahrından ölüyordu ve bunu en çok Dildar dindirmek istiyordu.

"Ablam yapma böyle." dedi Firuze ses titrerken. "Sen benim bu dünyada en kıymetlimsin. Sen böyle mutsuzken ben nasıl yaşarım? Söyle," dedi ona bir adım yaklaşırken. "Söyle yüzünde içten bir tebessüm için, seni tekrar mutlu görmek için ne yapayım?"

Dildar başını sağa sola doğru yavaşça sallarken göz yaşları usul usul dökülüyordu. Sanki bütün imkanları yitirmişti. Ablası dönünce, sonunda onun yuvasına kavuştuğunu bilerek yaşamak denen iletten kurtulmak istemişti.

Firuze bu isteksizliği gördü. Sonunda Dildar'ın gerçek acısı ortaya çıkmıştı ve yılların onda açtığı yarayı gördüğünde bir kez daha suçluluk kalbini yakıp kavurdu.

İki kız kardeşin de birbirine benzeyen gözleri dolarken, "Ne olur beni sensizlikle imtihan etme," dedi Firuze. Sesi yalvarır gibi. "Bak," dedi ellerini havaya kaldırarak. Elleri tir tir titriyordu. "Bak ben üç yıldır zaten senden mahrumum. Yıllar sonra geri dönmüşken sensiz yaşayabilir miyim sanıyorsun?" dedi.

"Bir daha yüzüm güler mi sanıyorsun?"

Dildar bir cevap veremedi buna. O yalnızca ablasını bu beladan artık tamamen kurtarmak istiyordu. Bütün günahların yükünü üstüne alıp artık ölmek istiyordu.

Kollarını usulca indirdi. "Sen şu an da mutlu değilsin ki..." diyerek Firuze'nin yaralı kalbini en çok onun gördüğünü bir kez daha gösterdi. "Benim yüzümden gittiğini yine benim yüzümden bir şeylere bulaştığını bilmediğimi mi sanıyorsun abla?"

Firuze hayır, hayır der gibi başını sallarken, "Suç senin değil!" dedi. "Suç bize bunu reva görenlerde. Suç babamda, suç o şerefsizde hatta suç annemde!" dedi gittikçe yükselen sesle.

"Suç, bu dünya ağır geldiği için bizi tek başına savaşmamız için bırakıp giden annemde. Zayıf olmayı tercih eden annemde!"

Dildar'ın bu suçlamalarla birlikte omuzları sallanmaya başladı ağlarken. "Deme öyle. Elinde değildi ki..." dedi. İkisi de kahrından kendini hasta ettiğini biliyordu oysa. Yine de Dildar ağlarken hala yarım kalmış bir çocuktu. O çocuk annesi için, "Hem üzülür sonra..." dedi.

Firuze tüm iradesiyle savaştı, ağlamamak için öfkesine sığındı. Suçlayarak kaçtı. Yoksa o da çok özlemişti annesini.

Yoksa o da karşısındaki kız kardeşi gibi yarım kalmış bir çocuktu.

Firuze tam o kalın duvarın dibinde durdu. "Şimdi sen gidersen onun bize yaptığını bu sefer sen bana yapmış olmayacak mısın ablam?"

Sonunda kız kardeşinin bam telini buldu. Dildar bu sözlerden sonra kalın taş duvarda bir adım geriye doğru çekildi.

Firuze'nin yalvaran sözlerine karşı gardını koruyamadı. Ablası ayaklarının ucunda yalvarıyorken karşı koyamazdı.

İnmek için arkasına döndüğü anda tetikte bekleyen Firuze hemen tuttu onu. Kollarında ki beden zayıf düşmüştü. Hem ruhu hem bedeni zayıf olan kardeşine sımsıkı sarıldı.

"Bir şey yaptın abla!" dedi Dildar. Firuze onun saçlarına öpücükler kondururken Dildar yalnızca düşmemek için ona tutunuyordu. "Biliyorum bir şey yaptın. Benim yüzümden kendi geleceğini yaktın sen."

Ablasının boynunda ki urganı bizzat kendi elleriyle geçirmişti. Bunun ağıtını yakıyordu sesi ve sözleri.

Firuze onu omuzlarından tutup tam karşısına geçirdi bu sözlerden sonra. Gözleri dolu doluydu onun da. Yine de ağlamıyordu. Ellerini Dildar'ın mahzun yüzünü sardı.

"Dildar'ım..." dedi. "Benim en kıymetlim. "Parmaklarıyla onun yüzünü temizlerken onun canı yanınca Firuze kahroluyordu.

"Ne duydun ne düşündün bilmiyorum ama yok ablam böyle bir şey. Ben senin için geleceğimi yakmadım. Ben her gün seni bu konaktan çıkarmayı, sen ne istersen yapabilmek için çabaladım. Yapmadım!"

Dildar inanmadığını gösterircesine başını sağa ve sola doğru salladı.

Dudakları bir fısıltı için aralandı. "Öldürdün..." dedi ve Firuze donup kaldı. "Sen birini öldürdün." diyerek duyduğunu ona itiraf etti.

Firuze bu gerçeği her şeyden uzak tutmak istediği kız kardeşinden duyduğunda yüreği kaskatı kesildi. Tek çaresi o an yine de güçlü durmak zorunda oluşuydu.

"Evet," dedi ilk defa birine itiraf ederek. "Yaptım." Bu sözler Dildar'ın sesli bir şekilde ağlamasına neden oldu. Yine de durmadı Firuze. Onu ikna etmek zorundaydı çünkü.

"Yapmak zorundaydım ablam." dedi onu hafifçe sarsarak. "Yoksa ömür boyu beni senden ayıracaklardı. Biliyorum seni uzak tuttum," Fısıltıyla söylenmiş bu itiraf duyulmasın diyeydi. "Bu yüzden de korkuyorsun ama bu tek kurtuluştu ve senin suçun değildi."

Dildar onu inkâr edercesine bakan yaşlı gözlerine karşılık Firuze en zoruna yapıp acı bir şekilde gülümsedi. "Sana yemin ediyorum bu bir kurtuluştu ablam!" dedi. "Eğer bir daha yaşananlar yüzünden kendini suçlamaktan vazgeçersen söz veriyorum sana her şeyi anlatacağım. Seni tehlikeye atmadan beni anlamanı sağlayacağım ama bir daha böyle yüreğimi ağzıma getirme."

Eğilip ıslak yanağını öperken Dildar sesli hıçkırıkları arasında, "Gitme abla bir daha." dedi. "Ne olur sana bir zarar gelmesin. Dayanamam, sen benim tek sığınağımsın!"

Ölümü arayacak kadar onu çaresizliğe iten de buydu. "Ne olur bu yüzden seni benden ayırmasınlar, gerekirse beni suçlasınlar. Gerekirse ben çekeyim bütün cezayı ama sen bir daha yanma benim için."

Firuze bu sözlere artık daha fazla tahammül edemiyordu. Buna bir son vermek istiyordu artık, dayanamıyordu.

"Bir daha," dedi sert bir sesle. "Senin suçun olduğunu söylersen çok fena kızacağım sana." dedi. Dildar ablasının öfkesiyle birlikte sessizleşti.

"Senin suçun değildi. Bizim zayıf oluşumuzdandı!" Firuze'nin hiddeti karşısında Dildar sarsıldı. "Annem bizi masallarla büyütünce eninde sonunda bir kahraman bizi bulur, elimizden tutar sandık ama dünyada işler böyle olmuyor." dedi.

Onun en büyük kahramanı Ezra'ydı ama ona bile gidememişti. Tuttuğu herkesi yakacağını biliyorken yapamamıştı. Onun gözlerinde acıyı, öfkeyi, inkarı görmekten çok korkmuştu.

"İnsan dünyadayken kendi kendisinin kahramanı olmayı öğrenmek zorunda kalıyor." Elinin tersiyle Dildar'ın iki yanağını da usulca sildi. Öfkesine rağmen dokunuşu o kadar nazikti ki Dildar ablasının sevgisini yüreğinde hissetti.

"O mezara nasıl yalnızca tek başımıza girmemize izin veriyorsa Allah, bu dünyada da kendi kendimizin kurtarıcısı olmamızı istiyor." dedi. İnsan başta kendi elini tutmayınca isterse dünya ona en büyük desteği versin, yine de kendi doğrusunu bulamıyor, güçlü olamıyordu.

İnsanın en büyük zayıflığı kendi olunca da düşmana yenilmek çok kolay oluyordu. Firuze bunu çok acı bir şekilde tecrübe edinmişti.

Tekrar Dildar'ın kollarını kavradı.

"İşte bu yüzden güçlü olmak zorundasın!" dedi hafifçe onu sarsarak. " Her şey için kendini suçlamak yerine hayatla savaşmayı tercih etsen bana dünyaları verirsin ablam çünkü senden mutlu olman haricinde bir beklentim yok."

Başını eğip tek sığınağı olan en kıymetlisine baktı. Dildar'ın göz yaşları dinmişti ama öyle yaralı bakıyordu ki sadece sözlerle bu yaraların sarılmayacağını çok iyi biliyordu Firuze.

"Yorulduysan bana sırtını yasla ama bu bir çözüm değil. Asla değil!" dedi. Eğer Dildar ölürse o da ardından giderdi. Tanıyordu kendisini, yapardı bunu.

"Sana her şeyi anlatınca bana hak vereceksin. Benim sana ihtiyacım olduğunu fark edeceksin. Böyle gidersen ben nasıl savaş vereyim?" dedi.

Sesinde hafif bir azar olsa da bu sitemindendi. Firuze'nin yerine başkası olsa hıçkıra hıçkıra ağlardı en sevdiği kişinin düştüğü bu hale, ölmek isteyişine ama o tutuyordu kendini. Güçlü gözükmek zorunda olduğunu biliyordu çünkü.

Annesi öldüğünden beridir güçlü olmak ona düşmüştü.

"Onların kazanmasına izin mi vereceksin?" dedi, sesi gittikçe yükseliyordu farkında değildi. Kara gözleri alev alev yanıyordu.

"Tek mi savaş vereyim ablam ben!" dedi.

Dildar iyi olsun diye tek de savaşırdı ama karşısındaki genç kıza bir amaç vermek istiyordu. Böyle bir anda sözleriyle onu yönlendirmeye çalışmak en zor olanıydı ama yaptı.

Başardı da. Dildar'ın ölü bakışlarında küçük de olsa bir tereddüt belirdi. Firuze bu umuda sıkı sıkı tutundu.

Dildar sonunda, "Hayır," dediğinde ise bütün dünyalar onun oldu sanki. "Bunu istememiştim ben. Böyle olsun istememiştim. Tek istediğim artık özgür olmandı." dedi.

O kadar çok böyle düşünmediği belliydi ki o kadar çok zihninde yalnızca kendini bitirmek istediği görülüyordu ki Firuze bu cümlelerle bile aslında büyük bir savaşı kazandığını hissetti.

Dildar bir kabustan uyandırmıştı.

Dildar kendi isteğiyle ona sarıldığında Firuze de ona sımsıkı sarıldı. Dildar hala sessizce ağlarken Firuze'nin içindeki korkunun tarifi yoktu.

Kollarında sıkı sıkı tuttuğu genç kızı birkaç dakika geç kalsa belki de ölü bulacaktı. Zamanla verdiği bu mücadelede kaybetme korkusu en ağır olandı.

Dildar sanki bir çocukmuş gibi korkuyla çıkan sesiyle, "Kurtulacak mıyız abla onlardan?" dediğinde Firuze başını Dildar'ın kıvırcık saçlarına gömdü.

"Söz." dedi büyük bir inançla. Onun Allah'ın adaletine inancı tamdı. "Abla sözü! Sen de bundan sonra yaşamak için çabalayacağına söz ver bana." dedi.

Dildar bir an sessiz kaldı. Hala zihninin bir yanı yazdığı mektupla birlikte kendini öldürmenin en iyi çözüm olduğunu söylüyordu. Ayarladığı gün ile birlikte ölümünün büyük yankı uyandıracağını bilecek kadar akıllıydı ama ablası ondan umut dilenirken de ardını dönmek istemiyordu.

Ablası ondan yardımını istiyordu.

Dildar'dan en son ne zaman birisi yardım istemişti ki? O hep kırılgan olandı. Yardıma muhtaç olandı.

Öyle görüldüğü için de kendini öyle zannetmeye başlamıştı. Oysa eskiden aralarında en cesaretli olan oydu.

Babası ona deli yürek derdi. Dağ diyar demeden koşarsın Dildar'ım. Senin bu cesaretin beni çok korkutuyor.

