FİRUZE

By _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... More

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•İNCİ•𓇚

13.7K 1.1K 1.5K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın Fedaileri ben geldimmmmm!❤️‍🔥😍

Şurada sınavıma bir hafta kaldı ama ben yine buradayım sjdjd

(Burası dua alanı.🥳 Hadi sınav için birbirimize dua edelim. Hangi sınava girerseniz inşallah hepsi çok güzel geçer.🧡)

Nasılsınız? Umarım çok ama çok iyisinizdir.

Ben yakında huni takacak gibiyim ama çok şükür her halimize.🥲

Bu bölüm baya dolu dolu bir bölüm inşallah çok seversiniz.

Çok tutmuyorum sizi,bölüm sonu mini bir duyurum var. Bölümden sonra okumayı ihmal etmeyin sakın.

Sizi seviyorum,iyi okumalar dilerim.😍❤️‍🔥
𓇚ꕥ𓇚

𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Twitter: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Arz-ı hâl etmeğe cânâ seni tenha bulamam,
seni tenha bulıcak kendimi asla bulamam."

"Sevgilim! Halimi arz etmek (aşkımı söylemek) için seni yalnız bulamıyorum.
Seni yalnız bulunca da kendimi asla bulamıyorum."

-Selîkî

𓇚ꕥ𓇚

Ezra, Firuze'nin anlamsız isteğine karşılık siyah kaşlarını çattı. "Ne oldu?" dedi Firuze'nin alev alev yanan gözlerine bakarken.

Firuze'nin kahverengiler öfkesinin ateşiyle. simsiyah olmuştu "Durdur şu arabayı!" dedi tekrar Firuze. Eli arabanın kulpuna gitti. Sanki araba durmasa bile kendini dışarı atacaktı. Öyle bir sinir vardı yüz ifadesinde.

Ezra, sabır der gibi derin bir nefes verdi. Bir yandan ona bakıyor diğer yandan da yola dikkatini vermeye çalışıyordu. Firuze'nin delirmiş haline alışıktı ama sebebini anlamlandıramıyordu Ezra.

"Firuze, ne oldu dedim sana?" dedi gergin bir sesle. "Ne için durduracağım arabayı?"

Firuze bir eli arabanın kapısını açmak için kulptayken ona doğru döndü. "Sana hesap mı vereceğim bir de?" dedi, Ezra'yı çileden çıkartmak ister gibi. Hızlı hızlı nefes alıyordu öfkesinden. "Durdur arabayı, ineceğim işte!"

Ezra'nın meşhur sabrı bile bu kışkırtıcı tavra karşılık taşmak üzereydi.

"Ya sabır!" dedi, artık tamamen dikkati dağılmıştı. Firuze'ye ters ters baktı. "Ya sabır, ya sabır! Korktun sorularıma cevap vermekten,değil mi? Kaçmak için yapıyorsun bunu!"

Firuze'nin yüzünde acı bir ifade belirdi. "Hayır,kaçmak için yapmıyorum." dedi. " Senden uzak durmam gereken sebepleri hatırladım. Hatırlattı birileri!"

Ezra'nın bu acı ifadeye karşılık daha da sabrı taştı.

"Kimmiş o birileri? " deyip cevap alamayınca tamamen delirdi."İyi sıhhatte olsunların mı geldi Firuze? Kim diye sordum sana!"

Firuze'den yine cevap yoktu. O sırada otomatik kilitli kapıyı kıracakmış gibi açmaya çalışmakla meşguldü.

Ezra'nın,Firuze'nin bu hallerine karşı öfkesinden buz mavisi gözleri çakmak çakmak olmuştu.

"Aferin sana!" dedi en sonunda çileden çıktığını belli ederek. Bir eli direksiyonu bırakıp havaya kalktı. "Bende sanıyorum ki yıllar sonra karşımda olgun bir kadın bulacağım ama hala çocukça hareketler yapacak kadar olgunlaşmamış. Ne yazık..."

Ezra acı bir frenle arabayı durdu. O yerinden kıpırdamazken Firuze ise öne doğru savruldu. Ezra konsola yapışmak üzere olan kızı kolundan tuttu ama Firuze hırsından kolunu da hızla çekti.

"Sen nereden bileceksin benim yaşadıklarımı be?" dedi Firuze birden yükselerek. Ona doğru eğildi.

"Sen," dedi işaret parmağını ona doğrultarak. "Ayakta uyumaya devam et. Bir gün gelecek her şeyi bir bir yüzüne vuracağım. Bir gün bütün sebeplerimi haykırarak söyleyeceğim ama bil ki yine dinmeyecek acım."

Firuze, Ezra'nın yüzüne dolu dolu gözlerle baktı. Şok olmuştu bu çıkış karşısında ama yine de belli etmedi.

"Sen bana ne hakla olgun olmamakla suçlarsın ya?" dedi Firuze yıllardır içinde tuttuğu nefretiyle. "Benim gittiğim yalnızca bir şehirdi," Sonra üç yıldır içinde tuttuğu acısı dile geldi. "senin ise kadınlar."

Ezra bu sözlerle irkilir gibi oldu. Firuze'nin neyi ne kadar bildiğini bilmiyordu ama genç kadını yüzündeki acılı ifadeyi de beklemiyordu. Onu bırakıp giden kadın bu değildi. Giderken sebepti şimdi ise o sebeplerin suçlusu yalnızca Ezra'ymış gibi davranıyordu.

Firuze haksızdı aslında. Ezra tam tamına onu 22 sene beklemişti. Büyüsün, okusun, mesleğini eline alsın ama en önemlisi ise Firuze ona gelsin istemişti.

Bu bekleyişinde ki en büyük sebebi teyzesi Dilzar'dı. Daha on sekizindeyken bir gün odasına gelmiş ve sanki can havliyle birinden kaçıyormuş gibi bir telaşla onunla konuşmuştu.

Ezra bu telaşın sebebini hiçbir zaman öğrenememişti.

Firuze de gönlün olduğunu bilirim cânemin, demişti teyzesi. Ama bunu açığa çıkartırsan babası ne onu okutur ne de san yâr eder. Bırak okusun, mesleğini eline alsın.

Ezra o zaman ben sahip çıkacağını, okuması için de elinden geleni yapacağını söylemişti. Zaten daha yaşları da küçüktü. O,Firuze onu sevsin istiyordu yalnızca. Yine de Dilzar kabul etmemiş ve gönlündeki sevdasını saklamasını söylemişti.

Ezra da susmuştu.

Sevdası susunca o da sessizliğiyle anılır olmuştu.

Oysa yılları birlikte geçmişti Firuze'yle. Onu kundakta ilk gördüğü günü son nefesine kadar unutmayacaktı. Pamuk tenli bir yüz ve simsiyah gözler. Bebeğin gözleri ona kilitlendiğinde Ezra taşların büyüsüyle büyülenmiş gibi hissetmişti.

Babaannesinin kulağına eğilip şu sözleri dediğini hatırlıyordu;

"Adını Firuze koyduk Üzeyir'im. Tıpkı gözlerinin rengi gibi. O senin mucizen olacak. Sen gözünü kapatsan bile o senin görünmeyen iki gözün olacak."

Ezra yavaşça uzanıp bebeğin yanağına dokunmuştu. "Nasıl olacak yâde?" diye sormuştu. "O daha küçücük."

Severken bile kırmaktan korktuğu değerli bir mücevher gibi dokunmuştu önündeki bebeğe. Arjin bu haline tebessüm etmiş ve, "O senin ruhunun diğer yarısı olacak." demişti. "Senin görmediğin yerde o, onun görmediği yerde sen görürsün."

Ezra anlamış gibi başını sallamıştı ama anlamamıştı o an. Ruh neydi? Neden yarımdı da karşısında ki minik bebekle tam olacaktı. Hiçbirini bilmiyordu.

O minik bebeğin, kalbinde filiz atıp büyüdükçe bir çınar ağacı heybetinde bir sevdaya dönüşeceğini de bilmiyordu o zamanlar.

Ezra bu sevdayı kendini bildi bileli yüreğinde taşıyordu ama sevgisi hep uzaktan olmuştu. Ne elini doğru düzgün tutmuştu Firuze'nin ne de bir kere olsun önünde büyüyüp genç kadın olan sevdiği kadının yalnız tenini arzulamıştı.

Elbette erkek olduğunun farkında olduğundan beri ona karşı bir çekim duymuştu ama yalnızca bu değildi onun için.

Dokunmaya kıyılmaz derlerdi ya öyle sevmişti. Her anında yanında olmuş, büyümesine şahitlik etmiş, onu bütün kötülüklerden korumuştu.

Sonra bir şey olmuştu.

Samira bu şehre geldikten sonra bir şey olmuştu Firuze'ye. Ezra onun sevgisinden emindi. Hatta bazen onunda kendisine karşı boş olmadığını hissetmişti ama bir gün tak diye Firuze değişmişti.

Onunla Samira 'nın arasını yapmaya çalışmış, Firuze'yle gittiği çiftliğe beyaz suya, pikniklere, at gezilerine hatta ve hatta birlikte çıktıkları Firuze tepesine bile onu çağırmıştı.

Ezra için en çok Firuze'nin sevdiği o tepeye Samira 'yı çağırması koymuştu. Üstelik o zamanlar araziyi satın almış ve onun için oraya teraslı bir restoran yaptırtmak için son izinlerini almaktaydı.

Ezra için her şeyin, yıllardır hayal ettiği geleceğin tam manasıyla başına yıkıldığı günlerdi.

Annesinin ve amcasının da artık evlenmesi gerektiğini söyleyerek onu iki yandan sıkıştırmışlardı. Ezra'nın sevdası kanadından vurulmuş bir turna misali yere çakılmıştı.

Yere çakılan turnanın son nefesi vermesi ise Firuze'nin bir gece ansızın onu çağırdığı çiftlik evinde Firuze yerine Samira'yı karşısında bulması ile gerçekleşmişti.

Ezra o günden sonra bir daha ayağa kalkamamıştı. Sevdasından da ümidini kesmişti.

Firuze onu hiç sevmemişti.

Belki arkadaşça belki de kardeşçe sevmişti ama onu hiç Ezra'nın gözünden görmemişti. Hatta başından atmak için elinden yapmıştı.

Sonrada gitmişti. O gidince Ezra da üniversiteyi okumaya gittiği İtalya'ya gitmişti. O ilk senesinden hala utanıyordu. Normalde gözünün ucuyla bile bakmadığı kadınlarla söküp atılan kalbinin yerini doldurmaya çalışmıştı.

Olmamıştı. Ne sökülen kalbin yeri dolmuştu ne de Ezra'nın ölü de olsa kalbi susmuştu.

Şimdi kendisinin de hata olarak gördüğü o zamanlar yüzü vurulunca Ezra'nın canı yandı. Normalde kıyamazdı ama haksız yere Firuze onu itham ediyordu.

O gitmişti. O Samira 'nın kucağına atmıştı Ezra'yı. O sevmemişti asıl. Bu yüzden onun da canını yaktı.

"Nişanım olsa en önde alkışlamak isteyen hevesli hallerine karşılık, fazla iddialı sözler bunlar Firuze." dedi, Ezra onun bu birden parlayan öfkesini yerle bir etti. Karşısındaki Firuze olduğu için sabrının sınırı da çabucak tükeniyordu ama onun bağırmasına karşılık yine de sesi sakindi.

Bu sefer yıkılan Firuze oldu.

"Sen benden vebalıymış gibi kaçarken senin sebeplerini öğrenemediğim için de kusuruma bakma." dedi Firuze'nin burnundan soluyan öfkeli ama bir o kadar da güzel yüzüne bakarken. "Senin peşinden gelemeyeceğim tek şehre kaçınca ne yapmamı bekliyordun?"

Bu cümleden sonra ikisi de duraksadı. Firuze'nin öfkesi saman alevi gibi söndü. Geriye acısı kaldı.

Ezra bir an onun ağlayacağını sandı. Öyle ki acıdan kıvranıyordu sanki karşısında. Alev alev yanan teninde, dudakları sustuğu sözler kadar kan kırmızısıydı. "

"Sebeplerim vardı." dedi Firuze yıkılmış bir sesle.

Dişleri birbirine bastırılıydı.

"Neymiş bu sebepler?" dedi Ezra. "Kimmiş o sebepler?" dedi daha yüksek sesle. Sonra ona neredeyse bağıracak olduğunu fark ederek başını yana doğru çevirdi ve derin bir nefes aldı Ezra.

Bağırmazdı. O, Firuze'ye asla bağırmazdı.

Firuze onun sıkmaktan gerilmiş çenesine, güzel yan profiline acı gözlerle baktı. Ezra ona baktığında saklayamadı acısını.

Ezra da bu acıyı gördü. Gözleri kıyamıyormuşçasına dolandı genç kadının yüzünde. "Ben senin saçının tek bir teline dahi zarar gelse bozarım yemini, öldürürüm de ölürüm demedim mi Firuze? Vermedim mi yıllar önce bunun sözünü? Söyle bana!" dedi.

Vermişti Ezra. Firuze'de şahitti buna. Tam konağın avlusunda etmişti bu yemini.

Daha 15 yaşındaydı Firuze. Ezra ise 20.

Zeyd öldürülünce herkes Mardin'e dönmüştü. Firuze ise lise hayatını mecburen Mardin'de okumak zorunda kalmıştı.

Bulunduğu özel okulda aşiret çocukları da vardı.

Firuze'nin her sözü, her asi davranışı olay oluyordu. Zaten hırçın bir genç kızdı ama ergenliğinde daha da hırçın olmuştu. Utanıyordu o zamanlarından çünkü aşiret kızı olması yetmiyormuş gibi birde çete yapmıştı kendisine. Aslında haklıydı bunu yapmakta çünkü gittiği ilk andan itibaren Eraslanlar aşiretinden de çocukların olduğu lisede, zorbalığa maruz kalacağını anlamıştı.

Koçak kızıydı adı. Saruhanların sığıntılarıydı.

Firuze'de en çok bu söze dayanamamıştı. Laf söylemeleri ona koymuyordu. O zaman da dili pabuç gibiydi zaten. Sözleriyle anında karşısındaki yerin dibine sokabilmek gibi bir yeteneği vardı ama babasına hatta Arjin'e kadar laf söyleyen el kadar veletler, onu o zaman da çileden çıkartıyorlardı.

Kendisi de anne tarafından Eraslanlardan olması umurlarında bile değildi üstelik. Bu yüzden tek arkadaşları Saruhanların akrabalarındandı o zamanlar.

Bir gün dehşet bir kavga olmuştu.

