FİRUZE

By _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... More

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•TURKUAZ•𓇚

16K 1.3K 1.7K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri! Ben geeeeldimmmm! 🥳🥳🥳

Biraz erken geldim çünkü Cuma günü hepinizin bayram telaşında olma ihtimali var. Bu telaşınız arasında bölüm atmak istemedim. 

Şimdiden gelecek Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım. 🥳🥳

Ben bu bölüm sizin ciğeri buharda hafif hafif pişirmeyi planlıyorum djdjd

Şaka, şaka...

Ya da değil djdjd

Nasılsınız ballarım? Buraya nasıl olduğunuzu yazın bakalım. 😍🧡

Ben idare ediyorum, sınava az kaldı. Bunaldım ama sıkıyorum dişimi. İnşallah bitecek bu süreçte.

Hepimiz için mutluluk dönemi gelsin inşallah...

Neyse kurgumuza geri dönelim.

Artık Saruhan ve Koçak ailesiyle bizzat tanıştığınız bir bölüm olacak.

Acılarıyla tanışacaksınız, hasretlerini anlayacaksınız.

Ezra ile Firuze'nin ilk yüzleşmesini okuyacaksınız.

Umarım çok ama çok seversiniz. Şimdiden bayram hediyesi olsun bu bölüm size. İki bölüm uzunluğunda neredeyse zaten.

Sizi seviyorum, iyi okumalar dilerim. 🧡🧡

𓇚ꕥ𓇚

𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Twitter: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Gitdün ammâ kodun hasret ile cânı bile,
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile!"

Sen gittin; fakat canımı özleminle beraber bırakıp da gittin. Ben artık sensiz dostların sohbetini bile istemiyorum!

-Neşâti

𓇚ꕥ𓇚

Ezra gidince, herkesin üstüne yıllardır tükenmeyen hüznün yası çöktü. Ağır ağır adımlarla tekrar yukarı çıkan adamın heybetli omuzlarında da onca yılın yasının yükü vardı.

Firuze yıllar öncesi olsaydı belki diz çökerdi ardından. Göz yaşı dökerdi. Şimdi ise o gidince dimdik durmayı ardında bırakmak zorunda kaldığı sevdasına borçluydu.

Kalbi yere düşen testi gibi bir daha birleşmemek üzere parçalanmış olsa da mak zorundaydı.

Hiçbir şey gittiği gün ki gibi kalmamıştı elbette. Şimdi yaptığı ne varsa hepsine göğüs germek, başını dik tutmak için gelmişti buralara.

Sevdasını da bu yolda harcamıştı zaten. Şimdi ağıt yakmak sevdasının şanına yakışmazdı.

Arjin'e döndüğünde susturdu yıllardır yas tutan yaralarını.

Altınların üstüne basa basa yanına gitti. "Benim evim burası değil, meymê!" dedi sert bir sesle. Acısını öfkesine gömdü. "Önce aileme selam verip sonra elini öpmeye gelseydim. Şimdi insanlar yanlış anlayacak."

Arjin Firuze'nin ateş saçan siyah gözlerinden hiç etkilenmemiş duruyordu. İki elini de bastonunun üstüne koydu. "İnsanlar mı," dedi. Sonra başıyla merdivenden yukarı çıkan adamı işaret ederek, "Yoksa o mu yanlış anlayacak diye korkarsın, Firuze?" dedi.

Bu soru Firuze'yi hazırlıksız yalarken aynı zamanda avare bir kuş gibi de yere çakılmasına sebep oldu. Firuze ağzını açıp konuşacağı zaman Arjin elini kaldırarak onu susturdu.

"Madem geldin buraya kadar, teyzene de buradaki akrabalarına da selam veresin. Sonra gitmek istersen kimse seni burada tutmuyor."

Arjin üstü kapalı bir şekilde akrabalarına karşı saygısızlık etmemesi için uyarıyordu onu. Bu uyarının ardından etrafına bakmak zorunda kaldı, Firuze.

Bu sefer hala her şeyi sessizce izleyen teyzesi Dilruba ile göz göze geldi. Annesiyle birebir aynı gözlere sahip kadının yeşil gözleri dolu doluydu. Gür, siyah saçları beline kadar örgülüydü.

Eskiden o saçlara özenip saçlarını uzatmaya başlamıştı Firuze.

Şimdi o saçlarda aklar vardı. Zamanın geçtiğinin en büyük göstergesiydi bu.

Firuze, Ezra dan uzak durduğu gibi üç senedir teyzesinden de sürekli kaçmıştı. Her gelişinde bir kere görüşmüştü sadece.

Aralarında öğrendiklerinin kırgınlıkları da vardı aslında. Karşısındaki kadının hiçbir suçu günahı yoktu elbette ama yine de Firuze ona bakınca annesini görüyor, onun ne uğruna öldüğü aklına geliyordu.

Canından can gidiyordu da sesi çıkmıyordu Firuze'nin.

"Xaltî (Teyze)!" Ona Kürtçe seslendiğinde teyzesinin yüreğinde acı bir ifade belirdi. O da Firuze'nin yıllardır ondan uzak olduğunun farkındaydı ama Arjin onu bu eve getirdiyse tüm yaraları sarmak için bir adım atmış demekti.

Bu yüzden anne yarısı olarak açtı kollarını. "Biçûkê canê, tu bixêr hatî! (Hoş geldin, küçüğüm!" Firuze canının yanacağını bile bile ona doğru yürüdü. Gitti, sarıldı teyzesine.

"Hoş buldum." dedi Firuze. Annesinin kokusunu buldu teyzesinde ama sıktı dişlerini, ağlamadı. Ağlarsa sanki günlerce susmazmış gibi geliyordu ona.

Yıllardır içinde tuttuğu acı dünyayı yakıp kül edermiş gibi hissediyordu.

Dilruba, Firuze'nin güzel saçlarından öptü. Sıkı sıkı sarıldı kardeşinden emanet olana. "Çok özledim teyzem! Ne iyi ettin de geldin!" dedi.

Firuze, Arjin'in onu çağırdığından söz etmedi. "Düğünde vardı teyze. Gelmezsem Ahmet ve Zahide'ye ayıp olurdu."

Aslında gelmeyecekti. Bütün kanıtları toplamadan buraya adımını bile atmayacaktı ama Arjin bütün planlarını bozmuştu.

"Tabi," dedi Dilruba geçmişe dalıp giderek. "Hiçbir oynama fırsatını kaçırmaz, benim kızım!" Firuze'nin sırtını sıvazladı gülümserken. Gözleri hala yaşlıydı ama o da tutuyordu kendini.

Firuze de gülümsedi. O da geçmişe dalıp gitmişti çünkü. O geçmişte her düğüne Arjin onu götürürdü.

Düğünlere bayılırdı, Firuze.

Hala bu avluda koşan küçük kızdı o. Yara almıştı, yıkılmıştı ama kökleri birbirine sımsıkı bağlı olan bu iki ailenin kızı olarak kalmıştı. Firuze geri çekildiğinde iki yanağından öptü onu. Firuze de onun elinden öptü. Dilruba'nın ardından bir başka kadının sesini duydu, Firuze.

Gülen yüzü soldu. "Hoş gelmişsen, Firuze."

Başını kaldırıp Ezra'nın üvey amcasının eşine baktı. Behiye de aynı zamanda annesinin akrabasıydı.

"Hoş buldum, Behiye yenge." dedi Firuze onun gibi soğuk bir sesle.

Dilruba'yla aynı yaşta olmasına rağmen, Behiye'nin saçları küllü sarı rengine boyalıydı. Evde her gün full makyajla dolaşır, takılarını takmayı da asla ihmal etmezdi. Saruhanların yapmış olduğu Mardin'deki lüks Saruhan otelde her hafta arkadaşlarıyla buluşur, hepsiyle de kendini yarıştırırdı.

Yine de dıştan çok havalı gözükse de Dilruba'nın sağlam duruşuyla bir türlü yarışamazdı. Dilruba'nın duru güzelliğinin ardında çelik gibi bir duruş vardı. Bu yüzden aralarında gizli bir rekabet vardı.

Firuze onun da elini öptü.

Behiye ise ona tepeden bir bakış atarken, "Bende o kadar gürültü olunca mühim biri geldi sandım. Yadê'nin canı sıkılmış herhal!" dedi Firuze geri çekilince. Kahverengi gözleri kısık bir şekilde Firuze'nin yüzünde dolandı.

"Var mı kız yoksa bir şey?" dedi. Firuze, Behiye'yi çok sevmezdi ama saf bir kadındı, bu yüzden de saygısızlıkta etmezdi. Ne hissediyorsa her şeyi yüzünde yaşıyordu çünkü.

Şimdi de yüzünden merak okunuyordu.

"Yok valla, yenge. Yadê buraya girdi ilk. Belki de bereketli bir gündür, bu yüzden bu kadar büyütmüştür gelişimi."

Firuze'nin sesindeki alayı duyunca yüzünü ekşitti, Behiye. "Hala hazır cevap, şuna bak!" dedi. Yüzündeki memnuniyetsiz ifade her daim Firuze'yle karşı karşıya geldiğinde takındığı ifadeydi.

Firuze sırıttı. "Dediğin gibi avukat oldum ben." deyince Behiye bıyık altından hafif gülümsedi. Kollarını göğsünde kavuşturunca parmağındaki değerli yüzükler parıldadı.

O gideli birçok şey değişmişti ama hala değişmeyen şeyler vardı. Ardına bakmadan gidenler vardı mesela. Canını yakanların yüzü gözükmüyordu.

Kimseye yaşanılanlardan dolayı nasıl etkilendiğini asla yansıtmadı. Kan kusuyordu yüreği ama yine de gülümsüyordu

Saruhanlardaki herkesle selamlaştı Firuze. Sahra'yı da tanıştırdı. Dilruba akşama herkesi yemeğe davet ettiğinde de hayır diyemedi.

Artık kaçmaya gerek yoktu çünkü. Artık onu buradan uzak tutan prangalardan kurtulmuştu.

Oğlanları sordu teyzesine. "Bedran 'la, Asaf yoklar mı?" Bu sırada Arjin avludaki geniş çardakta oturuyor, ayakta olan kadınları izliyordu. Yanında Behiye vardı. Yardımcısı Pamuk da ayakta duruyordu. Hepsi avlunun ortasında onları izliyorlardı.

Gürültü azalmıştı. Muhtemelen kalabalık dağılmıştı. Firuze de bu yüzden oyalanıyordu zaten. İnsanlarla tekrar yüzleşmeye hazır değildi.

Dildar ise Koçakların terasından ablasının hevesle gelmesini bekliyordu. Firuze yengesini de görünce tebessüm etti. Az kalmıştı, görevini yapıp buradan gidecekti.

Dilruba konaktaki ikinci kata baktı. "Bedran aynı Bedran, Firuze'm. Bu saatte yeni uyanır beyimiz." Gözlerini devirdi, Dilruba. Sesine anne sitemi yansımıştı. "Bela serêmin!" dedi.

Dilruba'yı en çok uğraştıran oğlu Bedran 'dı. Yine de bir anne olarak evladı ona ancak tatlı bir bela olurdu.

Firuze kıkırdadı, bu hitaba. Sahra'ya döndü. "Başımın belası dedi ona." deyince Sahra hafif tebessüm etti. Anlamıştı ama yine de Kürtçe bildiğini kimseye çaktırmadı.

Anne de olsa çocuğunun bir kadın olarak hangi kumaştan yapıldığını anlayabildiğini düşündü sessizce. Bunu sesli bir şekilde dile getirse ön yargıları yüzünden karşısındaki nahif kadını da kırabilirdi.

Dilruba Sahra'ya bakarak gülümsedi. "Babası kılıklı, o da beni az uğraştırmadı. Bu kapı," Başıyla dış kapıyı işaret etti. "Bedran yüzünden kaç kere çalındı sayısını unuttum. Bir de çoğu zaman Ezra uğraşır onun açtığı dertlerle. O halde neler çektim, neler! Herhalde başına açtığı belaların hepsinden haberdar olsaydım, çoktan kocamın yanına gitmiştim."

Firuze'nin kalbi hem Ezra'nın adını duyunca hem de vefat eden Zeyd amcası anılınca acıdı. Zeyd öldüğünden beri Firuze'nin yüzü gülmemişti. Sanki ailenin koruyucusu terk etmişti bu diyarı. Baba yerine koyduğu bu adam vefat edince ne yapacağını bilememişti.

Gözlerini konağın ikinci katına dikmemek için zor tutuyordu Firuze. Giden adamın ardından yas tutmak istemiyordu ama yüzü şenlik olsa dahi yüreği hüznü bırakmıyordu.

Gülümsüyordu, saygısızlık etmemek için de burada duruyordu ama artık gitmek istiyordu.

Dilruba ise, "Asaf'ı da biliyorsun. Şimdi üniversite de tatile girdi ya! Geldiği anda soluğu çiftlikte aldı. Yanımıza uğramıyor bile." diyerek Firuze'nin rahatsızlığından habersiz anlatmaya devam ediyordu.

Firuze ona zoraki gülümsedi. Sonra kendi evlerinin terasına baktı. "Şaşırmadım, teyze. O hep öyleydi."dedi evine hasretle bakarken.

Sonra tekrar Dilruba'ya döndü. "Ben artık müsaadeni isteyeyim." dedi. Buruk bir tebessüm etti yaşanmışlıklara. " İnşallah sokaktaki kalabalıkta dağılmıştır. Dildar da beni bekliyor hevesle."

Dilruba da yukarı terasa doğru baktı. Dildar ile göz göze gelince kızın gülen yüzü soldu. Bir adım geri çekildi. Dilruba'nın içi acıdı bu duruma.

"Firuze..." dedi, tekrar dönmeden önce. "Akşam Dildar'ı da getirmeye çalış, olur mu canemîn (canım)?" Firuze'nin zorla tutmaya çalıştığı tebessümü soldu.

"Denerim teyze ama biliyorsun konaktan çıkmaz o." Üç yıl önce Dildar'ın başına gelen felaketten beridir o konaktan çıkmıyordu.

Bunu bütün aile biliyordu. Zaten bildikleri aralarına büyük bir mesafe koymuştu.

"Olsun!" dedi Dilruba. Onun hala her şeyin eskisi gibi olacağına inancı tamdı. "Biz bize olacağız. Yabancı kimseyi yaklaştırmam. Terasa hazırlarız sofrayı, açık havada yeriz. Onun sevdiği gibi Sembusek'te yaparım."

Dilruba neredeyse ağlamak üzereydi. Dildar onun için tıpkı kız kardeşi gibi büyük bir yaraydı.

"Kaç kere çağırdım onu yemeğe de gelmedi. Ablası olarak ikna et, Firuze'm." Firuze dişlerini birbirine bastırdı. Bir an sınırda hissetti kendini. Bu avluda her şeyi haykırsaydı, herkesin sebep olduğu şeyleri bir bir yüzüne vursaydı rahat edecekti aslında ama sustu.

Kimse hiçbir şey bilmiyor dedi kendi kendine. Herkes sebep oldukları günahlardan habersiz.

"Benim elimde değil." dedi daha soğuk bir sesle. "Yine de sorarım teyze." Dilruba'nın suratı düştü. O da hissetti Firuze'nin soğukluğunu ama bir şey demedi. Firuze tekrar herkese selam verdi.

Gidip Arjin'in elini öptü tekrar.

Arjin, "Akşam hepiniz gelesiniz." diyerek sanki tekrar sabrını sınadı Firuze'nin. Firuze başıyla onayladı sadece onu.

Sonra terk etti Saruhanların konağını. Sahra bu süreçte yalnızca sessiz bir izleyiciydi. Kapıdan çıkarken Firuze'nin kulağına eğildi. "Bence teyzenin hiçbir şeyden haberi yok." dedi. "Belki de kimsenin hiçbir şeyden haberi yok."

Firuze taşlı yola baktı.

"Belki. "dedi. Sonra yaşadıkları aklına geldi. Sevdiklerinin acıları bir bir canlandı gözlerinin önünde." Yok ama bilmese de sebep oydu." dedi. Tüm maskesini indirmişti. Bir yanı hiçbir şeyi öğrenmeden önceki zamanlara hasretti. Diğer yanı ise öğrendikleriyle nefret doluydu.

"Biz Koçakların kaderi, Saruhanlar tarafından yakılmak sanırım." Acı bir tebessüm etti. "Tarih hep tekerrür ediyor."

Konaktan çıkarken onu uzaktan izleyen adamda Firuze'nin canını yakanlarda başı çekiyordu.

𓇚ꕥ𓇚

Koçakların kapısını, yıllardır Firuze'nin annesinin yanında çalışan Keriman açtı. "Hoş geldin Firuze'm!" derken yaşlı kadının yüzünde bayramlık bir neşe vardı. Yanında iki yardımcısı olan Zahide ve Hülya ondan daha neşeliydiler.

Daha onlara selam veremeden, Dildar uzaktan seslendi. "Kimse sarılmasın, ben sarılacağım ona ilk!"

Firuze, Koçakların kapısından içeri girdiğinde Dildar koştura koştura taş merdivenlerden iniyordu. Ardında yengesi Ayşen vardı.

"Dildar, dur düşeceksin ablam!" dedi Firuze. Dildar'ın uzun kıvırcık saçları havada uçuşuyordu. Kahverengi gözlerinde uzun zaman sonra ilk defa yaş değil umut gördü Firuze.

Firuze onun gülüşü için ömrünü feda ederdi.

Dildar hızını alamayıp Firuze'ye çarptığında sımsıkı sarıldı ablasına. Sahra sırtından destek oldu düşmesinler diye. Bu an, yıllardır yaşadıklarının bir özetiydi sanki.

Firuze, Dildar'ın kıvırcık saçlarına gömdü başını. "Çok özledim, ablam." dedi Firuze. Dildar'ın yaşı artık 19'du ama sanki 16'sında takılı kalmıştı. Sesinde bile o ilk gün ki hüzün vardı.

