S O N B A K İ R E

By betuss_98

2.7M 84.8K 38.7K

Dişlerinde dilini gezdirirken dudakları karanlık bir gülümsemeyle yavaşça kıvrıldı. "Düşündüm de, seni sevişm... More

-Yılanı Uyandırmak-
-Aşkından Komalık Olacağın Biri-
-Bedenini İstiyorum-
-Sevişmek-
-Şimdilik İçmeyeceğim Seni-
-Sevgilim-
-Kıvılcım-
-Seni Terkedeceğim-
-Kanepede, Acımadan-
-Mahir-
-Beni İstediğini Söyle-
-Şah Mat-
-Dans Et Benimle-
-İstediğin Her Şeyi Vereceğim-
-Evlenmek-
-Dudaklarını İstiyorum-
-Kalpsiz Piç-
-Aşk Mı-
-Suzan-
-Heves Mi-
-Acımasız-
-Sözünü Tutmadın-
-Ölmüşüm-
-Kalbimi Ağrıtma-
-Çıkmazlar-
-Çocuklarımın Annesi-
-Uraz-
-Kırmızı Çizgim-
-Sınanmak-
-O İlk An-
-Başkası-
-Yalan-
-Karı Koca-
§ F İ N A L §
-ANİDEN GELEN ÖZEL BÖLÜM-
-ANİDEN GELEN SON BÖLÜM-

-Alev Alev-

86.8K 2.6K 1.1K
By betuss_98

Bölüm şarkısı; Shots Fired

Dilim damağım kurumuştu...

Ben, Lavin Korkmazdım yahu.

Şuncacık yaşıma bakmaz, her şeye göğüs gerebilirdim.

Türlü usülsüz söze, lafı düşünmeden yapıştırırdım. Hazır cevaptım.

Başımı yere kimse eğdiremez, inadımla başedemezdi.

Kendime gösterdiğim saygı, verdiğim değer kimseyle ölçüşemezdi.

İşte bunların hepsi yakın geçmişteki bendi.

Şimdi ise altı üstü et parçasından oluşan dudaklar nefesimi düğümlerken, gözlerimi körleştiren flaşlar ve bir emri vaki olan tek taraflı alınmış evlilik kararının hakkından nasıl gelinir bilmiyordum.

Yarın sabah tüm dünyanın sefil yaratığı ilan edilecek, gün yüzüne çıkmaya yüzüm kalmaz hale düşecektim. Kıvılcımdan benim için boşandığı dedikodusu dört bir yanımızı saracak, KÜÇÜK SÜRTÜK manşetlerine bakıp bakıp ağlayacaktım belki de.

Basının acımasızlığını kim bilmezdi ki.

Cesur Cerrahoğlu beni sevmiyordu... istiyordu.

Ama ben aptal bir aşık gibi hâlâ dudaklarımdaki kırılgan ve benimseyici baskının altındaki anlamı sorguluyor ve içimin ona gitmesine mani olamıyordum. Öyle sakıncalı bir adamdı ki kapılmam diyen Tanrıya şirk koşmuş olur ve kendini onun dizlerinin dibinde buluverirdi.

Şeytan tüyü taşıyan bir yunan heykeline kim 'hayırda' diretebilirdi?

Direnmek, yorgunluktu.

İstedim ki; dünya başıma yıkılmadan önce bu an bize ait kalsın ve sona bir adım daha attığımızda film kopsun, sahne kararsın... Mesela, o beni sevmeye değer görsün... Son hiç gelmesin.

Olmadı. Dudakları, ilk kez tattırdığı kalp sancısı yaratan öpücüğünü hiç istemez gibi ağırca sonlandırdığında kulaklarımın gerisinde tutmaya çalıştığım uğultu, beynimde delik açacak gibiydi. Çığlık atmak ve tüm kafenin saydam camlarını aşağı indirmek istiyordum. Yas tutarcasına bağıra çağıra ağlamak, bir deli gibi köşeye sinip saatlerce susmak istiyordum. Ben üzerime binen yükten arınmak ve kalbimi hissedemez hale getirene dek acıtmak istiyordum.

Yolum, yol değildi.

İçim, içimden taşıyordu.

"Ateş gibisin..." Fısıltı olarak dudaklarıma vuran nefesinin yoğun kıvamındaki bir şeyler şimşek hızıyla kasıklarıma saplandı. İstemeden bile olsa heyecandan nabzım yükselirken korkuya kapılmıştım. Kendimi oracığa bırakmamak için verdiğim çabayı takdir edercesine Cesur hemen kalçamın üstünden sahiplenici bir sertlikle bel oyuntumdan kavrayışını canlandırdığında, ıslak gözlerimi kapatıp başımı eğdim.

Organlarım titredi.

Cesur, kaslarını kasarak durmakta zorlandı. Onun tarafından düşünüldüğünde benim nazarımda bir şeyler ters gidiyordu. Haklıydı, şimdiye onu itip ağzıma ne geliyorsa yüzüne karşı çemkirmiş olmalı ve burayı başına yıkmalıydım. Sakin olmamalıydım. Doğru olan bu değildi.