Cesareti onun sonu olmuştu. Küçükken tek korktuğu atlardı. Bu korkuyu yenmek, o dağ bayırda kimseyi dinlemeden özgürce at binmek için çiftlikteki ahıra gittiğinde o sonu yaşamıştı.

Babası da tutmamıştı elini. Cesaretinin cezasını ödemesi için onu yalnız bırakmıştı.

Ablası karşısında bu kadar çaresiz duruyorken ondan ilk defa yardım istiyorken şayet ölümden başka bir çareyse cesaret, dünyanın en büyük korkağı olsa da denemek istiyordu. Yıllarını bu konakta çürütürken bir nebze olsun işe yaramak istiyordu.

"Söz." derken sesi cansızdı çünkü eğer işe yaramazsa hala yine kendini bu yolda bulacağını biliyordu.

Firuze de bu isteksizliği duydu ama ses çıkartmadı. Ona yaşamaya ikna edecekse dünyanın bütün kurallarını çiğnemeye razıydı.

Tam annelerinin öldüğü damda, sedire oturdular. Dildar dizlerinde kısa bir süre göğü izleyip sonra sessiz göz yaşları içerisinde uykuya daldığında Firuze hiç bıkmadan usulca saçlarını okşadı onun.

Kendine bir damla bile göz yaşını layık görmediği için göğüs kafesinin üstünde gittikçe artan ağırlıkla birlikte nefes alamıyormuş gibi hissediyordu.

Yere bakıyor annesini görüyor, göğe bakıyor yaktığı ağıtı hatırlıyordu. Gözünün önünden Dildar'ın çatıdaki hali bir türlü gitmiyordu.

Bir an önce o delilleri bulup tüm Saruhan ailesiyle yüzleşmek zorundaydı. Bir tek bunu biliyordu. Bir kez daha sevdasını gömmek zorunda kalacaksa şayet bunu kucağında yatan kız için yapardı.

Bir tek...bir tek Ezra'nın ona nefretle bakmasına katlanamazdı.

Diğer her şeye göğüs gerecek kuvveti vardı ama eğer onun nefretine maruz kalırsa ördüğü bütün duvarları başına yıkılırdı.

İki gün içerisinde bir tek bunu anlamıştı.

Dalgın dalgın göğü izlerken ayak seslerini duydu. Başını sese doğru çevirdiğinde damın dört köşesindeki lambalardan vuran ışıkla gelenin Asaf olduğunu anladı.

Yüzündeki acı dolu ifade ile baştan beridir burada olduğunu fark etti. Ne kadar duyduğunu bilmiyordu ama Asaf, şu kucağında yatan kız kadar değerliydi. Bu yüzden telaşlanmadı. Eğer duymuşsa gelir sorardı, saklayıp sakınmazdı.

Onu küçüklüğünden beridir tanıdığı için bunu çok iyi biliyordu.

"Çok ağladı." dedi Asaf gözlerini genç kızdan ayırmadan. "Onun teyzemin cenazesinden beridir bu kadar ağladığını görmemiştim."

Firuze'nin buna diyecek bir sözü yoktu. Dildar'ın kırıklarını zamanında toplayamamanın vicdan azabı vardı içerisinde. Eğer yanında olsaydı iyileşmesi bu kadar zaman almazdı belki de ama olmamıştı.

"İyi olacak." dedi sadece. "En azından düşünceleri hakkında bir fikrim var artık."

Asaf, Firuze kadar sert olamıyordu. Asaf, Firuze kadar duygularını saklamayı bilmiyordu.

"Senin gidişinle birlikte bir şeyler oldu Firuze Abla." dedi Asaf ona yaklaşırken. "Biz eskiden böyle değildik." derken Firuze'nin canını yaktığından bihaberdi.

"Biz eskiden birbirimize bir kör düğüm gibi kenetlenmiştik ama senin gidişinle o düğüm koptu." Dildar'a kısa bir bakış attı. Yüzündeki hüzünlü ifade Dildar içindi. Firuze'ye baktığında ise bakışlarında ki yumuşak ifadeyle onu suçlamadığını anladı Firuze.

Yine de kendini suçlu hissediyordu.

"Herkes senin kaçtığını düşündü ama ben yara aldığını düşündüm." dediğinde ise donup kaldı Firuze. "Abimi daha çok yaralayıp gitmenin sebebi de buydu. Buradaki herkesle bağını koparmaya çalışmanın sebebi de buydu bence. Kendi acın gözükmesin diye üstünü kapatıp gittin."

Ezra'nın yara alışından bahsedince irkilmemek için zor tuttu kendisini. Kalbinin sevdiği adama ait olan kısmı o bu kadar yakınındayken daha büyük bir acı çekiyordu artık.

Gözden uzak değildi, gönülden ırak duramıyordu.

Firuze bütün hisleri ifşa edilmiş gibi hissediyordu. Asaf derin bir adamdı. Gençti ama hayvanların dilinden anlayan bu adam insanların dilini de farklı bir şekilde çözümlüyordu.

Firuze yalan söylemek yerine, "Her şeyin bir görünmeyen yüzü vardır, Asaf." dedi. "Hayat seni bazen öyle bir sınar ki kendini en az hasarsız tercihi yapmak zorundayken bulursun."

Yalın bir dürüstlükle söylenmiş bu sözler elbette başka yönlere çekilebilirdi ama Asaf yapmadı.

"Bir tercih vardı yani." dedi yalnızca sedirin bir köşesine oturarak. Gözleri huzursuz bir ifadeyle uyuyan Dildar'daydı. "Eğer o tercih hakkı kardeşini de içeriyorsa keşke onu yanında götürseydin."

Sebeplerini, neden yaptığını, neler olduğunu sorgulamadı Asaf. O anlatılmadıkça soru sormazdı zaten. Sadece Dildar'ın mutlu olmasını istediği belliydi.

"Sen gidince hiç kimseyi yanına yaklaştırmadı. Aramıza öyle büyük bir duvar ördü ki sanki bu hayatta değil gibiydi. Onun en yakınlarıyken, en büyük düşmanları olduk."

Asaf'ın hafif çekik gözleri dolunca Firuze bunun sebebi olanlara lanet etti.

"Onun en yakın arkadaşıyken nefret ettiği bir yabancı oldum."

Firuze bu konuşmaya daha fazla tahammül edemeyip başını geriye attı. Soluğunu dışarı üflerken sanki ateş üflüyordu geceye doğru.

Asaf dahil herkesin acı çektiğini görmek ona iyi gelmemişti. Buraya geldiğinden beridir Ezra'ya kapılıp giden aklına atılan en büyük tokat gibiydi bu.

Kaçmayacaktı ama yalnızca odaklanırsa bu kadar acının boşuna çekilmesine sebep olacaktı. Yapacaklarını Ezra'yı, ona olan sevdasına göre yapamazdı.

Yapacaklarını yalnızca gerçekleri ortaya çıkartmak için yapacaktı.

"Abla sen gitme olur mu bir daha?" dedi Asaf, farkında olmadan Dildar'la aynı cümleyi kurarak. "Biz yine eskisi gibi olalım."

Bacaklarını birbirine bastırmış, küçücük bir yerde oturuyor yalnızca Dildar'ı izliyordu. Onu özlediği o kadar belliydi ki Firuze ağlamamak için etrafa bakmaya devam etti.

"Gitmem." dedi ama ikisi de bunun yeterli olmayacağını çok iyi biliyordu.

Sessizliği bir saat boyunca birlikte paylaştılar.

Firuze, Dildar uyuduğu sürece kalkmayacaktı ama dışarısı mis gibi koksa da hava çok güzel olsa da boğuluyormuş gibi hissi gittikçe artıyordu.

Asaf bu süreçte yere oturmuş bir ayağını uzatmış diğerini de kendine çekmişti.

Minderin oturulan kısmına başını yaslamış o da Firuze gibi uyuyan Dildar'ı izliyordu. Firuze'nin bacaklarını esnetmek için hafifçe kıpırdadığını görünce başını kaldırdı.

"İstersen içeriye taşıyayım." dedi Asaf. Firuze ona itiraz edemeden ekledi. "Korkarsa diye yanımda durursun. Tenine de dokunmamaya çalışırım." Hevesi yalnızca küçük bir yardım içindi.

Firuze bu gece gülümseyebileceğine ihtimal vermezdi ama ilk defa gülümsedi.

"Evleneceğin kadın o kadar şanslı olacak ki, Asaf." dedi yürekten gelen bir hisle. "Senin gibi düşünceli erkeği bulduğu için adak adaması lazım."

Asaf'ın yanakları kızardı. O aslında sevdiği işi yaparken atılgan gözükse de her daim çekingen bir çocuk olmuştu.

"Anneme hep en küçük çocuk olmamın sebebinin en iyi üretimin olduğum için olduğunu söylüyorum ama Bedran abim beni şamarlıyor." diyerek işi espriye vurdu ama utanmıştı.

Firuze'nin gülümsemesi genişledi. "Bedran halt yesin!" dedi. "Sen en mükemmellerisin."

Asaf öyle mi dercesine hafifçe kaşlarını kaldırdı. Bu bakışında küçük bir ima vardı ama Firuze bunu görmezden geldi. En büyüklerini saymamayı tercih ediyordu çünkü.

Asaf ayağa kalkıp ellerini sessizce çırparken onu izledi.

Dildar'a doğru eğilirken yüzünde ki gülümseme soldu ve yerini ciddi hatta çok mühim bir iş yapıyormuş gibi bir bakışa bıraktı.

Firuze ona yardım etti ve Asaf bir elini Dildar'ın bacaklarının ardından geçirip diğerini sırtına koyarak hiç ağırlığı yokmuş gibi kaldırırken ona eşlik etti.

Gerçekten de Dildar'ın hiç ağırlığı yoktu, çok zayıftı. Eskiden yanakları büyük diye hep şikâyet ederdi. Asaf'ın en sevdiği faaliyet onu sinir etmek istediği zaman yanaklarını sağa sola doğru çekiştirmekti.

Şimdi ise yüzü Asaf'ın bir avucu kadar etmezdi.

Asaf bir an başını eğip o küçük yüze baktı. Dildar yalnızca bir kapı uzaklıkta olsa da sanki ona yıllar, yollar kadar uzaklıktaydı.

O uzaklıkta hasret kaldığı küçüklüğüne bakıyordu. En iyi arkadaşını kaybetmiş olan bir çocuk gibi bakıyordu ona.

Dokunmak istedi, dokunamadı. Korktu çünkü uyanırsa o da korkardı. Alnına masum bir öpücük kondurmak istedi ama bu aniden gelen hissini de bastırdı.

Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar yakın olmanın verdiği buruk bir mutlulukla izledi onu. Minik bedeni kendine bastırarak Firuze'nin talimatlarıyla Firuze'nin odasına gittiler.

Asaf yatak odasına girdiğinde etrafa göz atmadan usulca yatağa doğru ilerlerdi. Dildar'ı yatağa bıraktıktan sonra kollarını isteksizce onun üstünden çekti.

İlk defa hissettiği şefkat duygusu bu denli canını yakıyordu çünkü karşısındaki yaralı kız bu şefkati istemiyordu.

Firuze, Asaf'ın bu acısını izledi.

"Buradayım artık." dedi kısık sesle. "Onu tek başıma iyileştiremem." Asaf dönüp ona baktı. "Onu seven insanlara ihtiyacı var." dediğinde Asaf hafifçe gülümsedi.

"Sanırım sarmamız gereken birçok yara var." Yalnızca Dildar'ı kast etmiyordu. Firuze de bunu çok iyi biliyordu.

Asaf gönülsüz bir şekilde gittikten sonra kardeşini izlemeye devam etti Firuze. Düşünceler birbirini kovalarken dışarıda otururken hissettiği ruh daraltısı nefes alamayacağı kadar arttı.

Sabah ezanları okunurken artık dayanamıyordu. Duvarlar üstüne üstüne geliyordu sanki.

Sahra'yı odaya çağırdı. Onun sorgulamalarına karşılık sonra cevap vereceğine dair söz vererek Dildar'ı ona emanet edip konaktan çıktı. Arabasına bindiğinde nereye gideceğini ne yapacağını bilmiyordu ama boğuluyormuş gibi hisseden yüreği onun yerine cevabı biliyor olacak ki yolun sonunu mezarlıkta buldu.

Simsiyah bir elbise giymişti, yas tutacağını hissetmiş gibi. Arabayı ortak kullandıkları zamanlarda torpido da Sahra'nın bir iş yerine giderken üstünü değiştirdiğinde bıraktığı siyah yazmayı aldı ve başına geçirdi.