Çocuksuydu. Çocukluğunda kalmıştı.

Çocukluğu yarım kalmıştı.

"Bak, sakın ağlamıyorsun!" dedi Firuze. "Çok kızarım sana." Firuze başını geri çekti. Dildar'ın yüzünde gülümseme olsa da gözlerinde yaşlar belirmişti.

O gözler yıllardır gülmüyordu. Umudu bile kırgın gözüküyordu.

"Geldin diye hep! Ondan ağlıyorum çünkü çok özlüyorum." Elinin tersiyle yüzünü temizlerken kendine karşı acımasızdı. "Yine gideceksin." dedi ablasına sitem ederek. "Yine yalnız kalacağım. Nasıl ağlamam?" Yüzündeki gülümseyişin yerini acıya bıraktı.

"Ne zamana kadar sürecek abla bu hasret?" Dildar bazı şeylerden haberdar olmasa da az buçuk yaşanılanları tahmin edebiliyordu. Ablasının gitmediğini, gitmek zorunda bırakıldığını biliyordu.

Onun yüzünden hayatını mahvettiğini biliyordu.

Firuze, Dildar'ın güzel yüzünü elleri arasına aldı. Yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı. O kadar şey yaşamıştı, hepsi bu güzel yüzü mutlu etmek içindi.

"Bitti ablacım." dedi yıllar sonra ilk defa gönül rahatlığıyla "Bitti, buradayım artık."

Senin yüzüne bakabileceğim artık. Bir kişi daha kaldı. O da bedel ödeyince sana bakarken acı çekmeyeceğim artık.

Dildar'ın yaşlı gözleri büyüdü. "Nasıl?" dedi şaşkınlıkla. Yüzündeki şaşkınlığı hatta dehşete düşmüş ifadeyi kimse görmesin diye işaret parmağını dudaklarına bastırdı Firuze.

Saçlarından öptü Dildar'ın. Sonra geri çekilip Sahra'ya baktı. "Bak!" dedi. "Sana çok bahsettiğim, Sahra Ablan."

Dildar zoraki bir tebessüm etti. Hala aklı ablasının sözlerindeydi. Nasıl kurtulabilmişti o adamdan? Nasıl tutsaklığı bitmişti?

Yüzünde dalgın bir ifade ve sahte bir gülümseyişle selamladı Sahra'yı. "Hoş geldin, Sahra Abla! Ablam hep senden bahsediyordu. Bir kere telefondan da konuşmuştuk. Sonunda tanışmak nasip oldu."

Sahra karşısındaki kızın masum güzelliği karşısında bir an konuşamadı. O kadar narin ve kırılgan duruyordu ki sanki en çok gözleri yaralıydı. Bakışlarında bile sürekli hissediliyordu.

Dildar'ın dinmeyen acısı saklamaya çalışmasına rağmen oradaydı. Sahra ona baktıkça boğazındaki büyüyen düğümü engelleyemedi.

"Hoş buldum, ablacım." derken sesi tarazlı çıktı. Sonra boğazını temizledi. Yaşanılanların hepsini bildiği için karşısındaki genç kıza ne kadar üzüldüğünü saklamaya gayret etti. Anlarsa korkar, kaçardı Sahra'dan.

Kim olduğunu bilse belki nefret bile ederdi ondan.

Dildar'a içten bir şekilde gülümsedi. "Bende tanıştığıma çok memnun oldum. Firuze o kadar çok anlattı ki seni, sanki benim de küçük kardeşim gibisin." Topaz rengi gözleri parladı Sahra'nın. Gerçek bir kardeş yerine koydu onu.

Dildar bilmiyordu ama Sahra da karşısındaki genç kız için her şeyini feda ederdi. Yaşadıklarından sonra ona sahip çıkmak için her şeyi yapardı. Sahra ona yaklaşmak için bir adım attığında, Dildar kendini koruma iç güdüsüyle bir adım geriye çekildi.

Sonra yaptığı bu hareketten dolayı daha da özgüvensizleşti. Firuze kolunu atarak sımsıkı sarıldı ona korunduğunu hissettirmek için.

Sahra çaktırmadan tekrar geri çekildi. Yaptığı hatanın farkına varmıştı. Hiç olmamış gibi gülümsedi ona. Sonra araya abisi Baran'ın eşi, Ayşen girdi.

"Ooo Firuze Hanım!" Neşesi dört bir yanını sardı. " Zat-i aliniz sonunda Koçaklara teşrif edebildi. Biz de hanım ağamız nerede kaldı diyorduk." Firuze Ayşen'in neşeli sesini duyunca yüreğinde uzun zaman sonra huzurlu bir mutluluk hissetti.

Ayşen bu evin mutluluğuydu. Annesi öldükten sonra onu güldürebilen tek insandı. İki kadın da birbirine bakıp gülümsedi.

Firuze, "Böyle neşeli bir kadınken o hanzo abime nasıl vardın, hala anlamıyorum." dedi bilmiş bir ifadeyle.

Ayşen kıkırdadı. Tek gamzesi onun güzelliğine güzellik kattı. Başında pembe renginde bir yazma vardı. Onun nahif güzelliğine ayrı bir güzellik katıyordu.

"Baran'ıma laf etme!" dedi Firuze'ye doğru gelirken. "O benim pamuklara sarar hep." Dildar yana çekilince tek koluyla Firuze'ye sarıldı.

"Kırk yıl düşünsem âşık olunca böyle bir adam olacağını düşünmezdim zaten." dedi Firuze Ayşen'in kulağına doğru. Abisi öfkeli bir adamdı. Dev gibi de olunca küçükken onunla hep Midyat'ın Hulku diye dalga geçerdi.

Ayı deyip de onu kızdırışı da az değildi hani.

Gerçi abisinin öfkesi de haklıydı aslında. Babası az çektirmemişti ona. Kızlara bir fiske vurmuşluğu yoktu ama abisi, babasının tüm kahrını çekmişti.

Az dayak yememişti ondan.

Bu yüzden bu kadar öfkeliydi. İstese ayık gezmeyen babasını yere sererdi ama büyüklerine saygılı bir çocuktu. Bir de her daim önüne engel olan anneleri vardı. Bu yüzden Baran'ın içinde tükenmeyen bir öfke vardı.

O öfke onu yabanileştirmişti.

Büyümüş, Koçakların başına geçmişti ama hala Firuze'nin gözünde abisi medeniyete zorla girdirilmiş gibiydi.

Tabi bundaki en büyük etki de Ayşen'e aitti. Köye bir iş için giderken uğradığı bakkalda görmüştü, Ayşen'i. Babasının bakkalında yazın çalışıyordu. Oracıkta da vurulmuşu beyaz tenli, ceylan gözlü, güzel kadına.

Az peşinde koşmamıştı. Ayşen uzun bir süre evlenmek istememişti ama Baran takmıştı kafayı bir kere. Ayşen'in babası da o istemeyince vermemişti.

Kapısının önünde mi yatmamıştı köyü ihya mı etmemişti neler yapmıştı neler de Ayşen ikna olmamıştı.

On kere gidip gelmişlerdi istemeye. Firuze'nin en eğlendiği zamanlardı o günler.

En son araya yine Arjin girmişti de bu iş olmuştu. O gün bu gündür, Baran bir kere bile Ayşen'i incitmemişti. O kadar güzel seviyordu ki sanki bakmaya kıyamıyordu.

Firuze, abisinin bu değişimini şaşkınlıkla izlemişti.

Abisini değiştiren bu kadın da hem yengesi hem de en yakın arkadaşlarından biri olmuştu.

"Hoş geldin canımın içi!" dedi Firuze'yi sımsıkı sararken. "Çok özlemiştik valla. Ne iyi ettin de geldin! Yadê gelişini boşuna şenliğe dönüştürmedi." Geri çekilip Firuze'ye baktı. Yüzünde imalı bir ifade vardı ama Firuze bunu görmezden geldi.

Midyat'a girişlerinin hiçbir manası yoktu. Ortada onu görmek istemeyen bir adam olduğu sürece de olmayacaktı.

Ayşen Firuze'nin değişen ruh halinden habersiz konuşmaya devam etti. "Yeşim seni görünce delirecek." dedi muzip bir sesle. Sözlerindeki özlemle bir kere daha sarıldı Firuze'ye.

Firuze, yeğeninin ismini duyunca hem mutlu oldu hem de dehşete düştü.

Minik yeğeni büyümüşte küçülmüş gibiydi. Görünüş olarak annesiydi ama fıtratı Koçaklara benziyordu. Hem hazır cevaptı hem de daha 4 yaşında olmasına rağmen cin gibi bir kızdı.

Çok severdi onun bu hallerini ama istediği olmayınca nasıl küçük bir cadıya dönüştüğünü de çok iyi biliyordu.

Bu yüzden içten içe de dehşete kapılmadan edemiyordu.

Firuze de sıkı sıkı sarılı yengesine. "Hoş buldum, çok hoş buldum da..." Geri çekildi, ani bir idrak anı yaşayarak. "Valla mahvedecek beni senin kızın." dedi hissettiği dehşetle. "İstanbul'dan sipariş ettiği hiçbir şeyi getirmedim çünkü." Sonra konağın avlusuna baktı. "Nerede şimdi o? "

Ayşen'in yüzünde kızının şimdiden ağlayışları ve bin bir nazı kulaklarında çınladığı için huzursuz bir ifade belirdi.

"Babası şirkete götürdü. Başının etini yedi bende gitmek istiyorum diye." Sonra vah vah der gibi başını sallamaya başladı. "Yandın Firuze!" dedi. Firuze'ye acıyarak baktı Ayşen. Kendi kızından bazen o bile korkuyordu. "Nasıl unutursun? Her gün bana Firuze halam ne zaman gelecek de bana hediyelerimi getirecek, diyor."

Ayşen arkaya baktı. "Valizin de yok sizin." Sonra Sahra'yı gördü. Ona bir baş selamı verdi şimdilik. "Misafirimizin de yok." Sahra da ona tebessüm etti.

Firuze alelacele geldiklerini açıklayamayacağı için, "Sonradan gelecek valizlerimiz." dedi. Sonra Sahra'yı tanıştırmak için öne sürdü ve konuyu kapattı.

Herkese kendini açıklarsa yalanlarının kuyruğu birbirine dolanacaktı çünkü. Keriman, Zahide ve Hülya başta olmak üzere konak çalışanları da sıranın onlara gelmesini beklediler.

Ayşen ile Sahra tanıştıktan sonra Firuze, "Babam nerede?" dedi. Firuze babasının bu saatte nerede olduğunu tahmin ediyordu ama usulen sordu yine de.

Bir kolunun altında hala Dildar vardı. Onu koruması altına almıştı yine farkında olmadan.

Ayşen zoraki bir tebessüm etti. "Babam Samuel Ustanın yanına gitti." Firuze içindeki nefret yüzüne yansımasın diye kendini çok zor tuttu.

Samuel Usta, Süryani bir ustaydı. Firuze'nin çok saygı duyduğu bir adamdı, hayatında tanıdığı en babacan insanlardan birisiydi. Ezra'nın da ustasıydı aynı zaman da.

Canını sıkan onun yanına gitmesi değildi.

Babası Samuel Ustaya gitmeyi bahane olarak kullanırdı. Oraya kısa bir süre uğrar sonra yan dükkandaki Süryani şarabı imalathanesine girerdi.

Bu da demekti ki bugün eve ayık gelmeyecekti. Tıpkı yıllardır olduğu gibi. Tıpkı kendini bildiği günden beri gördüğü gibi.

"Neyse!" dedi hislerine karşılık yüzüne hiçbir ifadeyi yansıtmayarak. "Akşama kadar gelmez şimdi o." Hiçbir şey çaktırmadan kenarda bekleyen Keriman 'a döndü. Keriman diğerlerinin aksine hüzünle izliyordu Firuze'yi.

Bu evin yardımcısıydı ama aynı zamanda Firuze'nin annesinin de en yakın arkadaşıydı.

Firuze'ye bakarken en yakın dostu olan Dilzar 'ın yokluğunu hissediyordu Keriman.

Firuze ona baktığında yemenisinin ucuyla gözünün kenarını silip gülümsedi ona. "Keriman ablam, sizinle terasta hasret giderelim mi? Vallahi iflahım kesildi." dedi Firuze her şeyin farkında olsa da hiçbir şey çaktırmayarak.

Keriman 'ın gülümseyişi genişledi. Hemen bir şeyler hazırlamak için telaşlanıp mutfağa doğru hareket etti. "Tabi ki Firuze'm! Şimdi kızlar seni bir tuttu mu saatlerce bırakmayacak. Hem içecek bir şeyler hazırlayalım hem de oturalım, olur mu?" dedi.

Sonra kızlara bir işaret verdi peşlerinden gelmesi için. Zahide ve Hülya'nın suratı asılsa da itaat ettiler.

Firuze başıyla onayladı onu ama onun onayına gerek kalmamıştı bile.

Etrafına baktı. Eskileri görür gibi oldu.

Konağın avlusuna baktığında eksik yanı sızladı. Avlunun ortasındaki çeşmenin önünde annesinin gülümseyen silueti belirdi sanki.

Göz pınarları akmayan göz yaşları için sızladı, Firuze'nin.

Sus annem, derdi şimdi burada olsa. Unut her şeyi, yüreğine göm acını. Sen benden çok daha güçlüsün. O güzel yüreğin bunu da kaldırır.

O kaldıramamıştı çünkü.

Şimdi annesi yoktu.

Hiçbir şey onun yokluğunu geri getirmeyecekti.

İntikam alsa da.

Defalarca katil olsa da.

O öksüzdü.

Bu yükü taşıyacak gücü de çoğu zaman bulamıyordu ama anlatacak kimsesi de yoktu...

𓇚ꕥ𓇚

Ezra bir türlü tekrar çalışma odasına dönemiyordu. Yıllardır hayran kaldığı o değerli taşlara baksa bile gözünün önünde sadece kara gözleri görüyordu.

Tam üç sen olmuştu. Üç senedir bir kere bile canlı yüzünü görmemişti. Görünce de hiçbir şeyin değişmediğini fark etmişti.

Hala aynıydı.

Hala kalbi ilk gün ki gibi onu görünce kor demirle dövülüyor, pişiriliyordu ama can suyunu almadığı için bir türlü yaşayamıyordu. Yaşam suyu Firuze'deydi. Üç senedir görmediği o yüzdeydi.

Faruk'u yarım saat sonra odasının önüne çağırdığında sinirden köpürürken aslında ihtiyacı olan tek şey bir kere daha onun yüzünü görmekti.

Ezra, "Haberin var mıydı senin?" derken sinirden alnının ortasında bir damar belirmişti. Faruk ustasının öfkesini görünce korkudan geri çekildi. Ezra'nın gözlerinin irisi buz kesmişti sanki.

Faruk ellerini önünde birleştirip konuşurken bu öfkeyle nadiren karşılaştığı için metanetli olmaya çalışıyordu.

"Yoktu, Ezra Beyim!" dedi, yatıştırıcı bir sesle. "Daha sabahleyin rapor geldi. Bürodaydı, arkadaşıyla birlikteydi. Hatta akşama Bebek'te meşhur bir restoranda rezervasyon yaptırmışlar. Adamların hiçbirinin haberi olmamış çünkü kimseye haber verilmemiş. Özel jetin ekibini bile iki saat önceden haberdar edip yüklü bir ikramiyeyle kandırmışlar."

Ezra'yı bu bilgiler sakinleştirilmiyordu, aksine daha da öfkeleniyordu. Bu hayatta en nefret ettiği şey arkasından iş çevrilmesiydi. Arjin de tam olarak bunu yapmıştı.

Ezra bir hışımla Faruk'a doğru döndü.

"Ruhunuz duymamış, bir saat içinde gözünüzün önünden kaybolmuş ama hiçbirinizin haberi olmamış!" Gür sesi taş duvarlarda yankılandı. "Siz nasıl iş yapıyorsunuz Faruk?" dedi. "Ben size gözünüzün önünden bir dakika bile ayırmayacaksınız demedim mi?" İşaret parmağını suçlarcasına ona doğrulttu.

"Her saat başı ne yaptığını bana bildireceksiniz, demedim mi!" Faruk, ince uzun bir genç adamdı. İşinde her daim tecrübeli olarak bilinirdi. Bu zamana kadar Ezra'dan asla böyle bir azar işitmemişti.

Ezra'nın nadiren yükselen öfkesi karşısında kasırgaya tutulmuş direk gibi sarsılmaya başladı.

Zoraki konuştu.

"Beyim..." dedi ama devamı gelmedi çünkü araya Bedran girdi. Hala ev haliyle ortalıkta dolaşıyordu ortalıkta. Altında gri bir şort vardı. Üstünde ise siyah renkte olan, içinde beyaz harflerle What's wrong? yazılmış bir spor atlet vardı.

Siyah saçları dağınıktı ama Saruhan erkeklerinin meşhur olan erkeksiliğini de doğal bir şekilde üstünde taşıyordu. Aheste aheste odasından terasa giden taşlı yolda yürüyordu.

"Abi," diye seslendi Ezra'ya. Bıyık altından gülümsüyordu. "Faruk'u biraz daha paralamaya devam edersen çocuk yığılıp kalacak şuraya." Kendini terastaki sedirlerin üstüne attı ve ayaklarını önündeki sehpaya attı.

Annesinden yıllardır bu konuda azar işitseler de hepsinin asla vazgeçemediği tek huy buydu.

Bedran'ın mavi gözleri keyifle etrafta dolandı. Ezra ise öfkesinin hışmıyla ona doğru döndü. Aynı renk olan iki göz çarpıştı. Biri keyifliyken diğeri öfkeyle yanıyordu.

"Sen karışma!" dedi Ezra, Bedran'a. Bedran iki elini kaldırdı.

