Mezara Vurgun Ruhlar

By RosaIluvia

427 83 669

Mezarlıkta bir hayat, geride kalan bir adam. Uluma seslerinin geldiği bu mezarlıkta daha kac gün bekleyecekti... More

1. Bölüm
3. Bölüm

2. Bölüm

111 29 206
By RosaIluvia

Acıların üstünü örterdi gece. Saklar,  kollar ve bizi yetiştirirdi.

Acılarımızı örtüyorum bu gece.  Sakladım, Kolladım ve Yetişemiyorum...

2. Bölüm: Acının buruk Nefesi.

Şarkı: Teoman: kupa kızı ve sinek valesi.
&
Evanescence - Lithium

Bu bölümü sevgili Arven'ime, Kıvırcık saçlı kızıma ithaf ediyorum.  diofllora ♥♥♥


Kırık aynalar.
Kırılmış ve parçalanmış.
Hayır. Paramparça olmuş.
Getiriyorum sana. Yetişemiyorum.
Nefesim, bir kıvılcım misali sürtünüyor soluk boruma. Duruyorum ansızın.

Tik tak.

Boğuluyorum.

Tik tak.

Boğuluyorum.

Tik tak.

Zaman geçiyor Veyl. Ne duruyorsun?

Tik tak.

"Yeter!" diye bir feryat kopuverdi ağzımdan.

Sanki, sanki göğsüme bir dikenin ucu batıyordu. Tenime giren dikenin ucu acıtıyordu sadece.

"Dur artık, dur! Ne istiyorsun benden?"

Sessizlik. Koca bir sessiik doldurdu odayı.

Ay ışığından yansıyan gölgeler duvarın pürüzsüz tenini delercesine belli ediyordu kendini. Hakimiyet ondaydı. Tüm ihtişamı bir sanat eseri gibiydi.
Yansıyordu.
Yüzünün belirli kıvrımları aydınlıktı sadece.
Ama o, o yoktu! Olmayacaktı.
Olamazdı.

Kendi kendini yine kandırmaya başladın.

Sesinin robota benzeyen kalın tınısı kulaklarıma sürterek içine girdi.

Ama ben seni değil, Veyl. Ben senin kalbini istiyorum.

Ellerim ile kapattığım kulaklarımdan bir ses duymak istemiyordum. Daha çok bastırdım avuçlarımı.

Avuç içimin terlediğini hissedebiliyordum. Ani bir refleksle kazağına sürttüm. Susmuyordu. Yine susmuyordu.

"Sus!"

Ellerini bana uzattı

"Dokunma bana!"

Hayır, hayır.

"Dokunma!"

"Dokunma!"

Neden kimse yoktu? Beni duymuyorlardı. Herkes önündeki kâğıda dönük bir şekilde kalem çeviriyordu.

"Duyun beni. Nolur, duyun beni!"

Seni duyamazlar.

Duyacaklar.

Beni duymak zorumdalar!

"Yaklaşma. Çek elini." Tırnaklarımı kafama, derime batacak kadar bastırıyordum.

Yaklaştı.

Hayır!

Bu oyun benim. Hiç söz dinlemiyorsun küçük kız.

Dur! Gelme. Gelme, Gelme!

Kendisinden birkaç beden büyük ceketine gitti eli. Usulca kemikli parmaklarının altından gümüş renkli, parlayan bir metal çıkardı.

Bıçak.

Kemikli ve nasırlıydı elleri. Her uvzu yutkundaracak şekilde çizilmiş gibiydi. Boğazımın yanmaya ramak kalmış kısmında yutkundum.

Hayır.

Bıçağım senin tadına bakmak için sabırsızlanıyor.

Bir adım daha attı.

Tabi bende.

"Ahh!"

Dokunma bana, dokunma, dokunma!

Bu bıçağı sana verirsem beni öldürebilecek misin, Veyl?

Seninle bir oyun oynayalım.

"Bırak saçımı. "

Seninle bir oyun oynayacağız ve eğer başarırsan seni öldürmeyeceğim.

"Sana yemin ederim," diyerek fısıldadım dişlerimin arasından. "Sana yemin ederim ölümün benim elimden olacak! Sana yemin ediyorum."

