FİRUZE

By _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... More

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚

14.8K 1K 837
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın bebikoları çaaaaklıtları! Beeeeen geldimmm. 🤩🥳

Oh be sonunda kavuştuk Firuze'mize. Yazdıkça canlandım valla bu bölüm. Umarım çok seversiniz siz de. 🥳🥳

Nasıl olaylar, nasıl olaylar djdjdj

Nasılsınız bebeklerim? Ben çok şükür biraz daha iyiyim. Hadi buraya halinizi hatrınızı yazın sonra bölüme geçelim. 🧡

Müziklere bakmayı ihmal etmeyin!

Sizi çok seviyorum. İyi okumalar dilerim! 

MÜZİK KUTUSU

Warda- Batwanas Beek

Aydilge- Aşk Paylaşılmaz

Sıla Şahin- Dur Yanımda Kal

Haidar Halil- Ana Layl Bila Najm

Azis- Sen Trope


𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Tiktok: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Ağlasa âşık belâ-yı hicr ile nâlân olup,

Gözlerinden akan anun yaş yerine kan olup!"

"Aşık dediğin ayrılık ateşiyle ağlamalıdır,

o derece ki gözlerinden yaş yerine kan akması gerekir."

-Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

𓇚ꕥ𓇚

Felaketin çağrısı insana önceden gelirdi. Gören göz kör olurdu bu alametlere kör ise varlığını hissederdi ama oradaydı. Her daim öncesinde bir uyarıyla insanoğlunun karşısına çıkardı.

Saruhan konağının karanlık köşesinde, sevdiği adamın kollarında günahın ilk tadını alan Firuze'ye bu silah sesleri, kör göze sokulan çomak gibi bir etki etti.

Bu, sürekli beklediği felaketin ayak sesleri gibiydi.

Ezra'nın kollarından sıyrılırken solukları hala hızlıydı, vücudu şokla sarsılmıştı. "Neydi o ses?" dediğinde tekrar bir silah sesi patladı ve ardından bağırış sesleri duyuldu. Üstelik kınanın müzik sesleri kesilmişti.

Ezra'nın da yüzünde sıkıntılı bir ifade belirirken o da başını silah seslerine doğru çevirdi. Sanki kollarından ayrılması onun canını sıkmış gibiydi. Yine de her zamanki gibi sakin olan haliyle, "Öğreniriz, iki gözüm." dedikten sonra aşağı doğru inmek için hareket etti.

Daha yeni yaşanan o büyük yangına dair tek ipucu, parmağına dolanan mendil ve içine sürülmüş kınaydı. Simsiyah saçları da dağılmıştı ama bu kadardı.

Ardından Firuze'de harekete geçerken Ezra'nın aksine Firuze tam bir karmaşaydı. Bukleleri dağılmış, dudağındaki hafif ruj tamamen kaybolmuştu. Dudağına yapıştırdığı altın şerit pul pul olup bir kısmı dökülmüştü. Üstelik göğsünde kocaman bir ıslaklık vardı ama farkında değildi.

Tutkunun sisinden sıyrılıp dehşete ayak sürümek zorunda bırakılmış gibi hissederken Ezra'yı takip etti. Merdivenlerden inerken kolundaki bilezikler, ayağındaki halhal sallanıyordu. Bir an önce olay yerine ulaşmanın vahametiyle hızla hareket etti ama tam kapının önüne geldiğinde Ezra birden durdu ve gövdesini siper eder gibi önüne geçti.

Firuze hızını ayarlayamadığından ellerini onun sert göğsüne bastırarak ancak durabildi.

"Sen gelmiyorsun!" dedi sert bir ifadeyle Ezra.

Firuze'nin kaşları çatıldı. "Bal gibi de geliyorum!" dedi biri ona karşı çıkınca otomatikman ona itiraz etmeye programlanmış gibiydi.

Ezra bu yüzden sabrı sınanıyormuş gibi Firuze'ye baktı çünkü sınanıyordu. Karşısındaki kadın görüntüsünden bihaberdi. Dışarının ışığı yüzüne vururken daha yeni onun tarafından öpülmüş, harap edilmiş gibi gözüküyordu.

Ama ne güzel harabeydi o!

Bu dağılmış haliyle bile o kadar güzeldi ki Ezra'nın bütün benliği ilkel bir sahiplik hissiyle sarsıldı. "Gelmiyorsun Firuze!" dedi arkadaki karmaşa sesini görmezden gelerek. Ona doğru eğildi. Üstüne bakarken göğsündeki ıslaklığı da fark etmişti.

"Şu haline bak!" dedi yüzünde hem öfke hem hasret vardı. "Ben tarafından dağıtılmış gibisin. Göğsünde ıslaklık var." Firuze başını eğip göğsündeki ıslaklığa baktı. "Dudakların şişmiş." Aralarındaki mahremiyeti tekrar yaşıyormuşçasına sesi kısıldı Ezra'nın. Firuze bu sefer dönüp ona baktı.

"Mahvetmişim, tüketmişim seni."

Ezra öyle bir bakıyordu ki karşısındaki genç kadına, yukarıda yaşanan hatıralar bütün canlılığıyla oradaydı.

Oradaydı, sönmemiş bir yangındaydı.

"Yine de öpmek hiç yetmemiş gibi." diye tamamladı cümlesin. Gök mavisi gözler bu yetersizliğin acısıyla buzdan bir ateşe kavruluyordu.

Firuze bu sözlerle tüm vücudunun ürperdiğini hissetti. Ona da yetmemişti. Eğer durmasalardı kollarında eriyeceğini ve ardını önünü düşmeden her şeyini karşısındaki sevdiği adama teslim edeceğini biliyordu.

"Geleyim mi?" diye sordu yine de bu sefer daha uysal bir ifadeyle. Elleri hafifçe Ezra'nın göğsünü okşadı. "Birine bir şey olur diye korkarım, ben arkada kalırsam duramam." Sonra o da aynı hasretle baktı sevdiği adama. "Sana bir şey olacak diye de çok korkarım."

Ezra'nın sert yüz ifadesi hem temastan hem de bu itiraftan dolayı yumuşadı. Konu Firuze'yse idama giden bir mahkûmdan farksızmış gibi baktı genç kadına.

Kıyamıyordu. Böyle konuşunca çaresiz yüreği umut etmek gibi bir aptallığın peşine düşüyordu.

Yine de nasıl yandığından bihaber olan genç kadına bakarken üstündeki ceketi çıkarttı. "Uzak duruyorsun, kalabalığa yaklaşmıyorsun!" dedi otoriter bir ifadeyle. Ceketi ona giydirirken, "Kimseyle tartışmıyorsun, haksızlık gördüm diye de atılmıyorsun." diyerek şartlarını sıralamaya devam etti.

"Tamam, sözünden çıkmam."

Firuze bu kadar iyi tanındığı için gülümsedi ama bu kısacık bir an sürdü. Ezra dudaklarını Firuze'nin alnına bastırdıktan arkasını döndü ve konaktan çıktı. Firuze ceketine sarınıp onun ardından bakarken ilk defa üşüdüğünü hissetti.

Daha yeni gitmek istiyorken şimdi bir adım atmak zor geldi ona.

Kocaman bir karmaşa konağın dışında hüküm sürüyordu. Sesler geliyordu ama içinden bir ses yüzleşmemesini söylüyordu. Kaçmak korkaklıktı, kaçmak tam bir kaypaklıktı ama bir tutam huzur gördükten sonra gerçeklerin yüzüne tokat gibi çarpmasından yorulmuştu artık.

Yine üstündeki cekete sıkı sıkı sarıldı. Birkaç dakika oyalandı olduğu yerde. Sonra sevdiği birine bir şey olma ihtimali diriltti onu. Ezra'nın peşinden gitmeden önce saçlarını toparladı, yüzünde bir şey akmış gözükmemesi için dudaklarını sildi ve onun peşinden ilerledi.

Sokak tam bir karmaşaya dönmüştü bu sırada. Herkes ileri doğru hareket ederken ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Ezra'yı bu karmaşada görmeye çalıştı ama çoktan gözden kaybolmuştu. Nasıl gittiğini merak etti çünkü kendisi ilerlemekte oldukça zorluk çekiyordu ama ite kaka insanların arasından geçti.

Tuhaf bakışları umursamadan Ahmet' lerin evinin önüne geldi ve korumalarla evin önünün kapatıldığını gördü.

Başta da Celal vardı.

"Ne oldu?" dedi korkuyla. "Biri bir şey mi yaptı?"

Celal'in sıkıntıyla yüzü gerilmişti. Tam Hülya'yla barışmak üzereyken silah sesleriyle koştur koştur bu karmaşanın içine düşmüştü ve gördüklerinden hiç mutlu değildi.

"Git buradan Firuze!" dedi sert bir sesle. "Senlik bir durum yok."

Firuze'nin kaşları çatıldı. Celal'in bu aniden gelen sert tavrını anlamlandıramamıştı. "Ne olduğunu söyle, gideceğim! Zaten keyfimden de burada değilim."

Dönüp evin içine bakmaya çalıştı ama arkadaki gürültüden içerideki bağrışmayı duyamadı. Celal önüne geçip tamamen önünü kapattı.

"Ezra Ağamın emri vardır, Firuze. Girmeyecek kimse içeri!" dedi sert bir ifadeyle. Firuze bu emirle birlikte daha da telaşlandı.

Bir şey olmuştu. Ezra kimsenin bunu görmesini istemiyordu.

Tam bu sırada içeriden bir bağırış yükseldi. Firuze babasının sesini duyduğunda kaskatı kesildi.

"Ah o Firuze!" diyordu sanki ah eder gibi. "Bütün kahrımın sebebi, Firuze!"

Adı anılınca endişeyle atan kalbi buz kesti. Celal de aynı sesi duymuş yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle Firuze'ye bakıyordu. Faysal'ın içeride olay çıkardığını duyunca Ezra'nın ona ilk emri kimsenin özellikle Firuze'nin olay yerine girmemesiydi.

Sebebini biliyordu, Celal. Karşısındaki genç kadının acıyla kaskatı kesilişini sonra da acısını öfkenin küllerine gömüşünü o kadar çok görmüştü ki şimdi bir kasırgayla mücadele edeceğini bilecek kadar onu tanıyordu.

"Bırak gireyim!" dedi Firuze dişlerinin arasından. "Derdi benim zaten!" Celal, Firuze'nin karşısından bir adım bile kıpırdamadı. Onu koruduğunu bilerek bunu yaptığını görmek Firuze'nin daha çok canını yaktı.

Girmek için hamlede bulununca Celal onu kolundan tuttu ve, "Firuze!" dedi. "Abin de orada bak. Bırak da erkek erkeğe halletsinler be kızım! Niye küheylan gibi her kavganın ortasına dalıyorsun?"

Firuze babasının anlamlandıramadığı bağırışlarını duymaya devam ederken sebebi olduğu nefreti yok etmeyi arzuluyordu yalnızca.

"Bırak gireyim, Celal! Bırak!" Kolunu kurtarmaya çalıştı. Hırçınlaşması öfkesinin fıtratındandı ama sonra insanların ona baktığını fark etti. O kadar çok hislerini bastırmak zorunda kaldığı anlar yaşamıştı ki şu üç senede fark ettiği anda bastırdı içindeki fırtınayı.

"Bir şey yapmayacağım! Daha fazla bağırıp da rezil etmesin bizi işte." diyerek daha sakince konuşmayı denedi ama Celal o kocaman gövdesiyle bir kapı gibi dikilmişti karşısına. O da babasının kızı olduğunu kanıtlamak istemiyorsa rezillik çıkarmadan içeri giremezdi.

Zaten o daha giremeden kapıda rahat tavrıyla, gülerek gelen Bedran 'ı gördü. Bedran, Celal'in bıraktığı minik boşluktan, "Müsaade et de geçeyim, Celal." diyerek başını uzattı. Celal, Bedran 'ın sesini duyunca hafif çekildi ama Firuze o boşluktan hiçbir şey göremeden Bedran geçti önüne.

Yüzündeki sırıtma sanki arkada hiçbir şey yokmuş da eğlence devam ediyormuş gibiydi. Sonra dönüp sanki yeni Firuze'yi yeni fark ediyormuş gibi ona baktı.

Gözleri kısılıp üstündeki cekete takıldığında Firuze o buz mavisi gözlerinde ki şeytani idraki gördüğüne yemin edebilirdi. Kaşları her şeyi anlamış gibi havalandı ve sırıtışı serkeş bir hale büründü.

"Hadi biz seninle gidelim." dedi Firuze'ye doğru bir adım atarak. Firuze o adım atınca geri çekildi. Bedran'ın aksine hiç eğlenmiyordu. O şu an olay yerinde olmak istiyordu.

Arkadaki herkesin merakla ne olduğunu öğrenmeye çalıştığını biliyordu ama sormaktan yine de kendini alamadı.

"Babam ne halt yedi yine?" dediğinde Bedran' da mimik bile oynamadı. Firuze'nin koluna girdiğinde Firuze çekilmeye çalıştı ama Bedran, "Zorluk çıkarma da yürü Firuze!" dedi. "Abim bana tek bir görev verdi onu da elime yüzüme bulaştırırsam ağzıma sıçar! Bu yaşta dayak yemek istemiyorum."

Firuze'yi ileri doğru hareket ettirmek için yürüdü. Firuze etrafındaki insanların meraklı bakışları olmasa çoktan içeri girmişti ama Ezra'nın bir kere daha uyarısını bu şekilde almıştı.

Onu bile bile kızdırırsa kontrolünü kaybederdi. Yüzleşirdi. Tam burada, babasıyla, onunla ve herkesin önünde kusardı bütün zehrini ama kaybetme korkusu nefretine ağır bastı.

Ezra gitmesini istiyorsa vardı bir bildiği. Onu dinlemek bu zamana kadar hep korumuştu onu. Bu yüzden itaat etti ama aynı soruyu sormaktan da geri kalmadı.

"Ya bana ne olduğunu anlatırsın Bedran ya da topuğumu öyle bir vururum ki ayağına yeni lakabın topal Bedran olur!" dedi. Sesinde istediğini yapamamanın hıncı vardı. "Beni çıldırtma da konuş!" dedi. "Polisler gelirse ben toplayacağım o herifin arkasını!"

Babasını savunacak olmasından utanç duyardı ama sırf Dildar için o üzülmesin diye bunu da yapardı çünkü biliyordu ki kız kardeşi zerre hak etmese de babasını seviyordu.

Bedran bu tehdide karşılık sanki çok komik bir şey söylemiş gibi kahkaha attı. "Abim beni sikimden tutup Midyat meydanında sallandırırsa daha fena lakaplarım olacak." Sonra ona kül yutmaz bir ifadeyle baktı. "O yüzden yemezler!" Onu sokağın köşesinden döndürdü ve kendi evlerinin olduğu sokağa girdirdi.

Burada kalabalık biraz daha azdı. Kuytuydu, köşeydi, sırrı saklardı. Bu yüzden kısık sesle, "Baban silahla gelmiş." dedi Bedran. "Birden durduk yere yükseldi ve havaya ateş açtı. Bizde hemen zapt ettik." Durdu, Firuze'yi de durdurdu. "Abim gelince korumaları dikti, kimse de bir şey öğrenemeden arkadan çıkartacaklar."

Firuze ona öfkeyle bakarken Ezra'nın ne yaptığını anlayınca yüzünden acı dolu bir ifade geçti. Yine tahmin ettiği üzere koruyordu onu.

"Örtbas edecek, değil mi pisliğini?" dedi öfkesiyle gizlediği acısıyla. "Sırf biz rezil olmayalım diye yapacak!"

Bu sırada ağzından çıkanı kulağı duymayan babasının ne dediğini düşünmek bile istemiyordu ama bu durum gururuna dokunuyordu. Kendisi ne kadar dik durmaya çalışırsa çalışsın babası bir o kadar aşağı çekiyordu onları.

Bedran birden ciddileşti. Nadiren gösterdiği bu yüzüyle, "Kimsenin pisliği karşı taraf istemedikçe bir başkasına bulaşmaz, Firuze." dedi. "Onun tercih ettiği yoldan sen de siz de sorumlu değilsiniz. Milletin ağzını da sırf sen üzülme diye Dildar üzülmesin diye kapatıyor. Yoksa kimse sizin hakkınızda tek bir laf edemez!"

Bu cümlenin altında bir tehdit vardı. Ezra'nın arkasında olduğunu da ima ediyordu aslında ama Firuze çoktan babasının pisliğine bulaşmıştı ve Faysal Koçak'ın günahlarının bataklığına düşen bir daha asla kurtulamazdı.

Firuze acı acı gülümsedi bu yüzden. İyi niyetle konuşulmuş olsa da ne yaşadığını bilmeden yaşadıkları hakkında yorum yapılması canını yakıyordu. "Senin babanın da burnu boktan kurtulmasaydı böyle karşıma geçip de bana edebiyat yapmazdın, Bedran!" dedi bu acıyla. "Ardını toparlamak zorunda kaldığın birileri olunca konuşalım bunları."

Bedran 'ın bu sert sözler karşısında kaşları alaycı bir şekilde havaya kalktı ama ona kolay kolay hiçbir şey dokunmazdı. Tam bu sözleri ti 'ye alarak cevap vereceği sırada ikisi konuşmaya daldığı için buraya geldiğini görmedikleri Dildar yanlarına ulaştı.

Ardında da Sahra vardı.

"Ne oldu abla?" diye sordu korkuyla Dildar. Silah seslerinden çok korkmuş gözüküyordu. Firuze'nin yüz ifadesi kız kardeşini görünce aniden değişti. Öyle inandırıcı bir gülümseme oturttu ki dudaklarına etrafındaki iki dikkatli insanın da bakışlarından kaçamadı bu değişim.

Sahra alışkındı onun bu rol yapışlarına ama Bedran ilk defa görüyordu bu denli iyi bir maske takışını. Firuze konuşunca şaşkınlığı daha da arttı.

"Yok bir şey ablam!" dedi Firuze korumak istercesine Dildar'ın koluna girerek. "Serserinin biri çok içince silahını ateşlemiş, onu kontrol altına alıyorlar. Durduramamışlar, bu yüzden biraz problem olmuş."

Gerçeğe kendi de inanırmışçasına yalan söylüyordu. Bu gülüş ve yalanlarının yalın doğallığı çok tehlikeli bir kombinasyondu. Zamanında abisinin neden pes ettiğini bir nebze olsun anlayabiliyordu Bedran.

Firuze istediğinde duygularını usta bir oyuncu gibi saklayabiliyordu.

Sahra'ya baktığında onun da arkadaşını kaşlarını çatarak izlediğini ve rol yaptığını anladığını fark etti ama bu genç kadını görünce onu sinir etmek için sırıtmasını ve baştan aşağı süzmesine engel olmadı.

Simsiyah, hatlarını örten zarif bir elbise giymiş üstüne de siyah bir şal yapmıştı. Yüzünde doğru düzgün makyaj yoktu ama güzel gözleri her şeye yetiyordu.

O güzel gözler Bedran'ın ona baktığını hissetmiş gibi ona doğru çevrilince Bedran hafifçe başını eğdi selam verir gibi.

Üstelik gülmeye de devam ediyordu. Geçen akşam bir yem gibi önüne koyduğu dosyalardan sonra Sahra elbette ona gülümseyecek değildi ama ne kaşlarını çatmaya devam etti ne de ona bir karşılık verdi.

Yalnızca görmezlikten gelmeyi tercih etti ve, "Bir zayiat var mıymış peki?" diye Firuze'yi muhatap alarak bir soru sordu ama Bedran onun yerine cevap verdi.

"Yok, sadece önlem için boşalttılar. Birazdan eğlence tekrar başlar."

Arka plana atılmaya asla tahammül edemezdi. Sahra'nın bakışları kısa bir süre ona çevrildiğinde tatmin olmuş gibi hissetti.

Onu huzursuz ediyordu ve bundan dehşet bir haz alıyordu.

Bu minik çatışma daha sürerdi ama Dildar, "Üzülmüştür şimdi, Ahmet Abi. Ne zaman bir eğlence yapsa içki yüzünden başına bela geliyor." dedi.

Gerçekten de ne zaman bir eğlence yapsalar bu içki meselesi yüzünden problem çıkmıştı.

Firuze, Dildar'ın şakağını öpmeden önce, "İçmeseler o zıkkımı bir halt olacağı yok da işte!" dedi sakladığı hırsıyla. "Ne ağızlarıyla içmeyi bilirler ne de kendilerine zarar verdikleri yetmiyormuş gibi birde başkalarının hayatına zarar vermekten vazgeçerler."

Dildar başını kaldırıp ablasına baktı. "Babam gibi mi?" diye sorduğunda hiçbir şey bilmese de hisleri kuvvetli olan bu kız nokta atışı yapmıştı.

Yine de Firuze de mimik oynamadı. "Hadi biz yukarı çıkalım!" dedi keyifli bir şekilde gülümseye devam ederken. "Ev sahibi olarak burada olmamız uygun değil. Bütün yük yine Ayşen'in üstüne kaldı."

Dildar'ı çekiştirip konağa doğru adım attığında Dildar bu sefer ablasının üstündeki cekete baktı. "Sahi sen neredeydin abla? Ayrıca üstündeki Bedran abinin mi?" diye sorduğunda Firuze iç çekmemek için zor tuttu kendisini.

Kardeşinin bugün ahiret suali edesi tutmuştu. Tam ağzını açacaktı ki, "Ben ceket giymem." diyen Bedran 'ın sesini duydu. Dönüp ona öldürecekmiş gibi baktığında Bedran son sözlerinin intikamını alırcasına, "Bugün abimde görmüştüm bu ceketi ama demek ki Firuze'ye daha çok yakıştığını düşünmüş." dedi.

Firuze dişlerinin arasından söverken Dildar şaşkın şaşkın ablasına baktı. "Ezra Abim?" dediğinde Sahra'nın da bakışları tıpkı Firuze gibi Bedran' a kitlenmişti.

"Centilmenlik etmiştir." dedi o her koşulda dingin çıkan sesiyle. "Ciddiyetsizliğini kıyafetleriyle bile kanıtlamak isteyen bazılarının aksine iyi de etmiş." Bedran 'ın terastaki çıplak haline gönderme yapıyordu. "Onca erkek var şimdi orada. Biri haddini bilmez sonra büyük olay çıkardı."

Dildar başını anladım gibi salladı ve daha fazla laf etmedi çünkü iki genç kadın dişi kaplanlar gibi Bedran'a kilitlenmişti ama Bedran bu sırada gölgede uyuyan bir çatal dilli yırtıcı gibi sadece keyfini çıkartıyordu bu düşmanlığın.

İstediği Sahra'nın bu tavrıydı. "Ceket giyince beni ciddiye alacak mısın?" diye sorduğunda Sahra bir kez daha ona bastırılmış bir öfkeyle baktı ama bir cevap vermedi. Bedran'a kilitlenmiş olan Firuze'yi de koluna takıp arkasını dönüp giderken Bedran neden bu kadar ona doğru çekildiğini bilmiyordu.

Spontane yaşayan bir adamdı. Duyguları nereye çekerse oraya yönelirdi. Kadınları severdi, onlara çekilmeyi, eğlenceyi ve hazzı en uçlarda yaşamak ona yaşadığını hissettirirdi ama bu kadardı.

Gizemi sevse de Sahra'yı çözülecek bir bulmaca olarak görse de simsiyah giyinmiş o kadınla beyaz ve siyah kadar birbirlerine zıtlardı.

