FİRUZE

Por _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... Mais

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•AMETİST•𓇚

11.4K 1K 1K
Por _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ 

Selamünaleyküm Mehsa'nın Fedaileri!

Beeen geldim aman ne hoş geldim ne hoş geldim djdjd

Ayh bu bölüm nedense çok hoşuma gidiyor inşallah sizler de çok seversiniz.  💅💃

Bu arada nasılsınız? Ben çok şükür iyiyim. Artık olayların yaşanmaya başladığı bölümlere geldiğimiz için ayrıca bir mutluyum. 🌼😍

Hislerim sizin de hisleriniz olsun inşallah. 😘

Çok tutmuyorum sizleri. Hemen bölümle baş başa bırakıyorum.

Siz seviyorum.😍🌼

İyi okumalar dilerim canlarım. 

𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Twitter: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık istidâdı var.

Aşık-ı sadık menem, Mecnun'un ancak adı var."

Bende Mecnun'da olduğundan daha fazla âşıklık kabiliyeti var. Gerçek aşık benim Mecnun'un yalnızca adı var.

-Fuzuli

𓇚ꕥ𓇚

Tam üç gün sonra Firuze Çınar Ağacının yanındaki umutsuzluğundan bir adım ileride değildi. Geri döndüğünde, Sahra'yı Dildar'ın baş ucunda bulmuştu.

Ona sarılmış, kaybetme korkusunu geçirmek için saatlerce kucağında tutmuştu. Sahra yanındaydı, olanların en çok o farkındaydı.

Çaresizlik, bu üç genç kadının da etrafını çepeçevre sarmıştı.

Firuze başka bir çaresi kalmadığı için elinden geldiğince üstü kapalı bir şekilde İstanbul'dayken yaptıklarını anlatmıştı Dildar'a. Hala Sahra'nın bu hikayedeki yerini, katil olacak sınıra nasıl geldiğini bilmiyordu Dildar ama öğrendikleri bile kriz geçirircesine ağlamasına sebep olmuştu.

Bu yüzden Firuze kahroluyordu. Bir çaresi yoktu, Dildar'ın çektiği vicdan azabına bir türlü engel olamıyordu. İntihar etmeyeceğine dair söz vermişti ama Firuze ondan gözünü bir türlü ayıramıyordu.

Babası hariç etrafındaki herkes intihar durumunu önermişti. Ezra söz verdiği gibi yüksek yerlerin altına gölgelik gibi tente yaptırtıyordu. Dildar'ın çok sevdiği elmastan yapılmış minik çiçekli bilekliklerden bir tane yollatmıştı. Onun dilinde bu değer verdiğinin göstergesiydi.

Üstelik ince işçilikti. Firuze onun takılarını kullandığı için bu bilekliği yapanın da o olduğunu biliyordu. Sırf bu yüzden bile bu adamı çok sevebilirdi.

Zaten sevmemek için bütün çabasına rağmen yine kendini onun yanı başında buluyordu.

Yine de bu üç günde sevdasını düşünmeye bile fırsat bulamamıştı çünkü o başta olmak üzere herkes Dildar'ın üstüne titremekle meşguldü.

Abisi normalde duygularını çok yansıtan biri değildi ama sabah Dildar'ı divanın orada görünce yanına gitmiş ve onu göğsüne çekip sımsıkı sarılmıştı.

Bazen Baran gerçeklerden haberdar olsaydı ne olurdu diye düşünüyordu Firuze.

Belki yükün azalırdı diyordu sol melek. Sağ melek ise karşı çıkıyor ve kan çıkardı Firuze diyordu.

Firuze sağ meleğin çok haklı olduğunu biliyordu. Üstelik tek seferlik de olmazdı bu öldürme işi.

Hem Eraslanlarla hem de Saruhanlarla düşman olacak kadar kan çıkardı ve ne yazık ki Koçaklar o kadar güçlü değildi.

Bunun sonunda yitip giderlerdi.

Ne kadar şimdi inşaat sektörü sayesinde güçlü olsalar da onlar hala temelde kızını korumak için Saruhanlara sığınan Arbil Koçak'ın soyundan geliyorlardı.

Akrabalarının birçoğu da Hünerler yüzünden göç etmişlerdi. Yaşanılacak katliamdan sonra Arjin bile onlara sahip çıkamazdı.

Bu yüzdendi zaten bu suskunluğu.

Bu yüzdendi bu korkusu, bu telaşı.

Ertesi gün Ayşen, Firuze'nin bu telaşla panik atak geçirdiği bir an da yakalamıştı. Dildar'ı da yanında işe götürmek için ısrar ediyordu ve yaptığının yanlış olduğunun farkında bile değildi

Ayşen'in bakışlarındaki hüznü gördüğünde ısrarının sınırını aştığını fark etmişti. Dildar sosyalleşme konusunda da büyük bir sorun yaşıyordu ve Firuze onu koruyacağım derken neredeyse bir başka travmayı tetiklemek üzere olduğunu acı bir şekilde idrak etmişti.

Bu farkındalıkla birlikte ne yazık ki profesyonel birine danışmadan hareket etmemesi gerektiğini anlamıştı.

Sahra ile birlikte Dildar'ın buradaki doktoruna gitmişlerdi ama anlatılanlardan çıkartılan sonuç aynıydı. Dildar yaşadıklarından dolayı içten içe kendini suçluyordu ve bu suçluluğa karşı ne kadar ikna edilmeye çalışsa da gördüğü zararı telafi etmediği sürece hep ölüme meyilli olacaktı.

Firuze o zararın tamamının yaşadıkları kaynaklı olmadığını biliyordu. Dildar yaşadıklarından sonra susturuluşlarının vicdan azabını çekiyordu ve bunun yolu ne yazık ki öç almak değildi.

Tek bir çare vardı, bu da kanıt bulmaktan geçiyordu. O kanıtta Saruhan konağında saklıydı. Firuze tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu ama konağın her köşesini aramak zorundaydı ve bunun için sıklıkla bahanelere ihtiyacı vardı.

Aradıkları bir usb bellekti. Rengi kırmızı siyahtı. Üstünde malum kişinin ismi vardı. Firuze gözünün önünde sallanan kurtuluşunu gördüğünden beridir asla unutamıyordu.

Burada bir video var Firuze. O ahırdan çıkan kişiyi gösteriyor.

Firuze yerde diz çökmüşken görmüştü o belleği. Umut öyle büyük bir hastalıktı ki, o an kendini kaybedip belleği almak için deli gibi karşısındaki adama saldırmaya çalışmıştı.

Firuze hala kollarından tutan iki adamın onu nasıl geriye çekmeye çalıştığını unutamıyordu. Düşmanın ise çirkin kahkahası kulağında çınlıyordu.

Bu delili silmem lazım aslında ama aleyhime olan delilin yeri gelince lehime döndüğüne şahit oldum ben. Bu yüzden saklıyorum bunu ve daha fazlasını...

İmasının ardındaki gerçekler Firuze'yi kahretmişti. O ima da ne yazık ki ailesini yerle bir edecek büyük bir skandal saklıydı.

Belki de böylece bir gün olur da beni suçlayacak bir yol bulursan kendimi aklamak için yine başkalarını yakarım.

Firuze yalnızca o yansın istiyordu. Ölüsünün cehennem azabı çekmeden tek bir an geçirmemesini umuyordu ama yetmiyordu işte. Anıları da bilinen o iyi yüzü de yansın istiyordu.

Ardında bıraktıklarını yok edecek her şeyi istiyordu.

İşte tam bu yüzden bu sabah yine Saruhan konağına geçeceklerdi. Bu sefer yanlarında Dildar'da olacaktı. Zaten akşam gelin hamamı vardı. Bu yüzden orada hazırlıklara yardım etme bahanesiyle yol alacaktı.

Firuze, Dildar'ı en iyi koruyabildiği şekilde yoluna devam etmek istiyordu ama Dildar bunun yüzünden de yaralıydı. Bu yüzden en az risksiz şekilde onu da işin içine girdirecekti.

İdare etmek onun işiydi. Hem kız kardeşini işe yarar hissettirmek hem de korumak zorunda kalacaktı.

Bütün bunlar kolaymış gibi bir de insanlara her şey yolunda izlenimini vermesi gerekiyordu. Bu listenin başını da Ezra çekiyordu.

Onunla konuştuğu her seferinde öyle büyük potlar kırmıştı ki zamanında oynadığı oyunun yalan olduğunu bir tek itiraf etmediği kalmıştı.

Karşısındaki adam zekiydi. Hiçbir zaman onu aptal yerine koymak istememişti zaten. Bu yüzden onu başkasına ayarlamaya çalışmıştı. Bunu yaparken mutluymuş rolleri kesmiş, ardından ağıt yakmıştı.

Şimdi gerçekler bir bir su yüzünde gözükmeye başlıyorken Firuze onun yalnızca sorgulamayacağını çok iyi biliyordu. Ezra onun oynadığı rolün ardını gerçekten aramaya karar verirse Firuze'nin yaptıklarının ortaya çıkması bir nefes kadar yakında demekti.

Eskiden sadece uzaktan izletiyordu ki Firuze bunu zaten içten içe biliyordu ama şimdi izlemekle kalmazdı. Boğazın derinliklerinde yatan, suç aleti olarak kullandığı ruhsatsız silahını bulma ihtimali bile vardı.

Öyle büyük bir çevresi ve çok iyi saklasa öyle büyük bir gücü vardı ki Firuze altında kalırdı.

Bir yanı her şeyi o bulsun isterken diğer yanı yeterince delil toplamadan karşısına çıkmak istemiyordu. Yol yine delil bulmaya çıkıyordu ve sanki zamanın hızıyla yarışıyormuş gibi bir telaşa girmesine sebep oluyordu.

Bir de bütün bunların üstüne yakında olacak bir düğünün olması, resmen hayatın onun ağlanacak haline gülme şekliydi.

Üstelik, bütün bu kaosun içine tünemiş, büroda şimdiden üstüne bir ton iş yükü bindirilmiş olmasına rağmen, gelin hamamında da iki gün sonraki kınada da yarınları yokmuşçasına bütün kurtlarını dökeceğini çok iyi biliyordu.

Tıpkı neşeyi ve mutluluğu görünce kanının kaynayacağını, her şey yolundaymış gibi davranacağını bildiği gibi.

İki konağı birbirinden ayıran duvarın dibinde durmuş, aşağıda buz mavisi rengindeki tenteyi yerleştiren çalışanlara bakarken, "İflah olmam ben ya!" dedi kendi kendine Firuze.

"Valla olmam."

Sonra başını hafifçe yana doğru çevirip kendine dair kızgınlığının hıncını çıkartırcasına, "Hanımlar geç kalıyoruz!" diye bağırdı. Normalde en çok süslenen oyken ne Sahra ne de Ayşen hazırdı.

Hiçbir yere çıkmak istemeyen Dildar bile hazır değildi.

Gelin olan Zahide de kim bilir neredeydi. Firuze'nin durduk yere celallenesi geliyordu böyle anlarda.

Arkadan Ayşen bağırdı. Sesi uzaktan geliyordu, "Sanki sen evlenecekmişsin gibi heyecanlı gelinler gibi erkenden hazırlandın, Firuze. Bir kez acele etme de rahat rahat Yeşim'i hazırlayayım."

Firuze'nin kaşları çatıldı bu sözlerden sonra.

Evet, aceleciydi. Hatta en nefret ettiği huylarından biriydi aceleci olmak.

Arjin, "Acele ile ecel arasında ince bir çizgi vardır, imdelleliti. Sen o ince çizgi üzerinde cambazlık edersin. Bir gün yanlış tarafa düşersin diye korkarım." demişti.

Firuze o yanlış tarafa bir kere düşmüştü. Bu yüzden üç sene boyunca sabırla sınanmıştı zaten.

Yine bu yüzden kızgınlıkla cevap verdi. "Aceleci değilim ben! Meymê erkenden gelin dedi. Bu yüzden hızlı hazırlandım." Sonra alaycı bir ifadeyle ekledi.

"Sizin aksinize."

Aşağıdan yüksek bir gülme sesi geldi. Firuze bakmadan kim olduğunu biliyordu. "Oraya gelirsem Celal'e yediğiniz bütün naneleri Keriman ablaya anlatırım, Hülya." diye bağırdı.