"Ben karışmıyorum zaten." Dünya yansa umurunda değilmiş gibi rahat duruyordu. Yüzünde gevşek bir gülümseme vardı.

"Sadece sorgulayacaksan, Faruk'tan bir şey çıkmaz diyorum. Belli ki arkalarından iş çevrilmiş."

Ezra, teyit etmek için Faruk'a döndü. Ezra'nın bir cevap beklediğini anlayan Faruk hemen cevap verdi.

"Evet, efendim. Bize ait korumalar gelmiş Firuze Hanımın yanına. Normal rutin bir koruma durumu varmış. O gün adliyeye gideceklermiş çünkü. Konuşmuşlar ama olağandışı hiçbir şey olmamış. Sonra Firuze Hanım, arkadaşı Sahra Hanımla öğle yemeğine çıkar gibi dışarı çıkmışlar. Bizim adamlar da gittikleri restoran şirketin olduğu için çok önemsemeden hanımları takip etmişler ama sonra kızlar Yadê 'nin emrindeki adamlarla çıkmış restorandan. Bir arbede yaşanmış korumalar arasında. Bizim adamlar arbede sonrası da Yadê Arjin'in emriyle susturulmuşlar."

Ezra derin bir soluk aldı. Eliyle ağrımaya başlayan ensesini ovuşturdu. Babaannesinin adı anılınca her şey yerli yerine oturdu ama aynı zamanda yer alt üst oldu sanki. "Kim eşlik etmiş onlara buraya gelirken?" diye sordu Faruk'a.

"Aşık ile Arap." cevabını verdi Faruk ona.

Bedran karışmaması için uyarı almasına rağmen tekrar müdahil oldu. "Abi ortalığı ayağa kaldırmışlar. Asaf aradı, bizim çiftlikten bir organizasyon için atların istendiğini sanıyormuş. Meğer Arjin Sultan kendi gösterisi için istiyormuş." Ezra ona doğru dönerken o da sedirin sırtına kollarını yaslıyordu.

Ezra, bu sözlere karşı gittikçe sakinleşeceğine daha da öfkeleniyordu. Gidip Arjin'e hesap sorabilecek tek erkek oydu bu ailede ama gitseydi ona, Arjin her şeyi şıp diye anlardı.

Firuze'yle onu vuracaktı, neden seni bu kadar ilgilendiriyor diyerek onu sıkıştıracaktı. Bu yüzden gidemiyordu da.

Faruk'a bakmadan, "O ikisini çağır hemen." dedi. Sonra o da gidip Bedran' ın yanına oturdu. Bir elini dizine yaslayıp yere bakmaya başladı.

Gözleri dalıp gitti derinlere. Sessizleşti. Düzgün olan yan profilinden düşünceli bir adamın yansıması vardı yalnızca ama içini bir o bir de Allah biliyordu.

Midyat'ın sıcağı değil, Firuze'nin zemherisi yakıyordu onu.

Bedran da ona bakarken ciddileşti. "Özlemiş misin?" diye sorduğunda abisine hiçbir yanıt alamadı Bedran. Sadece dudakları gerildi, yüzündeki sert ifade sonbaharı gören bir ağacın kabuğu gibi daha da sertleşti.

"Çok özlemişsin." dedi Bedran onun sessizliğine ses olarak.

Abisinin çektiği aşk acısını kimse de görmemişti Bedran. O da bir zamanlar birini sevdiğini zannetmişti ama abisine bakarken aslında bunun sevgi değil acıma olduğunu öğrenmişti.

Sevmeyi babasından görmüştü, acısına ise abisinde şahit olmuştu. Babaları öldükten sonra bile gülebilen adam Firuze gidince gülmeyi unutmuştu.

Eskiden sessizdi ama şimdi sessizliğinde büyük bir öfke taşıyordu. Dert bu diyarlarda su niyetine içilirdi ama abisi bu dertle kan kusuyor ama bir kere bile şikâyet etmiyordu.

Karşısındaki adam yıllardır Saruhanların ağır yükünü taşıyordu fakat sevdasının yükünü bir türlü taşıyamıyordu.

"Karşılaşmanızı izledim." diye devam etti, Bedran. "Sen arkanı döndüğünde neredeyse ağlayacaktı." Ezra ona doğru döndü. Firuze ona anlatıldığında hep dinlerdi.

Yine dinledi. Yine her anını özümsedi.

Bedran' ın sorgulayan yüz ifadesi bile alaycıydı. "Sonra hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi." Ezra'nın aklına o an ki Firuze'nin şaşkına dönmüş yüz ifadesi geldi. Firuze o an gülümseseydi şayet ona arkasını dönemezdi.

Yıllardır bir tutam gülüşüne hasretti, yapamazdı.

"Sen yanlış görmüşsündür." dedi sert bir sesle. "Neden üzülsün?"

Bedran kaşlarını çattı. "Abi görünen gerçekleri es geçme şimdi." dedi kül yutmaz bir ifadeyle. "İhtimalleri düşünerek aklını yemiş olabilirsin ama o kız sadece senden gitmedi. Midyat'tan gitti, ailesinden gitti. Sana gel, ben araştırayım sebebini dedim, izin vermedin. Adamların izledikleri yalnızca Firuze'nin çevresine gösterdikleri. Ne olup ne bittiğinden bihaber olabilir..."

Ezra yeter der gibi elini kaldırdı. Bedran birden sustu. Abisine asla saygısızlık etmezdi.

"Ben kaç kere derdi olup olmadığını sordum ona ama bana hiçbir şey söylemedi. Her seferinde bana başkalarından bahsediyordu."

O başkalarının kim olduğunu iki adam da çok iyi biliyordu. Bu durum Bedran 'ın bile canını sıkıyordu.

Ağır adımlar onlara yaklaşırken ikisi de konuşmaya dalmıştı.

Ezra'nın aklında geçmiş vardı. Firuze resmen Ezra'yı kendinden itmek için elinden geleni yapmıştı. Kendisi bir erkeği almamıştı hayatına ama Ezra bir başka kadını hayatına alsın diye de çabalamıştı.

Bedran gelenin kim olduğunu ilk fark eden oldu ama görse de ses etmedi. Gelen kişi yalnızca abisine cevap verebilirdi.

"Hem üç yıl geçti aradan." dedi dalgın bir sesle. "Geldiği gibi geri de gider buradan."

"Gitmez!"

Yıllardır her sözünü güçle besleyen kadim bir sesti ona seslenen. Ezra başını kaldırınca karşısında duran yaşlı kadının yılları ve acıları eskitmiş mavi gözlerine baktı. "Kalıcı olarak buraya geldi." diye tamamladı sözlerini Arjin.

Yanında korumalardan Celal ve Ahmet vardı. Ezra olduğu yerde dikleşti. Kaşları çatıldı. Arjin'e bakarken yıllar sonra ilk defa babaannesinin gözlerinde hırs gördü.

O hırs onu hep ürkütürdü.

O hırsı ne zaman görse bu aile hep büyük sarsıntılar yaşamıştı.

"Ne demek burada kalacak?" derken Arjin ona kısa olmasına rağmen hala tepeden bakabiliyordu.

Arjin ona cevap vermeye tenezzül etmedi. "Aşık'la Arap'ı çağırtmışsın." dedi onun yerine. "Yukarı çıkacaklarken gördüm. Bir hesap soracaksan, bana sor!" Duruşuyla Ezra'ya meydan okuyordu.

Ezra bu meydan okuyuşa karşılık verecek tek adamdı.

"Tu dixwazî ​​çi bikî, yadê? ( Ne yapmak istiyorsun, yade?)" Ezra onu sinir etmek için Kürtçe konuşuyordu. Arjin Kürtçe konuşunca kocasını hatırladığı için bile bile yapıyordu.

Nitekim işe yaradı da. Arjin'in kaşları çatıldı. "Li baîdu an'îl aynî, baîdu an'îl kalbî, Üzeyir. ( Gözden ırak olan gönülden de ırak olur, Üzeyir.)" Arapça verdiği cevap karşısındaki genç adamı yaraladı yalnızca. Yalnızca Arjin ona Üzeyir derdi, yalnızca o böyle yarasını bile bile kanatırdı. "Bende yalnızca uzağı yakına getirdim."

Ezra acı bir şekilde gülümsedi. "Av bi bêjingê nayê civandin.( Elekle de su toplanmaz.)" dedi ona deyimiyle deyim ile karşılık vererek. Babasının çok sevdiği bir deyimdi bu da. Boşa çabalama demek istiyordu ona.

"Hiçbir uzak da birden yakın olmaz. Boşuna uğraşıyorsun."

Ayağa kalktı Ezra.

Şimdi Arjin onun yanında minicik kalmıştı. Yine de dimdik duruşuyla ona meydan okuyordu. "Bunca zaman sonra aklından ne geçiriyorsan, vazgeç. Hiçbir şey eskisi gibi değil artık."

Arjin, onun öfkesine karşılık meydan okumak yerine bu sefer gülümsedi. Ezra bu gülümsemeyi daha tehlikeli buldu çünkü Arjin çok nadir gülümserdi.

Gülümsediğinde ise şimdiden verdiği savaşın zaferini ilan eder gibi gülerdi.

Yine aynı baktı Ezra'ya.

"Ben bir şey yapmak istemem, Üzeyir'im." dedi Ezra'nın kuşku duyacağı sakin bir ifadeyle. "Sadece çok uzak kaldı. Burada çalışmasını istedim. O benim sözüme itimat eder, öyle sen gibi karşı çıkmaz."

Ezra ellerini Arjin 'in iki omzuna koydu. "Benim arkamdan iş çevirmezsen bende asla sana saygısızlık etmem." dedi.

Burada üstü kapalı bir tehdit de vardı. Arjin de bu tehdidi sezecek kadar akıllı bir kadındı. Ezra yaptığı tehdidi yumuşatmak için Babaannesinin kollarını sıvazladı sonra.

Arjin ise torunun elini itti. Öfkesi Ezra'ya bir başka kadını hatırlatırcasına birden yükseldi. "Ne iş karıştıracağım ben senin arkandan? Haddini bilesin!"

Birden yükselen öfkesi adı gibi yaşam ateşindendi.

Ezra bu haline gülümsedi ve eğilip Arjin'in yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra kulağına eğilip, "Benimle uğraşma." dedi kısık sesle.

Bu ise tatlı bir şekilde yapılmış bir uyarıydı. Arjin'in ne yaptığı açıkça ortada değildi elbette. Her an Ezra tekrar Firuze'yi sevmekle suçlanılabilirdi. Bu yüzden iki tarafta savaş baltalarını çekmeden Ezra onu uyarmıştı.

Ezra, odasına Ahmet ve Celal'i çağırdıktan sonra gitti.

Arkalarında Bedran ve Arjin kaldı.

Arjin, Bedran'a ters ters baktıktan sonra gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Oldum olası en anlaşamadığı torunu Bedran'dı ama ilginç bir şekilde düşkündü de ona.

Özellikle birbirlerine laf atmaktan gizliden gizliye ikisi de zevk alıyordu.

Bu yüzden Bedran babaannesiyle uğraşma fırsatına balıklama atladı.

"Pişt, taşların sultanı!" dedi Bedran. Arjin kaşlarını çatıp arsız toruna döndü. Ağzına bir tane kürdan almış, sedire tamamen uzanmıştı, Bedran.

Arjin ona dönünce sırıttı.

"O güzel aklından ne geçiyor?" dedi sıcakta mayışmış bir yırtıcı kedi gibi gerinerek.

Sonra olduğu yerde dikleşti ve ona doğru eğildi. Sanki bir sır söyleyecekmiş gibi sesi kısıldı. "Bana söylersen sana yardım edebilirim!" Gözlerinde şeytan tutsaktı. Kendi kuyruğunu yakalamaya çalışacak kadar Bedran tarafından aptala çevrilmişti.

Arjin ekşi yemiş gibi yüzünü buruşturdu. "Senin işin yok mu oğlum? Burada kızlar da yok." Etrafına baktı Arjin. "Cıbıl cıbıl niye dolanıyorsun o halde?"

Başıyla spor atletinden gözüken kaslı kollarını gösterircesine otururken Arjin onun yarı çıplak halini tüm yüzüyle kınıyordu resmen.

"Kime gösteri yapıyırsen?" dedi doğu şivesiyle.

Bedran güldü. "Sen varsın ya, sultanım! Sana kocanın genlerinin boşa gitmediğini gösteriyorum." Bilerek Arjin'in kocasından bahsederek damarına bastı.

Rohat, Arjin'in tek zayıf noktasıydı.

İki elini birleştirerek ensesine yasladı ve geriye doğru gerilerek Arjin'e söylediği gibi kaslı kollarıyla, geniş gövdesiyle gösteri yaptı.

Arjin burnundan alaycı bir ses çıkarttı. "He yaparsın!" dedi başını hafifçe sallayarak. "Sen ancak boş boş onu yaparsın. Aylak bakkal da taşaklarını tartarmış zaten. Senin de tek yaptığın taşağında sinek avlamak."

Babaannesinin ağzı hep çok bozuktu. Bütün küfürlü deyimleri onun sayesinde öğrenmişlerdi.

Bedran gösteri yapmayı bıraktı ve bu söze karşı kıkırdadı. "Zoruna gidiyor değil mi senden daha güzel olmam? Hem yakışıklıyım hem güzelim. Ondan böyle yapıyırsen, değil mi?" dedi onun şivesini taklit ederek.

Bedran bebekliğinde kız mı bu diyerek çok sevilmişti. Mahallenin maskotu olacak kadar bir güzelliği vardı. Yüzünde ergenliğe girene kadar hep bebeksi gözüküyordu. O da bunu zamanında kızları tavlamak için çok kullanmıştı.

Bedran'ın sözleriyle Arjin daha da öfkelendi. " Apır sapır konuşma da benim asabımı bozma. Hele kalk da kerhanene git. De hayde!" Yolu gösterdi ona elindeki bastonuyla.

Bedran'ın kulübüne bir kere gelmişti, Arjin. Haram lokma yeme, kızları oynatma diyerek nutuk çekmesinden bıktığı bir gün Bedran onu götürmüştü. Diğer insanlar da onun hakkında konuşması umurunda değildi, Bedran'ın ama Arjin onun için de değerliydi bu yüzden zorla sürüklemişti onu.

Oradaki kadınlarla Arjin'i tanıştırmıştı.

Kadınların hepsinin bir geçmişi olduğunu öğrenince Arjin susmuş, ona gelenleri de susturmuştu ama asıl en büyük desteği abisi Ezra'dan alıyordu Bedran. Şu gün Ezra arkasından çekilse, millet yine onu ipe dizerdi ama Ezra baştan beri onun amacını biliyordu, bu yüzden asla desteğini esirgemiyordu.

Bu iki güçlü insan arkasında olsa da Arjin onunla uğraşmaktan vazgeçmiyordu.

Arjin yanına oturduğunda, "Saruhanların ortancası, torunlarının en yakışıklısı pezevenk mi oldu diyorsun yani Yadê Arjin?" deyince Arjin bastonunu ona doğru savurdu.

Neredeyse Bedran 'ın kafasına vuruyordu ama Bedran son anda kafasını eğerek hızla ayağa kalktı.

"Kalk git! Sinirimi kaldırma benim. Eşeğin oğlu seni." Hırsını alamadan tekrar laf etti. "Dedesi kılıklı! " Bedran' ın kalkarken ayağındaki terliklerden biri Arjin'in yanında kalmıştı.

Bu yüzden diğerini de çıkardı ve, "Ben teklifimi yaptım, sultanım. Tek başına uğraşmanı zevkle izleyeceğim." dedi.

Midyat'ın sıcağına rağmen sıcak zemine hiçbir şey olmamış gibi ayağını basa basa ilerledi. Terliği havada sallıyordu bu arada. "Artık tütsü mü yaparsın, taş mı fırlatırsın, büyü neyin mi yaparsın, bilemem. "

Arjin diğer terliği alıp ardından ona fırlatıp küfür ediyorken Bedran ise deli gibi kahkaha atıyordu.

Bu Saruhanlarda yalnızca sıradan bir gündü.

𓇚ꕥ𓇚

Ezra evde duramayınca şirketinin içerisindeki atölyesine gidip geldi. Atölye dediği yer, Güneydoğu da en lüks plazanın içerisindeki bir kısımdı sadece. Kocaman şirketin bir bölümünü kapsıyordu ama Ezra için en değerli bölümdü. İçerisinde tüm Türkiye'de topladığı en değerli mücevher ustalarını çalıştırıyordu.

Bu sadece Midyat'taki şubesiydi.

Her şehirde olan mücevher mağazalarının temel merkezlerinden biri İstanbul'da diğeri Ankara da bir diğeri ise sürekli gidip geldiği İtalya'daydı.

Yine de zamanının çoğunu Midyat'ta geçirirdi. Bu topraklar onun ilhamıydı. Bu toprakların taşı bile ona gizli bir mücevher olduğu fısıldardı.

Yeni sezon için şimdiden koleksiyonları hazırlıyor, stoklar için araştırma yapıyorlardı. İşine sevdalı bir adamdı Ezra. Hiçbir işini öylesine yapmazdı.

O atölyede neredeyse gözünü kaybedeceği gün mücevher tasarımcısı olacağını anlamıştı. Sanki taşların bir dili vardı ve o büyülü dille efsunlanmıştı.

O gün bugündür her taşın hikayesini dinler ve onlara hak ettikleri değeri verirdi ama bugün ne mücevherlerin hikayesini duyuyor ne de onlarla büyüleniyordu.

Atölyeyi gezerken bile dikkatini bir türlü toparlayamıyor, çalışan ustalar ondan fikir isterken bile ilk defa onların sorunlarına tam olarak kendini veremiyordu.

Minik bir taşın adını alan o güzel kadının sevdasının altında eziliyordu.

Yıllardır bu kadar büyük bir dikkat dağınıklığı yaşamamıştı. Hem işini hem ailesini hem bu topraklardaki saygınlığını kontrol eden bu adam, kontrolü dışında gerçekleşen bu haline karşı rahatsızlık duyuyordu.

