FÄ°RUZE

By _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... More

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚

𓇚•GİRİT•𓇚

14K 1K 625
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın caneyleri! Ben geeeeeldim!

Yolda arızalandım biraz,geç geldim ama olsun geldim sonuçta djxjd

İşin şakası da... buraya özel hayatımı dökmek istemiyorum. Sadece olur da aklınıza düşersem bir Mehsa vardı ya inşallah iyidir deyip bir dua ederseniz çok makbule geçer beybilerim.

Rabbim herkesin yolunu kolaylaştırsın. 🌟😍

Nasılsınız? İyi misiniz? Neler yapıyorsunuz hadi burada konuşalım.🌻

Bana gelirsek ben birkaç işle birden uğraşıyorum. Bir tanesi dijital çizimler. Giriş kısmına koyacağım Ezra ve Firuze'nin dijital çizimlerini.

Sonrasında da bazı sahneleri göreceksiniz inşallah.😍

Özledim gerçekten sizleri. Burada hayal dünyamı sizle paylaşabilmenin mutluluğunu.

İnşallah bundan sonra düzenli devam ettirebilirim.

Sizi çok seviyorum. İyi okumalar dilerim canımın içileri!🧚‍♀️🥳

MÜZİK KUTUSU

Işık Berfin-Brindarım (ilk sahnede bu şarkıyı dinlerseniz çok sevinirim.🌻)

Simav- Dema Tu Çu

David Kusner- Daylight

Beyonce- Crazy In Love

(MÜK LİSTE DJDJD)

𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Tiktok: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Har isem de gülşen-i hüsnünde hârım ben hele.
Hâk isem de bâri hâk-i râh-ı müşk-efşânınam!"

"Diken isem de güzelliğinin gül bahçesindeki dikeniyim ben; toprak isem de misk saçan yolunun toprağıyım."

-Nedim

𓇚ꕥ𓇚

En uzun gece derdin göğüs kafesini bir kabire çevirdiği geceydi. Bir mezar açardı insan içine. Diri diri toprağın altına gömerdi kendini.

Ve insan ölmeden de ölürdü.

İnsan kendi içinde de ölüyordu bazen. Gömüyordu kalbine bütün sevdiklerini. Sessizce yasını tutuyor ve ağıt yakıyordu geçmişe. İçi ölen insanın dışı bir türlü toprak tutmuyordu. İnsan canlı bir mezar olunca ne göğe ne de yere ait olabiliyordu. Öylece asılı kalıyordu arafta. Sıkışıyor, boğuluyordu kendi içine gömdüğü mezarlıkta.

Sevdiklerine, ölen duygularına ama en çok harap ettiği yüreğine ağıt yakıyordu.

Göğüs kafesinde tutulan yasın ağıtlarıyla Ezra sabaha kadar gözünü kırpmadan izlemişti sevdiği kadını. Derdi bin etmiş dermanı da yalnızca sevdiği kadına bakmakta bulmuştu.

Yıllarca bunun hayalini kurmuştu. Yıllarca sevdiği kadını bu şekilde kollarında uyutabilmenin hayaliyle ciğerini çürütmüştü.

Onun için uyumak safi bir intihardı.

Ölürdü sanki gözlerini kapatsa, kalbi ihanet sayar sökülürdü yerinden. Öylesine kemik tutmuştu Firuze içinde. Kendi kalbini bile ona düşman etmişti.

Firuze'siydi o. İki gözü, en kıymetlisi. Bir şey olacak diye ödü koptuğu, saçının teline zarar gelse kıyameti kopardığı, şimdiler de öğrendikleri ile kahrolduğuydu.

Firuze zarar görmüş olabilirdi.

Bu ihtimal delirtiyordu Ezra'yı. Bu ihtimal yapmayacaklarını yaptırır, onu katil eder bırakırdı. Gözünü bile kırpmayacağı bir acımasızlığın pençesine düşeceğini biliyordu Ezra ve bunu asla durduramazdı.

Sebebi bu kadındı ve her daimde o olacaktı. Dudaklarını usulca saçlarına bastırmış ve sevdasını haykırmak isterken yalnızca fısıldamıştı genç adam.

"Hejane çave mino!"

Gözümün en değerlisi.

Sıkı sıkı sarmıştı kollarıyla. Bırakınca gideceğini, kafesteki bir kuş gibi özgürlüğüne kaçacağını bilerek kendine bastırmıştı.

"De bimrim! (Ölürüm!)" demişti türküdeki gibi. "De bimrim!"

Bu bir yemindi. Bu yolda kan döküleceğini çoktan hissetmişti Ezra. Firuze'nin kendinden gideceğini hissettiği gibi.

Bu gerçek yakıyordu onu. Biliyordu, ihanete uğramıştı. İhanetin yarası kolay sindirilmezdi elbet ama daha göğüs kafesine saplanan bıçağın hesabını sormadan sebebinin peşine düşmüştü.

Bedran 'dan öğrendikleri vardı ve bugün Firuze'den duyduğu serzenişle birlikte birleştirince ortaya çıkan gerçekler gelecekte yaşanan bir hezimeti gösteriyordu.

Firuze ne yapmıştı? Hala emin değildi. Bu işte düşmanı Hünerler vardı ama sadece onlar yoktu.

Firuze, yokluğunu fırsat bilenlerin pençesine düşmüştü. Ezra yalnızca bu ihtimale kafa yoruyordu. Yoksa bile bile ihanet ettiği fikrine tutunsa kendi sonunu yazardı.

Üstelik bu ihtimali imkânsız kılan bir muhtaciyet ve korkuyla Firuze sürekli onun gözünün içine bakıyordu.

Şimdi bile Firuze onun koluna sıkı sıkı tutunmuştu. Sanki gitmesinden korkuyormuş gibi onu sarışına da inanamıyordu Ezra. Çok değil bundan bir hafta önce sevdasının karşılıksız olduğuna inanıyordu ama şimdi bütün inandıkları yalan olmuş gibiydi.

O yalanların içine şüphede düşüyordu elbet çünkü Firuze isterse çok güzel rol yapabiliyordu ama kor dudakları dudaklarına değdiğinde Ezra için bütün gerçekler yok oluyor, geriye yıllardır bitmeyen sevdasının sevinç göz yaşları kalıyordu.

Ama yine de...ama yine de ihanet ile başlayan bir sevdayla yarım kalmak istemiyordu.

Hiç başlamamış bir sevdaydı kollarındaki kadın. Ezra, şimdi kollarında tuttuğu sıkılıkta kendine bağlamak isterdi onu ki tüm gece boyunca bu fikir kafasında dönüp durmuştu. Eskiden hiç yaşayamayacağı bir umudu uzaktan seyrediyordu ama şimdi en çok istediği şey gerçekleşmiş, Firuze sonunda ona bir karşılık vermişti fakat, dertle gelmişti bu karşılık.

Derdi de kabuldü, düşmanlığını da basardı bağrına. Canını da yakardı ama bir daha gidişine tahammül edemezdi. Yine de nasıl bir yol çizip de onu kendinin kılacağını bilmiyordu Ezra. Eğer bugün onu karısı olması için zorlasa nasıl tepki vereceğini bilmiyordu.

Kaçar mıydı? Kaçardı. Bir türlü ele avuca sığmıyordu ki zaten. Gözünü kör eden bir ateş gibiydi. Ne yanmadan tutabiliyordu ne kor olmadan kaçabiliyordu Ezra.

Ateşi sevmiş, korunu öpmüştü. İnsan bazen acı çekmeye de bağımlı oluyordu. Pakize'nin açtığı yaralar küçük olmasına rağmen onun bin kat canını yakmış hiçbir şeyden haberi olmayan masum kediye bile sinirlenir gibi olmuştu ama sonra nasıl kavga ettiklerini hatırlayınca gülümsemişti Ezra.

Kollarında sevdiği kadını tutmaktan dolayı mutluluktan kendi kendine delirdiği bir geceyi hatmetmişti.

Bir ara canı deli gibi sigara çekmişti ama kıpırdarsa bunun bir rüya olmasından ve uyanmaktan korkmuştu. Bir insan saatlerce sevdiği kadının hasret kaldığı saçlarını okşar mıydı? Soluğunu dinler, kokusunda nefes alır mıydı?

Sevda bu kadar derin mi yakardı insanı?

Yapardı, ederdi, yakardı.

Ezra bütün bu soruların cevap bulmuş haliydi ama kendi sorularının cevapsızlığında ve karmaşasında kaybolmuştu. Ta ki gün doğana ve önce ağır adımların sonra da bastonun düzenli ritmi duyulana kadar.

Ezra çoktan sedirde oturmuş, Firuze'yi izliyordu o sırada. Üstüne tişörtünü geçirmiş yüzü ona dönüp sevdiği kadına bakıyordu.

Başını kaldırmış ve Arjin'in gelişini izlemişti sakin bir ifadeyle. Böyle bir baskın olabileceğini tahmin ediyordu. Bu yüzden kaşları çatık bir şekilde beklemişti babaannesini.

Yan yana uyuyacakları kadar her şeyi planladığına inanmıyordu ama belli ki bir niyeti vardı Arjin'in. Ezra bunun hakkında dün bir imada bulunmuştu. Bugün ise söylediklerinin altını deşip gerçeği arayacaktı.

Arjin yavaş yavaş damda yürürken bir şeyler diyeceğini hatta bazı imalarda bulunacağını düşünmüştü ama Arjin hiçbirini yapmamıştı.

Arjin, ağır ağır ilerlemiş ve Pakize'nin uyuduğu sedire oturmuştu. Ezra'ya hiç bakmadan bakışları Firuze'nin uyuyan yüzünde uzun uzun dolanmıştı.

Arjin hislerini kolay kolay gösteren bir kadın değildi ama Ezra arada onun ne hissettiğini fark edebiliyordu. Bunun sebebinin sevdiği kadınla aynı ateşte yanıyor oluşlarıydı, biliyordu.

Gözlerinin ardında yanan öfke de kin de aynı soydandı.

Hissediyordu.

Arjin'in, Firuze'ye baktığında hüzünlendiğini hatta neredeyse ağlamak üzere olduğunu bu yüzden fark etmişti.

Başını kaldırıp Ezra'ya baktığında hüzünlüydü koskoca Yadê Arjin. "Büyüdü, değil mi?" demişti kısık sesle. "Selvi gibi büyüdü benim kıymetlim."

Ezra sesini çıkarmamıştı. Arjin de bir onay beklemiyordu zaten. "Büyüdü de bilemedi. Her selvi uzadıkça ağırlaşır. Sanki dünyanın yükünü taşır gövdesinde de boynunu büker bu yüzden. Yaşayana kadar anlamadı."

Ezra'nın sessiz öfkesi gittikçe derinleşti. "Bir şey mi bilirsin Yadê?" diye sordu Ezra. Arjin başını çevirip torununa baktı. O korun alevini hissetti yaşlı kadın. "Gerçi bildiğini sormakta ayıptır. Gözün kulağın her yerde senin." Dudağının bir kenarı öfkeyle yukarı kıvrıldı. Saygısızlığı kendini tutamadığı alaycılığından geliyordu. "Benim bilince öfkeleneceğim bir şey mi bilirsin?"

Arjin, torunun öfkesini kusmasını beklercesine sakince izledi onu.

"Ya da ne hesaplarsın kafanda hangi planı kurarsın. Bizi bir araya mı getirmeye kalkarsın?"

Arjin'in bu suçlamalara karşılık tepki vermemesi Ezra'yı daha da sinirlendirdi. Sonunda tepki alabileceği o yegâne soruyu sordu Ezra. "Hadi ben körmüşüm, yeni öğrendim bazı şeyleri." Kandırıldığını ona söyleyecek kadar babaannesine güvenemedi. "Kazınca meğer yüzeye yakınmış saklananlar. Yine de kazdığım toprak zamanında kör etmiş beni. Seni de aynı toprakla lâl mi ettiler Yadê? Sen niye bir şeyler saklıyorsun?"

Arjin 'in incecik kalmış kaşları havaya kalktı.

Yüz ifadesi sertleşti. Suçlamalar belki doğruydu belki de değildi ama onunla bu haddi aşan konuşmaları yalnızca karşısındaki adam yapabilme cesaretine sahipti ve Arjin o cesareti kırmak için tam da bugünü seçmişti.

"Ne ima edersin bilmem!" dedi sözleriyle ezercesine." Dünde aynı imalarla canımı sıktığın halde sustum ama yeterli!" Elini havaya kaldırdı dur dercesine. "Koskoca adama sınırını hatırlatmak beni utandırır, Üzeyir'im!" Bu uyarı gizli bir tehdit barındırıyordu. "Ben yeğenimin aptallıklarını bu kızın çekmesine hüzünlenirim. Yoksa vaktini bekleyen sözüm haricinde hiçbir şey susturamaz beni!"

Ezra ilk defa Arjin'in sözüne karşı şüpheye düştü. İnanmıyordu. Arjin bir şeyler bilmese onu suçlamasını değil ne öğrendiğini sorgulardı ama yapmamıştı. Önceliği her daim torunları olurdu ama Ezra'nın derdini sormamıştı.

Üstelik onları bir araya getirmesine dair imasını görmezden gelmesi çok şeyi sakladığının yegâne göstergesiydi.

Zorla cevapları almak için çirkinleşmek onun tarzı değildi, bu yüzden daha fazla konuşmadı çünkü biliyordu ki Arjin onu çoktan bir tehdit olarak algılayıp saygısından vuracaktı torununu.

Ezra bu taktikleri aşacak kadar görmüş ve geçirmişti. O gördükleriyle Arjin'in asla küçümsenmemesi gerektiğini bilecek kadar tecrübeliydi.

Bakışlarını Firuze'ye çevirdi. Firuze'nin normalde uykusu hafifti. Yavaş yavaş gün aydınlanırken uyanması gerekirdi ama bir eli Ezra'nın dizinde huzurlu bir şekilde uyuyordu.

Ağlamıştı. Ağlayınca derin uyurdu Firuze. Küçükken de böyleydi. Kini, öfkesi, hüznü hepsi bir yüktü onda. Önce öfkesiyle hissettiği her duygunun bedelini ödetir sonra da acısını çıkartırcasına ağlardı. Firuze tepesinde ağladıktan sonra kaç kere eve onu uyurken getirdiğini hatırlamıyordu.

Bazı anılar gerçekliğini hiç yitirmiyordu.

Firuze gece boyunca ağlayışlarından arta kalan iç çekişleriyle Ezra'nın içini yakmıştı. Onunla bir arada olmak, gece boyu kokusunu içine çekmek belki tutkusunu uyandırırdı ama onu ilk defa kollarında uyutmak sadece hasretini perçinlemiş ve sevdasının ızdırabını dindirmişti.

Bu gece sevda konuşmuş, Ezra ise bunca yıldır yanında taşıdığı bu yükün derdini dinlemişti.

Firuze'ye baktığı o anda bakışlarının yumuşadığını, kavuşamadığı bir sevdanın hasretiyle derin derin yandığından bihaberdi ama Arjin her şeyi görüyordu.

Zamanında ona da böyle bakan bir adamı delicesine sevmişti ama onunda sevdası yarım kalmıştı. Şimdi geçmişindeki o yarayı kapatmak için iki sevdalıyı kavuşturması gerektiğini biliyordu Arjin.

Bu yüzden bugün buraya gelmişti. Kıyamet kopmadan önce son kozlarını oynayacak ve bu iki sevdalıyı koruması altına alacaktı.

"Ali'de Fatma'sına evlenmeden önce böyle bakmış da Resulullah görmüş bu sevdalı bakışı," Elini kalbine koyup salavat çekti Arjin. Peygamberi anmak hep gözlerini doldururdu yaşlı kadının. "Sonra elini Ali'nin gözlerinin önüne koymuş." Ezra bakışlarını Arjin'e çevirdiğinde Arjin'in yüzünde hafif bir tebessüm gördü.

"Bakmasın diye!" dedi. "Niyeti doğru olmadan hafızasına ilmek ilmek kazımasın diye. Helalin olmayınca yanlıştır çünkü," Ezra ona yine sessizlikle cevap verdi. "Ama niyetin varsa uzak durmak daha büyük bir yanlıştır." Bu zamana kadar Firuze hakkında bir kere bile açık açık evlilikten bahsetmeyen Arjin bugün ilk kez bu konuyu açıkça ima etmişti.

Bu baştaki suçlamalarına üstü kapalı bir cevap gibiydi. "Senin de niyetin yakın tutmaktır herhalde Yadê." dediğinde ise gülümsemesi suçunu tamamen kabullenmekten ibaretti.

Ezra kızgındı aslında. Bu kızgınlıkla cevap verebilirdi ama üç sene önce yapmadığı şeyi şimdi de neden yapmakta tereddüt ettiğini açıkça söylemeyi tercih etti. Üç sene önce de Firuze'yi zorla yanında tutabilirdi ama birkaç sebebi vardı.