Hey hey hey, sakin ol. Anlaşmamızda böyle bir şey yok.

"Kalbini sana yedireceğim!"

Bir Saat Sonra...

"Asel, iyi misin?"

Neredeydim, kaç kere dönmüştü yelkovan bilmiyordum. Tek hissettiğim his, kanımda karıncalanmaya başlayan titremelerin başıma vurduğu yıldırımlardı.

Gözümü açtığımda sarı loş bir ışığın aydınlattığı dört duvar bir yerdeydim. Kolumda duran serum ise yavas yavaş kanımdan içeri sızıyordu.

Kahküllerimin gözümün önüne gelmesinden rahatsız bir tavırla sergilediğim durumu düzeltmek için kafamı doğrulttum.

"O nerede?" Sesimin kendimden geçmiş tınısını kendim bile zor duyarken içimde bir şeylerin derimin altından kazınarak boğazıma gelen sıcaklığını hissetmiştim.

"Saçım," diyerek sol elimi başıma götürdüm.

Gerçekten kendimi çok kötü hisseder bir vaziyetteydim. Kanımı donduran sıcaklığın ağzımda verdiği metalik tat ise yüzümü buruşturmaya yetiyordu.

Sonunda kendimde topladığım güç ile Tolga'yı es geçerek ayakkabılarımı bağlamak için eğildim.

"Asel, iyi misin?"

"İyiyim, Tolga."

Isminin yalnızca Tolga olduğunu biliyordum bu çocuğun. Üniversitenin ilk günü bana çarpması ile başkalarından öğrendiğim kadarıyla biliyordum. Tolga kendini çekerek taburcu işlemlerine yardım etmek ickn odadan çıktığında bende konumdaki serumu çıkararak yataktan kalktım. 

Eşyalarımı sol koluma toplayarak Tolga'yı ve hastane odasını geride bırakarak eve doğru yol aldım.

Çantamda duran telefonumu elime aldıktan sonra dedem veanneannemin defalarca beni aramış olması tedirgin etse de şuan bunu da es geçerek bir an önce gözlerimi kapatmak istiyordum.

Yorgunluğun kelepçelediği bedenimden bir an önce o kilidin açılmasını istiyordum.
Ertesi gün okula gittiğimde üstümde yine dünkine benzer uzun bir triko giymiştim. Sınıfa girmek bana şuan intihar gibi gelse de kendimi zorladım.

Profesörün anlattığı ders başımı şişirirken gözlerim onun oturduğu sıraya kaydı.
Etrafı röntgenliyor gibi oluşumu kimse görmüyordu ki Allah'tan. 

Neden söylememişti ismi mi, nereden biliyordu acaba  diyerek geçirdim aklımdan.
Sıkıldığım esnada dersin bitmesi tam olmuştu. Masanın üstünde duran eşyalarımı toplamaya başlamıştım ki, gördüğüm kadarıyla saçlarının ucu ombre olan, boyu hemen hemen benden birkaç santim uzun olan kızın öfkeli sesini duydum. Bu da duraksamama nedendi.

"Ne alakan var seninle onunla," diyerek masama ellerini uzattı.

Kimdi ki bu! İşim gücüm yokmuş gibi bir de bununla mı uğraşacaktım. 

"Ne alakam olsun isterdin?" diyerek söylendiğim sırada onun bu şımarık tavırlarını aldırmadan eşyalarımı toplayarak çantama koydum. Bu esnada ortalarda yankılanan bir grup kızların mırıldandığını işittim. Bilirsiniz klasik Cici Kızlar Yardımlaşması...

"Bana bak! Seni var ya,"

Çantamı hızla aldığım gibi masanın üstüne fırlatırken öfkenin bedenime hüküm sürmüşlüğü gözler önüne sergiliyordu.

"Ne yaparsın beni, öldürür müsün," dedim bağırarak. Etraftaki birkaç kız yanımıza kadar geldiğinde önümde duran gerizekalı kızı umursamadan arkamı döndüm. 

Okulumun ilk gününden kavga çıkarıp millete sakız olmak en son isteyeceğim şeydi.
"Bittin kızım sen!"

Bitik değil miydim zaten! Histerik bir şekilde gülümsedim.