Bu yüzden rutin yaptığı işlere yöneldi. Çizimlerini tamamladığı tasarımlar için eski telkâri ustaları gibi kendi özel alaşımdan ürettiği gümüş ince telleri örmeye başladı ince ince. Şirketteki odasında kendini bu şekilde oyaladı.

Akşama doğru annesi onu eve tekrar çağırdığında aslında gelmeyecekti ama herkesin toplanacağını söylediğinde mecbur kaldı.

Bu şekilde kaçarsa herkes onun Firuze'den uzak durmak için elinden geleni yaptığını düşünecekti. Bu yüzden dönmek zorunda kaldı. Üstünü değiştirmek için odasına çıkarken yan tarafta kızların şen kahkahalarını duydu.

İkinci katta Koçakların ve Saruhanların terasları birleşikti eskiden ama o katta aynı zamanda Firuze ve Ezra'nın yatak odaları birbirine baktığı için zamanla sıkıntı olmaya başlamıştı. Arjin, Firuze'nin sürekli perdesini kapattığını, evin çalışanlarının terasta hiç rahat edemediğini fark etmiş, araya duvar yaptırmıştı.

Ama Saruhan erkeklerin boyunun uzun olacağını hesap etmeyi unutmuştu.

Duvar bir buçuk metreyi en fazla on beş santim geçiyordu. Duvarda ancak Ezra'nın göğsüne kadar geliyordu. Bu yüzden kızların Koçakların terasında oturduğunu görebiliyordu. Yine de duvar uzak olunca dikizlemek çok da anlaşılmıyordu.

Ezra bu işte ustalaşınca gözükmediğini çok iyi biliyordu.

Eskiden zamanının yarısını değerli taşları şekillendirmekle uğraşırken diğer yarısını en değerli mücevheri olan Firuze'yi izlemekle geçirirdi. Ama eskidendi. Eskide kaldığına inandırdı kendini.

Arkasını döndü. Bakmak istemedi Ezra.

Tam odasına gidecekti ki Firuze'nin şen kahkahasını duydu. Donup kaldı olduğu yerde. Sanki göğsündeki yürek taş oldu da ayaklarını bir adım daha ileri atamadı. İlerlemeye çalıştı, olmadı.

Başını çevirip bakarken kontrol aklında değil gönlündeydi.

Firuze'yi ayakta gördü gözleri. Gül dudaklarında neşeli bir gülüş için aralanmıştı. Upuzun saçlarını havaya kaldırmış, birini taklit edercesine abartılı hareketlerle bir yürüyüşü taklit ediyordu.

Abartılı hareketlere rağmen kıvrımlı bedeninde her hareket güzel gözüküyordu. Ya da Ezra deli gibi aşık olduğu için ona güzel geliyordu.

Bilmiyordu artık, aklının şirazesi bugün ayrı bir kayıktı hiçbir şeyi anlamlandıramıyordu.

Kızlardan biri bir şey söyleyince başı geriye doğru attı ve kahkaha attı. Gür saçları savrulurken Ezra büyülenmiş gibi izledi Firuze'yi.

Yıllardır büyülenmişti zaten. Bir lanetin büyüsü onu derbeder etmişti.

Kınalı ellerine takılı kaldı gözleri. Avuçlarını sarmış kınayı bile kıskandı bir an. Onun teninde yaşam bulmuştu çünkü.

Duvara doğru ilerlerken Firuze'nin efsununa kapılmıştı bile. Duvar taştandı. Taşlar örülerek inşa edilmişti ama bir yerde zamanla aşınma olmuş iki taşın arasında boşluk olmuştu. Bu da Saruhan erkekleri için Ezra yüzünden gizli bir zula haline gelmişti.

Duvarın önüne geldiğinde iki taşın arasındaki küçük boşluktan sakladığı sigara paketini çıkardı bilinçsizce.

Kapağı kaldırıp sigarayı eline aldığında sigara içmek üzere olduğunu idrak etti.

"Siktir!" diye fısıldadı ne yaptığını fark edince. Tam 7 aydır sigara içmiyordu. Şimdi Firuze'nin gülüşünü duyunca yüreğini öyle bir dert sarmıştı ki kendini yine bu bataklığın içerisinde bulmuştu.

Ellerinin titrediğini fark etti. Mücevherle uğraşan hiçbir ustanın elleri titremezdi çünkü en küçük bir titreme yaptığı işi tamamen mahvedebilirdi ama Firuze'nin onda böyle bir etkisi vardı işte.

"Firuze hastalığı..." dedi, acı acı. Yalnızca Firuze'yi gülünce elleri titrerdi eskiden de. Belli ki hala değişmemişti bu hastalığı. Elindeki sigarayı baktı ve iki taşın arasından çakmağı alıp sigarayı yaktı.

Sonra dudaklarına götürdü. Sigaradan daha ilk soluğu çektiği anda sakinleşmeye başladığını hissetti. Nikotinin değil de Firuze susunca sakinleştiğini fark edemedi. Sigarayı içerken sessizce izledi onları.

Kızlar kendi aralarında eğlenirken onları izliyordu. Ezra, Firuze'yi izlerken Firuze de o anlarda konağın bir çalışanı olan Hülya'yı taklit ediyordu.

"Bu kız var ya hayatımda gördüğüm en cilveli kadın!" diyordu. "Bizim terasta böyle cilveli cilveli yürürdü. Bir gün bizim Arap," başını Sahra'ya doğru çevirip ona izahatta bulundu. "yani Celal bunu daha iyi görebilmek için karşı taraftaki ahırın çatısına çıkmış. İçiyormuş bakışırlarken. Bizim ki bir hareket yapmış. Şok!" İki elini kaldırınca Zahide 'ooo' efekti verdi meşhur bir şarkıdaki gibi.

Kızlar kıkırdamaya başladı.

"Ayağa kalkmış aradaki koskoca sokağı unutarak. Sonra da yeri boylamış tabi." Kızların gülüşü sokağa ulaşıyordu. Aşağıdaki korumalar bile bu neşeye yalnızca tebessüm ediyordu. O kadar çok hasret kalmıştı ki iki evde mutluluğa, kimse şikâyet etmiyordu bu yüzden.

"Çok şükür ki kırık bacakla kurtardı. Yoksa Hülya'nın yolunda tahtalı köyü boylayacaktı."

Hülya bu sırada kızarmış yüzünü başındaki yazmanın ucuyla gizliyordu. Herkes gülmekle meşguldü. Dildar bile tebessüm ediyordu.

Hülya, "Ya Firuze Abla!" dedi utanç dolu bir sesle. Sitem ederken sesi gittikçe inceliyordu. "Anlatma ne olursun!" dedi yüzünü gizlemeye devam ederek. "Bak hem onun sayesinde imana geldi benimki. Ayda yılda bir kere belki içiyor artık!"

Zahide de Hülya da Keriman 'ın yeğenleriydi. Bu yüzden kızmak ona düştü. "Bu durumu bile kendine yonttun ya, helal valla Hülya. Adamı imandan çıkaran sensin, ders verip yola getiren Allah asıl!" dedi.

Ayşen gülmekten yerlere yatıyordu artık. "Sanırım karnım düşecek." derken kızlar da aynı durumdaydı.

Ezra onları izlerken Bedran gördü abisini. Akşam Mata Hari'ye gitmek için hazırlanmıştı o da. Üstünde şarap rengi bir gömlek altında ise siyah bir kumaş pantolon vardı.

Tam abisine seslenecekti ki neye baktığını fark etti. Bu yüzden sessiz kaldı ve abisinin yanına ilerledi. Ezra hiç farkına bile varmadı kardeşinin yanına geldiğinin.

Firuze, Sahra'ya seslendi. "Sahra kalk bir, ne olur!" dedi. Sahra'nın kaşları çatıldı ama kalktı ayağa.

Firuze elinden tutuyordu onun.

Saruhanlardan ikincisinin mavi gözleri Sahra'ya kilitlenirken, kızlar birbirlerine gülümsüyorlardı.

"Şimdi karşıma geç." dedi Firuze. Durdurdu Sahra'yı tam karşısında. Sonra kirpiklerini kırpıştırdı nazlı nazlı.

Kimse onun ne yaptığını anlamıyordu ama sonra konuştu. "Zahide'm deme, Aşık." Elini kalbine bastırdı, Firuze Zahide'yi taklit ederken. "Öleceğim bak şimdi, vallahi."

Zahide o ve yakında evleneceği kocasının taklit edildiğini görünce aynı Hülya gibi yazmasının kumaşıyla yüzünü gizledi.

Sıra ona gelmişti. Bu yüzden utançla inledi.

"Gül şimdi, Sahra." dedi Firuze. Sahra onun ne yaptığını anlamasa da sahte bir şekilde güldü.

Firuze nazlı nazlı iç çekti. "Öyle gülme Aşık, ölüp gideceğim şimdi." dedi. Bu anda en çok gülen ise hala Ayşen'di çünkü her gün bu hallerine şahit oluyordu.

Sahra bile gülmeye başladı bu taklitten sonra. Uzaktan izleyen iki Saruhan da karşılıklı duran iki kıza ayrı ayrı bakıyor ve farkında olmadan tebessüm ediyorlardı.

Firuze Sahra'nın arkasına geçti. "Ne yapayım kurban olduğum?" dedi sesini kalınlaştırarak. "Sen benim özümsün. Neşet babanın dediği gibi, özü gülmeyenin yüzü güler mi? Ben seninle gülerim hep."

Herkes Firuze'nin birebir taklidine gülerken Hülya Zahide'ye bakıp oh çekti.

Zahide ise, "Vallahi böyle konuşur Aşık." derken çok utanmıştı.

Beyler bu neşeli anı izlerken bu sırada üçüncü Saruhan da teşrif etti. Asaf yeni işten gelmişti. Tam kendi odasına gideceği zaman abilerini terasta gördü. Daha nereye baktıklarını anlayamadan kızların gülüşünün sesini duydu ve durdu.

O kadar uzun zamandır bu evde kahkaha sesi duyulmuyordu ki bu sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Sabahtan beridir atlarla ilgilendiği için deri ve at kokuyordu. Acilen duş almaya gitmesi gerektiğinin farkındaydı ama merak etmişti o da.

Üstünde kahverengi kısa kollu bir lacos altında ise siyah bir binici pantolonu vardı. Binicilik çizmeleri hala ayağındaydı.

Yaklaştı, tam duvarın kenarında durdu ve sesin kaynağı olan neşeli gruba doğru baktı.

Firuze'yi ve yanında gülümseyen Dildar'ı görünce tam konuşacaktı ki Bedran ona doğru döndü. İşaret parmağını dudaklarına bastırdı ve dalıp gitmiş abisini işaret etti. Asaf abisinin bu halini görünce yüzünde anlayışlı bir ifade delirdi ve o da sessizce kızları izlemeye başladı.

Ezra, kardeşlerinden habersiz Firuze'nin gülüşünü içiyordu sanki.

Gözleri bir an olsun ondan ayrılmadan soluğunu verdiğinde burnundan usul usul duman süzülüyor sanki dertleri taşıp dökülüyordu içinden.

Üç Saruhan erkeği konağın terasında Koçakların eğlencesini izliyordu. Biri kahverengi, biri bordo, diğeri ise buz mavisi rengi giymiş farklı tarzdaki üç adam da uzaktan kapak modeli gibi duruyorlardı.

Bu sırada Hülya utancına ara verip Sahra'ya seslendi. "Sahra abla, sabahtan beri Firuze abla bizimkileri taklit ediyor. Yok mu senin yavuklun? Seninle de uğraşmıyor mu?"

Erkekler bu konuşmayı dikkatli bir şekilde dinliyorlardı. Aralarından birisi ekstra dikkatliydi. Sahra'nın gülen yüzü birden ciddileşti. "Yok," dedi. "Ben evlenmeyi düşünmüyorum kızlar."

Keriman onları sessizce izlerken, "Niye kızım? Peygamberimizin sünnetidir evlenmek. Biri gönlünü mü kırdı da böyle dersin?"

Sahra başını olumsuz anlamda salladı.

Firuze kız kardeşinin yanına oturup, "Boş ver Keriman Abla, sen onu. O burada peşinden koşacaklardan habersiz böyle konuşuyor şimdi. Bizim burada beyaz tenli kıza elmas gözüyle bakarlar." Firuze arkadaşını ateşe attığını bilerek haince güldü. "Bilmiyor da tabi."

Kızlar hep beraber onu onaylarken bir yandan da Sahra'yı övmeye başladılar. Firuze Dildar'ın kıvırcık saçlarını öperken gözleri gülüyordu. Sahra'yı kurtların ortasına atmıştı çünkü.

Ezra onun gülüşü, Dildar'a sıkı sıkı sarılışı karşısında dişlerini birbirine bastırdı. Yürek hasretken olmadık kişileri bile kıskanıyordu.

Herkesi neşeyle saran kalbi bir onu mu taşıyamamıştı? Ezra yıllardır bu sorunun cevabını arıyordu.

Yanındaki kardeşlerine döndü sanki onları yeni fark etmiş gibi.

"Siz niye buradasınız lan?" dediğinde Asaf utanmış gibi görünmeye tenezzül ederken Bedran gevşek gevşek gülümsedi.

"Sen niye buradaysan bizde bu yüzden buradayız, abi."

Normalde uzaktan biri koskoca Saruhan erkeklerinin ergen gibi kızları izlediğini görse yarım asır milletin dilinden kurtulamazlardı.

Bu yüzden, "Siktirin gidin!" dedi Ezra kaşlarını çatarken." Hele sen!" İşaret parmağını Bedran 'a doğru salladı. Bedran 'ın kızları izlemesi demek hedef belirlemek demekti.

"Tek bir vukuatını istemiyorum bu zamanda. Zaten herkes gergin!"

Bedran tek kaşını kaldırdı. "Herkes mi abi yoksa yalnızca sen mi..." derken Ezra ona tehditkâr bir adım atınca cümlesini yarıda bıraktı. Arsız bir şekilde sırıttı. " Ne yapacağım abi..." dediğinde kızların tekrar sesli gülüşüyle birlikte üç adamın da başı kızlara çevrildi.

Ayşen kalkmış, Sahra'nın yanına geçmişti.

Ayşen'in yanında mavi gözlü, gözleri hafif çekik olan güzel kadın, erkekler tarafından tanınmıyordu. Adını duymuşlardı konuşmalardan ama ne için Koçakların yanında olduğunu bilmiyorlardı.

Kadınlar matinesi onu ortasına almış, başta o olmak üzere hepsi bir ağızdan konuşuyor gülüyorlardı.

Kız kapalıydı ama başına taktığı mint yeşili şalı onu daha da güzel gösteriyordu. Bedran geldiğinden beri kızı kestiği için kimlerden olduğunu öğrenme ihtiyacı hissetti. Koçaklarda uzun zaman sonra ilk defa yabancı birini görüyordu.

Bedran başıyla göstererek," Bu kız kim?" dedi.

Ezra şimşek gibi bir öfkeyle ona doğru döndü. " Sikerim bela..." derken Bedran elini teslim olmuş gibi kaldırdı.

Adı çıkmıştı dokuza, tabi inmezdi sekize.

"Merak ettim." dedi masum bir sesle. Abisiyle birebir aynı renkte olan gözleri cin gibi parlarken hiç inandırıcı değildi ne yazık ki.

Bedran 'ın öyle herkes dikkatini çekmezdi. Dikkatini çekince de altından hep başka bir şey çıkardı.

Asaf cevapladı Ezra yerine. "Firuze ablanın avukat arkadaşı. Adını duyunca hatırladım. Bir kere uzaktan gördüm bende. Normalde aynı evde yaşıyorlar. Yedikleri içtikleri de ayrı gitmez, öyle yakınlar ama ben gelince o gidiyordu. Bu yüzden ben bir kere Kadir abinin sekreterine sormuştum merak edip. Çok taşaklıymış, öyle demişti. Sümüklü Hüso'ya müebbedi giydirtmiş."

Bedran 'ın yüzü ilk önce genç yaşta azılı bir mafyayla uğraştığı için şaşkınlığa düşerken kısa bir an sonra kıza doğru dönmesiyle şaşkınlığının yerini piç olarak adlandırılan gülüşüne bıraktı.

Kız gülümsemeye devam ederken güzelliğini takdir eden yalnız gözleri değildi.

"Belli." dedi. "Beton yetmez bu kıza."

Asaf, "Abi taşak konuştuğumuza emin misin?" deyince Ezra uzandı ve Asaf'ın ensesine bir tane geçirdi.

"Ağzınızı toplayın! "dedi.

Asaf ne yaptım ben dercesine ensesini ovuştururken Bedran Ezra'yı delirteceğini bilerek cevap verdi. "Sende gözünü topla abi." Kızdan gözünü hiç ayırmadı. " Sende gözünü..."

Üç erkek kardeş birbirini yemek üzereyken kızlar da kendi aralarında eğleniyorlardı. Bedran'ın sadece dikkatini o kız çekmişti.

Kız güzeldi ama tesettürlüydü. Onun yaşadığı hayata taban tabana zıttı. Bu yüzden güzeli gören gözleri sadece takdir etti. Tabi, bu abisinin oklarının üstüne çekilmesi için yeterliydi.

Dilruba, tam Ezra Bedran' a saldırmak üzereyken onlara seslendi. Üç Saruhan erkeği de aşağı kattan annelerinin onlara seslendiğini duyunca çili yavrusu gibi dağıldılar.

İş anne olunca onlar hala Dilruba Hanımın deli fişek oğullarıydılar.

Sırtlarını dönüp terastaki geniş sedire doğru giderlerken kızlarında dikkatini çektiler. Firuze arkası dönüadamın buz mavisi gömleğinin içerisindeki geniş sırtını, sigarasının dumanını gördü. O arkasını dönmüş izlerken sessizce izledi onu.

