Güçlü Çocuklar Ağlamaz √chanb...

By luesta

30.8K 2.9K 4.6K

"Sen güçlüsün diyip sırtıma kocaman dağ devirdiler." •Sezon1• "Hani derler ya; Güçlü insan ağlar mı? Defalarc... More

takımı oluşturalım
geceler mezar olur dalarsın uykuya
müptela oldum aşka seninle
delirtiyor beni itin teki
delice koştuk umutlara velakin boştu umutlar
yolda nefes alan zombielere selam veriyorum
sen paketimdeki dilek sigarama öznesin
senin gamzelerin için kaç şair sarhoş oldu, söyle
bu kalbe ne yaparsan yap yerin ebedi
yüreğinden yaralı bizim hikaye(m)iz
içtiğim tüm yalanlar var, tokuşturup dururum bura kader meyhanesi
ama her dokunuş Ooh La La La
dediler bu çocuk neymiş, dedim felaket felaket
gidenler değil moruk, elde sigara döndü
fakülte çıkışı yaktığı(m) sigaraydın
bir masalda saklanan günahsız melekler
herkes güneşli günler görürken ben hep ıslandım
çeşit çeşit insan var bu kadar çeşide gerek yoktu
yalancı gülüşlerde senin yüzünü gördü(m)
bir çizik attın gönlüme, kanattın
ve hâlâ daha gelmiyorsan başkası var bence
ellerin yoksa nasıl bulayım yolumu
ama n'apıcaksın dönse devran?
öyle unutulmaz böyle unutulur
kurulan hayaller Mars'a gidiyor, tam üzülecekken bi gülme geliyor

dokuz yıl öncesine mektup

1.1K 144 113
By luesta

şanışer-dokuz yıl öncesine mektup

Hepimiz isteriz, yanındayken her şeyin huzur kokmasını sağlayacak kadar temiz bir kalpte sevilmeyi.
Hepimiz isteriz, birinin gelmesini ve hayatımız boyunca, başka hiç kimselere ihtiyaç duymayacağımız kadar güvenilir olmasını. Hatta bunun için, yani doğruyu bulmak için, hayatımıza onlarca insanlar girip durur.
Çünkü bilemeyiz,
kimin gelip acıtarak gideceğini bilemeyiz,
hangi yüzün masum, hangi yüzün güvensiz olduğunu...
Küçük dünyamıza bizi sevecekmiş gibi gülümseyerek gelenlerle, aşkı yaşamayı deneriz, ama her seferinde biraz daha
aşktan soğuruz...
Bu insanlar ne tuhaf. Sevemeyeceksen, bende aradığın aşkı bulmuş gibi yüzüme bakma!
Sonrası çok boktan oluyor,
her gece kalbim ağrıyarak uyuyorum mesela.

Her güzel şeyin bir sonu varmış derler,
ama sen bitme.









"Kalk üstümden!" Chanyeol üzerinde ki bedeni hızlı bir şekilde ittirdi. Sırtı, sert olan zemine çarptığı için zonklamaya başlamıştı. Acıyla tıslayarak başucunda ki dolaplara tutunarak ayağa kalkabildi. Baekhyun ise ittirdiği andan itibaren doğrulmuştu. Chanyeol kadar canı acımamıştı. Canının acımamasını Chanyeol'e borçlu olduğunu biliyordu, hatalı olduğunu da biliyordu. Sonuçta, gelen kişiyi Sehun zannedip üstüne atlamıştı. Cidden, her seferinde Chanyeol olmak zorunda mıydı?

"Özür dilerim. Sehun zannetmiştim." dudaklarını birbirine bastırarak, bakışlarını Chanyeol'de kaçırıp yere baktı.

"Her gelene böyle mi yapıyorsun cidden? Henüz büyümedin mi sen?" Chanyeol dişlerinin arasından konuşarak cevap verdi. Sırtını ovalamaya çalışıyordu, elleri yetişmese bile.

"Büyümek mi? Bunun büyümek ile ne alakası var!"

"Bağırma." Kaşlarını çatarak kısa bedene otoriter sesiyle cevap verdi.

