fire and blood • malik

بواسطة carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... المزيد

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

LXVI| burn them all

1.9K 200 252
بواسطة carmenfkahlo

RHOSLYN

Rhoslyn' in önündeki bulamaç halindeki yemeğinde olan puslu mavi gözleri bileklerine kaydığında ürperdiğini hissetti. Beyaz teninin üzerinde sonsuz bir iz olarak kalacak kesikler adeta acısının temsiliydi. O anı çok net hatırlayabiliyordu. Zayn' in öldüğünü öğrendiğinde bedenini saran acıyı engelleyememiş ve hançerle tenine yarıklar açmıştı. Gözlerini yeniden açtığında ölemediği için tanrıyı suçlasa da şimdi ona teşekkür ediyordu şüphesiz. Çünkü Zayn ölmemişti ve hala bir umut vardı.

Her zamanki korkunç akşam yemeklerinden birinde Kraliçe Maria, Prenses Lauren, Prens Harry ve piç Ashton masanın çevresinde oturmuş bir şekilde yemeklerini yiyor, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. O sırada Ashton' un delici yeşil gözlerini üzerinde hissetti.

"Babam seni öldüreceğimizi söylüyor." demişti keyifli bir tebessümle. "Kafanı kesip piçine hediye edeceğiz."

"Baban bunu yapmana izin vermez."

Sözleri Ashton' un kaşlarını çatmasına neden olduğunda Rhoslyn konuştuğuna pişman oldu. Karşısındaki inatçı bir piçti ve bedelleri ne olursa olsun, ona meydan okunduğunda, istediğini yapardı.

"Aşk korkunç bir zayıflık tatlım." dedi Kraliçe Maria şarabından bir yudum aldıktan sonra. "Ashton' un dediklerini yaparsak ne olur biliyor musun? Ejderha aklını kaybederek saldırıya geçer. Bu da bizim zaferimizle sonuçlanır."

Harry Irwin ağzındakilerle beraber bir aptal gibi konuştu. "Buna strateji derler Clifford. Piçin öfkesini kontrol edemiyor. Herkes bunu bilir."

"Bilir." diye destek verdi Lauren.

Her ne kadar onlara karşı çıkmak istese de Rhoslyn güneydeyken Zayn' i yeterince tanımıştı. Öfkesi kontrol edilemez bir noktaya kadar yükselebiliyordu. Barış zamanı kuzeyden gelen bir elçinin başını kuzeye geri gönderdiğini ya da turnuva zamanı gizli bir köşede öpüşürken Shawn Mendes' in onları gördüğünde Zayn' in verdiği tepkiyi hala hatırlayabiliyordu. Ve eğer Ashton onun bu zayıflığını kullanırsa... Rhoslyn düşünmek istemedi.

"Babamın bazen bir aptal gibi davranması çok üzücü." dedi Ashton. Rhoslyn onun ne demek istediğini anlamamıştı.

Bir refleks haline gelmiş hareketini tekrarladı: Elini karnının üzerine koymuştu. Bunu yapmak ona ne kadar üzüntü verse de kendini engelleyemiyor, oradaki boşluğu her zaman hissediyordu.

"Kızıl Ordu, Buz Kalesi' ne varmış. Altmış beş bin adam."

Rhoslyn yine dudaklarını kapalı tutamadı. "Ejderhanın onları yakması sadece birkaç nefes alımı kadar sürer."

"Rhoslyn," Ashton güldü. "Onlarca balistaya sahip olduğumuzu bildiğini umuyorum. İyi nişan alabilen adamlarımız da var. Canavar her şekilde ölecek."

Karnındaki parmaklarıyla elbisesini sıktı. Evet, ejderha arbaletlerini unutmuştu ve altmış beş bin savaşa hazırlıklı adam onu korkutuyordu. Çünkü güney henüz yeni bir savaştan çıkmıştı.

Düşünceleri birbirine girmişti ki, kalenin çanından çıkan büyük bir ses her yanı titretmişti. Çan bir kez daha çaldı ve bir kez daha... Hiç durmadan çalmaya devam ederken salondaki derin sessizlik kraliçenin "Neler oluyor?" fısıltısıyla bozuldu.

Salonun büyük kapısı kırılmak ister gibi açıldığında içeri bir muhafız girdi. "Prensim, denizde düşman kadırgaları göründü. Sancaklarda ne olduğu görülmedi ancak bazı adamlar bir canavar kükremesi duyduklarına yemin ediyorlar."

Rhoslyn' in durmuş kalbi anında teklediğinde neredeyse kemiklerini parçalayacaktı. Nefesini tutup yaşlarla yanan gözlerini yemeğine eğdi. Sakin ol, dedi kendisine. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol.

Sandalyesinden ayağa fırladı. "Zayn geldi. ZAYN GELDİ!"

Ne yaptığını bilmeksizin ağlayarak kapıya doğru koştu ancak orada duran muhafızı bir an için unutmuştu. Muhafız güçlü ve büyük elleriyle onu yakaladığında Ashton' un nefret dolu küfürlerini işitti.

"İMKANSIZ! Mendes piçiyle birlikte Gözyaşı Nehri' ne doğru ilerlediği söylendi bana. Burada olmalarının imkanı yok!"

"Birazdan kıyıya varacaklar prensim. Hazırlansanız iyi olur."

Kraliçe ve kızı panik halindeydi. Lauren Irwin çoktan ağlamaya başlamıştı ki ağabeyi onlara döndü. "Derhal bir arabaya binip Buz Kalesi' ne doğru yola çıkın. Olası bir durumda Lord Pitt' in kalesine sığının, sizi koruyacaktır. Harry, git ve kılıcını kuşan." Şimdi o çılgın yeşil gözler tekrar Rhoslyn' in üzerindeydi. "Leydini odasına götür Sör Torhen. Ne yapman gerektiğini biliyorsun."

"Hayır! Hayır!" Rhoslyn adamın kolları arasında çırpındı ancak hepsi boşuna bir uğraştı. Sürüklenerek oradan çıktığında etrafta koşuşturan adamların iri bedenlerine çarpıp düştü, süründü ama bileğinden asla bırakmayan muhafız hiçbirini umursamadı. Birazdan öleceğini biliyordu. Neden şimdi? Ona sonunda kavuşacakken neden şimdi ölüyordu?

Bir kez daha düştüğünde alnını yere çarptı. Açılan yarıktan hızla akan kan yüzüne ve elbisesine akarken korkudan acıyı hissedemiyordu bile.