"Benim niyetim hep vardı ama karşı tarafın gönlü olmadan adım atmam ben Yadê." dedi şu an ki düşüncelerinin aksine. Evet, Firuze'yi kendine ait kılmak istiyordu ama bir yanı da hala bir şeyler doğru olsun, zorakilik olmadan ona gelsin, sevgisine karşılık versin istiyordu.

Sevdası muhtaçtı Ezra'nın. Gerçek bir karşılık dileniyordu.

"Benim sevdam daha senin dizlerine bile gelmezken sırtıma bindi." dedi bu derdiyle birlikte. "Büyüdüm, şimdi göğsüme gelir yüzün ama hala sırtımı dizlerine kadar büker bu sevda."

Arjin 'in bakışları merhametle yumuşadı. Firuze'nin kendini tükettiği acının kahrını Ezra yıllardır çekiyordu ve yavaş yavaş torununun kendini öldürüşünü izlemek zorunda kalmıştı Arjin.

"Bir kere bile şikâyet etseydin tutar kaldırırdım elini, Üzeyir'im!" dedi bunca zamandır onu yalnızca izlemek zorunda kalışının acısıyla. "Ama sen o yüke sevdalıydın. Boynunu bükse de belini kırsa da taşımaya devam ettin." Arjin iç çekti Ezra'ya bakarken. "Yetmedi mi artık?" dedi.

İşte şimdi sadede gelmişlerdi. Arjin' in buraya gelme sebebi gün yüzüne çıkmıştı.

Firuze'ye çevirdi bakışlarını Arjin.

Kısacası artık harekete geç diyordu Ezra'ya. Zaten aklındaki fikri sanki eliyle koymuş gibi bulması hem insanları iyi okumasından hem de torunlarını çok iyi tanımasından kaynaklıydı ama yine de Ezra bunu ona açıkça söylemezdi.

Söylerse oynamaya niyetlendiği oyunun kuklası olacağını tahmin edebiliyordu.

Bu yüzden birden ciddileşti. "Onun gönlü razı gelmeden olmaz, Yadê." dedi. Fütursuzca Firuze'yi kendine ait kılmak isteyen tarafı bu sözlerine derinden isyan etti ama gerçekleri saklamanın haricinde zoraki yaptığı her şey içine bir şüphe tohumu daha ekmiş olacaktı.

Bunu bilmek de onu tereddütte bırakıyordu.

"Sevda da değildir bu, rızadır! " dedi Arjin 'in onlara öğrettiği düsturla. "Onun rızası olmadan benimle evliliği bile hapis gibi gelecek ona. Tanıyorum onu ben. Bugün korumak için evlensem yarın kendini daha fazla ateşe atar çünkü fıtratı bu."

Acı tebessümün izi Ezra'nın dudaklarında dolandı. "Fıtratında var isyankârlık."

Arjin' in torununa bakarken gülümsemesi genişledi. Ezra, Arjin'in planlar yaptığının farkındaydı ama bu gülümsemede gördüğü küçümseme gururuna dokundu.

"Âsiye!" dedi Firuze'ye bakarak. Sonra Ezra'ya çevirdi bakışlarını. "Her fıtratına uyanı serbest bıraksaydık, zehirli sarmaşıklar her ağacı yok eder, çakallar aslanları yer, fareler tüketirdi ekinleri." dedi Arjin o bilmiş haliyle. "Senin hatan da ona kendinden daha fazla saygı duymandı. Ben sebeplerin olduğunu bilirim. Bazısı açıktır, bazısı gizlidir bu sebeplerin. Tıpkı o bir sene ortadan kaybolup benim tanıdığım Üzeyir olmayı bıraktığın zaman gibi."

Arjin'in bakışları derinde sakladığı bilgilerle parladı. Ezra'nın ise dokunduğu yaraları sızladı. O sebepler ömrü boyunca gizli kalacaktı ama Arjin'in bilirmiş gibi davranışları o dokunduğu gururuna dikenler batırdı.

"Sadede gel Yadê!" dedi ses tonunun sertleştiğinin farkında değildi. "İmalara tahammülümün olmadığını en iyi sen bilirsin."

Arjin bunu bilerek derin derin baktı torununa. "Geleceğim elbet." dedi kısık sesle. "Ama aklını başına devşirmen, merhametini, ona olan saygını öne koyup aptallığa düşmemen için uyarmak istedim seni. Hoş o saygı da değil, senin geçmişine dair vicdan azabın ama gururunla oynarsam bana düşman olursun diye korkarım."

Arjin tam nokta atışıyla Ezra'nın gizli sebebini bulmuş ve sakinliğiyle bilinen bu adamı öfkenin kıyısına itmişti. Ezra'nın gökten gözleri öfkeyle çakmak çakmak olurken aynı gözleri aldığı kadının umurunda bile olmadı bu.

"Üç sene!" dedi Arjin onun bütün yaralarına tuz basarak. "Gitti, gitmesine izin verdin. Madem inandın sevmediğine ne diye sonra aptallık edip arkasını gözledin?"

Arjin bütün bam tellerini bir bir yakalıyordu Ezra'nın. "Taşlar bıraktın ardından belki izini takip eder de seni bulur diye. Sen her yere onun adını yazarken buldu mu senin yolunu sanki? Körler ülkesinde ayna satarsın Üzeyir'im! Senin sevdanın dili eskide kalmıştır. Şimdi kimse yüzüne haykırmadan anlamıyor sevildiğini."

Ezra'nın öfkesi gittikçe artarken Arjin tam da bunu isteyerek devam etti konuşmasına. "Gerçi sende hata bununla da kalmıyor. Burada kös kös oturdun da bir kere yüreklice haykırmadın sevdanı!"

İşin aslı böyle değildi ama Arjin acımasızca hatta en kötü haliyle oynuyordu torunun üstüne. Ezra'nın elleri öfkeyle yumruk olduğunda günahlarını bir bir yüzüne vuruyordu.

"Ben seni böyle mi yetiştirdim? Sen sevdanın acısını taşırken yürekli de kavuşmaya gelince korkak mısın? Kaçıp unutmaya çalıştığında bile dedim sevdası güçlü değildir herhal! Bitirip de gelecek dedim. Belki de böylesi hayırlıdır. Becerebiliyorsa unutsun dedim."

Arjin bastonunun üstüne eğildi ve kısık gözlerle inceledi torununu.

"Onu da beceremedin. O gitti, sen gelmesini bekledin. Şimdi hala saygı, rıza dersin karşımda. Sen sevdanı haykırıp arka çıktında mı karşındaki kadın bu sevdaya saygı duysun? Sevda kötü gün dostu değilse ne işe yarar? Bugün biri çıksa karşısına bu kızın senin yapamadığını yapıp zorla eşi yapsa ne yapacaksın?"

Ezra öfkesinden titrerken zor tutuyordu o acısıyla konuşmamak için. Arjin boşuna Firuze'nin yanında sıkıştırmamıştı onu. Konuşsa ortaya döküleceklerle tam olarak şu an onu korkaklıkla itham ettiği şeyleri ortaya çıkartacaktı.

Yine kanına dokunuyordu bu cümleler. Hele son söylediği ile, "Öldürürüm!" kelimesi dişlerinin arasından dökülürken kendi benliğinden sıyrılmış salt bir öfkeye dönüşmüştü.

İçinde biriktirdiği sınırsız öfke dile dökülmüştü. Ezra'nın gerçek öfkesini ortaya çıkartabilen yalnızca iki kadın vardı hayatında.

Arjin bunu bilerek başını salladı. "Öldürürsün ya!" dedi alaycı bir sesle. "Medeniyetten bahsederken atanın ettiği hatayı kendinde görürsün! Kan çıkar da sonra bir elli yıl daha çekeriz yaptığımız hatanın bedelini."

Şu an Ezra'nın ondan sakladığı Firuze'yi kendine ait kılma fikrini zorla ortaya çıkartma çabasındaydı Arjin.

"Öncesinde tedbirini almaz da yine aptallığına yandığını izlerim bende. Ne uğruna? Saygı duyduğun, rızasını beklediğin için mi?"

Ezra bütün bunların hepsinin bir şey bildiğinden dolayı söylendiğinin farkındaydı ama gözünün önünü şimdiden kan bürümüştü sanki.

"Ne biliyorsan söyle Yadê yoksa senin o hata dediğini yaptığımda gram pişman olmam ben!" dedi.

Öfke, geçmişe dair biriktirdiği kin ama en çok kendine dair nefreti su yüzüne çıkmıştı Ezra'nın. Uzun zaman sonra bu yüzünü yalnızca Arjin görüyordu.

Arjin'in yüzünde hatırı sayılır öfkeli bir gülümseme peyda oldu. "Hey gidi merhamet! Ne çabuk da iki dirhem öfkeye satıldın." dedi yine bu öfkeyi harlarcasına.

Sonra, "Samuel geldi yanıma bugün." dediğinde soldu o gülüş. "Simon efendi, şu zıkkım şenliği yapıldığı gün Faysal'ın yamacına sokulmuşta Firuze'yi sorup bekar mı diye ağzını aramış. Geçen gün bağda kavga ederlerken de Faysal'ın, Firuze'yi bu konuda sıkıştırdığını duymuş Samuel. Sonra dün gece Faysal'ın çıkardığı rezillikleri sayıkladığı o zehir zemberek sözleri Asaf'ım anlatınca oturdu her şey bende. Faysal koymuş kafasına, belli ki güç uğruna kıymetlimi ele vermeye kalkacak."

Ezra'nın kafasında döndürdüğü şüpheler gerçekleşerek yüzüne vurulurken genç adamın suratı resmen karardı.

"Ben aslında çok uzun zamandır tahmin ediyordum bunu. Firuze geldiğinde bu yüzden o çiçek konusunu açtıydım çünkü göz koymuş belli o küçük Hüner. Baktım, senin gönlündekini görünce harekete geçesin yok, ben hatırlatayım bu tehdidi dedim ama benim her konuda aklını koruyan torunum ne hikmetse konu Firuze olunca kör oluyor."

Tehlikeli sularda yüzüyor olmasına rağmen sevimli sayılabilecek bir şekilde gülümsedi Arjin. "Adını Firuze koydum diye her gidişinde böyle kör mü olacaksın Üzeyir'im sen? Sahipsiz elmas kimin gözünü kamaştırmaz? Kıymetini bilmediğin hazineyi elinden almazlar mı sanırsın?"

Ezra'nın sesi çıkmadı ama eli uzandı, Firuze'nin dizindeki elinin üstüne sıkı sıkıya kapandı. "Kimse dokunmasın diye elinden geleni yaparsın da ya bir gün yetmezse? Senden uzakta korundu diye şükretmezken Allah'a ya burnunun dibindeyken alırsa elinden?" dedi Arjin yarasının son demine de dokunarak.

"Bu topraklar doydu kavuşamayan sevdalılara. Ettiğim bedduanın yüküyle sınama beni!"

Arjin kolay kolay o bedduayı anmazdı. Tüm ömrünün en büyük hatası olarak gördüğü bu beddua onun laneti gibiydi ve ondan ziyade evladı ve soyundan çıkmıştı.

En çok da kaybettiği merhum kocasını bu bedduanın yüküyle toprağa vermiş olmanın acısını yıllardır çekiyordu.

Ezra ise tereddüt ettiği şeyin acı bir şekilde yüzüne vurulmasıyla birlikte burnundan soluyacak kadar öfkelenmişti ama Arjin tarafından sarsılmıştı da aynı zamanda.

Önce Kadir sonra Arjin' in Yousef'i hedef göstererek saldırması boşuna değildi.

Bu sarsılmayla birlikte sessizleşti ikisi de. Firuze, sanki ruhu bedeninden çekildiğinde kaderi yazılmış gibi uyumaya devam ediyordu. Ezra ona tekrar bakamazken bildikleri her neyse artık tek ihanet edeni Firuze olarak görmüyordu. Ondan ne gizliyorlarsa yalan ve ihanete ortak oluyorlardı.

İçi buz gibi oldu. Bu hisle birlikte söndü o bütün öfkenin ateşi. Alevlerin çatal uçlu dili buz kesti.

Öfkeyle düşünebilen bir adam çoktan tamam derdi ama Ezra'nın karakteri bu değildi. Sonuna kadar sınanırdı sabrı, o sınanan sabrı ile birlikte de söylenilen her şeyi bir kenara not alırdı.

Aklı, sabrının müttefikiydi fakat bu söylenilenlerin çok ağrına gittiği gerçeğini değiştirmiyordu.

Yine de Arjin' in kışkırtmalarına cevap vermedi. Kafasında bir şeyler kesinleşse de istediğini onun avuçlarına bırakmadı. "Eniştem ne yaptı?" dedi. Sesi buz gibiydi. "Biliyorsan söyle Yadê. Ben öğrenirsem acımam o herife. Çıkmasından korktuğun o katliam bizde yaşanır!" dedi.

Arjin onun tepkisini beklerken aldığı cevaptan hoşnut olmamış olacak ki yüzü buruştu.

"Ben derim ki balcının var bal tası sen dersin ki oduncunun var baltası. Hey kurban olduğum Mevlam!" Tekrar öfkeyle baktı torununa. "Duyduklarımdan anladım dedim. Faysal'ın halini sende görmüşsün. Aynı şeyi düşünmedin mi? Daha fazla hata yapma isterim ama görürüm ki en olmadık yerde takılır doğruyu hep kaçırırsın."

Küçümseyerek baktı torununa. Tekrar geri çekilirken hareket ettiği için Pakize gözlerini açtı ve yeşil gözlü siyah kedi uyku sarhoşu bir şekilde Arjin'e baktı.

Sonra yanında uyanık olan varlığı hissedince kafasını kaldırdı. Kediler enerjisi yüksek olan insanlara çekilirlerdi. Yanındaki kadını fark edince sanki yeni uyanmamış gibi birden dört ayağı üstüne kalktı. Önce gerindi olduğu yerde sonra gidip Arjin' i kokladı.

Bu sırada Ezra, "Yade!" diye sabırla uyardı Arjin'i. "Benim aklımla oynama! Uyardım, uyarımı tekrarlatma! Sonra biliyorsun değil mi ne olacağını?" Arjin ona bakmadan önce elini uzattı kediye.

Kedi, yaşlı kadının ulu bir çınar gibi iz tutmuş parmak uçlarını kokladı bu sefer. Sonra da başının üstünü sürttü o parmaklara. Arjin, torunun gaddar öfkesini umursamadan sevdi Pakize'yi. Kedi bu sevgi yetmemiş olacak ki kucağına oturdu Arjin'in.

Arjin içinde büyüttüğü derin merhametle baktı kediye.

Sonra çevirdi bakışlarını Ezra'ya. "Ben bilmem ne olacağını! Sen beni sebepler için suçlarsın ben ise sonuçlara bakarım!" dedi sert bir ifadeyle. Kediye gösterdiği o şefkatli bakış şimdi yok olmuştu. "O sonuçlar da bu kıza zarar verecek gibidir. Ben ne bileyim yeğenim ne yapmıştır? Bilsem hesabını keserdim, ruhun da duymazdı."

Ezra'nın inanmayan bakışları Arjin'i içten içe telaşlandırsa da Arjin bunu sakince örtbas etti.

"Elbet sebebini de öğreneceğim ama sebebi bilmeden önce korunsun isterim. Tek bu duyduklarımdan da değil ha! Ben bunları duymasaydım bile Faysal'a güvenmediğim için zaten bu kızı evlendirmek isterdim çünkü Baran'ımın yeterince yükü vardır. Babasının sorumsuzluğunu o taşır. Kıymetlim de Dildar'ıma kol kanat gerer ama bu çocuklar babası varken bile yetim gibiler. Bir tehlike hissederim sürekli üstlerinde. Babamın savunmasızlığını görürüm. Kendi çaresizliğimi görürüm."

Eskiden bahtı benzemesin diye dua ettiği o kız çocuğu şu an onunla aynı sıkıntıları yaşıyordu. Bu da Arjin'i içten içe kahrediyordu.

Aslında bütün derdi de kendi kaderini bu kızın yaşamasını istemediğindendi.

"Güzelin bahtına nazar değen çok olur. Güzel, kıymet verenle Peygamberin sünneti niyetiyle evlenince kem gözden de şerden de korunur. Bunu isterim ben! Ahir ömrümde mürüvvetinizi görmektir niyetim."

Uysal bir şekilde isteklerini sıralayıp dil dökerken Ezra'dan tepki alamamak canını sıkıyordu Arjin'in. Rahmetli eşi de böyleydi. Çok konuşmaz, çok anlatmazdı içindekileri. Arjin o gençlik ateşiyle bazen içini deşip de bakmak isteyecek kadar delirirdi.

Çok severdi Rohat. Öyle bir bakardı ki Arjin'e bin kelimeden bile kıymetliydi o bakışlar ama yine de Arjin o sözleri de söke söke alırdı sevdiği adamdan.

Yaşlanmıştı, şimdi torunu bir tek onu böyle hissettiriyordu. Demir bile eriyince boyun bükerdi ama bu çocuk o istemediği sürece ne konuşuyor ne de istediğini yapıp ona boyun eğiyordu.