Chanyeol, dolaptan aldığı desteği bırakıp topallayarak karşısında ki sandalyeye oturdu. Sırtının ağrısı daha fazla şiddetlenmişti ve gittikçe sinirleniyordu. Baekhyun dikildiği yerden ayrılarak karşı tarafta ki kapıya doğru yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra elinde ki ilk yardım çantası ile Chanyeol'ün yanına geri döndü.

"İzin verirsen telafi etmek istiyorum." Baekhyun bakışlarını Chanyeol'den uzak tutmaya çalışarak söyledi.

Chanyeol ise bir çantaya bir de Baekhyun'a bakıyordu. Tekrardan bakışları kısa olanı buldu ve hiçbir şey söylemeden üstünde ki tişörtü çıkarıp gelişi güzel bir yere fırlattı.

"Ihm..." acıyla yeniden tısladı Chanyeol.

Baekhyun karşılaştığı yarı çıplak beden ile yeniden afalladı. Gözlerini güçlü olduğu belli olan sırttan bir türlü alamadı. Chanyeol'ün sesiyle kendisine geldi. "Neyi bekliyorsun? Rahatlat beni."

Baekhyun, kendisini toparlayarak Chanyeol'ün arkasına geçti. Pürüzsüz bir sırtı vardı ve kasları yerinden çıkacakmışçasına kasılıp duruyordu. Sırtının sol tarafında ise büyük bir kızarıklık vardı ve morarmaya başlıyordu. Baekhyun çantadan bir kaç krem çıkardı ve parmağına kremi sıktı. Derin bir nefes alarak işine odaklanmaya başladı.

Baekhyun'un ince parmağı Chanyeol'ün sırtına temas ettiğinde, uzun olan titredi. Kremin soğuk oluşundan mıydı, yoksa tenine temas eden parmak mı? Çok beklemeden sırtında ki acısı daha fazla şiddetlendi. Çünkü Baekhyun'un parmakları ezilmiş etin üstünde geziniyordu. Ağzından inilti kaçırmamak için dudaklarını birbirine bastırdı Chanyeol.

"İşte, bitti." Baekhyun parmaklarını çekerek, yanında ki ıslak mendille ellerini sildi ve kremleri tekrardan çantaya yerleştirdi. Kalbi düzensizleşmişti çünkü Chanyeol'ün kaslarında oyalanmıştı. Parmakları, sırtında gezinmişti. Dokunmuştu Chanyeol'e. Etkilenmişti ama henüz kabullenecek yüzü de yoktu. Oturduğu yerden kalkarak çantayı eline aldı. Kapıdan çıkacakken, kendisini sıkıca tutan beden yüzünden geriye doğru sendeledi.

"Ne yapıyorsun? Bırak." sesi titredi.

Chanyeol, kısa olanın kolunu bırakmadan arasında ki küçük mesafeyi kapattı. Şimdi, ilk günki gibi nefesleri birbirine karışmıştı. Yukarıdan Baekhyun'u süzdü. "Bazen, bilerek yaptığını düşünüyorum."

"N-neyi?"

"İşte, bunu." Chanyeol nefesini Baekhyun'un dudaklarına verdi. Öpmedi, sadece sıcaklığını hissettirdi. Baekhyun'un tepkisini merak etti. Öperse, karşılık vercekti.

"Chanyeol. Yaklaşma daha fazla, ç-çok az kaldı, şeye." Baekhyun küçük mırıltılarla konuştu.

"Neye çok az kaldı? Dudaklarımızın temasına mı?"

Baekhyun aniden kafasını kaldırıp uzun olana baktı. Göz bebekleri titriyordu. Şaşırmıştı. Çünkü ikisi de erkekti ve öpüşmek çok tuhaf kaçardı? Gözleri birbirleriyle dans ederken, Baekhyun sert bir şekilde kolunu, Chanyeol'ün elinden kurtardı ve dansı yarıda bırakıp arkasına bakmadan çıkıp gitti.
Sol eliyle kalbini yoklayarak sessizce mırıldandı.

"Olmayan bir adam için, neyin heyecanı bu kalbim."