Firuze tam okul çıkışındayken Eraslanların torunu olan Necdet ve Hasan ona laf atmışlardı. İkisi de birbirinden beterdiler. Okula silahla gelen, etrafta mafyaymış gibi dolanan, Firuze'ye göre fasulye kadar akılları olmayan dağ kaçkınlarıydılar.

Son sınıflardı ama iki sene okulu uzatmışlardı. Ezra ile yaşıtlardı normalde ama hala burada kendilerinden küçüklere zulmetmeyi eğlence sanıyorlardı.

Firuze onlar hakkında uyarılmıştı. Bu yüzden umursamamıştı.

Normalde çıkışta çoğu zaman Ezra ile giderdi veya abisi ile birlikte gelirlerdi. Hiçbiri yoksa Bedran son sınıfta olduğu için onunla eve gelirdi ama sefer üçü de yoktu.

Hatta her zaman etraflarında dört dönen korumalar bile yoktu. Bedran ve Baran okula gelmemişti. Ezra'nın da işleri vardı.

Firuze dişlerini sıka sıka onların önünden geçerken, "Ne olur sanki bize de bir kere versen Koçak kızı?" demişlerdi. Firuze birden olduğu yerde donup kalmıştı. "Bizde sana altından tokalar alırız. Tokayı yapamayız belki ama onu da hizmet bedeli say."

Firuze'nin o gün saçında Ezra'nın ona ilk defa yaptığı Firuze taşlı, kanatlarında minik kristaller olan Yusufçuk şeklindeki tokası vardı.

Firuze zaten bu tokanın tüm Midyat'ta konuşulduğunu biliyordu. Gururla takıp çarşıya çıkar, salına salına da dolanırdı çarşıda çünkü o Ezra'nın hediyesiydi. Ezra verdiği sürece her toka değerliydi. O zaman arabesk şarkılar dinlemesinin, annesinin arada abi mi desen Ezra'ya kızım laflarıyla ortayı birbirine katacak kadar olay çıkarmasının sebebiydi Ezra.

Ve ilk defa bu kadar ağır bir ithama maruz kalmıştı. Bu yüzden bir hışımla, "Ne diyorsun siz be?" diyerek onların üstüne yürümüştü. Oğlanlar tepki alınca yaslandığı duvardan dikleşip sırıtmışlardı.

"Ne diyeceğiz Firuze?" demişti Necdet. "Güzel kızsın diyoruz. Artık sıra bize de mi gelse diyoruz?" demişti, yüzünde hevesli bir sırıtma vardı.

Firuze'de ona birden sahte bir şekilde gülümseyince karşısındaki iki adam da hevesli aç köpekler gibi bir salya akıtmadıkları kalmıştı.

Firuze bu gevşek gülümsemelerden tiksindiğini göstermeden tam önüne gelmişti Necdet'in. Yavaşça onun omuzlarına elini koyunca genç adamın göğsü hızla inip kalkmaya başlamıştı.

Firuze'ye inceden yanık olduğunu Firuze dahil herkes biliyordu zaten.

"Ne vereyim Necdet?" demişti Firuze sakin bir sesle. Onun gittikçe artan iğrenç gülüşüne bakarken. Sonra Ezra'nın ona gösterdiği gibi alnını Necdet'in burnuna resmen gömmüştü.

"Bunu mu vereyim piç!" diye bağırmıştı. Alnı çok acımıştı ama karşısındaki oğlanın burnunu kırdığı için değmişti.

Bu tabi ki olayın sadece başlangıç kısmıydı.

Kavgayı gören gelmişti. Baskın olan karşı taraf olunca yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır diyen Bedran 'ın sözünü hatırlamış ve olay yerinden kan revan içinde tüymüştü.

Allah'tan o gün arama vardı da kimse yanında silah falan getirmemişti. Yoksa bu okulda silah taşıyan aşiret çocuğu da az değildi.

Firuze o gün çıkardığı kavgayla kesin canından olurdu.

Gerçi sonra işler daha beter bir hal almıştı. Firuze kendini zorla eve attığını atıyordu. Hatırladığı tek şey avluda Ezra'nın kollarındaydı. Zor kötek olanları anlatınca bunca yıldır tanıdığı adamın babasının ölümünden beri ilk defa böyle delirdiğini görmüştü.

Kollarında Firuze'si, avlunun ortasında haykırmıştı.

"İki gözüm, aç gözünü!" demişti Firuze artık göz kapaklarını açamayınca. Firuze'nin hala aklındaydı Ezra'nın o an ki korku dolu sesi. "Sana bir şey olursa bozarım yeminimi!" diye haykırmıştı göğe. "Başlarına yıkarım Midyat'ı! Öldürürüm onları!"

Firuze o yeminin nasıl verildiğini biliyordu. Ezra babası ölünce onun mezarının başında Arjin'e vermişti bu sözü. Eğer yemini bozulursa Mardin'de oluk oluk kan akardı. Bu yüzden hayır demeye çalışmıştı ama olmamıştı.

Firuze bilincini kaybetmeden önce, "Öldüreceğim onları!" dediğini hatırlıyordu.

Sonra hastanede uyandığında ilk olarak Ezra'yı sormuştu Firuze. Çok korkmuştu çünkü. Çok şükür ki öldürmemişti onları ama ikisini de öyle bir dövmüştü ki o salakların iki ay boyunca hastanede yattığını biliyordu.

Bu olayın nasıl kan davasına dönmediği ise muammaydı. Hala kime sorsa cevap vermezlerdi ama bu olaydan sonra kimse bir daha Firuze'ye tek bir laf daha edememişti.

Firuze aynı sözü duyunca yüreği korkuyla doldu. Ezra onun için bozarsa yeminini bu vebalin altında yaşayamazdı.

"Söyle Firuze." dedi Ezra uysal bir sesle. Öyle bir baktı ki ona sanki parmak uçlarında tuttuğu en değerli taştı. "Kimden korkuyorsun?"

Firuze başını sağa sola hızlı bir şekilde salladı. "Kimseden." dedi. Buraya geleli bir gün olmuştu. Şimdiden bütün foyası ortaya çıkmak üzereydi. Utanmasa neredeyse her şeyi söyleyecek kıvama gelmişti.

Üstelik yalnızca gördüğü bir kadındı.

Ezra uzanıp hafifçe Firuze'nin çenesine dokundu. "Yalan söyleme bana." derken karşısındaki sevdiği kadının gülen yüzünün altında ölen ruhunu görür gibi oldu.

Firuze geri çekildi. Her şeyin ortaya çıkması sadece dudaklarının arasından çıkacak tek bir cümleye bakardı.

Katil oldum ben, derdi. Ellerimi kana buladım.

Ama diyemedi. Sanki boğazındaki düğümü yutmak ister gibi yutkundu. Ezra'nın gözleri onun gerdanına takıldı. Eli aşağı indi.

"Sustukları bir urgan," dedi parmakları hafifçe boynuna dokunarak. "Yıllardır suskunluk yemini etmiş bir Firuze."

Firuze ağlamamak için dişlerini sıktı.

"Sustuklarımı bilmem de," dedi Firuze. Gözünün önünde neredeyse Samira 'yı öpmek üzere olan Ezra'nın görüntüsü canlandı. "Zamanında gördüklerimdir o urganı boynuma geçiren." Firuze, Ezra'nın anlamlandıramayan mavi gözlerine baktı. Kendi mezarını tam bu şekilde kazımıştı.

"O gün de senin tanıdığın Firuze ölmüş belli ki."

Sonra geri çekildi. Kapıyı açtığında Ezra ona uzanamadan aşağı indi. "Firuze!" diye bağırdı Ezra arkasından o aşağı inerken. "Öyle anlamsız sözler edip haklı çıkartamazsın kendini! Cesaretin varsa söyle ne gördüğünü? Söyle de anlayayım yıllardır bitmek bilmeyen şu derdini artık!" dedi.

Ama Firuze'nin cesareti yoktu.

Bu yüzden arabanın kapısını sert bir şekilde sonunda çileden çıkarttığı Ezra'nın suratına kapattı. Sonra arkasını dönmeden yürümeye başladı. Elleri gövdesine sanki kendini korumak istercesine sarılmıştı.

"Ağlamak yok!" dedi kendi kendine. "Ağlarsan düşersin. Düşersen de kalkamazsın!" Göz kapaklarını hızla birkaç kere kapatıp açtı göz yaşları geri gitsin diye.

"Yapma Firuze!" dedi hala iyi gelmediğini fark edince. "Sakın! Sen düşersen kardeşine kim sahip çıkacak?" Arkasına bakmamak için kendini zor tutuyordu. Bakarsa kendini tutamazdı. Yığılırdı sokağın ortasına. "Kim annenin ahını yerde koymayacak?" diyerek kışkırttı kendisini.

Tırnaklarını kollarına bastırdı.

"Aşk biter, sevda biter!" derken hızla bir araba geçti yanından. Ezra'nın arabasıydı bu. Durmadı yanında, hızla hatta onun öfkesini hissettirircesine geçip gitti yanından.

"Bırak gitsin Firuze." dedi Firuze. Yüzündeki kalbi kırık ifadeden ise bihaberdi. O kalbi kırık genç kadın, bu sokaklarda büyümüştü.

Onu ardında bırakan genç adam, yürümeye başladığında ilk adım attığı erkek çocuğuydu. Gözünü açtığında ilk onu görmüştü. İlk onunla arkadaş olmuş, ilk onun elini tutmuştu. Bu sokaklarda birlikte oynamış, hep onun peşinde dolanmıştı.

At binmeyi ondan öğrenmişti. Sapanla kuş vurmayı ondan öğrenmişti.

Hoş o sevmediği insanların üstüne taş atmayı daha çok sevmişti ama öğrenmişti sonuçta.

Bu sokağın dili olsaydı şayet bir köşeden neşeyle koşan uzun siyah saçları olan bir kız çocuğunu anlatırdı ona.

Arkasında gök mavisi olan bir başka çocuk koşarken, "Firuze koşma!" dediğini söylerdi. "Koşma yine canını yakacaksın. Sonra yine kollarımda ağlayacaksın."

Firuze onun kollarında ağlamak için yine koşar yine de düşerdi.

Bu sokak dile gelseydi sokağın diğer köşesinden iki genç atıyla hızla aşağı doğru inecekti. Genç kızın saçları arkasından uçarken gök mavisi gözleri olan genç adam ona seslenecekti.

"İki gözüm, dikkat et." diyecekti. "Dizginleri böyle asılırsan at üstünden atacak seni. Sonra kırık bacağınla seni hep taşımamı isteyeceksin."

Firuze sırf o taşısın diye yine düşerdi.

Şimdi ise onun yokluğuyla ayakta kalmak zorundaydı. Sokağın köşesini döndüğünde iki konağın olduğu yol önüne çıktı. Ezra arabasından çıkmıştı. Tam arabasının kapısını kapatmak üzereydi ki ikisi göz göze geldi.

Firuze direkt bakışlarını kaçırırken Ezra sert bir şekilde arabanın kapısını kapattı.

"Ayakta kalacaksın." diye mırıldandı. "Onsuz ayakta kalacaksın."

Ezra ona yüzünü çevirdiğinde, "Sen hep yaptıklarının bedelini ödeyeceksin." dedi.

Kendini mahkûm ettiği hayattaki en büyük ceza Ezra'sızlıktı. Firuze her şey bittiğinde bu uğurda yıkılacağını en başından beri biliyordu.

Sadece zamanı geciktiriyordu. Onsuz hayatını, ödeteceği bedel için yaşıyordu.

Yoksa yaşamanın pek bir manası da yoktu. Bunu yıllardır sürekli kendine tekrar ediyordu.

𓇚ꕥ𓇚

Firuze yukarı çıkıp duş aldıktan sonra üstünü değiştirirken Dildar yeni uyanmıştı. Firuze üstüne krem renginde kare yakalı, karpuz kollu diz hizasında bir elbise giymişti. Boynuna sitrin taşlı iki parçalı bir kolye takmıştı. Kolyenin birinci parçasında damla taş, ikincisinde ise yuvarlak bir sitrin taşı vardı.

Sitrin 'in rengi de kehribarı hatırlatıyordu ona ama Firuze takmadan duramamıştı. Aynı taştan bir tarak tokayı da saçlarını geriye doğru tarayıp arkasında tutabilmek için kullanmıştı.

Firuze hazırlanırken Dildar sessizce onu izliyordu.

"At bindikten sonra böyle suratın asık olmaz, abla." dedi Dildar, Firuze saçlarını yaparken. "Kötü bir şey mi oldu?" dedi.

Firuze ona bakıp gülümsedi. "Yok ablacım." dedi . "Sıcak hava çarptı muhtemelen." diyerek gülümsemesini daha da genişletti. "Biliyorsun yolculuklar beni hep sarsar."

Yalandan biri ölmüş olsaydı Firuze çoktan tahtalı köyü boylamış olurdu. Firuze baş parmağına yılan gibi kıvrımlı olan bir tane daha yüzük taktı.

Elini yumruk yaparken kendini aşırı gergin hissediyordu. Sanki birine vursa rahat edecekti. Öyle bir gerginlikti bu.

"Teyzem yine bizi çağıracak muhtemelen." diyerek konuyu değiştirdi. Dildar hemen olmaz der gibi başını salladı.

"Bir kere yeterli." dedi. "Bir daha gelmeyeyim ben abla."

Firuze yüzündeki gülümsemeyi korumakta oldukça zorlandı. Dildar'ın yüzündeki endişe bile onun için ne kadar zor olduğunun göstergesiydi.

Ve bu durum Firuze'nin çok zoruna gidiyordu.

Üstelik Dildar dünden daha solgun gözüküyordu. Sanki tek uyuyamayan o değil gibiydi ama Firuze buradan ayrıldığında onun uyuduğuna emindi.

Emin olduklarının bile yanlış olduğundan bihaberdi.

"Ablam..." dedi Firuze, canını yakmadan ona tavsiye vermek için yavaşça ona doğru döndü. Tam o anda kapıları açıldı ve içeri elinde telefonla Sahra girdi. O da işe gidermiş gibi hazırlanmıştı.

Üstünde siyah bir takım vardı. Takımın eteği bile jilet gibi ütülenmişti. Bugün sabah tüm eşyaları getirtilmişti. Başında ise siyah bir şal vardı. Zaten Firuze onu siyah haricinde çok nadir başka bir renk şal takarken görmüştü.

Bir kere siyah şal takınca başkasını takamıyorsun diyerek bu konu hakkında harika bir savunması vardı Sahra'nın.

Firuze eşyalarına dokunulmasından nefret ederdi ama kendi eşyalarının da getirtilmesine mecburdu. Evinin anahtarının yedeğini adamlara söylerken bile evlerine başkalarının girecek olmasından rahatsızdı.