Sürekli zıtlaştığı Bedran bile aslında Ezra'dan daha çok sözünü dinlerdi ama Ezra ona uymasa bile Arjin'in bütün sözlerini sanki yapacakmış gibi dinler ve sonra yine bildiğini okurdu.

"Bir şey söyle!" dedi dayanamayıp. "Kıymet verip istişare ederim seninle. Bana bir tepki ver ki niyetini bileyim, ona göre hareket edeyim."

Ezra baktı ona. Hayal kırıklığı baskındı elbet ama öyle bir baktı ki Arjin'in bütün sakladıkları görünür gibi oldu sanki. Arjin tekrar telaşlandı içten içe ama sakladı da bu hissini çünkü planladığı yolda bu ikisini de korumak tek gayesiydi fakat sır insanı boğardı.

Canı yandı bu bakışlarla yaşlı kadının.

Ezra bu bakışlarına ek olarak birde, "Ben onu son nefesime kadar korurum da benim gözümden bile sakındığıma kim kıydı da sen böyle korkarsın Yadê?" dediğinde sanki katmerlendi acısı.

Oysa açık açık sormuştu genç adam gerçekleri. Arjin'i tam da korktuğundan vurmuştu. Damarına basılan yaşlı kadın için pes etmek hak olsaydı tam bu anda pes ederdi çünkü bilmeden yarasına dokunmuştu genç adam.

Ama ona hak olan tek şey Firuze'nin korunmasıydı. Bu yüzden kendi acısına sözlerini kattı da aynı şekilde vurdu genç adamı.

"Sen böyle mi koruyorsun onu?" dedi başıyla önünde yatan genç kadını işaret ederek. "Ne mahremin ne de cümle aleme ilan ettiğin sevdiğin! Ne hükümle koynuna alırsın? Beni suçladığın korkaklığı sen yaşar gibisin. Sanıyor musun ben buna izin veririm!"

Vermezdi elbette ama bu denli ağır da konuşmazdı. Sadece ikna etmeyi umuyordu onu ama Ezra sorularının cevabını istiyordu yalnızca. O soruların zamanı vardı ama Arjin'in zamanı yoktu.

Yön vermesi gereken yalnızca tek bir doğru yol vardı.

Arjin' e tak etti artık Ezra'nın bu sessizliği. İstediği cevapları vermediği sürece Ezra'nın ona bu şekilde baskı yapacağını anlayınca taktik değiştirdi.

Öfkesini serbest bıraktı, diline zehir kattı.

"Sanırım sözümün sendeki kıymeti etle tırnağın ayrımı kadardır."deyince Ezra sabır ister gibi gözlerini yumdu.

Açtığında gökten gözlerinde yanıyordu buzun ateşi.

"Vurma beni damarımdan!" dedi ağır ağır. "Yapma bunu!" dedi ama Arjin yeni başlıyordu. "Bendeki yerini elbet bilirsin. Bu yüzdendir bir kere bile seni ezip geçmedim ama benden sakladıkların var Yadê Arjin." Arjin ağzını açacakken susturdu onu Ezra.

"Bilirim var!" Derin derin baktı babaannesinin yüzüne. Arjin ilk defa sustu. Arjin ilk defa inkâr etmedi torununu ezip geçtiğini. O da bilerek karşısındaki genç adama acı çektirdiği için içten içe lanet etti kendine ama diline koyduğu zehir bir kere çıkmıştı dışarı.

Sahibini bulacak ve istediğine kavuşacaktı.

"Vardır bildiğim elbet, vardır da sen koymuşsun beni ihanetin tarafına. Bu yüzden anlamazsın da derdimi."

Sözlerinin kor öfkesiyle baktı Ezra'ya.

"Sen sevdalısın diye sana geldim ama sevdan koruyamayacaksa bu kızı bilesin ki Dildar'la birlikte alır götürürüm onu buradan." Bir eliyle kediyi okşarken bakışlarının ezici gücü sözlerinin ağırlığını perçinledi. "Dilim yanmıştır yeminlerimden ama bu sefer andım olsun ki yüzünü bir kerecik bile görmek için değil gururunu ezip geçmek, ayaklarıma kapanırsın da sana sadece saadet kurduğu yuvasından resimleri gösteririm."

En ağır laflarla ateş hattına döndürdü ortalığı Arjin.

Bastonu bir kere vurdu yere. "Evleneceksin Firuze'yle!" dedi eğer evlenmezse olacaklarla onu tehdit edercesine.

"Evlenmezsen Allah bir ömür boyu haram kılsın bu kızı sana!"

Ezra'nın yüzü gazap dolarken Arjin torununun nefretini kazanacağını bile bile yıllar sonra beddua edercesine konuştu.

"Evleneceksin!" dedi son çarenin bu olduğunu bilerek.

"Evlenmezsen sevdanın da iki yakası bir araya gelmesin!" dedi. Bir hükmü mühürler gibi, "Gelmesin!" dedi. Bir acıyı perçinler gibi tekrar. "Gelmesin!" dedi. Üç kere vurdu yere bastonu.

Her bir vuruş aralarındaki o derin bağa bir darbeydi. Bir torununu korumak uğruna diğerini ezip geçiyordu Arjin.

Ezra, hayatında ilk defa kontrolünü son zerresine kadar yitirmişti. Bağıracağını bilerek ağzını açtığı anda sanki tam zamanını bekliyormuş gibi dizinin dibindeki Firuze'nin başı birden havaya kalktı.

"Yadê!" dedi ama Arjin bakmadı ona. "Sözüm mühürdür ezip geçersen de bu dünyada da öbür dünyada da elim yakandadır bilesin."

Sonra Firuze'ye çevirdi bakışlarını. "Madem uyandın sen de in aşağıya!" dedi. Firuze daha sedirde Ezra ile birlikte uyuduklarının ve Arjin'e yakalandıklarını idrak edememişken yaylım ateşine tutulmuş gibi hissetti.

Yakalanmışlardı, bunun dehşetine düşmek bir yanaydı ama Ezra'ya bakınca onun öfkeli bakışlarını görmek kanının çekilmesine sebep oldu.

Aynı bakışların yansıması Arjin 'deydi. Şeytan mı işemişti kulağına da ne olmuşsa duymamıştı. Nasıl bu kadar derin uyuyabilirdi?

Nasıl o uyurken sanki büyük bir şey olmuş gibi Arjin ve Ezra bu denli birbirine düşmanca bakabilirdi?

"Ne oldu Yadê? Ne konuşuyordunuz?" Eliyle yataktan destek alıp yavaşça oturdu. Hali tedirgindi, Ezra'ya bir daha bakmak istemiyordu çünkü tanımış olduğu sevdiği adam gibi gözükmüyordu.

Bir şeyler mi öğrendi korkusu boğazına öyle bir oturdu ki kusacakmış gibi hissetti kendisini. Aniden uyandırılmanın vermiş olduğu o korkuyla diğer elini kalbine bastırdı.

Tam bu sırada üstündeki kıyafetteki yırtık ve bileğindeki minik sargı gözüne ilişti Arjin'in.

Sanki öfkesinin sebebini bulmuş gibi, "Bu ne haldir?" diyerek Firuze'nin yaralarını gösterdi. "Biri mi saldırdı sana. Ne oldu?"

O öfkeli bakışları sanki bunun sebebi Ezra'ymış gibi torununa çevrildi. Ezra'ya hakaret etseydi bu kadar koymazdı ama onu suçluyormuş gibi hali Ezra'nın kendisini ırz düşmanı gibi hissetmesine sebep oldu.

Firuze de bu suçlar gibi tavrı fark edince korkarak Ezra'ya baktı ama Ezra kilitlenmiş halde babaannesine bakıyordu.

Cevap yoktu. Kendini savunmak için hiçbir ifade yoktu. Sanki ağzını açsa kan kusacakmış da zor tutuyormuş gibi hali Firuze'yi daha da korkuttu.

Bu yüzden korkusunu bastırıp Arjin'e çevirdi tekrar bakışlarını. Başıyla Arjin'in kucağındaki kediyi gösterdi.

"Sebebi şu mikrop Pakize!" dedi, dün ki öfkesi tekrar ortaya çıktı. "Okşayıp seversin ama canımı yakan da odur, Meymê! Ona göre seveceksen sev!" dedi. Bakışları düşmancaydı kediye karşı.

Arjin sanki asla bunu yapabileceğine inanamıyormuş gibi kediye baktı. "Pakize?" dedi. Bakışlarını tekrar Firuze' ye çevirdi. Hala inanamıyormuş gibi gözüküyordu. "Bir fare bile yakalayamayan Pakize?"

Arjin'in bu tavrı Firuze'yi daha da kızdırdı. Şimdi daha da kinlenmişti kediye. "Koca yakalamaktan fareye fırsat bulamamıştır." dedi. Kedi düşmanca bakışları hissetmiş gibi Firuze'ye çevirdi bakışlarını. Dişlerini bir tehdit olarak gösterircesine esnedi.

Sonra ise nispet yapar gibi karnını açtı Arjin'e. Firuze'nin onun dilinde tıslaması an meselesiydi ama Ezra ve Arjin arasında elle tutulacak kadar büyük olan gerginlikle tuttu dilini. "Ezra yaptı pansumanımı." dedi.

"Sende kedi gibi yanına kıvrılıverdin." dedi Arjin bilmiş bir ifadeyle. Haklıydı da ama bu tavrı hiçte ona ait değildi.

Sanki hayal kırıklığına uğratılmış gibi bir suçlayışı vardı.

"Bizi buraya yollayan sen bunu da mı düşündün?" diye sordu bu yüzden Firuze. O da aynı şeyleri düşünmüş, bir tuzağa düştüğünü anlamıştı.

Arjin bu suçlamaya karşılık vermedi. "İn aşağıya imdelleliti!" dedi itiraz istemeyen bir ifadeyle. Belli ki tamamlanmamış bir konuşmaları vardı ama Firuze bu konuşmanın konularından biri hatta ana konusu olduğunu anlayabilecek kadar akıllı bir kadındı.

"Ne söyleyeceksen bana da söyle, meymê!" dedi. "Birbirinize kızmışsınız, belli. Burada uyuduk diyeyse bu tavrın benimde söyleyecek bir çift sözüm olur elbet."

Sanki faturayı Ezra'ya kesecekmiş gibi gözüküyordu Arjin ve Firuze asla buna izin vermezdi ama onun düşündüğü çok küçük bir ihtimaldi.

Arjin geçmişin faturasını da Ezra'ya kesiyor ve günahlarının yükü niyetine Firuze'yi taşımasını istiyordu. Ezra değil yük, lütuf gibi bağrına basardı sevdiği kadını ama Arjin'in yöntemi acımasızdı.

Bütün acımasızlığını Ezra'ya yapmıştı.

Arjin, "Sakla sözlerini, in aşağıya! Ahiretliğim uyanmış, bir kontrol et var mıdır ihtiyaçları!" dedi yine emrivaki bir tavırla. Sonra dik dik baktı Firuze'ye. Firuze de aynı şekilde karşılık verdi Arjin'e ama bu topraklarda hala büyüklerin sözü hüküm gibiydi bu yüzden şimdilik yenen Arjin oldu.

Firuze bir hışımla ayağa kalktı ve sanki karşı gelemediği emre vururcasına eteklerini düzeltti. Ezra'ya baktığında hala oturduğunu fark etti ama üstlerine örttükleri ince pike elinde yumruk olmuştu.

Korku geçti güzel gözlerinden. Ezra başını ona doğru çevirdiğinde bakışlarının yumuşamadığını görmek dün gecenin hatıralarıyla doldurdu zihnini. Ezra'nın ona kızışı, babasını öldürme isteği hepsi bir bir vurdu Firuze'yi.

Gururu ezmeseydi hissettiklerini, gözleri dolardı bu bakışla ama sıktı dişlerini ve döndü Arjin'e.

"Meymê!" dedi uyarır gibi. Ezra'ya kızmasın istiyordu. Koskoca insanlardı artık ve hiçbir şey de olmamıştı. Ezra bu ailede çocuk gibi azarlanacak en son insan bile değildi ama Arjin oldukça kararlı gözüküyordu.

"La tefal! la ukarir kelami! (Yapma! Sözü tekrarlatma!)" dedi Arjin. Çok sinirlendiğinde Arapça konuşmaya başlardı ki bu bile torunları için büyük bir uyarıydı. Bugün bütün acımasız yönüyle sevdiklerini kırıp döküyordu Arjin. Firuze'nin ellerinin yumruk oluşunu, hırslı adımlarla önünden geçip aşağı inişini izledi ama Arjin torununu kendi ciğerinden daha iyi tanıyordu.

Firuze merdivenlerin aşağısında durduğunda ardından seslendi. "Sakın durup da dinleyeyim deme imdelleliti!" dedi. "Sonra emin ol bildiklerini başına bela ederim."

Bu ağır bir tehditti ve Firuze'yi öfkesine ve o dik başlılığına rağmen korkuttu. İsyan etmek fıtratında vardı, karşı gelip yine de dinlemek istiyordu ama tehdidin bir manası da vardı. Arjin asla boşa laf etmezdi çünkü.

Bildiklerini başına bela ederim demek onun nezdinde duyduklarından sorumlu olduğunun göstergesiydi.

"Sonra kaldıramadığında dizlerimde ağlamaya gelme!" Firuze'nin boğazına bir düğüm oturdu. Ne ima ediyordu Arjin? Ne ima ediyordu da bu kadar ağır konuşuyordu?

Firuze yukarı doğru bir adım attı. Korkusuzca yüzleşmek içindi bu adım ama sonra durdu. Arjin'in zinciriydi bu. Ezra yanındaydı. Nasıl Ezra'yı onunla vurduysa aynı şekilde Firuze'yi de Ezra ile vuruyordu.

Ya yüzleşemeyeceği bir şeyi yüzüne vurursa? O zaman Ezra'nın yanında en savunmasız haliyle kalırdı. Firuze, bileğindeki prangaların gerildiğini hisseder gibi oldu.

Arjin ne biliyordu? Sahra'nın dediği gibi bir şeyler biliyor da susuyor muydu?

Prangalar çekişti onu geriye doğru. Korku ezdi içini. Onun gibi korkusuzluğa ant içmiş bir kadın için bu halde olmak çok ağırdı ama bir tek sevmek onu aciz bırakıyordu.

O acziyetin içini ezişiyle birlikte dün gece sevdiği adamla birlikte uyuduğuna dair bir tutam bile mutluluk hissedemeden ayrıldı oradan.

Arjin'in bakışları sanki Firuze'nin gittiğini hissetmiş gibi merdivenlerin oradan çekildi ve Ezra'nın sedirden kalkışını izledi.

Biraz önce ezip geçtiği genç adama sırtı ona dönükken acı çekerek baktı. "Firuze sana..." dedi Ezra yine konuşmayınca, "kendi rızasıyla gelseydi kabul eder miydin?"

Ezra eline aldığı çakmağı yaktı ama bu sorudan sonra söndü ve ona baktı. "Yadê!" dedi sert bir sesle.

Gök gürlese ardından bağırışı bu denli etki etmezdi çünkü Ezra kolay kolay böyle bir öfkeli hale bürünmezdi ama çıldırmış gibi gözüküyordu ve bu hali Arjin'i fazla ileri gitmiş olduğu gerçeğiyle birlikte korkuttu.

"Hatana günah keçisi buldun, boynuma geçirdin ilmeği!" dedi Ezra. Burnundan soluyordu artık. Yüzü öfkeyle kararmıştı. "Yıllarca pişmanlığını çektiğin bedduayı yine bir Saruhan'ın üstüne yük gibi bindirdin. Daha sen hatalarından ders almamışken Firuze'yi yola getirmeye çalışacakmış gibi konuşma karşımda."

Kızgınlıkla, hayal kırıklığıyla ama en çok da şifa vermeden habire üstüne bindirdikleri yüke kızıyordu Ezra.

Arjin'in yüzünde pişmanlık belirmese de torunun haklı olması dağladı ciğerini. Kalbine gerçek bir hançer saplanır gibi oldu, morardı dudaklarının kenarları.

"Kabul eder miydin? Kabul edip de o zamana kadar uzak durur muydun?" diye sordu Arjin yine de zorlukla. "Sözüme sadık kalır da uzak durur muydun?"

Ezra hırsla ona doğru ilerledi. Tam karşısında durdu Arjin'in. "Bana yap, bana!" dedi bağırarak. Arjin put kesildi karşısında. "Tehdidini de meydan okumanı da bana yap!"

Zaten döküntüleri kalmıştı artık harabesinin Ezra'nın. "O kız dün ağladı kollarımda. Sanki yıllardır ağlamamış gibi korkarak baktı bana. Babasını öldürmek istediğini söyledi!"

Arjin'in kanı çekildi bu sözlerle. "Susturulmuş, belli bir şeylere susmuş. Hatalar da yapmış ama ne uğruna?"

Ezra sesini zor zapt ediyordu artık. Gözleri uykusuzluk ve öfkeden kan çanağına dönmüştü. "Siz mi susturdunuz da bu kız bu halde? Sorarım, sorarım bir cevap da alamam." Gözü dönmüştü artık Ezra'nın.