Cesur duruşumuzu bozmadan başımın tepesine sürtünen sakal dolu çenesini çevirdiğinde göğsü, güçlü sesiyle titreşime girmişti. "Çıkın buradan."

İki kelime, uğultunun kesilmesine yetti. Beynimdeki delik açma isteği yavaşça sonlanırken göz kapaklarımın karanlığı daha katlanılabilir olmaya başladı. Bu sadece bir saniye sürmüştü, zannedersem şaşkınlıktan susmuşlardı. Vızıltılı itiraz sesleri yükseldi yeniden.

Aralardan bir kaç poz daha isteyen ve detay vermediğini söyleyenleri, hatta yaşımı soranları aynı güçlü ton, sertçe kesmişti.

"Gösteri bitti. Çıkın, hepiniz!"

Asılan suratları zihnimin perdesinde bir bir hayal edebilirken yüzümü sakladım ve dişlerimi sıktım. Aynı zamanda sözünü efor sarfetmeden, kolayca herkese geçirebilen Cesurun ortama hakim duruşunu ve kudretinin elle tutulur sekilde yansıdığı gözlerini de görüyordum.

Durgunluk oluştu, kimseden çıt çıkmıyordu.

Ayak sesleri birbirini takip etmeye başladığında, tam bir alfa erkeğinin kucağına düşmüş olduğumu düşünüyordum. Kapı açılıp elden ele geçerek kapandığında, "Sen de çık." Dedi Cesur. Düğmeme basılmış gibi gözlerimi açtım. Açelya iki eli ağzına örtülmüş kocaman ıslak gözleriyle bana bakıyordu. Korkmuştu. Az uzağımdaydı. Ve titriyordu.

Anlaşılan bu planı yaparken, nasıl büyük bir kumpas olduğunu tahmin edememişti. Ne düşünmüştü ki, başımın çaresine her şekilde bakacağımı mı?

Neydim ben, her daim onun kurtarıcısı olan süper güçlü bir kahraman mı? Kahretsin ki değilim!

Halledemedim işte bu defa, diye bağırmak istiyordum yüzüne avaz avaz. Hakkından gelemedim!

Bomboş baktım. Tam anlamıyla olmasa da bir bakıma onun yüzünden bu noktaya varmıştı işler. Ne olursa olsun ben meraktan ölürken, haber verebilirdi. Başıma gelecekleri biliyordu ya da bilmiyordu, önemli değildi ki. Hiç yoktan sadık bir dost olup önlem almamı sağlamalıydı, ama yapmamıştı. O yüzden özür dilerim diye bağıran bakışlarından çevirdim başımı. Cesur da bunu beklermiş gibi tekrarladı tehditkar tonlamasıyla.

"Çık, Açelya." Çıkmayacak oldu ama Cesurun sabırsız nefes alışverişleri korkutmuş olmalı ki gidişinin bıraktığı tok sesi duydum. Kapıyı çekip beni kaderimle başbaşa bıraktı.

Yapayalnız kaldık sayısız kez daha. Başbaşa oluşlarımız eskisi kadar korkutucu gelmiyordu neyse ki.

Çok vakit geçmeden kaldırıp söndürdüğü göğsünden omuz başlarımı tutarak uzaklaştırdı beni. Tek gayesinin gözlerime bakmak olduğunu başını alabildiğine alçaltmasından anladım. Yerdeki granit desenli taşlara bakıyordum. İki parmağı küçük çenemi tutup yüzüne kaldırdığında bana yine tepeden bakmanın rahatlığını sürdürdü.

Dudaklarını, dilini kaydırarak yaladı. Düşülmesi gereken bir kuyu dibi gözlerine çakılmamak nasıl elde olsundu ki? Ya ben ne zaman, hangi ara ona bu kadar müptela olmuştum.

"Kaçınılmaz sonunum ben senin Lavinya." dedi kalbim sıkışırken. "Umarım artık anlamışsındır."

Üzerinde tek bir dalganın dahi kımıldamadığı ve asla hırçınlaşmayan gözlerimi biraz kuşkuyla biraz da gizliden beslediği umutla süzüşü midemde felaketler yaratıyordu ama durmuştum öylece.

Kurulmuş bir robot gibi gözlerinin en derinine inercesine bakıyordum kımıldamadan. Çene çizgimden yukarı kaydırdığı ve yüzümü tamamıyla kaplayabilecek büyüklükteki avucu saçımı kulağımın gerisine sıkıştırırken parmakları ömürlük kalmak ister gibi yavaş, kelimeleri son nefesini verecekmiş gibi aceleydi.

"Şu güzel ağzını açıp bir şey söyle bana. Hadi..."

Ne yapacaktım bu raddede? Şu an ne söylesem yerinde olurdu? Beni bitirdiğini haykırıp tokatı basmalı mıydım ya da asıl derdini öğrenene dek yakasına mı yapışmalıydım? Ağlarsam mı yoksa gülersem mi tuhaf kaçardı?

