FÄ°RUZE

By _Mehsa_

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... More

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•KEHRİBAR•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•GEÇMİŞ•𓇚

20.9K 1.6K 1.5K
By _Mehsa_

𓇚FİRUZE MASALI𓇚

𓇚SOYAĞACI𓇚

(Kafanız karıştığında kim hangi ailedenmiş öğrenmek için buraya bakabilirsiniz ballarım.)

𓇚ꕥ𓇚

"Derd-i aşkı gayrıdan sorma ne bilsin çekmeyen;

Anı yine aşık-ı nalana söylen söylesin."

Aşk derdini başkalarından sormayın. Aşkı çekmeyen onun ne olduğunu ne bilsin?

Siz onu yine inleyen aşığa sorun ki, size hepsini bir bir anlatıversin.

-Bakî

𓇚ꕥ𓇚

"Bin bir Gece Masallarını bilir misiniz?

Bir Ay doğar gökyüzünde, bir masal başlar. Şehrazat, zalim Şehriyar ile evlenir, bin bir gece boyunca masallar anlatır ona. O masallarla Şehriyar'ın kararmış kalbinin kapısını çalar.

Bin bir gecede kalbine girer, bin bir gecede dillere destan bir kara sevdaya tutulurlar.

Aşık olurlar birbirlerine, aşk onların yüreğinde vuku bulur. Aşk onlarla bir masal olur. Aşk onlar da bir diyar olur.

Doğu'da geçer bu masallar.

Kimi zaman sihirli halısıyla, elinde sihirli lambasıyla Alâeddin'i görür, peşine takılırsınız. Kimi zaman da Sinbad 'ın denizlerdeki maceralarını izleyip bir kahraman olursunuz.

Ama en çok Doğu Masallarında aşkı bulursunuz çünkü her masal gerçeğin bir yansımasıdır ve en güzel, en içten aşklar hep Doğu'nun kalbinde yaşanır."

Gülden annesine gülümsedi. "Anne bak! Senin ismin buradan geliyor işte." dedi.

Midyat'ın en sıcak günlerinden birindeydiler. Şehriyar yazmasının iki ucunu tepesinde bağlamış, dünya ahiret bacısı bildiği yan komşusu Mizgin' le her gün içtikleri acı kahvesini yudumluyorlardı.

Onlar modern tabirle en iyi kankalar ve Midyat'ın magazin haberlerinin baş sunucularıydılar. Bu yüzden dedikodu haricinde verilen bu bilgi hoşlarına gitmemiş olacak ki ikisinin yüzünde de hoşnutsuz bir ifade vardı.

"Bu ne şimdi?" dedi Şehriyar yerde oturup annesine elinde tuttuğu kitaptaki kısa pasajı okuyan Gülden'e. "Hangisi kız, hangisi erkek bunların onu bile anlamadım ben! "Elinin tersiyle gerdanının terini sildi. "Mizgin, sen anladın?" dedi.

Mizgin başını olumsuz anlamda salladı. "Cık! Anlamadım, bacım." Dedi.

Şehriyar dönüp kızına ters ters baktı. Hoşnutsuz yüz ifadesine rağmen tombul yanakları ve doğu şivesi o kadar tatlıydı ki kimse ona da bacısına da kızamazdı.

Mizgin de onun esmer versiyonuydu çünkü. İkisi de merakın lügatteki karşılığıydılar.

Gülden omuz silkti. "Şehriyar, erkek burada anne." diyerek sabırla anlatmaya başladı. "İsmin buradan geliyor işte. Sana geçen de Midyat'ın Süryanice vatanım demek olduğunu, dinlerin merkezi olarak kabul edildiğini söyledim. Bu da ilgini çekmedi." Cümlesinin sonuna doğru annesinin ilgisiz tavrından dolayı kendini duvara anlatıyormuş gibi hissetti.

Bu yüzden öfkelendi. Annesine en çok benzediği huyu buydu. Hemen saman alevi gibi yükseldi.

"Şimdi sana Saruhanlardan yeni bir dedikodu getirdim desem hemen ellerini dizlerine vurup," Gülden ellerini dizine vurarak onu taklit etti. "Hani gız, hani nerde? Hemen çabbuk de bana, derdin ama."

Gülden onu o kadar iyi taklit etmişti ki Mizgin kıkırdadı. "Doğru diyor bacım." dedi. Şehriyar ise çoktan terliğini çıkarmak için aşağıya doğru eğilmişti.

Gülden'in bu hareketi görünce gözleri büyüdü. Şehriyar'ın en iyi özelliği istihbarat hattı gibi Midyat'taki her olayı anında öğrenmesiydi. İkinci en iyi özelliği ise hedef ne kadar uzakta olursa olsun tam on ikiden vurmasıydı.

Rekoru mahallenin öbür ucundaki oğluna fırlattığı terliğin tam isabet edip, oğlunun kafasını yarmasıydı. Büyümüş olsalar da abisinin alnında hala izi vardı.

Bu yüzden öfkesi hemen söndü ve geri kaçtı. "Ana," derken elleri havaya kalmıştı. "Valla özür dilerim." dedi. Gözleri korkuyla büyümüştü. "Ben masalları çok severim, bilirsin. Sana da küçükken zorla masal anlattırırdım ya hani." Annesinden tepki vermeyince korka korka ona yaklaştı. Annesinin dizlerine elini koydu onu sakinleştirmek için . "Hatta bana bir keresinde Süryani bir kadının masalını anlatmıştın. Çok üzülmüştüm." dedi.

Şehriyar oturduğu divanda Gülden'e ters ters bakarak geri çekildi. "O masal değildi." dedi. "Sana anlatacak masalım kalmayınca Saruhanların hikayesini anlatmıştım." Sırtını divana yasladı. Bacak bacak üstüne atınca çiçek basmalı şalvarı gün ışığında parıldadı.

Evet, parıldadı çünkü canlı bir mor rengindeydi.

"Bizim Midyat o senin dediğin masallar ülkesi olsaydı, Saruhanlar ve Koçaklar da o masalın başrolü olurdu." dedi kendini beğenmiş bir ifadeyle.

Gülden'in kaşları çatıldı. Mizgin ise güldü. O zaten mütemadiyen her şeye gülerdi. Yerli yersiz gülmeleriyle meşhurdu. "O zaman Eraslanlar ve Hünerler de kötü adamlar olurdu." Gülden, Mizgin 'in patavatsızlığına yüzünü buruşturdu. Şehriyar'ın Eraslanlarla uzaktan akrabalığı olduğunu herkes bilirdi.

Tabi Eraslanların gelininin onun teyzesinin kızının kuzeni olması, akrabalık sayılırsa. Yine de Şehriyar bununla övünürdü ve Mizgin bunu bildiği halde çok da çalıştırmadığı aklıyla Şehriyar'ın damarına basıyordu.