Üstelik bu görevlilerin kadın olması da bir şey değiştirmiyordu. Bu sabah arabaları da getirtilmişti. Ezra'nın ona karşı aldığı tavırdan sonra arabasının da gelmesi bu olayın üstüne tüy dikmek gibi olmuştu.

Firuze, Sahra'nın ciddi hatta hafif sinirli yüz ifadesine bakarken telefon ona uzatılıp, "Kadir Abi." denilince Sahra gibi gerildi.

Kadir, iki kızın da hem akıl hocası hem babası gibiydi. İkisinin de patronu olması bu özellikleri daha da arttırmıştı. Onları çok sever ve ayrı bir özenle korurdu. Hatta zamanında onları bataklıktan kurtaran da bir nevi bir baba gibi olan bu adamdı.

Her şeyden haberdar olup onlara yol gösteren o olmuştu ama öyle huyu vardı ki iki kızı da çileden çıkartırdı.

Kurnazdı.

Kadir en kötü olayı bile fırsata dönüştürecek kadar kurnaz bir adamdı. Firuze, Sahra'nın surat ifadesine bakarak yine ikisinin memnun olmayacağı bir şey istediğini anlayabiliyordu.

"Efendim abi!" diyerek telefonu açtı. Kadir'in neşeli sesi hoparlörden duyulduğunda hafif gülümsedi.

"Günaydın, Koçak Hanım." Ona görevini hatırlatmak istediğinde soyadını kullanırdı hep. Firuze daha da huzursuzlandı. "Bugün yüzünüzü büroda göremedik ama yine de günaydın olsun. Sen memlekette açmışsın gözünü."

Firuze, Kadir'in alaycı sözleriyle yüzünü ekşitti. "Sana da günaydın abi ve lütfen geç bu imaları!" dedi yine de altta kalmamak için. "Yadê 'nin sana haber vermemiş olması imkânsız. Buraya onun isteğiyle geldiğimizi biliyorsun."

Firuze, Dildar'a kaçamak bir bakış attı. Dildar bu durumu bilmese de yine de hiç tepki vermeden ona bakıyordu. Firuze dışarısı güvenli olsaydı odadan çıkardı ama dışarı odadan daha tehlikeliydi. Bu yüzden mecburen odada kaldı.

"Geçmiyorum, Firuze Hanım." dedi Kadir birden değişen ciddi bir sesle.

Firuze bu ses tonunu duyunca başının belada olduğunu anlayarak yüzünü ekşitti. Tabiri caizse faka basmıştı.

"Madem temelli oradasın oradaki bütün işleri de sizin üstünüze yıkıyorum bir de." Sonuna doğru yüzünde beliren meydan okuyan ifadeyi hayal edebiliyordu Firuze.

"Var mı itirazın?" dedi Kadir.

Firuze bu meydan okumaya karşılık Sahra'ya biz bittik temalı bir bakış attı. "Hayır!" dedi hemen geri adım atarak. "Kadir abi hayır ya!" dedi birden bütün her şey üstüne üstüne geliyormuş gibi hissetti.

Sanki sürgün edildiği memleketine tekrar hapsedilmek üzere gönderilmişti. "Benim orada müvekkillerim var. İnşaat şirketinin işlerine zor yetişiyorum abi ben. Daha geçen yapılan işçi kaçakçılığının davası bitmedi."

Kadir itiraz kabul etmez bir sesle, "Firuze, "dedi. "Kim uluslararası hukuk alanında yüksek lisans yapıyor?" dedi. Firuze sinirden baş ve işaret parmağını burun kemiğine bastırdı.

"Ben abi..." dedi yılmış bir sesle. Bunun üzerine Kadir telefonun ardında sırıttı ama Firuze bunu görmedi.

"Öyleyse Güher'in işi sende, hatta sizde." Firuze, Sahra'ya baktığında o da ona sen beni yaktın der gibi bakıyordu.

"Yakında Ezra'nın uluslararası bir lansmanı yapılacak, aralıklarla üç şehirde olacak. Los Angeles, İstanbul ve Roma. Güvenlik prosedürlerinden tut, bütün hukuki süreçlerin hepsinden sen sorumlu olacaksın."

"Yok deve." dedi Sahra telefondaki emri duyarak. Birbirlerine çaresiz bir bakış attılar.

Firuze isyan eder gibi inledi. "Abi!" dedi. "Çok ağır bunun yükü, iki şirketin de sürüyle avukatı var. Neden ben?"

Kadir keyifle kahvesini yudumlarken üstlerden emir geldiğini dile getirmeyecekti. Bu emir onun başı gözü üstüneydi. Hatta işine gelmişti.

Arjin'in her dileği onun için emirdi.

"Sorgulama, Firuze. Sorgulama kızım!" dedi Kadir hadi beni uğraştırma der gibi sıkkın bir sesle. "Bugün git, Kemal Bey sana bilgilendirme yapsın. Yeni koleksiyonun korunması için bir sözleşme hazırlanacak. Bugün Ezra'nın imzalaması gerekiyor. Yetki sende." dedi.

Firuze tekrar, "Abi..." dese de nafileydi. Bu yüzden çaresizliği sesine yansıdı. Kısık sesle, "Abi, burada hiçbir şey olmamış gibi kalamam." dedi.

Bu çaresizlikte yatan çığlığı bir Kadir bir de Sahra duydu.

Bana kanıt lazım, diyordu Firuze. Yoksa kendimi aklayamam.

Kadir'in telefonun ardında merhametle yüzü yumuşasa da bir şey demedi Firuze'ye. Çare Arjin'deydi, onda değildi çünkü.

Bu yüzden, "Hadi, miqatê xwe be. Ji her kesî re silav beje. (Hadi, Allah'a emanet ol. Selam söyle herkese." dedi sadece Kadir.

Firuze onun frekans değiştirip Kürtçe konuşmasından onun sözünü dinlemeyeceğini bir kez daha anladı.

"Ez ê bejim. ( Söylerim.)" dedi ama daha cümlesini bitirmeden telefon kapatılmıştı. Firuze, Sahra'ya döndü sıkıntılı bir ifadeyle.

Elinde telefon öyle kalakalmıştı. "Sıçtık!" dedi. "Valla kocamanından hem de." dediğinde Dildar arkasından kıkırdadı.

Sahra ise ona elini uzattı.

Firuze ilk ne demek istediğini anlamadı. Sonra idrak etti. "Vermiyorum para falan." dedi. "Her küfrettiğimde para verseydim sefalete düşerdim. O kutu senin için, Sahra Hanım."

Sahra küfretmeyi bırakmak için kendisine bir kumbara almıştı. O kumbaraya ne zaman küfretse para atıyor, o parayı da yetimlere yardım için kullanıyordu.

Sahra tek kaşını kaldırdı. "Kurunun yanında yaş da yanıyor işte." dedi kendine yapılanı onun yüzüne vurarak. Sonra elini geri çekti.

Firuze ise tarlası yanmış köylü gibi yere çökmemek için kendini zor tutuyordu. "Ya ben ne bileyim buraya geldiğimiz an herkesin bu anı bekliyormuş gibi aç kurtlar gibi saldıracağını?"

Sahra'nın buna diyecek bir şeyi yoktu. O zaten buraya geldiğinden beridir az buçuk olacakları tahmin ediyordu. Firuze köşeye sıkıştırıldığını görebiliyordu ama bunun neden yapıldığını anlayamıyordu.

Sahra'nın ise büyük bir tahmini vardı.

Firuze, Dildar'a döndü. "Ablam bize biraz müsaade eder misin? Sahra ablanla bir şey konuşmam lazım benim." dedi.

Dildar hiç alınganlık göstermeden ayağa kalktı. "Keriman abla da sen gelmeden önce odaya geldi. Peynirli gözleme yapacakmış. Gidip de onu yiyeyim bende bari." dedi. Yüzündeki neşeli ifadeye karşılık Firuze de gülümsedi.

"Bal olsun, bal! " dedi ve Dildar yanından geçerken genç kızı kendine çekip kıvırcık saçlarını hafif karıştırdı. Sonra da saçlarından öptü.

"Ya abla!" diye yakınsa da Dildar, ikisi de halinden memnundu. Sonra Dildar çıktı dışarı. Kapı kapandı iki kız kardeşin de gülümseyişi soldu.

İkisi de birbirlerine karşı oyun oynuyorlardı.

Firuze, Sahra'ya döndü. "Ben gitmek istiyorum, Sahra." dedi. Sahra arkadaşının yüzündeki çaresiz ifadeyi görünce üzüldü. "Valla bak gel gidelim. Yurt dışına kaçalım. Buluruz biz savunacak birilerini, kimse yediğim haltları da hemen ispat edemez ortalıktan kaybolursam ama Midyat'ın havası bana iyi gelmiyor. Ben aptallaşıyorum." dedi.

Firuze ellerini omuzlarına koydu ve kaskatı olan omuzlarını ovuşturdu.

"Ben yokken bir şey mi oldu?" dedi Sahra şüpheci bir ifadeyle. Ellerini göğsünde kavuşturdu. "Kadir abinin iş yüklemesine edilecek isyandan fazlası var gibi."

"Aklımı peynir ekmekle yemişim, o oldu." dedi Firuze birden çıkışarak.

Sahra bu çıkışlara alışıktı, bu yüzden sakin bir şekilde ona bakmakla yetindi. Firuze'nin de hemen söndü alevi, suçlu suçlu baktı Sahra'ya.

"Bu sabah ata binmeye gittim." dedi yaramazlık yapan bir çocuk ifadesiyle. "Çiftliğe bırakacaktım atımı. Orada Ezra ile karşılaştım."

Sahra'nın yüzünde mimik oynamadı ama Firuze karşısında dört dönüyordu. "Salak gibiydim resmen." Elini alnına vurdu. "Ah salak kafam, ah!" dedi.

Sahra hafif gülümsedi ama Firuze ona dönünce hemen dudaklarını ciddiyetle birbirine bastırdı. "O kadar salaktım ki. Beni bırakırken Samira'yı gördüm. Arabaya doğru el sallayınca delirdim resmen. Bir sürü şey saçmaladım. Adamı suçladım bir de sanki her şeyden haberdarmış gibi." dedi.

Sahra sakin bir şekilde yatağın üstüne oturdu.

"Ne dedin?" dedi.

Firuze dudağını büzdü suçlulukla. "Durdurttum arabayı. Bağırdım, çağırdım! Beni çocukluk yapmakla suçlayınca sebeplerim olduğunu ima ettim. Ayakta uyuyorsun diye kışkırttım onu."

Firuze kendi yaptığı aptallığa karşılık alaycı bir şekilde güldü. "Yani kısacası bir tek gel Ezra'cım bilmediklerin var, sana her şeyi anlatacağım demediğim kaldı."

Sahra böyle olabileceğini tahmin ettiğinden yalnızca hafif yüzünü ekşitti ama bu bile Firuze'nin yaptığı hatayı gözünde büyütmesine sebep oldu. Firuze makyaj masasının önündeki koltuğa yığılırcasına oturdu.

"Firuze.." dedi onun yıkılmış haline bakarken Sahra. "Anlatsan ne kaybedeceksin ki artık? Kaybedecek neyin kaldı?"

Firuze dolu dolu gözlerle ona baktı. "Neyim mi?" dedi dirseğini makyaj masasına yaslarken. "Sence neyi kaybederim Sahra? Hangi birini sayayım? Hangi birinden başlayayım?" dedi.

Sahra, onun tekrar yükselmesine karşılık sakin kaldı.

"Onun sana nefretle bakması haricinde kaybedeceğin pek bir şey yok." dediğinde ise can evinden vurdu onu. Firuze, Sahra'dan gözlerini kaçırdı.

"Yıllar geçince bir şeyler değişir sandım şu yüreğimde." dedi Firuze diğer elini göğsüne bastırarak. "Ama bazı şeyler kazınıyor sanki. Bir türlü silinmiyor."

Firuze, Sahra'ya baktı. Sahra, "Dün unuttum derken büyük konuştuğunu biliyordum." dedi.

İkisi de bir an sessiz kaldı.

"Büyük konuşmak değil aslında. " dedi Firuze, şimdi biraz olsun sakinleşmişti.

"Başlamamış bir hikâyeye karşı yas tutmayı bıraktığımı sanıyordum. Ben onu çok sevdim," Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi Firuze'nin.

"Onun da beni sevdiğine inanıyordum. Dile gelmese de aptal değildim ben, göz bebeklerimin içine bakardı. Oraya en ufak bir hüzün düşse ben tekrar mutlu olana kadar canını ortaya koyardı. Ama sonra biz başlamadan bittik. Ben o sevginin neye ait olduğunu anlayamadım bile. Şimdi gelince..." dedi Firuze. Sesinin titrediğini fark edince olduğu yerde dikleşti.

Kendini koyuvermek üzereydi. "Bu sevgi neye ait olursa olsun ne kadar hasret kaldığımı fark ettim." Sonra Sahra'ya döndü.

"Ben şimdiden böyleysem yandık, Sahra." dedi ağlamaklı bir sesle. "Gidip teslim olsam daha iyi." Espri yapıyordu, gülüyordu ama yüzündeki ağlamaklı ifade sözlerine güldürmüyordu.

Sahra ilk defa onu bu kadar çaresiz görüyordu. Oysa aralarında hiç pes etmeyen, çabalayan o olurdu. Aşk insanın gerçekten elini kolunu bağlıyordu.

Bu yüzden ona yalnızca teselli etmek düşüyordu.

"Olan olmuş artık." dedi her zamanki sakinliğiyle Sahra. "Şimdi ortadan kaybolsan daha çok dikkat çekersin. Sıvamışsın, bari iz bırakma." dedi. Firuze bu söz üzerine kıkırdadı. Sahra da gülümsedi ve devam etti. "Hem," dedi. "Madem adama haksız yere hesap sordun. Uzak durmaya çalış. Başaramıyorsan da bir şeyler uyduralım da en azından neden diye sorarsa yalandan da olsa bir bahanen olsun." dedi.

Firuze omuz silkti. Ağlamamak için sürekli aklını dağıtmaya çalışıyordu. "Ne yapayım Sahra? Adam daha yeni resmen patronum oldu. Ev desen dip dibe. Şimdi kahvaltıya gideceğiz. Ben bu adamdan nasıl uzak duracağım?" dedi.

Sahra düşünceli bir şekilde ona baktı. "Uydur bir şeyler işte!" dedi işin içinden çıkamayarak." Saçmaladım de hiç olmadı. Hoş yiyecek bir adam gibi de durmuyor ama." Firuze yalanları üstüne üstüne gelince yerinde duramıyormuş gibi oturduğu yerden kalktı.

O zaten hep kurt kaynıyormuş gibi yerinde duramazdı.