Ben bende değildim ki doğru olanı zihnimin karanlığından çekip çıkarabileyim. Ne olursam olayım düşüncelerim beni saptırarak kuytuya çekiyordu. Batıyordum. Neticede dilim ettiği kelamla asıl bana, kesinlikle uymamıştı.

"İstediğin olsun."

Bana tek bir yol görünüyordu, ne kadar taşa toprağa takılıp düşersem düşeyim göğsümden taşan bir kalbe sahiptim ve siktiğimin hayatında onun da peşinden gidemeyeceksem başka neyim kalırdı?

Cesur onu tanıdığımdan bu yana ilk kez tüm gerçekliğiyle şaşkına döndü. Bu, bambaşka bir boyuttu. Elleri bedenimden yanmış gibi çekildi. Çatık kaşlı gözlerindeki bocalama şüpheseldi. Emin olmak için, "Lavinya?" Diye sordu yutkunuşu sırasında.

İç geçirdim ve ellerimi açtım. "Ne yaparsam yapayım senden kurtulamıyorum ki ne için direnmeye devam edeceğim?"

Başını hızla sallayıp kesti. "Benden kurtulmak falan istemiyorsun. Görüyorum." Uysallıkla yüzümü kavradı ve baş parmakları elmacık kemiklerimi okşadı. "Ben seni nasıl istiyorsam, sen de beni istiyorsun Lavinya. Ne kadar inkar edersen et, gözlerin açık bir kitap gibi."

"Ben, belki de... Bilmiyorum tamam mı!" Diye çıkıştım. Kafam karmakarışıktı.

Ellerini yüzümden indirdim. "Ben sadece yalnızım, bildiğim bir şey varsa o da yalnızlığım. Beni senden veya bir başkasından kollayacak kimse görüyor musun? Yapayalnızım."

Güldüm usulca, komik bir olaymış gibi. "Muhtemelen de öyle öleceğim, biliyor musun öyle büyük bir boşluktayım ki neyin davası uğruna çırpındığımı kendime hatırlatmak işe yaramıyor. Artık sadece bir şeyler olsun istiyorum." Yine güldüm ama dudaklarımı bastırmasam ağlardım. "Vazgeçmeyen bir sen varsın yanımda. Ne uğruna olursa olsun..."

Sert bir nefes verdi ve alnını döver gibi sildi. Ne diyeceğini bilemez bir ifade gözlemlesem de seyiren ağzında, duygu geçişleri çok pervasızdı. Sanki yetişmemeli ve onları görmemeliydim. Bir tanesinin eteğine yapışsam çorap söküğü gibi gelecek, tüm gerçekliğinin taşlarını dökecektim ama önüme çektiği set çok... Hırpaniydi. Görünmez bir cama tosluyordum. Soyuttu ama elimi uzatsam oradaydı işte.

Boğazını temizledi sertçe. Başını çevirip düşünür halde etrafı süzdü ve en son bende kaldı. İfadesizlikle soğuyan gözleri beni her şeyden çok korkutmuştu. Bir işler karıştıracağımdan mı şüpheleniyor diye bir an aklım takılsa da beni yanıltmadı. Dediklerimi teyit edercesine yüzüme vurduğu fısıltısı doğruluyordu. "Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?"

Devam etmeden önce yutkundu. "Sana dokunacağım." Olduğu yerde ileri geri oynadı, zaten olacak şeyleri yüzüme vurup nabzımı yokluyor olmasını anlıyordum. Her an vazgeçme potansiyeli taşıdığımı biliyordum. Ne kadar ahkam keserse kessin iş bende bitiyordu. Ben istediğim için olacaksa bazı şeyler yine benim iznim olmadan hiçbir yol katedemezdi. Başımla varla yok arası onaylarken dilimi ısırdım.

Tane tane konuşarak üstüme geldi. "Sana sahip olacağım Lavinya... Her şeyinle... Ne eksik ne fazla. Anlıyor musun?"

"Peki, seninle evleneceğim -ki bunun için basını ayağa kaldırmış olmanın kararımla hiç ilgisi yok. Ama sonra Cesur?" Diye mırıldandım. O emin olmak istiyorsa ben neden olmayacaktım ki? Bakışlarım büyüyüp renk atan göz bebeklerindeydi. "Sonra beni bırakacak mısın?" Tonlamam ona defolup gitmesini söylemek yerine terketmemesi için yalvarır gibi çıkmasaydı eğer hâlâ kurtulmak istediğimi zannedebilirdi.

Ancak o gözlerde anlam yüklemeye vakit bulamadığım hızda bir şeyler titredi ve çenesini kararlılıkla gererken beni sağlam ayaklarımın üstünde titretecek bir dehşete uğrattı. "Hayır." Dedi kaskatı kesilmiş suratla. Bana tepeden baktı, bunun için ona kızmayı dahi düşünemedim.

"Seni bırakmıyorum..."

Film koptu, sahne kötüler için hüsranla kapandı ve ilk kez bir başarının kokusunu asi saç tutamlarından soludum.