Merdivenleri tırmanırken de basamaklara çarpan dizleri yarılmıştı. O basamaklardan sonra muhafız, Rhoslyn' in odasının kapısını açtı ve onu içeri fırlattı. Yere düştüğünde pes etmeden ayaklanıp adamın üzerine atıldı ve belindeki hançeri çekerek adama salladı. Muhafız hızlıydı. Zamanında geri çekildiği için boynuna öldürücü olmayan bir yara almıştı yalnızca. Ve Rhoslyn hançeri bir kez daha savuramadan önce yanağına sağlam bir tokat yedi. Tüm vücudunu titreten bu tokatın baş döndürücü etkisiyle tekrar yere düştüğünde kalkamamıştı.

"Küçük orospu! Beni öldürecektin!"

Torhen karnına da vurduktan sonra yerdeki hançeri aldı. İşte o zaman Rhoslyn doğrulabildi ve elleriyle geriye kaçmaya çalıştı. Muhafız kolayca üzerine gelip eğildiğinde tereddüt etmeden hançeri Rhoslyn' in üst bacağına sapladı. Rhoslyn' in kulak acıtan çığlığı üzerine Torhen sadece gülümsemişti.

"Ölmeyeceksin fahişe. Ama buradan çıkamayacaksın da. Sevgilin seni bulamadan geri dönecek. Ne üzücü."

Muhafız yere tükürüp sonra odadan çıktı ve kapıyı dışarıdan kilitlediğinde Rhoslyn gözyaşlarıyla birlikte bacağına saplanan hançere baktı. Hançeri çıkarması gerektiğini bildiğinden şiddetle titreyen parmaklarını hançere değdirdi ancak değdirdiği gibi ellerini hızla oradan geri çekti. Canı çok yanıyordu ve hançer öyle derine saplanmıştı ki, bunu yapamazdı.

Ellerinin yardımıyla geriye doğru kayıp sırtını duvara yasladı. Belki de muhafız haklıydı. Belki de buradan asla çıkamayacak ama bekleyecekti.

ZAYN

Jolly Roger, kıyıya yeterince yanaştığında Zayn, Louis, Kaptan Hook ve arkalarındaki yüz adamla birlikte küpeştelerden denize atladı. Beline kadar gelen soğuk su bir şok etkisi yaratsa da kalbinde çarpan ateş ona güç veriyordu. Ben ejderhayım, dedi kendisine. Durmadan içinden bunu tekrarlarken büyük adımlarla suyu geçmeye çalışıyordu.

İki yanındaki kadırgalardan atlayan adamlar da aynı şekilde suyun içinde ilerlerken daha gerideki kadırgalardan inen adamlar ise sandalların üzerinde çılgın haykırışlarla kürek çekiyorlardı.

Jolly Roger' ın sağ tarafındaki Fırtınanın Belası adlı kadırgadan inen Luke ve Liam' a baktı. Orada her ne kadar Shawn ve Niall' ın olmasını istese de onları Gözyaşı Nehri' nde bırakmak zorunda kalmıştı. Gün doğduğunda gerçekleşecek ilk saldırıyı da güçlü adamlar yapmak zorundaydı çünkü. Ama şu an, bunların hiçbiri önemli değildi.

Kıyıya yaklaştıkça yanmaya başlayan kasları acı vericiydi. Ancak Kanlı Kale' den yükselen çan sesleri bir müddet sonra acıyı hissetmez bir hale gelmesine neden oldu. Hazırlık yapıyorlardı. Geç kalınmış bir hazırlık düzenli olamazdı ve tüm bu düzensizliği parçalayarak ilerleyecek olan Zayn, kısa bir süre sonra istediğini alacağını biliyordu.

Keskin ve irili ufaklı taşlardan oluşmuş kumsala vardığında bekledi. Sandallarla yeterince yaklaşmış adamlar da denize atlayıp kıyıya geldiğince Lord Tomlinson gecenin karanlığına "Düzen al!" diye bağırmıştı. Çok kısa zaman içinde dört bin adam yüzer kişilik gruplar halinde düzen aldığında Zayn kılıcı Blackfire' nin ejderha kemiğinden yapılma kabzasını sıkıca kavradı ve kılıcı kınından çekti. Keskin metalik ses geceyi gök gürültüsü gibi kestiğinde onunla birlikte binlerce adam da kılıcını çekti, kalkanlarını önüne aldı.

Etrafına baktığında koç başının dahil herkesin hazır olduğunu gördü. Ardından yanındaki Louis' e döndüğünde dostunun da kendisine baktığını görmüştü. Hafif bir baş sallamasıyla birlikte Louis' e komutu verdi.

Ve Louis bağırdı. "İLERİ!"

Her birliğin başındaki kumandan aynı anda "İleri!" diye haykırdı.

Kaleye doğru koşmaya başladıklarında Zayn kale surlarındaki koşuşturmaları seçebiliyor, bağırışmaları duyabiliyordu. Ancak bu bağırışmalar, gökyüzündeki kara bulutların arasında gezen Anghrist' in kükremesi arasında kaybolduğunda Zayn' in dudaklarında hırslı bir tebessüm oluşmuş ve tıpkı ejderhası gibi bir kükreme bırakmıştı.

Surlardan bir ok yağmurunun vızıltısı duyulunca elindeki kalkanı başını ve göğsünü koruyacak şekilde kaldırdı. İlk seferde bir darbe almamıştı ancak ikinci yağmurda kalkanına saplanan bir okun şiddeti kalkanı titretmişti. Kendi sırasındaki üç adamın attığı acı çığlıkları duydu. Şüphesiz ok yağmurlarından kurtulamayanlar olacaktı ancak en azından surları aşana dek fazla kayıp vermemeyi umuyordu. Bu umudu, en soldaki birliğin üzerine bir ateş topu atılması ile kırıldı. Ateş toplarına karşılık olarak onlara Anghrist' in gazabını sunmak isterdi ama ejderhasını kullanmak için doğru zamanı beklemeliydi. Kalenin hangi bölgesinde olduğunu bilmediği Rhoslyn' i kendi elleriyle yakmak istediği son şey bile olamazdı. Fakat surlardan gelen ok yağmuru ile birlikte bir ateş topu daha atıldığında böyle giderse çok fazla kayıp vereceğini anlamıştı. Üstelik iki birlik öteye düşen ateş topu düzenin bozularak o çevredeki adamların iki yana dağılmasına neden olmuştu.

"Düzende kal!" dedi Zayn. Tüm komutanlar onun sözünü defalarca kez tekrarladı. Dikkati dağıldığı için son anda üzerine gelen bir okla arasına kalkanını sokabilmişti.

Yapmak zorundayım, diye düşündü kaleye az bir mesafe kaldığında. Ve zihninde ejderhasının görüntüsünü oluşturdu. Çok daha gürültülü bir kükremenin ardından Anghrist bulutların arasından görünüre çıktı ve doğu tarafında kalan surların üzerindeki her şeye, boydan boya alevlerini bıraktı. Gece, gündüze; çığlıklar şarkılara dönüştü. Yanan bedenler, parçalanan sur taşlarıyla birlikle yıldızlar gibi aşağıya düşerken ejderha dev kanatlarını iki yana açtı ve bir kez daha bulutların arasında kayboldu. Artık ne ok yağıyor ne de ateş topu fırlatılıyordu.