Uymazlardı, hevesler sönünce yalnızca uyumsuzlukları göze batardı. Bu yüzden sadece gizemini çözmeye odaklanmaya karar verdi ama bu kararına o da inanmadı. Bir dahaki sefer saçını çekerek sevdiği kızın dikkatini çekmeye çalışan ilkokul bebeleri gibi yine ona sataşacağını o da biliyordu.

Çünkü bazı şeyleri ne kadar durdurmaya çalışırsa o kadar dibe çekilirdi Bedran. Bunu defalarca yaşamıştı.

O tekrar olay mahaline dönerken Ahmet 'lerin evinde çok daha gergin bir ortam vardı. İçerideki her insan gördüklerini unutmak için uyarılmıştı. Şehriyar da kına da olunca dedikodu çıkartacak kimse kalmamıştı.

Faysal'ın ani öfke patlaması durdurulmuş, Ahmet 'lerin evinin mutfağına alınmıştı. Bedran' dan önce işten yeni eve gelen Baran soluğu mutfakta aldı.

O sırada sadece, "Firuze!" diye sayıklayan babasını görmek Baran için son noktaydı. "Bir gün ya!" dedi Baran içeri girerken. "Bir gün sorun çıkarmazsan ölür müsün baba? O kadar insanın içinde silah çıkarıp havaya ateş etmek ne demek!"

Babasının tam karşısında durdu. "Ayyaş olduğun yetmiyor bir de maganda mı oldun başımıza sen!"

Faysal kan çanağı olmuş gözlerini oğluna dikti. "Haddini bil, ayağımın altına almayayım seni!" dedi. Oysa ilk adımda bayılacak gibi gözüküyordu. Bütün gücünü elindeki silahı tutabilmek için harcamıştı.

Yine de bu dev gibi olan oğlunun yalnızca gülmesine sebep oldu. Onları sessizce izleyen Ezra ve yanında duran Asaf'la burada mahremiyet sağlanmıştı. Asaf eniştesi için kahve yapıyordu. Ezra ise mutfak masasının diğer köşesine oturmuş eniştesine hislerini belli etmeyen bir ifadeyle bakıyordu.

Baran sözünü esirgemedi.

"Denediğinde sana olan kum tanesi kadar sabrım da bitecek baba!" dedi. "Kızlar için, annem için sineye çekiyorum ama sen evlatlarını düşmanların gibi görmeye devam edersen bizde öyle oluruz ve ben düşmanıma asla acımam!"

Tehdidi havada asılı kaldı. Faysal bugün her zamankinden fazla içmişti çünkü gün geçtikçe Firuze'nin gelişinin bir felaketin habercisi olacağını daha iyi oluyordu. Ortalık fazla sessizdi. Çoktan onu tehdit etmek için gelen birileri olurdu ama yoktu.

Üstelik Hünerlerden güzel bir teklif almıştı ve bu teklifin ucunda büyük bir kazancı olacağını da biliyordu.

Bu kazanca fazla şey bilen ve pisliğine maşa ettiği kızı da dahildi.

Kafasını mutfak masasına yasladı Faysal. "Niye kurtulamıyorum bu kızdan?" diye mırıldandığında odadaki üç adamda kaskatı kesildi.

Baran ağzını açıp söveceği sırada Ezra onu eliyle susturdu. Baran duraksadı. Ezra yalnızca dudaklarını kıpırdatarak, "Sor!" dedi. Kendisi konuşursa Faysal nerede olduğunu hatırlayacaktı ama Baran karşısındayken bu halinden faydalanabilirlerdi.

Baran birden sakinleşti çünkü dün yaptıkları konuşmalarını hatırladı. Babasının yanında duran sandalyeye oturdu ve babasından gelen leş gibi içki kokusuna aldırmamaya çalıştı.

"Neden kurtulmak istiyorsun baba?" dedi. "Sende Firuze geldiğinden beridir bir haller var zaten. Normalde bahsini bile geçirmez, görmezden gelirdin. Ne değişti şimdi?"

Faysal hafifçe başını kaldırıp bir gözü açıkken oğluna baktı. "Lanetim o benim!" dedi. Yüzündeki nefret bir evlada değil de günahlarını yük ettiği düşmanaydı sanki.

Ezra bu sözler üzerine dişlerini birbirine bastırdı. Öfkesini bastırmak kadar konuşmamak da zordu.

"Başıma kaldı, sürekli dikleniyor sanki istesem onu ezip geçeceğimi bilmiyormuş gibi. Niye evlenmiyor?!" dedi birden yükselerek. Sonra tekrar başını masaya koydu.

Gözleri kapanırken, "Ona evlen, dedim." dedi sızmadan önceki son haliyle. "Evlen de başım beladan kurtulsun!" Konuştuğu gibi gücü birden tükenmişti de.

Sesi gittikçe kısılıyordu.

Baran kaşları çatılmış bir şekilde babasına baktı. Yarın her sözünü inkâr edeceğini bilerek konuşturuyordu onu. Bu yüzden yarın konuşamayacağı yalanlar yerine bugün bütün söyleyeceği gerçekler kârıydı.

"Kimle baba?" dedi. "Kimle evlendirmek istiyorsun da taktın bu kıza? Ne günahı var da kurtulmak istiyorsun?" diye sordu Baran.

Faysal bir cevap vermedi. Artık o sızmakla bayılmak arasında olan o ince yerdeydi. Gözleri hafif açıkken bile kaymaya başlamıştı.

"Firuze!" dedi yine de sayıklar gibi. "Firuze kurtar beni."

İşte bu tam olarak bilinçaltındaki sözlerdi. Ona bakan üç adamda bu sözlerin hayra alamet olmadığını anlayacak kadar görmüş geçirmişlerdi. Baran dönüp Ezra'ya baktı. Ezra ise kaşları çatılmış sanki derin düşüncelere dalmışçasına Faysal'a bakıyordu.

Gün geçtikçe Firuze'nin sitemlerinin üstüne yeni deliller ekleniyordu. Şimdi de babasının söyledikleri vardı. Ortada Faysal'ın gerçekleşmesini bir kurtuluş olarak gördüğü bir evlilikten bahsediliyordu.

Yine de suskun kaldı iki adam. Ezra ayağa kalkıp, "Uyanmaz artık. Bizim evdeki misafir odalarından birine yerleştirelim. Ben birini dikerim başına." dediğinde Baran yalnızca bir baş onayı verdi ona.

Gizli saklı Ahmet'in evinden çıkardıkları Faysal'ı, diğer konakta kına olduğu için Saruhanların konağına yine gizlice girdirdiler. Baran babasının kıyafetlerini çıkartıp yatırdıktan sonra terasta buldu Ezra'yı.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Ezra'ya. Ezra bu sırada bir sigarasını bitirmiş çoktan ikincisine geçmişti. Normalde ağzında Firuze'nin tadı varken günlerce sigaraya yaklaşmazdı ama babasıyla kavga ettikten sonra çaresizmiş gibi Firuze'nin ağlayışını artık başka bir şekilde anlamlandırabiliyorken dert onu yine sigaraya bulaştırmıştı.

Bu zamana kadar Firuze'nin babaları onları sevmeyip yalnızca eziyet ettiği için nefret duyduğunu zannediyordu ki oynadıkları oyun da tam olarak buydu ama görünenin ardında ne yazık ki başka bir şey vardı.

Faysal, kızını yaptığı bir şey için kendine siper etmek istiyordu.

"Firuze'yle bu konuyu konuşacaksan boşuna nefesini tüketme." dedi Ezra, Baran'a bakmadan.

Baran kendi cebinden sigarasını çıkarttı. "Tüketmem, tanıyorum ben kardeşimi."

İkisi de bir şeyi saklamak istediğinde ne olursa olsun ağzından laf alamayacaklarını biliyorlardı. Tıpkı Firuze'nin böyle bir şey için babasına asla boyun eğmeyeceğini bildikleri gibi.

Sorsalar cevap vermez, üstüne bir de öfkeyle babasına gider ve ortalığı birbirine katardı. Bu yüzden onlara yine ardından araştırmak düşmüştü.

Dert araya girdi iki genç adamın, dert ortak oldu ikisinin de kederine. "Ortalık fazla sessiz aslında, farkında mısın?" diye sordu Baran. Ezra, Baran'ın sigarasının ucunu yakması için çakmak uzattığında, "Nasıl yani?" dedi.

Baran sigarasının ucu yanarken geri çekildi. "Yoğun olmasa işlerim daha fazla gözlemlerdim ama ne Yadê'nin şu şaşalı düğün telaşı ne de Firuze'nin yıllardır buraya geri dönsün diye dil döküşlerime rağmen birden gelişi normal değil. Bir de babamın nefreti çıktı üstüne."

Çektiği duman burnundan süzülürken ruhu gibi karanlık gözüküyordu Baran. Faysal'ın büyük bir hata yaparak düşmana el uzatmasından korkuyordu.

Babasının her daim kötüyü seçmek gibi bir huyu vardı çünkü.

Oysa çoktan bunu yapmıştı. Baran'ın düşünceleri yaşanılanlar karşısında yalnızca yeni filizlenen bir şüpheydi çünkü herkes Firuze geldiğinden beridir garip davranıyordu.

"Çözülür!" dedi Ezra, Baran'ın aksine sakin bir sesle. Oysa içinde yangınlar sarmıştı dört bir yanını. Ne su dökmekle sönerdi bu yangın, ne kül olmakla biterdi.

Çünkü Firuze'nin hal ve tavırlarından öğrendiği bir başka şey de onu kızdıracak bir sürü vukuatı gerçekleştirmiş olduğuydu. Ezra da tam olarak bu yaptıkları felakete sebep olmadan sakladıklarını ortaya çıkartabilmeyi umuyordu.

Yine de bulacakları onu da endişelendiriyordu.

Bu yüzden başını çevirip baktı Barana. "Ne olursa olsun kardeşinin elini bırakma sakın." dedi. Baran da tekrar ona baktı.

Anlamlandıramamıştı bu çıkışı ama yine de dinledi onu.

"Yarın bir gün ortalık karışır da beni bile karşısına alırsa yanında ol kardeşinin. Ben yine bir şekilde ardında olurum ama şartların ne getireceğini veya beni ne kadar uzağa iteceğini kestiremiyorum artık çünkü ne zaman yaklaşsam yakıp da geçiyor."

Baran, Ezra'nın ona olan aşkını biliyordu. Anlamak da zor değildi zaten. Bir gün o meşhur içmelerinden sonra da Ezra bütün acısını dökmüştü rakı sofralarına sonrası da zaten neredeyse bir felakete sebep olacaktı ki son dakika da Baran engel olmuştu ama hiçbir zaman bu sevda yüzünden Ezra'ya kızmamıştı.

Ezra tanıdığı en adam gibi adamlardandı ve düştüğü sevda batağını da en iyi Baran anlardı çünkü o da aynı şekilde Ayşen'i yüzünden bu bataklıktaydı.

Ayrıca bir kere bile Firuze'ye art niyetle yaklaştığını görmemişti. Sonrasında da bu ihtimal ortadan kalkmıştı ama yine de bu konuşmadan hala hiçbir şeyin bitmediğini anlıyordu.

"Kötü bir şey yaptığına inanıyorsun." dedi Baran. Akıllıydı. İkiyle ikiyi toplamak zor değildi. Bu yüzden bir cevap vermedi Ezra.

"Yanında ol!" dedi sadece. Bu cümlenin ben olamasam da diyerek tamamlanmamış bir kısmı vardı ama kimse bahsini açmadı.

Her iki adamın da kafasında şüpheler dolaşırken Baran sigarasını içip gitti ama Ezra gece soluncaya kadar terasta kaldı.

Aklına gelen ihtimaller uykularını kaçırtacak cinstendi. Eğer doğruysa da sebeplerini bilmek istiyordu sadece. Bir de bencilce kıyamet kopmadan önce Firuze'yi çekip kendine saklamak, düşmanı olsa bile burnunun dibinden ayrılmamayı arzuluyordu.

Bu gece onu öptüğü, hasretini dindirmeye çalıştığı zamanda kalmayı diliyordu.

Bu aşk mıydı yoksa bir hastalık mıydı, bilmiyordu Ezra ama kendini bildi bileli konu Firuze'yse hasta bir adam gibi hissediyordu.

Çoktan unuttuğu sargılı parmağını fark ettiğinde neredeyse sabah olmak üzereydi. Dalgın dalgın çözdü elindeki sargıyı. Ovuşturarak çıkardı üstündeki kurumuş ve çatlamış kınayı. Ortaya çıkan kızıllık karanlıkta pek ayırt edilmiyordu ama yine de kınalı parmağına bakarken bunun anlamını hatırlayıp hafifçe gülümsedi.

Sonra o gülümseyiş soldu, yerini hiç tamamlanamamış bir sevdanın acısına bıraktı.

"Mumu bağrına bastığı ip eritir derler Firuze! Göğüs kafesimi küle çevirip de özgür kalmak mı niyetin?"

Göğe bakıp dertli dertli iç çeken adamın sevdası büyük ama aynı zaman da bir yüktü.

"Bu yürek ölünce sevdamın da biteceğini bilir gibisin."

𓇚ꕥ𓇚

Ertesi sabah sanki dün gece yürek yangını yaşanmamış, korkular gölgelere saklanmamış gibi şenlik devam etti. Bugün düğün için hazırlanan merasimin birinci günüydü.

Gündüz hazırlıklar yapılacak, akşam ise enva-i çeşit tatlıyla, lokumlarla kahveli bir ziyafet düzenlenecekti. Perşembe akşamının bereketiyle dualar okunsun, hayırlar işlensin diye yapılmıştı bu şenlik.

Oraya özgü bir adet değildi ama Arjin 'in kendince adetleri ve bunların hepsinin bir sebebi vardı. Meydanda lokma dökülecek ve dağıtılacaktı. Sıcak sıcak lokumlar kavrulup verilecekti.

Kimse yalnızca bir çalışanına yaptığı bu düğünü anlamlandıramıyordu. Eğer onlara bu kadar özeniyorsa kim bilir kendi torunları evlenince ne kadar büyük bir düğün yapacak diye konuşuyorlardı ama Arjin her şeyin farkındaydı.

Sadece kuraklık getirdiği bu topraklara yeniden bereketi hasıl etmeyi arzuluyordu. Bu yüzden konakta yeniden hummalı bir hazırlığa tutuşan kalabalık onun eseriydi.

Bugün çeyizler serilmişti odalara. Eskilerde olduğu gibi bazıları çivilerle asılmış bazısı da odalarda sergileniyordu. Gelen kadınlar sanki bir sergiyi geziyormuş gibi odaları gezerken genç kızlar ise küçük oturma odasında oturuyorlardı.

O odada mahremiyet sağlansın diye sadece Zahide'nin istediği kişiler vardı çünkü iç çamaşırları ayarlanıyordu.

Firuze bebek mavisi bir geceliği havaya kaldırıp sırıttı. "Bunu giyersen Ahmet'in yüreğine iner be Zahide'm, kurbanım!" dedi. Etrafta fantezi gecelikler uçuşuyor, şimdiden gerdek gecesi muhabbeti yapılıyordu.

Bu durumda kurban da Zahide'ydi ki şimdiden utançtan kıpkırmızı olmuştu ama onu takan yoktu.

"Bence Yâde 'nin de amacı o. Malum bugün bütün erkekleri gerdeğe girdirecekmiş gibi tatlı dağıttıracak." Genç kızlardan biri bunu söylerken en çok gülen Firuze'ydi. Sanki dün yaşanılanlar, babasının söyledikleri umurunda değilmiş gibi davranmayı çok iyi başarıyordu ama içten içe de yiyordu kendisini.

Dün Ezra'yı baştan çıkarmış ne olacağını umursamadan son haddinde kışkırtmıştı. Sonra yine gerçekler bir tokat gibi yüzüne çarpmış, babasının bağırışlarıyla gerçeklerin ortaya çıkmasına bir adım daha yaklaşmıştı.

Sabah ilk iş babasını Saruhan konağından eve getiren Baran'la konuşmuştu ama Baran onu geçiştirmiş, bir şey olmadığını ve işe gitmesi gerektiğini söyleyerek konuyu kapatmıştı.

Firuze bundan bile işkillenmişti çünkü tanıdığı abisi mutlaka ona bir şeyler anlatırdı ama onun yerine eğilip alnını öpmüş ve gitmişti evden.

Firuze artık kendisini yokuş aşağı yuvarlanıyormuş gibi hissediyordu ama yokuşun sonunda bir yangına düşeceğini bilirken bile eğlenmeye devam ediyordu.

"Akşam kazanla pekmez dağıtılacağını duyunca bende aynı şeyi düşünmedim değil!" dediğinde birkaç kız tekrar kıkırdadı.

Elindeki geceliği indirdi ve güzelce katladı Firuze. Sahra yanında lacivert bir elbiseyle sakin sakin oturuyor arada da gülümsüyordu.

Olanlar hakkında konuşma fırsatları olmuş ve onunda Bedran tarafından kışkırtıldığını ve elinde belgeler olduğunu öğrenmişti ama yine işte buradalardı. Tek bir adım atamadıkları gibi kızlar matinesine düşmüşlerdi.

Kardeşi de biraz ileride Zahide'ye yardım ettiği için bu anı fırsat bildi ve, "Sence Yadê ne yapmaya çalışıyor?" diye sordu Sahra'ya doğru eğilip. Sahra ona bakınca gülümsedi.

"Kötü şeyler." deyişiyle gülümseyişi taban tabana zıttı. Sonra sesi kısıldı ve, "Gece sevdiceğinle kırıştırmak yerine konağı araştırmayı tercih etseydin belki bir şeyler öğrenirdik ama o hakkını da kaybettin."

Firuze'nin duyduklarıyla yüzü sevimli bir şekilde kırışırken Sahra tatlı tatlı laf sokmaya devam ediyordu.

"Şimdide bir halt yapamayız çünkü evde her adım başı insan var. Arjin sanki hissediyormuş gibi bütün kapılarımızı kapatmış durumda ya da bildiklerinden dolayı. Bunu da bilmiyorum. O yüzden kurbanlık koyun gibi burada duracağız. Sonrasında da muhtemelen yüzleşeceğiz."

Firuze'nin kaşları çatılırken Sahra ona gülümsedi ve ben demiştim bakışı attı.

"Çok kötü bir arkadaşsın." dedi Firuze. Gerçeklerle yüzleşmek ona ağır gelmişti.

Sahra onu umursamadı. Gerçekler acıydı elbette ama sonradan yüzleştiğinde hayal dünyasından yere çakılmak kadar acı verici değildi. "Sende bana çiğköfte borçlusun çünkü kıçını kurtardım." Sonra ekledi. "Yine!"

İkisi de aynı anda sırıttılar. Karakterleri taban tabana zıt olsa da yan yana bir bütündüler. Sonra gülüşleri soldu ikisinin de. Firuze farkında olmadan eline aldığı bir tangayı sallarken bir yandan da, "Meymê'nin ne yaptığını bir türlü anlamıyorum. Bu zamana kadar ben bile böyle bir düğün hazırlığı görmedim. Neden asıl düğünden iki gün önce böyle bir tatlı seremonisi yaparsın ki? Üstelik dost düşman demeden herkesi de çağırmış meydana. Yarın da Firuze restoranın orada yemek dağıttıracak ve bu sefer de orada olacağız." dedi.

Firuze, bunların hepsinin bir anlamı olduğundan şüpheleniyordu ki hepsinde de haklıydı. Sadece mekanların geçmişteki yansımalarını bir türlü ayırt edemiyordu.

Sahra onun karmaşasını anlayabiliyordu fakat bu aileye yabancı olan kendisiyken yalnızca kısıtlı bir görüşü vardı. Bu yüzden, "Bana sorma!" dedi. "Eğer onu uzun zamandır tanısaydım bir cevap bulurdum ama şimdi sadece bir ipucu bulmak için incelemekten başka elimden hiçbir çare gelmiyor. Üstelik iki gündür Kadir Abiyi İstanbul'daki durumları öğrenmek için arıyorum ama ne zaman arasam beni meşgule atıyor ve geri de dönmüyor."

Firuze'nin kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Bu sabah bana da aynısını yaptı." dediğinde iki genç kadın da bunun şüpheli olduğunun oldukça farkındaydı ama öyle bir döneme denk gelmişlerdi ki atacakları her adım iki kat tehlikeliydi.

Ne Sahra bir düğün için bu denli bir kalabalık bekliyordu ne de Firuze bu kadar sıkıştırılacaklarını düşünüyordu.

"Galiba yandım!" dedi Firuze.

Sahra bunu inkâr edercesine başını olumsuz anlamda salladı. "Yanacaksak birlikte yanacağız, Firuze."

Firuze'nin kısa bir süre için dudaklarından buruk bir tebessüm geçti. Karşısındaki kadın en az Dildar kardeşiydi ve hiçbir ateşe tek başına atlamasına müsaade etmiyordu. O gerçek bir dosttu.

Yine de keyifsiz bir boş vermişlikle, "Neyse," dedi. " Suç kesinleşmediği sürece masumiyet karinesi asıldır."

Sahra onu onayladı ve Osmanlı hukukundaki karşılığını söyledi. "Berâet-i zimmet asıldır ama burada tecrübesiziz olmamız bir tık bizi olumsuz etkiliyor. Daha hiçbir dava almadığım gibi adliyeye de gitmedim."

Firuze'nin içi sıkıldı. İstanbul adliyesiyle daha erken yaşta tanışmıştı çünkü Kadir Abisi sürekli onları stajyer olarak kullanıyordu. Tanıdığı savcılar ve hakimler vardı ama burada her şey daha güvensiz hissettiriyordu.

Bu yüzden başını eğdi ve dalgın dalgın elindeki tangaya baktı. Adını söyleyip bir kızın güldüğünü duyunca başını kaldırdı ve Hülya'nın ona güldüğünü fark etti.

"Çok beğendin abla herhal." dedi doğu ağzıyla. Firuze elindeki iç çamaşırını fark ettiğinde havaya kaldırdı ve sırıttı.

"Ben değil de Ahmet'in beğeneceği kesin." dedi. O da güzel iç çamaşırları giymeyi severdi ama bu başka bir seviyedeydi.

Siyah bir iç çamaşırıydı ama sadeliğini kenarlarındaki minik taşlarla bambaşka bir gösterişe dönüştürmüşlerdi.

İç çamaşırını incelemeyi bıraktıktan sonra başını çevirip Zahide'ye baktı. "Siz birlikte mi seçtiniz bunları Zahide'm?" diye sorduğunda Zahide bir yandan eliyle yüzünü yelliyor diğer yandan da paketlenenleri bir köşeye koyuyordu.

"Yok abla," dedi başını kaldırıp ona bakarak. "Ahmet'im yoğun baya. Bir türlü denk getiremedik. Kaynanam gelmek istedi ama ben çok utandım. Sonra Yadê beni Hülya'yla gönderdi."

Firuze sırıttı. "Yani ilk defa görecek bunların hepsini." Zahide başıyla onay verdi ama hem utanmış hem de dağılmış gözüküyordu. Üstelik yorgundu da.

Firuze bunu yeni fark edip birden ciddileşti. Normalde daha uğraşırdı ama Zahide cidden kötü gözüküyordu.

"Senin neyin var bakayım?" dedi ayağa kalkıp eteklerini düzeltirken. Bugün mavi çiçekli bir elbise giymişti. Elbisenin göğüs kısmı büzgülüydü tam ortasında Firuze'nin bağladığı bir ip vardı. Kolları da karpuz koldu. Boynuna taktığı altından papatya kolye ve saçının yan tarafına yerleştirdiği mavi çiçekli tokası haricinde hiçbir takısı yoktu.

Yine de uzun saçları ve safi güzelliğiyle başlı başına bir şaheserdi.