Bugün kırmızının elli tonuna değil de, sonsuz tonuna bürünmüştüm resmen. Kızarmamın tek sebebi Park Chanyeol'dü. Nereye varmak istiyor, amacı ne bilmiyorum. Ama ben iyi değilim. Kalbimi bir erkek için yoklamam, ne kadar tuhaf kaçsa da, bu gerçekle her seferinde yüzleşiyorum.

"Baekhyun? Burada neden dikiliyorsun, içeri girsene." Müdürümüzün sesini duyar duymaz, düşüncelerimden sıyrılıp selam verdim. "Zaten yeni geldim, efendim."

"Öyleyse içeri geç," kapısını açıp içeri girmem için eliyle işaret verip devam etti, "Baban çok kibar birisi, minnettar olduk." gülümseyerek oturmamı söyledi. Tabi, okuldan para gitmiyor ya, o yüzden kibar birisi, demek istesem de söyleyemedim, iyi aile çocuğu olduğum için.
Yapmacık iltifatına, yapmacık gülümseme sundum.

"Aklında herhangi bir model var mı?" gözlüklerini kabından çıkarıp, bilgisayarını açtı.

"Aslında bir kaç model beğendim."

Gözlerini bilgisayardan çekip bana baktı, "Arkadaşların beğendi mi? Sonuçta formayı hep beraber giyeceksiniz." dedi.

Arkadaşlarıma sormamıştım ve kendi zevkime göre forma tasarlattıracaktım. Renk konusunda bile fikirlerini almamıştım. Başımı dikleştirerek, "Hepsi benimle aynı fikirde, efendim." İçimden, söylediğim yalana uzun bir ıslık çaldım.
Müdür anlayarak kafasını salladı ve resimleri göstermemi istedi. Bir tane seçmemi istediğinde, karar vermem beş dakikadan uzun sürdü.

"Öyleyse tasarımcıya bunu yolluyorum." Müdür, yüzünü ekşiterek söylese de umursamadım. Sadece kafamı sallayarak onayladım. "Kırmızıya karar vermiştiniz değil mi?" binlerce kez aynı soruları soruyordu, kırmızı istediğimizi, yani istediğimi elli sefer belirtmiştim. Seçtiğim tasarımdan ve renginden vazgeçirttirmeye çalışıyordu, yemedim. Bıkkınlıkla soluyarak evet dedim.

Müdür son olarak benim ve arkadaşlarımın ölçülerini de not ettiğinde, siparişleri onaylatmıştı. Üç tane de fazla istetmişti. Artık kim gelirse takıma şansına küssün. Büyük beden istemiştik, en azından terzi daralttırabilirdi düşüncesiyle. Bir kaç tane de aksesuar istetmiştik. Her ne kadar mızmızca homurdansa da, sonuçta parayı babam verecekti. İşlerimizi hallettiğimizde tekrardan selam vererek odasından çıktım.

Okuldan çıktıktan sonra eve gitmeye karar verdim. Antrenman yorucu geçmişti ve dizlerim resmen kan ağlıyordu. Eve gidip anneme ovalaması için yalvaracaktım.

"Bende para yok, seni lanet olası!"

Ani bir bağırtıyla yerimden sıçradım. Sesi tanıdık değildi ama bu sesi daha önce de duyduğuma adım kadar eminim. Etrafımı yokladığımda her şey normaldi. İnsanlar kaldırımda yürüyor, arabalar tıkış tıkış trafikte ilerlemeye çalışıyor, esnaflar ise kendi işlerinin başındaydı. Yanlış duyduğumu varsayarak yürümeye devam ettim. Ama tekrardan aynı sese ait bir bağırış daha duydum. Sanki sadece ben duyuyormuşum gibi hissettim. Çünkü kimse bu sese kulak vermiyordu. Sol tarafımda kalan dar caddeye kısa bir bakış attım. Ses buradan geliyor olabilir miydi? Normalde yoluma devam ederim ama ses bana tanıdık geldiği için merak etmiştim ve şimdi bu dar sokakta yürüyordum.