Üstelik bunun farkında olmadan devam etti konuşmaya. "Ayrıca ilahi Şehriyar!" dedi. "Çocuğa bile Saruhanları mı anlattın? O zaman doğru düzgün bir şey bilmiyorduk bile."

Şehriyarın cin gibi bakan gözleri kısıldı. Yediği lafı geri gediğine oturtmazsa gece yatağında uyuyamazdı.

"Ben o zamanda hikâyenin çoğunu biliyordum. Seni de ben yetiştirdim, hatırlatırım Mizgin. Sen daha eltinin kuyunu kazdığından bile haberin yok idi." dedi. Mizgin sanki şaka yapmış gibi Şehriyar'ın bu sözlerine de güldü.

Oysa Şehriyar şaka yapmıyordu.

Gülden ise Şehriyar ve Mizgin didişirken hala o masalın gerçek olmasının şaşkınlığındaydı. "O zaman o Süryani kadın da Yadê Arjin mi?" dedi.

Gülden'in annesi başını salladı. Arjin, Midyat topraklarında bir efsaneydi. Saruhanların kudretli babaannesiydi. Midyat'ta taşları okuyan kudretli kadın anlamına gelen jina bi hêz ku keviran dixwîne lakabını vermişlerdi ona.

Kadının görmüş gözleri gök yüzündendi. Öyle bir bakardı ki sanki ruhunun en derinliklerine kadar insanın içini görürdü. O bakışı uzun bir sessizlik takip ederdi. Sonra ona bir taş verirdi.

Derlerdi ki, bu taşla aslında insanın değerini biçermiş. Değer biçtiği insan o taştan beş kuruş fazla etmezmiş. Söylentilere göre- söylentilerin çoğu Şehriyara aitti- çocuğuna ve evlatlarına özel sular ayarlar, onları kem gözden, kem sözden korurmuş.

Söylentiler söylenmemiş sözlerdendi.

Bu söylentiler haricinde bir gerçek vardı ki o da Arjin sıradan bir kadın değildi.

Onun hayat hikayesi bir çınarın kökleri gibiydi. Soyu da kendisi kadar değerliydi.

Kimi ona ermiş derdi, kimi ise cinlenmiş ama kimse bunu yüzüne söyleyemezdi çünkü arkasından ne kadar konuşulursa konuşulsun Midyat'ın bereketinin kökenleri Arjin' e dayanırdı.

Saruhanların ve Koçakların Mardin'de inşaat sektörünün, turizmin, sanayinin ve tarımın gelişmesinde büyük rolü vardı. Onlar ülkenin gururu olan köklü ailelerden biriydiler.

Bu yüzden Gülden hevesle, "Anne!" dedi. "Bir daha anlatsana o zaman o masalı." Gülden heyecanla dizlerinin üstüne oturdu. "Lütfen anne! Bu sefer saklama benden hiçbir şey. Geçmişte Eraslanlarla yaşanan olayı biliyorum ama kimse o masaldaki gibi anlatmaz. Burada herkes fısıltıyla konuşur geçmişi."

Şehriyar dilini damağında şaklattı. Kahvesinin tadını çıkarıyordu. "Çünkü sesli söylenirse yıllar önce başlarına gelenlerin tekrar yaşanacağından korkar buradakiler. O masal zırvasının doğru dediği tek şey var. Doğu da sevmek bir başkadır. Yanarak severler buradakiler ama acıları da bir o kadar büyüktür."

Şehriyar'ın yüzü ciddileşti. "Çok canlar yandı bu topraklarda." dedi. Dalıp gitti sanki geçmişe. "Yadê Arjin'de o yananlardandır ama onun kudreti de buradan gelir zaten. Yandığından bin kat yaktığı için korkarlar ondan. Bu topraklarda sevdayla erkeklere boyun eğdiren birçok kadın vardır ama gücüyle bu kudrete sahip olan çok azdır." dedi Şehriyar.

Gülden annesine hayranlıkla baktı. "Vay be anne!" dedi. "Sende ne cevherler varmış öyle! Ne güzel anlattın."

Çaktırmadan annesini gaza getirmeye çalışıyordu. Nitekim istediğini aldı da. Şehriyar'ın en hoşuna giden durum, anlattıklarının hevesle değerlendirilmesi ve bu bilgileri bulduğu için övülmesiydi.

"Övme kız!" dedi. "Tamam anlatacağım ama kimseye söylemeyeceksin." dedi.

Yalandı.

Bu cümleyi söylüyordu ki dedikodusunun günahı üstüne kalmasın. Bir de bu cümleyi kurunca dedikodunun daha çabuk yayılacağını bilecek kadar da akıllıydı Şehriyar.

Bunu kızı da biliyordu. Bu yüzden hevesle kafasını salladı Gülden. Şehriyar da başladı bu toprakların gerçek masalını anlatmaya.

"60'lar da Mardin'de birkaç büyük aşiret varmış. Kudretlilermiş ama bazıları zalimmiş de. Az çektirmemişler mazlumlara da kendi ailelerine de. Bu aşiretlerden birisi de Saruhanlarmış. O dönem aşiretlerin arasında çatışmalar çok büyükmüş. Saruhanların başı da onun büyük oğlu da Eraslanların soyundan olan bir kız yüzünden patlak veren çatışma da can vermiş.

Saruhanların başına da geriye kalan en büyük oğlan olan Rohat Saruhan geçmiş. O zamanlar aşiretlerin bazılarının kazancı haraç üzerineydi."

Şehriyar bu acı gerçeğe üzülüyordu çünkü onun da ailesi bu haraç uğruna çok çekmişti.

"Siz bizim tarafımızdan korunursunuz biz de istediğimiz gibi malınıza el koyar, geçiniriz, derlermiş eskiler.

Saruhanlarda böyleymiş. Üstelikte kudretlilermiş ama bu kız meselesi sonrası baya zora girmişler. Eraslan aşiretiyle yıllarca birbirlerinin canını da malını da gasp etmişler. Bu yüzden Rohat ailesini kardeşine emanet edip o zamanlar yeni yeni dillerde dolaşan Suudi Arabistan'ın inşaat işinde iyi para var lafına inanmış ve kalan birikimiyle Dubai'ye gitmiş."

Gülden hevesle atıldı. "O dönemler işçi göçü varmış çünkü Birleşik Arap Emirlikleri ABD'ye rest çekmiş ve petrolden kazandıklarıyla kendi ülkelerini inşa etmeye başlamışlar. Bizden de baya işçi göçü yaşanmış."

Şehriyar yüzünü ekşitti. "Eğer sözümü kesersen anlatmam bilesin, Gülden." dedi.

Gülden bu sözden sonra ağzına fermuar çeker gibi yaptı.