Adamlarıyla birlikte kalenin batısında kalan kapıya doğru koşarken ansızın ortaya çıkan Anghrist batı hattındaki surları da yaktı. Ejder ateşi, sağlam kayaları bile eritebilecek kadar güçlü ve söndürülmesi zor bir ateşti. İşte bu yüzden alevler altında kalan surlara yeni adamların çıkmasının imkanı yoktu. Böylece kapı parçalanırken onları surdan engelleyecek hiçbir şey olamayacaktı. Ama duvarların diğer tarafında bekleyecek olan adamların hala ok atabilme ihtimalini düşündüğünden "Kalkan duvarı yapılsın." dedi Zayn. Komutanlar emrini tekrarladığında koç başını tutan adamlar hariç herkes kalkanını kaldırdı ve ışık geçirmez bir duvar oluşturuldu.

"Hadi!" diye bağırmıştı Zayn. "Kapıyı kırın. Hemen kapıyı kırın!"

Koç başı için bırakılan boşlukta yürüyen iri adamlar güçlü elleriyle aynı anda kapıya bir darbe bıraktı. Çok ağır olduğu belliydi ancak kapıyı parçalayabilecek tek güç şu anlık buydu.

İkinci vuruş, üçüncü vuruş... Adamlar her darbede kükrüyordu. Beşinci vuruş... Kapıdan çatırtılar gelmeye başlamıştı. Ama o sırada tıpkı Zayn' in tahmin ettiği gibi duvarın diğer tarafından atılan oklar, başlarının üzerinde onları koruyan kalkanlara saplandığında kimse duruşunu bozmadan beklemeye, Zayn ise saymaya devam etti. Yedi, sekiz...

Bir kez daha oklar kalkanlara saplandı. Ancak bu sefer birisi "Oklar ateşli!" diye çığlık attığında korkunç bir karmaşa çıktı. Herkes yanan kalkanlardan kurtulmaya çalışırken birbirini yakıyor, kaçmayı denerken sadece zarar veriyorlardı.

Neyse ki hala alevli ok saplanmayan kalkanını başının üzerinde tutarken "Daha hızlı vurun!" demişti koç başı tutan adamlara. Vakit kalmamıştı. Eğer bu iş daha uzun sürerse içeri girene dek hiçbir adamı kalmayacaktı. Çünkü duvarın diğer tarafından bir ok yağmuru daha gönderildiğinde kalkansız kalan adamların çoğu yere düşmüştü.

ASHTON

Büyük avluya çıktığında hala hazırlıkların yapılmakta olduğu korkunç bir karmaşanın içinde buldu kendisini. Avluya açılan büyük kapı, diğer taraftan vurulan koç başı yüzünden şiddetle titrerken Ashton kapının daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Her ne kadar piçin canavarı surları yakmış olsa da askerler attığı oklar ile kapının diğer tarafındaki orospu çocuklarına zarar vermeyi başarabiliyordu.

"Ok atmayı sürdürün!" diye bağırdı askerlerin yanına vardığında. Okçuların arkasında, kılıçlarını kavramış bir şekilde bekleyen düzenli birlik kapı kırıldığında içeri girecekler için hazırda duruyordu. Bu beklenmedik baskın aniden gerçekleşse de kaleyi ellerinde tutacak bir güce sahipti. Ve Ashton canavarın bu kaleyi almasına izin vermeyeceğini de biliyordu.

Yanındaki lord kumandana baktı. "İçeri girdikleri anda ok atmaya devam edilecek. Onlara söyle."

"Okçuları kısa bir süre içinde öldürürler prensim."

"Ne olacağını sanıyordun? En azından ölmeden önce birkaç piçi de yanlarında götürebilirler." Hırslı bir nefes bıraktı. "Eğer kaçan birisi olursa onları bizzat prensin sikeceğini de söyle."

Lord kumandan başını onaylar anlamda sallarken kapıdaki çatırtılar büyüdü. Aynı zamanda atılan ateşli oklar yüzünden diğer taraftan gelen çığlık seslerini de duyabiliyordu. Şüphesiz zevk veren bir melodiydi bu.

"Yayları kapıya doğrult!" Lord kumandanın emri ile yaylara takılan yeni oklar kapıya doğrultuldu. Bekleyeceklerdi.

"Yukarıda ejderha dolanıyor." dedi Sör Justin. Sesinin titreyişini engelleyemedi. "Ve ejderhayı engelleyebilecek hiçbir şeye sahip değiliz."

Bu doğruydu. Dev arbalet olan balistalar Buz Kalesi' nde bulunuyordu ve henüz yeterince çoğaltılamadığından -ayrıca bu baskın hiç beklenmiyordu- Kanlı Kale' ye bir tane bile getirilememişti. Sorun değil, diye düşündü Ashton. Hiç sorun değil.

"Orospu çocukları kalenin içindeyken canavarını kullanamaz. Kendi adamlarını yakmak istemez değil mi?"

Zafer uğruna bu bedeli ödeyecek kadar cesur değil.

"Eğer onları yenersek de bizi yakacak."

Ashton hiddetle arkadaşına döndü. "Korku mantıklı düşünmeni engelliyor arkadaşım. Sana onun zaafını söylemiştim! Rhoslyn' in yaşadığına inanırken kaybetse bile burayı ateşe veremez."

Justin gözlerini kapıya çevirdi. İkna olmuşa benzemiyordu ve zaten Ashton' un onu ikna etmek gibi bir derdi de yoktu. Kabzasından tuttuğu kılıcını kınından çekip parlak metali açığa çıkardı ve yere tükürdü. Onu sikecekti.

Son bir vuruşun ardından kapı parçalara ayrılarak açıldığında onlarca adam aynı anda içeri girdi. Ellerinde kalkanlar olsa bile alnının ortasına ya da bacaklarına ok saplanan birçok adam yere düşmüştü. Okçular ne kadar hızlı olursa olsun gelenler tarafından kılıçtan geçirilmesi uzun sürmedi. İşte dövüş şimdi başlıyordu.

Her şey çok kısa bir süre içinde birbirine karıştı. Yüzlerce adam karşısında kılıç sallarken kan ve ölümün kokusunu şimdiden içinde hissetmişti.

"Annem ve Lauren kaleden ayrıldı mı?"

"Evet, yanlarında onları koruyacak yüz adam var. Muhtemelen sorun olmadan Majesteleri' nin yanına varacaklardır."

Güzel, diye düşündü Ashton. Son kez dudaklarını aralamadan önce diğer tarafta duran erkek kardeşine baktı. "Harry' nin yanından ayrılma. Canın pahasına bile olsa onun yanında ol."

"Olacağım."