Kara bir düğümle gözlerime düğümlenen  göz bebeklerinde öyle bir açlık vardı ki bunu farkettiğimde kendi açlığımı gördüm ve zamanı gelmiş gibi inkar kabul etmez duruşundan ödün vermeden, mekanik bir hareketle ayaklarımı yerden kesti. Baldırlarımı kavrayıp ikiye ayırdığı bacaklarım kalçasının üstüne otomatikman dolandığında bir dansın can alıcı noktasına giriş yaparcasına uyum içindeydik.

Beni bırakmayacağını söylemişti.

Tanrım, tüm vücudum sanki şenlik ateşine tutulmuştu. Sırıtmak istedim ama nefes almak işten bile değildi. Geç idrak ediyordum sanırım. Lakin beni kucaklayıp kaldırırken korkmamıştım bile.

Sonunda vardığımız nokta ise onun kucağıydı. Onun kolları ve onun aklımı başımdan uçuran ıslak dudakları...

Fikrimi değiştirmemden korkarcasına öpen hoyrat dudakları...

Kalbim güm güm atarken, aralık ağzımdan yılan kadar kıvrak dili sızıp dilime dolanırken iki kürek kemiğin arasına bastırdığı avucuyla sırtımı, kalçamı saran eliyle de bacaklarımı sağlama aldığında yürüdüğünü farketmiştim.

Her seferinde yaşadığım o panik duygusunun benliğimi ele geçirmesini beklerken bütün hücrelerimi ayağa kaldıran Cesur'un beslediği açlığın benimkini tetiklemesiydi.

Ellerim göğsünde kaymış omuzlarından boynuna sarılmıştım. Etrafımızdaki hava elektrik akımıyla çatırdıyordu sanki. Dişlerimiz çarpışıyor zevkin savaşını güdüyorduk. Ne diye karşılık veriyordum orası muamma ama şuan istediğim yalnızca onu hissetmekti.

Bir odaya girdi, ayağıyla kapıyı çarptı ve derin bir iniltiyle sırtımı temizlik dolabına çarptı. Malzemeler devrildi ve yankı yapıcı gürültüyü ikimizde duymadık. Cesur, bana asla nefes aralığı tanımadan başını yana kırıp delice bir istekle dilimi ağzının içine çekip ısırıp emerken kısık sesli inlememi tutamadım. Beni kendiyle birlikte dolaba bastırırken boğazından yükselen erkeksi ve boğuk hırıltı kasıklarıma alev enjekte etmiş, tutuşmuşcasına kıvranmıştım.

Sadece kasıklarım değil, temizlik odası da benimle alev almıştı.

Sanki yakın değilmişiz gibi dudakları minik bir aralıkla koptuğunda geri kavuşmadan evvel, burun delikleri genişledi ve hızlı bir sert nefesle dudaklarımı yakaladı. Yüzündeki mest olmuş o ifade sanırım bir asır gözlerimin önünden gitmeyecek şekilde hafızama kazınmıştı.

Uzun parmaklarım, ensesindeki kısa tellerden yukarı çıkıp saçlarının ipeksiliğine karıştığında sertçe yüzüme bastırmamla, Cesurun kısa tırnakları kalçamı oyun hamuru gibi doyumsuz bir hazla sıktı. İrkilip başımı geriye attım. Dudaklarımız koptu ama durmadı ve dişlerinin arasından adımla birlikte iniltisi çaldı kulağıma.

"Lavin..."

İsmimi duymamla tıpkı bir refleks gibi inleyip kalçamı oynattım. Bilinçli olarak yaptığım hiç bir kasti hareket yoktu. Çenemin altından yol çizerek öpmeyi sürdürdü. Her öptüğü yerde bir yaranın kabuklaşmasını saglayacak minik şevkli ısırıkların sızısı kalıyordu.

Bedenlerimiz sayısız kez provasını yapmışız gibi birlikte hareket ediyor, önceden ne istediğini tahmin edip yolunu açıyordum. Beli öne doğru kıvrıldığında eteğimin altına giren eli iç çamaşırımın üstünden kalçamı sertçe okşamış ve tutup kasıklarındaki büyüyen arzuya bastırmıştı beni.

Ardından sırtımdaki eli saçlarıma çıktı. Onları avuçlayarak vahşice başımı arkaya yatırdığında, dudaklarına daha fazla alan açılmıştı ve keşif için ilk önce gerilen gerdanıma bastırdı. Sertçe yutkundum ve tatlarımızın harmanlandığı dudaklarımı yaladım.

Gırtlağımda dudaklarının nabzını tuttum.

Eğilip boynumun omzumla buluştuğu noktayı dişlerini batırarak iştahla emdi. Dilinin ucunu hafif hafif gezdirerek aldığı tadın keyfini çıkardı.

Son zamanlarda yemekle pek aram olmadığı için zayıflıktan ortaya çıkan kemiklerimi öptü ve V yaka bordo kazağımın dekoltesine indi. Belli belirsiz taşan göğüslerime sürtündü.