Şehriyar, tehdidinden sonra sırtını divana geri yasladı. Anlatırken o da yaşıyormuş gibi heyecanlanmaya başlamıştı ama çaktırmıyordu.

"Nerede kalmıştım?" dedi. Kimse ona cevap vermeye cesaret edemeyince hatırlamak ona düştü.

"Heh!"Başını salladı. "Büyük büyük Saruhan'ın Dubai'ye gitmesinde!"

"O Dubai'ye gittikten üç sene sonra kardeşi de Eraslanlar tarafından öldürülünce büyük Saruhan geri dönmüş ama ne dönme! Hızır gibi yetişti Saruhanlara, diye anlatırlar. Patronu Türkiye'deki ortaklarına yardımcı olarak Rohat 'ı göndermiş. Rohat biriktirdiği büyük bir parayla dönmüş Midyat'a. Üstelik inşaat işinde de çok tecrübe kazanmış. Meğerse bu konuda onun gizli bir yeteneği ve patronunun keşfettiği bir cevher varmış.

O parayla gelince, Saruhanlar büyük bir oh çekmiş. Tabi düşmanı ya da dostu olsun herkesin dilinde günlerce büyük Saruhan'ın parası ve şansı konuşulmuş. Herkes Rohat geldiğinde ilk işinin parasıyla kendini sağlama alıp sonra evlenmek olacağını biliyormuş.

Tam bu sırada işin içerisine büyük telkâri ustası Arbil Koçak dahil olmuş. Süryani ve Arap olan usta, bir gün Rohat Saruhan'ın karşısına çıkmış.

Demiş ki; mazlumun elinden tut, Saruhan. Yardım et bana. Benim bir düşmanım vardır. Tıpkı senin gibi! Abilo, benim gibi bu topraklarının ustasıdır ama hırsının kurbanı oldu. Ekmeğime de namusuma da göz dikti. Kızımı da almak ister, yaptığım işçiliğe de el koymaya çalışır. Bir oğlum vardı bize sahip çıkan ama o da askere gitti. Yalnız kaldım. Abilo, Eraslanlardan da yardım alır. Sen aman ver, elimden tut. Emeğim gözümde değil ama kızımı benden alırlarsa bu yaşlı kemiklerim dayanmaz. Sana kızımı vereyim, sen koru onu.

Saruhan ilk önce tereddüt etmiş çünkü burada daha inşaat işinde de yeni yeni adımlar atmaya başlamış ve aşiretinin tam desteğine ihtiyaç duyuyormuş. Saruhanların başında adamakıllı durabilecek tek erkek de kendisiymiş üstelik. Telkâri ustasının kızı da Süryani, tıpkı Arbil gibi. Farklı dine hoş görü vardır elbet ama öyle çok fazla kız alınmaz buralarda. Hele kız, hiç verilmez! Saruhan da bunu biliyormuş elbette. Bu yüzden düşünme süresi istemiş.

Çok geçmemiş, bir gün Saruhanların kapısının önünde bir çığlık yankılanmış. Bir genç kızın çığlıkları. Bir kapıyı açmışlar ki kan revan içerisinde gencecik bir kız. Babası da onlardan beter!

İçeri almış Saruhanlar. Meğer kızı evinden zorla kaçırmaya çalışmışlar. Evde arbede yaşanmış. Ondan bu hale gelmiş. Kız fırsatını bulunca çiftesiyle sıkmış Abilo' nun oğlunun ayağına. Soluğu da Saruhanlarda almışlar. Söylenilenlere göre Rohat Saruhan Süryani kıza, kan revan içerisinde olmasına rağmen ilk o an tutulmuş.

Kızın adı Arjin' miş. Süryanice yaşam ateşi demekmiş. Jîyanamin yani yaşamım diye severmiş büyük dede Rohat onu ama nasıl sevda! Tüm aşireti karşısına almış evlenmek için. Ne yapmış ne etmiş, nikahına almış onu Rohat."

Arbil'in işine de sahip çıkmış, inşaat için İstanbul'a gidip gelirken ona malzemeler getirmiş. Hatta Arbil' in çırakları hep Saruhanlardan olmuş bundan sonra.

Gel zaman git zaman Koçaklar ile Saruhanlar arası çok da iyi olmamış çünkü Rohat 'ın anası çok çektirmiş Arjin'e ama o zamanlar daha büyük dertler olduğu için bu çok konuşulmaz. Eraslanlarla düşmanlıkları Arjin'i almakla perçinlendiği için bu kan davasından bahseder herkes.

Öyle ki, kayıplar arttıkça birbirilerine ait köyleri yakmaya kadar iş varmış bu dönemde. Durum bu hale gelince diğer aşiretler bir araya gelmiş ve büyükler sözlerinin geçeceğini bildiğinden bu iki düşman aşireti çağırmışlar.

Tek bir hüküm çıkmış!

Kız verilerek bu kan davası çözülecek, demişler. Aslında Berdel olacakmış ama Saruhanların verilecek bir kızı yokmuş ve onların elini kolunu bağlayacak güçlü bir akrabaya da denk gelecek bir akrabaları da olmamış.

Rohat' ın erkek kardeşi olmadığı için hükmün ağırlığı sağlam olsun diye Arjin' in üstüne kuma getirmeye karar verilmiş ama Rohat kabul etmemiş. Sonuna kadar karşı çıkmış, istememiş. Silahlar çıkmış tekrar ama büyükler araya girmiş yine. Bu yüzden törelere karşı gelememiş.

Söylenilenlere göre Arjin bunu duyunca, şu meşhur Firuze tepesi var ya! Orada asırlardır yaşayan ağacın önünde erbane çalmış, ağaçla birlikte kendini de yakmaya çalışmış.

Neyse ki Ağaç yanmış, Arjin kurtulmuş. Kurtulmuş kurtulmasına da ama yine de acısının yangınına engel olamamışlar. Bir ay sonra babasını da kaybedince hepten yıkılmış.

Rohat ile Eraslanların kızı Azimet evlenirken Arjin 'de hamileymiş. O günden sonra Rohat'ı bir daha yatağına almadığını söylüyorlar. Hamileyken de bir kere Rohat 'ın anası tarafından dövülünce ortalığı birbirine katmış. Kadınla saç baş birbirlerine girmişler. Neredeyse öldürecekmiş o hamile haliyle Rohat'ın annesini.

Rohat 'ın da bu olaydan sonra arada kaldığını söylüyorlar.

Ama asıl kıyametin bizzat kendisi kuma hamile kalınca gerçekleşmiş. Kızcağız sessizmiş, o da Rohat'ı istemiyormuş sanırım ama Allah onlara bir evlat nasip etmiş. Arjin bunun haberini alınca çıldırmış. O acıyla suyu gelmiş. Üç gün boyunca sancı çekmiş doğum yapabilmek için. Sancı çekerken de lanetler ettiğini söylerler ama asıl dillerde dolaşan lanet bu değil. Asıl lanet, o üç günlük sancıdan sonra Arjin erkek bir çocuk doğurduktan sonra Midyat Meydanında söylenmiş.