Genelde burada bırakmasına ilk defa şükretti.

Sonra daha hava doğru düzgün aydınlanmamışken mezarlığa girdi. Tam bir senedir burayı ziyaret etmiyordu.

Eskiden mezarlıktan çok korkardı ama sevdiklerini bir bir buraya gömünce buradan korkmaz olmuştu. Birinin ölümüne bizzat sebebi olmuşken ölümün bir nefes ötede olduğunu unutmaz olmuştu.

Hiç etrafına bakmadan taşlı yolu geçti ve aile mezarlığının tam önünde durdu. Bir tarafta Koçaklar diğer tarafta ise Saruhanlar vardı.

İki mezar birbirine çok yakın duruyordu.

Zeyd Saruhan

Dilzar Koçak

Rohat Saruhan

Azimet Saruhan

Yakın duran Zeyd ve Dilzar'ın mezarına bakarken bile yaşananların, bütün anıların ağırlığı sanki göğüs kafesini ezdi, boğazına bir düğüm oturdu. Bir selam bile vermeden uzun bir süre annesinin isminin yazdığı soğuk taşı izledi.

Aslında selam veremeyişi bile ağzını açarsa ağlamaktan korkuyor oluşuydu. Mezarın kenarında ki işlemeli taşlardan birine oturduğunda farkında değildi ama yaprak gibi titriyordu.

Özlemini bile dile getirmeye korkuyordu. Elini soğuk taşa değdirirken bu soğukluğa tezat cayır cayır yanıyordu.

Sustu, sonunda canına tak edene kadar sessiz bir şekilde annesinin mezar taşını izledi. Sonunda gönül yarası dile geldiğinde ise kurduğu ilk cümleye kendisi bile şaşırdı.

"Bazen izin verseydin de Ezra ile erkenden evlenseydim ne olacaktı diye düşünüyorum." dedi sanki en büyük yarası buymuş gibi.

Usulca soğuk toprağa dokundu. "Belki o zaman onunla uğraşmak daha kolay olurdu. Beni o kadar kolay gönderemezlerdi."

Söylediklerini annesinin duyduğunu biliyordu. Bir histi yalnızca ama biliyordu işte. Bu yüzdendi zaten selam vermeden özlemini dile getirmeden sitem edişi.

Acısının bir tutamlık yeri kalmıştı. O da dolunca, taşacaktı. Yaşayanlara değil, ölülere taşmak için burada olduğunu fark etti.

"Hani bana diyordun ya seni bu lanete kurban etmem Firuze diye. Beni güya Meyme'nin bedduasından uzak tutmak için Ezra'ya yakınlaştırmıyordun. Bana şart koşmuştun okumayı, hatırlıyor musun?" dedi.

Dedesi, annesini okutmamıştı çünkü. Firuze onun içinde okuma isteğinin ukde kalışını o kadar çok hissederdi ki sırf onun için bile hep en başarılı olmayı arzulamıştı.

İlk doğan kız çocuğu annesinin hırslarıyla büyür, yaralarıyla güçlü bir kadın olurdu.

Firuze de annesinin acısıyla büyümüştü. Annesi hep kırılgan bir kadındı. Herkesle nezaketle yaklaşır, karşısındaki insanın da onun gibi saf olduğunu sanırdı.

Ama öyle değildi işte.

Dünya nahif insanlar için büyük bir cehennemdi. Annesinin zayıflıklarını onun saf yüzünde gören her insan, onun canını yakmıştı.

Annesi buna engel olamazken Firuze küçükken bile onu korumaya çalışırdı. Şimdi de bunun acısını çekiyordu.

"Gerçekten tek sebebin bu muydu yoksa başka bir şeyleri hissediyor muydun anne?"

Arkada öten bir kuşun sesi haricinde yalnızca sessizlik cevap verdi ona. Oysa tek bir kelimesine bile o kadar muhtaçtı ki kuşun huzurlu ötüşü bile onu mutlu etmeye yetmiyordu.

"Belki de hissediyordun. Bu yüzden hep güçlü olmamı istedin." dedi. "Senin istediğin gibi güçlü oldum elbet. Büyüdüm, canımı yaktılar. Bende onların canını yaktım. Hiç çekinmeden karşılık verdim. Tıpkı senin istediğin gibi yaptım ama yetmedi, anne."

Çaresizlik hissi boğazına bir urgan gibi dolandı. Çenesi titredi, o aslında hiç güçlü olmak istemeyen bir kız çocuğuydu ama buna mecbur kalmış gibi hissediyordu.

"Sen gittiğinden beridir çok değiştim ama hep yetmiyormuş gibi hissediyorum. Çaresizlik beni öyle boğuyor ki sürekli o zamanlar farklı davransaydım ne olacağını düşünüyorum."

İç çekti, yüzündeki hüzne karşılık sesi öfke doluydu. "O zaman farklı olsaydın, bana engel olmasaydın her şey daha mı farklı olurdu diye düşünüyorum. Dildar konuşsaydı; ona asıl bunu yapan kişiyi söyleseydi. Babam onu susturmasaydı, sen onu durdurmasaydın her şey daha mı farklı olurdu diye düşünmeden edemiyorum."

Acı yüzüne vurmaya başladığında o bir tutam öfkenin samanının da yanmaya başladığını hissetti. "Neler yaptığımdan haberin var mı?" dedi. Acı acı güldü.

Kinini kusarken bile onun canını yaktığını bilerek canı yanıyordu.

"Elbet vardır ama hiç suçluyor musun oradan kendini çok merak ediyorum çünkü ben senin kendini suçlamanı istiyorum anne." dedi.

Bu sözlerin ağırlığı onu bile sarstı. Yine de durduramadı kendisini.

Mezar taşından ellerini çekti. Kendini korumak ister gibi göğsüne sardı. "Sen susmasaydın bugün babam hala her şeyin suçlusu o değilmiş gibi konakta refah içinde yaşayamazdı. Sen susmasaydın bugün Dildar intihar etmeye çalışmazdı."

Bu cümleyi kurduktan sonra sustu. Sustu çünkü hala kız kardeşinin kendini öldürmeye çalıştığı anlar gözünün önünden gitmiyordu.

"Sen susmasaydın ben bugün bu kadar zalim olmazdım." dedi fısıltıyla.

Hayal kırıklıkları tüm ruhunu eziyordu. Mutluluğu sonsuza kadar yitirmiş bir genç kadının ümitsizliğiydi aslında ona bunu yaptıran.

Bugünün sabahıyla buraya geleli üçüncü gün olacaktı ama şimdiden anlamıştı ki bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Sevmek, sevilmek, sevdiği insanların mutlu olduğunu görebilmek bu kadar zor muydu?

Oysa tek istediği buydu.

"Sadece mutlu olmak istemiştim." dedim hayal kırıklıklarını tek bir cümleye sığdırarak. "Beni bundan neden mahrum ettin anne?" dedi. "Ben sevilseydim, Dildar'a bunu yapanlar cezasını adaletle çekseydi, sen bizim için yaşasaydın çok mu zor olurdu her şey senin için?" dedi.

Bir insanın kendi kendini hasta edişine bizzat şahit olmuştu Firuze. Eskilde ince hastalık derlerdi veba için. Aşık olanların hastalığıydı bu.

Annesinin kalbi dönülmez bir şekilde yakılmıştı. Bu yüzden annesinin yaşadığı sevdasının yıkılışıydı.

O da bunu kaldıramamıştı.

"İlla ki ben mi güçlü olmak zorundaydım. Her şeyle tek başıma mı savaş vermek zorundaydım?"

Ellerini açtığını, ona açık sitem ettiğini fark ettiğinde sınırda olduğunu fark etti. Arkadan en beklemediği kişinin sesini duyduğunda ise farkında olmadan çok ileri gittiğini hissetti.

"Bazı insanların ruhu bu dünyaya yalnızca sevgi vermek için gönderilmiştir. Bir tutam sevgi versen çiçek açar, bin katını vererek bu sevginin bedelini ödediğini sanırlar." Firuze gelen sesle birlikte irkildi.

Dönüp arkasına baktığında ise Arjin 'i görünce olduğu yerde dikleşti. Ne zamandan beridir buradaydı? Sitemlerinin ne kadarını duymuştu?

Firuze bunun sorgulamasını yaparken o elini bastonuna yaslamış dikkatli gözlerle Firuze'yi izliyordu.

"Senin annen o bir tutam sevgiyi bile dilenmek zorunda kaldı. Bu yüzden onu suçlayamazsın. Ben kendi yeğenimi suçlayabilirim. Sen baban onu hiç sevmedi diye suçlayabilirsin ama anneni suçlayamazsın, imdelleliti."

Firuze bu sözlere bir karşılık vermedi. Canı yanıyordu çünkü o da aklıyla düşünemiyordu şu an da. Tek istediği yalın bir mutluluktu.

"Neden dün gelmedin?" diye sordu Firuze'ye. Firuze dün onun çağırdığını tamamen unutmuştu. Buna verecek bir cevabı da yoktu. Olsaydı şayet Dildar'ın o halini anlatmak zorunda kalırdı.

Bu yüzden dudaklarını sımsıkı bastırdı birbirine sadece. Arjin haddinden fazlasını bilen, görünenin ardında ki görünmeyi idrak edebilen buz mavisi gözleriyle onu izliyordu.

"Belli ki senin de canın yanmış. Kim üzdü benim kıymetlimi?" diye sorduğunda bu soruya hazırlıksız yakalandı ve gözleri doldu.

Tek bir soruyla onun elini tutup kucağına sığındığı küçük kız çocuğu oldu.

Arjin 'in sert yüz ifadesi yumuşadı. Karşısındaki genç kadının güçlü durma çabalarını o kadar iyi biliyordu ki bu yüzden ona hiç kıyamıyordu.

Ona doğru bir adım attığında Firuze elini kaldırıp onu durdurdu.

"Yapma Meymê." dedi. Sesi titriyordu. "Yaklaşma, yoksa tutamam kendimi, ağlarım. Ben ağlamak istemiyorum."

Arjin'in kaşları çatıldı.

"Neden ağlamak istiyorsun?" dedi onu dinlemeyip tam önünde durarak. Firuze bir cevap vermedi. Başını aşağı eğip tekrar mezara baktı sadece. Gür kirpiklerinin ardındaki gözlerinde göz yaşlarının izi gözüküyordu ama bir mahkummuş gibi asla gözlerini terk etmiyorlardı.

Sanki sonsuza kadar içindeki zehri kusmak, mutsuzluğu atıp yerine huzuru kazanmak ona haramdı.

Arjin, Firuze'nin çenesinden tutup güzel yüzünü kendisine doğru çevirdi. Onun gözlerinde ki hüznü gördü. Mutsuzluğu, kırgınlığı, yarım kalmışlıkları.

Hepsini bir bir duydu.

"Bırak!" dedi sert bir sesle. "Her daim güçlü olmak yalnızca Allah'a mahsustur. Sana mı kaldı herkesin yükünü üstlenmek?" dedi.

Firuze yine de kendini bırakmadı.

"Sen mutlu olmayacak mısın imdelleliti?" dediğinde Firuze başını usulca sağa ve sola salladı. Gür saçları yazmanın ucunda sağa ve sola usulca sallanırken kanadı kırılmış bir yusufçuk misali yaralı ama bir o kadar da güzel gözüküyordu.

Arjin 'in yıllanmış yüzündeki öfke karşısındaki yansıması içindi.

"Olacaksın!" dedi. "Toprağa verdiğim şu iki kıymetlim de şahit olsun olman için elimden geleni yapacağım!"

Firuze'nin siyah gözlerinden tek bir damla yaş şakağına doğru süzüldü. O kadar hüzünlü gözüküyordu ki bu hali Arjin'in bile canını yaktı.

"Kalk şimdi!" dedi o acıyla. "Ne yaşanmış olursa olsun, Allah ömür verirse ben varım arkanda. Sanma ki Arjin yalnızca konuşulanları bilir. Ben sustuklarını da duyarım. Zamanı gelince herkes eteğindeki taşları dökecek. O zaman bende susmayacağım!" dedi.

Firuze bu sözlerden sonra bocaladı. Onun güvenini ardında hissetmenin mutluluğu vardı ama kafası da karışmıştı.

Gelişinden tut da geldiği andan itibaren söylediği sözlerin yarısının imalı olması da bu kafa karışıklılığını artırıyordu.