Justin hızlı adımlarla uzaklaşırken Ashton bir küfür savurdu ve kılıcını kaldırarak öncü birliklerin arasına karıştı. Karşısına çıkan ilk düşmanın yüzüne kılıcını geçirdi. Suratına sıçrayan kan damlalarını umursamadan bir başkasına geçtiğinde adama tekme atıp düşmesine neden olmuş ve düşünce ona da kılıcını geçirmişti. Arkasından saldıran birisine dönme fırsatı yakalayamadan kendi askeri onu öldürdü. Ancak bunu yaptıktan hemen sonra boynunun arkasından bir kılıç fırlamıştı. Ashton askerini öldüren güneyli piçe saldırdı. İşini bitirmek çok da uzun sürmemişti.

Ondan fazla kişiyi öldürdüğünde kısa bir süreliğine kapı tarafına bakma şansı buldu. Hala içeri girmekte olan güneyli askerleri görünce bir küfür savurmuştu istemsizce. Kaç kişiydiler? Bütün bir güneyle mi gelmişlerdi?

İlk umutsuzluk tohumu işte o zaman yüreğine düştü ama tohumun filizlenmesini önemsemeden öldürmeye devam etti. Öldürdü ve daha çok öldürdü. Çevredeki kumandanların emir yağdıran seslerinin neredeyse hiç duyulmamasının sebebi ölmek üzere olan insanların çığlıklarıydı muhtemelen. Ayaklarının altındaki karlı zemin kızıla boyanmış ve sıcak kan, karları erittiği için ayakta durmak daha zor bir hale gelmişti. Yüzüne vuran kanın kokusu ise tüm bunlardan daha korkunç, mide bulandırıcıydı.

Yanından alevler içinde kalmış ve artık bir insana benzemeyen çığlıklar atan kuzeyli askere baktı. Birkaç adım daha ilerlemesine izin vermeden kılıcını ona savurdu ve adamın başını boynundan ayırdı. Yanarak ölmektense hızlı bir ölüm daha iyiydi.

Sırtından bir darbe alıp yere düştüğünde alnını sert bir taş parçasına çarpmıştı. Ani bir göz karartısının ardından gelen baş dönmesi yerde öylece kalmasına neden olduğunda nefesi kesildi ve gözlerini kapatarak korkunç bir şekilde dönen dünyanın durulmasını bekledi. Bazen aralanan gözleri fazla net göremiyordu. Yalnızca ölüm, ateş ve kan... Avlu yanıyor, canavarın gökyüzündeki çığlıklarını duyabiliyordu ancak hayır, ateşi getiren o değildi.

Önüne bir beden düştü. Adamın yüzü, hemen kendi yüzünün önündeydi ve açık kalan o büyük mavi gözlerde tüm bu dehşeti ve korkuyu görmüştü. Gözleri hariç yüzü kandan seçilemiyor, kim olduğu belli değildi.

Kaleyi benden almasına izin veremem, diye düşündü adamın gözlerinin içine bakarken. Burası benim evim. Öylece alamaz. Hayır, izin veremem. İzin veremem.

Dirseğinden destek alarak doğrulduğunda etrafındaki ceset yığınlarıyla karşılaştı. Ya da ceset parçalarıyla. Ayağının hemen yanındaki kopmuş bir kolu gördüğünde yüreği öfkeyle doldu ve kılıcından destek alarak ayağa kalktı.

Yukarıdaki ejderha bir kez daha gürleyince Ashton yüzünü gökyüzüne kaldırdı ve o da büyük bir kükremeyi özgür bıraktı. O hırsla önündeki piçi öldürdü. Birisini daha ve sonra bir başkasını daha... Kılıcı durmaksızın bir et parçasını doğruyordu. Bir kişiyi daha tanrısına kavuşturmuştu ki, ölü bedenlerin ötesinde duran kişiyi gördü: Onu. O da hareket etmeyi keserek kendisine bakarken Ashton' un dudaklarına şeytani bir gülücük yerleşti. Değişmişti, evet. Ama gözlerindeki öfke her zaman olduğu gibi oradaydı ve öfkesi bugün onun sonu olacaktı.

Zayn Malik' in yüzü hiddetle çarpıldığında kanla ışıldayan kılıcını kaldırdı ve koştu. Ashton da ona doğru koştu. İki uzun kılıç birbirine çarptığında kılıcına gelen darbedeki gücü hissetmişti. Güçlüydü, bunu kabul ediyor. Ama Ashton da onun kadar güçlüydü.

İkimizden birisi ölecek ve bu ben olmayacağım piç.

Birbirini itmeye çalışan iki kılıçtan rahatsız edici bir sürtünme sesi çıkarken Ashton onun nefret dolu gözlerinin içine bakmıştı. Gözleri... İnsana benzemiyor. O bir canavardı.

Ashton, kılıcı Cellat' ı geri çektiğinde eğilerek onun kılıcından sıyrıldı ve kıvrak bir hareketle etrafında dönüp Cellat' ı ona doğru savurdu. Piç, darbesini ustaca karşıladığında kılıçların gerçek dansı başlamıştı. Metaller hızla birbirine çarpıyor ve hatayı asla affetmiyorlardı.

Çok uzun bir zaman geçmiş gibiydi onunla. Sanki birazdan güneş doğacaktı ancak karanlık şafaktan fazlasıyla uzaktı. Ve bu dövüş, sonsuz gün doğumlarına yayılacak kadar eşitti.

Bir müddet sonra ikisi de durarak iki adım geri çekildi. Sıcak nefesler buharlar halinde dondurucu soğuğa karışıyordu. Omuzları hızlı inip kalkarken Ashton yüzündeki alaycı tavrın içinde bir yerlere gömüldüğünü hissetti. Bu bir yıkımdı. Ve onun yüzündeki yıkımı da görebiliyordu. Acı içinde, diye düşündü Ashton onu izlerken. Ben neredeyim?

Çok yorulmuştu. Onu adil bir dövüşte öldüremeyeceğinin farkındaydı. Zayn de onu öldüremeyeceğine göre bu nereye kadar sürecekti?

Ayaklarına doğru yuvarlanan bir şey gördüğünde iç güdüsel bir şekilde aşağıya baktı. Harry' nin yaralar içindeki başı, vücudundan ayrılmış bir şekilde oradaydı. Ashton kalbinde daha önce tatmadığı bir duyguyu hissetti. Çok farklı. Kardeşi Harry' e karşı hiçbir zaman bir duygu beslememişti ancak onun kendisine benzeyen zümrüt yeşili ölü gözlerine bakmak, çocukken yaptıkları kartopu savaşlarını hatırlatmıştı. Yüzleri pembenin en koyu halini alana kadar oynar ve sonra içeri girdiklerinde aşçıların yaptığı sıcak yemekleri yerlerdi. Kanlı Kale' nin karmaşık koridorları içinde birbirlerini kovalarken çoğu zaman kız kardeşleri Lauren' a şakalar yaparak onu korkuturlardı. Ama şimdi Harry ölmüştü.