İğrenç bir sokaktı. Her yerde çöp vardı ve bundan nasibini renkleri solmuş kediler alıyordu. Çöpler her yerdeydi ve sokağın bu tarafı sadece çöp kokuyordu. Evren, sanki buraya oksijenini vermemiş gibiydi. Sokağın duvarları sprey boyayla boyanmıştı. Tuhaf şekiller ve kamyon arkası yazılar yazıyordu. Duyduğum ses kesilmişti, buraya neden geldiğimi sorgulayıp yüzümü buruşturdum. Feci halde kötü bir kokusu vardı. Kore, bu dar sokağı dışlamış gibiydi. Arsız olduğum için sokağın daha derinine ilerlerdim. Kaldırımları boylu boyunca küçük çocuklarla sıralanmıştı ve kendi çaplarında oyun oynuyorlardı.

"Burada ne işin var!" Yine aynı sesin sahibi bağırdığında, korkarak arkamı döndüm. Kaşlarım çatıldı, karşımda ki beden Kyungsoo'ya aitti.

"Kyungsoo?"

Parmağında ki sigarayı, dudaklarının arasına götürken farkettim. Sigaranın zehrini ciğerlerinin en ücra köşelerine çekerken gözleri halen daha üzerimdeydi. Suratında düz bir ifade vardı ama kaşları çatıktı. Ciğerlerine hapsettiği dumanı gelişigüzel ortama saldı. "Burada ne işin var dedim?"

Sesim yine benim iznim olmadan titreyerek çıktı, Kyungsoo'ya cevap verdim. "Bir bağırtı duydum ve sesi bana tanıdık gelince, bakmak istedim." gözlerim elindeki sigaraya kaydı. Boğazdan gelen bir öksürük ile bakışlarım tekrardan yüzüne çıktı. Yüzü bembeyazdı, hasta mı olmuştu?

"S-sen iyi misin? Kötü görünüyorsun." Luhan, eğer Kyungsoo hakkında bilgi vermeseydi daha cesaretli olurdum karşısında. Sonuçta onun tehlikeli biri olduğunu biliyordum ve ben korkağın tekiyim.

Sigarasından bir nefes daha çekerek, "Sanane." dedi. Kaşları halen daha çatıktı. Sigarası bitince yere fırlattı ve söndürmedi.
Yaptığı bu hareket, sinirlerimi bozmuştu. Söndürmediği izmarit herhangi bir hayvanın canını yakabilirdi sonuçta. Bir kaç adım yaklaşarak eliyle gitmem için hareket yaptı.
Gitmemi istiyordu ve bende gidecektim. Hiçbir şey demeden sokağın çıkışına yürümeye başladım.

Sokaktan çıkamadım çünkü ardımdan acı bir bağırış sesi geldi, "Kyungsoo hyung!"

Kafamı o tarafa çevirdiğimde Kyungsoo'nun bedenini soğuk betonda uzanmış halde gördüm. Her ne kadar kötü de olsa, birbirimize vurmuş da olsak, o da bir insandı. Her şeyden önce. Çantamı yere koyarak, yanına koştum. Eğilip bedenini sarstım. Yüzü, az öncekine göre daha beyazlamıştı. Dudaklarının soluk kırmızısı, mora çalmaya başlamıştı. Bedeni buz gibiydi ve titriyordu. İki büklüm olup, cenin pozisyonuna geçti.

"Kyungsoo! Tanrım, neler oluyor?" Ellerim titriyordu ve yapabildiğim tek şey, Kyungsoo'yu sarsmaktı.
Kyungsoo'nun başucunda ki küçük çocuğu yeni farketmiştim, "Kyungsoo'ya ne oldu? Sen biliyor musun?"

"Kyungsoo hyung her zaman atak geçiriyor ama uzun zamandır geçirmemişti ve ilk defa ağzından kan geldi. Eskiden sadece burnu kanardı." çocuğun konuşmasıyla, Kyungsoo'nun kafasını kendime çevirdim ve ağzından kan geliyordu.