Zahide ona bakarak omuz silkti ama kötü gözüküyordu. "Bir ağırlık var üzerimde abla. Sürekli ağlayasım da geliyor." Bunu deyince bile gözleri doldu. "Dün annem de çok ağladı zaten. Teyzem de kötüydü. Belki de ondan böyle oldum."

Firuze anlamış gibi başını salladı. "Göğüs kafesinde de bir ağırlık var değil mi?" diye sorduğunda Zahide başıyla onay verdi.

"Biriktirmişsin üstüne o bütün kötü enerjiyi." dedi Firuze. Yanına ulaştığında sarıldı Zahide'ye. Aralarında çok yaş farkı olmasa da hep ablalık yapmıştı onlara. O yüzden böyle olaylarda hep anaç olan taraf o olurdu.

"Prenses gibiydin Zahide'm! Kimse gözünü alamadı senden. Tabi bir de kem gözlüler de oradaydı." Eraslanların meymenetsiz suratları gözünün önünde canlandı Firuze'nin. Yüzünü tiksinmiş gibi buruştururken, "Yadê sana korunma duaları da vermiştir. Okumadın mı?" dedi.

Zahide yine başıyla onay verdi. "Okudum hem Aşık da beni görünce okudu baya!" Firuze konu ciddi olsa da sırıttı.

"O başka bir şey okumuştur da şimdi girmeyelim o konuya." Sonra bir an düşündü. "Gerçi girelim, girelim! Seni görünce ne tepki verdi?" deyince Zahide genç kızların içinde artık kırmızı güle dönüşecekti. "Sence ne tepki vermiş olabilir abla?" diye sorduğunda artık gerçek ten rengi gözükmüyordu utancından.

Firuze onu omzuyla dürttü. "Sende evleneceksin ama hala utanıyorsun be Zahide! Az Hülya'dan feyz alsana. Kırıştırmanın kitabını yazdı kuzenin."

Gerçi o da kendi kitabına sağlam bir başlangıç yapmış gibiydi. Bu gidişle de herkesi geçerdi.

Hülya'dan aniden itiraz çığlıkları yükseldi. "Firuze abla ya!" dedi elindeki takımı bırakıp. "Neden konu dönüp dolaşıp bana geliyor?"

Firuze ona döndü bu sefer. En çok Celal ve Hülya'yla uğraşmak hoşuna gidiyordu. "Bugün sabah geçerken Celal'in sırıttığını gördüm. Adamı yine ihya etmişsin diye düşündüm Hülya Hanım." dedi. "Hani süründürecektin?"

Hülya, Zahide'nin aksine utanmadan güldü. "Süründü o, süründü!" dedi. "Ben aldım intikamımı." Sevdiceğinin o yakışıklı yüzünü okşayarak bir iki cilve yapmış sonra da birkaç öpücük çalmasına izin vermişti ama iş ciddiye binince sıvışmıştı ortamdan Hülya.

Celal zaten gergin gelmişti yanına. Trafo gibi bırakmıştı adamı arkasında.

"Hiç sürünmüş gibi değildi ama sen bilirsin." diye lafını da soktuktan sonra Hülya'yla uğraşması bitince tekrar Zahide'ye döndü ve, "Sabah duş aldığında sirkeli su yaptın mı?" dediğinde Zahide'nin kaşları havaya kalktı.

"Unuttum!" dedi sonunda neden böyle olduğuna dair sebebini bulmuş gibi bir şaşkınlıkla. "Yadê tembih etmişti ama konakta o kadar iş vardı ki nasıl duş aldığımı bile bilemedim."

Yüzü hüzünle sarsıldı sonra. Gelin olmak eğer ki büyük bir düğün yapılacaksa gelini çok yoruyordu. Çoğu gelin bu süreçte hastalanıyordu ki Zahide'nin de durumu buydu aslında. Bu haliyle çok saf çok masum gözüküyordu.

Firuze birlikte büyüdüğü insanların evlenip yuva kurmasını hala garip buluyordu çünkü ne kadar zorluk çekmiş olursa olsun hala bir tarafı o çocukluğundaki neşeli hallerini taşıyordu ve bu yüzden kendini yeterince olgun hissetmiyordu.

Kendi yarım kalınca herkesin de yarım kaldığını sanıyordu aslında. Bu yüzden hala minik olarak gördüğü genç kadını kanatları altına aldı.

Zahide'nin yanağını çekiştirerek severken, "Senden değerli mi akıllım?" dedi. "Sağlığından mühim mi? Hepimiz bir işin ucundan tutup hallederdik. Sen niye kendini bu kadar yoruyorsun?"

Zahide ona karşı mahcup bir şekilde gülümsedi. "Ondan mı böyle kötü oldum diyorsun abla?" diye sorduğunda onun yerine içeri yeni adımını atan Arjin konuştu.

"Neyden kötü oldun Zahide?" diye sorduğunda ortada olan her kız birden kendini toparlama telaşına düştü.

Arjin elindeki bastonuyla ağır ağır içeri girdi. Bu sefer üstünde zümrüt yeşili bir takım vardı ve o bir ortama girince sanki ağırlığıyla, duruşuyla herkesi kendine amade kılıyordu. Zahide de aynı telaşın içine düştü. Elindeki geceliği arkaya fırlatıp "Bir şey değil..." diye konuşmaya başladığında Firuze sözünü kesti.

"Dünden sonra ağırlık binmiş üstüne, duşta almamış sirkeli suyla. Baksana haline Meymê!" dedi Zahide'nin çenesinin altına elini koyarak. "Teni solmuş kuzumun!"

Zahide'nin artık utanacak yeri kalmamıştı. Yerin dibine girecek gibi gözüküyordu ama bu tavırlar Arjin'i pek etkilemezdi.

O derin mavi gözleriyle Zahide'ye doğru yaklaşırken bir yandan da genç kadını inceledi. "Bırak bütün işleri!" dedi sonra itiraz istemeyen bir emirle.

O da Zahide'nin halinden hiç memnun gözükmüyordu. "Zaten ben sana çalışma demedim mi kızım? Bu odaya niye yolladım seni ben?" diye sorduğunda Zahide'nin omuzları çöktü.

"Çok iş var Yadê. Herkes çalışıyorken nasıl oturayım?" dedi Zahide. Zaten bu denli masraf yüzünden mahcup hissediyordu kendisini. Durmak ayıpmış gibi geliyordu ona. Arjin'i bu sözler daha da kızdırdı.

"Sözümü dinlememezlik etmeye devam edersen hasta olacaksın birkaç güne Zahide." dedi Arjin. Sonra Firuze'ye döndü. "Odamdan iki beyaz bidon kap da aşağıdaki çeşmeden su doldurup bana getir." dedi.

Firuze, Arjin'e şaşkın şaşkın bakarken Arjin bu bakışların hiç farkında değilmiş gibi Zahide'ye döndü. "Sende gel odama ben suyunu hazırladıktan sonra in aşağıdaki hamama. Yıkan bir güzel hazırladığım suyla."

Sonra Zahide'nin iyiliğini istercesine azarladı. Sesi sert olsa da genç kadını önemsediği her cümlesinden anlaşılıyordu. "Yok mu kızım senin canının kıymeti? Nazar mezar kazdırır insanoğluna. Koru kendini. Yarın bir gün yuvan olacak, insan kendini korumazsa yuvasını da koruyamaz. Size nasıl öğrettiysem öyle bereketlendirin yuvalarınızı. Kuran ile korumayı asla ihmal etmeyin."

Arjin böyle şeyleri oldukça ciddiye alırdı. Onun için fiziksel hastalıkların hepsinin de ruhani bir sebebi vardı. Görünen kadar görünmeyenin de etkisi vardı insanın üstünde.

O da bunları oldukça iyi bilirdi.

Zahide usul usul itaat edercesine başıyla onay verdi Arjin'e ama Firuze bu sırada bambaşka bir yere takılı kalmıştı.

"Yadê niye ben dolduruyorum ya?" dedi sitem edercesine. "Aşağıda bir sürü koruma var, erkek var. Onlar doldursun bir zahmet." Küçükken de o bidonları taşımaktan nefret ederdi. Her daim ona ağır gelmişti ve hala da ağır geleceğine adı gibi emindi.

Arjin keskin gözlerinin yeni hedefini Firuze belledi. Firuze o bakışa karşı otomatikman aynı şekilde karşılık verdi.

Karşısındaki kadının gelecekti yansımasıydı ve bu yüzden bu denli takışıyorlardı zaten. "Sana dediysem vardır bir bildiğim, imdelleliti." dedi Arjin. Sonra ona doğru eğilip kısık sesle ekledi. "Belki feyz alırsın da kendi cenabetliğini de temizlersin."

Firuze'nin bu ifadeye karşılık gözleri korku ve şaşkınlıkla büyüdü. Sahte bir şekilde güldü ama bu gülüş endişe taşıyordu.

Arjin dün hakkında bir şey mi biliyordu? Eğer öyleyse sıvaması an meselesiydi.

"Aha- aha-ha! "Öyle mi olmuş?" Arjin gülmese bile Firuze'nin bu sıkışmış haline karşı bakışlarında bir eğlence parıltısı dolaştı.

"Bilmem!" dedi Arjin. "Gece gece birden ortadan kaybolup kuytu köşelerde kırıştıranlara sormak lazım. Sonra da geldiği gibi odasına sıvışanların kendini bilmesi lazım."

Firuze birden ciddileşti. Yanmıştı hem de baya baya yanmıştı. Arjin her şeyin farkındaydı. Nasıl oluyordu da bu denli her şeyden haberdardı, bilmiyordu Firuze ama geri çekileceği zamanı bilecek kadar akıllıydı.

"Oldu o zaman!" dedi ellerini birden çırparak. "Ben gideyim de şu bidonları doldurayım." Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaksa Firuze'nin şu an uçması lazımdı. Odadan çıkmak üzere harekete geçti. "Madem meymê öyle istemiş bize de yapmak düşer."

Olay yerinden resmen topuklayıp giderken Arjin nadiren gösterdiği gülümsemelerinden birini gösterdi.

Bu hayatta baş etmekte en zorlandığı kişi Firuze'ydi ama onunla uğraşmak, bir cevheri doğru bir şekilde şekillendirmeye benziyordu ve Arjin'de bundan derin bir haz alıyordu.

Firuze ise Arjin'in aksine hiç eğlenmiyordu bu durumdan ve oldukça da telaşlıydı.

Arjin'in odasına gidip bidonları aldıktan sonra aşağı inerken bile habire söyleniyordu. "Müneccim yemin ediyorum bu kadın! Görünmeyen dostları mı var anlamıyorum ki ben. O karanlıkta ben bile kendimi göremiyordum. Sen beni nasıl görmüş olabilirsin?" derken sitemi bu aralar hiçbir işini gizli kapaklı yapamayışınaydı.

Kendi kendine söylenişi normalde herkes tarafından dikkat çekecek bir durumdayken konaklar o kadar kalabalıktı ki iki kişinin arasından sıyrılıp kapıdan çıktı.

Sonra kapının önünde dizilmiş Jeepleri görünce duraksadı. Önde duran Ezra'yı görünce farkında olmadan gülümsedi.

Ezra bugün onun elbisesiyle aynı renkte bisiklet yaka bir tişört giymişti. Altında da siyah bir kot pantolon vardı. Kollarını göğsünde kovuşturmuş Bedran' ı dinliyordu.

Normalde biraz dikkatli dinlese geçen gün ki dosya hakkında konuştuklarını anlardı ama bunu fark edemeyecek kadar dikkati dağılmıştı.

O kalın kolların dün onu sardığını düşünüyordu. Şu an dikkatle Bedran'a bakan gözlerinin onu yaktığını hatırlayınca Midyat'ın sıcağı onu daha fazla yaktı.

Kınalı parmağını görmek istedi ama kolu ve gövdesi arasında kalan eli yüzünden onu da göremedi. Sonra Ezra izlendiğini fark etmiş gibi birden başını çevirip ona baktı. Firuze kalbinin teklediğini hissetti ve heyecanlandı.

Güzel yüzündeki neşeyle birlikte Ezra'nın onu baştan aşağı süzüşünü ve bunun sonucunda bakışlarının yoğun bir buz ateşiyle kavruluşuna birinci elden şahit oldu. Yukarıdaki Zahide gibi elinin tersiyle kendini yellememek için zor tuttu.

"Tünaydın!" dedi. Çoktan öğlen olmuştu ve güneş tepelerinde yakıcı bir şekilde etrafı aydınlatıyordu.

Ezra başıyla onu selamladı. Bedran ise Firuze'nin elindeki bidonlara bakıyordu. "Hayırdır? 5 yaşına döndün de hazır kalabalığı buldum diye millete su topları mı atacaksın yine? Onun için mi bu bidonlar?"

Tabi ki küçükken bunu da yapmışlardı ama artık büyümüşlerdi ve Firuze suçlu olmaya çok yakınken kimseye sataşamazdı.

Firuze, abisini bırakıp kardeşine göz devirdi. "Ha-ha!" dedi alay edercesine. "Çok komik!" Bidonları kaldırdı. "Yadê emretti. Çeşme suyuyla Zahide'ye su hazırlayacakmış. Beni de kurban olarak seçti."

Sonra bakışlarını Ezra'ya çevirdi. "Nasıl taşıyacağım ki şimdi ben bunları?" dedi masum bir şekilde Ezra'ya bakarken.

Tam olarak kurbanını seçtiği andı bu. Ezra'nın dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Firuze ise Ezra'yı ikna etmeye gerek bile olmadığını bilerek ona cilveli bir şekilde güldü.

Bedran ise, "Seni şeytan!" dedi. "Yine iki naz bir niyazla işini başkasına yaptıracaksın."

Firuze gülümsemeyi bırakıp pisliğe bakıyormuş gibi bakışlarını Bedran'a çevirdi. "Sen bir uzasana buradan?" dedi. "Yok mu senin işin hem? Bu saatte ya kulüpte olursun ya da uyuyorsundur. Ne diye zebellah gibi geziyorsun ortalıkta?"

Bedran ona karşı sırıttı. Firuze dünün hıncını çıkartamamıştı hala. Bedran da dünden istediği verimi alamamıştı. Bu yüzden birbirleriyle uğraşacaklardı.

"Abimin ceketini giydiğini anladığım için bu tavırlar değil mi? Ne yapayım kızım zekiysem? Ben mi dedim kuytu köşe de gizli işlerle uğraşın diye."

Bedran sırıtırken birden Ezra onun omzundan yakaladı.

Parmaklarıyla omzunu ezerken Bedran aşağı doğru büküldü. "Kapa çeneni de sikmeyeyim belanı, Bedran!" Sakince söylenmiş bu sözler sesli bir öfkeden daha kuvvetliydi.

"Ah abi!" dedi Bedran. Gerçekten canı yanıyordu. Ne annesi ne de babası en ağır abisinin eliydi çünkü. "Ne dedim de şimdi ben?"

Çok şey demişti. Ne hikmetse bugün herkesin dün geceyi konuşası vardı.

"Etrafında bu kadar insan varken gevşek gevşek konuşmaktan ne zaman vazgeçeceksin sen?" dedi Ezra onun kolunu bırakıp Firuze'ye doğru yürürken.

Firuze eliyle göğsünü sıvazlayıp Bedran'a oh çekerken Bedran ise ona ters ters baktı ama sonra gamsız bir şekilde sırıttı ve olduğu yerde dikleşti.

"Hiçbir zaman. O zaman olay çıkmaz ki!" dedi. Sakinlikten asla zevk alamıyordu. Uzun süre durgun bir hayat yaşayınca hayatında bilerek sıkıntı çıkartma potansiyeline sahip bir tipti. Ezra sabır çeker gibi iç çektikten sonra Firuze'nin elinden bidonları aldı ve, "Geç önüme, Firuze!" dedi.

Firuze ona itiraz etmeyecek kadar akıllıydı.

Sonra tekrar bakışlarını Bedran'a çevirdi. "Sende bekle beni burada. Birlikte gideceğiz." dedi.

Bedran ona asker selamı verdi. "İstediğin kadar beklerim. Yeter ki sen gel abimm!" dedi her zaman ki gevşek tavrıyla.

Firuze ona dönüp boka bakar gibi baktı. "Hoşt!" dedi. "Az ötede başka av bul kendine."

Bedran kıs kıs güldü. Firuze değil ondan uçan kuştan bile kıskanıyordu aslında Ezra'yı. Bedran 'ın ise bunu kanıtlamak hoşuna gidiyordu.

"Bu aralar benim için en cazip av senin yakınlarında dolanan mavi gözlü güzel. Dikkat et de çok kalma arkadaşından. Malum, yalnız avı tez yakalarlar."

Firuze bu sefer cidden sinirlendi. Sahra onun hassas tarafıydı çünkü. "Def ol git, Bedran!" dedi birden yükselerek. "O kız seni parçalara ayırır! Bulaşma sakın arkadaşıma da! Geçen gün yaptıklarını da duydum zaten."

Bedran banane der gibi omuz silkti. "Duydukların duyacaklarının teminatıdır, Firuze." dedi üstü kapalı bir tehdidi de ortaya sunarak. Sonra ekledi. "Durmayacağım." dedi. "Hoşuma gidiyor uğraşmak."

Açık açık söylüyordu bir de. Bu Firuze'nin daha da sinirlenmesine sebep oldu. İşaret parmağını sallayarak, "Bana bak!" diye cümleye başladı ama sonra Ezra'nın elini kolunda sürükledi.

"Gidiyoruz!" dediğinde Firuze isyan edercesine bakışlarını Ezra'ya çevirdi ama Ezra onun bu isyanını umursamadı.

"Sizin çocuk gibi didişmenizi beklersem işime geç kalacağım."

Firuze dudak büktü ve itiraz etmek istedi ama Ezra'nın tavrı ve sözleri bir şekilde ona işliyordu ve sakinleştiriyordu. Yoksa ayak üstü Bedran'la kavgaya tutuşurdu.

"Ne işin var ki? Bildiğim kadarıyla düğün için personele izin vermişsin."

Ezra ona cevap vermedi. Bugün İstanbul' dan gelen korumaları sorgulayacaktı. Bu sabah gelmişlerdi ve hiçbir şeyden haberdar değillerken yaka paça Bedran'ın kulübündeki şarap mahzenine hapsedilmişlerdi.

Ezra bizzat onları sorgulayacaktı.

Bunları Firuze'ye söyleyip onu endişelendirmek de vardı ama bunun yerine önden yürümeye devam etti. Firuze ise onun yanında çenesini tutmayı bir türlü beceremediğinden bu sefer başka bir soru sordu.

"Akşam gelecek misin peki? Yadê maşallah bütün Midyat'ı tatlıya doyuracak. Derdi neyse?" Aklına gelen şeyle utanır gibi oldu ve, "Tövbe, tövbe!" dedi.

Hakikaten de bu gece yapılacak merasimde bir gariplik vardı.

Ezra, Firuze'nin yaptığı her şeyin farkında olarak sokaktan aşağı inmeyi devam etti. Bu sırada duyduklarıyla hafifçe gülümsüyordu.

Firuze sonunda bir cevap alamayacağını anlayınca, "Tek başıma monoloğuma devam edeyim mi yoksa bir cevap verecek misiniz Üzeyir Bey?" dediğinde Ezra'nın hafif gülümsemesi genişledi.

Durdu, başını döndürüp ona baktı. "Senin cevap vermediğin sorular boyunu aşmışken her istediğinde soru sorup cevap almayı kendine hak olarak mı görüyorsun, Firuze?"

Firuze'nin suratı asıldı ama bu kısa sürdü çünkü pes etmek kanında yoktu. "Benim sorularım masum bir kere." dedi çenesini yukarı doğru kaldırarak. Ona doğru bir adım attığında Ezra'nın gök mavisi gözleri Firuze'nin dudaklarına kaydı.

"Senin hiçbir şeyin masum değil, Firuze." dedi gözlerini dudaklarından ayırmadan. Sonra bakışlarını ona doğru çevirdi. "Sen adamı dinden imandan çıkartırsın."

Karşısındaki genç kadın yürüyen bir cazibeyken Ezra nadiren içinden geçeni söylediği bir an yaşıyordu. İkisi de dünün etkisinden kurtulamamışlardı ama Ezra ekstra sarsılmıştı.

Gözlerinin altındaki gölgeler uykusuzluğuna ve sebebine şahitti. Yalnızca bu halini dışarıya yansıtmıyordu.

Firuze bu sözlerden sonra yanmış gibi bir adım çekildi. Ezra'ya burada karşılık verirse ilk defa onun yapacaklarına güvenemiyordu çünkü öyle bir bakıyordu ki Firuze bunca sıcağa rağmen ürperdiğini hissetti.

"Aman!" dedi bu durumdan sıyrılmak için rahat davranmaya çalışarak. "Bugün sen bir, babaannen iki! Şeytan yaptınız iyice beni."

Ezra'nın kaşları hafifçe çatıldı. "Ne dedi niye?" dediğinde Firuze onu bırakıp önünde salına salına yürümeye başladı. Simsiyah saçlarının bukleleri ardında bir yay gibi sallanıyordu.

"Bizi görmüş ya da izletmiş, bilmiyorum." Elini umursamazca havaya doğru salladı. "Belki de sadece ihtimaldir." Çeşmenin önüne geldiğinde durdu. Yukarısında aslan figürü olan iki ayrı çeşme vardı burada. Çocukluklarında susadıklarında en çok geldikleri yerdi burası.

Firuze, tam bu nokta boynundan tutulup çeşmeye doğru eğdirilerek zorla saçının ıslatıldığı günleri hala dünmüş gibi hatırlıyordu.

Dönüp bugünün Ezra'sına bakarken hala o içine çeken neşesi etrafında dolanıyordu.

"Cenabetsin sen dedi."

Sonra Arjin'in sesini taklit ederek ekledi. "Belki feyz alırsın da kendi cenabetliğini temizlersin." Başıyla kendi taklidini onayladı ve güldü Firuze. "Tam bu şekilde yerin dibine soktu beni."

Ezra ise onun bu halini içi giden bakışlarla ve hafif bir tebessümle izliyordu. Firuze sıkıntılı bir olay da bile dışarıya gerçek hislerini yansıtmayı pek sevmiyordu.

Ezra onun şu an oldukça sıkışmış hissettiğinden adı gibi emindi oysa. Yine de onunla aynı oyunu oynamaya devam etti.

Çeşmelerden birini açmadan önce, "Haklı değil." dedi. Sonra eğildi ve çeşmeyi açtı. Firuze ise onunla aynı işlemi diğer çeşmede yaparken, "O ne demek?" diyerek bu sefer cevap alacağı bir sorunun tuzağına düştü.

İkisi de eğilmişlerdi ve yan yana duruyorlardı. Firuze'nin saçları omzundan aşağı, yanına doğru dökülürken Ezra'ya baktı.

Ezra da bidonun ağzını akan suya göre tam olarak ayarladıktan sonra dönüp ona baktı.

Gözleri hafif kısıldı. Firuze'ye dair yıllardır biriktirdiği arzusunu gösterircesine bir bakış belirdi gözlerinde. "Daha hiçbir şeyi bitirmemiştim" dedi. Sesinde de bakışlarındaki gibi bir vaat vardı. "Hatta daha başlamamıştım bile, iki gözüm."

Firuze'nin ciddi ciddi ağzı açık kalırken Ezra'nın yüzünde zafer dolu bir bakış belirdi sonra da başını eğdi. Firuze şok olmuş bir şekilde onun keskin yan profiline ve yandan gözüken hafif gülümsemesine bakmaya devam etti. Sonra bidon kaydı ve üstüne hafif su fışkırınca, "Hiih!" diyerek başını tekrar çeşmeye doğru çevirmek zorunda kaldı. Eliyle tekrar bidonu düzelttikten sonra çeşmeye sitem etti bu sefer.