Yüzünü, onun başını tekmeleyerek önüne atan kişiye kaldırdı. Orospu çocuğunun dudaklarında zalim bir gülücük vardı. Tomlinson orospusu. Ve yanında kancalı korsan fahişesi de vardı.

Ashton bir an için Zayn' in varlığını unuttuğunda onlara doğru koştu. Ancak ejderha piçi az önce başına aldığı darbeden daha sert bir darbe bıraktığında Ashton kanlı karların arasına düşmüş ve bu sefer tamamıyla zihninin karanlıklarında kaybolmuştu.

ZAYN

Yerde yatan baygın bedenin üzerine tükürdüğünde kendisini tutamadı ve ona bir tekme attı. Hiçbir tepki gelmemişti.

"Onu en hızlı kadırgaya götür. Herkesten önce Stone Kalesi' ne varacak." dedi Zayn, Kaptan Hook' a doğru. Ardından Louis' e baktı. "Benimle gel."

Louis başını salladığında Zayn ile birlikte kalenin büyük avlusunda ilerlemeye başladı. Önlerine çıkan herkesi uyumlu bir şekilde öldürüyor ve devam ediyorlardı. İnsan parçalarının ve kan göletlerinin arasından geçerek kaleye açılan kapılardan geçtiler. Çok az kalmıştı. Irwin askerlerinin neredeyse çoğu ölmüş, kalenin koruyucusunu ele geçirmişti. Bunlar da bir nevi Kanlı Kale' yi gaspçılardan aldığının göstergesiydi zaten. Geriye yapması gereken tek bir şey kalmıştı.

Kaleye adım attıkları anda önüne çıkan bir adamı kesti ve devam etti.

"Onun yaşadığından emin değiliz."

"Yaşıyor. Yaşadığını biliyorum."

"Zayn-"

"Yaşamak zorunda!" diye bağırdı bir kişiyi daha öldürüp.

"Nerede olduğunu bile bilmiyoruz!"

"Gerekirse her odaya bakacağım."

Zayn bir kişiyi daha keserken başka bir askeri kılıçsız bırakan Louis, adamı boynundan kavrayarak sırtını duvara bastırdı. "Rhoslyn Clifford nerede?"

"Siktir git."

Adama bir yumruk attığında adamın ağzından bir diş fırlayıp yere düşmüştü. "Rhoslyn Clifford nerede?"

"Bilmiyorum! Ben nereden bilebilirim lanet olsun?"

"Düşün." dedi Zayn tehdit dolu bir sesle. "Onu zindana mı attınız?"

"Bilmiyorum! BİLMİYORUM! Kimse bana bir şey söyleme-"

Kılıcıyla adamın boğazına derin bir yarık açarak geri çekildiğinde düşündü. Nerede olabilirdi?

Neredesin?

Louis ile birlikte koşar adımlarla bulundukları koridorun tüm odalarına baktılar ve aynı zamanda karşılarına geçen herkesi kılıçtan geçirdiler. Aynı şey, bir üst katta da olmuştu. Ama Zayn sabırsızdı ve her geçen zamanda umudu biraz daha parçalanıyordu. Louis haklı olabilir miydi? Belki de çoktan ölmüştü.

Hayır, dedi kendisine kızarak. Umutsuzluğa kapılamam.

Üstat olduğunu belirten cüppesiyle karşılarına çıkan yaşlı bir adamı duvarla kendisi arasında sıkıştırdığında Blackfire' nin sivri ucunu adamın boynuna değdirdi.

"Rhoslyn nerede?"

"Ben... Ben. Lütfen. Ben-"

"Konuşsana!" Yaşlı adamın yüzüne vurup yere düşmesine neden olduğunda saç diplerinden gözlerine doğru akan ter damlalarını sildi. İçerisinin çok soğuk olduğu bir gerçekti ancak vücut ısısı anormal bir şekilde artan Zayn yanıyordu.

"Bilmiyorum. Yemin ederim. Merhamet edin. Lütfen. Lütfen!" Adam bir sülük gibi ayaklarına sarıldığında Zayn nefretle onu tekmeleyerek kendinden uzaklaştırdı. Darbelerinin ardından ihtiyarın kuru dudaklarından kanlı bir salya akmıştı.

"Rhoslyn' in nerede olduğunu söyle ve sana merhametimi vereyim." dedi sabırsızca.

"Prens... Prens onun odasına götürülmesini emretti. Gözlerimle gördüm. Muhafız onu sürükledi. Ağlıyordu."

"Odası nerede?"

"İki üst katta Majesteleri. Yalvarırım hayatımı bağışlayın."

Bağışlanacak bir şey yoktu ve Zayn ona Blackfire' la hakettiği merhameti hızlı bir ölümle verdi.

Merdiven basamaklarını ikişer adımlarla çıkarken bacaklarındaki her bir kasın sızladığını hissetti. Sanki yaralıydı. Ama acının nereden geldiğini anlayamıyordu.

Çıktıkları koridoru da sorunsuz bir şekilde aşıp bir üst kata giden merdivenleri de tırmandığı sırada yaşadığı tüm bu duygular bedenine çok ağır gelmiş, heyecandan iki büklüm olup neredeyse kusacakken hiçbir şey olmayan midesinden sadece bir öğürtü sesi çıkmıştı.

Nefes almayı denerken duvara tutundu. Kasılan karnı hareket edemez bir hale gelmesine neden olunca Louis de durmak zorunda kalıp kolunu arkadaşının omuzlarına sardı.

"Al şunu." Kemerinde asılı duran deri bir matarayı alıp ona uzattığında Zayn matarayı kaptığı gibi tıpasını dişleriyle çıkardı ve sert Tomlinson şarabının boğazında akmasına izin verdi. Şimdi daha iyi hissediyordu. En azından bedenini saran acı uyuşmuştu.

"Az kaldı kardeşim. Onu buradan alıp çıkacağız."

Zayn başını sallayarak matarayı ona geri verdi ve çok daha güçlü bir şekilde doğruldu. Sadece birkaç adım daha ilerledikten sonra ona kavuşacak ve bir daha kimse Rhoslyn' i kendisinden ayıramayacaktı. Hiç kimse.

Merdivenlerin sonunda bekleyen bir muhafız kılıcını kaldırdığında Louis onunla bir dövüşe başladı. Zayn ise karşısındaki bu uzun koridora bakarak onun nerede olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu.

"Rhoslyn!" İlerledi. Yanından geçtiği bir kapıyı açmaya çalıştı ancak kilitliydi.

Hepsi kilitliydi.

"Rhoslyn!" Her kapıya yumruklarını indirirken onun adını haykırıyordu. Durmadan ve hiç durmadan.