"Bir şeyler bul işte!" dedi Sahra bir yandan da düşünürken. "Ayrıca bizim o evi de araştırmamız lazım. Bu yüzden iyi tarafından bak biraz da."

Sahra yine ve yine haklıydı.

"Mecbur bir şey bulacağım." dedi Firuze. "Sorup duracak yoksa. Ben ise adamın yanında aklımı peynir ekmekle yiyorum."

Sahra sırıttı.

"Suda dolanır bir peri! Seni düşünmekten kaldım bir kemir bir de deri Emineeğğ!"

Kemal Sunal'ın Salako filmindeki bir repliğiydi bu. Hafta sonu işleri olmadığında oturur Yeşilçam filmleri izlerlerdi.

Firuze ona doğru döndü ve, "Sen bana salako mu diyorsun yani?" deyince Sahra ellerini kaldırdı.

"Haşa," dedi. "Sümme haşa! Ben mi Firuze hanım ağama salako diyeceğim?" Firuze eline geçen ilk şeyi Sahra'ya attı.

Sahra ise yana kayıp atılan fırçadan kurtuldu. Sonra ayağa kalktı. İkisi de birbirine birden sırıttılar.

"Neyse gidelim hadi!" dedi Firuze. Yüzleşmek en zor olanıydı ama yapmak zorundaydı. Artık kaçacak bir şehir kalmamıştı. "Bu gidişle burada geçen hiçbir günümüz olaysız olmayacak."

Sözüne dikkat et kaderin olur derlerdi. Firuze'nin bu sözleri geleceğe dair bir kehanet gibiydi.

𓇚ꕥ𓇚

Sahra ve Firuze Saruhan konağına girdiklerinde Firuze gergindi. Avluda babasını görmüştü. Elinde bir buz torbası, ensesine bastırıyordu. Onu görünce durmuş sonra Firuze'nin yüzünden gözlerini kaçırmıştı.

Ayık haliyle tam bir korkak olduğunu biliyordu, Firuze. Bu yüzden onun yüzüne bile bakmadan yanından geçmişti.

İkisinin de dün ki yaşanan olaydan sonra birbirlerine söyleyecek tek kelimeleri yoktu. Ayşen'i ve Yeşim'i de görmüşlerdi. Onlar da kahvaltı için hazırlanıyordu. Baran da işe gitmeden kahvaltı yapacaktı. Bir yandan kocasına sesleniyor bir yandan da Firuze'ye laf yetiştiriyordu.

"Baran'ım, kahverengi çizgili olan gömleği giy bak!" diyordu. Sonra kapının kenarından seslenip, "Biz geleceğiz Firuze, siz gidin! Yeşim hanım yine kombinini beğenmedi. Mecbur değiştireceğiz." diyerek de bir yandan da söyleniyordu.

Koçaklarda böyle bir telaş varken Saruhanlarda başka bir telaş hakimdi.

Firuze avluda, Pamuk'un yanındaki Aşık'ı gördü.

"Aşık!" diye seslendi. Aşık onu görünce gülümsedi. Pos bıyıkları iki yana doğru kıvrıldı. "Barıştınız mı Zahide'nle?" diye sordu Firuze.

Aşık'ın suratındaki ifade tam lakabına yaraşır bir ifadeye büründü. "Kıyamadı bana. Zaten kurban olduğum Zahidem, bana uzun süre kızamaz." dedi.

Firuze yanından geçerken onun omzuna vurdu. "Sen dua et bana! Ben olmasam o kız bir hafta süründürürdü seni." dedi.

Aşık sırıttı. Sevgisini çok içten yaşayan çocuk yürekli yüce bir adamdı. "Senin Allah'ına kurban Firuze!" dedi Firuze'ye içten bir şekilde.

Firuze de, "Benim Allah'ıma kurban ol!" diyerek aynı içtenlikle cevap verince ikisi de gülümsediler.

Firuze'nin buradaki herkesle çocukluktan beridir bağı vardı.

Ahmet ve Celal'de Saruhanların koruması olsa da aynı zamanda onun çocukluk arkadaşıydı. Bu yüzden ayrı bir bağı vardı onlarla.

Karşısından gelen Pamuk'ta, tıpkı Ahmet ve Celal gibi çocukluğuydu. Arjin'in yardımcısı, aynı zamanda Dilruba'nın da en yakın arkadaşıydı. "Pamuğum!" diye onun sevimli yüzüne gülümsedi Firuze. Açık yeşil gözleri onun beyaz teninde ışıl ışıl parlıyordu.

Kocası seyis olan Nadir gibi yüzünde nur vardı. Beyaz örtüsünü tek katla başına dolamıştı. Örtünün ucundaki mavi oymalar yüzünün kenarını çerçeve gibi sarıyordu.

Pamuk, "Canêmin," dedi onu görünce. "Çok özlemişim seni ha! İyi ki geldin." dedi. Pamuk'un elinde tepsi vardı. Firuze gidip kolunu onum omzuna attı.

"Bende özlemişem seni!" dedi Firuze onun şivesini taklit ederek. "Ama kaynattığın pekmezleri de özlemedim değil hani." dedi.

Pamuk tatlı tatlı gülümsedi.

"Senin için yeni kaynattım. İçine de taze taze bütün cevizlerimi koydum. Sabahtan beri Dilruba Hanımım size hazırlık yapıyor." dedi.

Firuze teyzesinin adı anılınca yüz ifadesi düşer gibi oldu ama hemen toparladı kendisini.

"Bizi de çağırsaydınız ya!" dedi. Pamuk bir eliyle tepsiyi tutarken geri çekilip tek eliyle Firuze'nin omzunu sıvazladı.

"Yol yorgunusunuz, canêmin. Biz hallederiz. Hem teyzen çok mutlu, bırak onu meşgul olsun." dedi. Firuze bu sözlerden sonra gülümsemeye devam etse de içten içe vicdan azabı çekti.

Teyzesi, bu ailenin kahrını çekenlerden birisiydi ve Firuze hiçbir şeyden haberdar olmamasına rağmen ona çektirenlerden birisiydi.

Elinde değildi bazı hisler, engel olamıyordu.

Pamuk, "Ben şunları bırakıp geleyim." dediğinde Firuze gülümsemeye devam edip bıraktı onu.

Sonra Sahra'nın koluna girdi.

"Buraların çocuğu olduğun o kadar belli ki." dedi Sahra birlikte merdivenlerden yukarı çıkarken.

Firuze, Sahra'ya kısa bir bakış attı. "Nereden belli?" diye sordu.

"Yüzünde çocuksu bir gülümseme var." Karşılığını verdi Sahra. " Etrafına bakarken bile dolu dolu bakıyorsun. Sanki sen bakınca etrafta geçmişe dair izler beliriyor ve yüzünde çocuksu bir tebessüm ortaya çıkıyor. Burada mutlu bir çocukluk geçirmişsin, belli." dedi.

Sahra haklıydı. Firuze mutlu bir çocukluk geçirmişti. Şu an kopmuş olsalar da burada yaşayan her insan eskiden canından öte sevdikleriydi ama Sahra'nın yanında bundan utanıyordu.

Yanındaki arkadaşının onun aksine iyi bir çocukluğu olmamıştı.

Sahra, "Seni o kadar çok tetikte görmeye alıştım ki bu halini çok az gördüğümü fark ettim." diyerek konuşmaya devam etti.

Firuze bir sonraki basamağa ayağını atacakken duraksadı ve ona baktı. "Farkında değilim, biliyor musun?" dedi. "Aksine daha gerginmişim gibi hissediyordum."

Sahra hafif bir tebessüm etti. Verecek bir cevabı yoktu. Sebepleri vardı çünkü Firuze'nin.

Son merdiveni de çıktıktan sonra ikinci kattaki geniş balkona gelmişlerdi. Karşılarında balkonun Midyat'ın manzarasına bakan kısmında üç kardeş vardı.

Ezra elleri cebinde, arkası onlara dönük bu manzarayı izliyordu. Yalnızca geniş omuzlarını görse bile onu tanırdı Firuze. Apayrı bir duruşu, farklı bir heybeti vardı.

Bu ailenin reisliğini yapmanın ağırlığıydı belki de bu.

Sahra ve Firuze ilk onu gördüler. Sahra, "Senin gerginlik sebebin burada olmak değil." dedi. Başıyla hafifçe Ezra'yı işaret etti. "O."

Firuze onu omzundan dürttü sussana der gibi. Tam o sırada Dilruba'nın sesiyle iki genç kız de duraksadı.

"Bedran!" diye bağırıyordu tepedeki damdan. "Kapatsana oğlum şu gömleğinin önünü." İki genç kızın da Bedran görüş açısında değildi ama divanda oturan Arjin'i gördüler.

"Bırak Dilruba!" dedi. Elinde baston ters ters karşısına bakıyordu. "Midyat'ta düşürmediği bir iki karı kalmıştır. Damdan düşürür şimdi kızları." dedi.

Erkeksi bir kıkırtı duyuldu. Sonra Asaf girdi Firuze ile Sahra'nın görüşüne. Asaf yardımcıların tepsileri taşımasına yardım ediyordu. Bir elinde tepsi, diğerinde sürahi vardı. Bir yandan da Arjin'in dediklerine sırıtıyordu. Üstünde yine siyah binici pantolonu, çizmeleri ve kısa kollu beyaz bir tişörtü vardı.

"Beni kıskanıyorsun değil mi Arjin'im?" diyen Bedran'ın neşeli sesi duyuldu. "Hiçbir kızla paylaşmak istemiyorsun."

Arjin, ağız dolusu kürtçe bir küfür ettiğinde Firuze kıkırdadı. Sahra ise Firuze'den kürtçe küfürleri öğrendiği için gözleri büyüdü.

"Ninenin ağzı baya bozukmuş." dedi Sahra şaşkın bir sesle. Firuze gülerek ona doğru döndü. "Sen bir de deyimlerini gör." dedi.

Saruhanların her zamanki sıradan bir sabahıydı ama bir tek Sahra'ya garip geliyordu bu durum. Sadece didişmelerine şahit olsa da aralarında güzel bir ilişki olduğu hissediyordu.

Kızlar kahvaltı sofrasına doğru ilerlerken Asaf, "Abi, gerçekten Yadê 'den ve Ezra abimden şamar yemek sana zevk veriyor. Günlük azar yemeyince kendine gelemiyorsun. Şimdi kızların karşısına bu şekilde çıkarsan o zaman görürüm ben seni. Bak bakalım Ezra Abim sana ne yapıyor!" dedi.

Bunun üstüne Firuze ve Sahra'nın gelmesi, Asaf'ın dönüp kızlara şaşkınlıkla bakmasına sonra bir daha bakıp hayal görmediğine emin olduktan sonra geniş bir şekilde sırıtmasına sebep oldu.

Bedran duvar kenarındaydı. Üstündeki dün giydiği şarap rengindeki gömlek vardı. Gömleğinin önü açıktı. Bir omzunu taş duvara dayamıştı. Arjin'e inat olsun diye yüzünde şeytani bir gülümsemeyle Arjin'e bakıyordu.

İki genç kadının da gözleri Bedran'ın gömleğinin aralığından gözüken bronz tenine kaydı. Karın kasları gömleğinin aralığından bile gözüküyordu. Beli omuzlarına göre dardı. Tam manasıyla üçgen vücutluydu.

İki kadın da görüntünün güzel olduğunu inkâr edemezlerdi.

Bedran genç kadınlarla göz göze geldi. İkisine de olayın vahametini anlamadan sırıtarak baktı. Gerçekten de canının bela çektiği belliydi.

İki genç kadın da aynı andan gözünü kaçırırken, "Aha!" dedi Asaf. "İyi insanlar da lafının üstüne gelirmiş."

Ezra, Asaf'ın imasıyla bir hışımla ardına dönerken, Bedran geçte olsa ne halt yediğini anlayıp omzunu yasladığı duvardan doğruldu. Ezra'nın hiddetli bakışları Firuze ve Bedran arasında gidip geldi.

"Ulan!" dedi Ezra. Sesi yüksek değildi ama öyle hiddetliydi ki herkes başını ona doğru çevirdi. Bedran abisine doğru döndüğünde abisinin yüzündeki gazap dolu ifadeyi görünce gülüşü soldu.

"Sıçtın abi, bez getir." dedi Asaf keyifli bir ifadeyle. Getirdiği eşyaları masaya bırakıp kollarını kovuşturdu ve her zamanki gibi en sevdiği faaliyet olan iki abisinin kavgasını izlemeye başladı.

Bedran sanki yatakta basılmış gibi gömleğinin düğmelerini iliklemeye çalışırken Ezra onun üzerine yürümeye başladı.

"Senin ben yayı gevşek, ar damarını sike...." diyecekken cümlenin sonunda Firuze'yle göz göze geldi. Firuze gülümsüyordu.

Onu görünce Ezra dudaklarını pat diye kapattı.

Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Burnunda öfkeli bir soluk alıp verdi. Sanki bugün özellikle sabrından sınanıyordu. Bedran'ın tam önüne geldiğinde, "Abi valla sıcaklamıştım." dedi Bedran.

Sesinde hafif bir telaş vardı. İş Firuze'yse abisi onu en basit tabirle sikip atardı. Malabadi köprüsünde sallandırması da olasıydı.

Ezra patladı. "Sıcaklamanı sikeyim Bedran!" dedi. Herkes onun bu çıkışıyla irkilirken yukarı, dam katına çıkan Dilruba, "Sabah sabah kavga etmeyin oğlum. Bak ne güzel kahvaltı yapacağız." dedi.

Bedran kısa bir an dönüp annesine gülümsedi. Sonra tekrar ciddileşti. Dilruba ilk fırsatta yanına gelip ona sululuk yapacağını bilecek kadar oğlunu tanıyordu.

Ezra ise bu sırıtmayı yakaladı ve, "Bak hala gülüyor." dedi ve Bedran'ın üstüne yürüdü. Bunun üzerine Bedran iki adım geri çekildi ve ellerini havaya kaldırdı.

Şimdi gömleğinin kalan kısmı tekrar açılmıştı. Ezra bu görüntü karşısında delirmek üzereydi. Burun kemiğine baş ve işaret parmağıyla baskı uygulayıp, "Def ol git!" dedi. İşaret parmağıyla odasını gösterdi.

"Def ol git abim, yoksa sen beni dinden imandan çıkartacaksın. Sonra annemden azar işiteceğim." dedi. Bedran sözünü ikiletmedi ama giderken yerinde dimdik oturan ve bu manzaradan keyif alan Arjin'e göz kırpıp onu huzursuz etmeyi de ihmal etmedi.

Sonra kızlara kısa bir bakış atıp, gitti. Sahra ile kısa bir an göz göze geldiklerinde Sahra'nın ona hissiz gözlerle baktığını fark edecek kadar da her şeyin idrakindeydi.