Parmak uçlarımın uyuştuğunu hissettim. Bacakalarımda ki güç çekilmişti ve ayağa kalkıp çantamda ki telefonumu bile alamıyordum. Dilimin ucu karıncalaşmıştı, konuşamıyordum. Yapabildiğim tek şey Kyungsoo kan kusarken alnını tutmak oldu.
Dakikalarca durmaksızın kan kustu. O kustukça, gözlerinin altı da kararmaya başladı. Soğuk vücudu ısısını değiştirmeden terler akmaya başladı.

Şimdi ise Kyungsoo ile birlikte, çöp kokan sokağın kirli kaldırımında oturuyorduk. Kusması bittikten sonra, gücüm ancak kendisine gelmişti. Telefonumu alıp ambulansı arayacaktım. İstemedi. Diretince de eliyle boğazıma yapışmıştı. Birisine söylememem için de tehdit etmişti.

İkimizde konuşmuyor, başımızı eğmiş öylece oturuyorduk. Kyungsoo'nun kan kusması durmuştu ama halen daha burnu kanıyordu. Kan olan peçetesini elinden alıp, yeni peçete uzattım.

"Sağol." burnunu peçeteyle tuttuğu için sesi boğuk çıkmıştı. Ve yorgundu. Ruhen ve bedenen.

"Hastaneye gidelim, lütfen." sesim kısık ve güçsüz çıkmıştı. Kafasını bana çevirerek sadece gözlerini devirmişti. Gitmek istemiyordu. Gitmeyecekti de.

Bir şeyler yapmalıydım, bir şeyler öğrenmek zorundaydım. Kendime buna inandırarak, derin bir nefes almaya çalıştım. Pek başarılı olamadım çünkü sokakta oksijen yoktu. Sırtımı dikleştirerek Kyungsoo'ya döndüm. Bakışları halen yerdeydi, boş bakıyordu.

Sağ elimle, omzunu sıktım. Göz bebekleri titredi, ardından kirpikleri. Kafası halen aşağı eğikti ama göz bebekleri daha yukarı yükseldi, oraya, herhangi bir noktaya takılı kaldı. Burnundan artık kan gelmediğine emin olarak peçeteyi yan tarafına bıraktı.

Omzundaki elimi çekmemiştim ama ellerim titriyordu. Bakışları beni buldu sonra.

"9 yıl önceydi."

Ellerimi omzundan çekip, bendenimi ona taraf döndürdüm. 9 yıl önce ne yaşamıştı? Kaşlarım çatıldı. Kyungsoo bana bakmıyor, karşısında ki duvar yazısına bakıyordu.











Dokuz yıl önce;
06/12/2010

"Tanrım, seni sokak iti!"

Kuzenim, elinde ki ince sopayla gelişigüzel sırtıma vurdu. Acımadan, kalbi sızlamadan dakikalarca dövdü beni. Karşı gelemiyordum çünkü korkuyordum. O bana vurdukça sadece sesli haykırışlarım dudaklarımdan dökülüyordu. Sopayı yana doğru fırlatarak, yerdeki bedenime çömeldi. Parmaklarıyla saç köklerimi çekiştirip, yüzümü yüzüne çevirdi. "Sen çaldın, lanet olası!"

Ellerimin tersiyle gözümden akan göz yaşlarımı silmeye çalıştım. Ben sildikçe, bana inat daha fazla yaş akıyordu. "Yemin ederim hyung, ben çalmadım!" sesim titrek ve kısık çıkmıştı. Saçlarımdaki parmaklarını daha fazla sıkılaştırarak yüzüme iki tane yumruk geçirdi.
Suratıma yumruk yememle kafam tekrardan aşağı kaymıştı. "Senden başka hırsız yok bu evde! Sen sokaklarda yetişen bir piçsin! Senden başka kimse çalmaz annemin kolyesini!" tükürüklerini yüzüme saçarak konuştu.

Burnumdan kan geliyordu ama kanı durdurmama bile izin vermiyordu. Halama, iki yıl önce şizofreni hastası teşhisi koyulmuştu. Kafasında her zaman kuruyordu, olmayan şeyleri olmuş gibi yansıtıyordu. Bunu oğlu da biliyordu. Ama onun yaptığı tek şey bana eziyet etmekti. "Hayal görmüş yine! Benim hiçbir suçum yok!!" Dayanamayıp bağırdığımda, beklemediği için önce şaşırmıştı sonra tekrardan beni tekmeleme başlamıştı.
Dünyanın en kötü insanı dahi olsanız, karşınızda ki bu çelimsiz bedene bu kadar vurmazdınız. Gözü dönmüştü ve dayak yiyordum.