"Aman, tamam be! İki dakika yanalım dedik hemen hortum tuttun üzerimize."

Firuze'nin heyecanlanınca patavatsızlaşmak gibi de bir huyu vardı. Ezra da bunu iyi bildiğinden gülüyordu zaten. Firuze'yi heyecanlandırıyor ve fiziksel olarak bir tepki verdiriyor olmak derin bir haz veriyordu Ezra'ya.

İlk bidonu o doldurdu. Sonra durup Firuze'yi bekledi. O da doldurunca önünden bidonu aldı ve iki yanına koydu çünkü Firuze'nin daha konuşacağını biliyordu.

Nitekim bakışları bu sefer eline takıldığında zaferine baktığını biliyordu. Firuze, Ezra'nın elini kaldırıp serçe parmağını kedi gibi kıstığı gözleriyle inceledi.

Sonra dudaklarında beliren tatmin dolu gülümseme Ezra'nın iradesine yapılmış bir suikast gibiydi. Başını eğip o dolgun dudaklara yapışmamak için kendini zor tuttu Ezra.

Firuze bakışlarını ona doğru çevirdi. "Tutmuş kınan!" dedi. Sesinde ve bakışlarında yaramaz bir kız çocuğunun neşesi vardı. "Bende hiç tutmaz, ellerim de buz gibi olunca hep açık renk kalır."

Ezra başıyla onu onayladı. "Biliyorum." dedi.

Tabii ki biliyordu çünkü onlara birlikte kına yakardı Arjin.

Ezra, "Bakıyorum da hoşuna gitti." dediğinde Firuze bakışlarını ona çevirdi. Bir an bocaladı.

Ezra cevap vermeyeceğini düşündü bu yüzden. Firuze için kaçmak huy olmuştu çünkü.

Nitekim Ezra, Firuze'nin geri çekileceğini hissettiğinde tek elini avuçlarına hapsetti sonra da parmaklarını Firuze'nin parmakları arasından geçirerek onu kendine çekti.

Firuze yine de uzaklaşmaya çalıştı ama bir yandan da onu kışkırtmaktan kendini alamadı. Bir eli Ezra tarafından hapsedilmişken diğer elini havaya kaldırdı ve hafifçe hem elini hem de belini kıvırdı.

"Etrafında oynadığım ateşi yaktım parmağına, Üzeyir Bey." dedi dün geceyi hatırlatırcasına vücudunu kıvırırken. "Niye hoşuma gitmesin?"

İşvesi, cilvesi ve o an bedenini karşısındaki adam için kullanışı bile büyük cazibe tuzağıydı. Nitekim Ezra da bu tuzağa seve seve düştü.

"Firuze!" diye onu uyarırken bile yüzündeki tehlike ifade ve genç kadını kendine doğru çekişi, aralarındaki çekimin bir sonucuydu.

"Ne Firuze?" dedi Firuze nazlı nazlı gülerken. "Yanmadın mı?"

Ezra, burnunun dibine kadar çekti genç kadını. Sonra da sokak ortasında olmalarını umursamadan üzerine eğildi.

"Yandım, iki gözüm!" dedi, sesinde gizli bir hırs belirdi. "Ama bu ilk yanışım değil. Senin de beni ilk yakışın değil." Birbirlerine düğümlü ellerini onun yüzüne götürdü ve kendi elinin sırtını onun yüzüne sürttü. "Şimdi sen bana söyle. Yaktığının ardında duracak mısın?"

Firuze bir kez daha bile bile lades demişti. Normalde Ezra'nın çok daha derin bir şeyi kast ettiğini biliyordu ama onun yerine geçiştirdi ve, "Elindeki kına bir şeyleri kanıtlamıyor mu?" diyerek ona diklendi.

Sonra yine geri çekildi ama Ezra hala onun elini bırakmamıştı. "Senin yalnızca kendince bir şeyleri kanıtlama isteğini hatırlatıyor bana." dedi Ezra gerçekleri yüzüne vurarak çünkü bu cevap hiç hoşuna gitmemişti.

Firuze uyuz olmuş gibi baktı ona. Ezra isteyince öyle bir damarına basıyordu ki Firuze en çok onunla yanıyordu.

"Neye sayarsan say!" dedi bu yüzden yine aynı şekilde yüksek sesle ona çıkışarak. Ezra ise ondan çok daha öfkeliyken gayet sakindi.

Firuze'nin elini bırakınca genç kadın ondan birkaç adım uzaklaştı ama bu aralarındaki çekim için faydasız bir çabaydı.

Firuze bir an duraksadı, su bidonlarına bakarken tadı kaçmış gözüküyordu. Sonra dün gecesini rezil eden an aklına gelince başını kaldırıp tekrar Ezra'ya baktı.

Şimdi hepten tadı kaçmıştı.

"Babam dün adımı sayıklıyordu. Ne dedi?" diye sorduğunda Ezra'nın hala ona baktığını fark etti ama bakışları aşağı doğruydu. Firuze neye baktığını anlayamadan Ezra ona doğru bir adım yaklaştı ve tam önünde durdu.

Firuze fark etmemişti ama göğüs kısmındaki ip, suyu doldururken çözülmüştü ve göğsüne doğru minik bir çentikle ikiye ayrılarak dikkat çekici bir dekolteyi gösteriyordu.

Ezra uzanıp o iki ipi eline aldı ve geniş omuzlarıyla önünü sokaktan geçecek herkese kapattıktan sonra hem konuştu hem ipi bağladı.

"Adını sayıklamak haricinde bir şey yapmadı. "dedi. Yalandı ama Ezra o gerçekleri konuşmadıkça onunla dürüst savaşmayacaktı. Nitekim şu an yaptığı da tam bir akıl oyunuydu. Firuze ona değil, göğsündeki ipi bağlayan ellerine bakıyordu.

Ezra bilerek ipleri biraz çekiştirince Firuze'nin sakince kalkıp inen göğüs kafesi hızlanmaya başladı. Ona baktığında gül dudaklarının aralandığını görmek Ezra'ya derin bir haz verdi.

"Adımı unutsa keşke!" dedi Firuze. Şu an yaşadığı anın vermiş olduğu gerginlikle sesi daha da sinirli çıkmıştı.

Ezra bir şey söylemedi. İpleri sıkı bir kurdele yaptıktan sonra geri çekilmeden önce elinin tersi çıplak tene hafifçe temas etti. Aralarında yaşanan an hem mahrem hem de özel geldi Firuze'ye.

"Unutulacağına dair inancın yalnızca bir seraptan ibaret, iki gözüm." dedi Ezra ona doğru. "Sen unutulmazsın."

Firuze daha bu sözler yüzünden erime kıvamına doğru geçememişken Ezra tarafından minik bir uyarı da geldi.

"Dikkat et!" dedi Ezra. Firuze uyarıyı anında anlamıştı ama yine de başını eğip ona tatlı tatlı gülümsedi çünkü içi gidiyordu çünkü Ezra kıskanıyordu ve bu Firuze'nin deli gibi hoşuna gidiyordu.

"Neye dikkat edeyim ki?" dedi yine de anlamamazlığa vurarak. Göğüs dekoltesini iki eliyle tutup yukarı çekerken bakışları bile bir kışkırtmaydı. "Hiç yani!" dedi.

Ezra gülüşünü durdurmak istedi ama yapamadı çünkü Firuze her zaman cilveli bir kadındı ama şimdi ona karşı bu tavrı açıkça yapılan bir flörttü ama Ezra'nın flörtle işi olmazdı.

O direkt mevzuya derinden dalmak istiyordu.

Yine de hoşuna gitmiş gibi başını hafifçe salladı. İç çektikten sonra, "Sabır taşım Firuze!" dedi. Firuze neşeli bir şekilde güldü. Bayılmıştı bu şekilde anılmaya.

Sonra başıyla aşağıdaki bidonları işaret etti.

Bir naz, bin cilveyle ,"Taşıyıver bir zahmet." dedikten sonra ardında ona sevdalı sevdalı bakan bir adamı bırakıp kendi sokaklarına doğru olan hafif yokuşu çıkmaya başladı.

Ezra'nın iki bidonla arkasından geldiğini bilerek sırıtıyordu ama sonra sokak köşesini dönünce gerisin gerisi kaçan birini gördü ve o kişiyi fark edince kaşları çatıldı.

"Şehriyar abla!" dedi. Şehriyar birden donup kaldı. Dönerken yüzünde mutlak bir yakalanmanın ifadesi vardı.

"He gülüm?" dedi Şehriyar. "İşim var da acele et, ne vardı?" dedi Şehriyar.

Firuze onun bu telaşlı halleri karşısında sırıttı ama o sırıtış sonra tehlikeli bir hal aldı. "Bir dedikodu duyarsam senden bilirim abla ve iftiradan dolayı nur topu gibi bir davan olur. Haberin olsun."

Şehriyar dumura uğramış bir şekilde ona bakarken yanına doğru ilerledi Firuze. Şehriyar önce itiraz etmek için ağzını açtı ama sonra pes etti. Kendisi insanları bir kere susuz götürüp susuz getirirken karşısındaki kız bunu on kere yapardı.

"Benden ne suç biliyorsun Firuze?" dedi Şehriyar isyan edercesine. "Tüm Midyat bu dedikoduyla çalkalanıyor zaten. Yadê başlattı hepsini, benim ne suçum vardır!" dedi.

Firuze omuz silkti ve ilerlemeye devam etti ama Şehriyar da onun peşine takılmıştı bir kere.

"Kız valla içimde tutabildiğim kadar tutarım ama Allah için söyle var mı aranızda bir şey? Çoktan oldu diyorlar bana. Yadê evlendirecek sizi diyorlar."

Firuze duraksadı. Reddetse bir dertti reddetmese bir başka dertti. "Koskoca Midyat'ın bizden başka konuşacak derdi mi yok abla?" dedi.

Şehriyar istediği cevabı alamadığı için surat astı. "Yok tabi! Kim böyle bir düğün yapar ki durduk yere! Kendi oğlum olmasına rağmen benim bile ardını arkasını soruşturasım geliyor."

Firuze, Şehriyar'ın bu kendiyle çelişen haline güldü. Sonra konağın önüne gelince durdu. Bedran hala arabanın köşesinde pinekliyordu. Ona ters bir bakış attıktan sonra, "Gerçekler eninde sonunda ortaya çıkar abla." dedi. Bu ne yazık ki kendi sırları içinde geçerliydi. "Sen durduk yere nimete çomak sokma sonra olandan da olacaktan da seni sorumlu tutarlar maazallah."

Kulağını çekip konağın taşına vururken Şehriyar korkuyla aynısını yaptı.

"Deme kız!" dediğinde Firuze onu teselli edercesine omzunu sıvazladı.

Sonra Ezra'nın sokağın başında elinde bidonlarla görünce gülümsemesi fena bir hal aldı. Ağır ağır yürüyen bu adamın karizması da duruşu da onun yürek yangınıydı.

Firuze'nin ise, "Dedim valla." derken ki yüz ifadesi körü körüne yanlış bir yola girmenin temsiliydi ama bazı yanlış yollar doğruya çıkmak için geçilmesi gereken imtihanlardı.

Firuze'de tam olarak bunu yaşıyordu. Aşkın zehrini içip bağına bahçesine ulaşmaya çalışıyordu.

𓇚ꕥ𓇚

Kulüpten aşağı doğru inerken mağara gibi hafif ıslak görünümlü duvarlar iki genç adamı karanlıkla birlikte gizledi.

Adamları sorgulamak için Mata Hari'ye gelmişlerdi.

"Muhtemelen şimdiye götleri donmuştur ama bu iyi bir şey." dedi Bedran. Kendi kendine gülerken Ezra ise hedefine odaklanmış durumdaydı.

"Akıllarını kullanamayacak kadarsa bir işime yaramazlar, Bedran." dedi. Bedran omuz silkti ve mahzenin çelik kilidini açmak için elindeki siyah kartı kullandı.

"Ben alabileceğim doğru cevaplara bakarım."

Onun için bu mahzen bir hazine değerindeydi. Turist müşterileri en çok bu el yapımı şaraplarla ilgileniyor ve kulüpte de bu özel karışımlara rağbet ediliyordu.

Kart onay verdikten sonra parmak izini okuttu ve çelik kapı basıncı çekiliyormuş gibi bir ses çıkarttıktan sonra yavaşça açılmaya başladı.

Kapı açıldıkça dışarıya doğru hafifçe soğuk bir sis yükseldi. Aslında o kadar soğuk değildi şarap mahzeni ama durdukça kemiğe işleyen bir soğuk vardı içeride.

Ezra önden girerken Bedran arkalarından onu takip etti. İki adam içeri giren birini duyduğu anda yalvarmaya başladılar.

"Yardım edin! Bedran Ağam yardım edin bize!" Bir ağızdan yalvarmaları gelenin Ezra olduğunu fark edince rahatlamaya dönüştü.

İki adam da bir sandalyeye bağlanmışlardı ve ciltleri oldukça solgun gözüküyordu. "Ağam!" dedi içlerinden genç olan. "Ezra Ağam çok şükür geldiniz! Bir yanlış anlaşılma var ağam. Bir bir şey yapmadık!"

Nadir'i daha çocukluğundan tanıyordu Ezra. Kötü bir olmadığını biliyordu çünkü bunu bilerek işe almıştı zaten onu ama daha gençti, toydu ve paraya tamah etmesi çok kolaydı.

Yanında duran abisi Şevket ondan daha tecrübeliydi ve Ezra'yı görünce bir şeyleri anlamış gibi sessizleşti. İkisi de özel güvenlik eğitimi alarak bu işe girmişlerdi.

Yine de şu an şüpheli konumundaydılar ve bu yüzden Ezra bu merhamet çağrısına sessiz kaldı. Bedran 'ın ardından getirdiği sandalyeye oturdu ve bir elini dizine yaslayarak iki adama dümdüz bir şekilde baktı.

Düşünceli gözüküyordu.

Değildi.

Kandırılmış hissediyordu.

Öyleydi.

İşte tam bu yüzden sessizliğin öfkesi tehlikeliydi. Nadir, yalvarmaya devam ederken Ezra bir elini yeterli dercesine kaldırdı ve Nadir anında sustu.

Karşısındaki iki genç adam da Ezra'nın bu sessiz, sakin hallerin hayra alamet olmadığını hissettiler çünkü bir şeyler oldukça tehlikeliydi.

Ezra, "Sizi işe alırken ne söylemiştim?" diye konuştuğunda Şevket cevap verdi.

"Ölmek pahasına Firuze Hanımı koruyacaktık." dedi Şevket. Sonra yüzünde mahcup bir ifade belirdi. "Bir kusur mu işledik ağam? Buraya getirildiğinde vallahi bizde kandırıldık. Bize restorana gidilecek dendi. Yoksa bunun haricinde onu hep en iyi şekilde korumaya çalıştık. Yanına ona kötü bakan erkekleri asla yaklaştırmadık."

Ezra olayın bu olmadığını gösterircesine keskin bakışlarını Şevket'e dikti ve Şevket'in kendini açıklama telaşı yavaşça sessizliğe mahkûm oldu.

Ezra, "Her daim onu izlediniz mi?" diye sorduğunda Nadir başıyla hevesli bir şekilde onay verdi. "İzledik ağam! Asla ara vermedik."

Şevket ise sessiz kaldı. Ezra bakışlarını ona çevirdi. "Emin misiniz Şevket?" diye sorduğunda Şevket olayı anlamış gibi düşünceli bir şekilde Ezra'ya baktı.

"Bir sıkıntı var." dedi Şevket.

Ezra cevap vermedi.

"Eksik bir şey yaptığımızı hatta ihanet ettiğimizi düşünüyorsunuz." Hakaret yemiş gibi bir tepki verdi Şevket. Şimdiye kadar olayı anlamaya hatta kendini savunmaya çalışırken şimdi ise olduğu yerde dimdik durdu ve bu gerçeği sindirmeye çalıştı.

Sonra bu iftiraya maruz kalmanın öfkesiyle konuştu. "Ağam sen bu görevi bana vermene başıma denetçi diktiğinde bile ağam buyurduysa boynum kıldan incedir dedim ve yanlış gördüğüm şeylere rağmen sustum!" dedi.

Ezra'nın gözlerinde hafif bir şaşkınlık belirirken Bedran ise bu şaşkınlığı bariz bir şekilde belli etti.

Ezra, "Denetçi? Kimmiş senin denetçin?" derken Şevket ani çıkışından sonra bu tepkiyle birlikte şaşırdı ama hala gururunun kırılmışlığıyla konuşuyordu.

Şevket, "Ağam ben senin bildiğini zannediyordum!" dedi tereddütle. Bedran sonunda bir ipucu bulduğunu fark edince bir adım öne doğru çıktı.

"Neyi biliyormuş abim?" diye sorduğunda Şevket bakışlarını ona doğru çevirdi.

"Cahit geliyordu, Bedran Ağam bize." dedi. İki genç adam da anılan ad ile birbirlerine baktılar. Cahit, Arjin'in en çok güvendiği adamlardandı. Daha küçücük bir yetimken yanına almış bir nevi evlatlık gibi sahip çıkmıştı.

Artık işler büyüyünce de İstanbul'a gidip eli ayağı olmasına izin vermişti.

"Ne yapıyordu?" dedi Ezra. Sonra hafif sesi yükseldi. "Ben size benden başka kimseden emir almayacaksınız demedim mi?" diye sorduğunda Şevket o saklı siniri hissetti ama o da bu konuda çok hayal kırıklığına uğramıştı bu yüzden bu hayal kırıklığı ile birlikte konuştu.

"Dedin ağam! Hatta sen bana güvendin diye ilk başlarda ben çok titizlikle yaklaştım bu işe. Her anını gözlüyorduk Firuze Hanımın saat saat raporluyorduk ama sonra Cahit geldi. Senin emrinle geldiğini söyledi. İki kişi az size diyerek ekibe birkaç kişi daha ekletti. Yalan yok, başta şüphelendim çünkü sen bizi sıkı sıkı tembihlemiştin. Bunu ona da belli ettim. Neredeyse birbirimize girecektik bu yüzden ama umursamadım çünkü bu görevi çok umursuyordum. Sen öyle kıymetlini herkese emanet etmezsin."

Firuze'nin Ezra'nın yegâne hazinesi olduğunu herkes gibi Şevket'te biliyordu.

"Açık açık Ezra Ağam biliyor mu dediğimde raporlar önce kimden geçiyor sanıyorsun dedi bana. Hala inanmamaya devam edince bizim önümüzde seni aradı sonra. Hoparlör de sesini duyduk. Sen o sırada İtalya'daydın. Tüm yetki sende Cahit dedin ona."

Ezra başını olumsuz anlamda sallarken tam bir hezimet yaşıyordu çünkü Cahit'i severdi ve bu cümleyi neden kurduğunu da gayet iyi biliyordu.

"Cahit, babamın ölümünü araştırmaktan sorumluydu. Ben bunun için yetki verdim ona. Başka bir şey için değil. Firuze için hiç değil!"

İçinde yanan öfkenin dışa çıkacağını hissettiğinde duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Şevket ben sana kaç kere Firuze için sadece bana rapor vereceksiniz demedim mi?"

Şevket başıyla onay verdi. "Verdin ağam bende ne zaman işimi yapsam bu raporu sana hakkıyla teslim ettim ama İstanbul'daki hiyerarşi çok farklı." Şevket huzursuz bir şekilde baktı ona.

"Söyle." dedi Ezra. "Var hala karın ağrın, belli!"

Şevket duraksadı çünkü hala tereddütlü gözüküyordu. Bedran girdi araya. Yarasına tuz bastı adamın. "Kaybedecek neyin kaldı Şevket? İtibarın mı canın mı?" dedi.

Şevket başını olumsuz anlamda salladı. Şu andan itibaren hatasının affının olmadığının farkındaydı. Canından da olabilirdi ama eğer canı kurtulsa bile artık iş bulması çok düşük bir ihtimaldi çünkü Saruhanlara yapılan hatanın affı yoktu.

"Ağam birini suçlamak benden daha da şüphelenmenize sebep olur ama vallahi şimdiki anlatacaklarımı kendimi aklamak için anlatmayacağım size. Sadece benim de canımı sıktığından söyleyeceğim."

Ezra buyur der gibi başıyla işaret verdi. Şimdiye kadar duydukları bile onu huzursuz etmişti zaten. Yıkıma uğradığı o bir sene içinde yalnızca düşmanları değil görünüşe göre ailesi de arkasından iş çevirmiş gibi gözüküyordu.

Kesin hüküm vermek istemiyordu ama insanları iyi analiz ederdi ve Şevket'in şimdiye kadar yalanını görmemişti zaten kardeşi ondan katbekat kötü durumdaydı.

İhanet cümlesini duyunca neredeyse ağlayacak gibi olmuştu.

"Ağam orada senin emrin dışında çok fazla otorite savaşı var bana kalırsa." dedi Şevket. "Yadê Arjin'in hükmünü kimse çiğnemez ama amcanız Şiyar da büyük bir güç. Ezip geçemeyiz, büyük bir sıkıntı olmadıktan sonra sorgulayamayız ki Cahit'te bizim başımız gibi. Onu ezip geçmek büyüklerimizi ezip geçmek gibi. Siz şirketlerin sahibi ve yöneticisiniz. Belki bu işlerden fırsat bulamıyorsunuzdur ama korumalar ve düşmanlarla ilgili olaylar olunca Yadê Arjin ve Şiyar Ağam bizi yönetiyor. İntikam meselesini derinden takip ediyorlar ve ortada buna dair bir sıkıntı var. Hepimiz size hizmet etsek de gruplaşmış durumdayız. Sizin orada olmamanız da bazılarının rahatça at koşturmasına sebep oluyor çünkü uzaktan takip etmek yakından hükmetmek gibi olmuyor."

Ezra bu eleştiri karşısında sessiz kaldı çünkü böyle bir gerçeği o da biliyordu ama onların önceliğinin bu olması başka bir şeydi onu saf dışı bırakmaları bambaşka bir şeydi.

Babası öldüğünden beridir katillerini bulmak Ezra için hep öncelik olmuştu.

Saf dışı bırakılmayı ise ihanet sayardı.

İçindeki karmaşıklığa rağmen sustu ama Bedran onun yerine konuştu. "Bana maval okuma Şevket!" dedi birden yükselerek. Kolay kolay sinirlenmezdi ama bu durum canını sıkmıştı. "Ben oraya sık sık gidiyorum. Gerçekten bir oyun dönse fark etmez miydim?"

Şevket bakışlarını ona doğru çevirdi. "Ağam sen zeki bir adamsın." dedi. "Bu bahsettiklerimi biraz adam yerine koyarsan sen geldiğinde de şüphelenmemen için elinden geleni yaptıklarını anlarsın."

Çok haklı bir noktaya parmak basmıştı ama Bedran kolayca pes etmezdi. "Bana somut bir örnek ver. Şüphelendiğin bir anı anlat. Genel geçer olarak herkes uydurur bir şeyler. Kanıt olarak bir olayı anlat." dedi.

Şevket bir an durdu, düşündü sonra tam nokta atışı bir örnek verdi Bedran'a. "Firuze Hanım Yousef ile buluştuğu gün, devriye sırası bizdeydi. O gün tüm gün biz görevliydik aslında hatta sabah raporunu da Ezra Ağama ben verdim ama sonra Cahit geldi ve sizin göreviniz bitti. Bugünlük ben devriyeyi yöneteceğim dedi. Artık sorgulamıyordum emirlerini ama yine de çok işkillendim çünkü o gün çok garipti. Firuze Hanım da oldukça gergindi."