Bir dönünce diğeri bakarken aralarında hem bu kadar yakın bir çizgi hem de bu kadar uzak bir kaçaklık vardı.

𓇚ꕥ𓇚

Midyat akşamı gördüğünde dağlarının eteklerine yıldızlar yağar, şehir ışıl ışıl olurdu. Taşların üstüne kızıl ışıklar vurur, mistik bir havaya büründürürdü şehri.

Yaz ayları bir tek akşamları sıcaklık biraz olsun azalır, yerini gecenin mis gibi kokusuna bırakırdı. Herkes dışarda yerdi yemeğini, damlarda kurulurdu yemek sofraları.

Saruhanların geniş terasında da yıllar sonra geniş bir sofra kuruldu. Mardin'in yöresel yemekleri yapıldı. Mis gibi kokular sardı dört bir yanı. Koçaklar erkenden yardıma geldiler, yardım ettiler. Bu sırada Firuze sessizdi. Abisi de babası da daha gelmemişti.

Dildar'a sorduğunda gelip gelmeyeceğini onu şaşırtmış ve hayır dememişti. Bu cevap Firuze'yi memnun etse de aynı zamanda koruma iç güdüsünü de harekete geçirtmişti.

Firuze Ahmet'i çağırıp onu bir konu hakkında sorguya çekmiş sonra o da güvenli olduğuna ikna olup Dildar'ı da yanında getirmişti.

Yine de tedirgin olmadan duramıyordu. Dilruba, sarılmak için Dildar'a uzandığında kardeşi kaskatı kesilmişti. Teyzesi de bunu hissetmiş ve görmezden gelememişti.

O andan beri üzgündü, Dilruba.

Dildar çok nadir konaktan çıkardı. Bu yüzden Firuze onun üstünden hiç gözlerini ayırmıyordu. Saruhanlara uzun zaman sonra ilk defa gelmişti. Gözünü ayırsa bir şey olur korkusunu da içinde taşıyordu.

Dildar da ablasının gözlerinin sürekli üstünde olduğunun farkındaydı. O böyle yaptıkça Dildar daha çok içine kapanıyordu. Kafasında sürekli ablasının bir şey yapmış olma ihtimali canlanıyordu. Üzerindeki yükün ağırlığını daha çok hissetmeye başlıyordu.

Firuze kalıcı olarak gelmişti. Bu ne demekti? Ya o adamın bir plan hazırlayıp ablasını bir kukla gibi buraya getirdiğini ya da ablasının o adama bir şey yaptığının işaretiydi.

Dildar aptal değildi. Ablasının hareketlerini anlamlandırabiliyordu. Bu yüzden uzun zaman sonra ilk defa Saruhanların evine gelmişti.

Kendi gözleriyle bir şeylerin değişip değişmediğini görmek istiyordu. Onun ablasıyla Saruhanlara geldiğinin haberi mutlaka uçurulurdu. Bir şey olmazsa şayet anlayacaktı ki ablası bir şey yapmıştı.

Bunun sonucu felaket olurdu. O felakette de yine kurban Firuze kalırdı. Dildar bir kere daha kendisi yüzünden ablasının kurban gitmesini kaldıramazdı.

Bir fedakârlık yapılacaksa bu onun tarafından olmalıydı. İnsanları sessizce izlerken şeytanın kulağına fısıldadığı tek gerçek buydu.

Yukarıda sofra hazırlanırken Firuze her şeyden habersiz abisinin gelişini duyunca aşağı indi. Bu sırada abisi Baran'da Saruhanların konağından içeri girmekteydi.

Firuze'nin Baran'ı görünce yüzünde bir tebessüm belirdi. Etrafta koşuşturan çalışanların bile yüzünde aynı tebessüm vardı.

Firuze abisini Saruhanların avlusunda karşıladı. Abisi de onun gibi kara kaşlı ve kara gözlüydü ama benzerlik bu kadardı. Baran dev gibi bir adamdı. Zamanında profesyonel olarak halterle de uğraşmıştı. Bu yüzden bir kolu neredeyse Firuze'nin beli kadardı.

Baran onu görünce hafif bir tebessüm etti.

O zaten öyle kahkahalarla gülen bir adam hiç olmamıştı. "Hoş geldin, bacım." Sımsıkı sarıldı ona, başının tepesine bir öpücük kondurdu. "Haberini şimdi aldım. Bilseydim İstanbul'da işim vardı yarın. Ben getirirdim seni."

"Hoş buldum, abi." dedi. "Öyle bir anlık kararla oldu işte. Çok özledim." Hiçbir sözü yalan değildi. Gerçekten çok özlemişti. Midyat'ın gecesinin kokusunu içine çekerken sanki ciğerleri gerçek bir nefes alıyordu.

Ezra çalışma odasındaydı hala ama birkaç metre ötede olması bile heyecandan kalbini kıpır kıpır ediyordu.

Baran, Firuze'nin ani kararını sorgulamadı. Zaten öyle çok da kardeşinin ardını arayan bir adam da değildi. Sahipleniciydi elbette ama zamanla Firuze'nin o ne kadar baskı kurarsa o kadar hırçınlaştığını fark edip geri çekilmişti.

Tabi bu değişimini yanına gelmekte olan karısına da boşluydu. "Yeşim nerede?" dedi Ayşen, Baran'a yaklaşırken.

Baran'ın karısının sesini duyunca yüz ifadesi hemen yumuşadı. "Halasının geldiğini öğrenince üstünü değiştirmek istedi hanımefendi. Keriman abla yardım ediyor ona şimdi. "Firuze'yi göğsüne yasladı, boşta kalan kolunu açtı gel der gibi.

Ayşen gelip Baran'a sımsıkı sarıldı. Siyah ve beyazın zıtlığına sahiplerdi. Baran esmerdi, Ayşen ise beyaz. Baran'ın yanında Ayşen daha da narin gözüküyordu.

Baran eğilip Ayşen'in alnından öptü. "Ayşen'im!" dedi, tekrar öptü. Firuze başını abisinin göğsüne yaslamış bu görüntüyü izliyordu.

"Kara kedi gibi girdim araya." dedi onlara bakıp gülümserken.

Abisinin göğsündeyken izlediği çift aynı anda başlarını ona doğru döndürdü ve tebessüm ettiler.

"Doğru," dedi Baran muzip bir sesle. "Sen hep bizim aramıza girersin zaten." Sonra Firuze'yi iter gibi yaptı.

"Bak ya!" dedi Firuze geri çekilip. "Bu kızın telefon numarasını almak için kırk takla atan kimdi acaba?"

Eliyle yazıklar olsun der gibi bir hareket yaptı. "Nankörsün abi sen!" dedi.

Ayşen bu tartışmanın uzayıp gideceğini bildiği için araya girdi. Baran tam ağzını açmışken konuştu.

"Baran, babam hala gelmedi." dedi hafif endişeli bir ifadeyle. "Samuel Ustanın yanına gitmişti. Hepimiz aradık, açmadı da." dedi. Baran'ın hafif gülen yüzü de yerini hep aynı olan ciddi yüz ifadesine bıraktı.

"Gelmeyecekmiş." dedi. Bir açıklama yoktu, sebep yoktu. Firuze'yle kısa bir an bakıştılar. Firuze'nin kalbinde küçük bir yer sızlasa da hiç şaşırmamıştı.

Yüreğinde beklettiği çocukluğunun özlemini yakıp kül etti içinde.

Gelmezdi babası.

Haberi olmasının bir ehemmiyeti yoktu. Aile mi yoksa içki mi deseler ikincisini kolayca tercih ettiği için zaten ailesinin başına gelenlerden bihaberdi.

"Sevmez o böyle toplanılmasını zaten. İçki içmeyi tercih etmiştir." dedi hissiz bir sesle. Sonra abisinin koluna girdi. "Boş verin onu da bana yardım et, abi." dedi neşeli bir sesle. "Yeşim'e hediye almayı unuttum." diyerek konuyu değiştirdi.

Uzun zamandır alışkın oldukları için bu duruma kimse birbirinin yarasını deşmedi.

Yukarı çıktıklarında akşam ezanları okunuyordu. Herkes hazırdı. Arjin başta olmak üzere namaz kılanlar namazını eda ettikten sonra sofraya oturacaklardı.

Firuze sofranın ortasına Kaburga Dolmasını yerleştirirken Ezra'nın odasının kapısı açıldı ve Ezra odadan çıktı.

Firuze sürekli kapısına baktığı için tam çıktığı anda göz göze geldiler.

Firuze, sofranın üzerine eğilmiş bir şekilde donup kaldı. Ezra'nın ise eli hala kapının kulpundaydı. İkisinin de kalp atışları hızlandı. Ezra'nın soğuk yüz ifadesinin altında öyle yoğun bir şeyler yatıyordu ki Firuze nefes alamadığını hissetti.

Gömleğini değiştirmişti. Şimdi üstünde beyaz bir gömlek vardı. Siyah saçlarına, hafif esmer tenine, o güzel mavi gözlerine beyaz gömlek o kadar yakışmıştı ki iç çekmemek için kendini zor tuttu. Parmaklarında iki tane yüzük gördü ama ne olduklarını göremeyecek kadar uzaktaydı.

Sonra ona arkasını döndüğünü hatırladı. Bu yüzden bu bakışmayı kesen ilk o oldu. Tabağı bıraktıktan sonra dönünce Sahra ile yüz yüze geldi.

Yüreği ağzına geldi. Baş parmağını damağına bastırdı bu yüzden ama Sahra'nın umurunda olmadı.

"Gördüm sizi." dedi Sahra sırıtarak.

Bu sırada çaktırmadan Ezra'nın nereye gittiğine baktı Firuze. Baran ile selamlaşmaya gittiğini görünce tekrar Sahra'ya döndü. Kaşları çatıldı Sahra'nın sözlerine. "Ne gördün?" dedi anlamamazlığa vurarak. Sahra Firuze'nin kulağına doğru eğildi.

"Bana maval okuyup durma Firuze! Yemediğimi de biliyorsun ama buraya gelince bir şeyler oldu sana." dedi. Firuze, Sahra'nın alaycı sözlerine karşılık yüzünü ekşitti.

Sahra'nın yüz ifadesi yumuşadı. Arkadaşı buraya geldiğinden beri sanki oradan oraya savrulan bir yaprak gibiydi. Savrulsa bile yönü yalnızca birini işaret ediyordu ama o birine adım atmaya da asla cesaret edemiyordu. "İnsanlardan anlarım." diye devam etti. "Bakışlarından ne demek istediklerini de anlarım. Bu yüzden diyorum tam tahmin ettiğim gibi oldu. İçi gidiyor sana. Ben de bir kadına böyle içi giderek bakan bir adamı ilk defa görüyorum."

Firuze bu sözlerle birlikte sarsıldı. Herkesin hislerini göz ardı edebilirdi ama Sahra yaşadığı zorlu geçmişten dolayı tam bir insan sarrafıydı. Bu yüzden onun sözlerini göz ardı edemiyordu.

Geri çekilip Firuze'nin hüzün düşmüş gözlerine baktı. "Sanki yanık. O bakışlar resmen yanık." Hafifçe gülümsedi. "Sana," dedi kelimelerin üstüne vurgulayarak. "Yanık."

Firuze'nin gönlü buna inanırken aklıyla yalanlamayı tercih etti. Yapmak zorundaydı. Yoksa çok daha fazla acı çekerdi.

"Ben karanlıkta onu zor gördüm. Sen ise maşallah şahin kesildin başımıza." diyerek püskürttü onu. Sahra her şeyi biliyormuş gibi bir tebessüm etti.

Sonra yalnızca, "Ben namaza gidiyorum. Allah'tan sana aklını doğru kullanabilme kabiliyeti vermesini isteyeceğim." dedi.

Firuze ise anında, "Kendin içinde şifa dile. Olmayan şeyleri görmeye başladın çünkü." karşılığını verdi. Birbirleriyle uğraşmaktan ekstra zevk alıyorlardı.

İki genç kadın didişirken bu sırada küçük adımların sesi Firuze'nin kulağına çalındı. Firuze daha dikkat edemeden minik bir beden kollarını Firuze'nin bacaklarına doladı.

"Firuze Halam gelmiş!" Firuze arkasını dönüp ona seslenen güzeller güzeli yeğenine baktı. Annesinin bal rengi saçlarını almış yeğeninin saçları lüle lüle omuzlarına dökülüyordu. Saçları hala bebek saçıydı. Doğduğundan beri annesi çok az kestirmişti saçını, bu yüzden altın gibi parlıyordu.

Göz rengini Koçaklardan almıştı. Siyaha yakındı. Üstünde adı gibi yeşim renginde sıfır kollu bir elbise vardı. Parmaklarında minik yüzükler, bileğinde ise altından künyesi her daim takılıydı.

Bu kadar süslü olduğu için ona küçük Firuze diyorlardı. Firuze de küçükken aynen onun gibi takılara meraklıydı çünkü.

Küçük yeğenini görünce bütün iç sıkıntısı gitti Firuze'nin. Yeşim iki evinde minik neşesiydi.

Firuze beş yaşındaki yeğenini kucağına alıp, "Benim Yeşim prensesim buradaymış." dedi abartılı bir şaşkınlıkla. "Halası onu çok özlemiş." Yanaklarını koklaya koklaya öperken Yeşim kıkırdadı.

Firuze onu sevdikçe bacaklarını sallıyordu Yeşim.

"Halacım gerçekten seni çok, kocaman özledim ben. "dedi Yeşim o çocuksu neşesiyle. Sonra annesinin öğrettiği gibi, "Öpeyim de geçsin özlemim." dedi.

Firuze onun bu bilmiş haline kıkırdadı. "Öp bari de geçsin özlemin!" dedi.

Yeşim, Firuze'nin yüzünü minik elleri arasına aldı. Minik öpücükler kondurdu halasının yüzüne.

İzlendiklerinden habersiz tablo gibi bir sahneyi çiziyorlardı o anda.

Yeşim öpücükleri bittikten sonra halasının yüzü hala elleri arasındayken, "Bana hediye getirdin mi?" diye sordu tatlı bir sesle. Firuze, Ezra'nın yanındaki abisine baktı.

Abisi hala Ezra'yla konuştuğu için yardım çığlığı atan bakışlarını görmedi. Onun yerine onlara bakmakta olan Ezra ile göz göze geldi.

Firuze'nin kalp atışı hızlanırken yanlış kişiyle göz göze gelmenin korkusuyla hızla Yeşim'e çevirdi gözlerini.

Ezra'nın onları dinlediğinden habersiz yeğenine döndü.

"Şimdi halam," diye konuşmaya başlarken bir bahane arıyordu hızla çalışan zihninde ama bir türlü bulamıyordu. Bu yüzden yeğenine dürüst olmaya karar verdi. Yüz ifadesi düştü ve gerçekten üzgün olduğunu gördü.

"Ben buraya acil bir iş için çağrıldım. Bu yüzden eşyalarımı bile alamadan geldim..."

Daha sebeplerini anlatırken Yeşim leb demeden leblebiyi anladığı için hemen güzel gözlerini doldurdu.

"Yani almadın." dedi halasına kırgın bakışlarla bakarken. Başını eğdi sonra. Hemen gözleri doldu, alt dudağı titremeye başladı.

"Üzüldüm ama ben." deyince Firuze onun masum üzüntüsü karşısında kahroldu.

Küçük bir kalbi kırınca sanki kutsal bir şeye zarar vermiş gibi hissetti.

"Ama halam..." dedi Yeşim'in güzel saçlarını okşayarak. "Yapma böyle. Bak söz veriyorum sana ne istersen alacağım ben." Kucağında hafifçe salladı onu. "Bak söz! Hem birlikte internetten bakar, birlikte seçeriz. Olmaz mı?"

Yeşim başını usulca sağa ve sola doğru salladı. Bal rengi bukleleri sallanırken hala Firuze'ye bakmıyordu. "Ben senin getirmeni istiyordum. Sen bana hep ben istemeden sevdiğim şeyleri alıyorsun ama bu sefer almadın...." dedi.

Firuze gelmeden önce annesinden bu aralar ne istediği ile ilgili bilgi aldığı için ona istediği şeyleri alıp geliyordu ama bunu küçücük çocuğa açıklayıp da muhteşem hala imajını çizmemek için dile getirmedi.

Yeşim karşısında üzülürken bir çocuğun kalbini kırdığı için her şeyden daha çok üzüldü. Sonra imdadına hiç beklemediği birisi yetişti. O beklemediği birisinin bariton sesini duyduğunda neredeyse dizlerinin bağı çözülecek ve çocuğu kucağından düşürecekti.

"Halanın bir hediyesi var, minik zümrüt." Yeşim lakabını duyunca başını kaldırıp Ezra'ya baktı.

Yeşim taşının en değerlisi zümrüttü. Ezra Yeşim'in aklı ermeye başlayınca ona bu lakabı takmıştı. Onun değerli bir hazine olduğunu, büyüyünce daha değerli olacağını söylemişti.

Bu yüzden şimdi Yeşim'di, büyüyünce ise değerlenecek ve Zümrüt olacaktı.

Firuze, elleri cebinde, mavi gözlerini Yeşim'e dikmiş adama bakarken dilinin lâl olduğunu hissetti. Terastaki aydınlatmalardan biri tam yüzüne vuruyor yaralı gözünü daha çok ortaya çıkartıyordu. Sözlerinin sakinliğinin aksine yüzünde sert bir ifade vardı.

Sanki buraya yalnızca Yeşim için gelmiş gibiydi.

Firuze'nin bu gerçeğe karşı hızlanan kalbi kırılır gibi oldu.

Yeşim hevesle Ezra'ya döndü. Firuze'nin kucağında zıplayınca Firuze, "Sakin halam." dedi ama onu duymadı bile.

"Neymiş o? Hani nerede Ezra Amcacım?" derken sanki ona dünyalar verilmiş gibiydi.