Birden ses kesildi. Sonra korku dolu incecik sesi duydu Hülya.

"Ya Firuze Abla!" diye seslendi Hülya. "Dağıtılacak sabunları yerleştiriyordum ben, ondan hazırlanamadım."

Firuze gözünü devirdi. "Sabunlar arkadaki ahırda yolunda mıydı Hülya?" diye bağırdı bu sefer. Yarım saat önce ahır yolunda üstünü başını düzelterek konağın kapısına doğru yürüdüğünü görmüştü.

Samanlık millete seyran oluyordu, Firuze'ye de kocaman bir nah düşüyordu.

Bunun efkarıyla Hülya'yı da ifşa edince Hülya'nın sesi kesildi çünkü Keriman, "Yine mi oynaşmaya gittin sen kız!" diyerek yarım saat boyunca Hülya'ya nutuk çekme seansı başlamıştı.

Firuze yaptığından pişman değildi, o mutluluğu yaşayamıyor diye hiç kimse mutlu olmasın mottosunu benimsiyordu bu günlerde.

Yine de bu Firuze'nin daha da dertlenmesine engel olamadı. "Bu gidişle ben de nah evlenirim." dedi dertli dertli.

İşin aslına bakılırsa çok da evlilik hayalleri olan birisi değildi, Firuze. Eskiden de evlilik onun için ön planda değildi.

Çok isteyeni olmuştu ama hiçbiri Koçakların kapısından bu niyetle girememişti. Başta annesi karşı çıkardı ama işin aslına bakılırsa kimse Ezra Saruhan'ı karşısına almaya cesaret edemiyordu.

Firuze için o zamanlar hava hoştu. Zaten aklı beş karış havada o dağ senin bu bayır benim gezen, doğduğu topraklarda bir çocuk gibi eğlenen birisiydi.

Zaman geçtikçe aslında bu özgürlüğün büyük bir kısmının Ezra sayesinde olduğunu anlamıştı. İş babasında değildi, Firuze'ye elbette laf söz eden olurdu ama laf edenlerin sesi Firuze'ye daha ulaşmadan kesilirdi.

Firuze eskiden kendi kendine sustuklarını zannederdi ama şimdi anlıyordu ki aslında Ezra susturuyordu.

Celal bir gün ona sokak köşesinde çekirdek kola keyfi yaparken itiraf etmişti.

Ezra Beyimin selamı var dendiğinde buradaki herkes ne olacağını bilir, demişti o ağır abi tavrıyla. İnsan nerede destur çekeceğini iyi bilmeli. Yoksa burada barınamayacağını da anlamak zorunda kalırlar.

Normalde gidip sen beni niye savunuyorsun ben kendi kendimi savunamaz mıyım ahkamlarını kesebilirdi Firuze ama yalnızca çekirdek çitleyip Celal'e kimlere bu şekilde gittiğini sormuştu.

İnsan, onun yerine sorumluluğu alan ve onu koruyan biri olunca bazen çenesini kapamayı bilmeliydi.

Firuze bu üç sene boyunca çektiklerinden sonra bunu çok iyi anlamıştı. Şimdi de içten içe artık bir yuvası olsun istemesinin sebebi de buydu aslında.

Güvende değildi. Eskiden güvendeydi ama şimdi değildi.

Eskiden, o mutlu ve güvende olduğu zamanlar da Ezra'yı sevdiğini anladıktan sonra bile hemen evlilik aklına düşmemişti. 22 yaşındaydı ciddi ciddi onunla evlilik hayal kurmaya başladığında. O da artık karşısındaki adamı bir ergenlik aşkı değil de gerçekten ruhuyla sevdiğini anladığında gerçekleşmişti.

Sonra evlilik hayalleri başına yıkılmıştı zaten.

Bir de bunun üstüne onu başkasıyla görme kabusunu yaşamıştı.

Sebep olanlara bela okuyası vardı bugün Firuze'nin. Akşamına oynardı ama şimdi günlük efkarını yaşıyordu.

"Tanrım, kötü kullarını sen affetsen ben affetmem." diye mırıldandı içli içli. "Bütün zalim olanları sen affetsen ben affetmem."

Affetmeyip de bedelini ödetmekti bütün derdi zaten. Bundan sonra derin bir iç çekip ardına dönecekti ki efkarının sebebinin o derin sesini duydu.

"Sevilip sevmeyenleri sen affetsen ben affetmem."

Bir şarkı gibi değil de sanki bir şiirmiş gibi derinden söylenmiş sözlerle birlikte Firuze yerinden sıçradı. Sanki gaipten Ezra'nın sesini duymuştu. Ardına dönüp baktı, göremedi. Gür saçları ardında savrulurken yüzünde çocuksu bir şaşkınlık vardı.

Sonra yanındaki duvara baktı. Hiçbir şey gözükmüyordu ama onun orada olduğunu biliyordu işte.

Sözlerdeki taş gelip kalbinin üstüne oturdu. Zaten tespihi bulduktan sonra çok kızmıştı ona. Üstelik sonuna kadar da haklıydı. Firuze bunun için de açıklama yapmamıştı.

Ezra yüzüne bakmasa yine hakkıydı. Yine de katlanamıyordu Firuze bu duruma. Bu sıkışmışlığa tahammül edemiyordu.

Bu yüzden cevap vermeyip bir adım uzaklaştı. Canını daha da sıkmak istemiyordu ama Ezra onu rahat bırakmadı.

"Yine neye kızdın iki gözüm?" dediğinde Firuze'nin bir adım geri çekilerek ördüğü gardı yerle bir etti.

Öyle bir iki gözüm diyordu ki insanın onun iki gözü olası ömür boyu o iki göz de yaşayası geliyordu. Firuze'nin saniyeler önce kendine sıraladığı bütün bahaneler bir bir yok oldu.

Duvara tekrar yaklaştı ve, "Geç kaldılar!" dedi eskiden olduğu gibi ona şikayet ederek. Sanki aralarında hiçbir şey yaşanmamıştı. "Meymê bizi tefe koyacak bunlar hala giyinmek derdinde. Sanki hamamda kırklanmayacakmışız gibi habire hazırlık yapıyorlar."

Duvara konuştuğunun farkında değilmiş gibi bir de el kol hareketleri yapıyordu.

Sonra ne yaptığını fark etti. Kendi haline dair bir şaşkınlık anı yaşadı ve bu haline kızarak duvara doğru yaklaştı.

Firuze onun yüzünü görmek istiyordu, bu yüzden duvara elini dayayıp parmak uçlarında yükselmeye çalıştı ama boyu yetmedi. Orta boyluydu ama bir dev değildi nihayetinde.

Ezra, "Sen süslenmeyecek misin yani?" diye sordu duvarın ardından. Sesindeki hafif tebessümü hissedebiliyordu Firuze. Bu yüzden daha da meraklandı.

Görmesi lazımdı Ezra'yı. Hemen şimdi, tam olarak bu dakika da tam bu saniye de. Telaşı da aceleciliğinden geliyordu, bu yüzden olduğu yerde hafif sekti.

"Süsleneceğim." dedi. "Zafaran koleksiyonundan hem de."

Ezra'nın Zafaran koleksiyonu dünyaca ünlenmişti. Zafaran safra demekti aslında. Safran çiçeğinin kızıllığına vurgu yapılmıştı koleksiyon da.

Özellikle Arabistan yarımadası ve Hint bölgesinde yoğun talep görmüştü.

Altın ağırlıklı koleksiyon da saç aksesuarları, ağır işlemeli küpeler, halhallar hatta Arjin'in çenesindeki deg den esinlenmiş bir gerdanlık bile mevcuttu.

Firuze'nin en dikkatini çeken ve yine tam olarak bu yüzden ona verilmeyen ama sonra zorla sipariş ettirdiği bir göbek piersingi ve vücut kolyesi bile vardı. Firuze bir kere evdeyken denemişti bu mücevherleri ama aynada baktığı kadında bir şeyler çok yoğundu.

Sanki tenine dokunan mücevher değil de onu yapanmış gibi hissedip hemen geri çıkartmıştı.

Bunlar haricinde koleksiyonun tamamı ilk ona gönderilmişti.

Bunların değerini düşünmek bile istemiyordu ama iade edilen geri döndüğünden beridir düşünmeyi de bırakmış, tadını çıkarmaya bakmıştı. Mücevherler bir kadının hazinesini yansıtırdı. Firuze de bunu Zafaran koleksiyonunda en derinlerinde hissediyordu.

Ağırdı, her yerde kullanamıyordu ama en çok bu takılara bayılıyordu. Ezra'nın ince sanatı, her bir taşın anlattığı hikâyeyi çok seviyordu.

Bugün saç aksesuarlarından birini ikiye ayırdığı saçlarının ortasına yerleştirecek ve sonra saçlarını aksesuarla birlikte örecekti.

Firuze onu görmek için tekrar yerinden zıplarken Ezra onun duymayacağını düşündüğü kısık bir sesle, "Çizerken hamamda takacağını düşünmemiştim." dedi ama Firuze ona odaklandığı için duydu.

"Ne düşünmüştün?" dedi büyük bir merakla. Ezra cevap vermedi, verecek bir cevabı yoktu.

Göstermek istedikleri vardı ama Firuze konu Ezra'nın ona olan düşkünlüğü olunca dünyanın en cahil insanıydı.

Bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi soru sormaya devam etti. "Deyrul Zafaran Manastırının etrafında yetişen safrandan ilham aldığını söylemiştin röportajında."

Ezra başını çevirip ona doğru baktı. Firuze zıplarken onu kısacık bir an görebildi. O kısacık an bile kalbinin hızlanmasına sebep oldu.

Yan profiline vuran sabah güneşi ve dudaklarına götürdüğü sigarasını bir anlık fotoğraf gibi yakalamıştı zihni. Seyirlik bir manzaraydı. Eğer aklında bir baskı cihazı olsaydı fotoğrafı çıkartıp özel kutusunda saklardı.

Ezra ise bu sırada onun bir gözüküp bir kaybolan yüzünü gördü. Firuze bir uçuyor bir kayboluyordu.

"Ne yapıyorsun sen?" dedi şaşkın bir ifadeyle Ezra. Firuze havaya kalktıkça saçları etrafında uçuyordu. Bugün küçükken taktığı siyah ipli, mavi ve kırmızı minik taşları içinde barındıran yuvarlak taşlı bir saç aksesuarı vardı alnında.

Ezra bir an karşısında o simsiyah saçlı küçük kızı görür gibi oldu. Firuze sırıtınca o da hafifçe gülümsedi. Yüreğine dokunuyordu gülüşü çünkü.

"Sana bakıyorum." dedi Firuze. Aşağı indi sonra tekrar zıpladı. "Ne zamandır buradasın?" Bir kez daha inip tekrar zıpladı. Ezra elindeki sigarayı unutmuştu.

Tam duvarın oraya doğru ilerledi. 6 günde tekrar sigara tiryakisi olmasına sebep olan kıza doğru yürüyordu.

"Acele edip konak sakinlerini çileden çıkardığın her anı duydum." dedi Ezra. Kendi kendine sitem edişlerini de duymuştu Ezra.

Evlilikle ilgili sitemleri de buna dahildi. Dün Bedran ile konuşmuştu. Sahra olayından sonra ona güvenmeyebilirdi ama bu zamana kadar bütün araştırmalarında kardeşine güvenmişti ve bu güven boşa çıkmamıştı.

Bu yüzden gece gece Mata Hari'deki ofisine gitmişti. Normalde kafası yüksek sesi hiç kaldırmazdı. Bu yüzden kardeşinin mekanına çok nadir giderdi ama adamlarını harekete geçirmeden önce kardeşinden de tavsiye almak istemişti.

Son sınırdaydı Ezra. Bedran 'a da durumdan üstü kapalı bahsetmişti ve Bedran baştan beri söylediği gibi ona sitem etmişti.

"Sen izin vermedin, abi." demişti Bedran bir anlık bir ciddiyetle. "Seni kandırmasına izin verdin, uzak durmak istedi buna bile izin verdin. Yoksa çoktan her şeyi ortadan çıkartmıştık. Nasıl bu kadar sabırlı olabiliyorsun, hiç anlamıyorum."