Yarım asırdır dillerde dolanır bu lanet. Öyle ki bazısı bu lanet yüzünden Mardin'in toprağı kurudur der. Sebebini de Yadê Arjin olduğunu söylerler. Çocuklarını korkutmak isteyen analar Arjin 'in kara büyü yaptığını söylüyor, bazısı kırk gün kırk gece lanet ettiğine inanıyor ama gerçek şu ki; Arjin 'in Midyat'ın meydanında, yeni doğum yapmışken bağrına bastığı yavrusuyla bağıra bağıra söylediği tek bir tane lanet var.

Şehriyar lanetin tekrar canlanmasından korkarak ona doğru eğilen Mizgin ve Gülden'e bu laneti fısıldayarak söyledi.

Bu lanet ki şöyle fısıldanır gerçek olmasından korkan kulaklara; Arjin' in acısı dile gelmiş derler ve Midyat Meydanında şöyle haykırdığını söylerler :

Bir daha ne bir Koçak bir Saruhan'ın yâri olsun ne de çocuğunu doğursun.

Bana bu acıyı yaşatan herkesin soyu Ebu Cehil 'in elleri gibi kurusun!

Bir çocuğu olunca şanslı saysın kendini. Sevda benim gibi onlarında sonu olsun.

Canınız yansın! Benim gibi cayır cayır yanın ateşlerde.

Bir sevdanın peşinde sürüne sürüne ölün!

Ölün de ben gibi olun. Bana yaşattıklarınızın bin mislini Allah size yaşatsın!

Yaşatsın da bu Arjin kulunun intikamını alsın!"

Herkesin tüyleri diken diken olmuştu. Sanki lanetin uğursuzluğu etraflarında kol gezmeye başlamıştı. Şehriyar'ın kahvesi çoktan bitmişti ama bu sözlerden sonra kendine gelmek için boş kahve bardağını tepesine dikti.

Sonra devam etti.

"Bu bedduadan mı yaptığı büyüden mi ya da herkesin önünde kocasının ona tokat attığından mı bilinmez dediklerinin birçoğu gerçekleşmiş ama onun soyuna da lanet vurmuş. Azimet'in, yani kumanın doğan oğlundan sonra bir daha çocuğu olmamış.

Saruhanlar yine de bir şehir kadar kalabalıklar hala ama onların hepsi de akrabalar ve asıl Saruhanlar kadar güçlü değiller. Arjin bir bir boyun eğdirmiş onlara güçlendikçe.

Çünkü bu lanetten sonra ardı ardına önce Rohat 'ın annesi sonra Azimet en son da Rohat hastalanmış ve en sonunda o zamanlara rağmen Arjin bir şekilde liderliği ele geçirmiş çünkü her Saruhan ona saygı duymuş.

Bunun elbette birkaç sebebi var ama ben ölüm döşeğinde olan Rohat'ın ve bu lanetin etkisi olduğuna inanırım.

Anlatılanlara göre bu eziyete rağmen hepsine en çok Arjin bakmış. Hatta o aralar olan bir olay yüzünden Müslüman olduğu söyleniliyor. Abisinin de Müslüman olmasına vesile olmuş bu olay diyorlar. Bir şey olmuş ama tam belli değil. Müslüman oluşunun sebebi sır gibi saklanıyor.

Müslüman olması bir yana, çektiği acıya rağmen her birine teker teker bakması bile hala konuşulur. Bakmış hepsine bakmasına da ama hiçbirini affetmemiş derler ama benim en çok üzüldüğüm büyük dede Rohat 'tır. Adamın ölmek üzereyken bile hala Arjin 'den sevgi dilendiği, onu affetmesi için yalvardığı söylenir."

Şehriyar'ın gözleri dolmuştu. Gülden ise anlatılan hikâyenin duygu yükünden çoktan akan göz yaşlarını gizlice silmeye çalışıyordu.

"Affetmemiş mi anne?" dedi Gülden, sanki Rohat' ın acısını yaşıyormuş gibi hüzünle dolmuştu.

Gülden başını sağa sola doğru yavaşça salladı. "Affetmemiş." dedi. "Hiçbirini affetmemiş çünkü bana anlatan kişiye göre çok acı çektirmişler ona. O da bir türlü acısının üstesinden gelememiş."

Dinleyen herkesin bu acıya dili lâl olunca Şehriyar anlatmaya devam etti bu Mardin Masalını.

"Gel zaman, git zaman Arjin kendi evladını da kumasının evladını da bir arada büyütmüş. Bu arada yaşanılan bütün bu acılara rağmen Rohat inşaat işinde baya ilerlemiş ve o ölünce Arjin' in abisi Babel sahip çıkmış işlerine. Saruhanlar ile Koçaklar arasındaki bağ kuvvetlenmiş. Öyle ki yan yana olan o kudretli konaklarını bu zamanlarda inşa etmişler.

Arjin' e sözünü geçirecek herkesin başına bir bir musibetler gelince Saruhan ailesinin de Mardin'in de en kudretli kadını Arjin oluvermiş. Saruhan ailesinin çocuklarını da o yetiştirmiş. Arjin yetiştirdiği her çocuğa, babasından öğrendiği gibi bütün kadınların değerli bir mücevher olduğunu öğretmiş. Böyle büyütmüş Saruhan erkeklerini.

Zaten böyle büyüttüğü için Midyat bir kez daha dillere destan bir aşkla tutuşmuş çünkü evlilik çağına gelince tarih tekerrür etmiş. Arjin'in oğlu Zeyd Saruhan, Eraslanların kızı Dilruba'ya aşık olmuş. Arjin tekrar bir kan davası çıkmasından korktuğu için bizzat kapılarına gitmiş Eraslanların.

Payiz Eraslan'dan kızı istemiş. Vermemişler, hatta ilk seferde neredeyse bir çatışma daha yaşanacakmış da Arjin yine erkeklerin arasına girivermiş, sözleriyle iki tarafından öfkesini bıçak gibi kesmiş.

O araya girince diller lâl olmuş, kimse de kudretine laf söyleyememiş.

Bu isteme merasiminin üç ay sürdüğünü iddia ederler. Her Perşembe akşamı, mübarek gecede giderlermiş. Her akşam kızı alırlarsa Arjin yüz yetimi doyuracağını adak adadığını söylermiş. Artık nasıl içten istediyse üç ayın sonunda yine Perşembe akşamı istemeye gideceklerinde haber gelmiş; kızın babası da annesi de misafir olarak kaldığı evde soba zehirlenmesinden vefat etmişler.