O gidince Sahra, "Sanırım ailesinde çapkınlığı büyük bir dert." dedi.

Firuze Dilruba onlara gelirken, "Çapkın falan değil o ya!" dedi keyifli bir ifadeyle. Firuze ona dokunulmadığı sürece bu ailenin erkeklerinin didişmesi hoşuna giderdi. " Bayılıyor insanların sinirleriyle oynamaktan. Yoksa eskiden çapkındı ama şimdi eskisi kadar olduğunu sanmıyorum. Hatta Midyat'ta en zıt huylara sahip olan erkek olabilir kendisi." dedi.

Sahra'ya bu açıklama hiç inandırıcı gelmemişti yine de sesini çıkartmadı. Görünen köy kılavuz istemiyordu çünkü.

Dilruba, "Hoş gelmişseniz." derken neşeli bir sesle. İki genç kadın da gülümsedi. Dilruba ikisine de aynı anda sarıldı.

"Hoşbulduk, Xaltî! " dedi. "Çok hoş bulduk." dedi Firuze. Bir yandan da kaçamak bir şekilde Ezra'yı izliyordu. Avluda hala aynı yerde duruyordu.

İki eli de belindeydi. Çenesi gergindi. Yere bakıyordu. Firuze onun öfkesini yuttuğunu biliyordu. Kafasını kaldırdığında ise hala öfkesinin geçmediğini biliyordu çünkü buz mavisi gözleri çakmak çakmaktı.

İçi gitti bu haline. Öfkeli hali ayrı bir yakışıklıydı. Simsiyah kaşlarının altındaki mavi gözleri alev alev yanıyordu ve yüzüne ayrı bir karizmatik hava katıyordu.

Firuze biraz daha bakarsa adamın içine düşecekti. Bu yüzden Sahra onu dürttü. Firuze hemen dönüp hiçbir şey yokmuş gibi teyzesine gülümsedi.

Teyzesinin ise her şeyden haberdar olduğunu belli eden tatlı bir gülümseme vardı yüzünde. Firuze hafif kızardığını hissetti.

"Her zaman ki halleri onların!" dedi Dilruba, Firuze'nin imasına karşılık. "Siz yine de kusura bakmayasınız." Mahcup gözüküyordu.

Sahra hemen, "Estağfurullah." dedi bu yüzden. Firuze ise utancını örtbas etmek için "Ben eğlendim açıkçası." dedi teyzesinin utancının üstüne giderek.

Teyzesi alınmadan güldü. "Açsınızdır siz şimdi, delalêmin. Geçin hemen." dedi. Kızlar yardım teklif ettiler ama Dilruba hiçbir yardımı kabul etmeyip anne tavuk misali hepsini kışkışladı.

Sofraya oturduklarında dünün aksine daha dingin bir hava vardı. Bugün yengeleri Behiye de arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Bu yüzden daha samimiydi ortam. Yeşim babasının kucağında bıcır bıcır konuşurken havada hafif bir esinti dolaşıyordu. Bu da Midyat'ın sıcağında büyük bir nimetti.

Yeşim bütün amcalarının kucağında gezdi. Künyesi gösterirken, "Bak Bedran, burma yeşim oldum ben diyordu." diyordu, Asaf da eğilmiş Yeşim'in künyesine en değerli taşmış gibi bakıyordu.

Bakmazsa Yeşim onların façasını aşağı alırdı, öyle cin gibi bir kızdı.

Bedran abartılı bir ifadeyle, "Çok güzelmiş!" dedi. Sonra abisine baktı. "Abim mi söyledi sana?" dedi.

Yeşim hevesle onayladı. "Ezra amcam zümrüt olmama az kaldığını söyledi. Ben büyüyünce zümrüt olacağım. "dedi, Bedran'ın kucağında zıplayarak.

Bedran ise abisinin sinirini bozacak şekilde sırıtıyordu. "Abimin de ne hikmetse bütün sevdiği kadınlar taştan evrim geçiriyor."

Sonra dönüp Firuze'ye baktı. "Sen büyüyünce ne oldun Firuze?" dedi. "Abim sana da bir şey söyledi mi?"

Firuze bu ima karşısında Bedran'a ters ters baktı.

Ezra, "Onu bilmem de sen bugün biraz daha konuşursan musalla taşı olacaksın. Bizzat ben yontacağım seni." dedi.

Bedran arsız bir şekilde sırıttı. Bu tehditleri ilk defa duymuyordu.

"Duydun mu yeşim? Senin amcan bu kadar fakirleşti işte. Artık mezar taşçılığı yapacak." dedi.

Ezra, "Hasbinallah," dedi ağzının içinden. "Şeytan diyor..." tam oturduğu sandalyeden kalkacakken Dilruba Ezra'yı durdurdu.

Zaten Yeşim konuşunca da gerek kalmadı. "Hiçte bile. Ezra amcam kehribar. Bana taşını söyledi. Anlattı bana kehribarın nasıl çıkartıldığını." dedi.

Bedran abisini çileden çıkartmanın keyfiyle arkaya yaslandı ve Yeşim'i kucağında havaya kaldırdı. Bir yandan da saçlarını okşuyordu.

"Hmm," dedi. "Peki benim taşım ne o zaman?" dedi. O her zaman Arjin'in ona verdiği taşıyla gurur duyardı. Zeki olduğunu biliyordu. Arjin de ona vermiş olduğu Dumortierit taşıyla bunu kanıtlamıştı.

Yeşim ise Bedran'ın kibirlendiğini fark etmeden onun özgüvenini yerle bir eden sözleri söyledi. İşaret parmağını kaldırarak hevesle, "Biliyorum," dedi. "Geçen onu da öğrendim ben." dedi.

Bedran vereceği cevabı merak ederek ona bakarken, "Bok böceği senin taşın." diyerek kibrini yerle bir etti.

Bunun üzerine sofrada kısa bir sessizlik oldu. Sonra ise yerini kahkahalara bıraktı. Ezra dahil olmak üzere herkes gülüyordu ama en çok Asaf, Firuze ve Baran gülüyordu. Hatta Sahra bile kendini tutamayıp gülüyordu. Gülüşünü gizlemek için elini ağzını kapatmıştı ama Bedran'ın dikkatli bakışlarından yine de kaçamamıştı.

Ayşen ise bu sırada kızı yerine utanıyordu. "Yeşim!" dedi. "Öyle denmez annecim. Çok ayıp! Nerden öğrendin sen bunu?" dedi.

Yeşim omuz silkti.

"Geçen aşağı sokaktaki Rukiye teyze dedi. Bedran Saruhan, bok böceği gibi. Kızları biriktirdikçe biriktiriyor maşallah, dedi anne. Duydum ben, tam böyle dedi."

Ayşen yüzünü ekşitti. Geçen misafirliğe gittiğinde Yeşim'i hiç büyüklerin olduğu odaya almamaya çalışmıştı ama olmamıştı. Kızı büyümüşte küçülmüş gibiydi. Oturup yarım çaydanlığı devirebileceği gibi tüm Midyat'ın dedikodusunu da bu yaşta döndürebilirdi.

"Maşallah kızım, sende de fil hafızası varmış." dedi Ayşen, Bedran'a mahcup bir şekilde gülümseyerek. Diğer herkes sesli bir şekilde gülerken Bedran ona sorun yok der gibi baktı.

Alınmamıştı. Bu yine de Asaf'ın ensesine geçirmesine engel olmadı. "Gülme lan!" dedi. "Ben bok böceğiysem sende hamam böceğisin." dedi. Ensesinden tutup Asaf'ı salladı.

Ezra, "Sen tek başına yetersin oğlum." dedi. "Çocuğu bulaştırma pisliğine." Dilruba, ayağa kalkıp Asaf'ı Bedran 'ın elinden kurtardı.

"Düzgün durunda, yemek yiyin." derken Baran hala kıkırdıyordu. Yeşim'e uzandı.

"Gel babam." dedi. "Gel de bir öpeyim seni." Yeşim Bedran'ın kucağından kalkarken Bedran, Baran'a uyuz olmuş bir şekilde baktı.

"Sende mahallenin ayısısın." diye mırıldandı ama Baran duymadı çünkü Arjin konuştu. Eğer duysaydı Baran'ın öfkesi Firuze'den daha hızlı yükselirdi ve kesin kavga çıkardı.

Arjin, "Faysal ve Dildar neden gelmedi?" diye sorana kadar Firuze gülüyordu. Sonra gülümseyişi soldu.

Birden tadı kaçmıştı. Çatalını bıraktı ve ellerini masanın önünde birleştirip, "Niye sordun şimdi bunu meymê?" dedi huysuz bir ifadeyle. Dünden zaten kızgındı, birden dünü hatırlayıp öfkelendi.

"Üstelik neden gelmediklerini gayet iyi biliyorsun. Hem babam buraya gelseydi ben burada olmazdım." diyerek de restini çekti.

Açık sözlülükte en çok birbirlerine benzeyen, karşılıklı birbirine bakan iki kadındı. Ezra bu sefer sessizdi. Dün zaten Arjin ile kavga etmişti. Onlar arasında küskünlük olmazdı. Bu yüzden sabah gidip sarılmış ve elini de yanaklarını da öpmüştü Arjin'in.

Bu sefer karışmadı.

Arjin, Firuze'nin bu çıkışına karşılık hafifçe başını eğip sert bir ifadeyle baktı. "Gelsinler istiyorum diye soruyorum. Ne zamandan beri sözüm çiğnenir oldu Firuze Hanım?" dedi. "Beni mi ezip geçeceksin?"

Yılların otoritesiydi Arjin. Öyle kolayca ezilip geçilemezdi.

Firuze bu yüzden bu sözler üzerine geri adım attı. "Asla sana saygısızlık etmem." dedi. Yüreğinden gelen bir inançla edilmiş bir sözdü bu.

"Ama sende onu çağırırsan beni ezip geçmiş olursun. Bırak da gururumdan bir şeyler kalsın. Zaten onunla aynı evde yaşıyorum."

Arjin önündeki yemeğe baktı. "O nasıl laf?" dedi . "O senin babandır. Her baba da evlatlarından ölümüne kadar sorumludur. Kız evlatlarından ise iki kat sorumludur!"

Arjin'in bu sözlerine alışkındılar. Buradaki her erkek bu sözlerle yetişmişti.

Firuze gülümsedi ama gülümseyişi siyaha çalan gözlerine erişemedi. "Benim babam değil, meymê." dedi. "Benim babam ne yazık ki onlardan değil."

Arjin de sessizleşti bunun üzerine. Yeğeni onun içinde yaraydı. Daha genç yaşında içkiye bulaşmış, babasının Saruhanlar sayesinde ilerlediği inşaat işini savsaklamaya başlamıştı. Arjin adam olur diye onu Dilzar ile evlendirmişti ama şimdi bunun büyük bir hata olduğunu biliyordu.

Faysal gün geçtikçe daha da kötüleşmişti. Arjin'in vicdan azaplarından biri de yeğeni ve onun karısıydı. Yeğeni adam olmamıştı, karısı ise bu uğurda harcanmıştı.

Dilzar'ın ölümü belki farklı bir sebeptendi ama kökleri çok sevmekten ama hiç sevilmeye layık görülmemekten geliyordu.

İnsan sevilmeyince tıpkı bir çiçek gibi solmaya mahkûm oluyordu.

Kısa sessizliğin ardından, "Dildar'ı getir yine de." dedi Arjin itiraz istemez bir sesle. "Artık insan içine çıkmanın vakti gelmişti. Suçu günahı olmadığı bir olayda bu kadar yas tutulmaz. İnsanın ruhu ölür." dedi.

Baran araya girdi bu sefer. Arjin'in Firuze'nin çok üstüne gittiğinin o da farkındaydı. "Yadê çok denedik." dedi bu yüzden. "Nöbet geçirdiğini sende biliyorsun."

Bedran, Baran'a ithafen konuştu. "Oğlum senin denemen ne olabilir ki? Geçen kız terasta resim çiziyordu. Aşağıdan Ayşen'im diye bir kükredin, ben gördüm korkusundan ayağa fırladı kızcağız. Senin nazikçe davranışın normal insanı yerle bir eder." dedi alaycı bir ifadeyle.

Baran ile Bedran kapışırken Sahra kaçamak bir şekilde Bedran'a baktı. Sabahtan beridir herkese bulaşıyor ve bunu yapmaktan da bilhassa zevk alıyordu. Üstünde zümrüt yeşili bir gömlek vardı.

Firuze'nin tabiriyle pezevenk gibi giyiniyordu ama hiçte öyle gözükmüyordu.

Konuşulanlara göre kulüpten sabaha karşı dönüp uyumamasına rağmen yine de çok iyi gözüküyordu.

Baran sert bakışlarını Bedran'a doğru çevirdiğinde onu incelemeyi bırakıp kavgalarını izledi sadece.

Baran, "Ağzının ortasına bir yumruğu çakarım nasıl yerle bir ettiğime birinci elden şahit olursun, Bedran. " dedi sert bir sesle.

Baran ile Bedran liseyi birlikte okumuşlardı. Bu yüzden diğerlerinden bir tık daha yakınlardı. Aslında Baran ondan iki yaş büyüktü ama liseye geç yazılmıştı liseye. Bu yüzden çok yakın olmuşlardı.

Birlikte inşaat şirketinde çalışıyorlardı. Zamanında Baran, Ayşen'in kalbini kazanmaya çalışırken az birlikte entrika çevirmemişlerdi ama bu didişmelerine engel değildi.

Baran, "Ayrıca, dedi pabucumun gazinocusu." diyerek Bedran'ı iğneledi. " Senin mekanına getiremiyoruz bile. Ödü kopuyor o kırmızı koridorlardan."

Bedran 'ın mekanı Mata Hari iki bölüme ayrılmıştı. Birinci kısım şahmeran temalı, yeşil ve kırmızı ağırlıklı tonların işlendiği lüks bir mekandı.

Yemekleri arasında yöresel lezzetler ön plandayken onu asıl ön plana çıkartan içerisinin dekoruydu. İstanbul ve Mardin'deki iki mekanda da şahmeranın tasviri gerçek renkli swaroski taşları ve som altından yapılmıştı. Mekanın kaliteli görseli insanları içeride özel ve değerli hissettiriyordu.

İkinci kısım ise Dildar'ın ürktüğü kısımdı. Aslında çok ürkeceği bir şey yoktu. Mekanın içeriğinde kızlar ve erkekler Binbir Gece masallarının Netflix versiyonu gibi giyinirlerdi. Dansçıların yaptığı egzotik danslarda doğunun izleri açıkça fark edilirdi.