Yaşlı adamın kendisine yalan söylediğini, onun burada olmadığını anlamıştı ki titrek ve güçsüz bir ses işitti. O ses buradayım, diyordu. Arka çaprazındaki kapıya dehşet içinde döndüğünde kapının karşısına geçti ve kilitli olduğunu bilmesine rağmen kapıyı açmaya çalıştı. İşe yaramayacak. Kılıcının sivri ucuyla kilit bölgesine şiddetli vuruşlar bıraktı ancak değişen hiçbir şey yoktu.

Onun hıçkırıklarını duyduğunda kapıya bir yumruk daha savurup geri geçildi ve hızla koşup büyük bir güçle omzunu kapıya çarptı. Bunu o kadar çok yaptı ki, bir müddet sonra omzu acıdan uyuşmuştu.

Olmuyor!

Sırtını kapıya dönerek karşısındaki soğuk duvara alnını bastırırken düşünemiyor, aklına hiçbir şey gelmiyordu. Ve hiç iyi değildi. Dolmuş gözleri her yanı bulanık görmesine neden olduğunda derin nefesler alarak sakin kalmaya çalıştı. Sakin olmazsa başarısız olacağını biliyordu.

"Zayn." Louis, omzundan tutarak Zayn' i kendisine çevirmişti. Yüzünde az önce oluşmuş derin bir yarık vardı ve oradan sızan kan yüzünün her yanını kızıla boyamıştı.

"Kapı açılmıyor." dedi çaresizce. "Orada. İçerde ama sikik kapı açılmıyor. Daha fazla ne yapabilirim? Söyle, ne yapayım?" Sırtını bir kez daha duvara yasladı. "Nefes alamıyorum."

Louis endişeli gözlerle arkadaşına baktıktan sonra arkasını döndü ve kapı koluna doğru birkaç tekme savurdu. Onun nefret dolu küfürlerini duyabiliyordu. Hiç pes etmeden kapıyı uzunca bir süre açmayı denemiş ve onun bu çırpınışlarını izlemek ise Zayn' i kendisine getirmişti.

Ne hakla pes edip kenarda otururdu? Ben ejderhayım, diye hatırlattı kendisine tekrar. Ve ejderha önüne çıkan her engeli yakar.

Demir kilitlere sahip olmasına rağmen çoğu bölgesi kalın bir ahşap tabakasından oluşmuş kapıya baktığında yürüdü ve kapının yanında duvara asılı olan meşaleyi aldı.

"Uzaklaş."

Louis gerileyince meşaledeki alevleri kapıya doğru uzattı. Sabrı tükeniyordu ve tahtanın tutuşmasını beklemek sadece bir işkence haline gelmişti. Ama sonunda meşale alevlerini bu lanet kapıya bulaştırdığında Zayn de gerileyip ateşi Louis' in eline tutuşturdu.

Tekrar kılıcını kaldırmıştı. Kapının kilitli bölgesine Blackfire' yı şiddetle savururken her vuruşunun ardından kapıdaki ahşabın çatlakları yayılıyordu. Ve son bir vuruşun ardından ateşler içindeki kapı arkaya doğru bir duvar gibi yıkıldı.

İçeriye bir adım attığında sanki her zaman nerede olduğunu biliyormuş gibi Rhoslyn' in oturduğu yere doğruca baktı. Ona koşmadan önce sadece yaşlı gözlerini görebilmişti. Titreyen parmaklarındaki kılıcını yere bırakınca dizlerinin üzerine çöktü ve onu kollarının arasına aldı. Çok zayıf, çok kırılgandı. Ama kokusu hiç değişmemişti.

"Güzelim." diye fısıldadı onun kokusuyla büyülenirken.

Şiddetli hıçkırıkların ve acı iniltilerin esiri olan kollarındaki bedenin, Zayn' i sıkıca sarmalarken söylediği ilk şey "Bebeğimizi öldürdüler." demek olmuştu. Bir kez daha dudaklarından bir inilti koptu. "Bebeğimizi öldürdüler. Bebeğimiz..."

"Bir kez daha bizden birisini alamayacaklar." Ona bakabilmek için uzaklaştı ve solgun yüzünü ellerinin arasına aldı. "Bir kez daha seni benden alamayacaklar." Dudaklarını öptü. Yanaklarını, alnını, çenesini, boynunu, ellerini... Kimse ondan bunları alamayacak, hatta cesaret bile edemeyecekti.

Tekrar ellerini onun yanaklarına yerleştirip bakmayı özlediği gökyüzü kadar mavi olan gözlerine baktı. Yazık ki, gözlerindeki o masum bakışlar da kaybolmuştu. Altın sarısı saçları gibi. Beline dek uzayan, hayran olduğu altın saçları şimdi omuzlarına bile değmiyordu. Ona ne yapmışlardı böyle?

"Buradan çıkmamız lazım. Hadi."

Ayağa kalkacağı sırada "Bacağım." demişti Rhoslyn. O ana kadar bacağına saplanan bir hançeri fark etmemişti. Gözleri dolduğunda yine bir el kalbini sıktı. Çok canı çok yanıyor olmalıydı ve dayanamadığı şey de buydu. Kendisinin dokunmaya bile çekindiği bir şeye düşünmeden zarar verebiliyorlardı.

Bir miktar sönen öfkesi şimdi tekrar göğsünde çarpıyordu ancak bunu ona yansıtmamaya çalışarak kasılan vücudunu olmayan kapıya döndürdü.

"Louis!"

Louis içeri girdi ve gördüğü manzara ile dehşete düşerek olduğu yerde durdu. Durmak için vakit yoktu ne yazık ki. Sabırsız bir şekilde "Şarabı ver." dediğinde Louis afallamış tavırlarla deri matarasını Zayn' e fırlattı.

Tekrar Rhoslyn' e döndüğünde yaptığı ilk şey kızın beyaz elbisesinin uzun eteğine uzanıp onu ikiye ayırmak oldu. Pürüzsüz bacakları açığa çıktığı an onları tekrar yalnız bırakan Louis muhtemelen hemen dışarda beklemeye karar vermişti.

Hançer düşündüğünden daha da derinlerdeydi. Gözlerini hançerden ayırmadan ikiye ayrılmış eteğin uçlarından tuttu ve uzun şeritler halinde üç parça kopardı. Ardından Rhoslyn' in endişeli gözlerine bakarak yüzünü buruşturmuştu.

"Acıyacak."

"Dayanabilirim." Başını hızla aşağı yukarı sallarken gözyaşları hala durmaksızın akıyordu. "Yap hadi."