Sonra rahat rahat yayılmıştı deri koltuğunun üstüne. Üstünde çam yeşili yine Firuze'nin tabiriyle pezevenk gömleklerinden biri vardı.

"Sanki Firuze'yi kafeste tutuyormuşsun gibi özgür bıraktın. Samira'ya seni peşkeş çektiğinde anladım bir haltlar karıştırdığını ama yine durup seni ezip geçmesine izin verdin. Bu kız seni David'den kıskandı da gidip papaz efendiye şikâyet etti, oğlun Ezra'nın peşinden ayrılmıyor diye. Değil kadından seni erkekten bile kıskanan Firuze, Samira' yı yakardı Midyat Meydanında bir şeyler karıştırmıyor olsaydı."

Haklıydı Bedran ama görünen ardındaki görünmeyeni bilmedikleri için Ezra'nın sonunda pes ettiğini de göremiyordu.

Onun gördüğü tek bir şey vardı. O da abisinin canını yakıldığı gerçeğiydi.

Bedran Firuze'ye kızmıyordu ama yaptığının yanlış olduğunu göz ardı da etmiyordu. Firuze yalnızca abisini yıkıp geçmemişti. Firuze iki aileyi de yıkıp gitmişti.

Yine de bu ciddi meseleye rağmen ikisi de gülmüşlerdi bu anıyla. David, Ezra'nın yakın arkadaşlarından biriydi ve gençliğinde özellikle Firuze'nin sevdasını taşıyamadığı bir dönemde onunla çok fazla zaman geçirmişti.

David aynı zamanda Samuel Ustanın öğrencilerinden birisiydi ve birlikte çalıştıkları çok zaman olmuştu Ezra'yla . Firuze'de bu günlerden birisinde atölyeyi basmıştı. Ezra'nın elinden tutup beyaz suya zorla götürmüştü.

Sen benimle artık yakın olmak istemiyor musun, diye sormuştu ona suyun kenarındayken. Kocaman siyah gözlerinde ki hüznü görmek Ezra'nın canını uzak durmaktan daha çok yakmıştı.

Evet, deyip ona kıyabilecekken hiçbir zaman bunu yapamamıştı Ezra. Hepsi o hüzünlü bakış yüzündendi. Hepsi o güzel siyah gözlerde kendini kaybettiği içindi.

Duvarın kenarına gelip onun yüzünü görünce yine aynı bakışla yüz yüze geldi Ezra. Bu sefer o acı saklıydı, daha yoğundu ama saklıydı işte.

Firuze ona gülümserken bile ardında saklıydı.

"Sıkıldım." dedi Firuze onu tepede görünce. Hiç yadırgamamıştı bile onun tepeden bakışını. "Bir de acıktım tabi." dedi huysuz bir ifadeyle.

Bugün bu kadar sıcağa rağmen siyah renginde, kare yaka, bütün vücut hatlarını saran bir elbise giymişti. Ezra ise beyaz bir gömlek ve siyah bir yelek giymişti.

Eskiden babası hep gömlek ve yelek giyerdi. Onun köstekli saatini hala taşıyordu Ezra. Bu yüzden arada onun gibi giyinip onun omuzlarına bıraktığı ağırlığı hatırlatıyordu kendisine.

Dıştan ise bu bir sorumluluk değil, farklı bir karizma taşıyordu. Firuze onun yelek ve gömlek giydiği hallerine ayrı bir içi giderdi.

Yine aynısı oldu ve bir an nefesi kesildi.

Ezra ise onun ne kadar etkilendiğini fark etmedi. "Gel buraya." dedi yalnızca Firuze'ye özel yumuşacık bir sesle.

İçi yansa da ifadesi de duruşu da Firuze'nin nazlı haline karşı ağırdı.

Bir tek yandığını gösteren tek şey buz mavisi gözlerinde çakmağın alevi gibi yanan sevdasıydı. "Yolu biliyor hepsi, elbette sonra geleceklerdir."

Firuze omuz silkti. "Kahvaltıdan sonra işimiz var. Ben kahvaltı yaptıktan sonra bu sefer bitirin diye onları darlayacağım." dedi.

Bu sefer Ezra kendini tutamadan hafifçe gülümsedi ama bu bile yalnızca Firuze'ye özel bir gülüştü. Bu tebessümle birlikte bir gözünün etrafındaki yara izinin hafifçe oynamasına sebep oldu.

Kalp buydu ya bir sevince bin atıyordu. Firuze bu gülüşe binbir kere yüreğinden vuruluyordu.

Firuze'nin gözleri önce o yara izine sonra buz mavisi gözlere takıldı. "Gel hadi!" dedi Ezra. Bir elinde hala sigara vardı ama içmeyi dahi unutmuştu.

"Sen zaten kahvaltını erken bitirirsin."

Sesindeki yumuşak tını karşısında tabiri caizse Midyat sıcağında eridi Firuze. "İyi." dedi nazlı nazlı. "Madem öyle geleyim."

Gül dudaklarında hafif bir tebessüm, ikisinin arasında bir duvar varken tam buydu yaşadıkları sevda. Bir ince duvar varken geçemeyeceğine inanıp kavuşamayan iki sevdalıydılar yalnızca.

Firuze ardını dönünce Ezra'nın hafif tebessümü de soldu. Öyle bir baktı ki ardından her uzaklaştığı adımda özledi onu.

Unuttuğu sigarayı hatırladı ve ardından tekrar içmeye başladı.

Firuze aşağı indiğinde şansına kızlar da indiler. Hep beraber Saruhanlara geçince Ezra'nın yanına gitme hayali de yerle bir oldu.

Firuze olduğu yerde homurdanıp dururken Ezra sürekli ona bakıyordu. Firuze bütün huysuzluğunu yansıtırken Ezra ise her zamanki sessizliğindeydi.

Sonunda pes edip önüne döndü Firuze ama bu sefer de Dildar'la uğraşması gerekti. Bugün Dildar'da farklı bir heyecan vardı. Bir an önce fırsatını bulup eve dalacakmış gibi bir haldeydi.

Bir süre sustu, çaktırmamaya çalıştı ama her şey aleni bir şekilde ortadaydı. Dildar çok dikkat çekiyordu.

"Ablam dur!" dedi bir ara Dildar'ı konağın odalarına giren koridora bakarken yakalayıp. "Herkesin gözü senin üstünde. Böyle yaparsan daha çok dikkat çekersin."

Kısık sesli uyarısı telaş doluydu.

Dildar dönüp ona baktı. Sanki acil yetişmesi gereken bir iş varmış da geç kalmış gibi bir ifade vardı yüzünde Dildar'ın.

"Ben bir tuvalete gider gibi yapsam da etrafı kolaçan etsem ya!" dedi, yerinde duramıyordu bunları söylerken. Önündeki kahvaltılıklara da dokunmamıştı. "Arayacağımız odalar kilitli mi diye bakarım hem!"

Ablasını ikna etmek istercesine Firuze'nin koluna sarıldı Dildar. Üstelik kısık sesle de konuşmuyordu.

Bu hali Firuze'yi daha da telaşlandırdı.

Gergin bir ifadeyle Dildar'ın sözleri duyuluyor mu diye etrafına bakarken Behiye'yle göz göze geldi. Meraklı bakışları iki kız kardeşin üstündeydi Behiye'nin. O da intihar olayını duymuştu. İlk fırsatta ayrıntıları öğrenmek isteyecekti.

Firuze asla buna izin vermezdi. Sahte bir şekilde gülümsedi Behiye'ye karşı.

"Şimdi değil," dedi gözlerini Behiye'den ayırmadan. Bir bakışma yarışına girdiler. Firuze yavaş yavaş gülüşünü yitirirken elinde ki bıçağı hafifçe sıktı. Behiye sanki tehlikeyi sezmiş gibi önce Firuze'nin elindeki bıçağa baktı sonra da tekrar ona dönerek "Tövbe, tövbe!" dedi ve Firuze'den yüz çevirdi.

Sıcak olmasına rağmen bir ürperti sarmıştı bedenini. Karşısındaki kızın siyah gözlerindeki o psikopatça ifadeden hep tırsardı zaten Behiye.

Dilzar ne kadar pasifse kızı da bir o kadar hırçındı.

Behiye başını ondan başka tarafa çevirince Firuze'nin dudağının bir tarafı yukarı doğru kıvrıldı. Sonra başını Dildar'a çevirdi.

"Sözümden çıkma sakın!" dedi, daha yeni gösterdiği sert tarafının aksine kız kardeşine karşı bakışları yumuşacıktı.

Dildar hafifçe gülümsedi. "Tamam abla, sen nasıl istersen." dedi. O da Behiye'nin bakışlarını fark etmişti çünkü. Hata yaptığını fark ederek gerildi ama ablası fark etmeden bakışlarını ondan kaçırdı.

Başını diğer tarafa doğru çevirince onu izleyenin yalnızca Behiye olmadığını fark etti Dildar. Aleni bir şekilde Asaf'ta ona bakıyordu.

O gece hakkında hiçbir şey konuşulmamıştı ama Dildar, Asaf'ın o gün onu taşıdığını da saatlerce baş ucunda beklediğini de çok iyi biliyordu.

Yıllardır tek kaçan Firuze değildi. Dildar'da kaçmıştı ama onunkisi korkudan değildi, utançtandı. İnsan suçu günahı olmadığı bir olayda bile bazen kendini büyük bir günahkâr olarak görebiliyordu.

Dildar'da ne yazık ki bunlardan birisi olmuştu. Asaf'ın o şekilde göreceğinden değildi elbette. Dildar onun ciğerini bilirdi. Hayatında tanıdığı en merhametli adam Asaf'tı ama bu merhametiyle birlikte zarar görmesinden de korkmuştu Dildar.

Kapısına gelmişti, yanına çıkmamıştı. Onu görmek istemişti, kaçmıştı. Asaf pes edene kadar yüzüne bile bakmamıştı.

Şimdi bu uzaktan bakışmaları haricinde yaptıkları hiçbir şey de yoktu. Asaf haklıydı.

Dildar en yakın arkadaşını kaybetmişti. Bugün, ilk kez göz göze geldiklerinde Asaf ona buruk bir şekilde gülümsedi.

Dildar uzun bir süre boyunca ondan gözlerini çekemedi. O kadar çok insanlardan uzaktaydı ki neşeyi, mutluluğu, karşılıksız sevginin huzurunu unutmuştu. Unuttuklarının hepsi Asaf'ta mevcuttu ve ne kadar hasret kaldığını bir kez daha hatırladı.

Bu sefer bakışlarını çevirmeden önce başını hafifçe eğdi, teşekkür eder gibi. Asaf'ta bunu fark etti ve gülümsemesi genişledi. İki gamzesi de ortaya çıktığında Dildar onun mutluluğuyla birlikte kalbinde uzun zaman önce unuttuğu umudu hissetti ama umut aynı zamanda korkuydu.

Bu yüzden bakışlarını ondan çevirdi.

Üç yıl sonra ilk defa bir amacı vardı. Ablasının anlattığı o flaşı bulacaktı. Onu korumak için her şeyi yapacaktı. Gerekirse herkesi karşısına alırdı ama o da durmayacaktı.

Hala zihninin kuytu köşelerinde ölümü de bir çare olarak görüyordu ama ablasının çaresizliğini görmek onu bu seçenekten uzak tutuyordu.

Belki Allah bunca çektiği acıdan sonra ona mükafatını verir ve bir yol nasip ederdi. Ömür boyu cehennem azabı çekmektense mutluluğu istiyordu.

Hem de çok istiyordu.

𓇚ꕥ𓇚

Kahvaltıdan sonra güneş tam üstlerine gelesiye kadar yere oturup hediyelikleri ayarlamaya başladılar. Etrafta farklı bir neşe vardı. Genç kızların güldüğü, neşelerini etrafa yaydıkları cıvıl cıvıl bir ortamdalardı. Herkes akşam için ve iki gün sonraki kına için çok heyecanlıydı.

Elbette hediyelikleri başkalarına yaptırabilirlerdi ama Arjin seçtiği özel taşları hediyelikleri hazırlayan kızlardan başkasına asla emanet etmezdi.

Bu yüzden yere kalın minderler serdiler. Ortaya bir bez serip üstüne taşları ve sabunları koydular. Taşların tam ortasında toz pembe elbisesiyle Yeşim oynuyor, kızların maskotluğunu yapıyordu.