Kuzenim yanımdan gittikten sonra halam geldi odaya. Odaya neden geldiğini bilmiyordu, çünkü boş gözlerle kapının pervazına yaslanıp, odanın içine bakınıyordu. Yerde iki büklüm kalmıştım ve ağlıyordum. Ağladığım için gözlerim pürüzlü görüyordu. Bir elimle burnumdaki akan kanları durdurmaya çalıştım, diğer elimle ise göz yaşlarımı sildim.

Ağlamamalıydım. Ben, henüz 8 yaşına yeni girmiş, güçlü bir çocuktum.

Gözyaşlarımı sildikten sonra halamı daha net görebildim. Saçları kahverengiydi ama kökleri beyaza dönüyordu. Gözlerinin altı simsiyahtı ve elindekine bakınıp duruyordu. Gözlerim, eline kaydı.

Kaybolan kolyesini avucunda sıkıp duruyordu.

"Bilerek yaptın!" sesim pürüzlü ama sesli çıktı.

Gözlerini kolyeden çekip, benim gözlerime baktı. Dudağının kenarı kıvrıldı, "Kyungsoo, bunu sadece ben yapmadım. Beraber yaptık." Bedenini arkaya çevirip eliyle gel işareti yaptı boşluğa. Kaşlarımı çatıp sadece izledim. Tekrardan konuştu, "Bak, işte yapmamı söyleyen arkadaşım bu. Sana iftira atmamı söyledi ve bende öyle yaptım." Gözleri küçülene kadar güldü.

Eliyle gösterdiği yere baktım, kimse yoktu. Şizofrendi ve hayali arkadaşı vardı. Hayatım boyunca görmediğim annemle babama içimden lanetler okudum o dakika. Çünkü kendimi bildim bileli, halamın hastalığının kurbanı tek bendim. Hayali arkadaşı ben doğduğumdan beri varmış. Bu evde ne kadar kötülük, ne kadar dayak yediysem, onun yüzündendi.

Kafamı iki yana salladım, acıyan gözlerimle halama baktım. Dudağımın yan tarafı, benden istemsizce kıvrıldı, "Çocukluğumun katilisiniz." kırgın bir ses tonuyla söyledim. Tekrardan gözlerim aşağı kaydı. Saçma halı deseninde donuk kaldı. Kapının kapanma sesiyle halamın odadan çıktığını anladım.

Güçlü çocuk olmak istemiyorum, gözlerim kanayana dek sadece ağlamak istiyorum. Öyle de yaptım. Ağladım. Sessizce. Kimse görmedi, kimse duymadı. Kimse kalbimin çıtırtısını duymadı.

Elimi yumruk yapıp, kalbime götürdüm. Defalarca vurdum. Gözyaşlarımın tadı değişmişti. Acıydı. Yakıyordu, yüzümü. 8 yaşında, tek derdim kırmızı kumandalı arabamdı. Kumandası bozulmuştu ve artık ben ittirmediğim sürece hareket etmiyordu. Geçen gün bunun için ağlıyordum.

8 yaşındaki çocuğun tek derdi, uzaktan kumandalı arabasının, kumandası bozulduğu için ağlaması olmalıydı. Fakat üzerinde bulunduğumuz dünya, hiçte adil değildi.

Arık burada kalamazdım. Her yer buradan güzeldir, düşüncesiyle gece evden kaçmaya karar verdim. Gidecektim ve bir daha da geri dönmeyecektim. Kendi başımın çaresine bakmayı öğrencektim. Gerekirse çöp toplardım ama bir daha buraya dönmeyecektim.

Gece olduğu vakit, kuzenim ve halam uyuyorlardı. Şanslıydım çünkü uykuları çok derindi. Dışarı da yağmur yağıyordu ama umrumda değildi. Montumu giyip evden çıktım. Herhangi bir eşyam yoktu, valizim yoktu. Sadece kırmızı oyuncak arabam vardı. Kumandasını odada bırakarak evden dışarı çıktım. Nasılsa bozulmuştu bir daha tamir edilemez dedim ve kendimi rahatlattım.