"Meymê o ne demek öyle?" dedi. "Ne yapacaksın?" Arjin sessiz kaldı. Yılların izlerini taşıyan elleri Firuze'nin yüzündeki yaşın izini sildi.

Suskunluğu sessizlik sardı kısa bir süre.

O sessizliği, "Ezra beni almaya gelecek birazdan." diyerek bozdu Arjin. "Samuel ustanın evinin inşaatına gitmişti. Kısa bir işi varmış, dönecek hemen." dedi.

Firuze Ezra'nın adı anılınca bile yüreği tekrar hüzünle doldu.

"Meymê," dedi buruk bir sesle. Kırık gönlü bir kere daha ondan izinsiz dile geldi.

"İki çok sevdiğin insan karşına geçseydi ve birbiri hakkında iftiralar atsaydı. Birinin elinde geçerli bir gerekçe, ayrıca delil de yokken diğerinin olsaydı." Kendini ifşa ediyormuş gibi hissetse de gerçeklere en yakın soruyu sordu.

"Hangisini seçerdin?" dedi.

Arjin bir an duraksadı. Elini Firuze'nin çenesinden çekip bir adım geri çekilirken yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Belki sessizlikte geçmişi anıyordu ama Firuze o sessiz kaldıkça kendi geleceğine dair umudunu da yitiriyordu.

Firuze soğuk taşın üstünden kalktığında bir cevap verdi Arjin. "En çaresiz olanı." dedi. Firuze şaşkın şakın baktı ona.

Arjin nadiren gülümserdi ama Firuze'nin bu haline gülümsedi. Gençken çok güzel bir kadın olduğunun hatırlatıcısıydı gülüşü.

"Ne oldu imdelleliti? Hukuk mekteplerinde öğretmediler mi bunu da." dedi. "Çaresizlik insanı öyle bir hale getirir ki gönülle her sözün bir olur. Bunu en iyi ben bilirim." Yüzünde bir ifade yoktu ama Firuze onun Rohat'tan bahsettiğini hissediyordu.

Arjin çok güçlü bir kadındı ama Rohat onun için hala büyük bir yaraydı.

"Şayet sevenle sevilen arasındaysa bu dava hiçbir delilin hükmü yoktur." diye devam etti Arjin.

Eliyle kalbini gösterdi. "Kararı burası verir."

Sonra o elini şakağına bastırdı. "Burası değil."

Firuze'nin buna diyeceği bir şey yoktu. Yalnızca deliler değildi, ortada büyük bir iftira da vardı. Üstelik o da bilmese bu iftiranın haklı olduğuna inanabilirdi. Bu yüzden yıllardır susuyordu ya zaten.

Bu yüzdendi ya bu denli çaresizlik. Hiçbir şeyin yetmeyeceğine inanışıydı onu öldüren.

Arjin yanında getirdiği Kuran'ı okurken Firuze yalnızca annesinin mezarını izledi. Arjin araya girip, "Annenden özür dile." dediğinde bir şey diyemedi.

"Küçükken çok hastalanırdın. Günlerce uyumaz, ödü kopardı sana bir şey olacak diye. Sırf bunun bile hakkını ödeyemezsin. Özür dile, kahretme onu mezarında. Bırak burada huzur bulsun bari!"

Firuze tekrar mezarın kenarındaki taşa oturup annesinin toprağını sevdi , sessizce özür diledi ondan. Hala gözünün önünden Dildar'ın önü gitmiyordu. Bu yüzdendi bütün sitemi zaten. Yoksa ayyaş babasının yakasına yapışacak bir kez daha kontrolünü yitirecekti.

Uzun bir sessizlikten sonra Firuze, "Bir işim çıktı dün." dedi Arjin 'in başta sorduğu soruya cevap vererek. Arjin başını okuduğu Kuran'dan kaldırdı. Yaşına rağmen hala gözlük kullanmadan Kuran'ı okuyabiliyordu. "Sen niye beni çağırmıştın?" dedi Firuze.

Arjin yalnızca hafifçe başını eğip onu inceler gibi baktı. "Gelseydin söylerdim. Gelmedin, bu yüzden ileride öğrenirsin." dedi. Firuze'nin bu sözlere karşı yüreği bilinmedik bir hisle hızla atmaya başladı.

"Meymê beni merak ettirmek hoşuna mı gidiyor? Yüreğimi ağzıma getirmesene, zaten canım burnumda!"

"Senin canın burnunda falan değil!" dedi.

"Neredeymiş benim canım?" dedi Firuze onunla neredeyse aynı olan sert bir ifadeyle.

"Yakında değil en azından, bunu bil! Âmâ ettiğin canı da yakınında arama, Firuze Hanım." dedi Arjin onu tersler gibi.

Sonra bir cevap beklemediğini gösterircesine Kuran okumaya geri döndü.

Firuze bu sözlerle daha da gerildi. Açık açık onu Ezra'yla vuruyordu. Arjin böyle konuşuyorsa şayet sadece lafta kalmazdı. Demek ki uzun süre düşünüp taşınmıştı ve bir şey yapacaktı.

Firuze'yi de en çok bu korkutuyordu. Daha buraya geldiğinden beridir kanıt bulmak haricinde bir planı yoktu.

Tek isteği kardeşini ve sevdiklerini kurtarmakken nasıl ilerleyeceğinden de emin değildi üstelik ama karşısındaki kadın hem kendinden emindi hem de Kuran okurken bile yıllardır edindiği bir kudretle dimdik duruyordu.

Oğlunun ve kocasının tam ortasında oturmuştu. Firuze onun için de Kuran okuduğunu biliyordu. O da büyük acılar çekmişti, burada yatan kocası biraz ilerideki kuması hatta kayınvalidesi ile yaşadığı acılar vardı ama hiç aksatmadan gelir onlar için Kuran okurdu.

Babasının gömüldüğü Hristiyan mezarlığına gider orada dua ederdi.

Firuze bu kadar affedici olabilir miydi, bilmiyordu. Gün aydınlanırken sessizce onu ve annesinin mezarı izliyordu.

Mezarlığın yola yakın kısmındalardı. Oraya yanaşan Jeep'i gördüğünde beklenti kalbini hızlandırdı. Ezra yanında Celal'e birlikte aşağıya indiğinde o da ayağa kalktı ve Arjin'in Kuran'ı kapatıp dua etmesini izledi.

Ezra'nın buraya gelmeyeceğini çok iyi biliyordu. O mezarlığa tek başına gelirdi. Kimsenin de yanına gelmesine izin vermezdi.

Firuze onun da vicdan azabı çektiğini biliyordu. Özellikle babası için çektiği vicdan azabını çok iyi anlıyordu.

Zeyd 'in mezar taşını okşadı ve burada yatan herkes için duasını edip elini yüzüne sürdü. Arjin 'in koluna girip öfkeyle geldiği mezarlardan uzaklaşmaya başladılar.

"Yıllarımı size adadım. Size sevilmeyi öğrettim ama doğru sevmeyi bir türlü öğrenemediniz." dedi Arjin yürürken.

Bakışları Ezra'daydı. "Sevmek Allah'tandır. Onun verdiği gibi kırmadan, kıyamadan seveceksiniz, dedim defalarca size."

Firuze Arjin'in eleştiren sözleriyle kalbinin sızladığını hissetti. "Seviyorsanız şayet size verilen sevdanın kıymetini bileceksiniz."

Ezra arabaya yaslanmış mezarlığın kapısından gözüken yolu izliyordu. Firuze ile Arjin o yola çıkınca göz göze geldiler. Ezra onun arabasından burada olduğunu biliyordu ama Arjin yanına gidince ses etmemişti.

Bu yüzden dikkatli bakışları birini bekler gibi yolu gözlüyordu.

Arjin, "Sevdanın kıymetini bilmeyenden Allah o sevgiyi çekip alır, imdelleliti! Bunu sakın unutma." Dedi mezarlıktan çıkmadan önce.

Bu sözlerin devamı vardı ve Firuze o söylemese de duydu.

Sevdana sahip çık.

Firuze daha kendine sahip çıkamıyordu, sevdasına nasıl sahip çıkacaktı? Öyle büyük bir muammadaydı ki Arjin sözleriyle tekrar tekrar canını yaktı.

Sanki ona bir yol gösteriyor anahtarını da eliyle işaret ediyordu. Firuze, Ezra ile göz göze geldi.

Bütün dertlerinin devası bir çift göğe ait gözde miydi?

Bilmiyordu. Tek bildiği Arjin 'in asla boşa laf etmeyeceğiydi. Bu yüzden yüreğini hafifletmek için gittiği mezarlıktan daha büyük bir ağırlıkla çıktı.

Omuzlarındaki ağırlığı en çok karşısındaki adam hissetmiş gibi gözleri Firuze'nin üstünde dolaştı. Arabasına yaslı bedenini dikleştirdi ve onlara doğru birkaç adım attı. Firuze onu askeri yeşil renginde geniş göğsüne tam oturan sade bir tişört ve eskimiş bir kot pantolonla görünce hüznüne rağmen kalbinin teklediğini hissetti.

"Sen buraya ne zaman geldin?" diye sordu Ezra ciddi bir sesle.

Firuze bir eliyle başındaki yazmayı geriye doğru kaydırdı.

"Sabah ezanları okunuyordu." Sesinden bile hüzün akıyordu. Daha fazla açıklama yapacak mecali yoktu. Arabasına binip bir an önce eve gitmek istiyordu.

Ezra da bunu fark etti ve yanındaki Arjin 'e baktı. Herkesin üstünde bir yasın gölgesi vardı. Bir tek Arjin bu gölgeden etkilenmemiş gibi gözüküyordu.

"Eve mi geçeceksin Üzeyir'im?" diye sordu Arjin. Ezra bir baş onayı verdi ona sadece.

"İnşaat ustası getirttim bugün ustamın evine. Samuel Usta evin temeline düzgün eğim vermemiş." dedi. Ezra'nın ustasının inadına sinirliydi ama her zamanki gibi öfkesi sakinliği ardında saklıydı.

"Ona herkesin ehil olduğu bir iş vardır. Senin narince işlediğin taşlara benzemez inşaat işi dedim ama beni dinlemedi." dedi Arjin bastonuna elini bastırıp kendine geriye atarak.

Firuze onun bu öz güvenli ve bilmiş hallerine bayılıyordu. Mis gibi sabah rüzgârı üstlerinde gezinirken Firuze hafifçe gülümsedi.

Ezra'nın bakışları sanki bu gülüşü bekliyormuş gibi ona doğru döndü.

"Haksızlık ediyorsun Yadê." dedi Ezra. " Bazısına ne yapsa güzel yapar. Güzelliğin içindeki ince işçiliği görebilmesi için insanın fıtratının güzel olması lazım." Firuze'nin simsiyah saçlarına, omuzlarındaki siyah yazmaya bakarken bu sözlerin bambaşka bir manası vardı.

Sussalar da ikisinin de bakışlarında konuşan bambaşka bir sevda vardı.

Ezra bakışlarını Arjin'e çevirdi. "Tabi kaliteden de anlayacak." diye eklese de çoktan anlayan anlamıştı.

Arjin başını hafifçe yana doğru eğdi. İkisi arasında bakışları gidip geldi. Birkaç saniye içerisinde sanki çözdü her şeyi.

İncelemesi bittiğinde ise, "İşim vardır benim." dedi birden. "Celal senin arabayı alsın, sen Firuze ile dön."

Firuze hızla bakışlarını Arjin 'e doğru çevirdi ama Arjin bakışlarını Ezra'nın üstünde tuttu. İkisine de meydan okuyordu aslında.

Ezra, "Ne işin var Yadê?" diye sorduğunda Arjin bastonunu hareket ettirip Celal'e doğru ilerledi.

"Hamamı kiralatacağım. İki gün sonra gelin hamamı vardır." Başını Firuze'ye doğru çevirdi. "Sende hazırlığını yapasın." dedi.

Firuze yüreği hüzünlü olmasa bu haber sonrası sevinirdi çünkü Arjin Saruhan bir gelin hamamı yaptırıyorsa orada bütün kadınlar ziynetlerini kuşanıp da geldiği müthiş bir cümbüş yaşanırdı.

Saçlarında altından taçlar ve tokalar, burunda hızmalar, ayakta halhallar.

Peştamelleri işlemeli, envayi çeşit yemekleri, meyveleri.

Arkada çalan meşk musikisi. Firuze kendini bir masaldaki sultan gibi hissederdi bu hamam merasimlerinde.

Ud çalardı, ellerinde minik zillerle oynardı. Hamam taşına uzanıp kubbesinden dünyayı görüyormuş gibi yapardı küçükken.