Herkesin üstünde akşam yapılacak hamamın mutluluğu vardı.

Gelin hamamı tarihi Sıhhi Emir Hamamında yapılacaktı. Arjin içim ehemmiyeti büyüktü bu hamamın. Gençliğinde eşiyle birlikte oraya gitmişliklerdi ama Arjin her zamanki ketumluğuyla orada neler yaşandığına dair bilgi vermiyordu.

Yine de özeldi o hamam. Sahra hariç orada bulunan herkesin defalarca gittiği bir yerdi.

Bu yüzden her şey özenle ayarlanıyordu.

Firuze rastgele bir taşı daha eline aldıktan sonra Sahra'ya doğru eğilip, "Bana kalsa ben Cağaloğlu hamamında yapardım gelin hamamını." dedi. Yerinde duramayan bir yapısı olduğu için bu sefer elbisesinin eteklerini etrafa yayarak bağdaş kurdu ve daha rahat bir pozisyonda Sahra'ya laf yetiştirmeye devam etti.

"Hayalimdi, evlenseydim böyle oynamalı, eğlenmeli bir organizasyon yaptıracaktım." Sonra hafifçe omzunu salladı oynar gibi.

Sahra bıkkın bakışlarla onu izliyordu. Ortam güzeldi güzel olmasına da çok insan vardı. Sahra çok insanın olduğu ortamda mutlaka sıkıntı çıktığını uzun zaman önce bolca tecrübe etmişti.

Üstelik yapmaları gereken bir dedektiflik işi vardı. Bu yüzden Firuze'nin aksine tetikte bekliyordu.

Firuze, "Benim Kate Moss'tan ne farkım var?" dediğinde burnundan homurtu gibi alaycı bir ses çıkardı.

"Yok tabi, altın içinde yüzünce hiçbir şeyde farkın yok senin." dedi gözünü minik hediye kesesinden ayırmadan. "Malum dolarla servis veriyor oralar." Alaycı gülüşü genişledi.

Firuze hiç para sıkıntısı çekmeyince utangaç bir şekilde gülümsedi sadece.

"Gerçi ben senin Hürrem Sultan Hamamını isteyeceğini düşünmüştüm hep. Sende o kadının hırsı var," Firuze'ye yandan bir bakış attı. "Malum." dedi.

Firuze omzuyla dürttü onu. "Hırs demeyelim de azim diyelim." dedi. Hırslı olduğunu inkâr etmiyordu. Yine de hırsıyla birlikte bir elde etme arzusu da vardı hep onda.

Arkada müzik çalmasa bile hafifçe salınıyordu olduğu yerde. Endamında, duruşunda hatta farkında olmadan yaptığı cilvesinde bile kazanacağı zaferin gizli silahlarını taşıyordu.

"Meyme," diye seslendi Arjin'e. "Raks olacak mı?"

Arjin sedirin üstünde oturuyor, kızları izliyordu. Firuze'ye döndü. "Olacak, imdelleliti." dedi hafif bir tebessümle. "Ud'unu da getiresin."

Firuze elindeki işi bırakıp ellerini havaya kaldırdı. "Allaaaah!" dedi neşeyle. Arjin ile birlikte o kadar çok gelin hamamına gitmişti ki sonunda tek heveslendiği şey Ud çalmayı öğrenmek olmuştu.

"El Hubb çalmazsam bana da Firuze demesinler!" dedi. Hülya elindeki sepeti aldı ve arkasına vurarak, "Bütün kurtlarımızı dökeceğiz Firuze Abla!" dedi ve bir ritim tutturdu.

Yeşim ise taşlarla oynamayı bırakıp halasına döndü.

"El Hubb ne hala?" dedi.

Firuze minik yeğenine gülümsedi ve eliyle onu yanına çağırdı. Yeşim, taşlar sanki suymuş gibi eteklerini havaya kaldırarak yanına doğru seke seke geldi. Tam halasının karşısında durduğunda Firuze yaptığı işi bırakıp Yeşim'in minik omuzlarından tutup ona doğru eğildi.

"Sadece kızların bildiği bir şarkı halacım." Yanında duran Dildar yeğenine gülümsedi. "Yalnızca bize özeldir."

Arkadan Hülya tamamladı sözlerini. "Öğrendikten sonra da bir sır gibi saklarız."

Yeşim hevesle yerinde zıplamaya başladı. "Bende öğrenecek miyim halacım?" dediğinde Ayşen kızını tutup yanına çekti.

"Şimdi değil annecim." dedi. Firuze'ye ters bir bakış attı. "Biraz yaşın büyüyünce öğreneceksin." Sonra Firuze'ye döndü.

"Soyut kavramları anlamayan çocuğa gökten yağan adamları nasıl anlatayım Firuze? Üstelik sansürsüz sözlerini de biliyorsun." dedi.

Arkadaki bütün kızlar güldüler. Firuze ise omuz silkti. "Bu yaşıma geldim bir kere bile gökten herif düşmedi başıma. O da anlayacaktır."

Kızlar tekrar güldüler, Ayşen ise göz devirdi. Yeşim, "Gökyüzünden ne yağacak annecim? Şeker mi yağacak?" dediğinde ise dönüp gördün mü dercesine Firuze'ye baktı ama Firuze umursamadı.

Ellerini havaya kaldırdı ve onları bir sağa bir sola hafifçe kıvırarak yerinde oynamaya başladı. "El Hubb derim ben, el Hubb!" dedi şevkle oynarken. Hülya tekrar ritim tutarken çalışan herkes de işini bırakıp alkış tutmaya başladı. Simsiyah saçları sağa sola salınıyor, neşesi, mutluluğu etrafa yayılıyordu.

Her kıvrımında bir gizem, her kıvrımında saklanmış bir tutku vardı.

Tam bu sırada hissetmiş gibi Ezra çalışma odasından Bedran'la birlikte çıktı. Hafta sonu olmasına rağmen yoğun bir çizim programı vardı. Yaz ile birlikte galalar, ödül törenleri de artmıştı.

Markasının müdavimi olan ünlülerin hepsi yeni koleksiyonunu bekliyordu. Bu yüzden odasında sürekli çizim yapıyordu.

Aklının bir tarafı buradayken diğer tarafı ise elbette Firuze'deydi.

Zaten Firuze de olduğu için Bedran gelip adamlarına ufak ufak hazırlık yapmalarını emretmişti. En azından etraflarındaki tanıdıklarının ağızlarını aramaları bile arka plana düşmüş herhangi bir bilginin daha kolay ortaya çıkmasını sağlardı.

Firuze'nin bir sakladığı varsa şayet artık görünenin ardında görünmeyeni de arayacaklardı.

İkisi de ciddi bir konuşma yaptıktan sonra tam aşağı inip adamlarla konuşmak için terasa çıkıyorlardı ki Ezra kapıyı açınca gelen sesleri duyup duraksadı.

Kadınların pür neşesiyle birlikte uzun zamandır hissetmediği saf bir neşe vardı etrafta. Bu konağı uzun zamandır yalnızlık ve hüzün sarmıştı.

Şimdi bu hüznün yerini mutluluk almış gibiydi. Neyin bu kadar onları eğlendirdiğini anlamak için bir adım atınca topluluk halinde çalışan kadınları gördü ilk.

Ellerinde küçüklü büyüklü keseler vardı. Bu keseler için hazırlanan sabunlara kurdele takıyor, taşları rastgele keselere koyuyorlardı.

Sonra ise her zaman ki gibi gözleri Firuze'yi aradı ve buldu onu.

Gördü onu.

Durdu ve yüreği tutuldu çünkü Firuze siyah saçları ardında salınırken elleri havada hafifçe oynuyordu. Neşesine, etrafına yaydığı çekime anında kapıldı.

Firuze'nin her parmağında ince eklem yüzükleri vardı. Ezra ne yaptığını anlayamasa bile hareketlerindeki çekimi hissedebiliyordu

Firuze yalnızca hafifçe oynuyordu fakat yüzünde gülümsemeyle birlikte omuzlarını kıvırışında, saçlarını salınışında, gerdanın hafifçe oynamasında öyle bir etki vardı ki Ezra arkasında Bedran'ın olduğunu unutup kilitledi bu güzellik karşısında.

Bedeninde sürekli susturup durduğu hasret canlandı. Damarlarında yalnızca bu kadının uyandırabildiği tutku akmaya başladı.

Firuze farkında değildi ama yaptığı her hareketi Ezra için büyük bir tahrik unsuruydu. Firuze bir elini saçlarının arasından geçirip onları hafifçe geriye attığında savrulan saçlarında bile Ezra'nın durgun kanını Fırat ve Dicle'nin suyu gibi hızla damarlarında dolaştırıyordu.

Ezra boğazının kuruduğunu hissetti. Dışarıdan gözüken yüz ifadesi gittikçe kararan bir öfkeyi yansıtıyordu ama içten içe öyle bir yanıyordu ki elleri her iki yanında da yumruk oldu.

Hülya onu ilk fark eden kişi oldu. Elleri birden durdu. "Ezra Ağam!" dedi telaşlı bir ifadeyle.

Firuze'nin de havadaki eli dondu. Sonra aşağı indi ve arkasını dönüp ona baktı.

Ezra'nın yüz ifadesine zıt yüzünde kışkırtıcı bir tebessüm vardı. Ezra'nın öfkeli gibi gözüken bakışlarına rağmen bu gülüşü yılmadı yüzünde.

Gönül çelendi. Can yakandı.

Gönlü çelindi Ezra'nın. Canı onun için yandı.

Firuze başını eğip meydan okurcasına Ezra'ya baktı. Bu zamana kadar kızların neşesini sessiz bir mutlulukla izleyen Dilruba ise Firuze ile en büyük oğlunun arasındaki çekimi fark etse de hafif bir tebessümle tüm dikkati Firuze'de olan oğluna döndü.

"Çıkıyor musunuz kurê min (oğlum)?" dedi. Ezra gözlerini Firuze'den bakışlarını çekmeden, "Ne, dayê. Ez ê êvarê mêran saz bikim. ( Hayır, anne. Akşam için adamları ayarlayacağım.)"

Akşam için Refik'in meyhanesinde büyük bir kutlama yapılacaktı. İşin içinde organizasyon olunca Midyat'ın yarısı orada olacaktı. Ezra'ya da gitmek zorunluluk olmuştu.

Ahmet için düzenleniyordu organizasyon. O da Zahide'nin verdiği sözle oraya gidecekti. Dansöz çıkmadan önce oradan ayrılacaktı.

Ezra da aynısını yapacaktı. Tek derdi başta eniştesi olmak üzere ağzıyla içmeyi bilmeyenleri hizaya sokmaktı. Düğün arifesinde misafirler gelmeden önce olay çıksın istemiyordu.

Başka aşiretlerden de adamlar orada olacaktı. Bela çıkarsa uzun süre düzeltemezdi, oraya gidip ağırlığını koyması en iyisiydi.

Yine de Firuze bu haberi aldığında yüzü düşünce onunda canı yandı. Firuze nereye gittiğini anlamıştı çünkü.

Firuze içen adamlardan da içki mekanlarından da nefret ederdi. Bunun sebebi elbette babasıydı ama bu nefretini genellediğini çok iyi biliyordu Ezra.

O da zaten içen bir adam değildi. Eskiden de babası ve amcasıyla yapılan rakı sofraları haricinde bulaşmazdı. Sonra bir gün çok fena dağıtmıştı.

O gün neredeyse yapmak üzere olduğu bir hata yüzünden hepten uzak durmuştu içkiden. Şimdi de Firuze ona böyle bakınca suçlu olmamasına rağmen öyle hissetti kendisini.

Bu durum daha da canını sıktı.

Sonra Arjin' in homurdanması ile can sıkıntısı daha da büyüdü.

"Çay bahçesinde yapamıyorlar mıymış bu kutlamayı? İlla zıkkımlanıp raks eden o hatunu mu izleyecekler?"

Ezra onun da içki içenden de içkiden de nefret ettiğini biliyordu. Firuze'nin yerine onun bir de dini sebepleri vardı. Arjin Müslüman olduktan sonra dinini en iyi yaşamaya çalışan etrafında sevdiklerine de en güzel şekilde yaşatmaya çalışan bir kadındı.