Titreyerek saçlarına asıldığımda, "Verdiğim en güzel uğraş sensin." Dedi tenime hırıldayarak. Kalbimin şaha kalkmasına yetmişti. Gülümsedim ama dudaklarım kıpırdamadı. Hayatımda ilk kez onunla tattığım belki de bin birinci coşkusuydu organlarımın görevlerini unutmaları...

Derin bir nefes aldığında sanki burnunu kazağıma sokup göğüslerimi ortaya çıkarmamak için kendini tutuyordu.

Boğuk bir nefes verdim. Gözlerimin önünde dağılmış saçları, göğüs oluğumda capcanlı nefesi, kalçamı saran sımsıkı parmakları benim yıkımımdı. Çıldırtıcı bir ahestelikle dudaklarının ıslaklığını o vadide gezdirdi.

Vücudumla usta bir müzisyenin hassas müzik aletini çaldığı gibi oynuyor ve gerilimi yükseltiyordu. Nefesi dokunuşundan daha hissedilir olduğu için kendime bastırmadan ne kadar sabredebilirim hiç fikrim yoktu açıkcası.

Yüzümü usulca eğip saçlarına gömdüğümde başı göğüslerime yaslanmıştı. Damarlarımı karıncalandıran ve baş döndürücü kokusunu aç gözlülük ederek tek bir soluğa sığdırarak almaya çalıştığımda nefesim sıkıştı. Sağ göğsümün taşan kısmında dilini hissettiğimde kalçamdaki parmakları varlığını okşayarak yeniden hatırlatmıştı. Unutmuş da sayılmazdım hani.

Bir işaret bırakmak istercesine ağzını bastırarak o kısmı yaladığında tüm gücüm çekildi, dünyam döndü ve dişlerimi sıkarak boğuk boğuk inledim. Dolgunluğu dişlerine alarak hafifçe ısırdığında hassas tenimde ona ait bir iz oluştuğuna emindim. O görüntünün yalnızca hayali bile kasıklarıma müthiş bir sancıyla dönmüştü.

Peki ya o nasıl bu kadar yere sağlam basabiliyordu? Benim gibi dengesini kaybetmiyor ve nefessiz kalmıyor muydu?

Ya da düşünce şeklim yanlıştı. Şu anda ayaklı bir tecrübenin beni öptüğünü unutuvermiştim. Ama kırıldığım noktayı tamir edercesine soluklanarak, içine çeker gibi öpüşleri aklımı gezintiye çıkarıyor, kanıyordum.

Kendimi beş yaşında sokağa salınmış ve bir çocuk tacircisinin yem niyetine uzattığı şekeri yerken bulmuş gibi hissetmiştim... Beş dakika sonrasını düşünmeden yaşıyor ve belkide mahvolacağımı hesaba katmıyordum.

Yanlışın en büyüğünü yaptığımın ne denli farkındaysam üstüne gitmekte de o kadar istikrarlıydım. Sanki bok vardı!

Hükmedercesine sarmalayan kollarında geriye bükülmüş vaziyette saçlarım kaslarına yayılmışken göğüslerim önünde meze niyetine iştahına sunulan birer kurbandı.

"Sana boyun eğdirdiğim zaman, hep nasıl görüneceğini tahmin edip dururdum." dedi soluk soluğa. "Ama bu... Sen benim hayallerimin çok üstündesin Lavinya." Ağır ağır yutkundu ve hesaplayamadığım bir anda kazağımın kumaşından sertleşip belirginleşen göğüs ucumu buldu.

Dişlerini geçirdiğinde hırıltılı bir çığlıkla geriye esnedim ve güçlükle dolaba yaslandım. Diliyle sert bir fiske attı, daha şiddetli bir çığlık boğazımı yırttı. Cesur kasıklarını bastırıp hafifçe oynattığında hazdan ağlayabilecek noktaya varmıştım.

Göğüs ucumun çevresinde dilini bastıra bastıra döndürdüğünde dayanamayarak, "Cesur!" Diye tısladım.

İşkencesi oldukça ilkeldi.

"Sikeyim." Durdu ve şiddetli nefeslerini sokulduğu boynumda düzenlemeye çalıştı. "Adımı senden bu şekilde duymak... Amına koyayım! Tav oldum."

Başımı geriye atarak terden ıslanan ensesine ellerimi bağladım. Kalkıp inen omuzları geniş ve sıcaktı. Zonklayan bölgelerimin hatırına savurduğum küfürler zihnimin girdabında boğulurken yalnızca, "İflah olmaz bir pisliksin." Diyebilmiştim. Ve bunu kızdığımdan değil de, sınırlarımı aşındırdığı için çıldırdığımdan söylüyor olmak garip hissettirmişti. "Bunu hakettim." Dedi.

Nefeslendim. Normal bir çiftin hakim olamadığı arzularını paylaşıyor gibi güzel bir tablo sergiliyorduk ama hepsi buydu. Olay, bedenimde bitiyordu.

İstiyordu ve aldığı günün ertesine kadar ona güvenemezdim. Beynimin bir tarafını kemiren o soru beni şimdiden yiyip bitiriyordu. Ya giderse? Hayır bu kolay olan soruydu.