Çantamı alarak sonunda sınıfı geride bırakıp kapıdan çıkmıştım. Sanki ben demiştim ona git ismimi söyle diye. Dersten çıkmadan önce sırasında olmasına rağmen sınıftan çıkarken onu görmemiştim.   Koridorda kahve saçlarıyla yanıma koşturarak gelen bir kızın nefes nefese kalmışlığı ile durarak onu dinledim. 

"Yeni kız sen misin?"  

Sorduğu soruya gülümseyerek cevap verdim.
"Bu gün okulun ilk günü. Tek olduğumu düşünmüyorum."

O da gülümseyerek utandığını belli edercesine kafasını yere eğdi. "Öyle demek istemedim, biliyorsun. Bu arada ben, Yağmur."
Uzatılan eline baktığımda ondan aldığım d

eğişik  bir enerji sardı içimi. Eline elimi uzatarak, "Asel," dedim.
Yağmur toplu yüzüne yakışan bir saçı vardı. Kısa ve küt. Ellerimi kendime doğru çektim ve tekrar gülümsedim.

"Kahve içelim mi? Hem sana soracaklarım var." 

Ne soracağını merak ediyordum çünkü daha önce hiçbir yerde görmediğime emindim bu kızın.
"Olur, içelim." Dedikten sonra okulun bahçesinde bulunan kafeteryaya doğru yürüdük.  Doğal haliyle kıskandıracak bir güzelliği vardı.  Elmacık kemikleri hafif çıkık ama yuvarlak bir yüz şekline sahipti.

Hava biraz rüzgarlı olduğu için yürüdüğümüz yolda elbisem hafiften uçuşuyordu.
Biraz yürüdükten sonra varabildiğimize sevinmiştim. Evden çıkarken alelacele topladığım saçlarımın dağııklığından sonra yüzüme düşen birkaç tutamı kulağımın ardına sıkıştım. Kafenin içine girdiğimizde renkli koltuk ve sandalyelerin rengarenk döşenmiş, duvarlarında ise birkaç karikatür olması dikkatimi çekti.

"Sade mi içiyorsun?" diye sorduğunda kafamı evet anlamında salladım. Elinde tuttuğu kahvelerle birkaç dakika sonra geri döndüğünde Yağmur'a gülümseyerek karşıma geçmesi için verdiğim ve karşımdaki yerini almıştı.
Önüme bırakılan kahveden birkaç yudu

m almıştım ki Yağmur'un aniden sorduğu soru ile genzime kaçan acımsı tadın yayılarak yaktığını hissedebiliyordum ağzımda.
"Asel, iyi misin? Yanlış bir şey mi sordum?" dedi tedirginlikle. 

Ne sorduğunu bilmeyecek kadar aptal olamazdı sanırım...  ağzımı peçete yardımı ile temizleyip gözlerimi devirdim. 

"Onu tanımıyorum." Dedim. "İsmimi de öğrenci işlerinden duymuştur belki de. ...
Kahvelerimizi içerken kendisinden başlayarak anlatmaya devam etti. Bu sırada masada duran paket kurabiyelerden de yemeğe devam ediyordu. İştahla yerken midem kalkıyordu. Ona bakmaya devam ettiğimde elindeki paket kurabiyeyi bana uzattı. "Sen de denesene çok lezzetli," çocuk heyecanıyla. Onu kırmamak için elimi uzattım ve paketinden çıkardığım kurabiyeyi direk ağzımla buluşturdum. 

Tarçın tadı ağzıma muhteşem bir şölen verirken yumuşak kıtırlığı sayesinde de kolayca çiğnemiştim. 

Etrafa göz gezdirerek bakındığımda çoğu öğrencinin burada vakit geçirdiğini  görebiliyordum. Kafamı biraz sola doğru çevirdi. Aynı şekilde Yağmur da kafasını benim baktığım yöne doğru çeviriyordu. İçeri giren  birkaç erkek grubu ve yanlarında sabah benim tartıştığım kız ile toplam iki kız daha vardı.

"Şu kızı bir gün de görmeyeyim," diyerek mırıldanan Yağmur'a kaşlarımı kaldırarak cevap verdim.

"Kim onlar?"  Yağmur kafasını salladı. 