Zaten mekanın en büyük özelliği de o büyülü danslar ve dansçılardı.

Bedran ara koridorları kırmızı ve tonlarına boyatıp duvarlara ünlü iki efsane Şahmeran ve Mata Hari'nin hikayelerinin tasvirlerini yaptırmıştı. Mekan baştan aşağıya Bedran 'ın zekasının ürünüydü ama o da koridorların biraz ürkütücü olduğunun farkındaydı.

Bu yüzden yüzünü ekşitti. "Oğlum restoran bölümü var işte. Yakın bir zaman da açtım ya! Oraya getir de biraz insan içine karıştıralım kızı." dedi.

Firuze araya girdi. "Hayırdır," dedi. " Yalnızca sosyal anksiyetesi var da benim mi haberim yok?" dedi sert bir sesle. Bütün herkes başını Firuze'ye çevirdi. "Erkekler onun sorunu." Yaşanılanların hatırasıyla nefretini saklamadan baktı onlara. "Hala nasıl basit bir şeymiş gibi çözümler bulmaya çalışırsınız?"

Bedran, "Çıkartma tırnaklarını hemen Firuze." dedi. Firuze bunun üstüne gözlerini kıstı. Bedran ise sırıttı. "Biliyoruz sorunu ama üç yıl oldu. Üç yıl geçti üzerinden ve o daha gencecik bir kız. Eğlenmesi gereken yaşta eve hapsolmuş gibi." dedi.

Bedran'ın söyledikleri ciddi olsa da suratında rahat bir ifade vardı. Zaten o kolay kolay ciddi gözükmezdi.

Sahra müdahil oldu konuşmaya, tüm kahvaltı boyunca yabancı olduğu için değil de mesleğinin gözlemci yönü daha ağır bastığı için susmuştu ama Firuze'nin bu konuda hassas olduğunu bildiği için konuştu.

"Sizin haksız olduğunuzu söylemedi zaten." deyince Bedran'ın keskin gözleri Firuze'nin yanındaki genç kadına kaydı.

"Ama çözümü bu kadar basit olsaydı sanırım burada tartışıyor olmazdınız. Dildar'ın yaşadıklarını yaşayan tanıdıklarım oldu. Onun sorunu sosyalleşmek değil, güven. Sizin olduğunuz bir ortamda dahi güvende hissetmiyor olmalı ki yalnızca kendi evinde, hatta kendi odasında kalmakla kendini koruduğunu düşünüyor."

Bedran kaşlarını havaya kaldırdı. "Bize niye güvenmesin?" dedi. "Biz çocukluktan beridir beraberiz Avukat hanım."

Sahra, Bedran'ın kışkırtıcı gülüşü ve tuhaf bir ifadeyle parlayan gözlerine rağmen hissiz bir yüz ifadesiyle ona baktı.

"Bu erkek olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor ama." dedi Bedran 'ın savunmasını geri püskürterek. "Ona bunu yapanı hatırlattığınız sürece size güvenmeyecek."

Sahra bir an ileri gittiğini düşünerek Firuze'ye baktı ama onun yüzünde minnettar bir ifade vardı. Masadaki erkeklerin yüzünde ise durgun bir ifade düşmüştü.

Normalde bunu hakaret olarak algılayabilirlerdi. Hünerlere benzetildiğini düşünebilirlerdi ama başta Asaf olmak üzere hepsinin bunu dert ettiği belliydi.

Asaf konuştu. "Bu yüzden mi bizden ürküyor?" dedi. Sesinde de yüzünde hüzün vardı. Asaf çok merhametli bir genç adamdı. Çok duyarlıydı. Bu yüzden yaşanılan her şeyden çok çabuk etkilenirdi. Abileri onun bu hassas yönüyle dalga geçmemiş aksine hep korumuşlardı.

Bu yüzden bu masumluğunu hiç yitirmemişti.

"Ben ona yaklaşmaya çalıştım ama izin vermedi." diyerek acısını dile getirdi Asaf. Nasıl bu sofrada herkes birbirinin çocukluk arkadaşıysa Asaf içinde Dildar öyleydi. Küçükken onlar suç ortakları olarak anılırlardı.

Asaf daha ürkek bir çocuktu ama bu açığı Dildar'ın neşesi ve sınır tanımazlığı kapatmıştı. Asaf yaralı her hayvana merhamet eder, kaçırmakta Dildar'a düşerdi.

Sonra büyümüşlerdi. Asaf büyümenin böyle korkunç bir şey olduğunu bilseydi başta Dildar olmak üzere kimsenin büyümesini istemezdi.

Dildar'ı 16 yaşında çiftlikteki ahırın içinde kan revan içinde bulmayı hiç istemezdi. Onu kollarında bile taşıyamayacak kadar korkmuş olmayı istemezdi ama en çok da çocukluk arkadaşını yaşatsalar da sanki orada ölmüş gibi hissetmezdi.

Firuze onun hüznünü hissetti. "Senin bir suçun yok Asaf." dedi. "Ben bile ona ulaşamıyorum bazen." dedi.

Ezra kahvaltının başından beridir çok konuşmamıştı. Elinde doğuda mırra dedikleri acı kahveden bir fincan vardı. Yemek yememiş, yalnızca kahve içiyordu. Bugün diğer avucunda kehribar taşından tespihi vardı.

Bu da onun gergin olduğunu gösteriyordu. Genelde o tespihi eline gergin olduğunda alırdı. Nitekim sözlerinde de bu gerginlik hissedildi.

"Yalnız kaldığındandır ona ulaşamayışın." dedi. Firuze ile göz göze geldiler. "Sonuçta burada değildin."

Firuze, Ezra tarafından atılan bu taşa karşılık öfkelendi ama öfkelenmeye hakkı olmadığının bu sefer farkındaydı.

"Öyle." dedi yine de soğuk bir sesle. "Burada değildim."

Arjin araya girdi. "Artık buradadır. Bu da bir şeylerin değişmesinin gerektiğinin işaretidir." derken ikisi de bu sözleri duymadı. O sırada birbirlerine bakarken sanki gözleriyle sessiz bir savaş veriyorlardı.

Dilruba ikisine baktı. Bir şeyleri bilen bir bakıştı bu. "Bir yolunu bulacağız Yadê. Yoksa ahirette kardeşimin yüzüne bakamayacağım."

Herkes bu sözler sonunda sessizleşti. Firuze gözlerini Ezra'nın üstünden çekip başını öne doğru eğdi. Teyzesinin vicdan azabını anlıyordu ama ahirette annesiyle hesaplaşacakları tek konunun bu olmadığını da çok iyi biliyordu, Firuze.

Aşağıdan birinin boşta kalan elini tuttuğunda dönüp elini tutan kişiye baktı. Sahra'ydı elini tutan. Onu en iyi tanıyan kişiydi. Firuze nasıl gözüktüğünü bilmiyordu ama arkadaşı ona anlayışlı bir tebessümle bakıyordu.

"Firuze," diyen Bedran'ın sesiyle birlikte bakışları ayrıldı. Firuze Bedran'a doğru döndü.

"Efendim?" dedi.

Bedran geriye yaslandı. "Kadir abi aradı ben yukarıdayken. Benim mekânın hukuki işlemleriyle de siz ilgilenecekmişsiniz. Hatta Sahra ile bağlantı da kal, başına da bela açma diyerek beni de bir güzel kalayladı." dedi.

Cümlenin sonuna doğru Bedran'ın suratında hınzır bir ifade belirmişti.

Sahra kendi adı geçince dönüp Bedran 'a baktı. "Ben değil, Firuze bakar." dedi sadece. İlk defa huzursuzlanmıştı.

Bedran 'ın siyah kaşlarından biri kalktı. "Neden?" dedi. "Çok mu işiniz var?"

Sahra yalan söyleyebilirdi ki şu an mantıklı olan da buydu ama Bedran 'ın tuhaf bir şekilde kışkırtıcı olan bakışları onu püskürtmek için gerçekleri dile getirmeyi tercih ediyordu.

"Prensiplerim gereği eğlence sektörüyle ilgili hiçbir iş almam." dedi. Prensipleri onun geçmişiydi aslında ama bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu.

Bedran dirseklerini masaya yaslandı ve masaya doğru eğildi. Şimdi bütün dikkati genç kadının üstündeydi. "Neden?" dedi. "Hoşunuza mı gitmiyor."

Sahra sadece baktı. Hissizdi, bomboştu. Topaz rengi gözlerine yakışmayacak bir şekilde boştu Bedran' a karşı bakışları. Her hissini en uçta yaşayan Bedran'a bu bakış tanıdık geliyordu. Zamanında birinde daha bu bakışları görmüştü.

Sonra başına büyük bir bela almıştı.

O bela yüzünden de bambaşka bir adam olmuştu.

Sahra cevap vermek zorunda hissetmedi kendini. Zaten vermedi de. "Firuze size yardımcı olacaktır. Zaten olmasa bile büroda birçok şahsi avukat var. Kemal Bey biz yokken eminim size yeterince yardımcı olmuştur." dedi.

Sahra bu şekilde Bedran' ın uzak duracağını düşünüyordu çünkü üstü kapalı rahatsız olduğunu ima etmişti. Hiçbir kulüp işletmesi yapan adamda yaptığı bu işi hor gören birinden haz etmezdi.

Ama Sahra karşısındaki adamı hiç tanımıyordu.

"Sebeplerin var." dedi Bedran resmi konuşmayı bırakıp. Gözleri sanki düşüncelerini okuyormuşçasına pür dikkat bir şekilde kıza bakıyordu. Yakışıklı yüzü dikkat dağıtıcıydı ama Sahra'nın büyük bir gardı olduğu için bundan etkilenmiyordu.

"Prensipler." diye itiraz etti Sahra.

Herkes bu konuşmayı sessizce izlerken Bedran 'ın dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. " Öyle ya yalnız prensipler." dedi sanki aksini iddia eder gibi.

Sahra'nın bu tavra karşılık siniri bozulmuştu ama otokontrolünü kolay kolay kaybetmezdi bu yüzden sessizleşmeyi tercih etti.

Kahvaltı faslı bu konuşmadan sonra havadan sudan sohbetlerle devam etti.

Bedran'ı en iyi tanıyan Ezra ise bu sürede kardeşini izledi. Kardeşi başını eğmiş düşünceli gözlerle yemeğine bakıyordu. Yüzünde bilmiş bir gülümseme vardı.

Ezra bu gülümsemeyi biliyordu. Bu sessizliği tanıyordu. Bedran bir şey onu cezbettiğinde sessizleşirdi.

Bir meydan okuma. Evet, bir meydan okuma.

Sahra'nın tepkisizliği onu kışkırtmıştı çünkü Bedran insanlara bir şey yaptığında herhangi bir reaksiyon görmeye bayılırdı.

Ve Sahra ona bu tepkiyi vermemişti. Ezra uzanıp yanında oturan kardeşinin koluna dokundu. Bedran başını kaldırdığında aynı renkteki gözler çakıştı.

Ezra, "Sakın!" dediğinde Bedran 'ın hafif gülümsemesi genişledi. "Sakın Bedran! Kafanı kopartırım senin." dese de bir etkisi yoktu.

Bedran ona gülümsedi ve önüne döndü. Ezra ne yazık ki bunun bir felaket başlangıcı olacağını bilecek kadar kardeşiyle yaşamıştı.

Yine başları beladan kurtulmayacaktı.

𓇚ꕥ𓇚

Kadir'in hukuk bürosu BEYHAN Mardin'deki Saruhan ve Güher adlı şirketin hemen yanındaydı. İki lüks binadan daha mütevazi yalnızca iki katlı bir binaydı. Hemen yanında meşhur bir hotel vardı. Bu yüzden Mardin'in Kızıltepe ilçesindelerdi.

Burası oldukça işlekti. Yerli ve yabancı uyruklu turistler buradalardı. Onları Saruhanlara ait bu otel ve biraz ilerisinde Güher'in bir şubesi karşılıyordu.

Firuze, Sahra'yı gezdirmek istiyordu ama acil olarak iş yerine çağrılınca mecburen gitmek zorunda kalmışlardı.

İşlek bölgede Firuze ve Sahra yeni iş yerlerine girdiklerinde onları karşılayan Kemal Beydi. Kemal kırklarının sonunda doğma büyüme buralı, avukat olsa da girdiği davalar haricinde şivesini kaybetmemiş bir adamdı. En belirgin özelliği çalı gibi kaşlarıydı. Kimse kaşlarının o konuşurken oynamasından adamın konuşmasına odaklanamıyordu.

Nitekim Firuze başta buna dahildi.

Kemal Bey karşıdan gelirken Sahra'nın yüzünde hala hayrete düşmüş bir ifade vardı. "Sahra kurtul artık şu şaşkınlığından be kızım!" dedi Firuze.

Sahra dönüp ona şaşkın yüz ifadesiyle baktı.

"Siz harbi şu dizilerdeki gibi aşiretsiniz ha! Yani bu lükse ne zaman alışacağım desem yeni bir şey daha görüyorum ve bir kez daha benim bunların arasında ne işim var diyorum." dedi.

Sahra, konakların bir sokak ilerisindeki galeriyi aratmayacak araba garajını görmüştü. O garajda Saruhan erkeklerinin arabaları vardı.

Porshe, Land Rover, Rang Rover, Rolls Royce, Bugatti, BMW, Mercedes, Audi ve daha sayabileceği nice lüks marka.

Sahra, aşiret denilince akla gelen Passat'ı görmeyince ne oluyor beh moduna bürünmüştü.

Firuze ve Sahra'nın da arabasını oraya koymuşlardı. Birbirinden lüks araçlara daha düşmeye doymamışken buradaki lüks oteli görmüştü.

"O lüks aşiretten değil, Ezra'nın ününden geliyor canım!" dedi Firuze Kemal Beye gülümserken. "Adamın şirketinin yıllık cirosunu bilmiyormuş gibi konuşma." dedi.

Sahra biliyordu bilmesine de oradaki yalnızca sıfırı halay olmuş bir rakamdı ama burada somut bir şeyler görmek onu şaşırtıyordu. İstanbul'da Firuze'nin kaldığı ev boğaza sıfırdı. Sahra onun ev arkadaşı olarak bu lüksle ilk o zaman tanışmıştı. Şirketler de bu lükstendi ama burada farklı bir şey vardı.

Sanki Mardin bizzat Saruhanlara ait gibiydi. Firuze'nin arabasının arkasına takılan iki lüks aracı gören herkes dikkatle arabayı izliyordu. Hepsi arabaların kime ait olduğunu biliyor gibiydi ki muhtemelen biliyorlardı da.

Kemal Bey tam karşılarında durdu ve ellerini iki yana açtı. "Oy hoş gelmişseniz kızlarım!" dedi sanki büro avukatı değil de çiğköfte mekânı sahibiymiş gibi bir coşkuyla.