Asıl soru; giderse, devam edebilir miyim? Olacaktı.

"Şimdi ne olacak?" Diye fısıldadım dudaklarımı yalayarak. Nefeslerimiz epey düzene oturmuş, terimiz soğumuştu. Fakat Cesur memnuniyetle yerini koruyordu. Boynumu, ağzından hararetle taşan buharın buğusuyla nem tabakası oluşacak kadar uzun işgal etmişti.

Dudaklarının aralanılışını tenimde kayışından anladım. "Bana gidiyoruz..." dedi hâlâ toparlayamadığı ses tonuyla. "Vakti geldi." Boğuk sesinden melodi gibi kayan sözcüklerle yutkunurken gözlerimi yumup dudaklarımı ısırdım. İki dudağının arasında saklı bir sürü vaat ve ima sayabilirdim.

Zayıf düşen bacaklarımı belinden ayırıp beni nazikçe ayaklarımın üstüne indirdiğinde göz göze geldik. Saçları iki kat karışmış, tişörtü kırışmıştı. Şakaklarına terden bir iki tutam yapışmış olsa da onları parmaklarını sokarak geri yatırdı. Gözlerimiz bir an bile kaçmadı. Dimdik ve tüm kabullenişlerle birbirimizi deliyorduk.

Tişörtünün çekelediğim ve avucumda top ettiğim yakasını düzeltirken, yanaklarım ısı yükseltiyordu. Boğazımı temizleyip kalçasına doladığım için aşağı inen çorap çizmemin tekini geri çekmek için eğildim.

"Bekle." Cesur kolumu yakalayıp beni dolaba hafifce yaslarken 'ne' dercesine gözlerine baktım. "Ben yapmak istiyorum." Eğildi. Tek dizini kırdı ve önümde çöktü. Gözleri bedenimde kayarak tüylerimi, bile isteye diken diken ediyordu ki sonunda ellerini uzatıp opak çoraba parmaklarını geçirdi.

Buna bile inleyecek hale gelmiştim.

Tutunacak yer arasam iyi olacaktı.

Ardından yaşadığım bir dakika elektrikli sandalyeye oturtulmak gibiydi.

Cesur çorabı çekme işini kaplumbağadan daha yavaş gerçekleştirirken önden de bacağımın iç kısımlarına ıslak öpücükler konduruyor ve işaretlemeye kaldığı yerden devam ediyordu.

Dizlerim titrediğinde onu tutmak istememe itiraz edercesine karnıma avucunu bastırıp dolaba yasladı beni.

Elinin sıcaklığıyla uyuştum.

Yanı sıra ellerimi de dolaba yaslayıp destek alırken beni ne denli zor duruma soktuğunu göre göre zevkle öpüyordu. "Yeter." Dedim titreyen ve cılız çıkan bir sesle. "Lütfen daha fazla devam etme." Diz kapağımda uzun bir solukla bastırdığı dudaklarını gözlerini kapayarak beklettiğinde yukarıdan aşağıya baktım.

Kraliçesine saygı gösteren bir şövalye gibi sadık bir adama dönüşmüştü.

Gözlerimin önü buğu olduğundan görüntü bulanıktı. Sertçe yutkunup kirpiklerimi kırpıştırdım. Cesur diz kapağımı örten çorap çizmeyi çekip dudaklarını bacağımdan aldığında rahat bir nefesi anca alabilmiştim.

"Gidelim buradan." Mekanik bir hızla doğrulup elimi kocaman elinin içine hapsetti. Bir an babasının elini tutan küçük kız çocuğunun güvenini hissetmek ağır bir düğüm olup boğazıma oturmuştu. Allak bullak olmuş bir ifadeyle birleşim noktamıza bakarken çarpık bir gülüş dudaklarına taht kurdu Cesurun.

Kaşlarım çatıldı. "Ne gülüyorsun?"

Tek eliyle sakalını kaşıdı ve gözlerini şeytanilikle kıstı. "Düşündüm de bu yakınlık yetmedi." Tuttuğu elimden kendine doğru çektiği gibi beni kucağına kaldırdığında şaşkınca omuzlarına sarıldım. "Böyle daha iyi. Mesafeler sinir bozucu olmaya başlamıştı." Cümlesini, sırıtışını büyüterek bitirdi.

Keyfine diyecek yoktu.

Boynumdan yanaklarıma tırmanan arsız pembeliği saklamak için başımı kaçırıp eğdim. Uzanıp fındık boyutundaki burnumun ucuna öpücük kondurdu. "Utandın mı sen?"

İçten içe bu hallerini aşırı sevilesi bulup kendime yediremiyor olsam da gerçek göz önündeydi. Gözlerimi kaçırarak mırıldandım. "Yürüyebilirdim."

Odadan dışarı çıkarken homurdanıyordu. "Yürümeni isteseydim yürürdün."

Dağ adamı!