"Bak şu en önde saçları kumral olan çocuk var ya," dedi gözlerini odaklarken. "işte o Tolga. Ardından gelen uzun boylu egoist de Talha." 

"Peki ya şunlar?" diyerek o kızları hedef tahtası gibi göstermiştim.

"Öndeki Mine arkasındaki  çakma sarışın da Buket." 

Tolga denilen çocuğun gözleri aniden bizde olduğu tarafa döndüğünde göz kırptı. Hastaneden sonra teşekkür etmeyi ne kadar istesem de umursamamış ve yanından bile geçmemiştim.
Kafamı Yağmur'a döndürdüm. Baktığımı bile fark etmiyordu.

"Anladım," diyerek önüme döndüm dikkat çekmek için.

Yağmur ile yaklaşık yarım saat daha oturup sohbet etmiştik. Cana yakın sıcakkanlığı sayesinde onunla iyi geçinebileceğimizi düşünüyordum. Yağmur hakkında öğrendiklerim beni biraz üzmüştü. Babasını geçen sene kaybetmişti, annesi ile beraber yaşıyordu. Onu sınıfta görmemiştim. Fakat aynı sınıfta olduğumuzu söyledi. Dersimizin başlamasına on dakika kaldığı için yerimizden kalktık ve kafenin çıkış kapısına doğru yürüdük. Bu sırada da Yağmur az önce içeri giren grup hakkında da bazı bilgiler veriyordu. 

Bunlardan birinin de; Bu grubun iyi işler yapmadığı, gibi.

Kafeteryadan çıkarken ismini yeni öğrendiğim kız bana hızla çarparak ilerledi.
Salak! 

Hızlı çarptığı için elbiseme dökülen ismini bilmediğim bir içecek üst kısmımı mafetmişti.
"Gitti güzel elbisen ama üzülme alırım bir tanesini," diyerek bana alaycı tavırlarını sergiliyordu. Gözlerimi devirdim.

Ne istiyordu, derdi neydi bu kızın?

Cevap vermeden okul binasına girdik. Yağmur'un derse geç kalmaması için onu ikna ederek sınıfa postalamıştım. Daha sonra da sinirlenerek bulduğum bayanlar tuvaletine girmiştim.  Musluğu açarak peçete yardımı ile silmeye çalıştığım esnada elbisenin daha da çok mahvolduğunu sanki biri bile isteye gözlerim sokuyordu.
"Hayır neden ben, neden!" sesim tuvalette yankı yapıyordu. Sinirlenerek aynaya baktım. Gözlerim dolmuştu.

Elbiseyi umursamadan tuvaletten çıkarken geri girmem bir oldu.
"Yağmur!"

Yağmur elinde tuttuğu poşeti elime tutuşturdu.

"kıyafet getirdim sana," dediğinde anlamayarak ona baktım.
"Merak etme soyunma odasındaki yedek kıyafetlerimdi."
Sağ ol ya içime su serpmişti.
"Teşekkür ederim," dedim utanarak.
Elimdeki poşedi açarak önce kıyafetlere  baktım. 

Hayır, bunları giyemezdim. 

Yağmur ben bunları giyemem. Fazla açık!" elimdeki şortu bacaklarıma yaklaştırdım.
"Baksana,"
Yağmur benden hafif kısa boylu olduğu için bu şort ona göre ideal olabilirdi fakat benim bacak boyumdan dolayı neredeyse bacağımın bir karışını örterdi. Hem giysem dedeme ne derdim?

"Başka çare mi var?" üstümü işaret ederek. Hızlı bir şekilde elbisemi çıkarmadan altına şort giymiştim. 

Yağmur tuvaletten çıktığında kapının birkaç dakika açılma sesi yankılandı.  Triko elbisemin üst kısmını sıyırdığım için elimdeki gömleği de üstüme kapattım ve kapıya doğru baktım. İçeri giren kızlara bakmadan üstümü de giyerek düğmelerimi iliklemeye başladım. Derse daha fazla geç kalmak istemediğim için sınıfa giden koridorda koşar adımlarla ilerliyordum. Birkaç sınıfı geçtikten sonra köşeye dönmek için yavaşladım. Fakat ayalarım yavaşlamadan birisine çarparak  durmuştum.  Kollarımdan tutarak bana destek veren kişiye balarken  "Pa-Pardon," dedim. Yine oydu. Daha adını bile öğrenemediğim kişiye bakarken. Kendimi toparladığımda kollarımdaki iri ellerini çekerek ceplerine koydu. Gözlerim bir anlığına o iri ellerine kaydı.
Kemikten yapılmış parmaklıklar...