Ezra başını kaldırdı ve Bedran'la kısa bir an göz göze geldi. Şevket farkında değildi ama kendini aklayacak yegâne örneği vermişti.

Ezra, "Cahit'i çağırın buraya." dediğinde bu yüzden ümitsizleşti.

"Ağam boşuna zahmet etmeyin." dedi Şevket. Ezra bakışlarını ona doğru çevirdi. Şevket bir açıklama beklendiğini anlayarak hemen açıkladı.

"Onun sözüne karşılık benim sözüme kim itibar eder?" dedi hezimete uğramış bir ifadeyle. "O sizin gözünüz kulağınız gibi. Ben ise sonradan gelip ekmek dilendim sizden."

Babası Midyat'ta esnaftı. Yıllar önce yan komşusu olan bir başka esnafla şiddetli bir şekilde kavga etmiş ve onu bıçaklamıştı. Adam ölmüş o da hapse girmişti. Ailesine bakmak da Şevket'e düşmüştü.

Saruhanlar elini tutmasa bugün derbeder olurlardı.

Ezra'nın sert bakışları Şevket'in üzerinde dolaştı. "Olay ihanetse adam kayırmam ben, Şevket." dedi Ezra. Adalet her zaman onun önceliğiydi. "Bana yapılmış olsaydı, affederdim ama bunun affı yok! Neye bedel olduğunu öğrendiğim an kimseye acımam!" İşaret parmağını ona doğru salladı.

"Hiç kimseye!"

Bu bir yemindi. Sonra ayağa kalktı Ezra. Bedran'a döndü ve, "Cahit gelene kadar yukarıdaki odalarından birine hapset ikisini. Başlarına da koruma dik. Cahit'in de bu durumdan haberdar olmamasını sağla." dedi.

Bedran normalde daha da şüpheli davranırdı ama o da Şevket ve kardeşinin suçsuz olduğunu bildiği için sesini çıkarmadı.

"Düğün için çağırdığını söylerim. Kalabalık için." Ezra ona baş onayı verdi. İkisinin de aralarında sözsüz bir bakışma geçti.

Bedran abisinin çok sinirli olduğunu biliyordu ama bu sinir artık yalnızca Firuze'yi içermiyordu.

Kadir vardı bir şeyler saklayan.

Arjin vardı arkalarından işler çeviren.

Bir de Şiyar vardı Ezra'dan habersiz sürekli intikam peşinde koşan.

Düşmanlarını saymazken bile şüphelilerin listesi kabarmıştı ve Ezra'nın bu hayatta en tahammül edemediği şey yalancılıktı. Bu zamana kadar düşmanına bile her daim dürüstçe yaklaşmışken bu denli oyunlar oynanması en tehlikeli damarına basılmasına sebep oluyordu.

Onun tarafında bir fırtınayı haber verircesine kara bulutlar dört bir yanını sarmışken aynı kara bulutlar kötü haberi duyurmak için meydana şenlik için masa kuranlara yardım eden Firuze'yi de buldu.

Sahra ile birlikte kadınların olduğu kısma sandalye taşırken taşıdığı sandalyenin ortasına koyduğu telefonu birden çaldı. Firuze sandalyeyi yerine koyup daha sabah bahsettikleri Kadir Abisinin onu aradığını görünce bastırdığı kötü hislerin tamamının birden yüzeye çıktığını hissetti.

Yine de neşeli bir şekilde telefonu açtı. "Abi tripliysen bilelim de ona göre suçumuz neyse özür dileyelim." dedi.

Kadir'in gülme sesi telefonun hoparlöründen yankılandı. "Herkes siz gibi işe gider gitmez tatile girmiyor Firuze Hanım!" dedi sonra. "Çalışıyoruz herhalde."

Firuze o görmese bile gözlerini devirdi. "İnanmış gibi m yapayım yoksa direkt mevzuya mı gireceksin abi?" dedi.

Sahra uzakta masalara yardım ediyordu. Onu telefonda görünce kimle konuştuğunu tahmin etmiş gibi işi gücü bırakıp yanına doğru gelmeye başladı.

"Gireceğim de sen yine zevzeklik etme." dedi. Firuze onun ani çıkışlarına alışkındı bu yüzden umursamadı.

Bekledikçe sabırsızlanıyordu. "Abi açmadın işte telefonumuzu! Sen ki gece bile telefonunu sessize almıyorsun diye Hale ablayla sürekli kavga eden insansın. Sence şüphelenmiş olmam normal değil mi?"

Bu cümleden sonra Sahra yanına gelince daha sakin bir yere geçmek için meydandan ara yollara giden en sakin sokağa doğru yürümeye başladı.

Kadir buna karşı bir cevap vermedi. Onun güvenli bir ortama geçmesini beklemeden direkt konuya girdi. "Hadi, hadi! Geç bana laf kondurmaları. Acelem var benim. Sana bazı belgeler gönderdim biraz önce. Hemen kontrol et!" dedi Kadir.

Sonra Firuze'nin telaşa kapılacağını bildiğinden ekledi. "Şimdilik belgeler hakkında yapılacak bir şey yok. Düğünden sonra ne konuşulursa konuşulur ama şimdi bakman gerekiyor."

Bu şifreli bir konuşmaydı. Her şirketin olduğu gibi onların şifreli bir sohbet grubu vardı. Özellikle Kadir onlar hakkında her şeyi bildiği için bu konulara ekstra dikkat ederdi. Sohbet kanalı gizli olsa da tüm mesajlarını belirli bir süre içerisinde silinmek üzere atardı. Bahsettiği belgenin süresini de çok kısa bir süre için ayarlamış olmalıydı. Bu yüzden arıyordu.

Firuze açıkça bir sorun olduğunu anladı. Bu yüzden uzun tutmadı. "Tamam abi, hemen bakıyorum." dedi. "Peki sen düğüne gelecek misin?" diye sordu.

Kadir normalde böyle şeyleri asla es geçmezdi ama şu an ekstrem bir durum vardı. "Şu an işler biraz karışık." dedi bu yüzden. "Ben buradan ayrılırsam her şey kolayca rayından çıkar. Siz orada kaldığınız sürece ben buradayım."

Sesi sakindi, Firuze'yi de sakinleştirmek içindi bu sakinlik ama yine de Firuze'nin göğsüne bir ağırlık çöktü sanki.

Firuze iç çekti. Bu sözler bile tehlikenin yaklaştığının sinyaliydi aslında. "Tamam abi, dikkat kendine! Allah'a emanet ol!" dedi.

"Sende kızım, Sahra ile çok dikkat edin kendinize." dedi Kadir. Firuze o görmese de başıyla onay verdi ve telefonu kapattı sonra hemen şifreli olan sohbet kanalına girdi ve kendi özel şifresini girdikten sonra giriş yaptı.

Sahra yalnızca onu izliyordu. Firuze'nin direkt telefonunda bir şeyler açmaya çalıştığını görünce durumu hemen anlamıştı.

Nitekim Firuze birkaç dakika sonra kendi kendini yok edecek belgeyi görünce hemen içine tıkladı ve küçük bir rapor gördü.

Tedirgin gözlerle belgeyi okuduktan sonra bakışlarını Sahra'ya çevirdi. Gözlerindeki korku geçmişe aitti.

Birileri şüphelenmişti ve bu rapora göre bu şüphelenme sonucunda cesedin ortaya çıkma ihtimali oldukça yüksek gözüküyordu.

"Birkaç günümüz kaldı." dedi Firuze. Sahra omuz silkti.

"Düğün gününde de patlak verebilir." dedi. O, bu ihtimalleri zaten biliyordu.

"Kadir abi flaşı hiç sormadı." dedi Firuze şüpheli bir şekilde elindeki telefona bakarak. Elinde hala yeterince delil bulunmamasının sıkıntısı vardı üstünde. Bütün kozlar elinde olmadığı için panik yapıyordu.

"Günlerdir bize cevap vermemesini aklayabildik mi bunu sorgulayacağız Firuze?" dedi Sahra ve oldukça haklıydı da.

Oynadıkları oyunun daha önce şah ve veziriydi ikisi. Şimdi ise piyon muamelesi görüyorlardı.

"Kendimi kurbanlık koyun gibi hissetmeye başladım." Elini alnına bastırdı ve içinde yükselen paniği bastırmaya çalıştı. "Buraya çağrılmamız şimdi daha anlamlı geliyor."

Sahra omuz silkti. "Her halükârda bir yüzleşme yaşanacaktı. Eğer bana nasıl bir yüzleşme istediğimi sorsalardı bunu bir gösteriye dönüştürmelerini isterdim. Bana kalırsa burada kaldığımız sürece de tam olarak bunu yaşayacağız."

Onun için hava hoştu. Kaybedecek kendi canından başka bir şey yoktu ve o can elinden gitmeden önce de gerçeklerin ortaya çıkmasını çok istiyordu ama onun aksine Firuze'nin kaybedecek çok şeyi vardı.

Tam olarak bu korkuyla, "Ya sevdiklerime zarar gelirse?" diye sordu Firuze.

Sahra başını olumsuz anlamda salladı. "Firuze!" dedi uyarırcasına. "Yapma bunu kendine. Yıllardır bu şekilde kendine eziyet ediyorsun ve ben sana bir türlü engel olamıyorum."

Firuze mahcup bir şekilde gülümsedi. Elinde değildi, öyle bir korkutulmuştu ki hala bu korkuyu üstünden atamıyordu.

Sahra ise bu paniği bastırması için üstüne giderek gerçekleri yüzüne vurmaya devam etti. "Senin imtihanın burada saklanan gerçekleri ortaya çıkartmak değil, biliyor musun? Sen Ezra'yı kaybetme hatta onun nefretini kazanma ihtimalinle yüzleşmek zorunda kalarak imtihan olacağını düşünüyorsun ve bu gidişle o kadar çok böyle düşündün ki gerçekleşecek bu ihtimal."

Firuze'nin istemese bile gözleri doldu.

"Korkularımız arttıkça gerçekleşmeye fırsat bulurlar. Bu yüzden önce söyle diye seni teşvik ediyordum ama tehlikeli her şeye bodoslama dalarken bu ihtimalden ölümüne korkuyorsun." dedi Sahra.

Biliyordu Firuze ama engel olamıyordu bu korkusuna. O kadar kötü ihtimallere inandırılmıştı ki bir türlü olumlu ihtimallere kendini ikna edemiyordu.

"Elimde değil." dedi Firuze. Sesi bile titremeye başlamıştı. Gerçekten bu konu onun hassas noktasıydı. "Gerçekten elimde değil. Elimde olsa çıkmaz mıydım karşısına. Söylemez miydim aslında nasıl canımı yaktıklarını?"

Sahra bunu biliyorum dercesine buruk bir tebessüm etti.

"Buraya geldiğimde bende bir amacımız olduğunu sanıyordum ama görünen o ki o amaç burada bizim yazmadığımız senaryoda rollerimizi oynamakmış." Düşünceli bir şekilde etrafına baktı. "Şimdi sadece bu senaryoyu kimin yazdığını bulmamız lazım."

Firuze'nin koluna girdi ve onu yürütmeye başladı.

"Arjin mi yoksa Kadir abi mi?" Sonra ileri doğru baktı ve uzaktan birinin arabaya bindiğini gördü. Yüzü oldukça tanıdıktı.

Özellikle sarı saçları ve ürkütücü ama erkeksi yan profili.

"Yoksa tanıdık bir düşman mı?" derken bakışları dalgınlaştı ama Firuze neye baktığını fark etmedi.

"Yadê olmasın." dedi Firuze daha yeni hassas bir an yaşadığı için aynı hassasiyetle konuşuyordu. "Eğer geçmişte de her şeyi biliyorsa bile bile susuşunu kaldıramam ben Sahra."

Sahra bir şey söylemedi. Bu denli bir şenliğin sıradan olmadığını anlayacak kadar incelemede bulunmuştu ve bunların hepsini yapan da Arjin'di.

Geldiklerinden beri yaptığı hiçbir şeyin sebepsiz olduğuna inanmıyordu. Tıpkı şu an bile etraflarında çakalların gizlice gezdiğini bildiği gibi.

Bu tezinin gerçek olup olmadığını da yakında öğreneceğine adı gibi emindi. Bu düğün yalnızca bir şenliğe gebe değildi.

𓇚ꕥ𓇚

Yatsı ezanı okunup da namazlar kılındıktan sonra tüm Midyat konağa ve meydana davetliydi. Kazan kazan pekmezler kaynatılıp bardakla veriliyordu meydanda. Lokma dökülüyordu. Meydan yöresel tatlılar sergisine dönüşmüşken konak ise bambaşka bir kalabalıktaydı.

Mardin ve çevre illerden gelen tüm büyük ailelerin reisleri Saruhan konağına toplanmıştı.

Saruhanların meşhur bir salonu vardı. Sedirli bu salon en az 100 kişilikti çünkü genelde aşiret ağaları burada toparlanır ve bir istisna olarak başlarında da Arjin olurdu.

Ezra böyle toplantılarda genelde Arjin'e eşlik etmezdi çünkü çoğu eski kalıp davranışa tahammülü yoktu ve ne zaman toplanılsa mutlaka eski geleneklerin korunması ile ilgili nutuklar verilirdi.

Eski geleneklerin bazıları elbette çok güzeldi, korunmalıydı da ama bazıları vardı ki eskiden kanun hükmünde sayılıyordu.

Töre bunu hüküm olarak görüyordu ve bu hükümler yüzünden nice kanlar akıtılmıştı bu topraklar da. Midyat mezarlığında kendi ailesinden kaç kişi kendi eceliyle değil de töreye kurban giderek öldürülmüştü.

Ezra, babasının bile kurban gittiği bu kan davalarına asla tahammül edemiyordu ama böyle toplantıların yapılmasının gerekliliğini de göz ardı edemiyordu.

Düzenli olarak yapılan muhabbet meclislerinde mutlaka küsler barıştırılıyor araları soğuk olanların arası düzeltiliyordu.

Yine de bu gördüğü en kalabalık toplantıydı.

Salonun diğer tarafındakileri zar zor görebiliyordu. Ortamda mutlak bir kalabalık vardı. Arjin bu ortama hayatta kadın girdirmezdi bu yüzden erkekler hizmet ediyordu. Ezra ise bugün öğrendikleri yüzünden oldukça dalgındı.

Yanında oturan Arjin ona seslenene kadar dalgın dalgın elindeki acı kahveyi içiyordu. "Sende bir haller var Üzeyri'm." dediğinde Ezra dönüp ona baktı.

Ezra gece mavisi bir gömlek ve siyah bir kumaş pantolon giymişti. Arjin ise gömleğiyle aynı renkten bir takım giyinmişti bugün ama renkler hükümsüzdü. Ezra bugün en karanlıkta gibi hissediyordu kendisini. "Yoktur bir şey Yadê." dedi Ezra. "Uykusuzum sadece."

Arjin bilmiş bir bakış attı ona. "Dert mi uyutmadı?" diye sordu.

Ezra sessiz kaldı. Arjin'e karşı şüphesi, sessizliğinin bir başka sebebiydi ama karşı tarafta olan düşman yuvası da onu sakinlik maskesine büründürüyordu.

"Dermanı olmayan dert yoktur." dedi Arjin yine de. Ezra'nın aksine oldukça mutlu gözüküyordu. Eraslanlar biraz uzakta oturuyordu.

Arjin 'in onlara baktığını fark edince o da dönüp ona baktı. Arjin'in bakışı bariz bir meydan okumaydı ve Ezra bunun sebebini bir türlü anlamıyordu.

Ne değişmişti? Üç sene sonra ne olmuştu da Firuze geldiği günden beridir büyük oyunlar oynuyordu?

Bu yüzden Arjin'e doğru eğildi. "Bir şey yapıyorsun ama ne yaptığını bulamıyorum." dedi. Sesindeki tehditkarlığı duyduğu anda Arjin dönüp ona baktı. Ezra ile aynı renkteki gözleri dikkatli bir şekilde ne dediğini çözmeye çalışırken Ezra konuşmaya devam etti. "Senin otoritendir, senin gücündür bana karışmak düşmez ama bunun sonucunda biz yanarsak ve ayakta uyutulduğumu öğrenirsem Yadê, yalnızca benim canım yanmaz!"

Bu basit ama etkili bir tehditti. Ezra kolay kolay böyle bir saygısızlık yapmazdı. Arjin bunu çok iyi biliyordu bu yüzden ince kaşlarını havaya kaldırdı.

"Nereden çıktı bu şimdi?" dedi sert bir sesle. Ezra için konuşma bitmişti. Bir cevap vermeyecekti ama Arjin ısrar edecekken kapının önünde sesler yükselince Ezra bu ısrardan da kurtulmuş oldu. Başını çevirip gelen sesin geldiği yere doğru baktı. Kapının köşesinde bir hareketlilik gördü. Kadınlar içeri girmiyordu ama tatlıların taşınmasına yardım ediyorlardı.

Kısık sesli gülüşler yankılandı ve sonra bunun sesli konuşmalar eklendi. Mavi renkte Midyat şalı bağlamış bir baş gördü Ezra. Sonra neşeli gülüşünü duydu sevdiği kadının.

Geldiği andan itibaren misafirleri ağırlamakla meşgul oldukları için Firuze'yi görememişti. Onu gördüğü anda ayağa kalktı.

"Geliyorum ben!" dediğinde Arjin' in bıyık altından güldüğünü ve arkasından, "Senin bütün karın ağrın o da, neyse!" dediğini bile duymadı.

Ezra, uzun adımlarla altın varaklı kapıya doğru ilerlerken kimse onu fark etmedi. Dışarı çıktığı anda onu gören yardımcılar çili yavrusu gibi dağıldı ve bir kısmı da gülmelerini saklayarak geri çekildi.

Geriye annesi, yanlarında duran Yeşim ve Firuze kaldı. Üçü de gülüşüyorlardı. Ezra'nın tüm sıkıntısı bir anda unutuldu. Annesinin gülümsemesi hep onu sakinleştirirdi ama Firuze'yle birlikteyken kalbinin üstündeki ağırlık kalktı sanki.

Yeşim de onun minik neşesiydi ama ona bile dikkatini veremedi. Tüm dikkatini sevdiği kadın çalmıştı.

Firuze bugün başına bağladığı geleneksel Midyat şalı gibi aynı renkte geleneksel bir elbise giymişti. Gece mavisi elbisenin göğsünde krem rengi işlemeler vardı ve beline de uçlarından taşlar sarkan bir kemer takmıştı.

Kulağındaki halka şeklindeki küpelerle birlikte eski zamanlardan kalma bir Osmanlı tablosundan fırlamış bir güzellik gibi gözüküyordu.

Annesi, "Ne oldu, kurêmin?" diye sorunca Firuze'ye bakmayı ancak bırakabildi. Firuze, Ezra'nın onda takılı kaldığını bilerek gizlice gülümsedi.

"Pirsgirêk heye dayê? Dengê te ji hundir tê bihîstin.(Bir sorun mu var anne? Sesiniz içeriden duyuluyor.)

Annesi soruyu anlayınca başını geriye doğru attı yok dercesine. "Yoktur oğlum! Kızlar kendi aralarında eğlenirlerdi. Birini mi rahatsız ettik?"

Ezra elini annesinin omzuna koydu. "Hayır, hayır!" dedi. "Ama şimdi rahatsız oldum seni görünce." Endişeli bir şekilde annesini inceledi. "Niye bütün işlere sen koşturuyorsun?" Daha geçen gün bunun için ona sitem etmiş, Ezra da onun için iyi bir doktora randevu aldırtmıştı.

"Dizlerin ağrıyor dayê. Sonra günlerce acısından sızlanıyorsun."

Dilruba omuz silkti. "Vallahi oturamam, Ezra. O kadar misafir varken odada kurulmak bana yakışır mı? Sonra Dilruba bizi hakkıyla ağırlamadı derlerse o zaman kahrımdan sızlanır dururum."

Ezra ona kızgın bir şekilde baktı. Sonra yanağını okşadı annesinin. "Sanki izin verirmişim gibi! Tek derdin bu mu cidden?" dedi.

Dilruba bu sözleri duyunca içten bir kahkaha attı. Sonra bakışlarını Firuze'ye çevirdi. "Gördün mü cânemin!" dedi. "Erkek çocuğu imtihandır derdim ama büyünce böyle kapı gibi dikiliyorlar arkana. O zaman iyi oluyor bak!"

Firuze bu güzel anne-oğul ilişkisine yalnızca hafif bir tebessümle ve imrenerek baktı.

Dilruba elbette yalnızca şaka yapıyordu. Elbette üç oğlu da kendince zordu.

Kabul ediyordu, Bedran hepsinden daha çok zordu ama hepsini sevgiyle büyütmüştü çünkü onlar canındandı. Sevdiği adamdan yadigarlardı.

Ezra, "Sen imtihan görmemişsin!" dedikten sonra yanağını çekiştirdikten sonra minik bir çığlık attı canından olana.

"Oğlum bırak! Bırak rezil olacağım!" dediğinde Ezra umursamadan eğilip annesinin yanağını öptü. Üç oğlu da annelerine aşırı düşkündü ve bu sevgilerini göstermekten hiç çekinmezlerdi.

Dilruba yanlarında minicik kalsa da dev gibi olan üç oğlu da bu kadını canından çok seviyordu. "İçeri geç anne!" diye tekrar onu uyardı Ezra ama Dilruba yine itiraz etti.

"Burada neşem artıyor, orası gergin oğlum!" dedi. Erkekler meclisi gibi kadınlar meclisi de kurulmuştu ama Dilruba fırsat buldukça oradan kaçıp duruyordu.

Başıyla aşağıda heyecanla onları izleyen ve sırasının gelmesini bekleyen Yeşim'i işaret etti. "Şu küçük Firuze bizi güldürüyordu." dedi. Ezra Yeşim'e baktı ve minik kızın ona bakarken kucağına gelme isteğini görmezden gelmedi.

"Ne yaptı niye?" dedi Yeşim'i kucağına alırken. Kucağına aldıktan sonra Yeşim'in lüle lüle olan sarı saçlarını okşadı. "Söyle küçük zümrüt ne yaptın?" dedikten sonra eğilip bu sefer Yeşim'i öptü.

Yeşim kıkır kıkır gülerken Firuze'nin uzaktan imrenen bakışları yerini hasrete bıraktı.

"Neden ilk erkekler Kahiye yiyorlarmış. Kim en çok seviyorsa ona ilk verilmeliymiş ama ona en son vermişler." Dilruba uzanıp Yeşim'in saçlarını okşadı. "Erkekler çok kötüymüş. Bir tek babası ve sen iyiymişsin."

Kahiye, Mardin'e ait yöresel bir tatlıydı. Firuze de küçükken en çok bu tatlıyı severdi.

O sırada arkadan gelen Asaf, "Hain Yeşim!" diye seslendi. O da erkeklere tatlı taşınmasına yardım ediyordu. "Ne zararı mı gördün bu zamana kadar?"

Yeşim elini ağzına bastırıp güldü. "Seni unuttum Asaf!" dedi neşeyle. "Yoksa Dildar Halam beklersen Asaf sana getirir demişti." diyerek Asaf'ı tam kalbinden vurdu.

Dildar da onlara yardım ediyordu ama o şimdi Sahra'nın yanında diğer konağın mutfağındaydılar. Firuze taşımaya yardım ederken o da eşyaları ayarlıyordu. Sahra ona gözü gibi bakacağı için Firuze'nin içi rahattı.

Yine de daha ortalıkta çok dolaşmadığı için Asaf onu görse bile hiç konuşamamıştı ve şimdi adından bahsetmiş olması bile Asaf'ı her şeyden daha çok mutlu etti.