İki kız da bir an da yetim kalmışlar.

Arjin bu yetimlerin hakkı bendedir, Allah bana boşuna adak adatmadı diyerek iki kızı da almış bu olaydan sonra. Böylece Zeyd sevdiğine kavuşmuş, diğer kızı ise abisinin oğluyla evlendirmiş.

Kumasının oğlu da sonra Eraslanlardan gelin almış ve husumetin sonunu Arjin getirmiş gibi olmuş."

Şehriyar bu sözlerinden sonra artık çoktan bitmiş kahvesini ters çevirip kapattı. Bu da anlattıkları bitince Mizgin' in kahvenin telvesine bakıp yarım saat gördükleri şeyler hakkında konuşacağı anlamına geliyordu.

"Ben o zamanlar başka olaylar daha olduğunu duydum birisinden ama emin değilmiş o da. Yine de o zaman silahların konuştuğunu söyleyenler o kadar çok ki! Bende hatırlarım çocukluğumda Saruhanların konağının oradan gelen silah seslerini. Bu yüzden bu anlatılanların sakinliğine hiç inanasım gelmedi benimde. Yadê Arjin girmiş olsa da araya, anne babasını kaybetmiş iki kızı bu kadar kolay vermezler bizim buralarda." dedi.

Haklıydı Şehriyar ama bu bilgiyi hiçbir kaynağından öğrenemezdi çünkü o kudretli ailenin içerisinde gömülmüş sırlardan biriydi bu da.

Gülden yorum yapmadı. Yorum yapsaydı şayet annesi bu sırrı takıntı haline getirir ve yaşanan bu masalı anlatmaya devam etmezdi. Sustu ve mükafatını aldı. Annesi konuşmaya devam etti.

"Neyse!" dedi Şehriyar. "Anlatmaya devam edeyim."

"Bu sevdalılar kavuştuktan sonra lanet bir nebze olsun bozulmuş çünkü Saruhan soyunda herkesin -kumanın oğlu hariç- hep üç çocuğu olmuş. Yine de söylenilenlere göre Arjin ettiği bu bedduadan dolayı pişmanmış. Hala tam olarak bu lanetin geçtiğine inanmıyormuş ki ettiği bedduanın acısını kumasının oğlunun çekmesinden korkmuş çünkü gelin uzun bir süre hamile kalamamış ve çok zorluk çekmiş.

Arjin, kendi çektiği acının vebalinin torunları çeksin istemiyormuş. Ne adaklar adamış bunun için. Ne yardımlarda bulunmuş!

Şimdiye kadar dört kere hacca gitmiş. Dördünde de Kabe'de Allah'a bunun için yalvardığını söylerler. Ne yazık ki hala imtihanı bitmemiş olacak ki oğlundan imtihan olmuş Arjin.

Zeyd' in en büyük oğlu Ezra 18 yaşındayken ikinci kıyamet kopmuş Saruhanların başına.

O zamanlar bunların bir ayağı sürekli İstanbul'daydı. Sürekli gidip gelirlerdi.

Saruhanların inşaat şirketi büyüdüğü gibi Arjin' in isteğiyle hala birkaç küçük dükkân da babasının da mesleği yapılıyordu o zamanlar ama yine de küçük bir esnaftan ileri gidemiyormuş.

Ezra, küçüklükten itibaren büyük dedesi Arbil' in yolundan giden tek torun olmuş. Arjin onun bu merakını öğrenince burada babasının öğrencisi olan Samuel ustaya emanet etmiş Ezra'yı. O ustada onu İstanbul'daki kapalı çarşıda en iyi ustaların öğrencisi yapmış. Ezra da öyle büyük bir cevher varmış ki yaptığı her iş küçüklükten itibaren dillerde konuşulmaya başlamış ama dedesinden gelen yeteneği en büyük laneti olmuş.

Saruhanlar güçlenirken inşaat sektöründe çok düşmanları olmuş ama onlara gizliden gizliye en çok onlara bilenen Arbil' in can düşmanı, telkâri ustası Abilo'ymuş. Oğlunun aksak kalmasına sebep olan Arjin 'e de bileniyormuş Abilo.

Zaman ilerledikçe onlar da zanatlerinde ilerlemişler ve sessiz kalmışlar çünkü Koçakların soyundan onlarla rekabet edecek kimse çıkmamış karşılarına ama sonra Ezra gelmiş ve babasının daha 16 yaşında onun için açtığı dükkân ile onlara en büyük rakip olacağı belli olmuş.

Dükkânın ilk açıldığı gün sıra sıra dizilmiş kapısına müşteriler, vitrinden görünen takılara şimdiki gibi o zaman da hayran kalmışlar. Tabi şimdi bizim gibilerin onları alması imkânsız ama o zaman da her kadın gibi Ezra'nın dükkanının vitrinine bakmadan kimse çarşıdan çıkamaz olmuş. Bunu gören Abilo'nun oğlu Shimon ise babası öldükten sonra onun gibi düşman bellemiş Saruhanları.

Saruhanları karşına almak da yürek ister hani çünkü Saruhanların gücü de kuvveti de yalnızca inşaat sektöründen gelmez. Onlar aynı zamanda ihalelerdeki hilebazlıklar ve aşiretlerin güç savaşından dolayı da eli silah tutan, gücü kuvveti soyu gibi sağlam bir ailedir. Shimon'da bunu bile bile düşman olmuş onlara. Bu sektörde küçücük çocuğun ekmeğiyle oynamaya kalkmış.

Dükkanını yaktırmış, Zeyd oğluna yeni bir tane açmış.

Malzemesini çalmış, Zeyd oğluna daha iyisini almış.

Tasarımlarını kopyalamaya kalkmışlar, Ezra daha iyisini yapmış.

Bunun sonunda iş Ezra'yı öldürmeye çalışmaya kadar gitmiş. Zeyd Saruhan'ın da eli armut toplayacak değil ya! Gücü kuvveti de yerinde. En büyük destekçisi de ikinci kadından olma kardeşi Şiyar. Hodri meydan, demişler. Midyat'ta da İstanbul'da da silahlar çekilmiş. Shimon, Saruhanların düşmanlarının biriyle anlaşmış diyorlar ve o da bu sayede büyük bir karşılık vermiş. Yine de büyük zayiat almış Shimon Hüner ve ailesi, onlarla çalışan ortaklarının hepsini yanlarına çekmiş Saruhanlar. Neredeyse batacak hale gelmiş Hünerler ama sonra o acıyla büyük bir darbe vurmuşlar, Saruhanlara.

Mardin'e gelmek için yola çıktıklarında, bir gece vakti iki dağın arasında büyük bir pusuya kurban gitmiş Saruhanlar .Arjin'in oğlu Zeyd ölmüş o pusuda. Oğlanlar yaralanmış, hatta ortanca olan Bedran iki ay yoğun bakımda yatmış."