"Sonra cevabı kendim bulduğumda neden böyle yaptın neden yakıp yıktın Ezra demeyin bana. Sebebi siz olacaksınız, sebebi sen olacaksın Yadê Arjin!" dedi. Onu işaret etti suçlayarak.

"Sen, sen!" dedi geçmişteki yarasına tuz basarak. "Suçlu veya suçsuz onun hükmünü ben bilirim ama acı çekmesine rağmen onu da ben gibi sıkıştırırsan benim de yeminim olsun sana korktuğun her şeyi yaşatırım sana." Babaannesinin üstüne doğru eğildi.

"Sevdiğin adamı bedduanla toprağa verdin, benim cesedimi de kahrolarak verirsin o kara toprağa!" Arjin 'in gözleri yaşla doldu. Sonunda taşırmıştı o sabır taşını ve Ezra'nın acısıyla yüz yüze kalmıştı Arjin.

"Üzeyir..." dedi ama Ezra normalde yapmayacağı bir saygısızlıkla kesti sözünü Arjin'in.

"Yeter Yadê!" dedi. "Bana bahane uydurmaya devam edeceksen benim sabrım kalmadı artık. Daha da konuşursam dağlar dövünür, sen ağıt yakarsın! Sana karşı hürmetimi yıkıp geçtirme bana. Sen ezip geçtin bana da yaptırma."

Ölümle onu tehdit edişini Arjin'in en büyük zaafıyla vurulmasıydı. Arjin daha fazla yüklenmemek için sustu. Ezra daha fazla kırılmamak, kırıldıkça kırmamak için çekip gitti.

Geriye yaşlı kadını geçmişin kahrı, geleceğe dair son ümidiyle bıraktı.

Arjin'i yıllar taş gibi bir iradeyle ödüllendirmişti ama kalbi yaşlıydı artık. Torunu gittikten sonra bakışları hüzün doldu, göz yaşları kırgınlıkla döküldü yüzünden. Ezra canını yaktığı için değil, onun canını yakmak zorunda kalışına göz yaşı döktü ama bu seçtiği yoldan vazgeçmesine sebep olmadı.

Arjin, kurdu sıkıştırmıştı köşeye. Elbette ısırılacağını biliyordu ama şimdi sıra eşindeydi. Eşini de yanına koyunca ona zarar veremeyeceğini biliyordu.

Tıpkı yaklaşan fırtınada bir arada olurlarsa acıtsalar da canlarını ayrılmayacaklarını bildiği gibi çünkü o da yapamamıştı.

Sevdiği adamla büyük bir fırtınaya tutulmuş ama yine de ondan asla ayrılamamıştı çünkü sevda kördüğümdü.

Allah katında mühür vurulunca bu kördüğüme istese de kopmazdı bu kördüğüm.

Kendisinden biliyordu.

𓇚ꕥ𓇚

Firuze aşağıya indiğinden beridir kendini kuyruğunu sıkıştırıp köşeye sinmiş gibi hissediyordu. Cesaret edip de Arjin 'in tehditlerini aşamaması ağrına gitmişti ama daha beteri Arjin'in Ezra'ya kızdığını bile bile onun yanında olamamak taş gibi oturmuştu içine.

İşin aksi tarafı bugün düğün merasiminin ikinci günü olduğu için çiftlik tıklım tıkıştı ve kahvaltı sürecinde bile nefes alacak vakit bulamamıştı. Evden zorla birine ulaşıp getirttiği koyu mor renkteki uzun kollu, kare renkteki elbisesiyle minik yaraları gizlemişti ama duş almaya fırsat bile bulamamıştı.

Hoş zaten tenine işlemiş Ezra'nın kokusu varken de böyle bir lüksü olsa da duş almayabilirdi.

Sarhoş gibiydi bugün. Aklı zaten dün gece yüzünden tam yerinde değildi ama en çok sürekli bir telaş ve panik halindeydi.

Dışarıya gülümsüyor, her zamanki neşeli Firuze gibi davranıyordu ama içini bir o bir de Allah biliyordu. Dün Ezra'nın yüzüne baka baka babasını öldürmek istediğini söylediği anlar hayal meyal gözünün önündeydi ama Ezra'nın onu suçlayışı tüm detaylarıyla aklındaydı.

Ve zihni düşmanı gibi ona sürekli o anlarda sorduğu soruları tekrarlıyordu. Firuze, Ezra'yı göremedikçe bu soruların tuzağına gittikçe daha fazla düşüyordu.

Kızıyordu aslında kendisine çünkü ne yaptıklarının ardında durarak onun karşısına çıkma cesareti vardı ne de dün ki tehdit ettiği gibi gidebilecek yürekliliğe sahipti.

Karşısındaki adamı köşeye sıkıştırdığı gibi kendisi de aynı şekilde sıkışmıştı. Şu an istediği yalnızca sakince düşünebileceği ve Ezra'dan uzak durup bir karar verebileceği bir gündü ama ona da fırsat yoktu.

Burun burunalardı. Kalabalığın içine hapsedilmiş durumdaydı.

Kahvaltı faslında Arjin çiftlikte misafirlerle birlikte kaldı. Firuze onun aşağıya indiğinde suratındaki sert ifadeyi gördüğünde büyük bir kavga ettiklerini anladı.

Arjin'e gidip soramayacağını biliyordu ama Ezra'yı göremeyince bunu bile yapabilecek hale geldi. Evde erkek tarafının başında abisi duruyordu ve ona Ezra'yı sorduğunda Ezra'nın önemli bir işi olduğu cevabını almıştı.

Abisi de bir tuhaftı zaten. Şu iki gündür o da tutuktu. Onunla konuşurken sürekli sanki her cümlesinden bir şey çıkarmaya çalışır gibi bir hali vardı. Firuze bir kez daha babasının sarhoş olduğu kına gecesinde ağzından bir şeyler kaçırdığı ihtimaline takılı kalıyordu.

Şüphe yiyip bitiriyordu içini.

Ezra da bu kadar kalabalık bir merasimde kolay kolay ortadan kaybolmazdı ama hislerini belli edeceği anlarda da ortada bulunmazdı.

Bu da öfkesini örtbas edemeyeceği kadar kızdırıldığını gösteriyordu. Firuze bir ara lüks arabaların dizildiği çiftliğin giriş yoluna baktı ve Ezra'nın arabasını görünce hala gitmediğini fark etti.

Bu da hala çiftlikte olduğunu gösteriyordu. Geriye buradaki çalışma odasında olma ihtimali kalıyordu. Normalde kaşınmamalı, ardını aramamalıydı ama kahvaltılıkların olduğu küçük bir tepsiyle çalışma odasının önünde durup şifreli kapıya bakarken tam olarak canını acıtmak istercesine kapının önünde volta atıyordu.

"Git Firuze!" diye mırıldandı kendi kendine. "Adama daha ne kadar eziyet edeceksin?"

Bir yandan vicdan azabı onu yer bitirirken diğer yandan da yapamayacak olsa da telafi etmek istiyordu. Bu çok aciz ve çaresiz bir histi ve Firuze gibi güçlü hissetmeyi seven bir kadın için safi bir eziyetti.

Sırtını yaslayacağı bir gücü ararcasına omuzları çöker gibi oldu ama anında dikleştirdi kendisini. Bu böyle bir yere varmayacaktı. Kalbi onu ne kadar zorlasa da bu sefer uzak durması gerekiyordu.

Ezra ondan yaptığı iyiliklerin karşılığını değil, gerçekleri istiyordu ama Firuze'nin onun söyleyebileceği gerçek yoktu.

En azından işlediği cinayet ortaya çıkana kadar.

O zaman Ezra'nın şüpheli bakışları ilk onu bulacak ve Firuze zaten zorla da olsa gerçeklerle yüzleşecekti. Tam geri dönmek için adım atmıştı ki Ezra'nın kapısı açıldı ve Firuze refleksle başını çevirip ona baktı. Elinde tepsiyle öylece kalakalmıştı.

Yakalanmıştı.

Yakalanmayı geçmiş far görmüş tavşan gibi donakalmıştı çünkü Ezra altında yalnızca belini saran bir havluyla yarım bir şekilde açtığı kapıyı tutmuş ona bakıyordu.

Bir gün içerisinde onu yarı çıplak görmek için hangi sevabı işlediğini bilmiyordu ama tutulup kalmıştı.

Onun tanıdığı Ezra bu konularda oldukça muhafazakardı. Instagram'da hatırı sayılır büyüklükte bir takipçi kitlesi olsa da paylaştığı fotoğraflar resmi davetler ve Güher'in lansmanlarına özel çekimlerden ibaretti. Onun bir kere bile yarı çıplak fotoğrafı çekindiğini görmemişti ki Firuze ne yazık ki bir dönem sevdiği adamı magazinlerden takip etmek zorunda kaldığı için bunu gayet iyi biliyordu.

Zaman onu değiştirdiği gibi Ezra'yı da değiştirmiş olmalıydı çünkü gördüğü saf bir gerçeklikti. Ezra yine karşısına yarı çıplak bir şekilde çıkmıştı ve bundan gocunur bir hali yoktu.

Firuze'nin de bu fırsatı kaçıracak hali yoktu.

Güzel gözlerinin izi sevdiği adamın bedeninde yavaşça aşağı doğru indi.

Ezra'nın yüzünü es geçip geniş omuzlarında, belirgin köprücük kemiklerinde, hafif tüylerle kaplı geniş göğsünde, su damlacıklarının yavaşça akıp aşağı indiği belirgin karın kaslarında dolaştırdı gözlerini ve su damlaları gibi kendisinin de buharlaştığını hissettiği v çizgisinde sonlandırdı seyirlik zevkini.

Tam bu anda içinin gitmesi mübah sayılmalıydı çünkü Ezra küçüklüğünden beri manevi olarak sığındığı bir liman, güçlü bir sığınak gibiydi ama şimdi kıyafetlerin ardındaki bedeniyle bu tamamen fizikselleşmişti.

Güçlüydü, ağzının suyunu akıtacak kadar dünyeviydi bu güç. Fiziği, saatlerce yapılan spor haricinde genlerinden aldığı hükmeden cüsseyle birlikte bambaşka bir seviyeye ulaşmıştı. Firuze'nin hasret kaldığı korunma isteğine dair iç güdüleriyle birlikte bilmediği ilkel kadınsal istekleri de uyandı.

Dünya ne kadar medeniyetin beşiğiyle taçlanmış olursa olsun bazı şeyler hala ilkeldi. Bir kadını özenle korunup kollanacağını hissettiği bir erkek kadar tahrik eden başka hiçbir unsur yoktu.

Firuze de tam olarak bunu hissetti. Elindeki tepsiyi bırakıp güçlü kolları arasında hapsolmayı diledi ama yine de daha fazla aşağıya bakmaya cesaret etmedi.

Derin bir şekilde belirgin olan Adonis kaslarının çizgisi ve kasıklarına doğru giden eliyle takip etmek istediği kabarık iki damarın çizgisi, beyaz havlunun altında usulca kayboluyordu.

Dokunma isteğiyle birlikte elindeki metalden olan tepsinin soğuk kenarlarını sıkı sıkıya kavradı.

Kendini kaybetmenin sınırındaydı.

Ta ki Ezra'nın emrini duyana kadar. Ezra'nın ona seslenmesiyle bir rüyadan uyanır kendine geldi. "İçeri gel!" diyen adamın sesindeki sert tını onu sarstı ve Ezra'nın yüzüne baktı.

Sanki banyodan çıktıktan sonra doğru düzgün kurulanmaya bile fırsat bulamadan kapıyı açmıştı çünkü yüzünden de hala su damlaları akıyordu.

Islak siyah saçları darmadağınıktı. Gür kirpikleri de bu ıslaklıktan nasibini almıştı ama ne kadar haşin bir yakışıklılığa sahip olsa da bir şeyler eksikti.

Soğuktu, hissizdi. Buz mavisi gözlerindeki hissizlik Firuze'yi sarsarak tamamen kendisine getirdi.

Firuze onu birazcık tanıyorsa Ezra hala sinirliydi. Hem de yüz üzerinden bir puanlama yazsa koyduğu sınırı ezip geçecek kadar sinirliydi aslında ama saklıyordu.

O sakladığı yerde biriktiriyordu hezimetlerini.

"Senin odaların özel bir yalıtımla kaplı değil mi?" diye sordu Firuze. Sesinin boğuk tınısını fark edince çaktırmadan boğazını temizledi. "Geldiğimi nasıl anladın?"

Ezra onun içeri girmesini bekler gibi geri çekildi. Bakışları delip geçiyordu sanki Firuze'yi.

"Odanın kapısında kamera var." Bu bilgi Firuze'nin hem korkmasına hem de temkinli bir şekilde gözlerini kapının etrafında dolaştırmasına sebep oldu.

Bir kere daha aptal gibi hissettiği bir anı yaşıyordu çünkü Ezra'nın aldığı üst düzey güvenlik önlemlerini es geçip resmen adamın odasının etrafında usb bellek aramaya kalkmıştı.

"Anladım." dedi Firuze. Aslında tepsiyi eline tutuşturup kaçmak en mantıklı yoldu ama Ezra bir adım daha geri çekilip emrini tekrarladı.

"İçeri gir Firuze!" dedi. "Seninle bir konu hakkında konuşacağım."

Bu emirler onu kışkırtıyordu ama kışkırttığı kadar da tuhaf bir şekilde itaat etme isteğiyle dolduruyordu onu. Sanki boyun eğse büyük bir ödül alacakmış gibi, sanki itaat etse büyük bir ödülle lütuflandırılacakmış gibi bir histi bu.

Üstelik konuşacakları her ne ise elbette merakını cezbetmişti.

Fareli köyün kavalcısı onu tuzağa düşürüyordu.

Firuze bu yüzden gurursuz gibi davrandığını düşünerek kendine öfkelendi öfkelenmesine de Ezra arkasını dönünce geniş omuzlarını, aşağı doğru incelen belini ve sırt kaslarının adım attıkça hareket edişini izlemekten de kendini alamadı. Hatta utanarak itiraf etmesi gerekirse havlunun altındaki şekilli kalçalarını da süzme merasiminden geçirmeyi ihmal etmemişti.

"Aptal Firuze!" dedi kendi kendine fısıldayarak. "Aptal, aptal!"

Ne zaman arkasını dönüp gidecek cesareti kendinde bulacaktı? Kendine çektirdiği işkence ile yıllardır gönlünün hakkına giriyordu.

Yazıktı, belki de bin bir günahtı ama vazgeçemiyordu bu cendereden. En büyük işkenceyi de içeri girdiğinde yüzüne o gönül çelen gülümsemesini yerleştirerek kendine yapıyordu.

Bazı şeyler yalnızca rolden ibaretti. "Kahvaltıya inmedin." dedi ama bir cevap alamadı.

Kapıyı ardından kapatarak kendi kapanının ipini kendi çekti.

Sanki Ezra ortamda en dikkat çekici unsur değilmiş gibi konaktaki çalışma odasından farklarını görmek için buradaki çalışma odasını inceledi.

Buradaki çalışma odası da aynı konaktaki gibi kiremit renginde döşenmişti ve çalışma masası, tasarımların çizildiği bilgisayarların olduğu büyük led ekranlar, taşların saklandığı minik kasalarla dolu bir dolap ve mücevherde kullanılan özel alaşımların yapıldığı ara duvarla ayrılmış minik atölyeyle neredeyse aynıydı. Tek farkı bu oda Ezra'nın kişisel odasıyla da bitişik olmasıydı. Firuze, duvarla ayrılan o ara bölgeden siyah rengi örtüyle kaplanmış yatağı ve önündeki açık olan büyük boy televizyonu görebiliyordu.

Başını yana doğru eğdiğinde ekranın, odanın kapısı da dahil olmak üzere çiftlikteki dış kameraların çektiklerini de gösterdiklerini fark etti.

Bu görüntü, onun bugün aldığı üçüncü darbeydi.

Ezra izliyordu.

Her yerde, her şekilde onu takip ediyordu. Tıpkı İstanbul'da olduğu gibi ama bu sefer izleme görevini bizzat üstlenmiş gözüküyordu.

Tedbirini almıştı ve Firuze'nin istediği gibi onun yaşadıklarını öğrenmek için çalışmaya başlamıştı.

Daha önce yanıltıldığını fark etmiş olma ihtimali yüksekti ve bu ihtimal de Firuze'nin panik listesine eklendi ama yine de Firuze hislerini gömmek için bastırmaya devam etti.

"Ooo!" dedi kendi kendine konuşur gibi. "Ağam tedbiri elden bırakmıyormuş."

Bu şekilde dalgaya vurduğu gerçek hisleri onu yerin dibine gömüyordu ama Ezra'ya baktığında umurunda bile olmadığını fark etti. Onun yerine bir başka emir geldi.

Firuze'nin suratına bakmadan çalışma odasındaki arkasında kalan geniş koltukları işaret etti ve, "Elindekini bırak ve otur!" dedi.