"Doğru demiş halan!" dedi. "Annen bana dedi, bende senin hakkını ayırmıştım."

Yeşim omuz silkti banane der gibi. "Geçti ki!" dedi. "Firuze Halam bana kendi hakkını çoktan verdi. Bana yedirtti biraz önce. O da eskiden böyle çok severmiş, babaannem de ona yedirirmiş. Hiç israf etmesin diye parça parça yedirirmiş. Halam öyle daha da çoğaldığını söyledi."

Herkes Yeşim'in tatlı tatlı anlatışını dinlerken Dilzar'dan bahsedilmesi başta Dilruba olmak üzere herkesin yüzünün düşmesine sebep oldu.

"Kardeşim!" dedi Dilruba sessizce, hüzünle, hiç bitmeyen bir yasın kederiyle. Bir tek Firuze yüzünde ki gülümseyişi bozmadı çünkü Ezra'nın gözleri üstündeydi.

Sonra kapıya Baran geldi ve Yeşim onu görünce, "Baba!" dedi. "Babam gelmiş!"

Anında Ezra'nın kucağından Baran'a geçerken Baran, "Yarım saattir anneni arıyorum. Yeşim nerede diye soracaktım ama ulaşamadım bir türlü." dedi. Kızını öpüp geniş göğsüne bastırdı.

"Annem diğer konakta baba! Orada da misafirler var." dedi Yeşim hemen minik bir istihbarat hattı gibi.

Baran bakışlarını Firuze'ye çevirdi doğru mu dercesine.

Firuze de Yeşim'in dediklerini açıklamak zorunda kaldı. "Abi kalabalık sığmayınca orayı da açtık. Normalde her şeyi bu konakta ve meydanda yapacaktık ama millet konağa da gelmek istemiş. Bu konakta gelenlere yetmedi. Öyle olunca Meymê de diğer konağı açmayı uygun gördü."

Baran, kız kardeşini başıyla onayladı ama ona bakarken yüzü düşünceli bir hal almıştı.

Firuze bir tuhaflık olduğunu anında sezdi ama daha bunu incelemeye fırsat bulamadan Baran, "Hadi seni içeri götürelim." dedi Yeşim'e.

Yeşim neşeyle el çırptı. "Tatlı için mi?" dediğinde Baran güldü kızına. Yan yana durduklarında kızının yanında daha da esmer gözüküyordu Baran ama karısının yansıması olan bu minik kız onun her şeyiydi. Bakışlarından bile kızını ne kadar çok sevdiği anlaşılıyordu.

"Tatlı için." dediğinde Yeşim babasının boynuna doladı kollarını. "Babacım, teşekkür ederim canım babacım! Bana tatlı yedirecek benim, canım babacım!" dedi. Bir yandan her cümle sonrasında babasının yanağını öpüyordu.

Bu sözlerle herkesi güldürürken, "Parmağında oynatıyor seni." dedi Firuze.

Dilruba bunun üzerine yeğenine baktı. "Kız halaya çeker derler Firuze'm. Her şeyiyle sana benziyor."

Firuze güldü. Bununla gurur duyuyordu elbette ama şimdi abisine bakarken o günler çok uzakta gibi geliyordu.

Baran kızının altın bukleli saçlarını öptü ve kokusunu içine çekti. Sonra şefkat dolu bir sesle, "Tatlını yedireyim sonra da annene gideriz bir ihtiyacı var mı diye." dedikten sonra bıcır bıcır konuşan kızını alıp içeri girdi.

Dilruba da bir iş için çağrılınca Firuze de peşinden gitti. Ezra'nın neden geldiğini öğrenememiş, tek kelime konuşamamışlardı.

Öyle yoğun bir koşuşturma içindeydi ki elinde ki dört tabakla birlikte mutfağa gitmek üzere hızla hareket ediyorken köşeyi döndüğünde sert bir şeye çarptı ve zorlukla dengesini sağladı. Başını kaldırdığında tanıdık gece mavisi gömlekli birine dümdüz tosladığını fark etti.

Düz duvara vursaydı daha iyiydi. Yüzü acımıştı hızlı çarpınca ama sonra kime çarptığını fark edince unuttu bütün acısını. Ezra'nın Firuze yüzüklü eli Firuze'nin yüzünü kavradı. "Acıdı mı, iki gözüm?" diye sorduğunda Firuze gülümsedi.

"Yok da birden çıkınca karşıma durduramadım kendimi." dedi.

Böyle ansızın şefkat görünce gözlerini kapatıp bu sevgiye teslim olası geliyordu Firuze'nin ama sonra Ezra'nın ona bütün sevdasını anlatan mavi gözlerini görüyordu ve bir kere bile gözlerini kırpmadan bu manzarayı izleyesi geliyordu.

Ezra bir elindeki tabakları aldı ve boşta kalan elini tuttuktan sonra, "Tamam, gel benimle!" dediğinde birden peşinden sürüklenmeye başladı.

Elindeki tabaklar düşmesin diye bir yandan dengesini korumaya çalışırken bir yandan da ona yetişmeye çalışıyordu.

"Nereye?" diye sordu ama bir cevap alamadı. Ezra onu arka kapıya doğru giden minik yoldan geçirdi ve kapıyı açtıktan sonra arkadaki annesine ait minik bahçeye çıkarttı. Burası misafire kapalıydı. Dilruba burayı yetiştirebildiği çiçekler ve minik sebzeler için kullanıyordu. Özel olarak buraya sürekli toprak ve su getiriliyordu.

Bu kısım hafif karanlıktı ama konağın ışığıyla aydınlatılmıştı.

Ezra onu annesinin bazen keyif için saatlerce oturduğu küçük masanın oraya çekti ve, "Ye, hadi!" dedi. Bu bir emirdi ama yumuşak bir şekilde dile getirilince Firuze daha olayı anlamasa da kalbi göğüs kafesinden kaçıp gidecekmiş gibi hissetti.

Sonra masadaki tabakta Kahiye tatlısı olduğunu anlayınca neden onu buraya getirdiğini anladı ve boğazına bir düğüm oturdu.

Firuze'nin küçüklükten beri en sevdiği tatlıydı ve Yeşim'e vermişti. Ezra onun değil bu tatlıyı yemeye hiçbir tatlıyı yemeye fırsatı olmadığını anlamıştı. Yanında ki tabaklarda başka tatlılar vardı.

Elindeki tabakları da masaya bıraktı ve hiçbir şey söylemeden sakin bir şekilde onu izleyen adama gidip ona sarıldı.

"İşim var diye bir türlü yiyememiştim." dedi. Sözleri yüreği kadar hassastı. "Teşekkür ederim." dediğinde sesi duygu doluydu. Ezra ona eğildi ve kollarını sımsıkı bir şekilde genç kadına doladı.

Çenesini, Firuze'nin başına yaslarken Firuze her sarılmanın son olabileceği korkusunu yaşıyordu. Bu yüzden duyguları katmerleniyor kendini daha da kötü hissediyordu.

"Etme!" dedi Ezra. "Biliyorum, düşkünsün sonra sana hiç kalmayınca günlerce sinirlenip birilerine çatacaktın, iki gözüm."

Yaptığı önemsizmiş gibi gösteriyordu ama Firuze'nin nezdinde oldukça değerliydi.

Firuze yüzünü onun göğsüne gömmüşken güldü. "Yapmazdım." dedi yine inatla.

"Yapardın." dedi Ezra. Haklıydı da ama ona itiraz etmek hoşuna gidiyordu. Firuze hala kollarındayken yavaşça geri çekildi ve parmak uçlarından yükselip yanağına sıkı bir öpücük kondurdu.

"Hadi yine iyisin, keyfim yerinde." dedi. "Yoksa sabaha kadar itiraz ederdim." Sonra istemeyerek kollarından sıyrıldı.

"Tekrar teşekkür ederim." derken ki ses tonu aslında her zamanki Firuze çıkışlarının bir maske olduğunu gösterircesineydi. Yorgundu, kırılmış ve örselenmişti.

O artık ilgi görünce bu ilginin yalnızca tadını çıkaran kız değildi. Hasret kalmıştı böyle önemsenmeye. Tatlıyı bırakıp ona bakan adama sırf onu düşündüğü için bile saatlerce sarılabilirdi.

Yine de tatlıya doğru yöneldi. Tahta sandalyeye oturup tabağı eline aldıktan sonra bacak bacak üstüne atarak hem tatlıyı izledi hem de başında gardiyan gibi bekleyen Ezra'ya baktı.

Ezra çoktan sigara paketini çıkarmıştı. Onu izleyecek ve sigarasını içecekti.

Firuze konuşacak bir şey bulmak istedi ama ağzını açmaya korktu. Tatlıdan bir parçayı ağzına attıktan sonra zamanını tatlıyı çiğnemeye ve tadını çıkarmaya adadı ama gözünün önündeki manzara daha ilgi çekiciydi.

Ezra çıkardığı sigarayı omuzları hafif bükük bir şekilde, ateşi rüzgârdan korumak için elini siper ederek yaktı.

Sonra olduğu yerde dikleşti ve sigaradan ilk nefesi üfledi

. Firuze aldığı ikinci lokmadan sonra boğazından gelen inlemenin tatlıdan mı yoksa karşısındaki adamın heybetli görüntüsünden mi olduğuna ilk defa emin olamadı. Ezra bu sesi duyunca bakışlarını Firuze'ye çevirdi. Işıkta gri gözüken gözler ona kilitlenince Firuze kısa bir an dondu ama sonra yüzünde bu sabaha eş değer kışkırtıcı bir gülümseme belirdi.

"Gelsene!" dediğinde ki bakışları da farklı bir amacı taşıyordu.

"Tatlı sevmediğimi biliyorsun." dedi Ezra. Bakışları yüzünde ama en çok da şerbet bulanmış dudaklarında dolaştı.

Firuze omuz silkti. "Biliyorum, yine de gel." dedi. Yoldan çıkartmak için bütün dişil cazibesini kullanıyordu.

Ezra sigara dumanını uzağa doğru üfledi. Bunu bir iç çekiş takip etti.

"Yapma Firuze!" dedi sonra. Sıkıntısı bile sesine yansımıştı.

Firuze'nin kaşları şüpheli bir şekilde havalandı. "Neyi yapmayayım?" dedi yine anlamamazlığa vurarak.

Ezra durdu, keskin bakışlarını ona çevirdi ve öyle bir baktı ki genç kadına Firuze kasıklarında hissettiği ani sancıyla birlikte bacaklarını daha çok birbirine bastırdı.

Tehdit açıktı. "Ben oraya gelirsem senin nimetle oynadığın gibi oynamam seninle." dedi. "İstediğim neyse onu alırım!" Ona doğru bir attı. Saniyeler içinde aralarındaki kuvvetli çekim ortaya çıktı. "Ki istiyorum!" dedi elde edememenin hırsıyla. Başını yana doğru eğip acı çeken bir yüz ifadesiyle baktı ona. "Beni yoldan çıkartma, iki gözüm!"

Dert binmişti sözlerinin üstüne. Firuze'nin bu tavırları elbette onu cezbediyordu ama iş ciddiye binince kaçma ihtimali çok yüksekti ve Ezra elini kolunu bağlayıp kendine hapsetmek istiyordu.

Firuze yine anlamamazlığa vurdu ve,"Ben niye durduk yere nimetle oynayacağım?" diye birden çirkefleşti. "Güzel güzel yiyorum tatlımı işte. Ne alakası var konumuzla bunun şimdi?" Sonra bir lokma tatlı daha attı ağzına hırsla. "Sana sigara iyi gelmiyor. Ağzının tadı acı olunca sözlerin de acı oluyor." dedi.

Ezra tamamen ona doğru döndü. "Yokluğunun başka tesellisi mi var?" diye sorduğunda Firuze bu açıkça itiraf karşısında donup kaldı.

Sonra kuyruğu dik tutmak için, "Benim yokluğumun hiçbir tesellisi olamaz." dedi. Aslında zerre bu gerçeğe inanmıyordu çünkü gayet de tesellisi olduğunu görmüştü.

Ezra sabır çeker gibi iç çekti.

Burnunun dikine bu denli giden başka bir kadın daha tanımıyordu. Çoğu zaman başkasına yaptığında onu kontrol eden Ezra olurdu ama şimdi onu baştan çıkartırken Ezra'nın bütün sabrı çatlak bir kum saatinden dökülen kumlar gibi saniyeler içinde yok olup gidiyordu.

"Olamaz!" dedi yine de sessizce. İkisinin de tadı kaçtı bu cümleden sonra ama yine de Firuze bu denli düşünceli bir hareketi boşa çıkartmak istemedi ve Ezra başında beklerken elinden geldiğince tadını çıkartarak tatlısını yedi.

Ezra onu beklerken kısa bir zaman dilimi olsa da tam üç tane sigara içti. Firuze her bir tane daha yaktığında daha çok tadı kaçıyormuş gibi hissediyordu.

İçme demeye hakkı yoktu. Gel demeye de hakkı yoktu. Arada kalmışlık Araf gibiydi. Araf bazen asıl cehennemden bin beterdi.

Bahçenin demir kapısı tıklatıldı. Artık ikisine de yan yana olmak işkence gibi olmuşken Ezra başını yana doğru eğip gelenin kim olduğuna baktı.

Firuze daha kim olduğunu göremeden Ezra'nın bakışları ona doğru çevrildi.

Gelen Celal'di. Eğer biri onu sorarsa gelip ona haber versin diye tembihlemişti Ezra. "Sen burada kal, tatlını bitir." dedi. Firuze hala ses tonunun sert olduğunu fark edince elindeki çatalı bıraktı ve ayağa kalktı.

"Gitmen mi gerekiyor?" dediğinde Ezra'dan bir baş onayı aldı ama Firuze hala kızgın olduğunu biliyordu.

Bu yüzden bir kez daha gurursuzluk yaptığını düşünerek ve son kez olduğuna inanarak Ezra'ya sarıldı.

"Özür dilerim," dedi kısık sesle. "Kendimi kontrol etmek benim için hala büyük bir lüks."

Ezra da kıyamayıp ona sarıldı ama Firuze için hala bir şeyler eksikti. Özür diliyordu çünkü geçmişte yaptıklarının bedelini ödememesine rağmen şimdi sevdiği adamın rüzgarına kapılmaktan kendini alamıyordu. Onu da alet ediyordu bu tutku oyununa çünkü bir kere tadını almıştı.

Hasretle sevda birleşince nasıl yandığını anlamıştı ve bir bütün pasta önünüze konulduğunda minik bir parça kimseyi tatmin etmediği gibi yaşadığı o minik tutku anları da ona hiç yetmiyordu.

Bir şeyler istiyordu ama o da tam olarak ne istediğini bilmiyordu.

Ezra bu sefer ilk geri çekilen oldu. Ona özel kokusuna sigaranın kokusu karışmıştı. Geri çekilip işaret parmağıyla Firuze'nin çenesini nazikçe yukarı doğru kaldırdı.

"Yaptığının ardında dur!" dedi sevdiği kadının gözlerinin içine bakarak. "Kaçak oynama benimle. Benim tek istediğim bu senden."

Tam damarına basmıştı. Bu yüzden Firuze'nin başı tekrar aşağı eğilir gibi oldu ama parmağıyla çenesine hafifçe vurarak tekrar göz göze gelmelerini sağladı Ezra.

"Anladın mı beni, iki gözüm?" diye sorduğunda Firuze hafifçe başını salladı.

"Anladım." dediğinde yüzündeki en ufak hüzün bile Ezra'nın yüreğini dağlıyordu.

Yıllardır biriktirdiği sevdasının şefkatiyle, "Şimdi git de tatlını bitir." dediğinde Firuze hafifçe tebessüm etti.

"Sonra arkamdan üzülürmüş, ağlarmış." dedi çocukluğunda ki gibi. Annesinin sözleriydi bu.

Ezra onu bırakıp kapıya doğru giderken onun zar zor duyacağı kadar kısık sesle, "Tek ağlayan o olmazmış." dediğinde ardında bakan genç kadının gözleri doldu.

Kapı açıldı ve kapandı. Ezra gitti, Firuze ardında kaldı. "Bende ağladım." dedi Firuze bir çocuk gibi. "Bende çok ağladım."

Hala da akıtacak göz yaşının bitmediğini biliyordu. Tıpkı yaptıklarının ardında durursa sevdiği adamı kaybedeceğini bildiği gibi.

𓇚ꕥ𓇚

Misafirler konaktan çıkıp meydana indiklerinde tüm Saruhan ve Koçaklar da meydana indi. Meydanda gelin ve damat için özel bir bölüm vardı ama Zahide, Ahmet'in yanında beş dakika dayanamamıştı bu yüzden geline özel ayrı bir yer kurulmuştu.

Zahide'nin oturduğu masanın önünde enva-i çeşit tatlı getirilmişti ama Zahide bütün tatlılara zehirliymiş gibi bakıyordu.

Ortada halay çekenler bile hatırı sayılır bir kalabalık oluşturmaya başlamıştı. Genel olarak bir şenlik ve düğün havası hakimdi ortamda ama bu daha resmi düğün değildi. Fakat şimdiden insanlar eğlenmeye başlamakta bir sorun görmüyorlardı.

Firuze elindeki sıcak pekmez bardağıyla Zahide'nin yanına durduğunda Zahide kurtarıcısına kavuşmuş gibi eliyle Firuze'nin kolunu çekiştirdi.

"Abla kurtar beni!"dedi. Onunda üstünde Mardin'in geleneksel kıyafeti vardı ama onun ki gelin olunca süslüydü kırmızı kumaş taşlarla süslenmiş, başındaki Midyat şalına da aynı taşlardan takılmıştı.

"Neyden kurtaracakmışım seni?" diye sordu Firuze. Zahide onu çekiştirmeden önce buraya gelmesinin en büyük sebebi dostu düşmanı iyi bir şekilde görebilmekti.

Gelinin önü açıktı ve yılan Samira 'nın burada olup olmadığını bu şekilde anlayacaktı ama daha onu uzaktan gördüğü anda ne yaptığını anlamadan Zahide onu çekiştirmişti.

"Abla valla bir bahane uyduralım da eve gideyim ben." dedi Zahide. Annesiyle konuşmuş ama bir türlü çözüm bulamamıştı. Teyzesi nankörlük olarak görmüş ve hemen itirazını reddetmişti ama Zahide daha fazla dayanamıyordu artık.

"Ne olduğunu söyler misin Zahide?" dedi birden yükselerek çünkü endişelenmişti Firuze.

Zahide'nin yüzünde mahcup bir ifade geldi. "Abla güleceksin ama." dedi. Şimdi daha da ilgisini çekmişti bu konu Firuze'nin. Masanın boş kısmına kalçasını yasladı.

"Söylemezsen de sinirleneceğim." dedi ki blöf yapmıyordu. Cümlenin başını getirip devamını söylemeyen insanlardan nefret ederdi.

"Tamam!" dedi Zahide pes etmiş gibi. "Abla insanlar konuşuyor." dedi ona eğilip kısık sesle. Firuze zar zor anladı onun söylediklerini çünkü arkadan halay müziği sesi yükseliyordu.

"Ne konuşuyorlar?" dedi Firuze. Sabrı tükenmeye başlamıştı artık. Zahide uzattıkça uzatıyordu.

Neyse ki sonunda ağzındaki baklayı çıkarmaya tenezzül etti.

"Abla Ahmet'e öyle imalarda bulundular ki yanımda utançtan yerin dibine gireceğim. Herkes bugün mü gerdeğe gireceksiniz Ahmet? Yadê resmen sana özel damat mixi yaptı, hayrına biz de yararlandık diyor. Benim yanında olduğumu umursamadılar bile. Ahmet birkaçına çıkıştı ama ardı arkası kesilmedi. Ben ayrılıp buraya geldim ama bu sefer de teyzeler susmadı." Sonra kızgın bir şekilde ekledi.

"Millet ne meraklıymış azmaya!" dediğinde Firuze kendini tutamadan kıkırdadı ama Zahide yıkılmış bakışlarını ona çevirince hemen ağzını kapattı.

"Alış bunlara Zahide'm!" dedi Firuze. "Daha damat uğurlama yapıyor yakın arkadaşlar. Evinize kadar gelenler olacaktır sırf Ahmet'in sırtına bir tane yapıştırabilme keyfini kaçırmamak için. O zaman ne yapacaksın?"

Zahide omuz silkti. "Abla ben alışkın değilim." dedi. "Utanırım ben. Aşık da Allah var hiç bana öyle safi cinsel şeylerle yaklaşmadı. Aksine hep hoşuna gider benim utangaç olmam."

Karşıda oturan sevdiği adama baktı Zahide. Yüz ifadesi anında yumuşadı ve gözleri aşkla parladı.

Eğer Zahide yerinde Hülya olsa Firuze ziyadesiyle onunla uğraşırdı ama Zahide hep utangaç olandı. Bu yüzden sıkıntısını anlayabiliyordu.

"Tamam hadi, kalk!" dedi omzuna hafifçe vurarak. "Önce bir rahatsızmışsın gibi konağa gidelim. Sonra da bizim konaktaki misafirlerden bir sorumluyuz diye erkenden kaçarız."

Zahide başını diğer masada oturan Arjin' e çevirdi. Asıl karın ağrısını gösterircesine ona baktı. "Yadê Arjin ne der? Ayıp olur ona karşı." dediğinde Firuze bu işin de kendisine düştüğünü bilerek iç çekti.

Kasırgalarla hep onun mücadele etmesi bekleniyordu.

"Konuşup gelirim ben şimdi. Zaten geç oldu saat. Hakikaten milletin azmasını mı bekliyor Meymê ben anlamadım ki?" dediğinde Zahide kendini tutamadan güldü.

Firuze de onunla birlikte güldükten sonra Zahide'nin sıraladığı teşekkürlerden kaçarak Arjin 'ın yanına geldi. Arjin için özel bir masa ayarlanmış gelen geçen onun yanında durup sohbet ediyordu.

Bazıları da sıkıntılarını dile getiriyordu.

Firuze için bu hayır faaliyetleri yeni değildi ama yine de bir şeyler tuhaftı. Onun yanında durup önünde diz çökerek dizlerine yaslandığında bile dilinin ucuna gelen ilk soru da bu tuhaflıkla ilgiliydi.

Bütün bu şenlik ne içindir Meyme? Bir şenliğe mi hazırlanırsın yoksa bir cenazeye mi?

Yine de bir türlü dile getiremedi bu soruyu.

Arjin önünde diz çöken Firuze'ye başını çevirdiğinde yüzündeki sert ifade yumuşadı. Firuze'de gülümsedi ona.

"Bir maruzatım vardır, Yade Arjin." dedi. Arjin elini onun başının tepesine koydu. Küçükken de bu şekilde yapar sonra da sanki üstündeki bütün kötü enerjiyi çekerdi.

Firuze yine aynısını hissederken, "Buyur imdelleliti." dedi Arjin.

Firuze başını çevirip kısa bir an Zahide'ye baktı sonra ona döndü. Arjin'in de bakışları Zahide'ye çevrilirken Firuze onun merakını cezbettiğini bilerek, "Biz gelini alıp artık eve geçelim diyoruz. Önce bir yorulmuş gibi gidip geliriz sonra da konağa çekiliriz misafirleri ağırlama bahanesiyle." dedi.

Arjin'in meraklı gözleri Zahide'nin üstünde dolaşırken Zahide ona bakıldığını hissederek olduğu yerde yok olmak istedi. Tüm gün hissettiklerinden daha fazla utanmıştı.

"Bir sorun mu vardır? Neden gitmek ister?" diye sorduğunda Firuze sırıttı. Arjin 'in bakışları ise Firuze'ye çevrildi.