Olay İslam'ı anlatmaksa otoriter hallerini bir yana bırakır, hep yumuşak bir tavır takınırdı. Torunlarını, çocuklarını da bu düsturla yetiştirmişti.

Etrafta bulunan aileden herkese Kuran'ı o öğretmişti. Namazı da teşvik eden oydu zaten. Ezra'nın babası hep namazına dikkat eden bir adamdı. Annesi Dilruba'da tıpkı eşi gibiydi.

Bu ailede Ramazanların, kandil günlerinin büyük bir ehemmiyeti olurdu. Her kandile özel Arjin bir tavsiye verir, dualara teşvik ederdi ailesini.

Elbette Bedran gibi yoldan çıkmaya meyilli olanlar da vardı bu ailede ama hepsi önce kul hakkı yememeyi sonra da Allah'a ibadetin önemini, içkiden, kumardan, haramdan uzak durmanın ehemmiyetini çok iyi biliyordu.

Ama hayatın getirdiği imtihanlar bazen insana kendi yolunu unutturuyordu.

Zeyd ölmüştü. Bütün bu intizam bozulmuştu. Başta Ezra olmak üzere kimseyi doğru bildiği yola tekrar döndürememişti Arjin.

Bir tek Cuma'ya giderdi iki ailenin de erkekleri. O da gelenek olsun diye değildi. Gerçekten ehemmiyetini idrak ettiklerindendi.

Arjin'in bir gün, bir tek Cuma'nız kalmıştır ondan da uzaklaştınız mı kalbinize mühür vurulacak. Allah'ın olmadığı kalpte de benim işim yoktur, diyerek posta koymasının da büyük bir etkisi vardı elbette.

Şimdi de lafını esirgemeyişi de tam bu yüzdendi.

Bedran'ın, "Gel beraber demlenelim, Yadê. Nadya seni çok sever hem." diyerek üstüne gitmesi ise Arjin'in onların artık yetişkin olmalarına saygı duymasındandı ama Bedran her zamanki gibi sınırları zorluyordu.

Kızlar gülmemek için kendilerini zor tuttular. Firuze bile hafif tebessüm etti. Bir tek gülmeyen Sahra'ydı.

Bedran bunun farkında olarak kısa bir bakış attı Sahra'ya sonra ellerini göğsünde kavuşturup her zamanki gibi babaannesine meydan okudu.

Bu meydan okumaya karşılık Arjin'in torunuyla aynı renkteki gözleri alev aldı. "Kuçike be haysiyet,(haysiyetsiz köpek) pisliğin olduğu yerde benim ne işim vardır?" dedi öfkeyle.

Bedran, Arjin'i çileden çıkartabilmenin zevkiyle gülümsedi.

"Köpek de necis değil mi? Beni barındırıyorsun yanında." dedi. Başını hafifçe sağa ve sola oynatırken yakışıklı yüzündeki buz mavisi gözler şeytani bir zevkle parıldıyordu. "Hatta bazen koyun koyuna uyuyoruz Arjin Sultan."

Sahra'nın it lafına da gönderme yapmıştı bu sırada. Firuze bunu fark edince Bedran'a dönüp ters ters baktı. Ezra'da bunu fark etti.

"Yeterli." dedi sert bir ifadeyle. Sonra Arjin'e döndü. "Öyle ayarlanmış Yadê. Onca insan şimdi orada toplanacakken bize de oraya gidip düzen kurmak düşer."

Arjin homurdansa da tepki vermedi bu sefer.

Ara bulmak yine Dilruba'ya düştü. "Tamam, oğlum. Sen en doğru olanı yaparsın." dedikten sonra tartışma bitti, Firuze kırgın bakışlarıyla birlikte önüne döndü.

Ezra da ne kadar onun kırgınlığına takılı olursa olsun babaannesine ve annesine bir baş selamı verip aşağıya indi.

Bedran ise arka odalara geçmeden önceki süre boyunca bakışlarını Sahra'ya dikti. Sahra ona dönmemekte diretince Sahra'nın tasvir ettiği şekilde sinsice geri çekildi.

Sahra bu bakışların gayet de farkındaydı aslında. Üstündeki bakışların ağırlığını hissedip kafasını bile kaldırmamıştı. Adamın tehlikeli olduğunun artık farkındaydı ve Kadir abisinden uyarı aldığı için uzak durabildiği kadar duracaktı.

Kadir'in geçen gün telefonda ki azarlayıcı sözleri aklından gitmiyordu.

Uzak duracaksın, Sahra. Ben güvendesin diyene kadar hiçbir Saruhan'a bulaşmayacaksın.

Bedran bir şeye kafayı taktı mı tam bir baş belasıdır. En son birine kafayı taktığında tüm Midyat ayağa kalktı onun yüzünden. Abisi onu kurtarmasaydı şu an çoktan toprak altındaydı.

Dikkatini çekme...

Seni tekrar kurtarmak zorunda kalmak istemem.

Sahra bunun için çok geç olduğunun farkındaydı ama kaçabildiği kadar kaçacaktı. Uğraşmak istemiyordu. Bu işten en temiz şekilde sıyrılmak istiyordu yalnızca.

Sessizliğinin bile dikkat çektiğinden habersiz bu yüzden işine baktı, olayın bile ne olduğunu tam olarak kavrayamamıştı. Bara mı gideceklerdi? Bu Nadya dansöz müydü?

Bir tek arkadaşının daha yeni yaydığı neşesini kaybettiğini fark ederek başını ona doğru çevirdi.

"Ne oldu sana şimdi?" dedi sessizce. İçkiye karşı hassas olduğunu biliyordu ama emin olmak istedi.

Firuze donuk bir ifadeyle ona doğru döndü. "Hiç." dedi soğuk bir ifadeyle. Bu durum Sahra'yı daha da işkillendirdi.

Dönüp Dildar'a baktığında onun ablasının halinin farkında olmadığını gördü, bu yüzden irdelemedi.

Tam işine dönecekken Behiye, "Nadya geleceği için bütün azgın tekeler toplanacaktır şimdi meyhanede. Ezra'nın gitmesi cidden iyi oluyor." dediğinde ise olayı tamamen çaktı.

Firuze için içki konusunun ne kadar hassas olduğunu çok iyi biliyordu o da. Babasından yeterince çekmişken tiksinti derecesinde içki içen erkeklerden nefret ediyordu Firuze.

Kokusuna bile tahammül edemezdi.

Ona doğru eğilip, "İçiyor mu?" dedi kısık sesle. Firuze tekrar ona baktı.

"İçmiyordu." dedi fakat bunun bir devamı vardı elbette. "Magazin haberleri öyle demiyor ama."

Bu da demektir ki son üç yıldır bir şeyler değişmişti.

Sahra bir elini onun omzuna koyup yavaşça sıvazladı destek vermek istercesine. Yapılacak bir şey yoktu, Ezra'nın onun isteklerine saygı duyabilmesi için önce aralarında daha başlamamış olan sevdanın ortaya çıkması gerekiyordu.

Firuze ona bunun için kızamazdı. Sahra'nın onu teselli edecek bir sözcüğü yoktu bu yüzden.

Bu sırada asıl bombayı yine bir önceki sözlerinden bir maraz çıkmayınca Behiye patlattı.

"Yade," dedi Arjin'e dönerek. "Samira da gelecekmiş hamama. Yade Arjin'in izni olursa bende orada olmak isterim dedi bana."

Firuze birden başını kaldırıp öyle bir öfkeyle baktı ki Behiye'ye birden ortam buz kesti. Tam konuşacaktı ki Arjin cevap verdi.

"Kapımız her misafire açıktır." dedi Arjin. Sözleri her zamanki otoriteyi taşıyordu fakat Firuze'nin keyfi ve kahyası misafire yapılan vurgudan yine de derin bir haz aldı.

Ama bu sözler bile birden yanan öfkesinin ateşini söndürmeye yetmedi.

Başını Behiye'ye doğru çevirdi Firuze. "Elçiliğini sen mi yaparsın yenge?" dedi iğneleyici bir sesle. Behiye aniden gelen saldırının tehlikesinden habersiz kendini beğenmiş bir ifadeyle cevap verdi.

"He ben yaparım, Firuze Hanım." dedi. "Bir sorun mu vardır?"

Firuze genişçe gülümsedi. "Yoo..." dedi keyifle. "Sen en son avluda dolaşıp bu Samira karısı musibet gibi çöktü başımıza diyordun. Bende sanmıştım ki Kendal'ın başına musibet oldu. Sende bu kadını hiç sevmiyorsun."

Behiye'nin yüzündeki keyifli ifade bozguna uğradı. Firuze hedefi tam on ikiden vurmuştu. Ezra, Firuze gittikten kısa bir süre sonra Samira ile tamamen bağını kesmişti. Samira bunu hazmedemeyip neredeyse bir sene boyunca kancasını bu sefer Kendal' a takmıştı.

Firuze geri döndüğünde fark ettiği bir ayrıntıydı bu.

Herkesin başı Behiye'ye döndüğünde Behiye yaptığı işi bırakıp ellerini dizlerine koyarak olduğu yerde dikleşti.

"Yok öyle bir şey." dedi çok geç ve açık veren bir itirazla. "Şimdi bizim Gülay'la yaptığımız yardım faaliyetlerine katılıyor. Çok iyi bir kızdır, yazık oldu zamanında." dedi.

Bir şey olduğu da yoktu aslında. Nişan lafı bile bir dedikodu olarak kalmıştı ama bu yine de Firuze'nin çok zoruna gidiyordu.

Yine aynı acıyla öfkesine sarıldı.

"Öyle mi?" dedi Firuze bu yüzden Behiye'nin daha da üzerine giderek. "Ben de ikisini saatçi Hamdi'nin mezbelesinin orada görünce o iyi kızı gelinin yapacağını sanmıştım."

Sahra yandan dürttü Firuze'yi. Firuze gözlerini aç bir yırtıcı gibi Behiye'ye dikmişti. Kini öyle bir yükselmişti ki öfkesiyle açık vermek üzereydi.

Firuze dönüp simsiyah bir ateş gibi yanan gözleriyle Sahra'ya baktı. Sahra ise yalnızca bir şey anlattı o bakışlarla.

Firuze anında yaptığı hatayı fark etti ve yüzü ekşidi.

Behiye ardından, "Yanlış görmüşsündür. Kendal 'ım çok seviyor gelinimi." derken onun sözlerini umursamadı bile.

Birden ayağa kalktı. Bu ortamı terk etmesi lazımdı. Yoksa yine yakıp yıkacaktı ortalığı.

"Öyledir elbet." dedi soğuk bir ifadeyle. Sonra, "Ben bir lavaboya gideceğim." deyip bırakıp gitti herkesi.

Ardında bıraktığı kocaman bir şüpheydi. Samira' yla aynı ortamda olmanın öfkesi onu kör ediyordu. Hırsı, öfkesi daha toyluk zamanlarında olduğu gibi cayır cayır yakıyordu onu.

Hala bir ihtimal var mıydı? Ezra ile görüşüyorlar mıydı?

Hiç yakınlığı ilerletmişler miydi?

Onunla olmuş muydu?

Bunların hepsi zehirli bir sarmaşık gibi zihninin dört bir yanını sardı. Kalbi acıyordu. Aslında bütün bu öfkesinin ardında yatan gerçek buydu.

Artık tahammül edemiyordu. Ne geçmişte yaptıklarına ne sebep olduklarına.

Nereye gittiğinin farkında değildi bu sırada. Farkında olmadan kendini çalışma odalarına açılan iç koridorda bulunca bir an duraksadı.

Ne için burada olduğunu fark ettiği bir idrak anı yaşadı.

Kişisel odalardan önce aramak istediği yerdeydi. Tedbir almadan, ardını güvene koymadan tam burada bulmuştu kendisini ama şu an gözünü bürüyen öyle büyük bir öfke vardı ki bunu yapmak o an aklından bile geçmedi.

Dildar'ın heyecanla beklediği iş birliğini bile düşünmedi.

Önünde durduğu ilk odaya destur istemeden daldı, onu hep hataya sürükleyen hırsıyla yapılmış bir başka yanlıştı bu da ama farkında değildi o an.