Firuze bu tavra karşı bilenmemek için zor tuttu kendisini. Emire itaat etmek kanında yoktu ve bunu en çok Ezra biliyordu ama şu an sanki bile bile damarına basıyordu genç kadının.

Firuze, Ezra'nın sözünü dinlemeyerek yanına yaklaştı ama Ezra bambaşka bir şeye odaklanmış durumda olduğu için bu itaatsizliği fark etmedi ya da fark ettiyse bile buna dair bir tepki göstermedi.

İkinci olasılık Ezra'nın ona düşkünlüğüyle birlikte daha baskındı ama Firuze hala Ezra'nın ona karşı olan zafiyetinin sınırsızlığının tam olarak farkında değildi.

Bazı gerçekler yüze vurulmadan anlaşılmıyordu.

Ezra'nın bedeni masaya doğru eğilmiş, dirseklerini ahşap masaya yaslamıştı. Altındaki havlunun emanet bir şekilde belinde asılı duruyordu.

Firuze görmezden gelindiğini hissederek kızsa da bu yarı çıplak ve ıslak haline rağmen odaklanmış olmasının cazibesine bulanmıştı.

Bir şey vardı, bir amaç uğruna şu an onu sınıyordu belki de ama bundan öte şu an gergin vücudunu görebiliyor olmak aralarındaki ilişkinin çok uzun zaman sonra mahrem bir yöne doğru kaydığını gösteriyordu.

Sanki yalnızca onun görebileceği bir tarafına şahitlik ediyordu Firuze ve içinden bir ses Ezra'nın bu yönüyle birlikte kendini diz çökmüş halde bulacağını söylüyordu.

Düşünceler tehlikeliydi. Düşünceleri artık onu korkutuyordu.

Şimdi bile masaya eğildiği gibi aynı şekilde üstüne eğilseydi ve şu an odaklandığı her neyse onun yerinde Firuze olsaydı neler hissedeceğine dair ihtimaller güçlü bir elin teninde tahrik etmek istercesine dolaşışının etkisini bırakıyordu.

Bazı çekimlere direnmek faydasızdı. Yine de Firuze daha fazla duygularına boyun eğmeyi reddederek Ezra'ya doğru birkaç adım attı ve neyin onu bu kadar cezbettiğini öğrendi.

Ezra başını hafif yanına çevirerek onun geldiğini fark etti ama yine de Firuze'ye bakmayıp işine odaklandı.

Masanın üstünde Ezra'ya ait çizim halinde bir tasarım vardı. Büyük boy kâğıda çizilmiş olan kolyenin taşları detaylandırılmış ve her bir detay ustaca çizime aktarılmıştı. Firuze, Ezra'nın çizimlerini ilk defa görmüyordu ama her gördüğünde ilk defa görüyormuş gibi bir tepki veriyordu.

Bu tepki, sanatının muntazamlığı karşısında dehşet ve çizimlerinin ayrıntılarına karşı gösterdiği sabra karşılık büyük bir hayranlık arasında gidip geliyordu.

Şimdi de aynı hisler arasında bocalarken Ezra'nın çizimin üstüne denemek için taşlar yerleştirdiğini fark etti. Göğsünden damlayan sular bu sanat eserini bozuyordu ama farkında değil gibiydi.

Sanki bir şeyleri bitirebilme hırsındaydı.

Elindeki tepsiyi yavaşça masaya bıraktı ve Ezra'nın ortasında gül şeklinde bir motif olan kolye çiziminin büyük sarmaşıklar halinde ilerleyen ince zincirine denemek için minik taşlar yerleştirmesini izledi.

"Yetiştirmen gereken bir tasarım mı var?" dedi Firuze. Onun konsantrasyonunu bozmak istemese de bu odaklanmış ve kızgın halini anlamlandırmaya çalışıyordu ama yine istediği cevabı alamadı.

Bu sessizlik hayra alamet değildi.

Ezra'nın bir şey söylemesini hatta ona kızmasını bekledi ama bu da olmadı. Firuze'nin otur emrine karşı itaatsizliği şimdilik cevapsız kaldı.

Masanın üstündeki çeşitli mücevherler bir servet değerindeydi ama Ezra için taşlar yalnızca yapbozun parçası gibiydi. O şu an elindeki eser için taşları yalnızca bir araç olarak kullanıyordu.

Firuze bir süre sessizce yaprak şeklindeki zincire zümrütleri dizişini izledi ama sabır onun sahip olduğu bir erdem değildi. Bakışları tekrar büyük bir dikkatle işine odaklanmış olan Ezra'ya kaydı.

Kaşları çatık bir şekilde taşları dizmeye devam ediyordu. Yanında olduğunu fark ettiğine dair tek bir belirti bile yoktu. Yan profilinden gözlerinin sürekli hareket halinde olduğunu gür siyah kirpiklerinin oynayışından fark ediyordu Firuze.

Firuze'nin sabırsızlığı bir kere daha kelimelere döküldü. "Sanatına ne kadar hayranlık duyup izlemekten bıkmasam da beni yok sayacaksan neden çağırdığını öğrenebilir miyim?"

Ezra, elindeki minik cımbızla yeni taş alacakken duraksadı. Sanki sesini duyarak gerçekle yüzleşmek kalmış gibiydi.

Ve bundan hiç mi hiç hoşnut değildi çünkü Firuze'yi banyodan çıktıktan sonra dev ekranda gördüğünde düşünmeden hareket etmiş ve öfkesi geçmeden onu yanına çağırmıştı.

Telafi etmek için biraz sabretmesini istemişti ama Firuze'de sabır, Sahra çölündeki yeşillik araziydi.

Yani yoktu.

Ezra böyle planlamamıştı aslında. Firuze'yi kollarında tutup sabahlarken kafasında kurduğu yol bu değildi ama ne yazık ki hiçbir şey istediği yolda yürümüyordu.

Sabahleyin babaannesiyle ettiği şiddetli kavgadan sonra kendini sakinleştirmek onun için en büyük zorluk haline gelmişti fakat sakinleşmek için tutunduğu sebeplerin hepsi bir bir elinde kalıyordu.

Arjin onu fena halde sıkıştırmıştı. Bu diyarların en büyük acısı, uzun zaman önce Arjin'in ettiği bedduaydı ve inançlı olan veya olmayan herkes bu bedduanın tuttuğunun farkındaydı.

Ezra, bu beddua ile büyütülmüş olsa da korkan bir adam değildi ama onu Firuze ile vurması ve acımasızca konuşması, içinde uzun zamandır tuttuğu bütün acılara kezzap dökmüştü ve bu acı geçecek gibi de durmuyordu.

Ezra'yı tehdit etme şekli bütün kabuslarının bütünleşmiş hali gibiydi. Zamanında sustuklarını da yüzüne vurarak bir adamın gururunu ezebileceği en ağır şekilde yerin dibine girdirmişti ve Ezra'nın içindeki fırtına, gök kubbenin içine sığamayacak kadar taşıyordu artık.

Aklı selim olan bir parçası Arjin'in bir şeylerden korktuğu için onu bu şekilde sıkıştırdığını fark ediyordu ama diğer kısmı çoğunluktaydı ve o kısım çıldırmış gibi hissettiriyordu. Onu hak etmediği bu yüke bağlayan Arjin'e deli gibi kızıyordu.

Bir bedduayla birlikte söylemek istemiyordu sevdiği kadına bunca zamandır biriktirdiği sevdayı. O zaten Firuze'yi kendi yöntemiyle bir şekilde gönlüne bağlamak için çabalayacaktı.

Farkındaydı bir tehlikenin olduğunu ama şimdi sanki ihanet girmemiş gibi araya bir de üstüne bir başka lanetin yükü de binmişti.

Tam bu yüzden Ezra odasında sakinleşmeyi bir zorunluluk olarak görerek yarım bıraktığı bir çizimi sanki kağıdı dövercesine bir hırsla tamamlamıştı.

Aklını boşaltmanın en iyi yolu ayrıntılarda kaybolduğu işiydi ama çok sevdiği işi de bu hayatta tutkulu olduğu tek varlığa bağlı olduğu için çizim yapmak da onu sakinleştirmemişti.

Sabah aldığı duştan sonra tekrar banyoya girmişti. Bütün bu çabasına rağmen sakinleşemese de duşta düşündüğü tek şey üstü kapalı bir şekilde Firuze'yi bu konuda uyarması ve ağzını araması gerektiğiydi.

Arjin, tıpkı Ezra'ya yaptığı gibi Firuze'yi de sıkıştıracaktı.

Ezra ise ne kadar Firuze'nin ne yaptığını bilmese de dün Firuze'nin kaybolmuş halini gördükten sonra Firuze'nin bunu kaldırabileceğine inanmıyordu.

Kendi acısına rağmen sevdiği kadının yarasını düşünmekti sevda.

O da kanıyordu ama hala kafasında kurtarma planları dönüyordu.

Yine de...yine de Firuze'yi görmeye hazır olmadığını kapıyı açtığında fark etti çünkü ona baktığında Arjin'in onu mahrum edişini hatırlamıştı.

Sevdiği kadın daha ne kadar haram kılınacaktı ona? Yıllarca yas tutması yetmemiş miydi? Daha ne yapması gerekiyordu, daha ne kadar bedel ödemesi gerekiyordu Ezra'nın?

Bir de sustukları vardı. Arjin onu susmuş sevdasıyla vurduğunda da taş gibi oturmuştu bu suçlamalar içine.

Oysa bir sebebi vardı. Layık görmediği için, temiz bulmadığı için sustukları vardı ama bunu daha kendisine anlatamazken Arjin'in onu suçlaması ezip geçmişti yüreğini.

Kızgınlık, öfke ve hasret ama en çok yıllardır sabrettiği mahrumiyet koyuyordu artık Ezra'ya.

Çizim yaptığı kâğıda bakarken bunca yıldır hasretle yaptıklarını gördü ve bu his daha çok arttı. Firuze'nin sesiyle perçinlendi içindeki acı.

"Sana git otur dedim, değil mi?" dedi bu hoşnutsuzlukla. Bakışlarını Firuze'ye çevirdiğinde Firuze ilk defa Ezra'dan ürktü çünkü kontrolsüz olan öfkesini ilk defa bu kadar net görüyordu.

Arjin ile konuştukları Ezra'yı mahvetmişti. Firuze'ye bakarken de tam bu haldeydi aslında.

Genç kadının güzel gözleri tedirginlikle bakıyordu ona. Yine de o kadar güzeldi ki o güzelliği bile canını yakıyordu Ezra'nın.

Gönlü, kırma diyordu. Ezme, yoksa sende incinirsin.

Ama Ezra'nın darbe vurulacak yeri kalmamıştı artık.

"Dinlemeyeceğimi biliyordun." dedi Firuze. Ezra gülümsemek istedi, kızmak, bağırmak istedi ama en çok kollarında hapsedip neden diye sormak istedi.

Neden hep bile bile ateşe yürüyorsun?

Neden ateşe yürümek yerine bir kere olsun beni tercih etmiyorsun?

Bunları söylemek yerine Ezra'nın dudakları hafifçe gerildi ama bu bir gülümseme değildi. Aksine sadece susmayı son tercih edişinin bir yansımasıydı.

Başının dikine gidişine dahi ölüp biten bu adam, bugün sevdiği kadının aynı özelliklerinden dolayı tahammülsüzdü.

"Doğru," dedi Ezra. "Ne zaman söz dinledi ki şimdi söz dinlesin Firuze." Firuze bu andan sonra büyük çıkışlar bekledi ama Ezra tekrar eskize bakışlarını çevirdi.

Kavga yoktu ama aralarındaki gerilim hala yük doluydu.

Ezra bir eliyle masadan destek alıp olduğu yerde dikleşti. Firuze gergin olsa da bakışlarını o hareket edince gerilen kaslarına çevirmeden duramadı.

İç içini yiyip bitiriyordu genç kadının. Bugün sabah damda neler olmuştu da Ezra bu haldeydi? Ne olmuştu da dün ki şefkatinden sonra yine aynı yere hatta daha beter bir öfkeye kapılmıştı?

Uyuduğu uykuya sövecek hale gelmişti Firuze.

Oysa yıllardır uyuduğu en huzurlu uykuydu ama tadını çıkarmaya ve doyasıya düşünülmeye vakti bile olmamıştı. Bakışlarının kastı farklıyken hüzne dalıp gitti bu yüzden.

"Bunu niye yapıyorum biliyor musun?" dedi Ezra onun bakışlarını hissetmiş gibi. Firuze tekrar bakışlarını daldığı yerden ona doğru çevirdi.

"Oradan bakılınca derin düşünebilen ve olaylardan gizli anlamlar çıkartabilen biri gibi mi gözüküyorum?" dedi Firuze ters ters.

Korkuyordu aslında Ezra'nın bu halinden ama söyleyecek sözü az, kendini savunacağı gerçekler ise sırdı.

Bu yüzdendi bu tutukluk aralarındaki.

"Konuşacağız dediğin için girdim odana."

Ezra ona bakmadan bu sefer gülümsedi. "Yapma, iki gözüm." dedi acı acı. "Yalanın üstüne yalan ekleme." Taslak halindeki çizimin üstüne işaret parmağıyla iterek bir taşı daha yerine yerleştirdi. "Buraya sırf o başına sürekli bela açan merakından geldiğini ikimizde biliyoruz."

Elbette bu sebepti ama Firuze onu yalancılıkla itham ettiğine dair acısını bastırmak için, "O merakın sebebi konuşma talebin ve ikidir karşıma Meyme'nin deyimiyle cıbıl cıbıl çıktığın için olabilir mi?" diyerek olayı ciddiyetsizleştirdi.

Ezra tamamen ona döndü. Yüzündeki acı gülümseme Firuze'ye döndüğünde tamamen soldu. Yerini yoğun, Firuze'yi hareketsiz bırakan bir bakışa bıraktı.

Susturan bir bakıştı bu. Konuştuğunda da dilini felç edecekti.

"Aşkmış insanın kalbini kurutan, gülmüş insanı bu ölüm için kandıran." dedi Ezra. "Adını bu yüzden Aşeka koydum Firuze."

Sanki sensin bu dercesine bakıyordu genç kadına.

Aşk kelimesinin Arapça kökeni olan aşeka, bir tür sarmaşıktı. Sardığı tüm ağaç dallarını kurutana kadar bırakmazdı. Firuze de bu anlamı bilerek ilk yarasını aldı ama Ezra bugün o yara alsın diye konuşmuyordu.

Anlasın diye konuşuyordu.

"Sana bakınca artık sabrım kalmadığını fark ediyorum," diyerek konuşmaya başladı Ezra. "Eskisi gibi değilim, bir haftada tüm dengelerim sarsıldı."

Sebebini dile getiriyordu aynı zamanda.

Yorgun düşmüştü, yüreği dile kilit vuran bir yas tutmuştu. Firuze'ye doğru bir adım attı. "Meğerse ben hasretinden eskittiğim prangalarla yaşama tutunuyormuşum."

Firuze o yaklaştıkça kalbinin göğsünü sanki acil bir çağrıda bulunur gibi vurduğunu hissedebiliyordu.

"Meğer ben yokluğunda yalnızca günleri biriktirmiş ve hasretle beslemişim." Firuze, bu ardı ardına yapılmış itiraflarla birlikte put kesildi. Ezra tam karşısında durduğunda bakışlarını artık kurumuş olan göğsünden çekip hafif kirli sakalla kaplanmış çenesine oradan da gözlerine doğru zorlukla çıkardı.

Meydan okumak şu an zorunluktu ama aynı zamanda en büyük zorluktu Firuze için.

Oysa ikisinin de ihtiyaç duyduğu meydan okuma değil derin bir kabuldü.

"Şimdi mahrum bırakıldığımda fark ediyorum gerçekleri. İnsan en çok mahrum kaldığıyla yüz yüze kalınca anlıyormuş her şeyi."

Firuze tam olarak Ezra'nın neden bu şekilde konuştuğunu anlamıyordu ama bu itiraflar tam da istediği kalp kırıklığına sebebiyet verecekti.

Ezra'nın bakışları boş kalan gerdanına kaydığında bu korkusu ayyuka çıktı. Bu sefer hiç çekinmeden eliyle boynunu kavradığında Firuze geri çekilme isteğiyle doldu ama yapamadı.

"Burası boş kalmış, iki gözüm." dedi Ezra dalıp gidercesine bir bakışla. Sesindeki hırs Firuze'yi ürküttü ama Ezra konuşmayı bir türlü kesmiyordu. "Ben her Allah'ın günü dokunamadığım tenine yas tutarcasına bir tuvale çiziyorum sana dokunamayışımın resmini."

İtirafı can kırığıydı. Boynundaki parmaklarını hafifçe sıkarken aitlik istiyordu yalnızca. "Bana seni bağlar belki diye çizdiğim kolyelerin sayısını unuttum. Bak," diyerek eliyle yaptığı çizimi işaret etti. "Sarmaşık bile yaptım belki seni buraya, bana bağlar diye! Sen niye ben yerine sana dokunsun diye yaptığım kolyeleri takmaz oldun?"