Firuze muzip bir şekilde, "Tüm Midyat'a pekmez içirdin, tatlı yedirdin Yadê. Sen hiç etraftaki fısıltıları duymaz mısın?" dediğinde Arjin gülmese de gözleri neşeyle parladı.

"Duyduğumun bir zararı yoksa kulağımı tıkarım. Hem tatlıda keramet vardır. Muhabbeti arttırır, müjdeleri duyurmak için dağıtılır!" dedi Arjin.

Firuze çenesini onun dizine yasladı. "Müjdeler müjdesi oldu ama bu dağıttırdığın. Bugün gebe kalan hatunlar ziyadesiyle fazla olacaktır." dediğinde Arjin hafifçe tebessüm etti. Sonra aşağı eğildi ve saçlarını okşadı Firuze'nin.

"Ne oyun çevirirsen çevir, imdelleliti sana zararı olmadığı sürece karışmam ben ama sonra seni çiftliğe yollayacağım çünkü orada ağır misafirlerim vardır. Senin odayı Sahra'ya veresin. Yanında da Dildar'ım kalsın. Sende çiftliğe git. Güvendiğim birinin başlarında olması lazım."

Firuze'nin bu haber karşısında kafası karıştı ve çenesini onun dizinden kaldırdı. "Dildar'ı bırakmam ben Yadê." dedi. Bütün korkusu kardeşi içindi. "Zaten her yer kalabalık diye konaktan çıkmadı bugün. Sahra kaldı yanında. Nasıl gideyim ben oraya?"

Arjin de onun gibi ciddileşti. "Koruma dikeceğim odasının önüne. Düşünmeden konuştuğumu ne zaman gördün Firuze Hanım?" dedi.

Arjin'in ani çıkışı her şeyi anlatıyordu aslında. Firuze iç çekti. Çoktan kurmuştu planını yine karşısındaki kadın. Ona da uygulamak düşüyordu. Bu kadar kalabalık çevrelerini sarmamış olsa onunla tartışırdı ama şimdi istese de el alem yüzünden ona karşı gelemiyordu.

"E iyi madem!" dedi gönülsüzce. "Sözünden çıkmayalım."

Arjin bir baş onayı verdi. Yüzündeki ifade meydan okurcasınaydı. Zaten çıkamazsın der gibi bakıyordu Firuze'ye.

Firuze ayağa kalktı ve, "Zaten kurbanlık koyun gibiyiz hepimiz. Nereye güdüyorsan oraya gidiyoruz." dedi. Oyunlar oynadığına dair bir imaydı bu ama Arjin bu imayı umursamadı fakat Firuze arkasını dönünce öyle bir baktı ki kırk tilkinin kuyruğu bir araya geldi de onun zekasına hizmet etti sanki.

Arjin 'in çizdiği yolda bütün kurbanları adım adım yürüyorlardı.

Firuze Zahide'yi de alıp meydandan yürürken tüm kalabalık gibi erkekler tarafının da bu gidiş ilgilerini çekti.

"Nereye gidiyorlar?" diye sordu Asaf abisine. Çoktan Firuze'nin her hareketini izleyen Ezra aynı merakla ardından bakıyordu.

Bugün oldukça sessizdi. Öğlen korumaları sorgulayışı, akşam Firuze'nin tavrı tadını kaçırtmıştı. Bu yüzden Asaf ondan bir cevap alamayınca sesini çıkartmadı ama diğer yanında oturan Bedran, "Abi!" dedi müziği bastırmak için yüksek sesle.

Ezra dönüp ona baktı. "Çık şu zihin dünyandan!" dedi Bedran. Yüzünde muzip bir ifade vardı ama işin aslında o da düşünceliydi bugün. "Efkarının Firuze'den olduğunu anlamayan kalmayacak."

Ezra ona ters ters baktı ama Bedran onu umursamadı bile. Bugün ona dosyayı tamamen sunmuştu ve ziyadesiyle kafa karışıklığına sebep olan bilgilere sahiplerdi artık.

Bedran, Firuze'ye bakarken, "Bak öğrendiklerimiz de var artık..." dediğinde bir anda cümlesini kesti ve, "Oha!" dedi. "Yousef 'in arabası değil mi o?"

Üç erkek kardeşin de başları gelinin girdiği sokağa dönerken artlarından giden araba cidden Yousef 'e aitti.

Firuze'ler korumalarla birlikte gitmişlerdi ama yine de Ezra'nın içi birden sıkıntı ile doldu. Uzakta duran Celal'e baktığında çoktan harekete geçtiğini fark etti.

Kalkardı, ardından giderdi aslında kimseyi umursamadan ama bu bir güç oyunuydu. Ardından giderse ondan korktuğunu göstermiş olurdu ki korktuğu hiçbir şey yoktu.

Sadece manidardı.

Birkaç gündür tüm hedefler Yousef'i gösterirken zamanını ayarlamış gibi ardından arabasını sürüşü ve bunu bunca kalabalığın içerisinde yapışı mutlaka bir mesaj içeriyordu.

Geç kalmış hissediyordu Ezra. Bir şeylere çok geç uyanmıştı. Şimdi de bunu çözmeye çalışırken zaman kaybediyordu.

Gözlerini zorlukla Firuze'nin gittiği sokaktan ayırdı ve Bedran'a baktı. "Bazen," dedi hissettiği sıkışmışlıkla. "Gözümün önünü göremeyeceğim kadar öfkeme kapılmak istiyorum."

Bedran abisine anlayışla gülümsedi. Asaf ise üzüldü onun için çünkü Ezra kolay kolay zafiyetini dile getirmezdi ama dolup taşan derde akıl hükmedemiyordu işte.

Kalp ne derse onu söylemek zorunda kalıyordu insan.

"Gitseydin ardından korurduk arkanı." dedi Bedran. "Ama sen herkesin sorumluluğu almaya o kadar alışkınsın ki bize de sadece uzaktan acı çekişini izlemek düşüyor."

Bu yüzden kızıyordu abisine çünkü tüm ailenin sorumluluğunu üstüne almış herkesin hatasının bedelini o ödemişti.

Bugün Arjin bile hata yapsa onun da sorumluluğunu Ezra üstlenirdi çünkü babasının yerine koymuştu kendisini. Bu yükten çekinmiyordu. Layığıyla da taşıyordu üstelik ama bazen önünü ardını düşünmeden o da şu an hissettiği yürek yangınıyla hareket etmek istiyordu.

O yürek yangınının hiçbir şeyden haberi yoktu aslında.

Şu an Ezra'nın hissettiği öfke boşunaydı. Yousef, Firuze'nin ardından gitse de yanlarından sıradan bir araba gibi geçmişti. İstediğini almış ve mesajını vermişti ama onun arabasını tanımadığı için kurban edilen Firuze'ydi.

Celal yanlarına geldiğinde neden geldiğini sormuş ama bir cevap almamıştı. Meydana geldiğinde ise gözleri ilk Ezra'yı bulunca ilk defa Ezra'nın bakışlarında bariz bir kızgınlık ve öfke gördü.

Bu öfkeyi hak edecek ne yaptığını anlamadı ve içten içe üzüldü çünkü korktuğu tam olarak ona karşı bu şekilde bakmasaydı.

Telaşlandı da haksız yere bu muameleye maruz kalmaktan ama ne gidip sorabilirdi ne de sordurabilirdi. Güvenip soracağı kimsesi yoktu. Sahra konakta Dildar'ın yanında kalmıştı. Meydanda değildi.

Bu yüzden ilk bakışmalarında ki öfkeyi sonra da ilgisizliğini sessizce kabul etti.

Zahide'yi ikinci kez konağa bıraktığında Sahra hüzünlü olduğunu hemen anladı ama nedenini sorsa da Firuze'nin içinde anlatmak gelmedi ve geçiştirdi. Çiftliğe geçtiğinde ise Arjin' in onu yetkili mercii olarak tayin ettiğini fark etti.

Arjin'in yardımcısı pamuk da oradaydı ama her şeyi ona soruyordu ve Firuze iki saat boyunca insanları odaya yerleştirmek ve ihtiyaçlarını not alıp korumalardan istetmek için çabaladı. Gecenin çoğunu yitirdiklerinde tam odasına geçecekti ki koridordan adını seslendiler.

Arkasını döndüğünde, Arjin'in ahiretliği olan Uygar ninesini gördü. Arjin gibi çenesinde deg olan kadın aslında tatardı. Firuze hep onun burada ne işini sorgulamıştı çünkü bu köylerde genelde Kürt ve Arap kökenliler olurdu ama yine de pek bir şey öğrenememişti. Kadının ailesinin göç edip Mardin'deki bir köye yerleştiğini biliyordu sadece.

Arjin 'le de topladığı sağlıklı otlar sayesinde tanıştığını biliyordu.

"Buyur ninem!" dedi kadın ağır ağır yürürken. Yaşlı kadının yüzünde mahcup bir bakış belirince bir şey isteyeceğini anladı ve onun yanına gidip ellerini tuttu. "Ne isteğin vardır, söyle bana!" dedi.

Uygar, köyde büyüdüğü ve ailesi Tatarca'nın yanında köylülerle Kürtçe konuştuğu için sadece Kürtçe konuşuyordu. Türkçeyi ise sadece anlayabiliyordu.

"Kurê min û jina wî nû hatin, keçamin. Neviyê min nexweş bû, ji nexweşxaneyê anîn.Tu dikarî ji min re bibêjî ku ew dikarin li ku bimînin? ez ê bişînim wir. (Oğlum ve eşi yeni geldiler kızım. Torunum hastaydı, hastaneden getirildi. Bana nerede kalabileceklerini söyler misin? Oraya göndereceğim.)" dedi.

Firuze ona Kürtçe cevap verirken mahcubiyetinin sebebini şimdi anlıyordu. Pek durumları yoktu, bir tarlaları vardı ancak onunla geçiniyor ve köyde rahatça yaşıyorlardı ama burada başka bir yerde kalacak kadar para kazanmıyorlardı.

"Gazî kurê xwe bike, dapîr. Ji wî re bêje ka ew dixwaze were vir. Heger nikaribe li vir bimîne, ez ê telefonî otêlê bikim, ew dikare here wir. (Oğlunu ara nine. Buraya gelmek istiyorsa söyle. Burada kalamayacaksa oteli ararım, oraya gidebilir.)

Uygar minnetle baktı Firuze'ye.

Oğlu, torunu ve gelinin buraya gelmelerini isteyince Firuze oğlunu arattı ve bizzat kendi konuşarak evdeki son odaya yani kendi odasına onları yerleştirdi .Hasta olan çocuğun bir şeye ihtiyacı olursa ona gelip söylemeleri için gelinini de sıkı sıkı tembihledi.

Sonrasında ortada kaldığını fark etti ama yüreğindeki ağırlık o kadar büyüktü ki birden çok yorgun hissetti kendisini.

Çiftliğin damına gitmesi o an için tek çözümdü. Firuze dar merdivenleri çıkıp da dama ulaşınca derin bir nefes aldı.

"Yemin ediyorum bunaldım!" dedi kendi kendine. Buraya geldiği günden beridir gün yüzü görmediği yetmiyormuş gibi bir de bütün belaları mıknatıs gibi üstüne çekiyordu.

Üstelik de her taraftan tepkilerini merakla izleyen insanlar vardı. Şimdide son yatacak yerini başkasına vermişti. Kalkıp gece yarısı otele de geçmek içinden gelmedi.

Odasız kalmıştı.

Bu yüzden sığınabileceği tek yer burasıydı. Terliklerinin ses çıkartmamasına dikkat ederek damda yürümeye başladı. Buraya da birkaç sedir konulmuştu ama belli ki kimse burada yatmak istememişti.

Firuze'nin karanlıkta görebildiği kadarıyla üstleri boştu. Oysa bu dehşet sıcak Midyat gecesinde onun ilk tercihi damda yatmak olurdu ama bugün küçük bir problemi vardı.

Sinekler.

Firuze'nin kanına bayılan sinekler. Yüzünde bile kahvaltı yapan ve mayın tarlasına çeviren sinekler. Helikopter diye adlandırdığı ve bolca küfrettiği sivrisinekler tam olarak çocukluk travmasıydı.

Bugün de eğer burada çok kalırsa ziyafet olacağını adı gibi biliyordu Firuze.

Bu yüzden yılgın bir şekilde ortaya koyulan sedirlerden birine oturmak üzere bedenini bıraktı ama altında tuhaf bir yumuşaklık hissetti ve ardından bir kedinin acıyla ciyaklamasını duydu.
Sesi duyduğu an o da ağzından kaçan minik çığlıkla havaya sıçradı ama çok geçti.

Simsiyah bir figür ona doğru uçarken geriye doğru sıçradı.

"Hihh! Pakize!" dedi ama çok geçti. Hiçbir kaçış onu kedinin gazabından kurtaramazdı.

Koluna geçirilen tırnakları ve üstüne tırmanan figürü görünce refleksle onu itmeye çalıştı.
Ama nafileydi. Canını yakmıştı kedinin. Onun yerinde başkası olsa çoktan yardım çığlıkları atardı ama o sövme modunu açmıştı.

"Ulan Pakize, gören de ezdik bıraktık zanneder seni!" Ensesinden tutup çekmeye çalıştı Pakize'yi. Kolları çizikle dolmuştu ve kedi habire tıslıyordu.

Sonunda öfkesini ondan çıkarttı. "Her gün üstüne bir erkek binerken hiç sesin çıkmıyor ama!" dedi.

Kedi, sanki onu duymuş gibi bir daha pençe attı. Normalde ısırabilme ihtimali de vardı ama Allah'tan evcil bir kediydi. Firuze tekrar onu üstünden çekmeye çalışırken ikisi de kendi dillerinde birbirlerine sövüyor gibilerdi.

Sonra boğuk bir ses geldi. "Pakize, buraya gel!" dedi sadece o ses. İki dişi de bu sese aynı anda tepki verdi. Biri durup kulaklarını kaldırırken diğeri ise dönüp sesin geldiği yöne baktı.

Firuze damın ona uzak olan diğer tarafında genişçe bir sedir olduğunu şimdi fark ediyordu. Üstelik üstünde biri de yatıyordu.

O biri en az üstündeki dişi kadar karşı cinse duyarlı olduğu tek adamdı.

Ne işi vardı burada?

"Pakize!" diye seslendi Ezra yine. Firuze onun yüzünü bile göremiyordu ama sedire vuran elinin sesini duydu. "Buraya gel!"

Onun otoriter sesine kendisi bile itaat edesi gelirken Pakize de hiçbir şey olmamış gibi üstünden indi ve aheste aheste yürüyerek Ezra'ya doğru gitmeye başladı.

"Yosma Pakize!" diye arkasından seslendi Firuze. "Tabi erkek sesi duydun mu hemen gidersin."

Pakize sanki anlamış gibi arkasını dönüp Firuze'ye tısladı. Karanlıkta yalnızca parlayan gözleriyle oldukça ürkütücü gözüküyordu. Üstelik Firuze kollarının kanadığına oldukça emindi çünkü dehşet bir şekilde yanıyordu.

Bu yine de Firuze'yi durdurmadı. "Ne! "diye çıkıştı kediye. "Elden geçirmediğin erkek mi kaldı kızım senin? Karadullar gibisin."

Kedinin ona tip tip baktığına yemin edebilirdi ama sonra nispet yaparcasına arkasını döndü, kıvırtarak yürüdü ve Ezra'nın sedirinin üstüne tek bir hareketle zıpladıktan sonra kolunun yanına kıvrıldı.

Firuze ay ışığından seçebildiği kadarıyla Ezra'nın elini kaldırıp onu sevdiğini görünce içi saçma bir kıskançlıkla doldu. Kısa bir süre önce ona dokunan o eller şimdi oldukça uzak gözüküyordu. Üstelik ona saldıran hain kediyi şefkatle seviyordu.

Daha fazla bu görüntüye tahammül edemedi ve telefonunu çıkarıp flaşı üstüne doğrulttu. Hali hazırda en sevdiği günlük pembe elbisesinin omzunda kocam bir yırtık vardı. Buraya gelmeden önce üstünü değiştirdiğine pişman oldu. Üstelik kollarında da uzun çizikler görünce bütün siniri tepesine çıktı.

"Orospu Pakize! Seni ben kısırlaştırmaz mıyım?" diye yüksek sesle söylenirken yaralarını görünce daha da acımaya başladığını fark etti. Üstelik şimdi katil sivrisinekleri de kendine çekecekti.

"Bahtı sikik piyade beni görse karşıma geçip gülerdi!" dedi. Sinirlenmişti ama sinirden daha çok bir şeyin onu üzdüğünü fark etti. Bunun adını koymak istemiyordu aslında ama Ezra'nın şimdiye kadar çoktan yanına gelmemiş olması bile yeterliydi üzüntüsü için.

Tam arkasını dönüp gidecekken tekrar o bariton ve yüreğine işleyen sesini duydu. "Yanımdaki dolabın içinde eskiden olduğu gibi ecza dolabı var. Unuttun mu?"

Firuze dönüp ona baktı. Başını bile kaldırmamıştı ama bir şekilde onun gittiğini biliyordu.

"Unutmadım." dedi Firuze. Bu damda az yaralamamışlardı kendilerini. Bu yüzden annesi Dilzar buraya bir ecza dolabı yapmıştı.

Annesi aklına gelince daha çok kalbi kırılır gibi oldu. Zaten sesi de kırgındı.

Canı yanıyordu ama yine de bir tutam bile olsa ilgisine muhtaçtı Ezra'nın. Bu yüzden yavaş adımlarla onun yanında duran telli dolaba doğru ilerlemeye başladı. Bu sefer korkusundan telefonuyla önüne ışık tutuyordu.

Ezra'ya ve yatakta ne halde olduğuna bakmadan dolabı açtı ve en önde bir paket pamuk, yarayı dezenfekte edeceği oksijenli su ve birkaç yara bandı bulunca rahatlamış gibi derince iç çekti.

Oysa hala nefes alamamıştı. Canı yanıyordu ve delicesine bir merak içerisindeydi.

Sahi Ezra'nın burada ne işi vardı? Firuze'nin aksine kalacak bir sürü yeri vardı. Neden burayı tercih etmişti?

Firuze dilinin ucuna gelen cümleleri yuttu ve yaralarının acısına konsantre oldu ama nafileydi.

Nafile bir çabaydı. Hiçbir yara bir kalp sancısı etmiyordu.

Arkasında hafif bir hışırtı duyduğunda önce dönüp bakmamak için direndi ama sonra dayanamadı ve baktı. Ezra'nın yüz üstü yattığını ve ona doğru baktığını fark edince kalbi tekledi.

Yastığın altına koyduğu kaslı koluyla kendine destek sağlamış diğeriyle yanına kıvrılmış Pakize'yi okşuyordu.

Gözleri ay ışığı altında gümüş rengi gibi gözükürken Firuze'ye akşamın aksine dikkatle bakıyordu.

Firuze'nin içi gitti bu görüntü karşısında. Sadece kollarını, geceden kara saçlarını ve ona dikkatle bakan güzel gözlerini görmek bile görkemli bir görüntüye bakmak gibiydi.

Kalp sızladı, göz dayanamadı. Bu yüzden Firuze başını çevirip bu sefer kinle Pakize'ye baktı. Sonra çenesini yine tutamadı ve, "Niye burada yatıyorsun? Senin de mi yatağını aldılar?" dedi. Bu imkansız bir ihtimaldi çünkü Ezra'nın odası özel kilitleri olan yüksek güvenlikli odalardı.

"Hayır." dedi Ezra Firuze'yi izlemeye devam ederken. Firuze biraz pamuk alıp üstüne oksijenli su dökmek için telefonu tel dolabın rafına koydu.

Ezra'nın daha fazla bir açıklama yapmayacağını fark ettiğinde kalbi kırıldı. Bir şey olmuştu ama ne olduğunu bir türlü öğrenemiyordu. Belki daha önce yaptıkları konuşmanın etkisiydi ama yine de o öfkeli bakışı bir türlü unutamıyordu.

Daha şimdiden bu kadar uzaklaştıysa kim bilir her şey ortaya çıktığında nasıl davranacaktı ona. Daha fazla tahammül edemeyerek yüzünü çevirdi sevdiği adamdan.

"Anladım." dedi soğuk bir sesle ama kalbi kırılmıştı. Kalbi bugün çok kırılmıştı. Kollarındaki yaraları acımasızca temizlerken de bu kırgınlıkla, hırsıyla yaptı.

Canı yanıyordu ama umurunda değildi. Gözleri doldu ama sıktı dişini. Sedirden tekrar hafif bir ses geldi ama bakmamaya yemin etti.

Odaklanmış gibi yapıyor saçlarıyla yüzünü gizleyerek de aslında ne kadar acı çektiğini gizliyordu.

Tam arkasında sıcak bir beden hissettiğinde dişlerini birbirine bastırdı. Boynuna doğru bir soluk değdiğinde ise irkildi ama yine işine odaklanıyormuş gibi yaptı.

"Dolapta sivrisinek kovucu da var." dedi Ezra. Firuze dayanamayıp ona baktı ve burun buruna geldiler. Firuze o güzel gözlerin burnunun dibinde olduğunu fark edince nefesinin kesildiğini hissetti.

Ezra ona öyle yoğun bakıyordu ki neden burada olduğunu, ne yaptığını, tüm acılarını unuttu.

Farkında olmadan gözleri doldu. "Şimdi yerler seni burada." diye kısık sesle konuşmaya devam etti Ezra. "Sonra bana ağlarsın canımı yaktılar diye. Niye geç kaldın diye bana kızarsın."

Firuze sözlerindeki anlamı kavrayabilmek için yüzüne baktı Ezra'nın. Gözleri çehresinde dolaştı. Başka bir şeyden bahsediyordu Ezra ama ne olduğunu anlayamadı.

"Ama ben geç kalmadım, iki gözüm." diye devam etti Ezra. Ay vuran yüzünde derin bir acı belirdi ve kayboldu. "Sen beni hep geç bıraktın." Firuze ne diyeceğini bilemedi. Ne kast ediyorsun diye sorsa alacağı cevaptan korkuyordu. İkisi de dolup taşmıştı aslında. Tek bir damlada patlayacaklardı ama Firuze bir damla sudan bile korkuyordu.

Bu yüzden başını eğdi ve Ezra'nın çıplak gövdesiyle karşı karşıya kaldı.

Geniş göğsü yalnızca gölgelerle kapatılmıştı. Karın kaslarının hafif görüntüsü net bir şekilde olmasa da ortadaydı ama o bile Firuze'nin boğazının kurumasına yetti.

Ezra bileğini kavradığında dönüp ona şaşkın şaşkın baktı. "Senin üstüne tişört yok mu yoksa Pakize fena halde paraladı beni de beyin sarsıntısı mı geçiriyorum?"

Ezra'nın dudaklarında bir tebessümün izi dolaştı ama burukluk onun ardındaydı.

"Sıcak." dedi Ezra sadece. Sonra onu sedire çekiştirdi. Firuze itiraz etmeden onu takip ederken, "Hiçbir sıcak beni sivrilere yem edemez." dedi ama hala sesi şaşkınlıkla doluydu ve hala Ezra'nın yarı çıplak oluşunun şokundaydı.

Daha yeni acıyla atan kalbi ayran gönüllü olmalıydı ki şimdi birden bambaşka bir sebepten hızlanmıştı.

Ezra'nın soluk ışıkta yüzüklü ellerine baktı. Bir damarın bileğinden koluna doğru uzandığı kaslı kolunu gördü. Geniş göğsünde hafif tüylere dikkatli bakışları değince, "Çok şükür, Allah'ım!" diye mırıldandı.