Kucağında sanki elli kiloluk bir kız değil, minik bir serçe taşırcasına rahat adımlar atıp dış kapının önüne beni getirdiğinde korkuyla yere inmek için çırpındım. Kapıda ikimizi kocaman gözlerle bakakalan ikizler ve kaşları havada Sergen hatta arkalarında Kıvılcımın ağlamaklı suratı karşılamıştı.

İçimde yüzsüzce büyümeye çalışan o minik umut tohumunun başını ezdim böylelikle. Cesurun keyifli suratı yüksekten düşen cam bir vazo gibi dağıldı ama beni indirmek yerine sahiplenildiğimi hissettirircesine sıkıca kavradı.

Göz göze baktık.

Bana öyle güzel baktı ki o an... kendisi bir duvardı ve benim ona yaslanmam gerekiyordu. Çekilmeyeceğinin sözünü o gözlerde görmüştüm.

"Bu hal de ne böyle?" Gözlerim ışık hızıyla Tuğçeye döndü. Toz pembe hayaller silindi ve geriye yüzleşmenin acı vereceği asıl kısım kaldı.

Tuğçe elleri cebinde Sergene bir şey demesi için bakış atsa da sonra yeniden bize baktı. Her şeyin farkında olduğu o kadar belliydi ki soru, boşluğu doldurmak için çıkmış gibiydi dudaklarından. "Bir açıklamanız vardır umarım?"

Sertçe yutkundum ve usulca Cesura kaydırdım bakışlarımı. "İndir beni, lütfen."

Cesur karşıya attığı umarsız ve keskin bakışlarını gözlerime çevirirken tavizsizdi. "İster kucağımda, ister başımın üstünde taşırım seni. Kimse karışamaz."

Kalbimin attığını hissettim. Ama şimdi sırası değildi. "Cesur." diye sinirle inledim çırpınırken. O, anlamayabilirdi fakat bu çok utanç vericiydi.

"Hayır!" Diye kestirip attı. İleriye büyük bir adım attığında önümüzü kesen eski karısıydı. Yıkılmış ama bir o kadar paramparça etmeye hazır görünüyordu. O güzel kadından eser yoktu. İlk tanışmamızdaki tatlı kadının esamesi okunmuyordu.

"Demek bu küçük şırfıntı için boşadın beni! Onun için eve gelmiyordun demek." Parmağıyla beni işaret edip cırladı. "O daha kaç yaşında Cesur? Dur bir dakika!" Bana iğrenir gibi baktı. "Bakire diye değil mi? Bunun için mi onu prenses gibi taşıyorsun ha! Ben senin karındım be, o kadar zaman bir kez olsun bana dokunmadın..." Elleri titredi ve yaşlar boşandı kan çanağı gözlerinden. Yüreğim burkuldu ve Cesurun durumu düzeltmesini umut ettim. Hakaretlerine yoksayabilirdim çünkü yandığı yerden yakmak istemesi hakkıydı.

"Bana böyle güzel hissettirmedin..." Dedi tükenen gücüyle vaziyetimizi süzüp süzüp dururken. Çektiği acının ızdırabı gözlerinden okunuyordu. Aralarında ne geçmiş olursa olsun bu şekilde köşeye itilmeyi hakettiğine inanamazdım.

Bir kadın asla incitilmemeliydi!

Cesur burnundan sert bir nefes verdiğinde saçlarım yüzüme uçuştu. Beni bırakmamakta kararlıydı, aynı şekilde acımasızlıkta da. Sadece işleri zorlaştırıyordu. "Yine kelimelerini seçmeden konuşuyorsun Kıvılcım, sana yaptığım uyarıları ne çabuk unutuyorsun öyle."

"O haklı. Senin bu doyumsuzluğun yüzünden evliliğiniz bitti. Annen, sana ulaşamadığı için çıldırdı kadın. Ama sen küçük bir kızı sırf takıntın-" Gökçenin öfkeli çıkışını Cesur alt etti.

"Siktirtmeyin bana saçma sapan hesap sormalarınızı şimdi! Sanki hepiniz sütten çıkma ak kaşıkmışsınız gibi. Herkes doğru bir ben mi yanlışım!"

Kulağımın dibinde patlayan sesine yerimde hopladığımda, tutuşunu düzeltmeyi unutmamıştı. Titreyen göz bebeklerim oraya döndü yavaşça.

Sergen kollarını kavuşturup omzunu kirişe dayamıştı. Arada Açelyayı ağır göz hapsine alıyor sonra bize dönüyordu. Tuğçe ve Gökçe ne demek istediğini anlayamamışlardı benim aksime. Gözlerimi açarak Cesura baktım.

Soran ilk kez konuşan Sergendi. "Ne demek şimdi bu?"

"Açıklayayım kardeşim... Tuğçe, sevgiline sor bakalım." dedi yıkmaya hevesli bir tonda. "Sana seranatlar yazıp kandırırken aslında kim için yanıp tutuşuyormuş?" Sergen'in keyfi bozuldu ve suratı renk atarken Açelya titreyerek kollarına sarıldı. "Cesur yapma." Dedim fısıltıyla.

Dinlemedi.