Ezra'nın sesindeki hüsranı, acıyı duymak Firuze'nin gözlerini doldurdu. Yapılan itirafta bir hayal kırıklığı hatta bir isyan vardı ama aynı zamanda bitmek tükenmek bilmeyen bir sevdanın destansılığını da ifade ediyordu.

Firuze'nin bir yanı bu itirafla birlikte delicesine sevinirken diğer yanı da sanki karşısındaki adamla birlikte ölüyordu çünkü böyle olmamalıydı.

Böyle yarım kalmamalıydı her şey. Böylesine güzel bir seviş karşısında ezilmemeliydi. Aynı coşkunlukla sevip karşılığını vermeliydi hakkıyla ama yapamıyordu.

Özür dilemek için ağzını açtı ama Ezra en son özür dilediğinde nasıl kızdığını hatırladı. Konuşmak istedi ilk defa böyle her şey dökülecek kadar diline geldi.

Öyle bir andı ki bu geçmişin yüküyle birlikte böyle birden ters bastı bütün bedenini. Bu ihtimali hisseden zihni anında panik durumuna geçti.

Geçmişin, tutsak edilişinin, yerde sürünüşünün anıları canlandı önünde.

Konuşursan öldürürüm, Firuze seni. Önce kardeşini sonra seni." Sinsi bir gülümseme ve hesapçı bakışları hatırladı Firuze. "Ama sen zaten cesaret edemezsin çünkü ihanet ederek zaten onun gözünde öldürdün kendini."

İşte tam bu yüzden onu öldürmeden önce Ezra seni affetmez dediğinde hiç düşünmeden çekmişti tetiği çünkü bazı hataların telafisi yoktu ve Firuze tek değil, birkaç tane telafisi olmayan hatanın mahkumuydu.

Yorulmuştu da artık susmaktan. Söyleyemem diye bağırmak isteyip de bağıramamaktan.

Bu yüzden dilinden dökülen bir özür değil kendine dair layık gördüğü gerçeklerdi.

"Hak etmiyorum." diye fısıldadı. Bunca yıllık itirafa karşı bu reddediş kadar büyük bir hezimet yoktu aslında ama intikamını güçle almış ama iş sevdaya gelince güçsüz kalmıştı Firuze. "Buraya gelerek de yanlış yapıyorum. Ardında durabileceğim tek gerçek bu."

Ezra'nın alnı alnına dayandığında boğazındaki düğümde büyüdü Firuze'nin. Ağlamak çok kolay, güçlü olmak ise bir o kadar zordu.

Neden böyle olmak zorundaydı? Artık kestirip atması gerekmiyor muydu her şeyi? Ezra bu kadar yakınındayken sürekli reddeden taraf olmaktan çok yorulmuştu Firuze. O da sevdasını dile getirmek istiyordu.

Geçen sefer en azından dokunarak bunu yapmak istemişti ama Ezra'nın reddedişi hala acıtıyordu canını. Şimdi ise Ezra'nın bırakmasından korkuyordu.

Bu ne kadar büyük bir çelişkiydi ve elini kolunu bağlıyordu böyle.

Ezra, "Senin hak edişinle ilgilenmedi hiç yüreğim, iki gözüm." dediğinde Firuze farkında olmadan tuttuğu nefesini bıraktı. "Gözümü açtığımdan beri mahrum kalışlarıma sitem etti sadece."

Ezra beklediği gibi onu sözleriyle vurmadı. Firuze'nin boynunu okşadı usulca.

Bakışlarındaki sevda, gönlünün kırma diye uyardığı kadınaydı. Kendi yüreğini ezdi, yine de sevdiği kadını ezemedi.

Kızgınlığını ortaya dökmeliydi aslında Ezra. Hani o mahrum kalışlarının hıncı var ya biriktikçe birikiyordu içinde. Bunun için bile her şeyi yıkacak bir öfke taşıyordu içinde.

Bir vesile olmadan, yaptıklarıyla anlatmaya çalışmadan Firuze'nin yüzüne vurmak istiyordu sevdasını. Bunca imasına rağmen görmezden gelmeyecek kadar yüzüne haykırmak istiyordu ama aklının o mantıklı kısmı dürttü onu usulca.

Firuze konuşmayacaktı. Ezra onu sıkıştırmadan bir şeyler itiraf etmeye gönüllü olmayacaktı.

Üstelik bir evlilik hususu vardı ortada. Düşmanının tehdidi de ortalarında asılıydı. Ezra, ilk planında Arjin'in fikrini söylemese de açık açık Hünerlerin babasıyla ne gibi bir anlaşması olduğunu soracaktı Firuze'ye ama anlaşılan oydu ki Firuze dürüstçe ortaya sunduğu istekleriyle ilgilenmiyordu.

Geri çekildi, bunca öfkeyi, kırgınlığı ve en çok hasreti taşımasına rağmen gözlerinin mavisine gömdü hislerini.

Bunca söylediği söze rağmen bir iç çekişte sakladı gerçek hislerini.

Firuze, karşısında sessizleşen adamla birlikte ne olduğunu anlayamadı bile. Sonra Ezra, "Yadê 'ye karşı dikkatli ol. Elinde seni parmağında oynatacak kozlar taşıyor." dediğinde Ezra'nın ona söyleyebileceği acı sözlere hazırlayan bedeni panikle doldu.

"O ne demek?" diye sorduğunda Ezra ondan bir adım uzaklaştı.

"Sadece uyarmak istedim." deyişi Firuze'yi tetikleyen yegâne unsurdu. "Bir planı var belli ki bir sırrı. Bende bilmem sizin biriktirdiğiniz sırları." Firuze bu söz üstüne yüzünü ekşitti.

Karşısındaki güzel kadına dokunmamak için kollarını göğsünde kavuşturdu Ezra ama bu Firuze'nin kısa bir an göğsüne bakmasına sebep oldu.

Ezra'nın öfkesi bundan tatmin oldu çünkü o mahrumiyet hissi var ya onun intikamcı ruhunu uyandırıyor ve Firuze'den çaldığı her ilgi kırıntısından hınçla dolu bir tatmin duyuyordu.

Bugün ikidir Ezra'nın bu yönü uyanıyordu. Bir iş adamı olarak sabırlı ve taktiksel bir adamdı ama sevdiği insanlara karşı bunu asla uygulamadı.

Sabır gösterir, bekler ve derinden severdi ama ilk defa bunu Firuze'ye yapmadı.

O da oyunlar oynamaya başladı.

"Uyardım Firuze." dedi Ezra. Bu uyarı, diğer yaptığı uyarıların yanında bir nişane gibi dizildi. Yakın bir vakitte Ezra'nın uyardığı her ne varsa Firuze'nin bir bir başına gelecekti.

Firuze'nin yay gibi kaşlarından biri kalktı. "Uyardın?" dedi. Harlanmaya yer arayan ateşi Ezra'nın bu gizemli tavrıyla çoktan atağa geçmişti.

Ezra'dan cevap gelmediğinde, "Ne biliyorsun da uyardın? Ben uyurken ne konuştunuz da uyardın?" diyerek sabırsızca sorular sormaya devam etti.

Ezra tekrar bakışlarını masanın üstündeki eskize çevirdi. "Senin bildiğinden daha fazlasını değil." diyerek üstü kapalı bir cevap verdi. Sanki Firuze'ye dair o bütün hırsını, hasretini ama en çok yenemediği öfkesini birden kaybetmiş gibiydi.

Bu durum Firuze'yi daha da işkillendirdi.

"Beni bunun için mi yarı çıplakken odana çağırdın?" dedi Firuze. "Uyarmak için!" Alaycı bir şekilde ağzından dökülen uyarmak kelimesi havada asılı kaldı.

Ezra tekrar elini masaya doğru yasladı ve ona baktı. Yarı çıplak kelimesine karşı bir yorum yapmayışında bile kasıt vardı. "Evet." dedi ve onu düşündüğünü es geçmeyerek, "Ve yemek için de teşekkür ederim, iki gözüm." dedi tekrar bakışların ondan çizimine doğru çevirmeden önce.

Bu sözlerle birlikte nazikçe kovuyordu genç kadını odasından.

Ani ruh hali değişimi Firuze'nin kendini bir aptal gibi hissetmesine sebep oldu.

Daha önce kendisinin yaptığı şeyi Ezra yüzüne vuruyordu. İş sırlara gelince onu çıldırtacak sınıra getirip hiçbir gerçeği dile getirmiyordu.

Firuze yine de politik olup ağzından laf almaya çalıştı çünkü karşısındaki bir iş adamışıysa o da nihayetinde bir avukattı. Onun işi kelimeleri istediği amaç doğrultusunda almak, bükmek ve yeri geldiğinde kullanmaktı.

"Bizi yakalamaya mı çalışıyormuş? O yüzden mi sabahın kör vaktinde onca misafir varken çiftliğe gelmiş."

Ezra onunla iş birliği yapmak için yüzüne bile bakmadı. Firuze başını eğip yüzüne bakmaya çalıştı. "Tahmin etmek zor değil Ezra bunu ama neden şimdi konuşmamayı tercih ediyorsun?"

Yine görmezden gelindi. Aniden oluşan bu ilgi kaybı Firuze'nin daha da canını sıktı.

O yüzden hırslı bir gülümseme gerilmiş dudaklarında vuku buldu. "Anladım." dedi. "Sözünün doğrulu sınırı bu kadar."

Fakat anlamak öfkesine engel olmuyordu. Zaten stresliydi, şimdi tam manasıyla o stresinin üstüne tuz basılıyordu.

Üstelik farkında değildi ama sabah Arjin'in Ezra'yı sıkıştırdığı gibi sıkıştırıyordu sevdiği adamı.

Arjin'in sabah ki sözünün bir yansımasıydı son kurduğu cümle. Sanırım sözümün sendeki kıymeti etle tırnağın ayrımı kadardır demişti Arjin.

Ezra anında bu benzerliği fark etti ve öfkesine yenik düşmemek için sımsıkı yumdu gözlerini ama bazı yaraların üstüne basılan tuz, sabrı taşırırdı.

Gözlerini açıp "Ben diyeceğimi dedim." diyen Ezra'nın ilgisizliği son sahtelikti. Firuze bu tavırdan sonra bir adım geri çekildi.

Yüzünde büyük bir hayal kırıklığı vardı. "Sende mi?" dedi. "Hani sen dürüst oynardın? Ne oldu Üzeyir Bey? Sana da mı bulaştırdım yalan dolanı?"

Ezra'nın gözlerinde parıldayan öfke ateşi son haddine ulaşmış gerçeklikti. Arjin'in haklı olduğunu anladı o an Ezra.

Ateşin kendine gelmesini beklersen yakıp yıkar her şeyini. Bazen zapt etmek gerekir korun alevini demişti yaşlı kadın.

Firuze'nin ateşi zapt edilmeden durulmayacaktı.

Ezra'nın bir başka idrak anıydı bu. Öfkeyle birlikte hakimiyet zihninde mutlak bir zorunluluğa döndü.

"Ben diyeceğimi dedim!" dedi her kelimesinin üstüne basa basa. "Şimdi eğer senin yerine kullandığım tuvallerin yerine geçmek istemiyorsan çık odadan!"

Kapıya doğru kolunu uzatıp işaret parmağıyla kapıyı işaret ettiğinde Firuze aşağılanmanın öfkesiyle nun üstüne yürüdüğünde o da genç kadının üstüne doğru bir adım attı.

Burun buruna geldiklerinde "Yoksa niye karşına yarı çıplak çıktığımı sana öyle bir gösteririm ki Firuze, bu odadan çıktığında üstünde yalnız benim izimi taşırsın ve ben," dedi dudaklarına doğru. "Diz çöksen de yalvarsan da bunun için bir daha bırakmam seni. Benim derim!"

Bunca yıldır sevgisini gösteremediği içindi bu hırsı. Sahiplenmek değildi bu, kabullenilmekti. Ezra'nın sevgisi uzun zamandır öksüz ve yetimdi.

Ait olduğu yeri bulmak istiyordu artık.

Bu yüzden tekrar hırsla söyledi bu sözleri. "Benim, her zerresiyle benim! Artık benim! Yeterince mahrum kaldım, onu artık yürek kafesime hapsettim!"

Firuze burnundan öfkeyle soluduğu için bu sözlerle birlikte dumura uğrasa da çenesini tutmayı başardı. Konuşursa neden yapmadığını bu zamana kadar neden beklediğini soracaktı çünkü.

Buna hasretti aslında, yürek yangını Firuze de kendini yakan ateşinin zapt edilmesine ihtiyaç duyuyordu çünkü bazı ateşler kendilerini kontrol edemezdi.

Doğrunun hükümdarlığında yönetilmekle idare edilirdi. Ama ne yazık ki bu cümleleri kuramazdı çünkü eğer kurarsa açtığı kapıyı bir daha kapatamazdı fakat bilmediği bir şey vardı.

Ezra yakında o kapıyı tamamen yok edecekti.

Şimdi onu neredeyse öpecek kadar yakında durması bile aralarındaki son sınırdandı. Firuze geri çekilmek iste de yapamıyordu ama ikisi de burnundan solurken aralarında iradenin savaşı yaşanıyordu.

Bu savaşı bozan Ezra'nın çalan telefonu aldı. Ezra, mahrum bırakıldığı dudaklardan gözlerini zorlukla çekti.

"Git şimdi!" dedi Ezra.

Firuze ondan uzaklaşıp bir adım geri çekildi ama Ezra telefonuna uzandığında son sözü söylemekten de geri kalmadı.

"Vaatler, uyarılar ve tehditler." dedi. "Bir gün gerçekleşirse inanacağım gerçekler." Sözlerinin her biri akrebin zehirli kuyruğu gibi sokuyordu genç adamı. "Ben ne ilk defa boyun eğdiriliyorum ne de son kez bir tehdide maruz kalıyorum." Çenesini dikerken geçmişte boyun eğdirilişine karşı dikleniyordu Firuze. "Bana gerçekleştiremeyeceklerinizle caka satmayın artık!"

Ezra telefonu açmamış olsaydı Firuze'nin bu söylediğine karşılık ona öyle bir gösterirdi ki gerçekleri, Firuze vaat ettiği gibi bu odadan asla çıkamazdı ama telefon açılmış ve karşı taraftaki muhatabı yani İtalya'da işlerinin başında olan genel müdürü ona sesleniyordu.

Yine de Ezra telefonu açıp airpod'u kulağına götürürken bakışlarıyla yakıp geçti Firuze'yi buz ateşinde. Firuze ise odadan çıkmak yerine kimle konuştuğunu dinleyerek ona meydan okudu.

Ezra kısa bir süre dinledi karşıdakini.

"Hai confermato? (Teyit ettin mi?") dedi sonra. Ezra, İtalyanca konuşuyordu ama anlamadığı başka bir dile geçmiş olsa bile Firuze ses tonundaki öfkeyi hala duyumsayabiliyordu.

Ani bir kışkırtma zihnine usulca süzüldü.

Firuze masanın üstüne onun gibi elini yaslayarak masanın üstündeki telefona doğru eğildi. Bu denli tehdide karşılık yaptığı bu hareket yalnızca deliyi tenhada dürtmekti.

Ezra telefonu geri çekti ve bakışlarıyla Firuze'yi uyarırken, "Bravo, Matteo! D'accordo sul design? ( Aferin Matteo! Tasarım üzerinden mi anlaşmaya varıldı?" dedi.

Firuze bu uyarıyı da dinlemedi. Şeytan dürtüyordu aslında onu. Ezra'nın sahiplenici tutumu ve acımasız tavrı onu kışkırtmıştı.

Hangi dilde konuşursa konuşsun Ezra'nın sesinin tınısı onu derinden etkiliyordu ama şu an İtalyanca konuşmasına takılmış değildi.

Şeytan usul usul soldan seslenmeye devam ediyordu.

Daha fazla kışkırtmaması, daha sonra bedel ödeyeceği bir mesaj vermemesi gerekiyordu ama zihnindeki o kötü ses son sözün ona ait olmasını söylüyordu.

Bu yalnızca kendi çapında meydan okumaydı. Belki biraz çocukça biraz da kaçak oynadığıydı ama bu Firuze'yi yine de durdurmayacaktı.

Masanın üstüne daha da eğildi. Dolgun göğüsleri ahşap masaya yaslanırken Ezra tamamen ona dikkat kesilmişti.

Firuze'nin öfkeliyken bile göstermiş olduğu o kadınsı tavrı ve cilvesi, en soğuk erkeği bile kendine çekerdi nitekim kendini bildi bileli onu seven bu adamı yine bakışlarıyla meftun etti.

"Ok, oggi vado in azienda. Quando è il lancio? (Tamam, bugün şirkete giderim. Lansman ne zaman?)" Ezra telefondaki sese odaklanmış olsa da gözlerini Firuze'den ayıramıyordu. Firuze uzandı ve tasarımın tam ortasına konulmuş pembe elması aldı ve tekrar geri çekildi.