Eskiden sevinirdi, bayramı bekleyen bir çocuk gibi sevinirdi.

Şimdi ise yalnızca Ezra'nın yüreğine dokunan bir hüzünle gülümsedi.

"Bana yine oranın en süslüsü olmak düştü, meymê." dedi. Arjin de onun küçüklüğünü düşünüyor olacak ki yüz ifadesi yumuşadı. Ama bu sadece kısa bir andı.

Sonra onunla aynı renkteki gözlerini Ezra'ya çevirdi ve ve Celal'e gitmek için talimat verdi. Gitmeden önce attığı bakışlarla takıların ondan geleceğinin imasını yaptığını biliyordu.

Celal, Ezra'nın yanına gitti. Ezra ona arabasını kullanması için anahtarını uzattı ve Celal onun da iznini almış oldu. Arjin yalnızca tek bir emirle onları yalnız bıraktıktan sonra Firuze ile ikisi mezarlığın kapısında ayakta durmaya devam ettiler.

Ezra, Firuze'nin dalgın yüz ifadesine bakarken ona doğru bir adım attı. "İstersen ben arabayı kullanayım." dedi. Firuze gözlerini ona doğru çevirdi.

"Ben kullanırım." dedi sadece. Ezra onun bu haline karşı daha da gerildi. Firuze arkasını dönüp mezarlığın yoluna son bir kez baktığında ise yüreği sızladı.

Ardında bıraktıklarına öyle bir baktı ki karşısında küçüldü sanki.

Şimdi ikisi de çocuklardı. O Firuze'nin elinden tutmuş ve babasının tabutunun bu yoldan geçişini izliyordu.

Babasının onu korumak için kendini feda edişini hazmedemeyen o gencin tek sığınağı yine elini tuttuğu siyah gözlü o küçük kız oluyordu.

Zaman değişiyordu, Firuze'nin tam bu yolda annesinin tabutu ardında yere yığılışını hatırlıyordu.

Arjin'den yediği tokadın sesi hala aklındaydı Ezra'nın. Arjin'in ona tokat attığını görünce arkasını dönmüş ve onlara doğru gitmişti ama sonra anlamıştı işin aslını. Firuze çığlık çığlığa bağırınca kendine gelmesi için ona vurmuş sonra da sımsıkı sarılmıştı Arjin.

Ezra o tokadın acısını hala kendi yüreğinde hissediyordu.

İşte tam bu yüzden yine ona kıyamadı. Aralarında hala çözülmemiş olsa da bir nebze olsun onu anlamaya başlamıştı.

Elini ona doğru uzattı.

"Bana ver, iki gözüm." dedi. "İyi değilsin."

Firuze tekrar doğru döndü. Bir elinde anahtarı sımsıkı tutuyordu. Ona iki gözüm deyince güzel yüzünde öyle bir ifade belirdi ki Ezra'nın kolları da yüreği gibi ona sıkı sıkı sarılmamak için sızladı resmen.

Firuze bu sefer direnmedi ve anahtarı ona verdi.

Sessiz bir şekilde arabaya bindiklerinde Ezra bu hüznün sebebini bilse de susuyordu.

Ezra arabayı evin yolundan ters ikamete döndürdüğünde Firuze bu durumu fark etmedi. Normalde her küçük ayrıntının peşine takılır, gerçekleri öğrenene kadar da konuşup dururdu.

Ezra'ya bu sessizlik iyi gelmedi.

Üç yıldır bu sessizlikle imtihan olmuş olsa da şimdi birkaç dakikalık sessizliğe bile tahammül edemedi ve, "Dün Asaf'ın aşağı indiğini gördüm." dedi.

Asaf'ın peşinden ineceği sırada Arjin onu durdurmuş ve Koçakların damında bir hayalet gibi süzülen Dildar'ı göstermişti.

Firuze birden başını döndürüp ona baktı. "Haberimiz var ama Yadê gelmemize izin vermedi. Bu sabah emir verdim, evin balkonlarının altına tedbiren tente yaptırtacağım."

Ezra'nın yüzünde şefkatli bir ifade belirdi. Dildar onun da kardeşi gibiydi. Hiçbir zaman kıyamazdı ona da.

"Dildar için ne gerekirse yaparız ama o zamana kadar onun için farkında olmadığı önlemler almak da iyi olacaktır."

Firuze ona sanki algılayamıyormuş gibi bakarken devam etti Ezra. Firuze'nin fırtına öncesi sessizliğini yaşadığını biliyordu.

"Sera gibi gözükecek merak etme. Anlamayacak. Eğer onu ikna edersen gider gitmez bağlantılarımızı kullanır, iyi bir doktor da buluruz. İstersen onu yurt dışına da götürürsün. "

Ezra duvarın diğer tarafında ki dama bakarken ömründen yılların tükendiğini hissetmişti. Dildar'ı ikna etmeye çalışan Firuze'yi görünce oraya gitmemek için kendini zor tutmuştu. Firuze o kadar çaresiz gözüküyordu ki onun aslında ne kadar yaralı olduğunu aklından önce gönlü hissetmişti.

Firuze rol yapıyordu.

Hem de öyle güzel rol yapıyordu ki üç yıldır bir tek fire vermeden büyük bir tiyatro gösterisini tek başına sırtlanmış gibiydi.

Ezra bunu tam olarak Dildar'ın karşısındaki abla olan Firuze'yi gördüğünde fark etmişti. O iyi olsun diye her şeyini adayabilecek o genç kızı görmüştü duvarın kenarındalarken.

Şimdi aynı genç kız karşısındaydı, simsiyah gözleri hüzünle dolduğunda Ezra arabayı kenara çekti. Ağlamak üzereymiş gibi gözüküyordu.

Yıkılmak üzereymiş de dağılmamak için kendini zor tutuyormuş gibi gözüküyordu.

"Hayır ağlamayacağım." dedi Firuze. Yalnızca dudaklarının kıpırdadığı bir fısıltıyla söylenmiş sözleri Ezra yakaladı. Ona öyle bir bakıyordu ki küçücük bir fısıltıyı bile yakalayabiliyordu. Sanki yıllardır bakmayışlarının acısını çıkartıyordu.

Firuze bakışlarını hemen ondan çekerken gözlerini kucağına koyduğu ellerine çevirdi. Ezra'nın ise bu sözlere karşı kaşları çatıldı.

"Bugün cidden tam bir imtihan gibi." dedi Firuze bu sefer sesli bir şekilde. "Siz de işimi kolaylaştırmıyorsunuz." Ağlamamak için kendini zor tuttuğu belliydi. Ezra elini direksiyondan çekip onun çenesini tuttu ve yüzünü kendine doğru çevirdi.

"Onu orada gördüğümden beri sanki cehennemin içine düşmüş gibiyim." diye devam etti. Firuze hala ona bakmıyordu.

Ezra, Firuze'nin gözlerini görebilmek için başını eğdi. Bakışlarını yakalamaya çalıştığında Firuze geri çekilmek istedi. "Yapma," dedi.

Ağlamamak için konuşuyordu Firuze çünkü susarsa yıkılırdı.

Ezra ısrarla onun bakışlarını yakalamaya çalışırken, "Bak bakayım sen bir bana!" dedi. Sesindeki şefkati duyunca Firuze'nin dudakları titremeye başladı.

"Sen yine ağlamamak için mi kendini tutuyorsun?" dedi.

O hariç her yere bakmaya çalışırken Ezra ona biraz daha eğildi. "Yine yapıyorsun, değil mi?" dedi. "Küçükken de ne zaman kendini zayıf hissetsen ağlamamak için kendini çimdiklerdin." Ezra bunun hatırasıyla hafifçe tebessüm etti.

Küçükken çok hırslıydı Firuze. Eğer ki kendini güçsüz hissederse kin tutar, başarana kadar da herkesin burnundan getirirdi.

Biri onu güçsüz hissettirdiğinde bundan nefret ederdi. Kaç kere Ezra onu sokak köşelerinde sırtını herkese çevirmiş kendi kendine kızarken yakalamıştı.

Vururdu kendisine ,bazen çimdiklerdi. Bu yüzden kavga bile etmişlikleri vardı.

Vurma, derdi Ezra. Canını yakıyorsun.

Sanane! Can benim değil mi? İstediğimi yaparım. İstediğim gibi de yakarım, derdi Firuze. O küçücük halinde bile ona karşı diklenirdi.

O zaman bile Ezra'nın da canını yaktığını bilmezdi.

Ezra bir süreden sonra asla onun öfkesine müdahale etmemişti. Kini Arjin 'den geliyordu. Biri onu kızdırdıysa şayet bu en fena olanıydı. Ezra yalnızca uzaktan izlerdi Firuze'yi bu anlarda çünkü asla öcünü almadan rahat etmeyeceğini bilirdi.

Firuze hırsı geçtikten sonra ise Firuze tepesine kaçar, orada içi sökülene kadar ağlardı. İşte tam o anlarda Ezra yanına gider, ağlaması için omzunu verirdi ona.

Saçlarını okşadığı anlar gençliğinin en büyük cennetiydi.

Şimdi kini olmadan Firuze'nin saf hüznünü görmek Ezra'nın sarsılmasına sebep oldu.

Firuze duraksadığında pes ettiğini düşündü. Bunu fırsat bilerek Ezra tam önünde durdu. Göz göze gelmemeleri imkansızdı.

Firuze ona baktığında Ezra'nın gökten gözlerindeki şefkati görünce vurulmuş gibi hissetti.

"Ne zamandan beri kendini tutuyorsun, iki gözüm?" dediğinde ise yıkıldı sanki.

Dişlerini sımsıkı birbirine bastırdı ve gözlerini kapattı Firuze. Üç senedir diyemedi. Tam üç senedir çiftlik evinde onu Samira ile gördüğünden beridir ağlamıyordu Firuze.

Bir tek o adamı öldürdüğünde birkaç damla göz yaşı dökmüştü ama o da hüznü için değildi. Zafer duygusundan kendini tutamamıştı.

Şimdi ise hüznü o kadar ağır geliyordu ki dayanamıyordu.

Dudaklarını birbirine bastırdı, ağlamamak için ellerini yumruk yaptı. Tırnakları avuç içlerine batarken Firuze aslında hala aynı Firuze'ydi.

"Ne olur eve gidelim." dedi dudaklarını zorlukla hareket ettirerek. "Kardeşimin yanına dönmek istiyorum ben."

Gözleri kapalıyken geri çekilmeye çalıştı ama Ezra izin vermedi. Elinin tersiyle Firuze'nin yanağını okşadı, Firuze yüzüklerinin soğuk temasıyla birlikte irkildi ama asla kaçmadı. Başını eline yaslamak yıllardır içinde tuttuklarını bırakıp ağlamamak için zor tutuyordu kendisini.

Direnmek çok zordu. Mutlu olmaya direnmek çok ama çok zordu

Neyse ki geri çekilen Ezra oldu.

Temas bitti ve Firuze canı yanmış gibi geri çekilip arabanın köşesine sindi resmen. Ezra'nın yüzünde ki şefkatli ifade yok olmuştu.

Firuze'nin yüreği tekrar bu şefkati arasa da bu isteğini bastırdı. Hak etmiyordu çünkü.

Ezra ise onun sorusuna cevap vermediğinin farkındaydı. Buraya geleli üç gün olmuştu ama 3 yılda kaçtığından daha fazlasını görmüştü Ezra onda. Firuze'nin canını yakan her neyse sonunda tak etmiş gibi gözüküyordu.

Bunda Dildar'ın da payı büyüktü elbette.

Dahası da vardı, bunu yıllardır biliyordu ama yine de onun gözünde hala sevgisinden kaçan Firuze'ydi. Şefkat gösterince bile o şefkati kabul etmeyen Firuze'ydi.

Yine de kıyamadı ona. Hissiz yüz ifadesinden bir şey okunmasa da buz mavisi gözleri düşünceliydi. Bir eli çenesindeyken tekrar arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Firuze cam kenarında yolu izliyordu ama dışarıda ki yolu görmüyordu bile.

Evden çok uzaklaştıklarını da tepeye doğru tırmandıklarını da bu yüzden fark etmedi. Onun için eskiden çok tanıdık olan ama artık değişmiş bir yerde durduklarında sanki daldığı rüyadan uyanır gibi irkildi.

Etrafına baktığında ise gördüğü ilk şey lüks bir mekânın önünde olduklarıydı.

FİRUZE yazıyordu mekânın üstünde.