Yeşim Saruhan erkeklerinden yalnızca Ezra'ya amca diyordu. Diğerler Saruhan erkeklerine ise sanki yaşıtıymış gibi davranırdı. Saygısını kazanan ise tek başına Ezra'ydı.

Ona hayrandı. Yaptıklarına, kazandığı üne ve tabii ki hediyeler verip onu da işlediği taşlar kadar değerli bir mücevher gibi hissettirmesine.

Tıpkı halası gibi.

Ezra, Firuze'ye bakmadan, "Beni takip edin." dedi sadece. Firuze itiraz edemezdi. Etseydi bu sefer tekrar Yeşim'in hayal kırıklığıyla baş etmek zorunda kalacaktı.

Bu yüzden tüm bakışlar üzerlerine çekilmişken Ezra'yı takip etti. Ezra'nın odası ikinci katta üç odanın birleştirilmesinden yapılmıştı. Birinci odada yatak odası vardı. O ayrı bir odaydı. Yandaki iki odanın birleştirilmesinden ise çalışma odası ortaya çıkmıştı.

O odada bir duvarın boydan boya değerli taşlar için ayrılmış bir dolap olduğunu, Ezra'nın orada aşağı kata inen bir kasası olduğunu biliyordu. Bu yüzden çalışma odasının kapısı özel bir kapıydı.

Ahşap gibi gözüken kapı diğerleriyle aynı olsa da özel kilitliydi ve çeliktendi.

Ezra kapının girişindeki kilide iki parmağının izini okuttu hem de bir şifre girdi. İçeri girdikten sonra kapının ardındaki dijital ekrana da tekrar tüm elini tarattı. Bu sadece genel prosedürdü. Mücevher sektöründe çalıştığı için her şeyin ekstra korunması gerektiğini birkaç acı tecrübeden sonra anlamak zorunda kalmışlardı.

Firuze'nin bile hem İstanbul da hem de buradaki evinde yüksek güvenlikli bir kasası vardı ve her ikisi de özenle saklanmıştı.

İçeri girdiklerinde onları kiremit rengi ve kahverengi tonlarında döşenmiş bir oda karşıladı. Kapının tam karşısında odayı ferahlatan bir cam vardı.

Oda, Firuze görmeyeli yenilenmişti ama döşenen tonlar hep aynıydı.

Kiremit rengindeki koltuklar, kahverengi bir çalışma masası, bir köşede çizim için geniş bir bilgisayarla ek bir masa. Duvarın biri boydan boya küçük çekmeceli ceviz ağacından dolapla kaplıydı.

Odanın içerisi sanki kehribarın rengini, ruhunu, kudretini yansıtır gibiydi.

Oda iki bölmeliydi. İkinci bölme yarım bir duvarla ayrılmıştı. Açık kalan kısım bir kapı gibi kullanıyordu. Firuze duvarın arkasında lehimleme ve taşı şekillendirmek için makinalar olduğunu bilecek kadar Ezra'yı iş başında izlemişti.

Ezra onlara bir şey söylemeden odanın ikinci bölmesine gitti. Firuze ise o sırada çalışma masasına bakıyordu. Masanın köşesinde ham, yontulmamış bir Firuze taşı ve aynı şekilde kehribar taşı vardı.

Firuze, adını aldığı taşın odaklanmak ve baş ağrısı geçirmek için kullanıldığını bildiğinden kendine yormak istemedi. Ezra odanın ikinci bölmesinden çıkarken elinde bir künye tutuyordu.

"Artık künyenin değişmesi gerektiğini düşünmüyor musun, minik zümrüt?" dediğinde Yeşim, Firuze'nin kucağında tekrar hevesle zıpladı.

Bileğindeki künye altındandı. Ortasında kristal kesim bir yeşim taşı vardı. Şimdi getirilen künye ise daha farklıydı.

"Tabii ki istiyorum, Ezra Amca!" derken o kadar çok hareket etti ki Firuze dengesini kaybetti. Geriye doğru dengesiz bir adım atınca Ezra Firuze'nin imdadına yetişip onun kolundan tuttu.

Tekrar dengesini sağlaması için kendisine doğru çekerken göz göze geldiler. Firuze buz mavisi gözlere denk düşmesiyle bile kalbinin ağzında attığını hissedebiliyordu.

Bu kısacık an Ezra'nın elini yavaşça geri çekmesiyle sonlandı ama Firuze onun dokunduğu yerde varlığını hissedecek kadar sarsılmış durumdaydı.

Ezra tekrar odağını Yeşim'e çevirdi. Yeşim'in minik bileğini kavradı. Eski künyeyi çıkardı ve, "Bunu annene ver. Senin için saklasın." dedi ve yeni künyeyi taktı.

Sonra yeni künyesinin hikayesini açıklamaya başladı. "Zümrütten sonra en değerli yeşim taşı Burma Yeşim taşıdır. Şimdi sana bu künyeyi takıyorum. Biraz daha büyüyünce künyen zümrütten olacak."

Künye yine altındandı, ortasında Güney Doğuda çok kullanılan hamsa sembolü vardı. Sembolün etrafına minik yeşim taşları yerleştirilmiş, göz olması gereken yere ise büyük bir yeşim taşı koyulmuştu.

Yeşim hayranlıkla baktı bu tasarıma. Firuze de ondan farksızdı. Ezra'nın özeni her zaman kadınların imrenmesine yol açardı.

Ezra eğilip minik elin üstünü öptü. Firuze bu görüntü karşısında içten içe eridi sanki. Görüş açısında saçları vardı. Ona yaklaştığı için burnuna onunla özleşmiş olan koku geldi.

Versace Eros.

Firuze'nin zamanında yazın çalışıp Ezra'ya aldığı ilk hediyesiydi bu koku. Hala aynı kokuyu kullanıyordu ama onda farklıydı işte.

Koku yeni yanan odunla birlikte sobanın üstüne koyulmuş mandalina gibi kokuyordu onda. Evet, tam olarak bu şekildeydi çünkü Firuze ona hasret kaldığında bu kokuyu almış ama tam olarak onun tenindeki gibi kokmamıştı elindeki parfüm.

Bir gün tesadüfen arkadaşlarıyla bahçede mangal yaparlarken Ezra'nın kokusunu almıştı. Hatta bir an delirdiğini sanmıştı bu yüzden.

Sonra kokuyu takip ettiğinde ise arkadaşlarından biri eşi için mandalina soymuş ve kabuğunu da yeni kesilmiş odunun üstüne attığını görmüştü. Koku da tam bu ateşten geliyordu.

Firuze, yanan ateşe bakarken herkesin mutlu olduğu ama kendisinin hep yalnız kalacağını hissettiği bir an yaşamıştı o gün.

Şimdi aynı kokuyu aldığında yalnızlığının dindiğini hissetti.

"Teşekkür ederiz." dedi Firuze ona bakıp. Ezra başını kaldırdı. Gök düşmüş gözleri Firuze'nin yüzünde dolandı.

Bir şeyler diyordu o bakışlar ama Firuze hala yalnızlığında takılı kaldığı için duymuyordu.

Yeşim Ezra'ya uzanınca daha da yakınlaştılar. "Teşekkür ederim, Ezra Amca. Ben gittikçe değerleniyorum. " dediğinde Firuze gülümsedi. Yeşim Ezra'nın yanağını öperken Ezra da o da gözlerini birbirinden ayıramıyordu.

Yeşim'in neşesine rağmen birbirlerinden kopamıyorlardı.

"Rica ederim." derken bakışları Firuze'deydi, Yeşim'de değil. O bakışlar öyle yoğundu ki zaman dursa ikisi de fark etmezdi.

Firuze gözlerini ilk kaçıran oldu. Sonra gözleri Ezra'nın Yeşim'in bileğinde duran eline takıldı. Sol elindeki yüzük parmağında firuze taşlı bir yüzük, serçe parmağında ise kehribar taşlı bir yüzük vardı.

Kendi elindeki kehribar taşlı yüzüğü ve bu sabah yıllar sonra ilk defa bu taştan yüzük takışı aklına geldi. Sanki ikisi de hissetmiş gibi aynı taşı taktığını düşündü.

Çok yanlış düşünüyordu. Ezra ile ilgili yaptığı her yorumu kalbinden uzak tutmaya çalışıyordu.

Oysa kalbi onun tek bir sert bir bakışına bile tav olmaya meyilliydi, bilmiyordu. Firuze taşlı yüzüğün hala elinde olduğunu görünce kalbinin içinde kelebekler uçmaya başladı sanki.

Ezra'nın yüzüne tekrar baktığında ise siyah kaşlarının çatıldığını fark etti. Sanki daha yani ona yoğun bir şekilde bakan adam o değilmiş gibi birden uzaklaşmıştı.

Ezra bir adım geri çekildiğinde hızlı atan kalbi hissettiği hüsranla soldu. "Halanın hediyesi olarak kabul et." dedi Ezra. Sonra odadan çıkmak üzere harekete geçti.

Firuze'yi gördüğünden beri Ezra'nın ona söylediği yalnızca iki kelime vardı.

Hoş geldin.

Rica ederim.

Firuze bunların yanında kocaman bir boşluk görüyordu.

Hoş geldin, iki gözüm diyecekti ona. Rica ederken bile gülümseyecekti.

Firuze o zaman ona bir cevap verecekti.

Hoş buldum, diyecekti ve ekleyecekti; Sesine de sözlerine de hasret kaldım. Her şeyi çok özledim ama en çok bana iki gözüm demeni özledim.

Çok özledim.

𓇚ꕥ𓇚

Yemeğe oturduklarında herkesin keyfi yerindeydi. Firuze'nin kucağında Yeşim vardı. Yemek yerken bir yandan da sürekli yeni künyesi ile oynuyordu. Ayşen künyeyi görünce mahcup bir şekilde teşekkür etmişti.

Herhangi bir hediyeye karşılık farklı bir aile yapısına sahip olsalardı Baran ödeme yapmayı teklif ederdi ama doğuda hediyeye karşılık para teklif etmek karşı tarafa bizzat hakaret etmek, onun düşünceli davranışına saygı göstermemek demekti.

Bu yüzden Ezra'yı amcası sayıp kabul ettiler.

Masada Mardin'in meşhur bütün yemekleri vardı. Dilruba özellikle Dildar'ın önüne sembusek, Firuze'nin önüne ise tatlıcı olduğu için pekmezli harire ve zingil tatlısı koymuştu. Firuze yemek yemek yerine zingilin tatlı hamurunu almış keyifle yiyordu.

Buranın yabancısı olduğu için en çok yemek tanıtılan kişi Sahra'ydı. Dilruba, "Bak kızım bu kaburga dolmasıdır. Mutlaka tadına bakasın." diyordu.

Sahra da yemek yemeyi çok seven birisi değildi. Sabahları bile sade kahveyle güne başlar, öğlen anca acıkırdı. O da Firuze gibi en çok tatlı seviyordu ama Firuze müdahale etmeyecekti.

Sahra'nın teyzesi karşısında kıvranmasını seviyordu. Sahra huzursuz bir tebessümle, "Ellerinize sağlık her şey çok güzel olmuş." derken Firuze bıyık altından gülümsüyordu.

Dilruba, "Daha bir şey yemedin, kızım." derken sanki misafirini iyi ağırlayamıyormuş gibi hissediyordu. "Hadi her şeyden bol yiyesin, yabancı var diye çekinmeyesin."

Bir anne şefkatiyle ona yaklaşırken Sahra'nın bu şefkatten yoksun olduğundan habersizdi.

Sahra yabancılardan çekinmezdi. O genel olarak Saruhanların yanında çekimserliği tercih ediyordu sadece. "Yok," dedi Dilruba'yı ikna etmek için tüm samimiyetle. "İnanın afiyetle yiyorum." deyip önündeki ayran çorbasına kaşığını daldırdı tekrar.

Konu kapansın diye Firuze'ye bakış attı Sahra ama Firuze buna karşılık omuz silkti yalnızca sonra Yeşim'e tekrar yemek yedirmeye başladı.

Dilruba tekrar konuşacağında masanın başında oturan Arjin, "Sende mi bizimkilerin şirketinde avukatlık yapıyorsun?" diye sordu.

Sahra başını onaylamak için salladı. Bütün bakışlar onun üzerindeydi. "Evet, efendim." dedi sadece.

Ayrıntıya girilmesini istemiyordu ama burada olduğu sürece sorular sorulması kaçınılmazdı. Bu yüzden kendini hazırladı.

Baran bir sonraki soruyu sorduğunda ise rahatladı. Top güvenilir taraftan gelmişti. "Kadir abinin bürosunda duruyorsun daha çok sanırım. Seni hiç şirkette görmedim. İlk seni işe aldığımda konuşmuştuk, o kadar."

Sahra tekrar başıyla onayladı. Gizliden sorguya çekildiğinin farkında olarak cevap veriyordu. "Ben daha çok şirketin vergi evraklarının yasal süreciyle ilgileniyorum. Benim şirketlerde işim çok az. Kadir abinin bürosundaki diğer işler için çalışıyorum."

Bir de Firuze ile birlikte köstebeklik yapıyordu ama bu konuyu girmenin lüzumu yoktu şimdi.

Bütün konuşmalar boyunca dingin bir şekilde cevap veren kızı sessizce izleyen Bedran, ilk defa kızla konuştu.

"Yavuzerlerle yapılan anlaşmada vergi üzerinden para akladıklarını ortaya çıkaran sen miydin?" Sahra ilk defa Bedran'la göz göze geldi.

İlk defa tam manasıyla gördüğü adamın yüzüne bakınca yakışıklılığı kısa bir an dikkatinin dağılmasına sebebiyet verdi.

Sahra için bu kadarcık etkilenme bile mucizeydi. Bazen karşı cinsten hiç kimseye ilgi duymamak onu korktuyordu çünkü.

Bedran'ı fotoğraflardan görmüştü. Bu yüzden kim olduğunu biliyordu ama fotoğraflar adamın bakışlarını, kusursuz yakışıklılığını yansıtmıyordu.

Siyah saçlı adamın, badem şeklindeki buz mavisi gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. Sahra yemekten hemen önce gelen adamı ilk defa şimdi tam olarak görebiliyordu. Dudaklarındaki hafif alaycı gülüş, kaşlarının çatılmasına sebebiyet verdi.

Bu gülüş onu huzursuz etti. Yakışıklı olmasına yakışıklıydı ama iç güdülerindeki bir şey tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu.

Sanki çalıların arasına gizlenmiş parlak gözlü bir avcı onu uzaktan izliyor gibiydi. Bu toprakların çatal uçlu dilleri olan efsanevi avcıları gibiydi.

"Evet, bendim." dedi sadece. Bir açıklama yapmadı. Konunun uzatılmamasını ister gibi başını eğip tekrar yemeğinden bir kaşık daha aldı.

Sahra'nın etrafına gülen yüzünü gören Bedran için bu hareket ise yalnızca merakını uyandırdı. Sahra ilk yanlış adımını böylece atmış oldu.

Bedran daha fazla zorlamadı ama uzaktan Sahra'yı da incelemeyi bırakmayacaktı. Gizemleri çözmek onun fıtratında vardı çünkü.

Konu kapandıktan sonra yemek ve kısa sohbetlerin sesi ortamın havasını yumuşattı. Herkesin üstünde bir huzur hakimdi. Firuze, sofranın diğer köşesinde oturan Ezra'ya arada kaçamak bakışlar atıyordu. Yeşim kalkmış, annesinin kucağına oturmuştu.

Bu yüzden daha rahat bir şekilde gizlice izliyordu onu.

Ezra'nın yüzünde hala sert bir ifade olsa da herkesle saygılı bir şekilde konuşuyordu. Firuze onun dik duruşuna konuşurken bile hükmeden tavrına hayran olamadan edemiyordu.

Tam önüne döndüğünde Behiye yengesi konuşunca başını kaldırıp ona baktı. "Kocam Şiyar Bey nasıldır, Firuze? Şirkette karşılaşırsınız. Huzuru yerinde midir, iyi midir?"

Firuze yengesine nezaketen gülümsedi.

"Onu en son gördüğümde yurt dışına gitmek için hazırlık yapıyordu yenge. Önemli toplantıları varmış. Büyük bir köprü ihalesi için ortaklarla görüşmesi gerekiyordu. Sana haber vermedi mi?"

Behiye'nin suratında bir an huzursuz bir ifade belirip kayboldu. "Verdi elbet." dedi çok hızlı bir şekilde, cevabını hiç düşünmeden. "Çok çalışıyor, helal hoş olsun her emeği." Gururla göğsü kabardı Behiye'nin. Boynundaki gerdanlıkta bu sırada daha da ön plana çıktı.

Firuze ise bu davranışların altındaki öz güvensizliği görüyordu sadece.

"Yine de zar zor görüşüyoruz, bu yüzden sordum. Kendal'a sorsam hep iyi der. Sen kadınsın, anlarsın merakımı." Behiye altın bileziklerle dolu iki kolunu da masaya koydu. "Elbette ayrıntısını verirsin bana, merak ediyorum uzak olunca." Kendal, Behiye'nin oğluydu. İki sene önce Eraslanlardan bir akrabasıyla evlendirmişti onu Behiye.

Uzak kaldığı, sakin dursa da üzgün olduğu için Firuze ona acıdı. Bu yüzden yengesini rahatlatmak için gülümsedi.

"Şiyar Amca çok çalışıyor, Behiye Yenge." dedi gerçekleri ona anlatarak. " Kendal haklı. Ben onun kadar ihaleler için azimli bir adam daha görmedim. Baran abimi de o yetiştirdi, biliyorsun."

Baran adını duyunca başını kaldırdı ve Firuze'yi onayladı. "Şiyar Ağa, çok iyi bir patrondur. Onun sayesinde şirketi büyüttük. Yatırımların güvenlik kısmında bana güvendi. Onun güvenini boşa çıkartmamak için elimden geleni yaparım."