Tam o sırada Ezra'ya Matteo tarafından bir soru soruldu.

"Sì, avrò un nuovo avvocato personale. Lo contatterai presto. (Evet, yeni bir şahsi avukatım olacak. Onunla yakında iletişime geçersin.)" diyerek bu soruyu cevaplarken o şahsi avukatı bir çocuk gibi onunla oyunlar oynuyordu.

O oyun sonrasında hiç çocukça olmayan bir yetişkin sınayışına dönüştü.

Firuze, Ezra'ya meydan okuyan bir tavırla gülümsedikten sonra elindeki elması iki göğsünün arasındaki boşluğa attı.

"Bana aitmiş madem," dedi fısıldayarak. "Çaldım!"

Ne yapmaya çalıştığını belli eden kısık gözlerinde dolandı dişi şeytanın varlığı.

Ezra'nın bakışları kararırken Firuze'nin yaptığı yalnızca Ezra'nın tuvalle ilgili söylediği sözlere karşılık bir meydan okumaydı.

Bu kadar yeterli diyerek geri çekildi sonra da gitmek için geriye doğru bir adım attı fakat bu kışkırtma tepkisiz kalmayacaktı. Ezra onu yakalamak için kolunu uzattığında çok kısa bir mesafeden Firuze kaçmayı başardı fakat bu kısa bir zaferdi.

Bu son meydan okuma Ezra'nın sabrını taşırmıştı.

Firuze koşarak kaçarken Ezra da ardından uzun adımlarla ilerledi ve Firuze tam kapıyı açacakken elini uzatarak sert bir şekilde kapıyı kapattı sonra da gövdesiyle onu kapıyla kendi arasında sıkıştırdı.

Genç kadın arkasını dönemeden yüz üstü tamamen kapıyla bütünleşmişti. Firuze kendini kapıya bastırarak kalçasıyla Ezra'yı itmeye çalıştı ama Ezra gövdesiyle onu öyle bir sıkıştırmıştı ki Firuze kaburga kemiklerinin önündeki ahşap kapıya yaslandığını hissetti.

Bağırırsa rezillik çıkacağını bildiğinden, "Bırak!" dedi kısık sesle ama Ezra'nın gözü dönmüştü.

"Raccontami i dettagli domani, Matteo. Ora ho un lavoro importante! (Ayrıntıları bana yarın anlat, Matteo. Şimdi önemli bir işim var!)

Aceleyle söylenmiş bu sözlerden sonra Firuze telefonun kapanacağını anlayarak daha fazla çırpındı ama faydasızdı. Ezra'nın kulaklığını yere fırlattığını fark ettiğinde, "Kıçındaki havlu ne zaman düşecek?" dedi yakalanmış olmanın vermiş olduğu hırsla. "Yemin ediyorum benimki şimdiye yeri boylamıştı."

Ezra onu daha fazla kapıya yasladı. Firuze sıkışmaktan daha çok sırtındaki sert gövde ve kalçasına yaslanan sertlik yüzünden inledi.

Ezra'nın tahrik olduğunu fark ettiği anda neden kendisinin de karnının altında bir şeyler kıpraştığını ve kasıklarının sızlamaya başladığını açıklayamıyordu.

"Çok meraklısın düşmesine herhalde." dedi Ezra, iki eliyle Firuze'nin belini kavrayıp kulağına dudaklarını yasladı.

Ses tene değdi, vücutlar tutkuyla hareket etti.

"Çook!" dedi Firuze alaycı bir sesle. "Nasıl da merak ediyorum ama! İş bize gelince kendini örtüye büründüren Ezra Saruhan karşımda kasıla kasıla gezdi bugün." Sıkıştırıldığı için sesi boğuk çıkıyordu.

Yüzünü yana doğru çevirip Ezra'yı görmeye çalıştı ama bu hareket kapıya daha çok yapışmasına sebep oldu.

"Sahi, neydi derdi?"

Sesi alaycı olsa da söylediklerinde gerçeklik payı vardı. Derin soluklar ikisinin de arasında yankılanırken Ezra'nın elleri Firuze'nin belinden yukarı doğru usulca çıktı.

Biri ensesine kavrarken, "Çok mu merak ediyorsun, iki gözüm?" dedi yine Ezra. Diğer eli de göğsünün kenarını usulca okşadı.

Firuze bu dokunuşuyla birlikte titredi. Ardındaki sert bir duvar gibi olan adama yaslanmamak için kendini zor tuttu.

"Çok!" dedi yine kışkırtarak. Tahrik olmak onu daha fazla çileden çıkartıyordu. "Yoksa bu her zamanki taktiğiydi de bir bana mı esirgedi?" diye sorduğunda aralarındaki tutkuya geçmişin öfkesi de karıştı.

Birbirlerinin bam tellerine öyle bir dokunuyorlardı ki nefretin sınırında dans ediyordu sevdaları.

Ezra'nın kızgınlığı son haddine ulaştı. Bu sözlerden sonra eli kapı ile göğsünün arasına girip bir göğsünü sert bir şekilde kavradı Firuze'nin.

"Sana dokunmaya kıyamayan bana da lanet olsun!" dedi hırsla. Genç adamın gözü dönmüştü. "O kadar kıyamadım ki şimdi mahrum kaldığım için kızgın olduğumu anlamayacak kadar körsün sen!"

Göğüs ucunu kumaşın ardından bulup parmak uçları arasına aldı ve hazzın acısını yaşatırcasına parmak uçlarında sıkıştırdı. Firuze inledi bu ani saldırı karşısında. "O kadar körsün ki seni görmek için alelacele çıkan bana da, belki dokunursun da beni bu ızdıraptan kurtarırsın diye umut edişime de lanet olsun!"

Firuze başını geriye doğru attı. Ezra'nın sert göğsüne yaslandı. Dokunuşu hem acı hem şifaydı. Sözleri ise sâfi zarardı.

"Sus!" dedi ama neye bunu dediğini bilmiyordu. Tek elle göğsüne dokunuyor ve tutkuyla şekillendiriyordu. Bu muhteşem bir histi ama bir yandan da hırsa kapılmış bir bedeldi.

Firuze'nin kalbi ağrıyordu ama bir yandan da vücudu daha fazla dokunuş için deli gibi sızlıyordu.

"Sus!" dedi tekrar Firuze. Sesi tutkuyla boğuklaşmıştı. "Lanetler sanki yeterince başımızı ağrıtmamış gibi böyle konuşma."

Bu istek Ezra'nın umurunda bile olmadı. "Sanki yeni bir tanesini üstüme yük edinmemişim gibi." dedi alaycı bir sesle.

Sonra emretti. "Dokun kendine Firuze!" dedi tekrar kulağına doğru dudaklarını yaslayarak. "Benim yerime kendine dokun! Yoksa ben bu zamana kadar masum kalsın diye çırpındığım her şeyi yakıp yıkacağım."

Ezra'nın gözü dönmüştü artık. Mahrumiyetle sınandığı ve Arjin tarafından bedduayla perçinlenen bu mevzu artık onun delirme noktası gibiydi.

Firuze tam olarak bunun sebebini anlamasa da itaat etmenin zorunluluğunu hissetti. Ezra ise Firuze'nin kapıya yaslı elini kavradı ve göğsüne bastırdı.

Firuze'nin kalçasına bastırdığı sertliğiyle ağır bir ritim tuttu genç adam. İçine girememenin öfkesini taşıyordu bu ritim. Yıllardır dokunmadan, yalnızca uzaktan sevmenin acısını çıkartıyordu.

İkisinin de tutkuyla solukları hızlandı. Firuze alnını kapıya yaslarken bacaklarının arasındaki sızının gittikçe arttığını hissetti.

Doğru düzgün bir dokunuş yoktu üstelik, Ezra yalnızca kendi kendine dokundurtuyordu onu. Genç kadının minik ellerini kullanarak göğsünü kavrıyor ve Ezra'nın büyük ellerinin yönlendirmesiyle birlikte şekillendiriyordu.

Yine de bu dokunuşla bile bacaklarının arasının ıslandığını hissettiği an, utanç ve hayret duyguları arasında çekiştirilmeye başlandı bütün hisleri.

Çok değil, az bir süreden sonra Ezra'nın diğer eliyle elbisenin kalın askılarından birini indirdi ve Firuze'nin elini kullanarak elbisenin göğsündeki kumaşını aşağı çekti.

Daha fazlası, daha artısı ikisi içinde kaçınılmaz bir gerçekti.

Beklenti bir vaatti ama istenen olmadı.

Firuze'nin saten sütyeni ortaya çıkarken göğsünün ortasına koyduğu elmasta düştü. Elmas tok bir sesle aşağı düşerken aralarında buz gibi bir sessizlik oluştu.

Durdu Ezra. Sonra Firuze'nin kulağının altına hassas bir öpücük kondurdu ama sözlerinde hiçbir hassas yön yoktu.

"Bir gün gelecek, çok yakında bir gün," dedi büyük bir vaatle. "Seni öyle bir bağlayacağım ki kendime ellerin, kolların zapt edilmiş olacak!" dedi. Genç adamın içindeki karanlık olan bütün duyguları ilk defa dile geliyordu. "Kendin bile şu tene dokunmaya yasaklı olacaksın bir ben dokunacağım!"

Firuze İstanbul'dayken konuştuğu erkeklerin listesini tutturan, hangi takıyı takıyorsa aynı taştan bir takı takan adamın saplantısına dair bir ipucuydu bu sözler.

Ezra'nın sevdası bilinen bir yönüydü ama saplantısı... işte onu çoğu insan bilmezdi.

O saplantının Firuze'ye nasıl döneceğinden başta Firuze dahil olmak üzere herkes bihaberdi.

Takılarla bile vücudunda hak iddia eden bu adam, bir gün sevdiği kadının üstünde hak iddia ettiğinde tüm bedeni üzerinde hakimiyet kuracaktı.

Bunu boynunu sahiplenici tutuşundan ve tenine yalnız teni değsin diye kendini zor tutuşundan anlayabilirdi bir insan ama Firuze, Ezra'nın bu yönüyle hiç tanışmamıştı.

Yakında, çok yakında uzun zamandır özgürmüş gibi taktığı takılarla sevdiği adama hapsolacaktı Firuze.

Ama şimdi değildi.

Bir sevgi itiraf olmadan Ezra ilerlemeyecekti.

Firuze daha fazlasını beklerken Ezra birden geri çekildi. Firuze arkasını döndüğünde dağılmıştı ama daha büyük dağınıklık Ezra'daydı.

Birbirlerine doğru düzgün dokunmasalar da öfkeyle dövüşmüş ve tutkuyla sevişmiş gibi gözüküyorlardı. Ezra'nın havlusunun düğümü gevşemiş ve neredeyse düşecek olan havlusunun altında sertliğinin kabartısı bariz bir şekilde gözüküyordu.

Yüzünde tamamlanmamış bir tutkunun öfkesi vardı.

Tahrik olmanın ve yarım kalmışlığın etkisi ile aynı öfkenin bir başka versiyonunu taşıyordu Firuze.

Düşen askısını yukarı çekerken dilinin ucuna gelen neden yarım bıraktın sözlerini yuttu. Onun yerine, "Havlunun markasını ver de bende kullanayım." dedi dağılmışlığını iğneleyen sözleriyle örtbas etmeye çalışarak.

Sonra yaralı olduğunu fark etmediği bir bakış attı Ezra'ya.

"Çoğu insan bu kadar arkamı kollamamıştır." dedikten sonra kaçarcasına odadan çıktı.

Geriye bıraktığı adam onun ardında olmak için herkesi karşısına alırdı. Firuze'nin bilmediği de buydu zaten.

Sevda bazen düşmana bile boyun eğdiriyordu ama onlar birbirlerine yıllardır meftun olsalar da hiçbir zaman bu sevdayı yaşayamadıkları için ne kadar ileri gidebileceklerini bilmiyorlardı.

Daha doğrusu Firuze bunu anlamlandıramıyordu. Kapıyı kapatıp koridorun köşesine uçarcasına ilerlerken yakalanma korkusundan ziyade kendini bu kadar zayıf hissederken bulunma korkusu yaşıyordu Firuze.

"Allah'ım!" dedi elini kalbine bastırarak hızlı hızlı yürürken. "Allah'ım, Allah'ım!" Gözleri çaresizliğinden dolu doluydu.

"Ölüyorum Allah'ım!" Nereye gittiğini bilmeden telaşla ilerleyişi evdeki misafir kalabalığına ulaşmadan son buldu çünkü telefonu çaldı.

"Bir sen eksiktin!" diye homurdandı Firuze. "Kesin yine bir felaket tellalı sonumu yazıyordur."

Yine de bir umut elbisesinin cebinde olan telefonu eline aldığında arayanın Kadir olduğunu düşünüp sevindi çünkü bu çaresizlikle birlikte ne var ne yoksa içinde hepsini dökebileceği bir o bir de Sahra vardı ama onun yerine Midyat'a gelince davasıyla ilgilenemediği bir müvekkili arıyordu.

İlk başta reddetme tuşuna basacaktı ama sonra vazgeçti. Bu kadının davası önemliydi.

"Efendim Güllühan Hanım?" diye açarken yaşadığı bütün duygusal sarsıntıları bastırdı ama o daha kendini toplayamadan karşısında ağlayan kadının sesini duyunca tekrar sarsıldı.

Sonra kendi derdini unutup sakinleştirmeye çalıştı müvekkilini. Güllühan, Firuze'nin karşısında deli gibi ağlıyordu. Firuze daha yeni yaşadığı hezimeti hatta nerede olduğunu unutup kadını sakinleştirmek için elinden geleni yaptı.

Başardı da. Sıra müvekkilinin ağlamasının sebebini öğrenmeye gelince ise biriktirdiği bütün duyguları tek bir noktada toplandı.

Öfke diye adlandırdı biriktirdiklerini.

Dinledi bu süreçte Güllühan'ı, dinledikçe sinirlendi. Şu içindeki hırsı ve öfkeyi kusabileceği bir yeri sonunda bulmuştu.

"Ben şimdi ofise geçiyorum Güllühan Hanım. Gerekli belgeleri hazırladıktan sonra karşı tarafın avukatıyla konuşacağım." dedi. Yüzündeki nefret kendi haksızlığını gideremese de başkalarına yardım edecek güce sahip olduğunu bilmekten gerekiyordu. "Merak etmeyin, uzlaşmaya varmak zorunda kalacaklar." derken de sesinde saklı olan tehdit tam olarak bu gücü yansıtıyordu.

Ne yapacağını bilerek aynı öfkeyle çıktı çiftlikten.

𓇚ꕥ𓇚

Mardin'in en büyük çiftliğinde Midyat'ın karanlık bir öfkeyi biriktirdiğinden habersiz şenlikler de misafirlikler de devam etti.

Aynı anda Midyat 'ın en büyük iki konağında bambaşka bir curcuna vardı. Bir konakta bütün işler Ayşen'in üstündeyken diğerinde ise Dilruba koşturmaktaydı. Her yerde yoğun bir misafir akını geliyordu.

Midyat uzun zamandır hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.

Saruhan konağının merdivenlerinden Pamuk, yardımcılardan birine misafirlere içecek getirmesi için seslenirken aşağıda yeni gelen misafirlerden oluşan kuyruk uzaktan bakan insanlar için hem heyecan verici hem de göz korkutucuydu.

İnsanlar hediyelerini verdikten sonra Arjin'i soruyorlardı.

Arjin'in neden çiftlikte olduğunu ise kimse bilmiyordu. Buna gelini Dilruba da dahildi ve hiç çaktırmadan o misafirleri ağırlarken yine de arada Asaf'ı yanına çağırıp babaannesinden haber olup olmadığını soruyordu ama aldığı cevap hep aynıydı.

Arjin'in çiftlikte kıymetli misafirleri vardı. Bu yüzden oraya gitmişti.

Bu tuhaf kararın ardında ne yattığını hiç kimse bilmiyordu ama konaklarda öyle bir koşuşturma vardı ki kimse bu tuhaf durumu hatta Firuze ve Ezra'nın yokluğunu bile sorgulamıyordu.

Buna ne kadar yoğun olursa olsun yine de dedikodu kokusu alınca ciğerci önündeki kedi gibi çekilen Şehriyar bile dahildi. O bile oğlunun yanında durmuş, bir kayınvalide olarak kendi akrabalarından olan misafirleri ağırlamakla meşguldü.

Bazı planlar uzun süre hesaplanınca bir saatin yağlı çarkları gibi hiç aksamadan ilerliyordu.

Ayşen'in yanında sanki evin kızıymış gibi misafirleri içeri buyur eden Sahra gibiler ise olayın farkındaydı ama yine de bir şey yapamıyordu.

Başını yanında durup neşeyle misafirleri karşılayan Ayşen'e doğru eğdi Sahra. "Bana neden burada durduğumu hatırlatır mısın?" dedi. Gerçekten sıkılmıştı artık bu durumdan. "Çünkü ben unutup bir otele kaçmayı düşünüyorum."