"Sınıfa gidiyordum. Geliyor musun?" 

Gözlerinin esir aldığı bedenimden dikkatini dağıtmak için sorduğum soruyla kendime de küfür ediyordum içimden. Öylece bakmaya devam ederken köşeyi tamamen dönüp merdivenlerden çıkmaya başladım. Arkama bakıp bakmamak içimi bir köpeğin toprağı eşeler gibi eşiyordu.  Sonunda bakmadan yukarı kata çıktım. Sınıf kapısını tıklatarak kapıyı araladım.

☆☆☆
Aradan geçen birkaç hafta hızlı bir şekilde geçmişti.  Sınıftaki çoğu insanla tanışmış fakat içlerinde bir tek Yağmur ile kaynaşabilmiştim.

Sonunda eve geldiğimde Üstümdekileri kirli sepetine koyarak ılık bir duş aldım.  Çıktığımda telefonuma gelen mesaj sesi ile okumaya başladım.

Kimden: Yağmur.
Mesaj: Asel, bu gece bi doğum günü eğlencesi var. Beraber gidebilir miyiz?

Partili ortamlara pek girmeyi tercih etmezdim. Etraftaki insanların saçma salak hallerine tahammülüm çoğu zaman yoktu. Bu nedenle parmaklarımı taşların üstünde gezdirdim.

Kime: Yağmur.
Mesaj: Ben gelebileceğimi pek sanmıyorum.  O tarz ortamları sevmiyorum.  Sen tek başına gitsen daha iyi olacak bebek.

Aradan birkaç dakkma geçtiğinde o da cevap vermişti.

Kimden: Yağmur
Mesaj: Bu defa benim için gelsen. Anneme seninle gidecegimi söyledim hatta yarım saat sonra da alacağını.  Nolurrrr ballı kurabiyem benim? :(

Bu sırada içeri giren anneanneme baktım.  Elinde meyve tabağı ile birlikte girip tabağı yatağımın ucuna koydu. 
"Tipe bak. Vitaminsizlikten kanın çekilecek yakında. " diyerek sitem etti.
Anneannemin yanaklarına ellerimi götürerek hafiften sıktım.

"Benim metabolizmam hızlı tomtişim," dedim gülerek.  

Anneannem sahte bi kızgınlık ifadesiyle; "netebolizma? " diyerek sordu. 

Gülerek onu izlediğim için dudaklarımdan ufak bi kahkaha yükseldi. "Metabolizma, " diyerek düzelttim dediğini ve yanaklarından öptüm. 
O sırada gelen ikinci mesaj sesiyle Yağmur'un dediklerini hatırladım.

Kimden: Yağmur
Mesaj: Asel, nolurrr artık.  Lütfen gidelimmmm! 

Anneannemden zae zor bir şekilde izin alarak hemen Yağmur'a mesaj attım. 

Yağmur'u üzmek istemediğim için kabul edil, üstüme spor mini bir elbise tercih edip altına da beyaz spor ayakkabılarımı giydim.  Nerede olsa spor ayakkabılarımdan vazgeçmezdim. Bir kere çok rahattı.

Sokakta ilerlerken neden taksiye binmediğimi sorguluyordum.

Etrafın karanlık olmasını umursamadan dar bir sokağa dönüş yaptığımda ilerde parlayan çöp konteynırı gözümü bir anlık dikkat çekti. Yansıyan gölge ile beraber kaşlarımı çattım.

"Kim var orda!"

Gecenin karanlık incileri tek tek parlıyordu gökyüzünde. Kimileri bir dilek tutuyor, kimileri o dileklerin gerçek olmayacağını düşünüp kendini teselli ediyordu. Etrafın zifiri karanlığı zihnime, ruhuma ve bedenime işliyordu.

Korkuyordum.
Hücrelerimi esir almış ürpertiler bir topluluk oluşturmuştu bile.