Hançerin kabzasından tuttuğu anda dudaklarını birbirine bastıran Rhoslyn, gözlerini kapayıp başını arkasındaki duvara yasladı. Beklemenin sadece acı vereceğini bilen Zayn, kabzayı hızla yukarı çekti ve hançeri bacağından çıkardı. Şimdiki çığlığından daha korkuncu, tıpasını açtıgı mataranın içindeki şarabı yaranın üzerine boşalttığında attığı çığlıktı.

Şimdi bacağı bir nebze de olsa daha temiz olduğunda az önce kopardığı kumaş parçalarından birisini Rhoslyn' in bacağına sardı.

Bu sırada "Zayn!" diye bağırmıştı dışarıdaki Louis. "Birileri geliyor. Fazlalar."

Omzunun üzerinden telaşla kapıya baktı, sonra tekrar Rhoslyn' e. Her ne kadar onu yalnız bırakmak istemese de öldükten sonra hiçbir şeyin anlamı olmayacaktı. Bir şekilde buradan çıkmaları gerekiyordu.

Kalan iki kumaş parçasını onun ellerine tutuşturdu. "Yarayı sıkıca sar."

"Gitme."

İleri uzanıp onun dudaklarını tekrar öptü. "Az kaldı. Sadece biraz daha bekle." dedi ve yanında duran kılıcını da alarak ayağa kalktı. Dışarı çıktığı an, koridorun sonundaki merdivenlerden çıkan beş Irwin askerini görmüştü. Endişelenmiyordu. Çünkü şu an öyle güçlüydü ki, bu beş adamla tek başına bile baş edebilirdi.

Blackfire' yı nefretle kaldırıp kendisine doğru koşan piçleri bekledi. Ve bir tanesinin, kendisine tam olarak yaklaşmasına izin vermeden kafasını uçurdu. Diğerinin kılıcını karşılaşıp aynı zamanda diğer taraftan gelen bir başka kılıç darbesini daha önledi. Louis, bir piçin işini çoktan bitirmişti.

Louis ile sırt sırtayken kalan üç asker etraflarını sardı ve hiç durmaksızın kanlı metaller bir şarkıya başladı. Tek gözü olmayan adamın kılıç tutan bileğini sertçe kavrayıp hareket etmesini engellerken onun yanındaki suratı sivilcelerle dolu genç piçin yüzüne doğru savurduğu kılıcı Blackfire ile engelledi ve bu sırada bileğini tutan tek göz, boştaki eliyle Zayn' e yumruk attı. Bu güçlü yumruğun kendisini yıkmasına izin vermeden önündeki genç çocuğun göğsüne bir tekme atarak yere düşmesini sağladı. Ondan kazandığı vakitle kılıcının sivri ucunu tek gözün kalbine saplamıştı.

Hemen arkasındaki Louis' in acı iniltisini duyduğunda ona yardım etmek istemişti ancak arkasına dönmenin büyük bir hata olacağını bildiği için bunu yapamadı. Yapmasına da gerek kalmamıştı zaten. Louis' in kükreyişinin ardından düşmanın ölüm çığlığını duymak, onun yardıma ihtiyacı olmadığını çoktan kanıtlamıştı.

Şimdi geriye sadece sivilceli genç çocuk kalmıştı. Henüz on altısında bile olmadığına emindi ve gençliğinin verdiği toyluk, yüzündeki korkunun kolayca okunmasına neden oluyordu. Nefes nefese karşısındaki bu iki yetenekli kılıç ustasına baktı ve pes edercesine kılıcını indirdi. Arkasını dönüp koşarak geldiği yöne ilerlerken Zayn onu umursamadan tekrar odaya girdi. Kılıcını kınına sokup Rhoslyn' in yanına diz çöktü ve yaranın üzerinde bağlı olan kumaşların sıkılığını kontrol etti.

"Yaralanmışsın."

İnce parmaklarını Zayn' in karnına değdirdiğinde Zayn de elini oraya götürdü ve ıslak kan eline doldu. Fark etmemişti. Hatta hala bir acı hissetmiyordu.

"Küçük bir sıyrık sadece."

Kuzey soğuktu. Giyilecek iyi bir zırhın, savaşmadan insanı öldürebileceği kadar soğuk. Bu yüzden üzerinde yünlü deriden yapılma kalın bir koruma vardı ancak zırh kadar işlevli değildi.

Rhoslyn' in kana bulanmış ellerini oradan çektiğinde "Gidiyoruz." demişti Zayn. Sonunda gidiyoruz.

Omuzlarından sarkan pelerinini çıkarıp neredeyse çıplak olan Rhoslyn' i pelerinle sarmaladığında onu kucaklayıp hiç zorlanmadan ayağa kalktı ve boynuna sarılan kollar kendisini daha güçlü hissetmesine neden oldu. Ancak içindeki öfkesinin birazı bile sönmemişti. Hala gerçek bir intikam aldığı söylenemezdi ve intikamını almadan da burayı asla terk etmeyecekti.

Odadan çıktılar. Kollarındaki Rhoslyn ile birlikte koridorda güçlü adımlarla yürürken Louis hemen arkalarındaydı. Merdiven basamaklarını inip buradaki uzun koridoru da hiçbir sorun olmadan aştılar. Bir alt koridorda karşıdan gelen bir Irwin askeri göründüğünde Louis, Zayn ve Rhoslyn' in önüne geçerek adamı kılıcıyla karşıladı. Yetenekliydi. Onu öldürmesi sadece birkaç nefes alımı kadar sürmüştü.

Çıkış kapısına yaklaştıkları her adımda çığlıkların sesleri büyüyordu. Ve sonunda kaleden çıktıklarında avlu boyunca neredeyse her yana yayılmış cesetler gözler önüne serilmişti. Surların üzeri hala yanıyor, adamları düşmanı öldürmeye devam ediyor ve mutlak zafere doğru kesin adımlarla yürüyorlardı.

Durduğunda Louis de durdu ve ne yapacağını bilemez bir şekilde kralına baktı. Zayn kendinden ve dostundan oldukça emindi.

"Kılıcını kınına sok." dedi ona. Louis emri sorgulamadan kılıcını kınına soktu. Ancak Zayn, Rhoslyn' i hiç düşünmeden Louis' in kollarına bıraktığında işte o zaman Louis şaşırmış ve hatta biraz telaşlanmıştı.

"Onu Jolly Roger' a götür. Yanına birkaç kişiyi daha al ve gördüğün herkese geri çekilmelerini söyle."

Rhoslyn, Louis' ten daha da telaşlıydı. "Nereye gidiyorsun? Beni bırakma Zayn! Lütfen, beni tekrar bırakma. Yanımda kal."

Kızın yüzüne düşen altın saçları kulağının arkasına sıkıştırıp onları okşadı. Ona merhametle baktığını düşünüyordu ancak Zayn' in yüzünde hiçbir duyguya ait bir eser bulanamazdı.

Rhoslyn' in acı dolu yüzündeki gözlerini dostunun kendisi kadar güçlü olan gözlerine kaldırdı.