Arkada İbrahim Tatlıses çiğköfte yoğuruyormuş gibi bir havası vardı.

"Hoş bulduk Kemal abi." dedi Firuze. Firuze alışıktı Kemal'e ama Sahra, Kemal'i ve kaşlarını ilk defa gördüğü için bir yüzüne bir de kaşlarına bakıyordu.

"Hoş bulduk." dedi sadece ama Kemal o kadar coşkuluydu ki Sahra'nın soğuk tavrını görmedi bile.

"Ne iyi ettiniz de gelmişseniz. Şimdi sayenizde burası şenlenecek ha! Benim üç oğlanla zor idare ediyorduk buradaki işleri. Siz gelince yükümüzde azalacak. Kadir abim de beni darlamayı bırakacak." derken Sahra hala yanlış mekâna gelip gelmediğini sorguluyordu.

Bu kadar coşkulu bir adamı hayatında ilk defa görüyordu çünkü.

"Hadi takip edin de beni burayı gezdireyim. Sonra yapacağınız işleri anlatacak Jale size." Jale, Kemal'in yanında gelen kara kaşlı, kara gözlü, esmer bir kadındı. Gülümsediğinde yanağında iki gamze belirdi.

Çok güzeldi. Tam bir doğu güzeliydi.

Sahra ve Firuze ona baş selamı verdiler. Kemal arkasını dönünce Sahra Firuze'ye doğru eğildi ve, "Yanlış yere gelmediğimize emin misin? Adam daha yeni esnaf gibi üç oğlumla zor baş ediyorum işle, dedi. Büro görünümlü çiğköfteciye geldik sanki." dedi.

Firuze kıkırdadı. "Doğru yere geldik. Kemal Bey, Kadir Abinin uzaktan bir akrabası ama tahmininde haklı sayılırsın. Kemal Beyin babası Midyat'ta çok ünlü bir kebap lokantasının sahibiymiş. Sonra lokanta batmış, Kemal Abi de zaten o sırada hukuk okuyormuş. O kurtarmış ailesini borç batağından ama adamın içine işlemiş bir kere esnaflık. Oğullarını da kendi izinden takip ettirmiş bu yüzden."

Jale, iki genç kadının yanında yürüyordu. "Kulak misafiri oldum, kusura bakmayın," dedi içten bir nezaketle. " ama Kemal Bey tekrar lokantayı açtı. Emekli olduktan sonra yine kebap salonu işletecek. Şimdi bile gidip geliyor." dedi Jale.

Kemal önden yürüyüp kızları dinlemeden coşkuyla bir şeyler anlatırken kızlar Jale'ye bakıp güldüler. Jale'de gülümsedi.

"Oğulları da onun gibi mi?" diye sordu Sahra. Jale muzip bir bakış attı.

"Hangi açıdan, kaşları mı yoksa esnaf gibi olması mı?" Bu sözler muzip bir şekilde söylenmiş ve hafifçe kaşlarını kaldırmıştı. Kızlar bir an pot kırdıklarını düşünüp gerildiler ama Jale'nin gülümsemesi genişledi ve, " Hayır değiller." deyince Firuze sesli bir kahkaha attı.

"Sevdim seni Jale." dedi. "Sen bizim asistanlığımızı mı yapacaksın?" Tam bu sırada ne hikmetse konuşmaları duyan Kemal, kızlara döndü.

"Heh kızlar, bende onu diyecektim. Jale sizin asistanınız olacaktır. Çok şanslısanız. Jale'nin on parmağında on marifet vardır. Canımdır, ciğerimdir o benim."

İkinci kata çıktılar. İlk kat sade bir görünümdeyken bu kat tamamen daha lükstü. Siyah kapılı odaların ortasında geniş bir alan o alanın bir kısmında ise cam duvarlı bir toplantı odası vardı.

Duvarlar damask işlemeli kum rengindeki duvar kağıtlarıyla kaplanmış, bu da büroya eski ama asil bir görüntü vermişti.

Firuze tam on oda saydı ki bu yine az bir rakamdı. İstanbul'da bir avukat ordusuyla çalışıyorlardı.

Bu sırada bir kadın müvekkil Kemal'in yanından geçince Kemal'in şivesi birden değişti. "Şeyma Hanım, umarım sıkıntınız halledilmiştir." dediğinde iki genç kadında şaşkınlıkla Kemal'e baktılar.

Jale ise bu duruma çoktan alıştığı için sadece hafif tebessüm etti.

"Halloldu, çok teşekkür ederim Kemal Bey." dedi Şeyma Hanım, yüzünde büyük bir minnettarlık ifadesi vardı. "Beni büyük bir borçtan kurtardınız." Kemal sanki daha yeni en has Mardin'li değilmiş gibi bir İstanbul beyefendisi nezaketiyle hafif başını eğdi ve,"Ne zaman isterseniz yardımcı oluruz. Bu bizim görevimiz Şeyma Hanım." dedi.

Şeyma Hanım, "Çok naziksiniz." dedikten sonra el sıkıştılar ve kadın ayrılınca Kemal hiçbir şey olmamış gibi, "Çok iyi kadındır ha!" dedi eski şivesine dönerek. "Geçen bir dolandırıcı başına musallat olmuş. Yakalandıktan sonra hemen façasını aşağı alıverdik."

Sahra şok olmuş bir şekilde bakarken Firuze her zaman ki patavatsızlığıyla, "Kemal Bey, sizin şive kişiye göre açılıp kapanıyor galiba." deyince Kemal de hafif göbekli karnını hoplatarak güldü.

Sonra görmüş geçirmiş bir adam olarak tecrübelerini aktardı. "Avukat dediğin yerine ve kişiye göre davranandır, Firuze. Biz kimi savunursak onlardan oluruz. Müvekkil avukatını kendine yakın hissederse ne biliyorsa hepsini anlatır, varını yoğunu ortaya döker. Bu yüzden buralı müvekkillerimle şiveli, Batı'dan gelenlerle düzgün bir Türkçeyle konuşurum."

Firuze, "Esnaf taktiği bu ama." deyince Kemal yine güldü. "Genlerimizde var, ne yapalım?" dedi.

Bu dediklerinden sonra sanki yine büroda değilmiş gibi oğullarına seslendi. Kapıları zaten açıktı. Üç adam da kapıdan çıktıklarında iki genç kadın da kapılarının kenarındaki isimlerinin yazıldığı levhaya baktılar.

Fırat Gürhan

Murat Gürhan

Cevat Gürhan

Kemal kızların isimlere baktığını fark edince, "Benim hatun çok sever uyumlu isimleri. Onunla bizim isimlerimiz de uyumlu." dedi. Sonra parmaklarıyla film karesini gösterir gibi bir dikdörtgen oluşturdu. "Kemal ve Hilal." dedi.

Firuze ve Sahra gülmeden duramıyorlardı artık. Gerçekten samimi bir adamdı Kemal. Tıpkı Kadir gibi babacan bir tavrı vardı.

Üç adamda odalarından gelip çıktığında ise o babacan adamın nasıl gururlandığına şahit oldular. Kemal çok uzun bir adam değildi ama oğulları dev gibilerdi ve Jale haklıydı. Hiçbiri babasına benzemiyorlardı.

Ela gözlü üç adam da birbirinden yakışıklıydı. En önlerinde diğerlerinden daha koyu renk saçlı olan adam kolunu açtığında Jale ona doğru ilerledi ve adamın kolunun altına girdi. İkisinin de parmağındaki evlilik yüzüğü ile Firuze bir aydınlanma yaşadı.

"E siz evlisiniz!" deyince Jale gülümsedi. "Üç yıl önce oldu öyle bir şey." dedi. Fırat eğilip karısının saçlarından öptü. Jale'ye aşık olduğu açıkça belliydi. "Tanıştırayım, kocam Fırat." Fırat samimi bir tebessümle elini uzattı.

"Hoş geldiniz." dedi. Firuze elini sıktı Fırat'ın. Fırat ise Sahra'ya elini uzatmadı çünkü bu konuda hassasiyeti olabileceğini düşündü. Nitekim Sahra bu ince davranış karşısında tebessüm etti.

Kızlar Murat ve Cevat ile tanışırken, Kemal oğulları hakkında konuşuyordu. "Bunlar da benim aslan parçaları!" dedi Murat'ın geniş omzuna vurarak. "Yemeyip yedirdiğim içmeyip içirdiğimi kanıtlıyorlar değil mi kızlar?" deyince Murat güldü, Cevat babasına göz devirdi.

Cevat, diğerlerine göre daha sert bir adamdı ama diğer iki kardeş gibi çok saygılılardı. Herkes birbiriyle tanışırken birbirlerine karşı farklı samimiyette olduklarını fark etti Firuze. Nerede okudukları, neler yaptıkları ilgili birbirlerine iki genç kadına da sorular sordular. Kimse neden geldiniz diye sorgulamadı, aksine geldikleri için mutlu olmuş gözüküyorlardı.

Firuze ve Sahra geri kalan bürodaki görevlilerle de tanıştı. Geriye kalan avukatlardan ikisi kadındı. Onlar da samimi insanlardı.

Sonra iş görev dağılımına gelince Firuze ve Sahra'nın bütün keyifleri kaçtı.

"Kadir abinin emri var, bu emirden çıkamam." dedi Kemal. "Firuze sen Ezra'nın burada şahsi avukatı olacaksın. Sahra ise Saruhan ve Mata Hari 'nin maliye konularında çok işimize yarayacak."

Firuze sinir krizi geçirmemek için zor tuttu kendini. Zaten bugün sabah söyledikleriyle neredeyse foyasını ortaya dökecekti. Birde üstüne üstlük şimdi birden şahsi avukatı oluvermişti.

Çok güzeldi. Daha başına neler gelecekti tahmin edemiyordu.

İki genç kadına daha önceden yerleri hazırmış gibi odaları gösterildi. Firuze'nin odası, caddeye bakıyordu. Caddenin tam karşısında ise bir dağ gibi yükselen Güher'in plazası vardı.

Sanki nereye baksa Ezra'yı görsün diye özellikle ayarlanmış bir tuzağa düşmüştü. Odasının sol tarafı geniş bir camdı. Geri kalan yerler ise kum rengi ve bordo rengine boyanmıştı. Oda ferah olduğu için bordo rengi odayı asil gösteriyordu.

Firuze renklere takıntılıydı. Bu Arjin'den gelen bir takıntıydı aslında. Nasıl taşların bir enerjisi varsa renklerin de bir enerjisi olduğuna inanırdı hep. Bordo rengi ise özgüveni ve iş hayatında liderliği temsil ederdi.

Firuze'nin ise bu aralar bu özgüvene oldukça ihtiyacı vardı. Karşısındaki binada sevdiği adamın olduğu gerçeği o meşhur özgüvenini yerle bir ediyordu çünkü.

Gelir gelmez çalışmaya başlaması bile bunun için bir sebepti.

Her an ortaya çıkması olası bir ceset vardı ve o sanki katil olmamış gibi yeni bir hayata başladığını hissediyordu. Üstelik İstanbul'da yediği haltlar da bununla sınırlı değildi.

Dün yediği hurmalar bugün onu tırım tırım tırmalıyordu.

Düşünmemek için İstanbul'daki müvekkilleriyle görüntülü aramalar gerçekleştirdi. Randevularını bu şekilde halletti. İstanbul da aldığı davaları devretmek için resmi prosedürleri gerçekleştirdi.

Davaları alacak avukat arkadaşlarına dava içerikleri için uzun uzun izahat verdi.

Arada yemek yemeye çıktılar. Firuze, Sahra'yı meşhur bir restorana götürdü. Ne kadar gergin olsa da içinde minik bir mutluluk da vardı. Kendi memleketinde kendi ayakları üstünde duran bir avukattı. Burada doğup burada büyüyünce en iyi burada anlıyordu insan başardığı işleri.

Üstelik şimdi çalıştığı büroda samimi gelmişti. Sahra bile iş yerinde çok gülmezdi ama yüzünde huzurlu bir ifade vardı.

Firuze akşama doğru işlerini bitirmek üzereyken kapısı tıklatılmadan içeriye dan diye Kemal girdi. Abi de diye bin kere ısrar edince, "Ne oldu Kemal Abi? Bir sorun mu var?" dedi Firuze ayağa kalkarak.

Kemal ise sabahki neşesi aksine gergindi. "Firuze, benim hanım biraz rahatsızlanmışta oğlanların da işi vardı, erkenden çıktılar. Benim de bu belgeyi Ezra Beyime götürmem lazımdı. Elektronik imza, mühim de vallah. Öyle herkesi yanına almaz." Kemal'in suratında ekşi yemiş gibi bir ifade belirdi. Şivesiyle birlikte koskoca adamın hüznü bile tatlı geliyordu Firuze'ye.

"Sen götürür müsün?" diye de sorunca içli içli Firuze kıyamadı adamcağıza.

Firuze elindeki tablete doğru ilerledi. İçten içe Ezra'nın adı geçince bile gerilmişti ama çaktırmadı. "O nasıl laf abi, elbette götürürüm. Hilal ablama da çok geçmiş olsun. Mühim bir şey yoktur inşallah?" diyerek cevap verdi.

Kemal kızın ellerine tuttu samimiyetle, "Yok, yok. Midesini düzenli olarak üşütür o zaten. Hep kızarım ayaklarını sıcak tut diye ama beni de dinlemez hiç." dedi.

Firuze, Kemal'in eşine olan düşkünlüğünü hissedince daha da yumuşadı. Eşini gerçekten seven erkeklere hayrandı.

Onlar bu devirde çok az kalmışlardı.

"Allah razı olsun senden." dedi Kemal, büyük bir minnetle. " Yoksa başıma bela alacaktım. Bu belge mühim, imzalanınca yukarıdaki onay kutusuna basarsan hemen sisteme düşecek." dedi. Firuze talimatları aldı.

Sonra da el mahkûm aşağıya indi. Bu sefer giriş katında sekreter dışında kimse yoktu. Dışarı çıktığında ise akşam üstü iş çıkışı kalabalığı vardı.

Yazın olunca daha hava yeni yeni serinlemeye başlamıştı. Dışarıda mis gibi bir hava vardı. Firuze başını hafif kaldırıp gökyüzüne doğru hafif tebessüm ettiğinde, yolda geçen birkaç erkeğin dikkatini çekti. Dikkat çekici bir kadındı. Siyah saçları kalçasına kadar uzanıyordu. Krem rengi elbise ince belini sarıyor, ona ayrı bir endam katıyordu.