Kollarımı ellerimin arasına alıp okşadım.

Hem korkuyor hem de üşüyordum.

Karanlık etrafı siyaha boyadı. Buna bende dahildim.

Yavaş yavaş attığım adımlarımı durdurdum. Zaten karanlık olan yerde çöp konteynırından parlayan gümüş renkten başka bir renk yoktu...

Nefeslerim hızlandıkça, çarpan sıcak nefesimin yanısıra alnımda oluşan ter damlaları yüzüme düşüyordu.

Sakin ol Veyl.

Biraz bekledikten sonra ses seda çıkmayan bu ıssız yerde hareketlenerek yürümeye başladım.

"Şşhht, güzelim. Nereye böyle?"

Çantamı önüme alarak yürümeye devam ettim. Seslerin gitgide çoğaldığını anladığım esnada hızlanmaya başladım.

"Ayıp oluyor ama böyle. Senin gibi güzellik buralarda..."

"Atakan, yavaş."

Kollarımı kendime daha sıkı kenetleyerek dudaklarımı kemirmeye başladım. Böyle insanlardan hep nefret ediyordum. Tıpkı şuan ki gibi, bundan sonrası da olacağı gibi...

Yürümeye devam ederken kolumdan çekilmem ile yere düştüm.

"Bırakın beni!"

"Bizde bırakacaktık," diyip bedenimi süzdü. "Ama işimiz bitince."

"Bırak beni, İmda.."

"Kapat çeneni!" Derken yanağına atılan tokatın etkisi beni daha güçsüz hissettiriyordu. Hiçbir şeye gücüm yokmuş gibi. Nefesim sıkılaştığında göğsüm daha çok inip kalkıyordu.

Başımı yere çarptığım sırada bileklerimi sert bir şekilde kavradı.

O an anladım ki; Ne kadar çırpınırsam çırpınayım elimdeki tüm özgürlüğü kaybediyordum. İrademi, düşüncemi, aklımı.

"Bırak beni, nolur! Kimse yok mu?"

İştahla ve arzuyla bakan gözleri bedenime indi. Atakan denilen bu sapık adam bileğimi öyle sıkıyordu ki hareketlenemiyordum. Nefeslerim birbirine giren zincir gibi dolanıyordu ciğerlerime.

Adamın üstüme eğildiği sırada arkama düşmesi bir olmuşken kendimi toparlamak için geriye doğru adımlarımı attım. Yere sürtünen bacaklarımı hissedemiyordum ama bir korkunun iğrenç benliği zihnimde dolanıyordu.

Şaşkın ve korkmuş gözlerle etrafı izlerken diğer adamlarında tek tek yere düştüğünü gördüm.

Korkuyorum.

Dizlerimi kendime çekerek üstünde duran elbisenin kollarını elimin üstünü örtercesine indirdim. Yanıma gelen adımları duyuyorum fakat tepki veremiyorum. Bir el omzuma dokundu.

İrkildiğimde bana dokunan elin sahibine baktım. Gözlerimin dolmuş yaşlarıyla bulanık görsem bile şuan yaşadıklarımın şaşkınlığı içerisindeydim.

"Ö-öldüler mi?" Diye mırıldanarak iç çektim.

"Buradan gitmemiz gerekiyor," diyerek kolumdan kaldırdı. "Geçti, sakin ol. Hadi gel."

"Nefret ediyorum!" Diyerek ağlamaya başladığım da sağ kolumu tutan eli gevşedi ve beni kendine çekti.

"Niye bu kadar igrenç insanlar? Nasıl bu kadar iğrenç olabiliyorlar?"

Sol avucuyla kafamı bir kuş misali içine aldı. Ondan ayrılarak gözlerimi sildim.
Bu satte böyle bir mahallede ne işi vardı ki bi adamın. Bir süre sonra sakinleştigimi anlayarak toparladım.

"Beni niye kurtardın?"

Ellerini cebine koymuş ve bir paket çıkardığını gördüm. İçinden aldığı sigarayı dudaklarına yerleştirdi. Karanlıkta belli olan kirpikleri upuzun görünüyordu.

"Sana diyorum! Beni niye kurtardın? Bir günde ikinci kere."