Baran babasına rağmen kendi işini kurabilecek kadar özverili bir adamdı. Gerçekten çok çalışır, yaptığı işin de hakkını verirdi.

"Kendal da tatile çıktı diye duydum." diye devam etti Firuze. Behiye bunun üzerine gözlerini devirdi.

"Yine almış karısını, tüm yaz yine arasak da bulamayacağız." Firuze, Behiye'ye üzülüyordu. Bir ailesi olsa da çoğu zaman burada yalnız kalıyordu.

İstanbul'u da hiç sevmiyordu zaten. Firuze, Behiye'yi tekrar teselli ettikten sonra yan tarafındaki kardeşine baktı iyi mi diye.

Herkes konuşurken bu sırada tek susan kişi ise Dildar'dı.

Firuze sürekli onu kontrol ediyordu ama Dildar önündeki pideyi sadece kırpıntılıyordu, yemiyordu bir türlü. Herkes elbette onun sessizliğinin farkındaydı ama kimse bunu belirtmiyordu.

Bu sırada herkesi sessizce izleyen Arjin ise sanki görünenin ardındaki saklanan her sırrı seziyormuş gibi ailesinin her bir üyesini izliyordu.

Bu sessizliği incelemeyi bitirdikten sonra bozdu.

Tek bir kere konuştu. Konuştuğunda ise sözleri bir yıkımın başlangıcı gibiydi. "Firuze," diye konuşmaya girdi.

Firuze başını Arjin 'e doğru çevirdi. Arkasında Midyat manzarası olan kadının yüzüne vuran ışık bakışlarını bile gizemli kılıyordu.

"Duydum ki Hünerin oğlu, sana göz dikmiş." Firuze'nin gözleri büyüdü bu itham karşısında. Lokmalar boğazına dizildi. "Karşına çıkmış, sana hediyeler vermiş. Peşine takılır, iş yerine bile çiçekler yollatırmış."

Firuze ağzındaki lokmayı yutarken ortam birden buz kesmişti. Arjin 'in kısık gözleri şüpheci bir şekilde Firuze'nin üstünde dolaşıyordu.

Karşı tarafta oturan Ezra'nın da yüzü taş kesilmişti. Hünerler, Saruhanların en büyük, en ezeli düşmanıydı. Zamanında Ezra'nın büyük dedesinin işine de Arjin'e de göz diken Hünerler, Ezra mücevher işinde gelişince yine Saruhanlara saldırmaya başlamış ve babasının ölümüne sebebiyet vermişlerdi.

Kanıt bulunamamıştı ama o zamandan beri aralarında kan davası vardı.

Ezra, Shimon Hüner'in oğlu Yousef 'ten bahsedildiğini çok iyi biliyordu. Adam, onun gibi mücevher sektöründeki Hüner şirketinin yeni varisiydi.

Zamanında onun olan her şeye gözünü diktiği gibi Firuze'ye de göz dikmişti. Firuze'nin çalıştığı avukatlık bürosuna dadanmıştı. Birkaç kere özellikle Firuze'nin hep arkadaşıyla gittiği restorana gitmiş ve tesadüfen karşılaşmış gibi yapmıştı.

Firuze müdahale edemeden Ezra ondan habersiz restorana ültimatom vermiş ve Kadir'i uyarmıştı. Bir daha da Firuze'nin olduğu hiçbir mekana girememişti Yousef.

Tek bir sefer hariç.

Kadir'e gelen bir kaçakçılık davası yüzünden Firuze, Yousef ile görüşmek zorunda kalmıştı. Görüşme de ne yazık ki yemekliydi çünkü davanın ucunun Saruhanlara dokunma ihtimali vardı. Bu yüzden Kadir, risk almak istememiş ve itaatkâr davranmıştı.

Ezra o gün yıllardır süren yeminini bozup İstanbul'a gitmeye çok yakındı, o restoranı basmamak için kendini zor tutmuştu.

Bu sırada Firuze ona gelen ithamlara karşılık sert bir şekilde çıkıştı. "Hediye falan gönderdiği yok, meymê. Bir kere Kadir abinin işi için Yousef ile yemeğe çıkmak zorunda kaldım ama o kadar! Beni neyle suçladığının farkında mısın gerçekten?" Neredeyse ayağa kalkacaktı öfkesinden. Öyle sinirlenmişti. "Sadece bir kere çiçek yolladı ama önünü hemen kestim. Ben onların hırslarına kurban gidecek kadar aptal değilim. "

Başka bir sürü aptallık yapmıştı ama düşmana dostta olmamıştı, Firuze. Arjin 'le konuşurken öfkenin ateşi onu tamamen sarmıştı. Başını çevirip de Ezra'nın yüzüne bakamıyordu bile.

Arjin bakışlarını Ezra'ya çevirdi. Ona tıpatıp benzeyen gözlerde göğün titrediği bir buz fırtınası vardı vardı sanki. Bu fırtınayla yüzleşti.

"Hediye gelmediğine emin misin, imdeleliti ?" dedi bakışlarını Ezra'dan ayırmadan. "Ya da çiçeklerin devam etmediğine? Duydum ki senin gönlünü çalmaya yemin etmiş."

Ezra elindeki çatalı öyle bir sıktı ki parmak uçları bembeyaz kesildi. Elindeki çatal sanki gümüşten değilmiş gibi büküldü.

Firuze, Arjin'in imalı bakışlarını göremeyecek kadar öfkelenmişti. Bu yüzden, "Gelmedi dedim ya, yadê!" dedi sert bir sesle. Tekrar dikkatleri üstüne çekti. "Ben istemedikten sonra isterse ant içsin, ne faydası var? Ben aileme ihanet etmem!"

Etmemişti ama yine de vicdan azabı göğsünü sızlatıyordu. Göğsü öfkesinden hızla inip kalmaya başlamıştı.

Arjin tekrar konuşmaya başladı. "Hünerler...." diye başladığı cümleye devam edemedi çünkü Ezra elindeki çatalı bırakırken aynı zamanda masaya sert bir şekilde vurdu.

"Anma şunların adını!" dedi. Bağırmadı ama vuruşuyla birlikte masadaki tüm bardaklar titredi. Duruşuyla ve sözleriyle birlikte öfkesi buram buram yayılıyordu etrafa. "Anma şunların uğursuz adını!" diye tekrar etti Ezra.

Herkes suspus kesildi. Arjin ise sırtını geriye doğru yasladı. Neredeyse gülümseyecekmiş gibi gözüküyordu.

"Niye?" dedi kışkırtmanın verdiği zevkle. "Onların bir adı yok mu?"

Ezra'nın uzun zamandır sessiz olan öfkesine sinsice dokunuyordu Arjin.

"Var!" dedi Ezra. Masaya doğru eğildi. "Dedemin ailesine de işine de gözünü diken namussuzlar!" Ezra'nın sesi gittikçe yükselmeye başladı. "Yaptığım her işe göz diken hırsızlar! Babamın katilleri!" Ayağa kalktı. Artık kimseyi gözü görmüyordu. "Dildar'ın...." diye başladığı sözü ise son anda yuttu.

Herkesin soluğu kesildi. Bakışlar birden Dildar'a dönerken Dildar ise başını eğmişti. Genç kız başını kaldırdı adı anılınca. Ezra'ya döndü. Ezra öfkesine yenilip büyük bir hata yapmıştı. Dildar'ın hissiz yüz ifadesini görünce kendinden nefret etti.

Yüzünde acı belirdi.

Dildar ise bizzat o acıyı yaşıyordu. "Abi devam edebilirsin." dedi yaşam enerjisi çalınmış her kızın sesinde duyulan o acıyla. "Herkes biliyor tecavüze uğradığımı zaten."

Bu zamana kadar yaşanmış mutlulukta, yenilen o lezzetli yemeğin anısı da tek tek boğazlara dizildi. Firuze'nin elleri yumruk oldu. O öfkeyle baktı Ezra'ya.

Dildar ilk defa konuşuyordu ama her sözü iki aileye de zehir zifir oluyordu.

"Ben utanmıyorum kendimden. Keşke yapanlar utansa." Sözlerinde bunun tiksintisi vardı. Dildar ayağı kalktı. "Ayrıca Hünerler olduğu ne malum abi?" diyerek onu da yaraladı. "Bulabildiniz mi?" Sofradaki bütün erkekler bu sözle birlikte gururlarına en büyük darbeyi aldılar.

Baran, Dildar'a seslendi. "Dildar, yeter abicim." Dildar onu duymadı. Abisinin sert ses tonu umurunda bile değildi o an.

Konuşmaya devam etti. "Bu zamana kadar işlenen her günahın keçisini onlar bellemişiz. Belki de kanıt bulamayışımız bu yüzdendir."

Sözleriyle herkesi derinden sarsarken bir tek sakin bir şekilde duran Arjin'di. Dildar ona doğru döndü. "Müsaaden var mıdır, meymê? Eve gitmek isterim."

Dildar'ın sözleri söylerken ruhsuz haline karşı çoktan gözleri dolmuştu bile. Bir an Arjin 'in yanındaki Asaf'la göz göze geldiler.

Asaf'ın yüzündeki hüznü görünce başını daha fazla dik tutamadı Dildar. Başı öne doğru eğildi.

Arjin, "Gidebilirsin." dedi. Dildar bu izinden sonra sandalyesini ateşten kaçıyormuş gibi çekti ve koşarak aşağıya doğru indi. Firuze de onun ardından ayağa kalktığında, Arjin onu durdurdu.

"Sen dur!" dedi. Sonra Ayşen'e döndü gözleri. Ayşen mesajı almıştı. Kalkıp o gitti Dildar'ın ardından.

Firuze Arjin'e isyan etmemek için zor tutuyordu kendisini. Onun yerine Dilruba konuştu. "Uzun zaman sonra ilk defa bize gelmişti, yadê. Neden yaptın?"

Arjin hiç cevap vermeden önüne döndü ve gözlerini Ezra'ya dikti. "Herkes oturup yemeğini yesin." dedi ona meydan okuyarak.

"Öfkesi için gönül kırmasın. Gururu yüzünden sessiz kalmasın." Sözleriyle Ezra'yı vururken başını eğdi ve, "Ben ailede düşmanlık olsun istemem. Aklınızı başınıza devşirin. Birbirinize sahip çıkın."

Ezra'ya Firuze için gizli bir uyarıydı bu sözler. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yemeğini yemeye başladı. Firuze bile oturdu yerine ama Ezra hala ayaktaydı.

Öfkesi tutuşmak üzere olan bir baruttu sanki.

"Aklından geçeni yaptığı için yıllarca pişman olmaktansa sessiz kalmayı tercih ederim." dedi Ezra soğuk bir öfkeyle. Arjin'in kaşığı havada kaldı. "İşte o zaman, ailemin canının bizzat benim yüzümden yanacağına dair endişelerim olmaz."

Ezra, Arjin'e bu sözleriyle geçmişe dair yaptığı hataları hatırlattıktan sonra, "Herkese afiyet olsun." dedi ve masayı terk etti.

Kimsenin afiyetlik bir durumu kalmamıştı. Arjin yıllardır susan torunlarının yaralarına ulaşmış ve herkesin susturulmuş öfkesini ortaya çıkarmıştı.

Bundan sonrası gittikçe artan bir yıkıma sebep olacaktı.

𓇚ꕥ𓇚

Herkes için işkenceye dönüşen yemekten sonra Arjin kahvesini içmeden Sahra'yı tek başına odaya çağırdı. Başkası olsa bu yaşanan olaydan sonra Arjin'in odasına tek başına girmekten korkardı ama Sahra hiç korkmuyordu.

Firuze'ye bir kere daha odada Arjin'in ne yapacağını sorup cevap alamayınca kendi işimi kendim görürüm deyip gitmişti Arjin'in odasına.

Firuze ise Sahra gittikten sonra nefes alamadığı için Saruhanların üçüncü kattaki teyzesinin çiçeklerini yetiştirdiği kurular için de kullanılan damına çıktı.

Burası çok yüksek değildi. Aslında bu kısım da teras sayılırdı ama çok sıcak olduğu için çok kullanılmıyordu.

Firuze yalnız kalabilmek için buraya çıkmıştı.

Başını geriye doğru atıp sokakta oynayan çocukların sesini, gece damlarda yapılan sohbetlerin neşesini dinledi. Gözlerini açtığında ışıl ışıl parlayan Midyat'la hafif bir tebessüm etti.

Her şeye rağmen çok özlemişti. Herkesi, her şeyi çok özlemişti. Yaşadıkları bütün acılara rağmen bu sessizlikte huzuru hissetti.

Tam sessizlikle birlikte biraz olsun zihni dinlenecekti ki bir türküye ait ilk notaları çalınmaya başlandı kulağına.

Sazın teline ilk dokunuşu duydu. Neşet Ertaş'ın sazı kendi hikayesini anlatmaya başladı. Konakların arka sokağında, gittikçe artan tanıdık müzikle birlikte Firuze taş duvara yaslanarak hevesle başını aşağıya, sokağa doğru eğdi. Aşık ve Arap kullandıkları Jeep'in önüne yaslanmışlar, arabanın dört kapısı da sonuna kadar açılmış, Koçakların konağının olduğu tarafa bakıyorlardı.

Aşık'ın suratının hüzünlü olduğunu görünce neden bu türkünün çalmaya başladığını anladı. "Ahmet!" diye seslendi, Aşık'a.

Bu sırada hala saz çalmaya devam ediyordu. Ahmet başını kaldırıp sesin geldiği yere baktı. "Ne oldu, yine niye küstünüz Zahide'yle?" demesiyle Neşet Ertaş türküye giriş yaptı.

"Zahidem, kurbanım!"

Aşık, sevdiğinin adı anılınca Firuze'ye bakarken gözlerini hasretle yumdu.

Zahide adının alınmasını bekliyormuş gibi Koçakların terasından başını uzattı. Suratında memnuniyetsiz bir ifade vardı.

Ahmet'in gözleri kapalı olunca Zahide'yi görmedi ilk. Firuze ise Zahide'nin ortaya çıkacağından adım gibi emin olduğundan başını yan tarafa doğru eğdi. Bu arada resmen duvardan sarkıyor, upuzun saçları yana doğru dökülüyordu.

"Sen söyle Zahide. Evlilik arifesinde hayırdır, neyin küslüğü bu?" dedi.

Ahmet sevdiğinin adı tekrar anılınca gözlerini açıp heyecanla Zahide'yi aradı. Sonra buldu onu. İkisinin de yüzüne kırgınlıkları yansıdı. Bu sırada Neşet Baba tekrar müdahil oldu o güzel türküsüyle.

"Ay n'olcak halım?

Yine bir laf duydu, kırıldı belim."

Bu sözler sanki Ahmet'in yerine konuşuyor gibiydi. Bu yüzden Zahide'den cevap gecikmedi.

"Beter ol, Aşık Beter!" Ahmet'in bu sözler sonra canı fiziksel olarak yanmış gibi irkildi. Firuze üzüldü bu haline.

"Alo!" deyip el salladı. "Ne oldu diyorum size, beni duysanız da!" diye seslendi ikisine. Zahide hızla Firuze'ye doğru başını çevirdi.

Ya abla," diye başladı konuşmaya yakınır gibi. "Bunlar benim kına gecemin olduğu günde bekarlığa veda yapacaklarmış Refik Abinin meyhanesinde." Firuze eyvah der gibi başını salladı. Alt dudağını dişleri arasına aldı bu cümlenin sonunu tahmin ederek. "Refik abi de Nadya var ya, şu ünlü ve büyük dansöz," Zahide ellerini açtı neyi büyük göstermek ister gibi. Kıskançlıktan gözü dönmüştü. "Onu çağırtacakmış sırf beyefendi için. Yanında birkaç dansöz daha olacakmış. Bütün erkekler duyunca kudurmuşlar tabi!"

Zahide kudurmuşlar derken Ahmet'e bakarak söyledi bunu. Sanki konuşurken aynı zamanda tükürüyordu da.

"Zahide'm..." diyerek atıldı Ahmet konuşmaya ama Zahide öyle bir bağırdı ki tüm sokakta yankılandı. Allah'tan sokağın karşısında iki konağında ahırları vardı da bu yüzden kimse çıkıp bakmıyordu.

Yoksa millet yine konağın başına toplanırdı.

"Zahide'm deme bana!"

Sonra Firuze'ye dönüp, "Abla sen söyle, hak mı bu ya? Sanki yokluktaymış, son kez karı kız görüyormuş gibi dansöz getirtiyorlar."

Zahide kızgın olduğu kadar da kırgındı da.

"Bizde gidelim Bedran abinin mekanına, birkaç erkek dansçı oynatsın o zaman o da bizim önümüzde. Böyle iş mi olur? Zorla mı evleniyor bu adam?" dedi.

Zahide sonuna kadar haklıydı. Bu yüzden Firuze Ahmet'i yerden yere vurmak için başını ona doğru çevirdi.

"Yapın oğlum siz hadi bu eğlenceyi!" dedi Ahmet'in yüzüne karşılık. "Yapın da göreyim, hadi!" diyerek meydan okudu. "Bende aynı gün kızları alıp İstanbul'a, en ünlü erkek striptizcilerin olduğu kulübe götürmezsem benim de adım Firuze değil!"

Ahmet'in bu sözlerden sonra yüzü simsiyah kesildi ama kavga çıkacağını bildiğinden bir şey de diyemedi.

Celal, kardeşinin şamar oğlanına döndüğünü görünce, "Firuze yine anlamadan dinlemeden asıp kesme be kızım!" dedi. Elini Ahmet'in geniş omzuna koydu. "Vallahi bu çocuğun hiçbir suçu yok. Biz Refik abiye gitmeyecektik bile. İmam nikahı kıyılacak yakında, şu zıkkımdan uzak durayım dedi bu çocuk ama Refik abi çoktan ayarlamış bile. Öyle etrafımızdaki herkese de haber salmış. Millet de Ahmet'in tanıdığı olduğu için bile gelir. Refik abi de kazanacak işte."