Shimon 'un yaptığı da kanıtlanamamış ama o gün bu gündür baş düşmanlar birbirlerine. Orada da bir olay olmuş diyorlar. Bu da öğrenemediğim bir başka sır.

Zeyd'in ikinci kadından olma kardeşi Şiyar aileye sahip çıkmış, hepsini Midyat'a getirmiş. Babası öldüğü günden beri Ezra, bir kere bile adım atmamış İstanbul'a. Yemin etmiş bir daha İstanbul toprağına adım atmamaya.

Neden yemin ettiğini kimse bilmiyor ama bana kalırsa Saruhanların sakladığı sırla ilgili bir durum bu da."

Şehriyar sıkıntıyla iç çekti. Arabesk bir şarkıyı dinlediği gibi efkarlanmıştı.

Gülden ise annesinin duraksamasıyla hikâyenin bittiğini zannederek konuştu. "Vay be! Neler yaşamış Saruhanlar. Biz genç kızlar sadece Ezra Ağanın Firuze'ye aşkını ve dünyaca ünlü takılarını biliriz. Meğerse ailesi, Yâde Arjin neler yaşamış da buralara gelmişler. Ne kadar acı çekmiş Yâde Arjin!"

Annesinin dizinin dibinde oturuyordu. Dizine dayadığı dirseğine ait elini yumruk yaptı ve çenesinin altına koydu.

"E anne, Ezra Beyim okumadan nasıl ünlü oldu ki ? Ben onun okuduğunu zannediyordum. İstanbul da okumadıysa nerede okudu?" Gülden o kadar çok hayallerine dalmıştı ki annesinin kaşlarını çattığının farkında değildi.

"Sözümü kesmezsen anlatacağım, Gülden Hanım." dediğinde daldığı hayallerinden koptu ve annesinin öfkesiyle yüzleşti.

Şehriyar'ın bu hayatta nefret ettiği iki şey vardı; ona söylenmeyen sırlar ve anlatmak istediklerine engel olunması.

Gülden de bunu bildiği için olduğu yerde biri dürtüklemiş gibi dik oturmaya başladı. Mizgin onun bu şaşkın haline güldü.

"Özür dilerim ana, sen devam et." dedi Gülden.

Şehriyar da gözlerini devirdi, dilini şaklattı tadının kaçtığını göstermek ister gibi ama devam etti. Kaptırmıştı bir kere kendini hikayeye.

"Ezra Beyim ecnebi yurtlarında okudu. İtalya mı neyin, oralara gitti diyorlar hep ama asla İstanbul'a adımını atmamış. Buna rağmen yine dünyaca ünlüdür. Mardin'in adını duyurdu yaptığı o güzel takılarla. Hırs mı yaptı bilinmez, kendi şirketini kurduktan sonra Dünyaya da duyurdu adını. Şimdi Güher'de özel bir tasarım yaptırtmak için beş sene önceden randevu almak gerekiyormuş. Tam beş yıl!"

Şehriyar herkesin bildiği bu bilgiyi sanki hala ilk gün ki duyduğu heyecanla anlatıyordu.

"Ezra Saruhan'ın ismi, Saruhanların isminin önüne geçti. İsmi o kadar büyük ki yaptığı her işini günlerce konuşuyoruz. Aşkı bile Saruhanların üstündeki kara büyünün en büyük düğümü!"

Sustu bir an. Açıklayacağı aşkın gerginliğiyle Midyat'ın yıllardır dilinde olan bu aşkı anlatmak için bekledi ve suyunu içti. Sonra anlatmaya başladı tıpkı bir masal anası gibi.

"Sanırım Koçak kızına aşık olmak, onun en büyük imtihanı. Ben kimseye söylemem ama herkes ima eder Saruhanların başı, bir Koçak kızına aşık oldu, tarih tekerrür etti, Arjin ile Rohat'ın hikayesi tekrar yaşam buldu diye. Ben gibi kimse sesli söyleyemez. Gerçi kimse sesli söylemese de anlatılanlar haykırır gerçeği."

Sesi sanki bu sırrı gizlice anlatıyormuş gibi kısıldı Şehriyar'ın.

"Derler ki:

Ezra Beyim dört yaşındayken nenesiyle onlara ait takı dükkanına gitmişler. Arjin, Firuze taşından bir toka yaptırmak istiyormuş kendisine. Vermiş siparişi, dükkândan çıkacakmış, Ezra izin vermemiş. Çekiştirmiş Arjin'i.

Ustanın yaptıklarından o kadar etkilenmiş ki izlemek istiyormuş. Arjin de çocuğa kıyamamış, oturmuşlar, izlemişler. Bir saat geçmiş, Ezra kalkmak istememiş. O kadar etkilenmiş ki ustanın yaptıklarından, gözlerini bile ayırmıyormuş hiç.

Arjin'in de yetiştirmesi gereken bir işi varmış. Usta da Saruhanların akrabası. Bu yüzden Arjin torununu emanet edip çıkmış dükkândan. Arjin dükkândan çıkınca Ezra, ustanın çıkarttığı Firuze taşına gözünü dikmiş.

Anlatılanlara göre ilk defa görüyormuş taşı. Hayran kalmış, daha yakından bakmak istemiş. E ustanın da dikkati işinde tabi! Çocuğun yaklaştığını görmemiş. Lehim makinesinde telleri birleştiriyormuş. Ezra Firuze taşını alıp incelemiş hayranlıkla. Usta çocuğu uyarmış yaklaşmaması için çünkü lehim işi tehlikelidir. Hele bir de göze toz ya da kıvılcım değdi mi Allah korusun, kör bile eder adamı.

Çocuk olduğundan mıdır, yoksa taşa hayranlığından mıdır duymamış ya da dinlememiş Ezra bu uyarıyı. Lehim yapan ustaya elindeki taş hakkında konuşmak için ustaya yaklaşmış. Tam o sırada da lehimin en tehlikeli anı. Kaçınılmaz olan olmuş. Gözüne denk gelmiş kıvılcımlar.

"Nasıl büyük bir olay oldu o gün! Ben bilirim daha genç kızdım, anamla çarşıya çıkmıştık. Midyat ayağa kalktı sanki çünkü Arjin feryat ediyordu acısından." Şehriyar'ın yüzünde acı bir ifade belirdi.

O feryat figanla çocuğu hastaneye götürdüler. Aynı gün, Firuze'nin annesinin de Ezra'nın haberi alınca suyu gelmiş."

"Ezra'nın teyzesi oluyor, Dilzar Hanım. Değil mi anne?" Şehriyar onu onaylamak için başını salladı.