FİRUZE

Bir kere bile gelmediği mekandı burası. Sığınağının etrafına inşa edilmişti. Mekânın sahibi Saruhanlardı ama Ezra inşa ettirmiş, Bedran ise şu an işletmesini üstlenmişti.

Mekânın girişinde demirlerden yapılmış çiçeklerle bezeli bir yol vardı. Mavi çiçekler yaz ile birlikte açmış ve giriş yolunun üstünü sanki çiçekten bir kubbeymişçesine kapatmıştı.

Mekânın eskiden tepeye doğru giden yolunda şimdi kocaman bir restoran vardı. Duvarlarının büyük bir kısmı camlarla kaplıydı. Kalan duvarlarının ise rengi maviydi. Firuze camların içinden gördüğü kadarıyla içerideki duvarlardan birinin üstünde kocaman Süryani nazar boncuğu işlendiğini fark etti.

İşlenen nazar boncuğunun üstünde gerçek turkuaz taşı vardı. Bunu uzaktan bile fark edecek kadar kendi taşını biliyordu.

Ezra, "Terasa çık." dedi Firuze başını ona doğru çevirince. Firuze onun gökten gözlerinde belli belirsiz bir istek gördü. "Burası hala senin. Çınar ağacı hala duruyor."

Firuze reddedebilirdi. Neden geldik buraya demek çok kolaydı onun için. Böylece Ezra'nın burayı onun için yaptırttığını bilerek canını yakabilirdi ama üç senedir zaten yaptığı buydu.

Hem sığınağını özlemişti. Çok çok özlemişti.

Karşısındaki adam ondan reddetmesini bekliyormuş gibi bakarken artık onun yanılgılarını doğrulamak istemiyordu.

Bu yüzden emniyet kemerini açtı ve kapıya doğru yöneldi. Kapıyı açtıktan sonra aşağı indi. Omuzlarında siyah bir yazma gibi yasın rengine büründüğünde buraya en son inşaatken gelmişti.

Şimdi aynı mekânın tam karşısında duruyorken yası bitmiş olmalıydı ama daha derin bir mateme bürünmüş gibi hissediyordu.

Doğal taşların döşendiği yolu geçti, taşların eskiden de bu tepede olduğunu fark etti. Küçükken buraya geldiğinde minik olanları tepeden aşağıya atmaya bayılırdı. Şimdi ise yere döşenmişlerdi.

Hafifçe tebessüm etti bu ayrıntıya.

Mekânın üstündeki kapalı yazıyordu ama içeride çalışanlar vardı. Muhtemelen temizlik yapılıyordu. Firuze kapıyı açtı ve erkek bir görevli başını kaldırıp ona baktı.

Normalde burada herkes onu tanırdı ama uzun zamandır burada olmadığı için erkek çalışan onu tanımamıştı ve bu yüzden, "Kapalı hanımefendi, kahvaltı servisimiz ise saat 10'da başlayacak." dedi.

Firuze buna karşılık bir şey diyemedi. Dili tutulmuş gibiydi sanki.

Destursuz daldığı mekânın adı ona aitti ama mekân ona ait değildi. Arkasından bir eli cebinde sakin adımlarla gelen adamındı. Firuze yürüyüşünden bile belli olan ağırlığına hep ayrı bir düşkündü.

Genç çalışan Firuze'nin aksine asıl büyük patronunu görünce hemen onu tanıdı ve olduğu yerde dikleşti.

Firuze ise eskiden sığınağı olan yerin artık yabancısı olduğunu bir kere daha fark etti.

Bu yüzden daha fazla içeri girmeden onu bekledi. Ezra geldi. Kapıdan içeri girdiğinde büyük bir hürmetle, "Hoş geldiniz, Ezra Bey." diyen genç adamın selamını bir baş hareketiyle aldı.

Tam Firuze'nin yanında durdu Ezra.

"Hoş buldum, Hasan. Teras açık mı?" diye sordu. Hasan hevesle başını salladı.

"Yeni temizledim, Ezra Bey. İsterseniz hemen bir masa ayarlayalım." dediğinde Ezra başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, sadece kimse gelmesine izin vermeyin." dedi ve Firuze'nin hafifçe beline dokunarak onu ileri gitmeye teşvik etti.

Hasan, hevesle onu onayladı. "Elbette, efendim." dedi. Ezra ona dudaklarının kısa bir an yukarı kıvrıldığı bir tebessüm bahşettikten sonra Firuze'ye döndü.

"Hadi, Firuze!" dediğinde ise Hasan'ın yüzünde büyük bir şaşkınlık belirdi.

Sanki arkalarındaki nazar boncuğu üstünde yazan Firuze'yi işaret edip o Firuze bu Firuze mi diyecekmiş gibi bir hali vardı.

İkisi de Hasan'ın bu şaşkınlığının farkında olmadan yanından geçip gittiler.

Firuze bu temasın etkisiyle birlikte üşüdüğünü fark etmediği bedeninin ısındığını hissetti. Açık açık tenine dokunmadığı halde böyle olduğuna göre hali ciddi ciddi haraptı.

Ya da duygusal bir çöküşte olduğu için iyice kafayı yemişti. Her halükârda buraya gelmek daha dışarıyı görmemesine rağmen şimdiden onu heyecanlandırmıştı.

Üstelik mekânın içi de çok güzeldi. Mavi ve kiremit renginde döşenen restoran tam bir aile yeriydi.

Firuze mekânın tam ortasındayken gördüğü ince cam duvar ile birlikte duraksadı. Ezra onun neden duraksadığını fark ettiğinde elini Firuze'nin belinden çekti.

Firuze ince duvarın içine birkaç adım atarak yaklaştı.

Duvarın içinde kare şeklinde yükselen minik platformların üstünde işlenmemiş taşlar vardı. Başta akik olmak üzere kehribar, firuze, ametist gibi aileye ait her taş burada sergileniyordu. Taşlar sabahın ışığı ile parıl parıl parlıyor, mekânın duvarlarında çeşit çeşit ışıktan şekiller oluşturuyorlardı.

Tıpkı Firuze'nin kalbi gibiydi burası. Eğer ki ağlama isteği geçmiş olsaydı bunu gördükten sonra yine aynı istekle dolardı.

Şu an birde ekstra olarak vicdan azabının yükü üstüne binmişti. Onu ondan daha iyi tanıyan bu adam, bu mekânı onun için yapmışken Firuze bir kere bile adımını atmamıştı buraya.

Sesli bir şekilde yutkundu boğazındaki yumruyu yok etmek için. Ezra onun omzuna dokunana kadar bir taşlara bir de camdan gözüken kendi yansımasına baktı.

Simsiyah gözüken yansımasında kararan kalbini görür gibiydi ve bu canını yakıyordu. Ezra da onun tekrar dağılmaya yakın olduğunu hissetmiş gibi bu sefer omzundaki eli aşağı kaydı ve dirseğini kavrayıp onu girdiği kendi iç savaşından kurtardı.

Ardındaki yansımasında hislerini ifade etmeyen yüzünü, derin bakışlarını görebiliyordu, Firuze.

O bakışlarda boğulup bu hayatı mutlulukla sonlandırmak isterdi. Yine de vicdan azabından istese de kurtaramazdı.

Daha sabahın erken saatleri olmasına rağmen mis gibi kokular yükseliyordu. Firuze aralarından sıcak pekmez kokusunu alabiliyordu. En sevdiğiydi. Kahvaltı da en çok içtiğiydi. Fırından çıkmış pideyle karnı ağrıyana kadar en çok yediğiydi.

O buraya hiç gelmemiş olsa da her şey ona eski kendisini hatırlatıyordu.

Ezra onun gönülsüz halini umursamadan mekânı boydan boya geçip sürgülü cam kapıyı açtı ve onu tekrar temiz havaya çıkardı. Zemin eskisi gibi mıcırlı taşlarla kaplı değildi. Artık mermerdendi. Üstelik mermer sabahın ışıklarıyla hafif mavi rengiyle parlıyordu.

Firuze başını kaldırdığında mekânın terasının ikiye bölündüğünü fark etti. Bir tarafı boydan boya manzaraya doğru açılırken diğeri ise bir cam kapıyla kapatılmıştı. O bölgeye hiç dokunulmamıştı.

Arjin 'in yaktıktan sonra eşi vefat edince tekrar diktiği çınar ağacı vardı orada. Şimdi büyümüş, serpilmiş Firuze'nin altına her gün gelip santim santim çekiştirdiği kayaya dayanacak kadar genişlemişti.

Etrafında hala eski taşlar vardı. Burası sanki kutsal bir alanmış gibi hiç dokunulmamıştı. Ağacın uçuruma bakan kısmı cam bir bariyerle kapatılmıştı ama bu kadardı. Firuze'nin sığınağı hala aynıydı.

Ezra, Firuze'yi oraya doğru götürürken Firuze bir ağaca bir de hala hiç değişmemiş olan manzaraya bakıyordu.

Bir şeyler belki de yaşadığı acı onu hala rüyadaymış gibi hissettiriyordu. Ezra Çınar Ağacının yanına geldiğinde Firuze'nin dirseğini bırakıp elini cebine attı ve küçük bir anahtarlık çıkardı.

Anahtarlıkta üç anahtar vardı.

Firuze bir anahtarın evdeki çalışma odasına ait olduğunu biliyordu. Diğerinin ise buraya ait olduğunu görünce yalnızca bu mekânın değil, bu adamın da hayatında hala izler taşıdığını fark etti.

O yalnızca buna kör oluyordu. Kör olarak başta kendisine yazık ediyordu.

Ezra anahtarla cam kapının demir sürgüsünü açtı ve bu sefer elinden tutup onu içeri çekti.

Firuze bir ona bir de tuttuğu eline baktı. Sıkı sıkı tutan uzun parmaklarına o da aynı şekilde tuttu çünkü muhtaçtı. Tam burada, sığınağında dururken kendini ona bırakmak istiyordu yalnızca.

Firuze'yi tam Çınar ağacının altında bıraktı ve elini geri çekti. Firuze dönüp ona baktı. Burası bir tepe olduğu için rüzgarlıydı. Upuzun saçları yazmayla birlikte ardında sallanıyordu, yüzünde kaybolmuş ifade yüzünden buradaydılar zaten.

"Sığınağın da burada, hiç değişmedi Firuze." dedi Ezra. "Burada istediğin kadar ağlayabilirsin."

Firuze'nin çenesi titredi. O bu kadar yüce gönüllüyken bu sevdanın altında kalıyordu. Bacakları titriyordu, sanki kendi vücudu ağır geliyordu kendisine.

"Yapamam." dedi iki eli yüzünü sardı. "Olmaz."

Ona ardını döndü. Omuzları çökmüş, yılların yükünü taşıyormuş gibi bükülmüştü.

Ezra ona bir adım yaklaştı. "Neden yapamazmışsın?" dedi.

Firuze, "Bir kez başlarsam duramazmışım gibi geliyor." dedi yılların yükünü itiraf ederek.

"O kadar mı canını yaktın, Firuze?" dedi. Bile bile onun bam teline dokundu.

Firuze ellerini yüzünden çekip bir hışımla ona doğru döndü. "Ben mi yaktım yani?" dedi. Güzel siyah gözlerinde göz yaşları vardı. "Hiç mi biri benim canımı yakmış olamaz mı? Hiç başkası yüzünden bu hale gelmiş olamaz mıyım?"

Ezra'nın kast ettiği bu değildi aslında ama bilerek böyle yapmıştı. Kussun istiyordu kinini.

Öfkesinin hıncını kendisinden çıkartmasından bahsediyordu ama Firuze tam istediği gibi şu an hassas olduğu için yine açık verdi Ezra'ya.

"Kim yaktı?" dedi Ezra onu yakalayarak. İkidir Firuze hep bu şekilde çıkışıyor, Ezra ise onu en can damarından tutup yakalıyordu.

Firuze sessiz kaldı. Ezra ona doğru bir adım attı.

"Bana sözlerimi tekrar ettirme, Firuze." dedi. Kast ettiği yeminiydi ve Firuze'de bunu çok iyi biliyordu. Kendini çıkmazda gibi hissediyordu bu yüzden sırtını ona doğru döndü.

Kısa bir süre sessizlik girdi araya. Sonra konuşan Firuze oldu.

"Ben ne yapacağım?" dedi ellerini göğsünde kavuşturarak. Konuyu değiştirmişti. "Nasıl bu kızı tekrar yaşama döndüreceğim? Nasıl başaracağım?"

Delirmek üzereymiş gibi hissediyordu. Ezra'nın onu nasıl gördüğü umurunda bile değildi.