Eliyle terazinin kefelerini gösterir gibi yaptı. "Win win durumu yani."

Firuze neredeyse tebessüm edecekti bu tabire ama kendini zor tuttu. "Adamın ekmek kapısına zeval gelmesin diye kendi mürüvvetiyle mi oynayacak yani? Saçmalığa bak!" diyerek onları yine sözleriyle yere çaktı. "Çağırmış dansözleri; Ahmet bahane, keyif şahane beylere!"

Yaptığı ironi ile birlikte Celal sakallarını sıvazladı bıkkınlıkla. Arkada hala Zahide türküsü çalıyor. Ahmet ise Zahide'ye bakıyordu. Zahide ise Firuze onu savundukça daha da öfkeleniyordu.

"Ahmet'in kıytırık bekarlığa vedasına mı kaldılar? Ahmet eşinin hoş karşılamadığını söylesin o zaman. Bu kız birkaç gün sonra gelin olacak. O gece bir şey mi oldu acaba, benimle evlendiği için kısıtlandığını mı düşünüyor diye şüpheyle mi baksın kocasına?"

Ahmet konuştu bu sefer. Boynu büküktü. Pes etmiş gibiydi. "Haklısın." dedi. "Ben Refik abinin de gönlü kırılmasın istemiştim sadece ama Zahide'min böyle düşüneceği aklıma gelmedi. Biz şu kadarcıktık," eliyle yere yakın bir yeri işaret etti. "Ben onu sevmeye başladım. Benim ondan başkasını gözüm görmez ki." Sonra Zahide'ye döndürdü bakışlarını.

"Bakmazdım bile."

Zahide, Ahmet'in bu sözleriyle yumuşar gibi oldu. Firuze elini çenesinin altına koyup taş duvara yasladı ve iki aşığı izlemeye başladı.

Zahide omuz silkti. "Senin bakıp bakmaman mühim olan değil, Aşık. Bekarlığa veda edecek kadar çok sevdiğin bir şeymiş gibi kutlamasını yapman kötü olan."

Zahide'nin gözlerinin dolduğunu görünce bütün her şey gözünden silindi, akan sular duruldu Ahmet için.

Bu sözler de üstüne tuz biber oldu, bu yüzden birden yükseldi. "Tamam ulan! Yok bekarlığa veda!" dedi.

Bunun üzerine Zahide ona bakıp birden gülümsedi. Kaytan bıyıklı olan koca adam, genç kadının karşısında eridi resmen. Bu gülüşle daha da bir gaza geldi.

"Hatta bende geleceğim kınana, nasıl olsa bana da kına yakılacak. İşte o an ağladığını görürsem," işaret parmağını Zahide'ye doğru salladı. "Bende seni aynı beni yaktığın gibi yakarım nemrudun kızı!" dedi.

Zahide'nin kaşları çatıldı bu sözlerden sonra. "Ama Ahmet," diye nazlanmaya başladı. "Ailemin evden ayrıldığım için o. Ana evinden ayrılmak kolay değil ki..." diye itiraz ederken Ahmet sözünü kesti.

"Ben bilmem!" dedi iki elini havaya kaldırarak. "O güzel gözlerinden tek bir göz yaşı dökülürse yakarım o kınayı!" dedi.

Olan yine Zahide'ye olmuştu. Zahide imdat der gibi Firuze'ye baktı.

Firuze eğilip Ahmet'e baktı tekrar. "Abartma sende Ahmet." dedi pireyi deve yaptığını görünce. "Annen ağlarsa senin bile gözlerin dolar. Kınada bu kız mutlu olsa bile anası kızını verdiği için elbette hüzün duyacak..."

Ahmet bu sefer de Firuze'nin sözünü kesti. " Beni ilgilendirmez." dedi iki elini havaya kaldırarak. " Deliyim derim, yakarım ortalığı alimallah!" dedi sonra Neşet Babaya eşlik etti.

İki elini ağzının her iki tarafına koydu ve haykırmaya başladı sevdasını.

"Hezeli de deli gönül hezeli,
Çiçekdağı da döktü m'ola gazeli.
Dolaştım alemi gurbet gezeli.
Bulamadım Zahidem'den güzeli!"

Zahide kendini tutamayıp gülerken Firuze de kıkırdadı. "Deli ya! Vallahi deli!" Ahmet hala bağırmaya devam ederken Celal'de, "Yok mu benim yârim o da gelsin? Açayım bir Hülya, vallahi bende çok özledim." diye bağırdı Zahide'ye.

Mahalle iki delikanlı yüzünden ayağa kalkarken Firuze onlara doğru eğildi. Ayağı kaysa neredeyse düşecekti. "Mahalleyi başımıza toplayasınız var her halde. Yadê misafir ağırlıyor, sizi sıra dayağından geçirir ses duyarsa valla!"

Tam Ahmet cevap vereceği sırada Firuze'nin arkasından biri seslendi. Firuze aniden gelen bu sesle neredeyse dengesini kaybediyordu.

O ses yüreğinin sahibine aitti.

"Biraz daha eğilirsen düşeceksin." Firuze'nin kalbi bir an bu sesle durdu sanki.

Firuze bu sesle doğdu sanki.

Ayağı kayar gibi olunca bir el bileğini kavradı ve Firuze ona doğru savruldu. Gür saçları onu takip etti ve tıpkı Firuze gibi Ezra'nın göğsüne doğru çarptı.

Ezra'nın göğsüne yaslandığının farkına varınca kalbi sanki kilometrelerce koşmuş gibi çarpmaya başladı. Burnuna o tarifsiz kokusu doldu.

Yanık odun ve turunçgil.

Firuze damda Ahmetlerle sohbet ederken hala masada yaşanılanların öfkesini atlatamayıp dışarı çıkan Ezra'dan haberdar değildi.

Ezra kimseyi görmek istemediğinden dama çıkıp sigara içmek üzere merdivenleri çıkıyordu. Sonra Firuze'yi görmüştü.

Öfkesinin sebebini bulmuştu.

Bu yüzden olabilecek en tehlikeli halindeydi Ezra ama Firuze bundan bihaberdi.

Soluklarının sesi aralarında yankılandı Firuze'nin. "Korkuttun beni." dedi Firuze kendini toparlamaya çalışarak. Bir elini göğsüne bastırdı kalbi göğüs kafesinden uçup kaçmasın diye. Başını geriye çekmek istemiyordu, bu yüzden göğsüne doğru konuştu.

Soluğunun da sesinin de Ezra'nın kalbine dokunduğundan habersiz konuşuyordu.

Ezra hissettiği öfkenin aksine soğuk bir şekilde cevap verdi. "Düşeceksin sandım. Gövdenin yarısı dışarıdaydı." Sertti sesi, yaşanılanların yılların öfkesini taşıyordu. "Neden dikkat etmiyorsun?"

Soruların sertliğinin yanında öfkeli bir tavır da vardı ve hayatı boyunca ilk defa Firuze onun tarafından böyle bir muameleye maruz kalıyordu.

Sanki nefrete bulanmış bir öfkeydi bu.

"Ediyordum." dedi Firuze. Ses tonu sinirini bozsa da yine de alttan almaya çalışıyordu. Ezra'nın sert profiline hafif ışık vuruyor, öfkesini yansıtıyordu.

"Gördüm," dedi Ezra. Kendini kontrol edemediği bir öfkeyi taşıyordu Ezra ama Firuze bunu daha fark etmemişti. "Yine tehlikeye doğru dört nala koşuyordu tehlikeyi seven Firuze." dedi Firuze'yi kışkırtarak.

"Yıllar bazı şeyleri değiştirmemiş."

Kızgınlık yalnızca sesinde değil gözlerine de yansımıştı. Ezra bütün kiniyle onu geçmişten vururken zamanında onun merhametiyle şımartılmış o küçük kız çocuğunun içinde korkuyla geriye kaçtığını hissetti Firuze.

"Hayatı tehlikeyle dans ederek geçirmekten vazgeçmedin mi Firuze?" Ona doğru başını eğdi. Firuze buz mavisi gözlerde yanan buz ateşiyle birlikte o tehlikeyi fark etti.

Ezra kızgındı. Çok, çok kızgındı.

O gün kızacağını biliyordu ama gitmek zorunda kalmıştı. Şimdi o kızgınlığın katmerlenmiş haline maruz kalıyordu.

Akıllılık ederek bir cevap vermedi ama Ezra onun yerine cevap verdi.

"Yadê bile fark ettiğine göre vazgeçmemişsin." dedi yılların nefretiyle. Üstü kapalı bir şekilde Yousef'le ilgili laf dokunduruyordu.

Firuze bu sert sese karşı kalbinin acıdığını hissetti. Ağzını açsa hüznü dökülmezdi dudaklarından yalnızca bütün öfkesini kusardı ama bir şey tutuyordu onu.

O bir şey yıllardır susturuyordu onu.

"Bırak gideyim, belli ki öfkelisin. Sonra konuşuruz." dedi Firuze ama Ezra onu bırakmadı.

Yıllar sonra ona gelen sevdiği kadındı, öyle kolay değildi kollarını açıp serbest bırakmak. Firuze onu ittirmeye çalıştı ama sıkı sıkı tutuyordu onu.

Sonra kınalı ellerine değdi gözleri. Başını eğip Firuze'nin tuttuğu eline baktı.

"Kına yakmışsın." dedi Firuze'ye. Parmaklar avucunun içini hafifçe okşadı. Firuze'nin parmak uçları istemsizce yıllardır tutmadığı elin üstüne kapandı.

Ezra sımsıkı sardı o eli sanki bir daha bırakamayacakmış gibi.

"Küçükken ne zaman bir şeye hırslansan Yadê 'ye kına hazırlatırdın. Ne zaman bir şeyi kazansan da kına yaktırırdın ellerine." Bakışlarında ki öfkenin yerini hasrete bıraktı. Kınalı elini kendine çekip tam göğsüne bastırdı.

"Yine kimi yendin, Firuze?" Firuze'nin kül ettiği kalp tam genç kadının avuçlarının altında hızlanmıştı. "Yine kimi yıkıp geçtin?"

Bu son sınırdı Firuze için. Bilmeden, farkında olmadan en büyük yarasına dokunmuştu Ezra onun.

Ezra'nın da ne kadar sınırda olduğundan habersiz onun da öfkesi birden yükseldi.

"Seni ne ilgilendiriyor şimdi bütün bunlar?" dedi acısını öfkesine saklayarak. Geri çekildi. Bileğini kurtarmaya çalıştı ama Ezra izin vermedi.

Tekrar onu kendine çekti. Burun buruna geldiler. Gök yere haykırıyor, yeryüzü göğe sitem ediyordu o bakışlarda. Aralarında öfkenin ardında hasret vardı.

Firuze bu kadar yakınken kendini tutamadı. Yüreğini konuşturdu Ezra'nın karşısında. "Bu yaptığın hesap sormak. Senin hakkın yok ki bana hesap sormaya! Geldim, gelmedim hemen tavır aldın bana. Yüzüme bile bakmadın. Çok mu umurunda benim ne yaptığım? Kimin uğrunda zafer kazandığım çok mu ilgilendiriyor sanki seni?"

Ezra'nın gök düşmüş gözlerinin üstündeki sert kaşları çatıldı. Sanki doğunun taşı toprağı sarsılmaya başladı. Onun yıllardır sustukları da dile geldi.

"Beni el yerine koyup yıllardır giden sen değil misin Firuze? Yüzünü yıllardır bana göstermeyen sen değil misin? Sen aldın o hakkı elimden." Ona doğru eğildi. Firuze onunla ilk defa bu kadar yakın duruyordu. Yıllar sonra ilk defa bu kadar yakınında buluyordu onu.

"Üç yıl sonra dönünce her şey aynı kalır mı sandın?"

Ezra her soruyla birlikte Firuze'nin yüreğini kor bir demirle dağlıyor, yangını sönmeden tekrar yakıyordu. Koru da bir türlü kül tutmuyordu, Firuze'nin.

"Sen de ben de birbirimize el olduk. Sen yaptın bunu." Zamanında iki gözü olduğu adama, artık bir tanıdık bile değildi.

Yalnızca el olmuştu.

Firuze, aniden yükseldiği gibi aniden de söndü. Ne yaptığının farkına vardı çünkü. Suçluyken resmen hesap sormaya çalışmıştı, Ezra'ya. Üstelik neden diye sorsa verebileceği doğru düzgün bir cevabı bile yoktu.

Yanan sevdası, söndüren ise yaşamak zorunda kaldıklarıydı.

"Haklısın." dedi yüreği kül olurken. "Bende hiçbir şey değişmedi dediğin gibi ama burada her şey değişmiş demek ki."

Gözlerini Ezra'nın göğsüne dikti. Ezra'nın hiçbir şey değişmediğini gösterircesine hasretle bakışlarından bihaberdi.

"İnsan kaybettiği gözüne bile yas tutmayı bırakıyor, değil mi?" Acı acı gülümsedi. "Unutuyor insan, alışır her insan."

Geçmişe dair tuttuğu yasla birlikte buradan gitmek istedi. Ona iki gözüm diyen adamın artık hiçbir şeyi olmamak unuttuğu sandığı kalbine öyle ağır geliyordu ki kalbinin sancıdığını hissedebiliyordu.

Tekrar gitmeye kalkınca bir kez daha Ezra tuttu onu.

Her ikisinin kalbinde de her dokunuş bin ah işitişe bedeldi.

Firuze ona bakmayınca kendini karanlıkta hissediyordu. Bakamıyordu da zaten, baksa yıllardır tuttuğu dili gerçekleri bir bir haykırırmış gibi geliyordu.

Ezra bir eliyle çenesini kavradığında Firuze başını çevirmeye çalıştı. "Bana bak!" dedi Ezra. Firuze inat ediyordu.

"Bak bana!" dediğinde Firuze başını sağa ve sola doğru salladı. Hırçınlaşmıştı. Ezra'nın yüreğini ezen de bu hırçınlığıydı zaten.

"Bırak da gideyim. Çıkmam bir daha karşına. Dediğin gibi el olarak kalmaya devam ederim." dedi Firuze.

Ezra acı acı gülümsedi ama Firuze görmedi. Yıllardır şu yüze bakamadığı için ölüyordu Ezra ama Firuze hala onu mahrumiyetiyle ödüllendirdiğini sanıyordu.

Ne büyük bir yanılgıydı. Ne büyük büyük acıydı.

Firuze yüzünü tutan elinin bileğini tuttu Ezra'nın ama yine de bırakmadı Ezra.

Zorla Firuze'nin başını kendine doğru çevirdi, Ezra. Sanki Fırat'la Dicle'nin hırçın suları birbirine çarptı tekrar bakıştıklarında.

"Sana yemin ederim," dedi Ezra Firuze'ye bakarak. "Kör olmaya alışmıyor insan, Firuze." Gözleri Firuze'nin yüzünde dolandı. Sanki her santimini özlemle özümsüyordu.

"Göğü özlüyor," dedi. Özlem yanıp kül oldu bakışlarında. "Dalgaları kıyıyı döven hırçın denizi özlüyor."

Firuze'nin renginde olan göremediklerini söylüyordu yalnızca. Burun buruna dururlarken ona öyle bir hasretle bakıyordu ki nefes bile yetmiyordu bu hasrete.

Firuze tüm bedeninin bir uğultuya kapıldığını hissediyordu. Gök düşmüş gözler Firuze'nin dudaklarına kaydığında Firuze'nin nefesi kesildi.

Yıllarca birlikte yaşamışlardı. İlk defa onun dudaklarına aleni bir şekilde bakıyordu Ezra.

"Ben," dedi sanki dudaklarına konuşuyormuş gibi. "Alışamadım," Tekrar gözleri gözlerine değdiğinde Firuze onu öpecek sandı. "Firuze!" diye fısıldadı. Öyle bir bakıyordu ki Firuze boğulacağını sandı.

"Her zaman ki gibi kör olan sensin." dedi. "Hala anlamayan sensin. Yakıp yıkan, sonra da ellerini kınaya boyayıp zafer naraları atan sensin."

Yıllardır sustukları tek bir dönüşte dile geldi.

"Bu sefer haklıymışsın gibi sıyrılamazsın. Beni suçlayıp kaçamazsın."

Hala kör kaldığını ilan eder gibi yıkıp geçti Firuze'yi. Söyledikleriyle öyle bir vurdu ki genç kadını eğer tutmasaydı onu Firuze dizlerinin üstüne çöküp kalırdı.

Bu söylediklerine vereceği her cevap her ikisinin de canını yakacaktı ama Firuze her acısının üstünü ezip geçmek istedi.

Her şeyi söyleyip yılların yükünden kurtulmak istedi.

Tam ağzını açıp gerçeği haykıracaktı ki bir başka kişi de uzaktan ismini haykırınca bir kez daha Firuze isminin felaket getirdiğine inandı.

Sokağın diğer tarafından yankılanan ses Firuze'nin çocukluğunun kâbusu, gençliğinin ise ölümüydü.

"Firuze!" diye haykırdı o ses. "Beni duyuyor musun, Firuze?"

Bunun üstüne büyük bir kırılma sesi duyulduğunda bir rüya bitmiş yerine bir kâbus başlamıştı.

Çocukluğunun kâbusu yine onu bulmuştu.

𓇚ꕥ𓇚

Huh yandım ateşlerinde! Ne yangınlar sizde tutuşmamış...

Ne yangınlar var daha yakmadığım djdjd

Nasıl buldunuz bölümü ballarım?

Buraya yorumları bırakmayı unutmayın.

Eh artık bu Cuma bölüm gelmez ama haftaya Cuma  yeni bölümde görüşmek üzere inşallah.

Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun. 

Continue Reading

You'll Also Like

297K 744 19
+18 içerir
Haz By 🍀

Romance

289K 3.9K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
1.5M 68.5K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
149K 4.5K 23
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...