Üstelik şu an Firuze'de yoktu. Gece boyunca Sahra'yı uyku tutmamıştı. Dildar'ın odasının önünde kadın koruma olsa da bir saate bir gidip kendisi de kontrol etmişti çünkü Firuze ona emanet etmişti kardeşini.

Sahra bu emanet için gerekirse canını koyardı ama bundan ardını o da yapamıyordu. Firuze kadar olmasa da o da artık endişelenmeye başlamıştı.

Firuze'yi de aramış ama iyi olması haricinde bir cevap alamamıştı. Ortalık kalabalıktı, şifreli bile konuşamıyorlardı artık.

Ne dönüyordu bu konakta? Bu kadar kalabalık, onların için bütün gözlerin üstünde olduğu tuzaklardan ibaretti yalnızca.

Üstelik düşman bildiği ama görmediği bir sürü insan da buradaydı.

Sahra akıllı bir kadındı. Arkadaşı da bir o kadar onun kadardı ama akıl, olayı çözmeden önce donup kalıyordu bazı anlarda. Şu an aslında tam olarak bu noktadalardı. Ellerine verilen bu düğün oyuncağıyla birlikte birileri fırsat bulmasınlar istiyormuş gibi geliyordu Sahra'ya.

O birilerinin çok yakında onları bir tavşan gibi köşeye sıkıştıracaktı.

Sezgileri asla yanılmazdı Sahra'nın. Bunu bilecek kadar etrafında düşmanlarla yaşamıştı.

Yine bunu bilerek huzursuzca etrafına bakındı. Kapının girişinden gözüken sokakta kocaman bir kafile daha geliyordu ama bu kalabalığa rağmen duvarın kenarında duran adamı anında tanıdı.

Bazı düşmanlar saklanmazdı.

Bedran, insanları diğer konağa yönlendirmeden önce kısa bir an genç kadınla göz göze geldi ve sanki birlikte bir sırrı paylaşıyorlarmış gibi yavaşça gülümsedi.

Kısa bir andı. Yalnızca gözlerinin birbirine değeceği kadar kısa ama Sahra'nın en çok bu adam tarafından izlendiğini bilecek kadar da uzundu.

Bu yüzden anında gözlerini ondan kaçırdı.

Bazı tehlikeler yalnızca bir anlık bakışmayla bile kendini hatırlatırdı.

Ayşen ise bu sırada ancak cevap vermeye fırsat bulmuş gibi Kürtçe onu selamlayan bir teyzenin elini öptükten sonra Sahra'ya döndü. "Yapamazsın!" dedi ona gidemeyeceğini hatırlatarak. Bu sırada bu konu onu eğlendirmiş gibi gülümsüyordu. "Gideceğin bizim otellerse hepsi misafirle doldu. Diğerlerine de Yadê seni beni vurur da göndermez! Bizde misafir bizim yerimizde layığıyla ağırlanır. Öyle buyurur Yadê Arjin."

Tatlı tatlı gülümseyerek bu aileye dair ültimatom veriyordu Ayşen. Sahra bu adetlerle daha fazla haşır neşir olmamasına rağmen şimdiden yılmıştı.

"Hükümdar mı bu kadın? Sözünden çıkınca kellemiz mi vurulacak?"

Ayşen güldü tekrar. Güzelliğine şenlik katan tek gamzesi gözükürken Sahra'nın aksine bu kadar yoğunluğa rağmen ışık saçıyordu.

"Kelle vurulmazsa da bereket kaçar derler. İnsanlar korkar onun sözünden." Sonra omuz silkti Ayşen mahcup bir şekilde. "Malum!" dedi fısıldayarak.

Bir batıl inanç olsa da buradaki herkesin aklına işlemişti Arjin'in laneti. Sahra da en çok bunu anlamıyordu zaten. Bir insanın bedduasından bu kadar korkulur muydu?

Korkuyorlardı. Ciddi ciddi korkuyorlar hatta ağızlarına bile almıyorlardı.

Herkesin bu bedduayla birlikte inanmış olduğu bir gerçek vardı ki bu topraklara Arjin bir hikaye yazmış, bir kabusu gömmüştü.

Ne zaman bir kötülük başlarına gelse Arjin'in sözlerinden biliyorlarmış gibi hissediyordu Sahra.

"Tuhaf!" dedi bu yüzden kendi kendine ama Ayşen onun sorgulayışını umursamadı.

"Dildar nerede?" diye sordu aslında cevabı biliyor olsa da. Sahra duygularını yüzüne yansıtmasa da yine de hatırlayınca canı sıkıldı.

"Gelecek birazdan."

Bundan önce en az on kez sorulan bu soruya aynı cevabı vermişti ama işin aslında elbette o değildi. Tam tekrar Dildar'ın odasına çıkmak için hareketlenecekken kucağında Yeşim'le bir hışım yukarı koşturan Asaf'ı gördü Sahra.

Onun yerine, "Nereye Asaf?" diye seslenen Ayşen oldu ama bir anne olarak Ayşen'in derdi farklıydı. "Bak Yeşim'i koşturma sonra terleyince hemen hastalanıyor." dedi ama onu duyan olmadı.

Sahra ise nereye gideceğini merak etmişti ama yeni bir misafir dalgası yüzünden kimse Asaf'ın ne işler karıştırdığını anlayamadı.

İnsanlar geldi, insanlar bir düğün için uzun zaman sonra tekrar birleşti. Sanki doğuda gerçekleştirilmiş bir festival havası vardı etrafta. Herkes kendini güzel yaz günlerine ait bu düğüne kaptırmış gidiyordu.

Yine de kimi bunu bir şenlik olarak görürken kimi ise kocaman bir kabus olarak görüyordu.

Kabus olarak görenlerin başını da Dildar çekiyordu.

Odasından bir türlü çıkmaya cesaret edemiyordu genç kız.

Şu birkaç günü etrafında ablası, Sahra ve diğer yakınlarının desteği ile atlatmıştı. Ona en çok destek olan ise Arjin olmuş, her fırsatta yanında olmuştu ama bütün korkuları yine de gün yüzüne çıkmaya hazırlanıyordu.

Bugün odasının önüne konulan kadın koruma bile korkusunu tamamen bastırmaya yeterli olmamıştı Dildar'ın. Her köşeden korktukları çıkacakmış gibi geliyordu.

Bastırmak istiyordu bu korkuyu çünkü ablasının ona ihtiyacı vardı. Anlattıkları bile onu ayağa kaldırmaya yetmeliydi ama yine de düşecekmiş gibi hissediyordu.

Tekrar kendini intiharın eşiğinde bulmak istemiyordu fakat bugün o gücü kendinde bulamıyordu sanki.

Yatağın ortasında oturmuş, dizlerini kendine çekerek tortop olmuştu. Dışarıya çıkacak gücü bile kalmamıştı sanki.

Birazdan Sahra yine kapısını çalacaktı ama duymak istemiyordu. Ablası yanında olmadığı zamanlar Sahra onu koruma görevini oldukça ciddiye alıyordu ama Dildar bugün ona bile artık kapıyı açmak istemiyordu.

Tam bunu düşünürken kapı bir kere nazikçe tıklatıldı. Dildar daldığı yerden irkildi ve kapıya gergin bir ifadeyle baktı.

Maskesini düşürdüğü için oldukça solgun gözüküyordu. Bugün hasta olduğunu söylese kim onu zorla dışarıya sürüklerdi ki sanki?

Üşüttüm dese zorlayamazlardı da. Midesini de bozmuş olabilirdi hem çünkü dün mutfaktayken bolca tatlı yemişti.

Anlaşılmazdı. Öyle umdu, öyle olmasını istedi.

Şimdilik kapıyı görmezden gelmek için tekrar önüne dönecekken minik bir ses geldi kapının ardından.

"Halacım! Halacım! Kapıyı açar mısın halacım!" Yeşim'in bıcır bıcır sesi kapının ardından duyulurken cümlenin sonuna doğru bağırması ile Dildar gülse mi ağlasa mı bilemedi.

Muhtemelen yengesinin işi başından aşkındı. Bu yüzden Dildar'a emanet edecekti Yeşim'i. Bu da kabul edilebilirdi Dildar için. Belki bir ihtimal Yeşim'i sosyal medyayla oyalardı da odasından çıkmazdı.

Tabi kalabalıkta dikkat çekmeye bayılan yeğeni için bu düşük bir ihtimaldi ama hiç yoktan iyiydi.

Bu yüzden kendinin bile zor duyabileceği bir sesle, "Geliyorum!" dedi ve kapıya doğru zorla sürükledi kendisini.

Bu sırada kapı hala ritimli bir şekilde hafifçe tıklatılıyordu. Yeşim'in inadı diye bir gerçek vardı ve büyük halasına çekmişti ne yazık ki.

O kapı açılmadan durmayacaktı. "Geldim halam!" dedi daha yüksek sesle. "Duyuyorum da zaten hala niye çalıyorsun?"

Kapıyı açtığında son cümlesi yavaşça sessizleşerek yok oldu, bu yüzden tam ne dediği anlaşılmadı çünkü Asaf'ı karşısında görünce öylece donup kaldı.

Yeşim kucağındayken masum hatta utangaç bir şekilde ona bakıyordu Asaf. "Çalan bendim." dedi, tıpkı bakışları gibi sözleri kullanış biçimi de nazikti.

Başını eğip Dildar'a eskiyi hatırlatan bir şekilde gülümsedi. "Yeşim'in kapı tıklatınca parmakları ağrıyormuş. Prensesler canını acıtan hiçbir şey yapmazlarmış." Sakinleştiren sesi, gülen kahverengi gözleriyle birlikte gülüşü birçok genç kızın kalbini eritirdi. "O yüzden iş bana düştü." dedi tatlı tatlı.

Yeşim'e kısa bir bakış atıp sonra tekrar Dildar'a baktı.

Bu sefer gülümsese de bakışlarında tereddüt belirdi. Sanki konuşmasından bile Dildar kaçabilirmiş gibi temkinli bir hali vardı ki Dildar zamanında bunu da az yapmamıştı.

O konuştuğu anda yüzünü dönüp kaçmıştı ama yine de bu sefer aynısını yapamadı. Ne kadar ürkmüş olsa da bu sakin hatta sevimli sayılabilecek tavra karşı gardını yeterince sağlam alamadı.

"Biraz rahatsızım da." dedi tutuk bir şekilde. "Yeşimi bakmam için bana mı vereceksin?"

Asaf'ın gülen yüzü birden soldu. "Neyin var?" diye sordu endişeyle. "Üşüttün mü? Hastaneye gidelim mi?"

Büyük kahverengi gözleriyle inceledi Dildar'ın solgun yüzünü. Dildar bu bariz ilgi karşısında geri adım atmamak için kendisini kastı.

Korkudan ziyade yalanının ortaya çıkmasının tedirginliği vardı üstünde. Bu yüzden ne dediğini farkında olmadan gerçeğe yakın cümleler ağzından kaçıverdi. "İyiyim." dedi. "Sadece bünyem bu kadar yoğunluğa ve kalabalığa alışkın değil."

Asaf'ın bu sözlere karşılık yüzündeki endişe gitti ama yerine gelen merhamet ve üzüntü daha çok rahatsız etti Dildar'ı. Acıma istemiyordu. Eskiden en yakın arkadaşı olan ama artık büyümüş olan bu adamın merhametini de istemiyordu.

Bu yüzden bir adım geri çekildi.

"Yeşim'i verir misin?" dedi daha sert bir sesle. Kapıyı kendine gard edindiğinin farkında bile değildi.

Yeşim araya girdi. "Bana bakman için gelmedik ki!" dedi neşeyle. "Asaf bana rüşvet verdi. Seninle konuşacakmış."

Asaf başını hızla Yeşim'e çevirdi, telaşlı bir şekilde küçük kıza baktı. "Yeşim ne konuşmuştuk seninle!" deyince Yeşim hızla minik elini ağzına kapattı.

"Hihh!" dedi sonra. "Sırdı, söylenmezdi." dedi. Sonra Dildar'a baktı o güzel renkli gözleriyle. "Ama halacım önemli bir şey konuşacakmış seninle."

Asaf çocuktan al haberi bülteninde ifşa ediliyormuş gibi hissederken gözlerini devirdi. Sonra tekrar mahcup bir şekilde bakışlarını önce yanda duran kadın korumaya sonra da Dildar'a çevirdi.

"Hasibe abla kapıda nöbet tutarken rahatsız olur musun?" dedi Dildar'ı muhatap alarak. Sonra bakışlarını tekrar Hasibe'ye çevirdi. "Sana da uyarsa abla." dedi nazik bir şekilde.

Hasibe, Celal ve Ahmet kadar eski korumalardandı.

Ajin'in erkekler kadar kadın korumaları da vardı. Güce ihtiyacı olan daha önce ezilmiş kadınlardan seçerdi ki başta kendilerini sonra da başkalarını korumayı öğrensin.

Hasibe de onlardan biriydi. Genç yaşta evlenmiş ve daha bir aylık evliyken kocasından dayak yemeye başlamıştı. Hizmetçi olarak girmek istediği bu konakta Arjin ona korumalık yapmasını teklif ettiğinde şok olmuştu genç kadın ama aldığı güvenlik eğitimiyle birlikte kendine de güveni gelmiş, kocasını da ilginç bir şekilde döverek kendine bağımlı etmişti.

Bazı ilişkiler çarpıktı, tuhaftı. Bunun en büyük kanıtı da Hasibe ve kocasıydı. Adam dövüldükten sonra roller tersine dönmüş ve Hasibe'ye aşık olmuştu. Bu yüzden tokatçı Namık diye anılıyordu kocası.

Haftada bir karısından dayak yemezse mutlu olamadığını söylüyordu etrafına.

Bu da psikolojik olarak yanlıştı ama ikisi de evliliklerinde mutlu olduklarını iddia ettikleri için kimse karışmıyordu. Sadece Hasibe'ye karşı sanki bir hanım ağaymışçasına hürmet vardı kadınlar arasında.

Hasibe de cüsseli yapısıyla öyle bir imaj veriyordu insanlara. Tıknaz olsa da oldukça iriydi ve kalın parmaklı elleriyle tek tokatla adamları devirebilirdi ama iş Asaf'a gelince tıpkı diğer kadınlarda olduğu gibi Hasibe'ye de bir şeyler oluyordu

İçi saf bir merhametle doluyor ve bir çocuk gibi sevesi geliyordu Asaf'ı. Şimdide onun bu masum ve çabalayan hallerini görünce müdahil olmaması imkansızdı.

Arjin'den aldığı talimat olmasa bile ona yardım ederdi.

Gülümsedi genç adama Hasibe. "Ben sizin için uzaklaşırım Asaf Ağam." dedi sonra minik kınalı kuzu gibi bakan Dildar'a döndürdü bakışlarını. Dildar'a da ayrı içi gidiyordu Hasibe'nin. Hep yaralı gözüküyordu bu kız ve insan ona bakınca sesini yanlışlıkla yükseltmeye bile korkuyordu.

"Yadê bana dedi ki en fazla beş adım uzaklaş. Sen istersen uzaklaşırım ama ben zaten beş adım öteden de sesini duyarım."

Dildar dalgın bir şekilde onay verdi Hasibe'ye çünkü hala olayı anlamadığı için ne olduğunu sorgulamak peşindeydi.

Sonra tekrar başını Asaf'a çevirdi. "Bir şey mi konuşacaksın niye? Bunun için mi geldin?" diye sordu. Terslemek için sormuştu bu soruları ama Asaf'a bakınca yine yumuşadı sesi.

Çünkü Asaf hala yavru köpek misali gözlerinin içi gülerek gülümsüyordu.

"Elçi olarak geldim!" dedi sanki biraz sonra onu şoka sokmayacakmış gibi. Yeşim'in kulaklarını kapadı ve Dildar'a doğru eğildi. Yeşim ellerinden kurtulmaya çalışıp bağırırken, "Yadê yolladı beni. Sana talimatları varmış ve dinlersen ablanı mutlu edecek yolda sana yardımcı olacakmış." dedi.

Dildar'ın bu sözler karşısında gözleri büyürken Asaf bir sırrı da olsa Dildar'la paylaşabilmenin mutluluğuyla geri çekildi ve Yeşim'in kulaklarından elini çekti.

Yeşim ona çemkirirken o ise Dildar'ın duyabileceği ama Yeşim'in bağırarak bastıramayacağı kadar kısık bir sesle halasıyla konuşmaya devam etti. "Sanırım niyeti evermekmiş bizimkileri." diyerek ortaya kocaman bir bomba bıraktı Asaf. 

𓇚ꕥ𓇚

Yâde Arjin'in entrikaladı galp ben sjdjdj

Biz bunlara kalsak 70'lerinde kavuşurlar ancak kdjdjdjfj

Nasıl buldunuz beybilerim?

Bana göre yuh ama bunların bu tutkularını nasıl yöneteceğim ben dediğim bir bölümdü. 🤭

Hoş yönetmek  isteyen de yok zaten de neyse jsjdjd

Bölüm yorumlarını buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölüm gelene kadar Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla.🌻🧚‍♀️

Continue Reading