"Ya sen Gökçe, sevgilin bir haftadır seni hastayım diye atlatmıyor mu?"

Gökçe afalladı. "Ç-çünkü hasta?"

Bunun üzerine Cesur, tam bir pislik gibi güldü. "Evet evet, hem de kucağımda tuttuğum bu kıza hasta!" Gülüşü buz kesilirken bakakaldım. "Emre, daha ilk andan beri Lavin için benimle çatışıyor. Ve dersini aldığı için yüzü evden çıkabilecek halde değil."

Herkesi darmadığın etti ve sustu.

Sanırım hayatımda iliğimi titreten ikinci en korktuğum an bu andı. İlki ailemin ölmüş olmasıyken şimdi ise her şeyin gün yüzüne acımasızca vurulmasıydı.

Tuğçe bir an bile Sergen'e bakmadan Cesura, "Kim o?" Diye sordu zorlukla. "Ya bu saçmalığı kes ya da söyle bana kim olduğunu? "Cesur gözünü bile kırpmadan arkasını gösterdiğinde Tuğçe hışımla Açelyaya döndü.

Bedenine doladığı kollarının arasında korunabilirmiş gibi gerilediğinde Tuğçe şokla elini dudaklarına örttü ve sert bir nefes alarak üstüne yürüdü.

"Sizi aramıza aldığımız güne lanet olsun! Seni küçük orospu!" Kız tüm hiddetiyle Açelyaya saldırmak için hazırlanırken tırnaklarımı Cesurun omzuna batırdım ve küçük bir hırlamayı salarken kolları çözüldü.

Ben Tuğçeye yetişemedim.

Her şey o kısacık bir kaç dakika içinde olup bitmişti.

Cesur bana yetişti ve kalçamın altından tuttuğu gibi omzuna attı.

Sergen Tuğçenin elini havada tutup bedeniyle geriye savurdu ve hayretlere düşeceğim biçimde Açelyayı sırtına gizledi. Bense şokla, "Cesur!" diye debelendim. "Açelya, o-"

Cesur aldırmadan yürüdü. "Onu merak etme, artık bir kahramanı var."

"Ama-"

"Amana koyarım Lavinya!"

Şaşkınca kalçasına ve sarkan saçlarımı kaldırıp geriye baktım. Gördüğüm ise Tuğçenin tokadının ve yumruklarının Sergende patlaması, Açelyanın ise onu durdurma çabasıydı.

Ne yapacağını bilemez halde kalan Gökçe sonunda uzaklaştığımızı farkettiğinde öfkeyle bize bağırdı. "Durun! Durun dedim size! Herkesi birbirine düşürüp öylece gidemezsiniz!"

"Bak izle."

Cesur kâle almadı. Gökçe hazmedemeyerek çılgına dönmüş gibi avaz avaz bağırıyordu. "Cesur! Cesur dedim." Haklıydı, Emrenin bana karşı beslediği duyguları benim ruhum duymamışken onun kaldıramamasını anlıyordum. Bu gerçekten de dehşete düşüren bir iddia olmakla beraber tüm o kibarlığını ve iyi niyetini sorgulamaya ititordu insanı.

Cesur telaşsız adımlarını yavaşça durdurdu ve yan biçimde döndü. "İnan acelemiz olmasa şu durumunuzu izlemek için kalırdım. Ama gitmemiz gerek." Çıkan kaosa karşın duyduğu memnuniyeti hayret edilesi derecede sözcüklerine hakimdi. Arkasını döndü ve dudaklarına bir ıslık tutturmadan önce, "Evleniyoruz da..." Dedi.

Yemin ediyorum sesindeki gülümsemeyi görmeden bildim ve gözlerimi kapatıp başımı yere salarken alnımı beline yasladım. Yerin dibine girmek istiyordum. Ki benim sorunumu yerin dibi bile kabul etmez toprak derdimi kabullenemezdi. Yüzüne vururdum. Neyse ki saçlarım yüzümü kapamıştı. Kollarımı da boşluğa saldım.

Ve böylece gün batımına doğru yürüdük...



Continue Reading

You'll Also Like

137K 12.3K 63
"Bu böyle devam edemez. Seni o insanlardan kurtarmam gerek." Bir eliyle göz yaşlarını silerken şaşkın bakışları beni buldu. "Nasıl yapacaksın?" Der...
10.1K 2.1K 15
"Ve tanrı bahşetmiş seni bu karanlık yollarıma parıltı, tüm acılarıma nepenthe olarak." O kimdi? O karanlıktı. HER ŞEYI KARANLIKTI. karanlığında ki...
4.6K 907 30
Dudakalarım her saniyede onunkilerde daha çok iz bırakırken kendimi o tehlikeli bir zehri olan kıskaçlarında kaybetmemek için zor tuttum. Sakinleşmes...
3.7M 107K 48
"Erkek seviştikçe sever, kadın sevdikçe sevişir." +18 içeren sahneler vardır. ♤♧♤ Soğuk dudakları boynumda kavurucu izler bırakarak dudaklarıma uzand...