Dışarı çıktığımda kuzenimden çaldığım şapkayı kafama geçirip, yol boyunca gelişi güzel yürüdüm. Dışarıda bu kadar çok insan olması beni şaşırtmıştı. Normalde herkes gece olduğunda uyur sanırdım. Yürüyerek kalabalık caddeye gelmiştim, beyaz eşya satan bir dükkanın saatine gözüm takıldı. Saat daha 23:09.

Anlamını bilmesemde benim için geç bir saatti. Mahalleden arkadaşlarım saat 21:00 olduğunda anneleri yatmalarını söylermiş, ve onlar da uyurmuş. Bu küçük anı aklımda canlanınca istemsizce gülümsedim. Onları gerçekten çok özleyeceğim.

Ne kadar yol yürüdüm bilmiyorum ama dizlerimi hissetmemeye başladım. Ayakkabım sıkıyordu ve parmaklarımın su topladığına adım kadar emindim. Yolun sağ tarafında karanlık bir sokak vardı ve dardı. Karanlıktan hiçbir zaman korkmamıştım. Aksine karanlığın üstüne her zaman ben yürürdüm. Sokağın lambalarının çoğu patlamıştı. İçlerinde sadece bir kaç tanesinin sarı işığı yanıp sönüyordu. Yağmur da yavaş yavaş durmaya başlıyordu. Sokağı biraz daha yürüdüm. Ev yoktu, mağazalar yoktu. Sadece taştan duvarlar vardı. Üstünde yazılar yazılmıştı, ama çirkin yazılar. Bilmediğim bir kaç tane de şekil vardı. Duvarların hemen önünde çöp kovaları vardı, ve çöp kovaları için kavga eden yedi tane sokak kedisi. Sağ duvar tarafında ise eski eşyalar dizilmişti.

Rengi gitmiş buz dolapları, kapağı kırılmış çamaşır makineleri ve tek tük yırtık koltuklar vardı.

Kendimi koltuğun üstüne bıraktım. Fazla rahtsız ediyordu ama önemsemedim. Oyuncak arabamı koltuğun üstüne bırakıp, ayakkabılarımı çıkardım. Ayaklarım su toplamıştı ve şişmişti. Ayakkabılarımı koltuğun altına elimle itekledim. Şanslıydım, yağmur damlalarını koltuğun üstüne vermemişti. Bunu da, koltuğu koruyan naylonlara veriyordum.

Rüzgar, hafif esiyordu ama üşütmüyordu. Sadece serinletiyordu. Yanan kalbimi, ferahlatıyordu. Gözlerim ağrıyordu ve şiştiklerine eminim. Yapmak istediğim sadece uyumak ve her şeyi unutmak. Kafamı koyduğum andan itibaren uykuya daldım.



"Sence bu kim? Çok küçük öyle değil mi?"

"Bilmiyorum ki, ilk defa bizim burada gördüm."

Boğuk duyduğum seslerle hafifçe gözümü araladım. Dün geceden kalma ağrıyan gözlerimle karşımda ki bulanık silüetlere bakmaya çalışıyordum. Yavaş yavaş uyuduğum koltuğun üzerinde doğrularak, ellerimle gözlerimi ovdum. Gözlerim daha fazla netleştiğinde sıçrayarak yerimden kalktım.









Günümüz —

"Sonra ne oldu?" elimin tersiyle gözümden kaçan küçük damlalarını sildim. Kyungsoo gözlerini bir kere olsa bana dikmemişti. Konuştuğundan beri aynı yere bakıyordu. "Sonra özür diledim ve beni dövmemeleri için ayaklarına kapandım." buruk bir şekilde gülümsedi.

Ben sormadan bana geçmişini anlattı. O anlattı ben ağladım. Onunda ağlayacağını düşünmüştüm ama ağlamadı. Düz bir ifadeyle duvara bakarak anlattı. Sanki baktığı duvarda geçmişini görüyordu ve oradan kopya çekiyordu. Kyungsoo geçen saatler sonra bana döndü, yüzümü inceledi. İfadesi soğuk ve düzdü. "İyi bir ailen var, Baekhyun." dedi.