Hani derlerdi ya kadının en güzeli güçlü olandır diye. Onun gücü hem yüreğinde hem de güzelliğindeydi. Yürürken bile ayrı bir havası vardı. Bakanın dönüp tekrar bakacağı bir çekim yayıyordu etrafına.

Firuze topuklularına rağmen hızla caddeyi geçti ve en azından birkaç gün uzak dururum diye kendi kendine teselli ettiği şirkete adım attı. "Aferin Firuze!" dedi kendi kendine. "Bu gidişle yaşar dediğin de üç gün içinde ölecek." dedi.

Bu ironiye ağlanması gerekirken o gülüyordu sinirden.

Derin bir nefes aldı ve döner kapıdan içeri girdi. Onu güvenlik karşıladı. Kemal Bey gitmeden önce bilgilendirme yapmıştı ama buradaki herkes zaten Firuze'yi tanırdı.

Nitekim girişteki güvenlik bile, "Hoş geldiniz Firuze Hanım." dedi. "Sizi Ezra Beyin kişisel asistanı Gülay Hanımla tanıştırayım." dedi. Firuze gerçek bir sarışın olan kadının çekik gözlerine baktı. Kadının evli olduğunu bilecek kadar zamanında onu stalklamıştı.

"Gülay Hanım sizi Ezra Beyin yanına götürecek." İki kadın da birbirine baş selamı verdi.

Gülay profesyonel bir ifadeyle, "Hoş geldiniz, Firuze Hanım. Geldiğiniz Faruk Bey tarafından bize bildirilmişti." dedi.

Firuze, "Hoş buldum." dedi. "Fazla durmayacağım, Dubai ihalesi güvenlik prosedürü için bir imza gerekiyormuş." dedi Firuze sabırsız bir ifadeyle. Gülay başıyla onu onayladı.

"Lütfen beni takip edin." dedi ve arkasını döndü. Firuze de onun peşinden ilerledi.

Aslında Firuze bu şirketi avucunun içi gibi biliyordu. Tam üç sene önce inşaatı bitmişti ve her bir karışını bizzat Ezra gezdirmişti.

Onun odasındaki griye yakın bir duvar vardı. Yaklaştıkça maviye dönen rengi Firuze seçmişti. Ezra'nın orada çizimlerini yaptığını biliyordu mesela.

Yine de buranın havası da değişmişti. Şimdi daha her şey oturmuştu. Her yer buram buram lüks kokuyordu. Geniş girişte bir otelin girişi gibi beklenmek üzere konulmuş avangart tarzında, siyah renginde ki gold kenarlıklı koltuklar; bir duvarda ise boydan boya ünlü bir hattata yazdırılmış, Arjin 'in odasına olan Arapça hadisin aynısı vardı.

Resepsiyonda Güher'in kristallerle parıldayan sembolü, Firuze'ye yıllar geçse de çok özel gelecekti. Güher Farsça da mücevher demekti. Ezra'nın Farsçaya, ustası Samuel sayesinde merakı olduğunu biliyordu.

Samuel Ustanın atölyesinde hep Farsça ezgiler çalardı.

Gülay ona selam verdikten sonra Firuze onu takip ederken geçmişe dalıp gitmişti. Geniş asansöre bindiklerinde her iki tarafta reklamlar oynatılıyordu. Yeni koleksiyonun tanıtımında ünlü bir yabancı manken vardı.

Firuze kadınla Ezra'nın buluştuğunu biliyordu. O gün çıkan haberlerin fotoğraflarını büyüte büyüte eskitmişti. Hasedinden de neredeyse ikiye ayrılacaktı. Bundan önce Gigi Hadid markanın yüzüydü.

Kadının çocuğu var, Zayn de zamanında düşe düşe öldüğü bir bey olduğu için benimkine göz dikmez demiş, mutlu olmuştu tabi sonra yine güzel dediği üç gün yaşamadığı için ayrılmışlardı fakat burayı es geçmeyi tercih ediyordu.

Nefreti bu yeni modeleydi çünkü kadının Amerika'da sevgili olmadığı kimse yoktu. Bu yüzden reklamdaki güzel yüzüne tip tip baktı.

Gülay Hanım, "Ezra Beyin geleceğinizden haberdar edemedik. Kendisi özel çalışma odasındaydı. Asla rahatsız edilmek istemez oraya girince." dedi.

Firuze gözlerini mankenden çekip hemen gülümsedi. Yakalandı mı bilmiyordu ama Gülay'ın yüzünde ki tebessüm onu şüphelendirdi.

"Sorun yok. Bekleyebilirim." dedi Firuze. Aslında bekleyemezdi, hemen imzayı attırıp buradan tüymek istiyordu çünkü sabah kapanmamış bir hesap vardı ve başına kesinlikle bela alacaktı.

Onu en üstte terasın olduğun olduğu kata çıkardılar. Geniş koridoru geçerken bir duvar dışarıyı gösterecek şekilde boydan boya camdı. Yolun yarısında cam duvardan bir kapı geniş bir terasa açılıyordu. Firuze dışarıya bakarken Gülay, "Yanlış anlamazsanız bir şey söyleyeceğim Firuze Hanım." dedi.

Firuze ona doğru dönüp gülümsedi. "Ne yanlış anlaması? Lütfen söyleyin, kolay kolay alınmam." dedi.

Hoş yanlış anlasaydı da karşılığını verirdi zaten.

Koridorun sonunda geniş bir hole çıktılar. Bu alanda Gülay'ın masası ve misafirlerin oturması için bir alan vardı ama bu kat diğer kısımlara göre oldukça sessizdi. İki siyah kapısı olan odanın ardında Ezra'nın ofisi olduğunu biliyordu. Firuze ile Gülay tam kapının karşısında durdular.

Gülay tam karşısına geçti Firuze'nin, kadının üstünde gri bir takım vardı. Bu onu hem profesyonel hem de güzel gösteriyordu. Ellerini önünde vakur bir tavırla kavuşturdu ve ondan hiç beklenmeyecek kadar hayranlık dolu bir ifadeyle, "İlk defa yüz yüze geldik ama ben sizi uzun zamandır tanıyorum ve size hayran olduğumu söylemezsem içimde kalacak." Gülay'ın yüzünde mahcup bir tebessüm gözlerinde ise kadınsı bir hayranlık vardı.

"Maşallah çok güzelsiniz."

Firuze bir an donup kaldı çünkü hiç beklemediği bir tepkiydi bu. Kolay kolay utanmazdı ama yanaklarının hafifçe yanmaya başladığını hissetti.

"Sizi İstanbul'daki mücevher fuarında görmüştüm ilk." diye devam etti Gülay. "Güher'in baş modeli sanmıştım. O kadar dikkat çekici bir güzelliğiniz var ki insan size bakarken Sezen'e hak vermeden edemiyor."

Firuze sanki dünyalar ona verilmiş gibi gülümsedi. Her kadın iltifatla çiçek açardı. Hiçbir zaman güzelliğiyle övünen bir kadın olmamıştı ama bu iltifatı sevmediği manasına gelmiyordu.

Gülay tam Sezen'in söylediği şarkının sözlerini söyleyecekti ki araya bir başka ses girdi. O sesin de sözlerin de derin bir manası vardı.

Aynı şarkının farklı dizelerini söyledi Firuze'den dili yanmış olduğunu göstermek ister gibi.

"Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de.
Bir gün gelir ödenir, öde Firuze."

Firuze arkasını döndü ve bu sözleri dile getiren Ezra ile yüzleşti. Sabah onu yolun ortasında terk ettiği adamdı karşısındaki. Üç yıl önce de aynı hatayı yaptığı adam vardı.

Sabahki gömleğini değiştirmişti. Şimdi üstünde koyu lacivert bir gömlek vardı. Gözlerinin rengini, sert ama yakışıklı yüzünü daha da ön plana çıkartmıştı.

Belki sesine yansımamıştı ama buz mavisi gözlerinde sitem yatıyordu. Yine de ondan güzel olduğunu duymak bile kalbine bir şeyler olmasına sebebiyet vermişti. Elini farkında olmadan göğsüne bastırdı.

Gülay ardından, "Ben o dizeleri söylemeyecektim, Ezra Bey." dedi. Ezra'nın gözleri Firuze'deyken cevap verdi.

"Diğer dizeler ona uymuyor." dedi Ezra. "O baharı kıskandırmaz." dedi. Soğuktu sessi. Yakıyor, yıkıyordu. "Güz getirir güzelliği, kurutur kalbi." Firuze bu sözlerle sarsıldığını hissetti. Canı o kadar yandı ki kalbinin üstündeki eli yumruk oldu.

"Bitti mi?" dedi sert bir sesle.

Ezra adımlarını tam karşısında durdu. "Bitmedi." dedi Ezra başını ona doğru eğerek. Yanlarında duran Gülay tenis maçı izler gibi ikisi arasındaki sözlü savaşı izliyordu.

"Söylenecek çok şey var da nerden başlasam canın yanacak diye susuyorum." derken Ezra'nın sözleri yakar gibi gözleri ise sever gibiydi.

Firuze canını yaktığı için ona öfkeyle baktı. "Bir bedeli olur ama." dedi. "Bin misliyle ödetirim emin ol."

Ezra'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi ama gözlerine ulaşmadı bu gülüş. Acı çektiğini yansıtmasa da sözlerine işliyordu sanki.

"Güzelliğin gibi mi Firuze?" diyerek şarkıya atıfta bulundu. Firuze onun ağzından güzel olduğuna dair aldığı bu iltifat ile birlikte hızlanan kalbine de kızıyordu aslında.

Ezra eskiden de ona güzel olduğunu söylemişti ama o zamanlar her şey imkanlıydı. Üstelik bir şeyler yarım kalmış gibi hissettirmiyordu. Firuze çok toydu. Şimdi imkansızlıkların arasında söylenen bu iltifat, hem canını yakıyor hem de daha çok işliyordu yüreğine.

Firuze susunca bir an hayal kırıklığıyla ona baktı Ezra. Her sözden daha çok bu bakış ona koydu. Firuze bir adım geri çekildi bu acıyla.

Ezra ise onunla göz bağını kesti ve Gülay'a baktı. Sanki bir film sahnesini izliyormuş gibi dalıp giden Gülay ise bu bakış ile kendine geldi ve toparlandı.

"Efendim Dubai'ye yapılacak yatırım ihalesi için elektronik imzanız gerekiyor. Kemal Beyin işi çıkınca Firuze Hanım geldi."

Ezra bu açıklamayı bir baş hareketiyle kabul etti ve son kez Firuze'ye bir bakış attıktan sonra iki kadını ardında bırakarak ofisine doğru yürümeye başladı.

Gülay tam ardında durdu. "Bugün huysuz olmasının sebebi sizsiniz sanırım." dedi.

Firuze ise onun ardından bakarken iç çekti. "Ben bizzat sebebiyim onun." dedi. İçinden geçirdikleri ise daha acıydı.

Başta da yakıp yıktığım kalbinin.

Sonra başını eğdi hafifçe. Hüzünlüydü.

Başta yakıp yıktığım kalbimin.

Hüznü bile güzeldi Firuze'nin. Gülay teselli etmek için ona dokunmak istedi ama karşısındaki kadının bunu hoş karşılamayacağını hissediyordu. Nitekim Firuze saniyeler içerisinde hüznün örtbas etti ve Gülay'a genişçe gülümsedi.

Daha yeni karşısında ki acı çeken kadından geriye hiçbir iz kalmamıştı.

Sonra, "Ben gideyim." dedi. "Şimdi geç kaldım diye de köpürmesin bir de."

Firuze ofise doğru ilerlerken elindeki tableti sıkı sıkı tuttu. Kapıdan içeri girince Ezra'yı koyu gri rengindeki geniş masanın ardında buldu. Etrafına baktığında her şeyi bıraktığı gibi buldu.

Geniş ofis tıpkı konaktaki gibi kiremit tonlarında döşenmişti; Geniş koltuklar. Kiremit rengine yakın bir masa. Bir duvarda boydan boya Güher'in sembolü. Bir başka duvarda Ezra'nın almış olduğu tasarım ödülleri.

Tek bir fark vardı odada. Tam karşısındaki mavi gibi gözüken duvar siyaha boyanmıştı. Firuze'nin içindeki yangın cayır cayır yanmaya başladı.

Sanki unutulmuş gibi, sanki üstü karaya boyanmış gibi.

Gözlerini o duvardan çektikten sonra Ezra'nın yüzüne bakmadan tam önüne tableti koydu sonra da geri çekildi. Yüzüne bile bakmadı.

Ezra da o yüzüne baksın diye bir şey yapmadı. Bu Firuze'yi üzse de gururuna tutundu. O aptal gururu zaten en büyük günahıydı.

Ezra elektronik kalem için özel kalemini çıkarttı. Kalem de parmak iziyle kilitliydi. Ezra parmağını iki kere okutmak zorunda kaldı.

Firuze onun ellerinin titrediğini fark edince hafif bir şaşkınlık yaşadı. Ezra'nın elleri hiç titremezdi çünkü.

"Sınanıyorum bugün..." diye mırıldandığını işitti. Sonra bunun üstüne telefon çalmaya başladı. Ezgi tanıdıktı ama Firuze daha çıkartamadan Ezra ona kaçamak bir bakış atıp telefonu aldı ve sesini kıstı.

Sanki ondan saklıyormuş gibi bir hali vardı. Bu Firuze'ye tuhaf geldi ama dikkatini bunun üstünde tutamadı çünkü Ezra arayanın kim olduğuna baktı.

Firuze tam arkasında duruyordu.

Yousef HÜNER

Arıyor...

Firuze kanının çekildiğinin hissetti. Sanki mezarının kazıldığını görür gibi oldu. Yaptıklarının onu yakması an meselesiydi.

Bir telefon kadar uzaktaydı şimdi.

𓇚ꕥ𓇚

Yaktın da yanmadın mı Firuze djdj

Yakmanı bilmem de yanacaksınız o belli djdjd

Nasıl buldunuz bölümü ballarım?

Yoğun karakter etkileşimli bir bölümdü umarım çok sevmişsinizdir.

Bölüm başına minik bir duyuru yapacağım demiştim.

Gelecek bölüm 19 Ağustos'ta gelecek çünkü haftaya KPSS var. Sonraki iki hafta da sıkı bir şekilde alanıma çalışmam lazım,alan sınavım var. Sonra düzenli bölümlerimize devam edeceğiz inşallah.

Sınavım için dualarınızı eksik etmeyin. Sınava giren herkes için de Rabbim hepinizin yardımcısı olsun. En mutlu olacağınız neticeyi alın inşallah.

Sizi seviyorum,yeni bölüm gelinceye kadar Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla.🧡

Continue Reading

You'll Also Like

394K 6.9K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
1M 30.5K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
2.1M 33.4K 54
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
36.1K 2K 26
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...