" Hani anlattım ya başta, Arjin, Eraslanlardan iki kızı istemişti. Zeyd'e Dilruba'yı kardeşini de kendi abisinin oğluna almıştı. İki kız kardeşten biri Koçaklara biri Saruhanlara gelin gitti. Hamile olan da Koçak gelini. Kaza geçiren de yeğeni Ezra. Bu yüzden çok üzülmüş de suyu gelmiş."

Açıkladıktan sonra anlatmaya devam etti Şehriyar o acı günü.

"Aynı hastaneye götürülmüşler ikisini de. Bir yerde doğum var diğer yerde yas. Doktorlar da telaş yapmış çünkü çok tehlikeli ve Saruhanların başının ilk erkek çocuğu. Herkes diyor ki gözüne geldi kıvılcım bu yüzden kör kalacak çocuk. Nazar değdi o güzel gözlere, kesin, diyorlar.

"Allah var, ben hatırlarım. Ezra Beyimin çocukken de çok güzeldi gözleri. Nenesine benzeyen masmavi gözleri var. Aynı şu geçen zorla izlettiğin Sibirya kurtları gibi."

Gülden'e imalı imalı baktı Şehriyar. de Arada laf sokmayı ihmal etmedi.

"Neyse," dedi sonra. "Doğum neredeyse bir gün sürmüş, o sırada da ameliyata almışlar, Ezra'yı. Çok şükür iki müjdeli haber de bir saat arayla verilmiş."

Bir kız bebek müjdesi verilmiş ilk. Herkeste buruk bir mutluluk olmuş çünkü hala Ezra'nın ameliyatından haber gelmiyormuş. Sonra doktorlar gelip ikinci müjdeli haberi vermişler. Ezra'nın gözlerine ciddi hasar vermemiş kıvılcım ve kalan hasarı da gidermişler. Gözünün çevresindeki yaraların çoğu da zamanla geçecekmiş. Bunun şerefine Yâde Arjin, bu bebeğin Ezra'nın mucizesi olarak görmüş ve onun gözlerinin rengine benzediği için Firuze koymuş bebeğin adını."

Herkes bu hikâyeyi bilirdi. Bu yüzden şaşırmadan dinledi Gülden ve Mizgin ama yine de Şehriyar öyle şevkle anlatıyordu ki onlar da sanki ilk defa duyuyormuş gibi heveslenmişlerdi.

"Bana bunları anlatan kaynağıma göre Arjin, Ezra'ya hep mucize diye anlatmış Firuze'yi. Gözlerinin mucizesi."

Şehriyar genç kız gibi iç çekti. Yüzündeki hülyalı tebessüm tek değildi. Üç kadın da sanki bir masalı dinliyormuş gibi kalplerinin sesine kapılmışlardı.

"Bu yüzden iki gözüm diyormuş, Ezra Firuze'ye."

Gülden araya girdi. "Ayy!" dedi genç kızca bir hevesle. "Bir erkek bana iki gözüm dese, Midyat sokaklarında düşüp kalırım vallahi!"

Şehriyar yine öfkelendi. "Senin yaşın kaç, başın kaç gız!" Cık cıkladı. Yüzündeki hoşnutsuz ifade aslında asla kızını vermek istemeyişindendi ama çaktırmadı. Anneler bazen acı konuşurdu ama yürekleri asla bu acıyı içtenlikle istemezdi.

"Ayrıca sen bu çeneyle nah bulursun kızım, ben sana diyeyim." dedi dili acı, yüreği ise tatlı bir şekilde.

Halbuki Gülden, Şehriyar'ın çeyreği kadardı ve Gülden'in babası da az koşmamıştı Şehriyar'ın peşinden ama anne fırçası diye bir şey vardı. Gülden yine nasiplendi bu fırçadan ve surat astı annesine bu sefer.

Annesi ise hikayeyle gönlünü alacağını bilerek anlatmaya devam etti.

"Beraber büyümüşler Firuze ile Ezra. Yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş. Biz de hep bir arada gördük onları. Firuze'nin annesi Dilzar Hanım gönülsüz gibiydi ama yine evlenirler sanıyorduk. Fakat sonra Firuze İstanbul'a üniversite okumaya gitti..."

Masal bitti, karanlık çöktü sanki. Hepsinin yüzüne hüzün değdi çünkü hikâyenin devamını biliyordu herkes.

"İlk zamanlar sık sık geliyordu ama sonra hiç görmez olduk onu Mardin de.

O defter de kapandı, gitti dediler ama ben eminim bir şeyler oldu." Şehriyar sözlerini kendi teyit etti. "Evet, bir şey oldu çünkü o sene iki defa ambulans geldi Saruhanlara. Firuze annesini kaybetti, bunu hepimiz biliyoruz ama o ikinci ambulans niye çiftliğe geldi hala öğrenemedim."

Şehriyar kendi kendine sorgulamaya devam ediyordu. Suratı asılmıştı çünkü içten içe hepsi Dilzar 'ın kaybına üzülüyordu. Çok zamansız gitmişti Dilzar Hanım ve Midyat'ta o günden beri doyasıya bir neşe yaşanmaz olmuştu.

Tıpkı Zeyd Ağa gibi.

"Kesin bir şey oldu çünkü ben bunların olacağına emindim. Herkes Firuze'nin takılarından bile anlardı bu sevdanın dağ gibi yüce olduğunu!" dedi Şehriyar bu sırrı da takıntı haline getirerek.

"Mardin dedin mi Ezra'nın takıları gelir akıllara. O takıları da biz ilk hep Firuze de görürdük.

Çarşıya bir çıkardı. Bileğinde halhalı, bazen saç tokası. Çeşit çeşit küpeleri, bazen hızması. Hepsi de birbirinden değerli taşlarla bezeli. Gözümüzü alırdı, gözümüz kalırdı. Hayran hayran bakardık hepimiz. Bir haftaya kalmaz imitasyonu düşerdi pazarlara. Hepimiz alırdık.

Sıla'nın tokası, Bihter'in kolyesi gibi kapış kapış giderdi pazarlarda Firuze'nin halhalı, saç tokası, hızması, küpeleri."

Sesinde zararsız bir kıskançlık vardı bunları söylerken. Her kadın takılara ilgi duyardı ama her takı insanı kendine çağırmazdı. Ezra'nın takılarının ise bir sirenin şarkısı gibi etkisi vardı kadınlarda.

"Hala da öyledir. Buraya gelince burada konuşulur Firuze'nin takıları, İstanbul'a gidince de orada konuşulurmuş. Hatta Güher'in senelik yaptığı tanıtım gecelerinde hep gözler Firuze'nin taktığı takılara kayarmış.

Sadece takılarda değil, hepimiz Firuze tepesindeki restoranı biliriz. Orası eskiden taş araziydi. Ağacı da yakmış zaten yıllar önce Arjin. Kara kuru orası, bir tek güzelliği Midyat manzarası olması.