Oda genel bir kütüphaneydi. Dilruba oğullarının, eşinin, kayınvalidesinin hatta kendisinin bütün kitaplarını burada toplamıştı.

Odanın dört bir yanında raflar vardı ve bazıları eski ciltlerdi. Firuze bunların Arjin'in kitapları olduğunu biliyordu.

Burada, tam kitaplığın karşısında Zeyd Saruhan üç oğlunu da kucağına alır, onlarla saatlerce konuşurdu. Bazen onlara gerçek hikayeler bazen ise annesinden öğrendiği masalları anlatırdı.

Firuze'de onun kucağına oturma şansını elde etmiş bir çocuktu.

Bu odanın kokusu ciğerlerine dolduğunda anılar dört bir yanını sardı.

Odanın iki köşesine koyulmuş rahat krem koltuklar, bir tane maundan yapılmış ahşap çalışma masası, bu ailenin çalışanı çok olduğunu gösteriyordu ama Firuze zaten bunu biliyordu.

Burada büyümüş, burada yanmış, burada sönmüştü.

Mutlu anıları kül oldu gerçeklerin yangınında.

Ardından kapıyı kapattı. Yalnızca küçük bir ip ucu ararcasına etrafta dolaştı bakışları. Kitaplara doğru ilerledi. Ellerini kitapların üstünde dolaştırdı bir sır biliyorlarsa şayet ona fısıldamalarını ister gibi.

Bu kadar basit olacağını düşünmüyordu ama gözleri sürekli küçük bir yol arıyordu.

"Burada değil." dedi kendi kendine. "Ya da buradaysa kitapların arasında değil. Yoksa biri çoktan bulurdu."

Burası aktif kullanılan bir yerdi. Kitap içine saklanmış olsa da bir ihtimal biri kitap ararken açıp bakabilirdi.

Firuze bu yüzden kitapların arasından uzaklaşıp duvarlara bakınmaya başladı. Bu odanın bir duvarını tamamen kaplayan siyah bir at portesi haricinde duvarlar bomboştu.

O at portresinin tam önünde Zeyd Saruhan üç oğluyla bir fotoğraf çektirmişti. Ezra'nın çalışma masasına bu fotoğraf bir çerçevenin içerisinde duruyordu.

Firuze oradan bir şey çıkmayacağını bile bile at portresine doğru ilerledi. Aşağıya eğildi. Parmak uçlarını portrenin altında gezdirdi ilk. Bir şey hissetmeyince çivilenmesi unutulan portreyi ağır olsa da yana doğru kaydırdı.

"Akıllı mısın aptal mısın?" diyordu bu sırada.

Portre çekildi, taştan duvar ortaya çıktı. Firuze bir eliyle portreyi yanda tutarken diğer eliyle de duvarda herhangi bir çıkıntı var mı diye yokladı.

Duvarın olduğu yerde hiçbir şey bulamayınca, "Beni zamanında çaresiz bırakacak kadar akıllı, şimdi ise toprağın altında yatacak kadar aptalsın." dedi, yılların bitmek bilmeyen ümitsizliğiyle.

Resmi geri yerine doğru bıraktı.

"Peki hala niye elinde koz var?" Kendi kendine mırıldanırken öfkeli siyah gözleri etrafta dolanıyordu. Tam bu sırada kapı açıldı ve içeriye en beklemediği kişi girdi.

Firuze hızla ardına dönerken telaşını gizlemek için her daim olduğu gibi öfkesinin ardına saklandı.

Gelen Bedran'dı. Bugün inşaat şirketine gidecekti. Burada unuttuğunu düşündüğü bir belgeyi almak için odaya gelmişti.

Firuze'yi kütüphanede görünce önce şaşırdı. Sonra ardındaki tabloya kısa bir bakış attı ve kaşları hafifçe havalandı sanki bir şeyleri tahmin etmiş gibi.

"Hayırdır?" dedi açık açık Firuze'yi sorgulayarak. "Hangi rüzgar attı seni buraya?"

Firuze ona doğru bir adım attı. Etrafında buram buram bir öfke yayıyordu.

Firuze o kadar çok gerçekleri çarpıtmada ustalaşmıştı ki, "Behiye Yengeye öfkelendim. Sakinleşmek için geldim buraya." diyerek gerçeklere sadık kaldığı bir açıklama yaptı.

Bedran tekrar arkaya kısa bir bakış attı. Muhtemelen Firuze tabloyu tam düzeltememişti ama bakmayı reddediyordu. Eğer bakarsa yapılan hatanın üstüne daha çok dikkat çekerdi.

Bu yüzden ellerini göğsünde kavuşturup daha çok yaklaştı.

Bedran, "Sen buraya geldiğinden beridir her şeye karşı derin bir öfkeye sahip gibisin zaten." dedi her zamanki alaycı ifadesiyle.

İçeri girdi. Kapıyı kapatmadan o da tam Firuze'nin önünde durdu.

"Nerden çıkardın bunu?" diyen Firuze'ye karşı nadiren gösterdiği ciddi yüz ifadesini takındı.

"Ben uzun zamandır seni inceliyorum, Firuze." dedi Bedran. "Şüpheli hareketlerin o kadar çok gözüme batıyor ki nedenlerini sorgulamadan da edemiyorum."

Fırsatını bulmuşken üzerine gelmekten çekinmedi Firuze'nin. "Abimin koyduğu bir set vardı önüme. Onun sana olan sevgisinin koruması altındaydın ama ben senin ciğerini bilirim. Sen onun sevdiği kadınsan ben de senin oyun arkadaşındım. Aynı okulda suç ortağındım."

Açık açık abisinin onu sevdiğini itiraf ediyordu ve Firuze de bir şey diyemiyordu.

Erkek olup da gerçekten ona arkadaşlık yapmış nadir insanlardandı, Bedran. Firuze liseden mezun olabilmişse bunu abisine ve ona borçluydu. Yoksa o liseden kan davası çıkartmadan ayrılamazdı Firuze. Bunu iki ailede çok iyi biliyordu.

Firuze de bunu çok iyi biliyordu. Ezra'yı bıraktığında onun arkadaşlığına da yüz çevirmişti. Yine de bu onun bu şekilde hesap sorma hakkını vermiyordu. Bu tavrı hiç hoşuna gitmemişti.

"Sadede gel Bedran." dedi abisinin onu sevdiğini itiraf etmesini es geçerek. "Madem şüphen vardı, bu zamana kadar neden sustun? Buraya geldiğimden beridir ne hikmetse herkesin aslında bilip de sakladıklarını ortaya dökesi var."

Yüzünde bu durumdan sıkılmış bir ifade belirdi. Firuze bıkkınlığını dile getirirken konunun yolunu da saptırıyordu ama Bedran öyle kolay lokma değildi.

"Sadede geleceğim elbet, Firuze." dedi. Yüzünde ki ciddi ifade her zamanki alaycı hale büründü. "Belki bir şeyleri saklamak için daha çok çabalarsın diye söylüyorum ama abim İstanbul'da bunca zamandır ne haltlar karıştırıyorsan sonunda araştırmaya karar verdi."

Bomba gibi düştü bu haber ikisinin arasına.

Firuze bu ihtimali biliyordu ama yine de korkunun kalbini bir anlık sıkıştırmasına engel olamadı. Fakat bu hissini de en iyi şekilde sakladı, korkularını bir bir sakındı.

O da ellerini göğsünde kavuşturdu.

"Yani?" dedi yüzünde hiçbir şey yansıtmayarak. "Çok korktuğum kısma mı geldik şu an? Birbirinizi gaza getirdiniz, durduk yere arkamı aramaya başladınız diye ürküp geri çekileceğimi hatta haddiniz olmadan özelimi karıştırdığınız için çok korkacağımı mı sanıyorsunuz?"

Firuze omuzlarının sallandı gülüyormuş gibi ama gülmüyordu. Yalnızca alay ediyordu tebessümüyle. Bedran ise aynı alaycı ifadeyle onu izliyordu.

"Hayır," dedi. "Sen ne zaman korkman gereken yerde korktun ki zaten?" Daha önce başına aldığı belaları hatırlatıyordu bu cümlesiyle. "Çok merak ediyorsan abimin yolumdan çekildiği kısma geldik."

Sözleriyle gizlice tehdit ediyordu onu.

"Onun korumasının olmadığı yerde bende Samira'ya abimi neden peşkeş çektiğini sonunda rahat rahat öğreneceğim." Başını hafifçe yana doğru eğdi.

Firuze'nin ise gülüşü soldu.

"İnanır mısın Firuze," dedi alaycı bir şekilde gülümseyerek. "Uykularımı kaçırıyordu bunun sebebini bilmemek. Senin kindarlığınla o kadının şimdi bütün saçları yolunmuştu ama ne hikmetse sen dişi sinekle bile paylaşamadığın adamı o kadına ittin."

Firuze'nin öfkesi ayyuka çıksa da ciddi kaldı. "Senin canın sıkılmış, belli." dedi, nefreti zoraki gülümseme çabasında saklıydı. "Mekânında yeterince eğlenmiyor musun? Yoksa peşinde koşacak kadın mı kalmadı?"

Bedran bu kışkırtmaya kanmadı.

"Yapma Firuze. Sen kim kimin peşinde koşuyor, çok iyi biliyorsun." dedi doğuştan gelen bir kibirle. Böbürlenmiyordu, küçüklüğünden beridir karşı cinsin ilgisine alışık bir adam olarak konuşuyordu. "Tıpkı şu an gerçeklerden kaçtığını bildiğin gibi."

Firuze'nin dudağının bir kenarı tatsız bir gülüş için kıvırıldı. "Benim tek bildiğim ilgini çeken her insanın peşinden koştuğun. Madem buraya birbirimizi tehdit etmek için geldik. Bu da benim tehdidim olsun,"

Ona doğru tehditkâr bir adım attı.

"Sahra'dan uzak dur!" Tekrar ciddileşti yüz ifadesi. "O kız senin aşık atacağın biri değil. Hayatında zamanında yeterince sıkıntı yaşadı. Senin bu gizem oyununu oynayacağın bir yarış değil o."

Bu sefer Bedran'ın alaycı yüz ifadesi de yok oldu. Sonunda ciddileşeceği bir konuyla karşı karşıyaydı. Sahra'nın tokadından beridir aynı soru aklında dönüp duruyordu. Odasının kasasında duran o belge hala onun için sanki bitmek bilmeyen bir kaşıntı gibiydi.

Bakmamıştı ama bakmak istiyordu.

Sebepleri, her şeyi öğrenmek istiyordu.

Sahra'nın vermiş olduğu öfkeli tepki ne yazık ki onu yalnızca cezbetmişti. Zorluk çeken kadınlar hep onu çekiyordu ve karşısında ondan nefret ettiğini açıkça göstermiş bu kadın da o kategoride zirveyi oynuyordu.

Bedran fırsatını bulduğu anda daha fazlasını öğrenmek isteyeceğini çok iyi biliyordu.

Kimileri buna merak diyecekti, kimi ise takıntı.

Bedran için ise bu bir hastalıktı. Gerçeği ortaya çıkarma hastalığı. Özellikle ondan saklanmak için kaçılıyorsa bu hastalığı ayyuka çıkıyordu.

Bedran, Sahra ondan kaçmaya devam ederse bir şeyler öğrenmek için sürekli dibinde bitmeye başlayacağını çok iyi biliyordu.

Tıpkı konu kışkırtmaksa en iyilerinden biri olduğunu bildiği gibi.

"İki avukat arkadaş olarak ne bu gizem?" dedi. "Neden geçmişinize bakılmasından bu kadar çekiniyorsunuz?"

Bedran'ı böyle tehditler de daha çok teşvik ediyordu.

"Gizem yok!" dedi Firuze anında onu püskürterek. "Sen hiç kişinin özeli diye bir şey duymadın mı? Neden saygı duyup geri basmıyorsun?"

Bedran onun tehditlerini de öfkesini de umursamadı. "Hoşuma gidiyor." dedi. Firuze böyle anlarda Bedran 'ın yüzünün ortasına yumruğu çakmak istiyordu. Küçükken birkaç kere yapmış olduğu gerçeği bu isteği asla söndürmemişti.

Sanki daha yeni tehditler savurmamış gibi, "Neyse," dedi Bedran. "Ben kartlarımı kapalı oynamayı sevmem. Haber edeyim dedim."