Herkesin zevki farklıydı elbette ama o aşırı kılları olan erkekleri hiç sevmiyordu. Belki kendisinin yeterince saçı, tüyü olduğundan mıdır bilmiyordu ama hiç hoşlanmazdı.

Ezra da Bedran'ın aksine tenini göstermeyi hiç sevmezdi. Bu yüzden son halindeki bedenini ilk defa gördüğünü söylese yalan söylemiş olmazdı.

Üstelik bu kadar kaslı olacağını da asla tahmin etmiyordu. Ağzı açık ayran budalası gibi bakmayı bırakabilse söylediklerinin farkına varabilirdi ama yine kendini tutamadı. "Senin bu sırt ağrısı çok işe yaramış bence." dedi.

Ezra normalde hep cüsseli bir adamdı ve hareket etmeyi severdi ama işi bazen çok hareketsiz olmayı gerektirdiği için erken yaşta sırt ağrıları başlamıştı.

O da bu yüzden düzenli sporu bir alışkanlık haline getirmişti ama Firuze'ye bunun nimetlerini görmek hiç nasip olmamıştı. Şimdi oluyordu ve hey maşallahlıktı.

Başını kaldırıp baktığında bu sefer gerçek bir tebessüm yakaladı Ezra'nın.

Patavatsızlığının sonuçlarıyla yüzleşirken ensesi utançtan yanmaya başladı. Onu utandıracak bir yorum söylemesini beklerken gerildi ama beklediği olmadı.

O tebessüm soldu, yerini yoğun bir bakışa bıraktı.

"Yatacak yerin mi kalmadı senin?" diye sorunca Firuze de ciddileşti birden.

" Evet." dedi Firuze. "Anlatsam bahtıma gülersin ama resmen evden atılmama şu kadarcık kaldı."

Baş ve işaret parmağının arasında bıraktığı minicik mesafe onun sabrıydı.

Abartıyordu aslında durumu ama ilgi muhtaçlığı böyle bir şeydi işte. Firuze o an sıradan bir şeyler yaşadığını düşünse de şimdi Ezra'ya bakarken ağlamak istedi çünkü evsiz hissediyordu kendisini.

"Uyuyamam da şimdi." dedi kırık dökük bir fısıltıyla.

Gerçekten yatacak yeri kalmamış gibiydi. Üstelik Ezra'nın tekrar ciddileşen suratında o kızgınlığı görmekten ödü kopuyordu.

Bilmediği şeyler vardı, biliyordu ama kör olmak istiyordu. Kör kalmayı diliyordu ve yüzsüzce şu an Pakize gibi yamacına sokulmayı istiyordu.

Nitekim sanki Ezra onun aklından geçen her şeyi okuyormuş gibi, "Kal burada!" dedi. "Benimle kal," gözleri Firuze'nin üstünde dolaşırken hasret kaldığı şeye son kez ulaşacakmış gibi bakıyordu.

"Ben uyuturum seni, iki gözüm!"

Firuze bu teklif karşısında donup kalırken Ezra aslında ikisinin de Arjin 'in tuzağına düştüğünü biliyordu. Bu sessiz tavrı, geceye ait kızgınlığıyla davranışları, tam olarak bu yüzdendi.

O da buraya Arjin tarafından yollanmıştı. Konağa geçtiğinde yanına gelmiş, "Orada mühim misafirlerim var. Başlarında sen durasın." demişti. Ezra buraya geldiği andan itibaren Firuze'nin de buraya gönderildiğini biliyordu ama ne olacağını bilerek yine de buraya gelmişti.

Tıpkı elinde sonunda yanına geleceğini bildiği gibi.

Tıpkı artık kafasında bir şeyleri yerine oturttuğunu bildiği gibi. Firuze'nin geri dönmesini beklerken zihninde dönen eksik parçalar ona zulmetmişti. Onun geri döndüğünde güldüğünü görünce bile içinde kaynamaya devam eden öfkeyi söndürememişti.

Ağzını açıp neden oyunlara alet oldun Firuze diye bağırmak istiyordu çünkü şimdi bile bir oyunun içindeydi. Aslında Firuze zeki bir kadındı ama eli kolu bağlanmış gibi davranıyordu.

Sanki çaresizleştirilmiş gibi. Ne kadar güçlense de o çaresizlik hissinden hala kurtulamamış gibi.

Soruyordu, söylemiyordu. Adım atıyordu, kaçıyordu ama sonra bir adım uzaklaşınca da böyle karşısında kanıyordu.

Farkında değildi ama yaralı bir ceylan gibi bakıyordu ona şu an. Ezra istese bile kıyamazdı ona. Şimdi usulca yaralarını temizlemeye yardım edişi de bu yüzdendi zaten.

Firuze'nin heyecanlandığını bilecek kadar tanıyordu onu. "Emin misin?" dedi Firuze. "Çocukluğumuzdan beridir birlikte uyumadık. Ben şu sedirde uyumaya çalışırdım."

Ezra ona kısa bir bakış attı. Sertti, itiraz etmiyordu. Firuze mesajı aldı.

"Tamam, eminsin!" Biraz düşünür gibi yaptı ama çoktan cevabı belliydi. İnsan hiç hasret kaldığının sunduğu fırsatı kaçırır mıydı?

"Ne yapalım, kabul edelim bari." dedi sanki şu an yataktaki kedi gibi usul usul ona yaklaşmamış gibi.

Ezra ısrar etmiş gibi tavrı her zamanki gibi kuyruğunu dik tutma çabasındandı ama pansumanı bitip sinek koruyucu ilacı da sürdükten sonra ne yapacağını bir türlü bilemedi. Ezra uyuyan Pakize'yi diğer sedire geçirdikten sonra tekrar birleştirilmiş çift yastığına yattığında ise bütün bu çabaları boşa çıktı.

Ezra sesini çıkarmadı. Firuze gelecekse kendi adım atacaktı. Bunun kararını o vermek zorundaydı.

Firuze ise tam o anlarda kulaklarını bile uğuldatan kalp atışlarını yavaşlatmakla meşguldü. Ellerini sedire bastırdı. Kendini sakinleştirmeye çalıştı ama olmadı. Sonra bu cesaretsizliği kendine yakıştıramadı.

Onunla geçireceği hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyordu.

Terliklerini çıkarttı, ayaklarını yatağa uzattı ve sırt üstü kendini yatağa bıraktı. Yastık buram buram Ezra'nın yanık turunçgil ve yeni kesilmiş oduna benzeyen kokusuyla donatılmıştı.

İki kere üst üste derin derin iç çekti. Ezra ince örtüyü üstüne çekene kadar sanki bir put gibi yattı yatakta. Bakışlarının hedefi olan yıldızlı gökyüzünü bile görmüyordu gözü.

Ezra da onun gibi sırt üstü yatmış bir elini ensesine koyarak gökyüzünü izliyordu. Aralarındaki azıcık boşluk bile ikisinin de canını yakıyordu.

Firuze üstüne çekilen örtüyü görünce gözlerinin dolduğunu hissetti. Bu hissi yok etmeye çalıştı ama başaramadı. Biri ona düşmanlık ederse karşılık verir, kızsa bin misliyle ödetirdi ama konu Ezra olunca bu denli zayıf hissetmek canını yakıyordu.

Bir damla göz yaşı şakağına doğru süzüldüğünde ağladığının farkında bile değildi. Ezra'nın elinin göz yaşının izini silmek için şakağına dokunduğunda ağladığını fark etti.

Firuze dönüp ona baktı. Bir şeyler söylemek, itiraz etmek için ağzını açtı ama sonra Ezra'nın bakışlarını fark etti ve konuşabilmek için önce boğazındaki düğümden kurtulması gerektiğini fark etti.

Sanki bir tutsaktı karşısındaki adam. Artık azat edilmek istiyordu. Firuze ise bir gün onu sevmeyi bırakırsa ölürmüş gibi hissediyordu. "Neden bana kızdın?" diye sorduğunda bile bu hissiyat vardı sesinde.

"Kızmadım." dedi Ezra. Firuze yalan söylemediğini biliyordu ama yine de itiraz etmek istedi.

"Meydanda ben gidip geldikten sonra bir şey oldu." dedi Firuze. "Kızdın sanki bana."

Ezra bakışlarını tekrar gökyüzüne çevirdi. "Yousef'in arabası ardından geldi." dedi. Firuze anılan adla birlikte istemsizce kasıldı.

Yine de kendini, "Eee?" demeye zorladı. "Bu mu problem?". Neredeyse bu cevap yüzünden hırçınlaşacaktı ama sonra tekrar Ezra bakışlarını ona çevirdi ve bütün şüpheler ortaya çıktı.

Firuze bu şüphelerle baş edemezdi.

Ezra ise ona acımadı. "Sen İstanbul'dayken tek iş için anlaşma yapmadın o adamla, Firuze." dedi şüphelerin hayaletlerini üstüne salarak. "Biliyorum hatta orada bir sürü oyunun döndüğünü de biliyorum ben. Kandırıldığımın da farkındayım ama beni parmağında oynatırken bütün öfkem seni kukla olarak kullanmış olmaları."

Firuze her sözle birlikte darbe vurulmuş gibi hissediyordu çünkü hepsi gerçekti. "Senin de buna izin vermiş olman. Bir yanım diyor ki mecbur kalmıştır. Belli ki onun da canını yakmışlar ama diğer yanım hangi tehdit onu bana değil de düşmana götürdü diyor."

Firuze kalkmak için hareket etti ama Ezra izin vermedi. Kolundan tutup kendine çekti ve altına aldı genç kadını.

Firuze kurtulmak için onu itekledi ama Ezra kollarını beline sarıp kendine kenetledi. Yüz yüzelerdi. Bedenleri bir olacak kadar birdi.

Ezra kokusunu içine çekip sakinleşmek için derin bir nefes aldı ama bu aksine onu daha da sinirlendirdi.

"Bu ihtimaller yiyip bitiriyor beni sonra sen geliyorsun ve neden kızdığımı anlamamış gibi kırgın kırgın bakıyorsun bana." Dudaklarına doğru konuştu. "Sence niye? Bir sorgula kendini!" dedi. "Niye bu haldeyim hiç düşündün mü?

Firuze kaçamayacağını anlayınca pes etti. Konuşursa ağlayacağını biliyordu. Üstelik kafeslenmiş durumdaydı. Bu yüzden çaresizliğini hareketlerle göstermek istedi.

Uzandı ve Ezra'yı öpmeye kalktı ama Ezra ne yaptığını anlayarak cehennem gibi hissettirse de başını geriye çekti.

Bu, her şeyden daha çok kırdı Firuze'yi. Korktuğu reddedilmekle yüzleşmiş gibi oldu çünkü.

"Bırak!" diye bağırdı kırgınlığını saklamak için. "Yemin ediyorum tüm misafirleri başımıza toplarım, bırak!" Gözleri öfkeyle kararmıştı.

Ezra bırakmadı onu. Firuze ise aniden yükselen öfkesiyle sinir krizinin eşiğine geldi.

"Siktir git! Bir daha yanına gelirsem de Allah belamı versin benim!"

Ezra gövdesini ona bastırarak tamamen yatağa gömdü altındaki genç kadını. Sonra da bir elini kaldırıp sağa sola salladığı çenesini kavradı.

"Senin belan benim, iki gözüm!" dedi ona doğru yüksek sesle. "Cezan da benim! Ben o numarayı bir kere yedim." dedi. Firuze'nin kıvranışı baştan çıkarıcı olup çoktan sertleşmiş olsa da yine de tutuyordu kendini. "Bir daha yarım kalarak aklımı alamazsın benim."

"Hiç almam." dedi Firuze reddedilmenin hırsıyla. "Aldım ben dersimi."

Ezra bu tehdidi umursamadı. Kendini bıraktı ve altındaki kadının bacaklarının arasında sertliğini bastırdı.

Bir düğüm gibi kilitlenmişlerdi. Firuze'nin eteği yukarı sıyrılmış ve aralarında ince kumaş parçaları haricinde hiçbir şey kalmamıştı.

Kavga ederken bir anda bedenleri bu işi üstlenebilir ve tutkuyla savaşmayı tercih edebilirlerdi. Tam olarak bu sınırdalardı.

"Hiçbir ders almadın sen!" dedi Ezra ondan daha yüksek sesle. "Ben sana hiç ders vermedim çünkü kıyamadım!" dedi. Bir kez daha yüzüne vurdu gerçekleri. "Konuş şimdi!" Parmaklarıyla çenesine baskı uyguladı. "Konuş!" dedi.

Firuze bir yemin gibi dudaklarını mühürledi. Ezra'nın sabrı sınanıyordu. "Firuze!" diye yükseldi. "Senin bu adamla ne işin var? Ne anlaşması yaptın sen onunla?"

Firuze'den yine ses yoktu ama yüzündeki öfke solmaya başlamıştı. Hala reddedilmenin acısı vardı.

Hem de bu his ona çok ağır geliyordu.

"Bırakırsan gideceğim." dedi dişlerinin arasından. Ne dediğini bilmeden konuşmaya devam etti. "Düğün bittiğinde de Dildar'ı alıp döneceğim İstanbul'a."

Bu isteği bomba gibi düştü aralarına. Ezra'nın bütün kaybetme korkusunu tetikledi.

"Kaçacaksın öyle mi?" dedi Ezra yükselerek. "Korkak gibi uzaklaşacaksın yine?"

Firuze bir şey söyleyemedi. Hırçınca çıkışlar onu kurtarmaya yetmiyordu artık. Kalbindeki ümit ateşi söndü ve karanlığa döndü bütün dünyası.

"Ne zaman bu kadar korkak oldun sen?" dedi Ezra onu daha fazla yaralayarak. "Ne zaman benden bu kadar korkar oldun?"

Firuze'ye bütün bu sözler çok ağır geldi. Oysa daha hiçbir şey konuşulmamıştı bile ama hep sevgi gördüğü bu adamın gözlerindeki hayal kırıklığına geçmişte onu bırakmak zorunda kalırken yeterince maruz kalmıştı.

Daha fazlasını kaldıramıyordu artık.

"Ne söyledi babam?" diye sordu pes etmiş gibi. Herkes birbirinden bir şeyler saklıyordu artık. "O bir şey söyledi de ondan mı böyle davranıyorsun bana?"

Ezra onun aksine sakin değildi artık ama Firuze'nin yüzü acıyla sarsılıp, "Bu adam ne zaman ölecek?" dediğinde o öfke donup kaldı. "Ne zaman ölecek?"

Bakışları donuklaştı genç kadının. Sanki kendini kaybedecek kadar kapattı kalbinin merhamet kapılarını. "Benim mi öldürmem gerekecek kurtulabilmem için?" dediğinde bu kavganın sıradan bir öfkeden bambaşka bir yere gittiğini fark etti Ezra.

Firuze sanki bunu ciddi ciddi düşünüyormuş gibi bakıyordu ona. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki bir delilik yapacakmış gibiydi.

Eline avucuna sığmayan o ateş, vahşi bir yanardağın lavlarına hizmet etmeye başlamıştı. "Batmışım batacağım kadar yaksam ya son kez kendimi!" dedi gözünün içine bakarak.

Yıkıldı karşısında tüm ümitleri.

"Ne olacak? Kaybedecek neyim kaldı?"

Gözünün içine bakıp bunu söylerken sanki onu kaybetmiş gibi konuşuyordu Firuze. Ezra için aslında bu bile bir cevaptı.

Firuze onu kaybetmekten korktuğu bir şey hatta birçok şey yapmıştı ve Ezra onu söylemeye zorladıkça her seferinde biraz daha dibe batıyordu.

"Yok mu kaybedecek bir şeyin?" diye sordu Ezra gölgelediği halde hala çok güzel olan kadına bakarken.

"Hiç mi yok?" dedi ona doğru eğilerek. Firuze hıçkıra hıçkıra ağlamak üzereydi. Ağzını açsa kan kusacaktı sanki. Bu yüzden bu soruya cevap vermedi.

Bu kavga daha büyük zorlamalara giderdi aslında ama o yaralarını gösterircesine konuşunca Ezra anında sakinleşti. Bu sanki acil durum çağrısı gibiydi.

Korktu, sevdiği kadın için. Firuze'nin sakinleşene kadar izledi onu.

Firuze konuştuğunda her zamanki gibi acısını dikenlerinin ardına sakladı. "Beni reddettiğine göre üstümden kalkar mısın?" dedi ters ters. "Aşağıda bambaşka telden çalıyorsun çünkü. Meyme'nin tatlı şenliği sana da mı yaradı?"

Ezra onunla birlikte sakinleştirmeye çalıştığı öfkesi ve sinirine rağmen gülümsedi. Yüzünü avuçlamışken sıkıştırmak, eğilip onu öpmek, gökyüzü onlara şahitken sevdiği kendine ait kılmak istedi ama her şey gibi bu an da yanlıştı.

"Reddetmedim." dedi baskısını kaldırmayarak. Aksine bastırdığında Firuze'nin yüzünde ki o acı ifade hafif değişti. Ne hissedeceğini bilmiyormuş gibi baktı.

"Sadece doğru görmüyorum, iki gözüm." dedi Ezra.

Elini yavaşça yüzünden çekti. "Ben sana dokunmaya kıyamazdım ve hep sebebim vardı." Yüzünde acı bir ifade belirdi. "Şimdi de bana bir adım atsan, beni biraz olsun anlasan ben yine doğrusunu yapar seni Allah katında kendimin yapardım."

Firuze bu itiraf karşısında donup kaldı. Kalbi deli gibi istedi vaat ettiğini yapmasını. Dünyası cennet olurdu sevdiği adama kavuşsaydı.

Ona doğru eğildi. Dudakları dudaklarına doğru hafifçe değdi. "Böyle yanlış." dedi. Hafifçe sürtündü dudakları, Firuze'nin dudaklarına. "Zehirli bir efsun gibi yanlış."

Firuze'nin solukları hızlanırken ona yaklaşmanın hissiyle Ezra'nın kalbi hızlandı. Öfkeden sonra adrenalin etkisiyle ikisinin de arzuları ayyuka çıktı.

"Ben mi yoldan çıkartıyorum?" diye sordu Firuze. "O yüzden mi yanlış?"

Aslında kızgın olduğu için evet diyebilirdi ama Ezra hiçbir şekilde böyle görmüyordu. Ezra geri çekildi.

"Ben sana dokunduğum için yanlış. Seninle ilgili her şeyi doğru tutmaya çalıştım ben. Tam olarak bu yüzden yanlış!"

Firuze geçmişe dair gördüklerini hatırladığında yüzü yine acıyla sarsıldı. O pencerenin ardındaki duvara çöküp ağzını kapatarak çığlıklarını bastıra bastıra ağladığı günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı.

"Sizi gördüm ben." dedi tutuk tutuk. Ezra neyi gördüğünü anlamadı ilk. Sonra Firuze, "Çiftlikte." dediğinde kısa bir an düşündü ve Samira 'dan bahsettiğini anladı.

"Öptün onu." dediğinde gözleri doldu. Sanki o yanlış bir bana mı dercesineydi bu sözleri. Samira temsiliydi aslında o Ezra'nın yaptıklarını hazmedemiyordu.

Ezra da bunu bilerek acısını sakladığı hissiz bir ifadeye büründü. "Onu hiç öpmedim ben." dedi. "Hiçbir zaman da ümit vermedim."

Firuze'nin her sözle birlikte yüreği ferahlarken Ezra son bir darbe vurdu ona.

"Sen benden daha fazla ümitlendirdin onu. Kalbini kırmadan kendimden uzaklaştırmak bana çok ağıra mal oldu. Hem senin ihanetinle savaştım hem de kendi kalbimi kaybetmekle uğraştım ben."

Kırgınlıklarını gösterdikleri bir andı bu. Firuze ilk defa hatasını kabul ederek ellerini onun yüzüne uzattı. Reddedilme korkusu onu sarsa da Ezra geri çekilmedi.

"Özür dilerim." dedi Firuze. Bugün ikinci keredir özür diliyordu ama bu farklıydı. "Geçmişte yaptığım her şey için özür dilerim." Sesi titredi. Sonra sessizce içinden ekledi.

Gelecek için sana söz veremediğim için özür dilerim.

Ezra bir şey söylemedi. Sadece o anda kalplerinin aynı acıyla sızladığı ve bir attığını bilerek iki kavuşamayan sevdalı gibi baktılar birbirlerine. Ezra eğildi içindeki tüm hasretle birlikte dudaklarını sevdiği kadının dudaklarına bastırdı.

Hiç kıpırdatmadan sadece şefkatini ve sevgisini göstermek içindi bu. Firuze'nin sonsuza kadar bu anda kalmak isteyeceği kadar güzeldi.

Geri çekildiğinde ağlamak isteyeceği kadar muhtaç hissettirdi. Ezra üstünden çekilip arkasına geçtiğinde sesini çıkarmadı.

Arkasından sarıldığında uysallaşmasının sebebi hala söylediklerinin etkisinde olmasıydı. Kalbi ağrıyordu. Babasının söylediklerinden, Ezra'nın öğrenmek üzere olduklarından ama sonra Ezra saçlarına başını gömdü.

"Şu saçların iki gözüm," diye fısıldadı hasretle. "Benim nasıl bir zaafım olduğu hakkında hiçbir fikrin yok." dedi ve bütün dertler söner gibi oldu gözünün önünde.

Kalbi onun kollarındayken hızlı atmaktan harap olmuştu ama bu sözler şifa gibi geldi. Huzurla kapadı gözlerini. Bir damla göz yaşı daha süzüldü gözlerinden.

"Şanslıyım." diye fısıldadığında Ezra ardından dudaklarını saçlarına bastırdı. Firuze'nin gözleri kapalıyken çenesi titredi bu şefkat karşısında ama anı yaşamak için zorladı kendisini.

Buradaydı, sevdiği adamın kollarındaydı. Yarının ona ne getireceğini hangi günün sonunda ayrılığın çağrısı olacağını düşünmeden ilk defa huzurlu bir şekilde uyudu.

Sabah ışıkları gözüne vurana kadar da uyanmadı ama onu uyandıran ışıkta değildi. Nerede olduğunu kimin kollarında olduğunu idrak edemeden düzenli bir tak ses onu rahatsız etti.

Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey karşı sedir de oturan Arjin'di.

Elindeki bastonu düzenli bir şekilde yere vuruyor ve onları izliyordu.

Onları.

Kollarında uyuduğu Ezra ve kendisini.

Aynı yataktayken sert bir ifadeyle onlara bakıyordu. 

𓇚ꕥ𓇚

Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüsünde...

Aynen öyle djdjdj 

Ne yangınlar ya Rabbi ne yangınlar djdjdj neyse az buçuk bir şeyleri tahmin etmeye başladınız bence djdj

Diğer bölüm bir yüzleşmemiz olacak birde aboo djdjd

Sonra düğün...ehe...o meşhur düğün djdjd

Neyse daha fazla çatlatmayayım sizi djdjd

Nasıl buldunuz bebeklerim bölümü?

En sevdiğiniz sahne hangisiydi?

Ben şu ip bağlama sahnesine zafiyet besliyorum niye bilmiyorum djdjd

İnşallah çok beğenmişsinizdir. Yeni bölüm gelene kadar Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla canımın içileri!

Continue Reading

You'll Also Like

638K 26.5K 45
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
220K 10K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
Haz By 🍀

Romance

289K 3.9K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
292K 24.5K 24
"Kalmam için bir sebep olması lazım." dediğinde, Leyla'nın sesi titriyordu. O Leyla'ydı, başka kimse değil. Daha on sekizinde tazeyken, Kınalıtepe'ye...