Kimse tam sebebini bilmez ama hiçbir özelliği olmamasına rağmen teraslı bir restoran yaptırttı Ezra. Adını da Firuze koydurttu. Ben eminim sebebi de Firuze."

Mizgin kahve bardağını önlerindeki masaya bıraktı.

"İyi de bu Samira ne alaka o zaman bacım? Kızla neredeyse nişanlanıyorlardı. Hepimiz duyduk." dedi Mizgin.

Şehriyar yüzünü ekşitti. Kadının adını duyunca bile cinleri tepesine gelmişti. "O ne yılan, o!" dedi başını sallayarak. "Beyrut'tan geldi. Güya Arap güzeli!"

Şehriyar poposunu döndürdü. "Kıçımın kenarı! Öyle Arap güzeli mi olur? Götü de dahil her yerini şişirmiş." dedi. Gülden gülmemek için ağzını kapattı.

Mizgin ise çoktan gülüyordu.

"Ezra ile aynı takı tuku işi yapıyor diye yaklaşmaya çalıştı, Saruhanlara ama ben biliyorum yakışıklı ve zengin diye adama göz dikti, ben eminim." Başını salladı öfkesiyle. "Eminim!"

İzlediği evlilik programlarında istediği çift olmayınca kızdığı gibi şimdi de öfkelenmişti Şehriyar. İçtiği keyif kahvesine rağmen tadı kaçmıştı. "Kesin o şırfıntı aralarına girdi, kesin!" dedi.

Gülden omuz silkti. "Sonuçta onunla da olmadı Ezra beyim anne ve yaz geliyor. Belki bu sene bir şeyler olur Firuze ablayla." dedi.

Gülden ikisinin olmasını da içten içe çok istiyordu.

"Hem Firuze abla da bir içim su! O kadar güzel ki onu her gördüğümde abla saçların nasıl bu kadar güzel uzatıyorsun diyorum. Kalçasına kadar simsiyah saçları var. Midyat'ın suyuna rağmen bir kere bile uçlarını kırık görmedim."

Gülden Firuze'ye hayranlığıyla iç çekti. "Fiziği de çok güzel, sanki kum saati." Eliyle kum saatinin şeklini yaptı.

"Hele yüzü! Kirpikleri gür, gözleri badem. Dudakları da o kadar şekilli ki imreniyorum valla. Benimkiler ince." Gülden genç kızlara özgü bir özgüvensizlikle dudak büktü.

"Kaşlar bile yay gibi!" dedi Firuze'nin baş hayranıymış gibi. "Bizim kuaför Şanziment abla var. Ona sordum, hiç dokundurmuyormuş kaşlarına ama o kadar güzel ki ben hep alıyor zannediyordum."

Gülden tatlı bir tebessüm etti. Onunki genç kızsal bir hayranlıktı. "Ezra Beyim de çok yakışıklı! Bir kere çarşıda gördüm onu. Dilim tutuldu yakışıklılığından. Boyu uzun olunca başımı kaldırmak zorunda kaldım ama o kadar güzel gözleri var ki bir on yaş büyük olsaydım, beni görsün diye peşinde koşardım vallahi!"

Şehriyar'ın onu eleştirmek için ağzını açtığını görünce Gülden telaşla konuyu ikisine olan hayranlığından çevirdi.

"Abimi tanıyor ya, ellerimde de poşetler vardı. Yanındaki adamlara dedi hemen bana yardım etsinler diye." dedi.

Şehriyar tekrar ağzını açtığında toparlamak için son cümlesini kurdu Gülden." Evet, evet yaz geliyor. Bu sene düğünümüz de var. Belki yine bir arada görürüz." dedi Gülden.

Böylece annesinin azarından kurtulmuş oldu. "Öyle," dedi annesi huysuz bir ifadeyle. "Her sene köşe kapmaca oynarmış Firuze, Ezra'yı görmemek için. Bakalım bu sene nasıl olacak."

Bir an daldı anlattıklarına. Herkes sessizlikte yaşanmışlığı hissetti. Sonra kendine gelmiş gibi irkildi. Gülden'e döndü. "Aldın mı istediğini Gülden Hanım?" dedi.

Gülden hevesle başını salladı. "Hem hüzünlü hem heyecanlı. O kadar güzel ki! Yâde Arjin'i görünce ona daha dikkatli bakacağım artık."

Şehriyar onun hevesine aldırmadı. "İyi o zaman, şimdi kalk mutfağı topla." dedi. Gülden itiraz etmek için ağzını açtığında terliği almak için ayağına eğiliyormuş gibi yapması yeterliydi.

Gülden hemen kalkıp odadan çıktı.

Şehriyar, Mizgin'le yalnız kalınca kahve bardağını ona uzattı. "Sende bak bakalım şuna bacım! Kaç kilo altın takılacak bizim oğlanın düğününde?" dedi.

Onlar kendi hayatlarına dönerken zaman akmaya devam etti ve yarım kalmış bir masalın ilk satırlarını yazmak için kollarını sıvadı.

O masalın ilk satırları şöyleydi:

" Yaktın da yanmadın mı Firuze?

Yandığınla kalmadın mı?

Bile bile bir kalbin günahına girdin. Güzelliğini yalanlarınla gölgeledin.

Ölüm ellerini kirletti, gölgenin bile bedelini yıllarca ödedin.

Şimdi sıra sende.

Şimdi güzelliğinin hakkını vermende.

Ayağa kalk da kara gözlerin gök yüzünü görsün.

Mardin'in kuru toprağı sevdanla yağmuru bulsun.

Midyat'ın kara yiğidinin yüzü gülsün.

Sen sev de bu masalın sonu mutlu bitsin.

Yoksa bu sevda ölümü görecek.

İnsanoğlu sevmekten umut kesecek.

İnsanoğlu yürekten sevmenin değerini bilmeyecek.

İnsanoğlu gerçek bir sevdanın ne demek olduğunu bilmeyecek...

Mehsa

𓇚ꕥ𓇚

Aslında binlerce hissim var ama nasıl tarif edeceğimi ilk defa bilmiyorum.

Yeni bir serüvene başladık ballarım. Benimle bu serüvene eşlik eden herkese şimdiden çok çok teşekkür ederimmm.😍🧡☘️

Allah izin verirse uzun bir süre her hafta Cuma günü sizlerle buluşacağız.😍

Farklı olması için uğraştığım,yaklaşık 1.5 senedir zihnimde olan bir kurguydu Firuze. 😍🥺

Çok özendim,çok çalıştım. İnşallah siz de çok çok seversiniz. 🧡

Haftaya Cuma günü yeni bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın.☘️

Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla.😍💙

Continue Reading