Firuze'yi de en çok bu rahatlığı sinir ediyordu zaten. "Def ol git, Bedran!" dedi çileden çıkmış bir ifadeyle.

"Buraya beni sinir etmek için geldiğin o kadar belli ki." Sonra birden yükseldi. "Ayrıca hodri meydan!" dedi. İşaret parmağını onun yüzüne doğru salladı. "Canımı sıkarsan bende çok güzel canını sıkarım."

Firuze'yi çileden çıkarttığını bilerek sırıttı Bedran. "Müsait olunca gelin Mata Hari 'ye. " dedi. Onun için tehdit etme konusu kapanmıştı bile.

Ama Firuze kin tutardı. Asla da unutmazdı.

Bu yüzden Bedran'ı omzundan itip kapıya doğru ilerledi. Ardına bakmadan, "Siktir git!" derken Bedran onu umursamadan konuşmaya devam etti.

"Züleyha ve kızlar seni özlemiş, ben sadece elçilik yaptım." dedi Firuze'yi çileden çıkartmanın keyfiyle.

Firuze'nin, "Ne meraklıymışsınız elçilik yapmaya!" dediğini duydu uzaktan. Bu sözlerden sonra sırıttı ve önüne döndü.

Sonra hafif yamulmuş portreye baktı ve alaycı gülüşü birden soldu.

Gerçek bir meydan okumanın peşinden giden zeki bir adamın dikkatli gözleriyle Firuze'nin burada ne aradığını anlamak istercesine etrafına baktı.

"Atılan ok taştan dönmez, giden elçi yoldan dönmez, Firuze." dedi kendi kendine. Bu Altay atasözü onun tehdidinin yalnızca sözde kalmadığını hatırlatırcasınaydı.

Firuze ona meydan okurken, ona karşı açılmış en güçlü cephe bundan sonra Ezra'nın seçtiği Bedran tarafındandı.

Bunu iki tarafta çok iyi biliyordu.

Bunun siniriyle koridorda yürürken karşıdan gelen Dildar'ı görünce telaşla eliyle git git işareti yaptı. Tam da Dildar ablasını kontrol etmek için gelmişken bu açıkça bir suçüstü olurdu.

Neyse ki Dildar önce duraksayıp telaşla sağa sola baktı. Sonra gerisin geri döndü.

Firuze koridorun ortasında durdu. Derin derin nefesler aldı sakinleşmek için ama olmadı.

"Firuze!" dedi kendi kendine öfkeyle. "Senin yapacağın işe ben, Firuze!" Bir an koridorda durdu. Koridorun ucunda yukarı kata çıkan merdivenler gözüküyordu. Oradan Ezra'nın çıktığını görünce sinir tüm damarlarında zehir gibi akmaya başladı.

Hesap sormak istiyordu. Başına Bedran'ı bela ettiği için onunla kavga etmek istiyordu. Haksız olmasına rağmen, kendi kaşınmış olmasına rağmen ona deli gibi öfkelenmekten kendisini alamıyordu.

Ezra'nın tekrar çalışma odasına geçtiğini biliyordu.

Bu iç koridor aynı zamanda çift kapılı odaların iç taraftaki kapılarının da olduğu koridordu. İki adım ilerideki kapının Ezra'nın çalışma odasının kapısı olduğunu biliyordu.

Kendini durduramadan o kapıya doğru ilerledi. Kapının kilitli olma ihtimali vardı ki çoğu zaman kilitliydi de ama bu Firuze'yi durdurmadı. Şifre kısmına bildiği tek şifreyi yazdı.

11416

11 onun doğum günü tarihiydi ama diğer ikisinin ne olduğunu bilmiyordu Firuze. Yine de ona ait tek şifreyi girdi ve kapı açıldı. İçeri daldığında Ezra yeni sandalyesine oturmuş ve yeleğinin düğmesini açıyordu.

Dönüp ona baktığında buz mavisi gözleri tepkisiz bir şekilde ona izledi.. Sonra diğer elindeki Firuze'nin yaptığı tespihi masaya bıraktı. "Kime sinirlendin?" dedi, tek bir bakışla bile onun ne hissettiğini bilecek kadar onu tanıdığını gösterircesine.

Firuze arkasından kapıyı sert bir şekilde baktı.

"Sana!" dedi. "Bedran 'a talimat vermişsin, İstanbul'da yaptıklarımı araştırmak için." Masaya doğru ilerlerken sanki upuzun saçları öfkesinden etrafında alev parçaları gibi uçuşuyordu.

Ezra ise bu öfkenin aksine çok sakindi.

"Bu şekilde mi olacak?" dedi Firuze. "Pis mi oynayacağız?"

Tam masanın önünde durduğunda elini masanın üstüne yasladı.

"Ben bir oyun oynamıyorum, Firuze." dedi Ezra. Bakışları masaya koyduğu ellerine kaydı. "Beni kendinle karıştırma. Hiçbir zaman gizli saklı iş yapmadım ben."

Bakışları tekrar yukarı çıkmadan önce Firuze'nin gerdanında dolandı. Firuze sergilediği göğüs dekoltesinin farkında bile değildi o an.

"Sana açık açık sakladığın neyse onu öğrenmeye niyetliyim demedim mi?" dedi Ezra.

Oturduğu koltuktan ayağa kalktığında bir dağ gibi yükseldi Firuze'nin karşısında. Sesi Firuze'nin aksine sakindi ama gizli bir tehdidi de taşıyordu.

"Dedin!" dedi Firuze hiddetle. "Bende sana meydan okudum ama bir şey yapacaksan da senin yapacağını düşünmüştüm. Bedran'ın benim özelimi araştırmaya ne hakkı var? Senin buna izin vermeye ne hakkın var?"

Ezra başını ona doğru eğdi. "Tüm Mardin'e sanki gerçekmiş gibi nişanım olacağı dedikodusunu yayarken bu da benim özelim değil miydi?" Firuze ilk defa yüzüne karşı yapılan bu suçlama ile irkildi.

Ezra'nın bunu bildiğinden haberi bile yoktu. Sadece Midyat'ın magazincileri Şehriyar ve Mizgin'in olduğu bir mekânda bu konu hakkında konuşmuştu ve tüm Midyat'a bu dedikodunun yayılmasına izin vermişti Firuze.

Suçluluk duygusu her zerresini kaplarken Ezra'nın da eş zamanlı olarak öfkesi yükselmeye başladı çünkü fark etti.

Bu zamana kadar bu düşüncesi yalnızca bir tahmindi ama Firuze'yi o kadar iyi tanıyordu ki onun suçluluk hissettiğini bakışlarından bile anladı.

"Çok hakkım var!" dedi zor zapt ettiği bir hiddetle. Başını hafifçe sallarken onun da gözlerinde buzdan bir ateş yanmaya başlamıştı. "Öyle de bir hakkım var ki!" dedi.

Aralarındaki yanmaya başlayan tutkunun ateşinin ikisi de farkında değildi.

Firuze tam ağzını açıp "Yok hakkın..." diyerek tekrar konuşacağında Ezra onu susturdu.

Yala yeni kesinleşen bu bilgiyi hazmedemediği için Ezra'nın sabrı bir anlık tükenmişti. "Firuze!" dedi normalden daha yüksek bir sesle. Firuze bu tona karşılık bile şaşırdı.

Omurgasından başlayan bir ürperti tüm bedenini sararken birden sustu.

Ezra ise anında pişman oldu ve gözlerini sımsıkı yumup burnundan derin bir nefes aldı.

"Geç otur karşıma, sakinleş önce." dedi itiraz istemeyen bir ifadeyle. Onu seven, ona kıyamayan bir adam değil de otoritesiyle bu şehre ve işinde tüm dünya sektörüne hükmeden bir tavırla söylenmiş bir emirdi bu.

Firuze için hırçın bir şekilde karşı çıkmak çok kolaydı her zaman ama bu sefer öyle olmadı. Ezra'nın üzerinde kurduğu otorite ile ilk defa yüz yüze kalıyordu.

Sanki tam yüreğine kelepçeyi vurmuştu.

Dudaklarını birbirine bastırdı ve geri çekildi. Kendisine neden itaat ettiğini sorarken bir cevap bulamayarak kiremit rengi koltuğa kendini bıraktı. Bedeni anlamlandıramadığı bir gerginlikle dolmuştu.

Bacaklarını birbirine bastırmak istediği bir gerginlikti bu.

Ezra kendini sakinleştirip gözlerini açarken Firuze'nin hala şaşkın olan yüz ifadesine baktı ve pişmanlık kendisine olan kızgınlığını daha da arttırdı.

Bu kıza en öfkelendiği anda bile bağırmamıştı. Onu bu kadar seviyorken kendi sevdasına yakıştıramıyordu bunu.

Zaten kıyamıyordu ama böyle gelip hesap sorduğunda da tahammül edemiyordu. Bir an oda tahammül edemeyeceği sıcaklığa yükselmiş gibi hissetti ve gömleğinin bir düğmesini daha açarken Firuze'ye doğru ilerledi.

Koltuğun etrafında dolanıp Firuze'nin tam karşısında durdu. Firuze tırnaklarını avuçlarına bastırırken tam karşısında ki ceviz ağacından yapılmış orta sehpanın üstünde oturdu. Şimdi onunla aynı boyda duruyorlardı. Uzun bacakları Firuze'nin çıplak bacaklarını arasında sıkıştırmıştı.

"Bak," dedi sakin bir sesle. Firuze ona bakmasa da o konuşmaya devam etti. "Bir haftadır buradasın ama aklımla öyle oynuyorsun ki ne işime odaklanabiliyorum ne de bir çare bulabiliyorum. Bana bunu yapma, Firuze." dedi sanki ona en büyük işkence çektiriyormuş gibi.

Zaten çektiriyordu da.

"Benim aklımla oynama, benim sabrımı sınama." Her sözde bir sitem vardı ama aynı zamanda Ezra ona öyle bir bakıyordu ki sanki bu sabrın sonu bu bakışta tükenecek olan yangını anlatıyordu.

"Sana defalarca sormadım mı canını bu kadar yakan ne diye?"

Firuze cevap vermedi. Haklıydı çünkü ama haklı olması bile zoruna gidiyordu. Bu kadar yakında olduğunda sesinin kısık tonundan etkileniyor olmakta onu rahatsız ediyordu.

"Hoşuma gitmiyor." dedi. "Bir sıkıntım varsa şayet bunu sana bile söyleyemiyorsam başka insanların burnunu sokması hoşuma gider mi sence?"

Dönüp ona baktı. Ezra bacaklarını hafifçe sıktı ve Firuze'nin bacakları tamamen iki bacağı arasında sıkışmışken ona doğru eğildi.

"Gitmez," dedi onu en iyi tanıyan adam olarak. "Ama bu kadar yaşanılandan sonra senin hislerine göre hareket edersem sen beni kül edersin, iki gözüm."

Firuze'nin bakışları mahzunlaştı. Ezra onun canını yaktığını biliyordu ama kendi canı da yanıyordu. Yine de kıyamadı ona. Yıllar sonra ilk defa ona dokunmak için kendisini kontrol etmekten tam manasıyla vazgeçti.

Ezra'nın Firuze yüzüklü eli Firuze'nin yüzünü buldu. Firuze bu dokunuş karşısında gözlerini kapatmamak için kendisini zor tuttu. Ezra'nın bakışı karşısında kendini bırakmamak için kendisini zor tuttu çünkü öyle güzel bakıyordu ki.

"Daha önce yaptın çünkü."

Canını yaktığını bile bile uzak duramadı ondan. Yüzünü onun avucuna yaslamaktan kendisini alamadı.

Ezra'nın baş parmağı dudağının kenarına değdiğinde ise sanki dudağına sıcak bir şey değmiş gibi dudakları aralandı.

İkisi de birbirine bakıyorlardı bu sırada. Ezra'nın buz mavisi için için yanarken yavaşça Firuze'nin dudaklarına doğru kaydı.

"Ne olur," dedi Firuze fısıltı gibi bir sesle. Sanki bambaşka bir çağrıydı bu. Dudaklarının çağrısıydı. " Ne olur benden nefret edeceğin bir yol seçme."