Söylediğiyle hayal kırklığı yaşadım. Evet, evet çok güzel bir ailem vardı. Beni her daim seven bir ailem vardı. Beni koruyup kolluyorlardı. Daha bugün babam, okul formalarımızı hepimize almıştı. Sessizce yutkunup, saatlerce baktığı duvara döndüm. "Ne diyeceğimi bilemiyorum."

"Bir şey söylemene gerek yok, biliyorsan yeterli olur."

Bu sefer kafamı tekrardan Kyungsoo'ya döndürdüm. Elinde ki kurumuş kanlı peçeteyi inceliyordu. Bir şey söylemek için ağzımı açtım ama söyleyemedim. Dilim dönmüyordu, söyleyecek zaten bir şey de yoktu. Elinde ki peçeteyi sıktı. "Sonra bana sigara içmesini öğrettiler, sigarayı sevdirdiler." devam etti,

"Onlara minnettarım aslında. Sokak çocuklarıydı ama bana baktılar, ne yedilerse benimle paylaştılar. Arada onlardan da dayak yerdim ama asıl amaçları, bana dövüşmeyi öğretmekmiş, yani bana öyle söylemişlerdi." yutkunarak kafasını aşağı indirdi. "Bu yaşıma kadar onlarla büyüdüm, o sokakta her zaman kavga ettik. Beni, sokakların korkulu ismi olarak yetiştireceklerine söz vermişlerdi. Bu yüzden herkesle dövüştürürlerdi beni. Her zaman dayak yedim. Seneler sonra ben vurdum onlara." ceketinin içinden sigara çıkarıp yaktı.

"İçermisin diye sormayacağım, içme." dedi.

Kafamı sallayarak tekrardan önüme döndüm. Söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu. Susmaya mahkum bir insan gibi, soğuk kaldırım taşında oturarak onu dinliyordum. Sanki Tanrı, sus ve dinle komutu vermişti bana. Tekrardan eli ceketinin iç ceplerine kaydı, bir şeyler arıyordu. Kaşları çatıktı.

"İşte, 2 yıl önceki fotoğraflar." ceketinin cebinden aradığı şeyi bulup bana uzattı. Kenarları sararmıştı ve yırtılmıştı. Fotoğraflara baktım ama yutkunamadım. Dünya çok adaletsizdi. Böyle bir hayatı haketmezdi kimse.

Sigarasını bitirip yere attı, bu sefer ezdi. "Duvardaki yazının anlamını biliyor musun?"

Kafamı iki yana salladım. "Bilmiyorum."

Bu sefer sesli ama kısa bir gülümseme sundu ortama, "Çocukluğumun katilisiniz, yazıyor."

Gözlerimi genişletip tekrardan duvara döndürdüm kafamı. Bir şeyler yazıyordu evet, ama algılayamıyordum. Yanında ki küçük resimi algıladım sonra. Kırmızı küçük bir araba çizilmişti.

"Eğer bu dünyaya tekrardan geleceğimi bilseydim, dokuz yıl öncesine mektup yazmayı isterdim." sadece gülümsedi.



Bölüm şarkısını dinlemeyi unutmayın!
Bir bölümün daha sonuna geldiik. Oy ve yorum yapmayı unutmayın💚 yorumlarınıza geri döneceğim~

Continue Reading

You'll Also Like

23.2K 2.2K 39
Jisung,yanlış zamana denk gelen kızgınlığı yüzünden Lee Minho ile birlikte oldu. Omegaverse & MinSung ✪✪✪
26.2K 4.5K 13
"Başka birine aşık olmaktansa, fazlasıyla senin olmakla meşgulüm." "Bebeğim, ikimiz de biliyoruz."
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
162K 21.7K 22
taehyung'un ilk defa görmüş olduğu mercedes'in yıldız pilotu jeon jungkook'a verdiği tepkiler viral olur ve sonrasında jungkook tarafından fark edili...