"Yanında olacağını söylemedin mi?" dedi Ezra onun tam yanına doğru gelip bacaklarını iki yana açarak yanında durdu.

"Yeterli mi?" dedi Firuze acı acı. "Baksana geldiğim birkaç gün içerisinde intihar etmeye kalktı. Belki de gerçekten bu aileye kötülüğü ben çekiyorum."

"Bunu da kimin dediğini sormayacağım artık." dedi Ezra. Sesinden bir şey anlaşılmıyordu ama Firuze onun alaycı olduğunu hissedebiliyordu.

Firuze ona kaçamak bir bakış attı. Mavi gözlerinde bir çakmağın soluk ateşi yanmaya başlamıştı. Firuze hatalarının ipinin ucunu kaçırmıştı. Ezra sert bakışlarını onun yüzüne doğru çevirdi.

Firuze ise ondan yüz çevirdi.

"Çok açık veriyorsun, Firuze." dedi Ezra, Firuze ondan yüz çevirince. Firuze' nin kaçışlarına tahammül edemiyordu. "Üstelik hükümsüz deliller de değiller. Bir avukat olarak benden daha iyi bilirsin."

Firuze dönüp tekrar ona baktı. Yüzünden yorgunluğu anlaşılıyordu. Rol yapmayı bırakmıştı artık.

"Bilirim." dedi hafifçe başını sallayarak. "Kendi kendimi yakıyorum." Sonra tekrar önüne döndü. Ezra'ya uzun süre bakarsa kendini tutmaya çalıştığı bu son anda çakılırdı.

Ezra ona doğru eğildi. "Şu kuru inadın batsın." dedi kısık bir sesle. Soluğu Firuze'nin yanağına vuruyordu. Firuze onun yakınlaştığını hissedince içgüdüsel olarak başını ona doğru çevirdi. Ezra'nın yüzünde gördüğü derin ifadeyle ise kalbinden vurulmuş gibi oldu.

İç çekmemek için kendisini zor tuttu. Çaktırmamaya çalışarak, "Çok çektin herhalde." dedi. Hiç keyfi olmamasına rağmen hafif gülümsedi. Bu kadar yakındayken gözlerinin rengiyle büyülenmemek elde değildi.

Ezra'nın yüzünde tebessüm belirdiğinde ise erirdi.

"Çok!" dedi Ezra. "Çok çektim, iki gözüm." Öyle derin derin içi gide gide baktı ki Firuze kalbini de kaptırıp tükendi o bakışlarda.

"Yazık ettim." dedi hüzünle. Gönlünden gelen sözler Ezra'nın gökten gözlerine bakarken dalıp gidişindendi.

Sonra kendine geldi.

Yine de, "Boşuna demiyorum..." dedi yüreğinin acının acı çeken tarafıyla. "Var bende işte bir musibetlik." dedi. Sonra başını onun yakışıklı yüzünden çevirdi.

Ezra ise alacağını almıştı bir kere. Burada onu konuşturdukça bir şeyler açığa çıkıyordu.

"Üç yıldır burada değildin." Firuze bu cümleye karşılık kendini savunur gibi omuzlarını dikleştirdi. " Geldiğin anda her şeyin eskisi gibi olmasını bekleyemezsin. Belki de gelişini bekliyordu? Belki de yalnızca seni görmek istiyordu? Onun senden başka iletişim kurduğu kimse yok ki! Bizimle asla iletişim kurmuyor."

Bu tüm ailenin yarası gibiydi. Ezra çok konuşmazdı, konuştuğunda ise insanın ikna olası gelirdi. Firuze o konuştukça yine öyle hissetti.

"Biraz zaman ver, yanında ayrılmayacağını anlayınca belki sana açılacaktır."

Sesi huzurdu, sesinin dinliği bir kıyıya vurgun deniz misali Firuze'nin yüreğine çarpıp duruyordu.

"Başka çarem mi var?" dedi Firuze uçurumun köşesine doğru ilerleyerek.

"Başka çaren olsa gitmek de mi yolun olacak?" Üç gün olmuştu geleli, ancak Ezra'ya yakışırdı şimdiden onun gidip gitmeyeceğini sormak.

İçten içe korktuğunu belli ettiği için kızdı kendine yine de düşkündü işte. Ona sırtını dönme ihtimali olmasına rağmen hala onun arkasında duruyordu.

Firuze başını sağa ve sola salladı. Sonra başını Çınar Ağacının gövdesine çevirdi. "Gitmekle bitmiyor hiçbir şey." dedi.

Sonra ağacın dibine doğru ilerledi. Ezra onun ardından bakarken, "Ne yaptın İstanbul'da?" dedi. Neden gittin demekten daha masum bir soruydu.

"Okudum." dedi Firuze. Katil oldum.

"Büyüdüm, iş sahibi oldum." Canım çok yandı. Seni özlemekten denizin mavisine bile bakamaz oldum.

"Hayatı tek başıma tecrübe ettim." Sensiz hiç tadı tuzu yokmuş. Yalnızca sorumluluklarım bindi bir yük gibi üzerime. Tek başıma taşımaktan yorgun düştüm.

"Bu kadar mı?" diye sordu Ezra. Firuze arkasını dönmeden başını onaylarcasına salladı ve ağacın dibine doğru eğildi. Ezra ise onun ardından ilerledi.

Değil. Özlemim sığmıyor cümlelerime.

İçinden geçenlerinin tezat şekilde kuruyordu cümlelerini.

"Bu kadar. Ne bekliyordun ki? Her gün o mekan senin bu mekan benim eğlenmemi mi?" Elbette arkadaşlarıyla takılmış, Sahra ile farklı sokaklarda dolaşıp bilinmedik mekanları gezmeyi huy edinmişlerdi kendilerine ama bu kadardı.

Diğer zamanlar ikisi de okuldan mezun olmak için çalışmış, mezun olduktan sonra ise hem iş hayatını devam ettirip hem de bin bir entrikanın içine bulaşmışlardı.

"Dışarıya görünenleri biliyorum." dedi Ezra. Firuze başını çevirip ona baktı. Yüz ifadesinden hiçbir şey belli olmuyordu ama sesinde gizli bir meydan okuma vardı. Güneş sağ tarafındayken gölgesi üstüne düşüyordu. "Ben görünmeyeni merak ediyorum." dedi Ezra.

Açık açık onu izlettirdiğini söylüyordu. Firuze bunu tahmin ediyordu ama açık açık duymak iki kaşını da kaldırmasına sebep oldu.

Bir şey söylemeden önüne dönerken cevap vermeyişi söyleyecek sözü olmadığındandı. Ağaç dibini çıplak elle kazımaya başladığında ise bir kez daha Ezra'nın ilgisini İstanbul'da ne yaptığından başka bir yere çekti.

Ezra, "Ne yapıyorsun sen?" diye sorduğunda Firuze omuz silkti sadece açıklamak istemiyorum der gibi.

Çocukluğundan beridir huy edinmişti bunu da.

"Sorulara cevap vermeyerek nasıl avukat oldun sen?" dedi bu sefer Ezra içten içe sabır çeker gibi. Firuze hafif tebessüm etti. Ezra'yı çileden çıkartmak ise bir başka huyuydu.

Ses tonundan bir şey anlaşılmasa da sabrının tükendiğini hissedebiliyordu.

"Soruları ben sorarak." dedi. "İstediğimde çok ikna edici olabilirim."

Tırnaklarını umursamadan biraz daha kazıdı. Aradığı burada olmalıydı. Üstüne beton dökülmediğine göre hala gömülüydü.

Ezra ağacın dibindeki taşa oturduğunda ise duraksadı. Şimdi yüzünü görebiliyordu Ezra.

"Zamanı geldiğinde göreceğiz." dedi.

Firuze işine odaklanmış bir şekilde kazırken, "Ne yapacaksın, illegal işlere mi girişeceksin?" dedi.

Dönüp ona baktı. "Eğer yaparsan haberim olsun. Seninle anlaşma yaparken kaçakçılık yapan iki muhasebeciyi haklandı. Adamlar hakkında bilgi toplayacağım derken dolandırıcılık hakkında baya bilgi edindim."

Ezra'nın hafif gülümsediğini fark etti. O da gülümsüyordu şimdi. Bütün dertler bir anlık unutulmuştu. Sevdiği adamın heybetli bedeni tam yanında duruyorken Firuze, kendini gölgesinde bile korunmuş hissediyordu.

"Sen zaten hep laf dolandırıcısıydın." Ezra'nın sözleri ciddiydi ve Firuze onun buz mavisi gözlerine bakarken tebessümünü yitirdi.

Önüne döndü. Sustu, belki içten içe yüreği küstü ama sonunda dayanamadı aradan yalnızca iki dakika geçmişti ki "Doğru," dedi dilini tutamayıp. Dönüp Ezra'ya kısa ama sert bir bakış attı.

"Laf dolandırıcısıyım. Aynı zaman da umut tacirliği de yaparım ben." Edindiği küçücük mutluluğu da kendine zehir etti.

Firuze başını tekrar yaptığı işe çevirdiğinde Ezra onun dirseğinden tutup kendine çekti. Firuze dengesini kaybedip ona doğru savruldu. Mecburen onun dizini tutup durabildi.

Ezra'nın sözleri yüreğine hücum etti. "Kime yapmışsın?" dedi. Yüzünde ki sert ifade aslında öfkelendiğini gösteriyordu. "Bana mı yaptın Firuze?" dedi. "Hangi biri umuttu?"

Her sözüyle birlikte başını da hafifçe sallıyordu.

"Yıllarca seni bekleyişim mi yoksa beklediğimi bile bile gidişin mi?"

Firuze hırsla kolunu kurtardı. "Sıkıldım bu imalardan." dedi, Ezra'nın gözlerinde buz kırıkları onun göğsüne bir bir saplanırken.

"Geldim, buradayım işte. Sebeplerimi de açıkladım sana. Hıncını sürekli beni geçmişle vurarak çıkartacaksan, kalsın." Çenesini dikip ona doğru yaklaştı.

"Ben kendi kendimi yeterince harcıyorum zaten, Üzeyir Bey." dedi. Hüznün yerini öfkeye bırakmıştı.

Ezra onun siyah gözlerinde ateşi gördü. O buzdu, Firuze ise ateş. Biri yanınca öbürü eriyordu. Ezra'nın onun ateşinde yanası vardı.

Hem de öyle bir yanası vardı ki şu an kor gibi yanan dudaklarını dudaklarına bastırsa kül olacağını biliyordu. Şeytan soldan dürtüyor, sağdan vuruyordu onu.

Ezra'nın da konu Firuze'yse gönüllü olarak vurulası geliyordu.

Yine de hislerini her zamanki gibi belli etmedi. "Öyle mi?" dedi Ezra sert bir sesle.

"Öyle." dedi Firuze diklenir gibi.

Ezra onun kolunu bıraktı. "İyi." dedi. "Buradan da bana geçmişi kazımak düştü."

Firuze'nin yay gibi siyah kaşları çatıldı. "Zıttıma gitmek hoşuna gidiyor, değil mi?" dedi. Ezra onu umursamadan sırtını ağaca yasladı.

"Kendin istedin, Firuze." dedi. Ona değil gökyüzüne bakıyordu. "Geldin, gözüme gözüktün. Sana ulaşamadığım tek şehirden çıktın." Ezra başını hafifçe çevirip ona bir bakış attı.

Sözlerinde hafif bir ima olsa da yüzü çok ciddiydi. "Beni şimdi hangi sebep sessiz tutacak?"

Başını göğe doğru çevirdi.

"Beni şimdi hangi sebep sensiz tutacak?"

Fısıltısını gökyüzü duydu ama Firuze duymadı. Bu yüzden yüreğiyle cevap vermedi.

"Peki," dedi. "İstediğini yap, umurumda değil." Aptal gibi ikidir ona meydan okuyordu. Ezra kolay kolay kimseyle zıtlaşmazdı. Gün içerisinde bu kadar konuşması bile mucizeyken konuştuğu her kelimenin boş yere sarf edilmediğini çok iyi biliyordu.

Firuze bile bile ateşle oynuyordu. Ezra ona cevap vermeyince içten içe telaş etti ama bir şey demedi. Bu sırada eline gelen sivri bir şeyle elini refleksle geri çekti.

Normalde topraktan korkardı, özellikle akrep korkusu varken korkusu daha da büyüktü bu yüzden geri çekildi. Bu Ezra'nın dikkatini çekti.