Çağrının sesi sustu. Ezra'nın gözleri tekrar Ezra'yı buldu.

"O ne demek?" dediğinde kaşları çatılmıştı. Firuze omuz silkti sadece.

"Öyle," dedi kendisi de neden bunu söylediğine anlam veremeyerek. "İçimden geldi." siyah gözlerinde ki hüzün yasın rengindeydi. "Kül olduysan tek başına olmadın, inan bana. Bende yandım." dedi sesi titrerken.

Ona doğru eğildi. "İnan bana bende yandım ama yine de bir şey, bir umut ayakta tuttu beni. Şimdi anlıyorum ki bu umut aslında geri döndüğümde," yüzündeki elin üstüne elini koydu. "Bu şefkate tekrar layık olmaktı."

Firuze'nin yaptığı itiraf, yıllardır sustuklarından daha büyük bir itiraftı aslında. İstediğinin yalnızca eskisi gibi olmak olmadığını gösterircesine gözlerini yumdu ve yüzünü onun avucunda sürttü.

Tek bir emirle susmuş, tek bir dokunuşla dile gelmişti.

Ezra, onun üstünde büyük bir etkisi olduğuna dair ilk bu anda bir tahminde bulundu. Yaptıklarının kontrolü ikisinde de elinde değildi.

Ezra elini onun incecik boynuna doğru kaydırırken Firuze sessiz kaldı. Gözleri hala kapalıydı.

"Burası boş kalmış." dedi söylediklerine cevap vermek yerine konuyu değiştirerek.

Baş parmağı boynunda hafifçe yarım daireler çizdiğinde Firuze'nin göğsü derin bir nefes için yükseldi ve alçaldı.

"Akşama yeterince süsleneceğim zaten. Sabah sade olayım dedim." dedi. Konuşurken sesinin tonunun değiştiğinin farkında değildi ama Ezra fark etmişti.

Sabah onu gördüğünden beri bedenini bir türlü terk etmeyen tutku sebebini görerek tekrar tak etmişti.

Tahrik oldu, erkekliğinin uyandığını hissettiği bir tutkunun kollarına düştü.

Firuze'nin yürüdüğü ince bir sınır vardı. Çok az kalmıştı. Bir adım daha atarsa Ezra kül de olsa, yanıp bitse de bu yolda onu bırakmazdı.

Başını Firuze'nin boynuna doğru eğerken, "Boş kalmamalı, iki gözüm." dedi. "Benden bir iz taşımalı."

Firuze gözlerini açmasaydı boynunu öpecekti ama Firuze gözlerini açtı. Tam yüz yüzeyken ikisi de donup kaldı.

Firuze ona bakarken nabzının kulak zarını delecek kadar hızlı attığının farkındaydı. Karşısındaki adamın muntazam yüz hatlarında ilk defa açıkça gördüğü bir ifade vardı. Buz kırılmış, yerini koyu bir renge bırakmıştı gözlerinde.

Bu sevda değildi, hasretti. Tutkunun başlattığı yıllardır bekleyen bir hasretti.

Aldığı nefesler bile yaşam bulmak için yetmiyordu. Dokunuşlarıyla birlikte hipnoz olmuş gibiydi.

"Biz," dedi fısıltıyla Firuze. "Ne yapıyoruz?"

Ezra hafifçe gülümsedi. Bu öyle bir gülümsemeydi ki aynı zamanda tehlikeydi de. Firuze ilk defa bir gülüşle birlikte bir kıvılcımın karnının alt kısımlarına doğru gittiğini hissettiğini

"Benim yıllardır yapmak istediklerimi..." dediğinde ise kollarına doğru yığılacakmış gibi geldi.

Firuze bir kez daha derin bir nefes aldı yüksek sesle.

Ezra'nın gülümsemesi genişledi. Firuze bu gülüşle birlikte tüylerinin diken diken olduğunu hissetti.

"Sakin," dedi Ezra onun hızlanan nefeslerine karşılık. Diğer eli de yüzünü kavradı. "Daha hiçbir şey yapmadım, iki gözüm."

Bu sözler de gizlenmiş bir vaat vardı.

Bu Ezra'nın ilk kez bu yönünü açıkça gösterişiydi. Yalnızca minik bir imaydı ama ellerinden biri boynunda diğeri yüzündeyken Firuze onun kollarında hapsolmuş gibi hissetti.

Gözleri onun dudaklarına kaydı. Bunu geçmişte defalarca düşünmüştü ama ilk defa bu kadar yakındaydı.

Korktu. İlk defa bir şeyden çok korktu çünkü bu yakınlığa erişirlerse nereye doğru gideceğini bilemedi.

Ellerini koltuğa koyup birden kalkması bu hisse, onun bu yönüne yabancı olmasındandı aslında ama farkında olmadığı tek şey Ezra'nın da buna izin vermiş olduğuydu.

Ezra onun ne kadar masum olduğunu bir kez daha fark etmişti. Paniği ve heyecanı parmak uçlarında hissettiği nabzın hızlılığından belliydi.

İlkel tarafı bundan istemsizce haz alırken bir yanı da bu masumluğuna karşılık şefkat duyduğu için onu serbest bırakmıştı.

Yine de kendisi öyle bir tahrik olmuştu ki Firuze'nin bunu görmesini istemedi. Ayağa kalktı ve normalden daha sert bir sesle, "Kal burada, bir şey getireceğim." diyerek odayı terk edip odanın duvarla ayrılan diğer bölmesine geçti.

Firuze ise terli ellerini elbisesinin üstüne sürerken bir sağa bir sola döndü sanki bir şey araması gerekiyormuş gibi.

Aklının şirazesi kaymıştı iyice. "Huh!" dedi sanki tüm bedeni alev gibi almış gibi hissederken. "Ben bittim."

Panik ve bir türlü bir şeylerin başlayamamış olmasının verdiği gerginlikle, "Yandım, bittim ben!" dedi.

Ellerini yanmış gibi sallarken serinlemek için hiçbir şeyin işe yaramayacağını düşünüyordu. Aradan dakikalar geçtikten sonra Ezra geri döndü.

Tıpkı buraya geldiği ilk gün ki gibi yine elinde bir şey tutuyordu. Ezra'nın geldiğini görünce salladığı ellerini saklamak için arkasında birleştirdi ama Ezra fark etmişti.

Buz mavisi gözlerinde sakladığı yönüne dair bir şey yanıp sönse de bir şey demedi. Tam yanına geldiğinde diz çöktü Firuze'nin önünde.

"Ne yapıyorsun?" diyen Firuze'nin şaşkın sesine karşılık hiçbir bir tepki vermeden ayak bileğini tuttu ve kendisine doğru çekti.

Bileğinin etrafına sardığı halhalın dikdörtgen şeklindeki minik taşları siyah elmastandı. Tam ortasında ise buz mavisi kristalden kartal başlı bir ejderha figürü işlenmişti ki bu figür aslında Cizre Ulu Camii'nin kapısına ait bir figürdü ve Saruhanların kapısında da aynı figürden vardı.

Ezra'nın imzasının sonu da bu figüre benziyordu.

"Zafaran koleksiyonunda bu da olacaktı ama sonra vazgeçtim." dedi zincirini takarken.

Firuze hayranlıkla baktı bileğindeki halhala. Ezra halhalı taktıktan sonra elini çekmeden önce parmak uçları önce bu sembolü sonrada onun bileğini okşadı.

Firuze ona ait bir halhalı ilk defa takmıyordu ama ilk defa o takarken ayağına takılmış bir prangayla ona zincirlenmiş gibi hissetti çünkü o da sembolü fark etti.

Onun son dokunuşuyla bu zincirin mührü vurulmuş gibiydi.

"Teşekkür ederim." dedi Firuze, sesindeki duygu yoğunluğu bu değeri hak etmediğini hissettiğindendi. Yüzüne, güzel gözlerine yine hüzün düştü.

Ezra tam önünde diz çökmüşken ona baktı. O da bu hüznü gördü.

"Etme." dedi. "Sen benim gözlerimin mucizesisin." Firuze doğduğundan beridir Arjin'in ona söylediği sözlerdi bunlar. "Sen doğmasaydın belki ben göremeyecektim. Göremesem de bunların hiçbirini yapma gücüne erişemeyecektim."

Yine de yalnızca gözlerinin görmesinden bahsetmiyordu Ezra. O doğduğu gün yüreğiyle görmeye de başlamıştı.

Firuze'nin bu sözlere karşılık gözleri doldu. Gözleri Ezra'nın sol gözünün etrafındaki yaralarda dolandı. Ezra ayağa kalktığında ona doğru bir adım attı ama Ezra onu şaşırtan bir hareket yapıp bir adım geri çekildi.

Firuze yalnızca bu geri çekilişle bile yüreğinin acıdığını hissetti. Bu uzaklaşma bile canını yakıyorken Gerçekleri öğrense ona sırtını dönme ihtimalini düşünemiyordu bile.

Ezra, "Bana kızacaksın kız ama bil ki bu sefer sana da senin özgürlüğüne de saygı duymadığım anlar olacak, Firuze." dediğinde yüreğinin acısı daha da arttı. "Bana bir adım atacaksan da öyle at çünkü sen bana bir adım atarsan bir daha asla seni bırakmam."

Bu tehdit ile Firuze donup kaldı. Kalbi korku, kalbi heyecan ile hızla atmaya başladı. "Öğrendiklerim canımı yakarsa ikimizin de canını yakarım ama sana en büyük ceza olsa bile seni yanımdan ayırmam."

Bu her zaman kıyamıyormuşçasına seven bir adamın sözleri değildi.

Bu daha önce sevdası çiğnenmiş bir adamın canının yandığının göstergesiydi. Firuze de bunu çok iyi biliyordu.

Firuze bu yüzden ona rest çekemiyordu çünkü gerçeklerin sonunda gidecek olduğunu biliyordu.

Duramazdı, ihanet sayardı.

Belki de onu düşman olarak görür, artık yüzüne bile bakamazdı.

"Çok büyük laflar ediyorsun."dedi bu yüzden Firuze. "Bu laflarını sana hatırlatırım."

Bu sözlerden sonra bir adım geri çekilmek zorunda kalışı bu yüzdendi. Yine kendini aynı sınırda bulacağını biliyordu ama bu tehdidi bile bile bir adım atmaya da sakladığı sırlar izin vermiyordu. Keşke bir adım atıp da sımsıkı sarılabilseydi ona.

Ama şartlar el vermiyordu.

Ezra, "Hatırlat." dedi. "Ben sözümden dönmem Firuze."

İçten içe de sözünü tutmasını istiyordu Firuze aslında ama bir şey de diyemiyordu. Kısa bir sessizlik oldu aralarında.

Ezra gitmesini ister gibi önünde çekildiğinde gururu baskın geldi hasretine. Gururu ile birlikte kapıdan çıkık gitti, Firuze.

Kapıyı ardından kapattığında bu hayatta bir tek bu adama yenilişi onu hırslandırmıyordu. Yalnızca derin bir hüzün kaplıyordu içini.

Bir kere olsun gitmeye karar verildiğinde durdurulmadığı için. O gitmek istese bile elinden tutulup kollarında hapsolmadığı için.

Yalnızca onu sevip mutlu olamadığı için.

Sevildiğini bilip de bir kez olsun sevdiğini haykıramadığı için.

Haykıramadığı için...

𓇚ꕥ𓇚

Ayh sonunda ilk dananın kuyruğunun kopacağına dair sinyali aldık. Diğer bölümde dananın kuyruğu kopar artıkın jdjdjd

Eheuheuhuehu 

Neysem nasıl buldunuz bölümü bebeklerim? ❤️‍🔥

Biz çekimi yaşadık, ip uçlarını aldık. Artık her karakteri de az buçuk tanıdınız. Olaylara da giriş yapalım diyorum ben. 💅

Çok da güzel diyorum bence djdjd

Umarım sizde bu serüveni çok seversiniz. 😍

Sizi seviyorum. Haftaya inşallah Cuma günü yeni bölümde görüşene kadar hoşça kalın.  😍💅

Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla.😍

Continuar a ler

Também vai Gostar

38.4K 2.2K 27
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...
311K 785 21
+18 içerir
274K 1.1K 39
seks hayatın bir parçası...
Haz Por 🍀

Romance

295K 4K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...