İçine çektiği duman ciğerlerini şişirirken aynı zamanda cevap verdi.

"Kim olsa aynı şeyi yapardı," sigarayı parmakları arasında tuttu ve karşıya bakarak söylendi. " Bir daha bu vakitte umarım dışarı çıkmazsın Ufaklık.  Gördüğün gibi tekin değil buralar."

"Ben.."

"Hadi seni evine bırakayım." Diyerek yürümeye başladı. Ben ise yer de oturmuş bir şekilde ayağa kalkmanın yolunu düşünüyordum. Utanıyordum.

Geri dönerek olduğum yere baktı. Üstündeki ceketini çıkarıp sırtıma yerleştirildiğinde gelen rahatlama hissi ile ona baktım.

"Teşekkür ederim. "

Bir müddet yolda yürüdükten sonra içimde kalan korkunun hâlâ geçmediğini hissettim. Sağ elimi usulca kalbime doğru götürdüm. Çok hızlı çarpıyordu.

"Nefesim daralıyor." diyerek adımlarım durdu. Onun ise birkaç adım ötesinde durakladığını gördüm.

"Derin derin nefes al." 

Her şeye şaşırmış gibi kafamı sağa sola sallarken nefesim daha çok kesiliyordu. Ellerimi yumruk yaparak göğsümü şişirip indiriyordum.

"Kasma kendini, rahatla." Diyerek benimle birlikte nefes alıp verdi.

Soğuk havayı ciğerlerime solurken kaskatı geçen vücudum bitap içinde kalmıştı.

"Her zaman oluyor mu?"

"Hı?"

"Bugün okulda da bayılmışsın. Şimdi ise bir şok atlattın. Bunlar, her zaman oluyor mu?"

Dediğine sinirlenerek ona baktım.

"Her zaman kabus görmüyorum veya her gece tecavüze uğramıyorum!" Diyerek yanından geçtim. Tamam belki şu an bencillik edebiliyordum ama az önce yaşadıklarımdan sonra anlam vermemiştim.

"Sakın arkamdan gelme." diyerek devam ettim. Gözlerimden akan yaşlar hızlandı.

"Yanlış anladın beni," kolumdan çekildiğimde durdum. Kelepçe gibi saran parmakları demirden oluşmuş hapishane parmaklıkları gibi örttü bileğimin birkaç parmak üstünü.

"Öyle demek istemediğimi biliyorsun Ufaklık. "

"Bana ufaklık demeyi kes," diyerek mırıldandım. Yanaklarımdan akan yağmur damlasının yeryüzüne inmesi misali olan gözyaşlarımı boşta olan elimle sildim.

Ağzından çektiği sigaranın dumanını üflerken sigarayı yere fırlatarak ayağı ile ezdi. Gülümser gibi oldu ama gülmedi. 

"Evine bırakayım."dedi. Bacaklarımı yorgun ve halsiz hissediyordum. Bu nedenle adımlarımı yavaşlattım.

"Biraz dinlenelim mi?"

Cevap vermeden o da durdu.

Bir süre dinlendiğimizde tekrar ayağa kalktım.

"Çok yavaşsın," diye tısladı ve beni kucağına aldı.

"Yürüyebilirdim!"

"Sadece sussan Ufaklık."

Sesi soru sorar gibi değil de daha çok uğraşmak istemediğini gösterip kırmamak için kullandığı bir ses tonuydu. 
Gözlerim usul usul kapanırken kirpiklerim birbirine değdi. 

Geceler derindi. Acılar gibi.

Yayınlama tarihi: 1 Nisan 2020.
Düzenleme: 20 Ağustos 2020.

Lütfen oylarınızı esirgemeyin  Ufaklıklarım.

İkinci bölüm için beklettim fakat uzun mu uzun bir bölüm oldu bence.  Fikirlerinize her zaman açığım bunu biliyorsunuz. 
Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın.
Rosailuvia.  ♥

Continue Reading

You'll Also Like

3M 158K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
3.5M 217K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
242K 10.7K 49
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
99K 4.6K 80
Kwon Taekjoo, Rusya'ya git ve 'Anastasia'yı bul. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yıldızı 'Kwon Taekjoo', Rusya ile Kuzey Kore (namı diğer DPRK) arasın...