Dirseklerini dizine yaslayıp ona doğru eğildi. "Ne arıyorsun?" dedi, Firuze elinin hafif acısı geçsin diye sallarken.

Ezra toprakla kirlenmiş elini yakaladı ve bir şey olmuş mu diye kendine çekti. Elinin kiri umurunda değilmiş gibi parmak uçlarını okşadı.

Firuze'nin tırnaklarında şeffaf bir oje haricinde bir şey yoktu. Özel günler hariç tırnaklarını boyamayı da pek sevmezdi.

Ezra tırnaklarının üstündeki toprak kalıntılarını baş parmağıyla silerken onun sessiz şefkatiyle sarmalandı.

Ezra parmaklarının üstüne eğildi. Elini topraktan arındırdı ve, "Ne bu kadar heyecanlandırdı seni?" dedi efsunlu sesiyle.

Firuze büyülenmiş gibi cevap verdi. "Annemin broşu burada." dedi. "Onu buraya gömdüm."

Ezra'nın bakışları ona değdi. Firuze, öfkesiyle hüznünü yenmiş olsa da hala üstünde derin bir yas vardı.

"Neden?" dedi Ezra. Elini avucunda sıktı. Baş parmağıyla parmaklarının üstünü okşuyordu.

Firuze bu şefkate rağmen cevap vermedi. Veremedi.

Bir söz için buraya gömmüştü. Annesinin, kız kardeşinin intikamını alacağına dair yeminini hatırlatsın diye annesinden kalan en büyük emaneti buraya saklamıştı.

Bunu anlatamazdı.

Şimdi sözünün bir kısmını tutmuştu. Bu yüzden onu alacaktı. Elini Ezra'nın sıcacık olan avucundan çekti. Tekrar toprağa bakışlarını çevirdiğinde ise topraktan fırlamış olan iğneyi gördü.

Eline batan broşun iğnesiydi. Yüzünde aniden beliren gülümsemeye bakan sevdiği adamın, bu gülüşe öldüğünden bir haberdi. O güzel gözlerinin gülüşüyle birlikte buz ateşiyle yanmaya başladığını asla fark etmemişti.

Firuze iğneye dikkat edip broşun etrafını kazmaya başladı ve kısa bir süre sonra broş eline geldi. Sanki dokunsa kırılacakmış gibi siyah akikten yapılmış broşu eline aldı ve sanki inanamıyormuşçasına kısa bir süre ona baktı.

Gözleri doldu, yine ağlayacakmış gibi oldu ama tuttu kendisini. Bugün sitemiyle kırdığı annesine sarılır gibi onu göğsüne bastırdı.

Ezra'ya dönüp ona baktığında ise onun hala bakışlarının toprakta olduğunu fark etti. Yaralı gözünün üstündeki kaşı hafifçe kalkmıştı. Firuze neye baktığını anlayamadan Ezra toprağa doğru eğildi.

Omzu Firuze'nin göğsüne yaslandı ve bir şeyi topraktan çıkardı.

Başı aşağı doğru eğikti. Firuze onun simsiyah saçlarına bakıyordu şimdi. Kokusu burnuna dolduğunda put kesildi. Bir eli göğsündeyken yumruğunu göğsüne bastırdı.

Ezra elindeki neyse ona bakıyordu. Sonra geri çekildi. Aralarında kısa bir mesafe varken şimdi yüz yüzelerdi. Ezra'nın mavi gözlerinde çok farklı bir ifade vardı.

Sanki saklı bir sırrı ortaya çıkarmış gibi, sanki gerçeklerden bir tutam bulmuş gibi, sanki onun kalbini bir kuş gibi yakalamış gibi bir ifadeydi bu.

Ezra başını ona doğru biraz daha yaklaştırdı.

Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.

Ta ki aralarına toprağın tozuyla kaplanmış bir tespih düşene kadar.

"Hani kaybetmiştin?" dedi. Firuze'nin dili tutuldu. Farkında olmadan öyle büyük bir açık vermişti ki sözlerinin hiçbirinin hükmü yoktu.

Aralarında sallanan 11 tane kehribar taşı olan bir tespihti. Firuze, onu daha dokuz yaşındayken Ezra için yapmıştı. Doğum günü 11 Mayıs'tı Ezra'nın. Buna ithafen yapılmıştı. Taşlarını Arjin'den almış, özenle ayarlamıştı. İmamesinin ucunda kendi Firuze taşından minik bir boncuk bile yerleştirmişti.

O günden beridir, Ezra bir kere bile o tespihi yanından ayırmamıştı.

Ta ki Samira o cümleyi kurana kadar.

Sabır yerine benim adımı zikredecek o tespihi çekerken Firuze, demişti Firuze'ye gizli bir meydan okuyarak.

İşte o zaman onun beni hiç kimseyi sevmediği gibi sevdiğine inanacağım.

Firuze bu sözlere tahammül edememişti. Onun yaptığı tespihte Samira 'nın adı zikredilirse ölürdü. Tahammül edememişti. Ezra'dan o gün tespihine bir şey ekleteceğini söyleyip almıştı.

Ezra'nın gönülsüzce vermesi yaptıklarını daha da zor kılmıştı ama yine de acımamıştı, tespihi kaybettiğini söylemişti.

Ezra'nın o gün ki öfkesini asla unutamıyordu, Firuze. Hayal kırıklığına aitti bu öfke. Firuze, Ezra'yı defalarca kırmıştı ama bu en acı anılarından biriydi.

"Senin bendeki değerini yitirtmek ister gibisin, iki gözüm." demişti. Acı bir tebessüm dudaklarında peydahlanmıştı.

"Bu kadar kolay değil elbet ama hiçbir fırsatı da boş geçmiyorsun."

Firuze o gece bu tepede içindeki acı geçsin diye saatlerce ağlamış sonra da elindeki tespihi buraya gömmüştü. Annesinden broşundan daha eskidir buradaydı. Firuze onun burada olduğunu unutmuştu.

Ezra'nın elinde görünce yüzünde acı bir ifade belirdi. Ezra'da o günü unutmamış olacak ki, "Meğer derdin değerini yitirtmek değilmiş, iki gözüm." dedi.

"Sen saklanmak istemişsin."

Gökten gözleri ipin ucunu bulmuş gibi ona bakıyordu. O kadar yoğun bakıyordu ki Firuze çok istediği gibi o gözlerde boğulduğunu hissetti. O gözler dudaklarına değince boğulduğu yerde suya bile ateş değdiğini hissetti.

"Sen kaçmak istemişsin."

Tespihi avucuna sarıp geri çekildi Ezra. Ardında şaşkına dönmüş bir Firuze bıraktı.

Firuze kendine geldiğinde sinirlendi. Avucunda tuttuğu tespihe uzandı. "Geri almak istedim demek ki." dedi. Ondan başka kimsenin adını sabır niyetine çekmesin diyeydi.

Ezra onun omzunu tutup engel oldu. Firuze tam bacaklarının üstüne yaslanmıştı. Göğüslerinin baskısı öyle bir yere değiyordu ki Ezra irkilmemek için kendini zor tuttu.

Bu beden yıllarca teninin hasret kaldığıydı. Şimdi tam üstünde duruyordu. Kolay kolay tahrik olan bir adam değildi Ezra ama Firuze'nin kolundan tutup onu kucağına oturtmamak için diğer elini de yumruk yapmak zorunda kaldı.

"Firuze..." dedi uyarır gibi. Sesinde bambaşka bir öfke vardı. Tahrik olmanın öfkesiydi bu.

"Kendini savunacaksın diye yalanlarının üstüne yük bindirip benim sabrımı taşırma."

Firuze duraksadı. Resmen onun üstüne uzanıyordu şimdi. Ezra'nın tespihi tutan eli yumruk olmuş elini geriye doğru çekmişti.

Firuze sesindeki uyarıyı hissetti. Üstelik Ezra'nın yüz ifadesinde bir şeyler değişmişti. Göz bebekleri maviyi yutarcasına genişlemişti.

"Almak istedim!" dedi Firuze inat etti. Bu inadı bir gün başına öyle büyük bela açacaktı ki haberi yoktu.

Ezra başını geriye doğru attı sabır çeker gibi. Boynundaki tendonlar gerildi. Geniş göğsü sertçe aldığı nefesle kalkıp indi.

Firuze bir kez ağzını açıp, "Ver..." diyecekti ki Ezra birden ona doğru eğildi. İki kolunu sarıp kendine doğru çekti onu. Firuze'nin tüm bedeni üstüne yaslanmıştı şimdi.

Yarı yarıya kucağındaydı.

"Al hadi!" dedi. Sesini yükseltmemek için kendini zor tutuyordu. "Alsana!" dedi. Başını salladı yaparsa başına geleceklerinin büyük tehdidini savururcasına.

Firuze şok olmuş bir şekilde ona bakıyordu. Gül dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı. Ezra ona neredeyse dudakları birbirine değecek kadar yaklaştığında ise dili tutuldu.

"Bir daha bir sebep vermeden tek bir şey daha alamazsın sen benden, Firuze." dedi Ezra onun dudaklarına doğru. Sesinde acı, sesinde öfke, sesinde deli düşmüş bir hasret vardı.

"Buna sende dahil."

Firuze onun soluğunu dudaklarında hissedince kalp atışının kulağını sağır edecek kadar hızlandığını hissetti. Ezra onu bıraktığında ise dermanı tükenmişti sanki.

Onu tutup kendiyle birlikte ayağa kaldırdıktan sonra bırakmıştı ama yine de Firuze düşecek gibiydi.

Ezra kızgın gözüküyordu ve bunun yalnızca ondan çaldığı tespihle alakası olmadığının farkındaydı Firuze ama yine de o tespihi cebine attığında utandığını hissetti.

"Burada tut yasını." dedi Ezra. "İşin bitince gel. Ben içerideyim."

Sanki tek başınasın der gibiydi hali.

Son bir kez ona baktıktan sonra gitti. Ardında hala kalp atışları hızlı olan Firuze bıraktı. Bir adım daha atsa onu öpecek olmasını göz ardı edemiyordu Firuze.

Hala göğsünde tuttuğu broşla birlikte öylece kalakalmıştı. Yine yalnız kalmıştı.

Yüzünde öyle bir acı ifade belirdi ki gözlerinden daha karaydı yası.

"Sözümü tuttum anne." dedi broşa bakarken. "Ama mutlu değilim hala." Avucundaki broşu parmaklarıyla hafifçe okşadı. "Ben böyle hayal etmemiştim."

Toprağın altında üç yıldır kalmasına rağmen gümüşü kararsa da başka hiçbir şey olmamıştı. Firuze bu broştan daha beter haldeydi.

"Bir umut Allah'ım," dedi. "Mutluluk için bana bir umut ver."

Göğe baktı, sessizce izledi buradaki manzarayı. Rüzgar dalga dalga saçlarını savururken hala boynuna sarılı siyah yazmayı fark etti.

Siyah yazmayı aldı, ne yapacağını bilemezmiş gibi bir süre elinde tuttu. Sonra sanki bir amacı varmış gibi çınar ağacının en yakın dalına uzandı ve siyah yazmayı oraya bağladı.

Bir adak değildi, Arjin böyle şeyleri uygun olmadığını anlatmıştı onlara. Yalnızca Allah'tan bir umut istediğinin hatırlattırıcısı olarak onu oraya bağladı.

Umudun rengi beyaz değil, artık karaydı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktaydı.

Firuze'nin karası Midyat'ın baharı olacaktı. 

𓇚ꕥ𓇚

Nasıl buldunuz canımın içileri? Umarım hissi çok geçen bir bölüm olmuştur. 🥺😍 

Belki ben fazla duygusalımdır ama mezarlık sahnesini yazarken çok ağlamıştım. 🤦‍♀️🤦‍♀️

Son sahne ise bana bile bir umut oldu. 💅

Diğer bölümler gelin hamamı, kına ve düğün derken neler neler işleyeceğiz neler!💃💅

Umarım çok ama çok seversiniz. 🥳🥳

İnşallah Cuma günü yeni bölüm gelene kadar Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla. 🌼😍

Continue Reading

You'll Also Like

698K 17.8K 77
Herkesin korkulu rüyası olan Yer altının en büyük mafyası yer yüzünün hakimi sadist sinir hastası piskopat bir adamın bir kıza aşık olması Ve haya...
279K 645 19
+18 içerir
218K 9.9K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
289K 24.3K 24
"Kalmam için bir sebep olması lazım." dediğinde, Leyla'nın sesi titriyordu. O Leyla'ydı, başka kimse değil. Daha on sekizinde tazeyken, Kınalıtepe'ye...