"Onu koruyacağına söz ver."

"Söz veriyorum."

Bir eli Rhoslyn' in saçlarındayken diğerini Louis' in kanlı yanağına yerleştirdi.

"Benim kardeşimsin. Bunu sakın unutma."

İlk kez samimiyetle söylediği bu sözcükler dostunun gözlerini doldurdu ve dudaklarında buruk bir tebessümün oluşmasını sağladı. Elbette samimiydi. Kollarına Rhoslyn' i verdiğinde herkes bunu anlardı.

Son kez Rhoslyn' in alnına bir öpücük kondurdu ve Blackfire' yı kınından çektikten sonra arkasına döndü.

"Geri çekilin!" diye bağırmıştı koşmaya başladığında. "GERİ ÇEKİLİN! KADIRGALARA DÖNÜN!"

Koştu, önüne çıkan herkesi kılıcından geçirdi. Koştuğu her an, dudaklarından dökülen sözcükler aynıydı. Geri çekilin... Geri çekilin.

Avluyu aşıp kalenin parçalanmış kapılarının üzerinden atladı ve surun çevresinden dolanarak orman tarafına doğru ilerledi. Öyle çok ilerledi ki, bulunduğu yerde tek başınaydı. Ama istediği yere ulaşmıştı. Ağaçların arasındaki bir düzlükte koşmayı bıraktığında yüzünü gökyüzüne kaldırarak bekledi. Sadece biraz daha bekledi ve kara bulutların arasından çıkan ejderhası toprağın şiddetle sarsılmasına neden olacak şekilde yere kondu.

Çıkıntılı derisinin yardımıyla ustaca tırmanıp Anghrist' in üzerindeki yerini aldı ve önündeki iki sivri çıkıntıya tutunarak oturuşunu sağlamlaştırdı.

Devasa kanatlarını iki yana açan ejderhanın ayakları birkaç kanat çırpışında yerden kesildi ve hiç vakit kaybetmeden gökyüzüne doğru havalandı. Soğuk kış bulutlarının arasına karıştıklarında dairesel uçuşlarla buradan uzaklaştılar. Alçaldığında Kaptan Hook' un kadırgalarını görmüştü. Emrettiği gibi geri çekilen askerleri ya denize doğru yürüyor ya da çoktan denize ulaşmış olanlar sandallarla kadırgalarına geri dönüyorlardı.

Anghrist bir kükremeyi özgür bıraktığında aşağıdaki adamların kılıçlarını kaldırarak zafer çığlıkları attığını duydu.

Kumsalı geçip Kanlı Kasaba' ya doğru ilerledi. Kasaba boştu. Günler öncesinden kaçanlardan sonra ejderhanın seslerini duyan insanlar da çoktan gitmiş, Zayn bunu kendi gözleriyle görmüştü. Kalenin avlusunda sadece kıpırtısız yatan bedenler ve geri çekilenlerin peşinden gidemeyecek kadar zayıf düşmüş olan hainler vardı. Tekrar bulutlara doğru yükseldi. Her şey gözlerinin önünden bir kez daha geçiyordu. Rhoslyn' i gördüğü ilk gün, kuzeye geri döndüğü gün, Ashton' dan aldığı mektuptan bebeklerinin öldürüldüğü haberini aldığı ve hemen ardından tahtının gasp edildiği gün... Soğuk çamurların içinde uyumuş, aç kalmış, kabuslar ve kayıplarla nefes almaya devam etmişti. Ve şimdi burada, hiç olmadığı kadar güçlüydü.

Kim ejderhaya tekrar baş kaldırabilirdi?

Kimse bana merhamet göstermedi, diye düşündü. Benim bebeğim öldürülürken de merhamet gösterilmedi. Ben de göstermeyeceğim.

Alçaldı. Nefreti bedeninden taştığında artık durdurulamazdı. "Hepsini yak." diye fısıldadı Zayn.

Ardından daha güçlü bir şekilde haykırdı.

"HEPSİNİ YAK!"

RHOSLYN

Alnına kondurulan son öpücüğün ardından onun tekrar gidişini izlerken gözyaşlarını durduramıyordu. Öyle derin bir korkunun içindeydi ki, gittiğinde sanki bir daha geri dönmeyecekti.

Kollarında olduğu Louis aklındakileri okumuş gibi "Geri dönecek." demişti ona. "Korkma."

Nasıl korkmazdı? Her an karşılarına Ashton' un çıkabileceğini düşünürken hala bir rüyadaymış gibi hissediyordu. Delirmişti belki de. Ashton zihnini öyle küçük parçalara ayırmıştı ki, sadece kurtulduğunu sanıyordu.

Louis yürümeye başladığında -ki yaralı bacağıyla biraz zorlanıyordu- beş ejderha askerine onlara eşlik etmelerini söyledi. Aynı zamanda herkese geri çekilme emrini de veriyordu. Onun ardından tüm adamlar bu emri tekrarladı. Yaptıkları işi tamamlayanlar emre uyarak doğruca çıkışa doğru yöneldiler. Ama bazı Irwin askerleri peşlerinden gidiyor, aldıkları bu ağır yenilgiyi umursamadan ölümüne savaşmaya devam ediyorlardı. Bunlardan bazıları ansızın Louis ve beş askerin çevresini de sardığında Rhoslyn onlara bakmıştı. Dokuz kişiydiler.

İçlerinden birisi "Kadını bırakın." dedi.

"Leydi Rhoslyn bizimle gelecek."

"Buradan ayrılması için hepimizi öldürmen gerekiyor."

Louis derin bir iç çekti. Olduğundan daha sakin görünüyordu. "Gaspçının oğlu artık bizim esirimiz. Onun size ne emir verdiğinin bir önemi yok. Yolumuzdan çekilin yoksa buna pişman olacaksınız."

Gaspçının oğlu... Ne? Düşündüğü doğru olabilir miydi? Aklı daha da karışmıştı. Ashton gözünde öyle güçlü ve acımasızdı ki, onun yenilebileceği ihtimalini veremiyordu.

"Bu son uyarımız. Kadını derhal bırakın."

Louis yüzünü eğip kollarındaki leydinin endişeli gözlerine baktığında onu sarsmamaya çalışarak birkaç adım arkaya, yere, bıraktı. Tekrar doğrulmadan önce belindeki hançeri kınından çıkararak Rhoslyn' in soğuk ellerine tutuşturmuştu.

Ardından arkasını döndü ve kılıcını çekip duruşunu aldı. Metal, üzerindeki kan yüzünden siyaha bürünmüş, şimdi yeniden kanla ıslanacaktı.

Altı adam, Rhoslyn uğruna kılıçlarını düşmana salladığında korkunç bir dövüş de başlamış oldu. Öyle hızlı ve ölümcüldü ki, takip etmek zor, yorucuydu. Çevresine bakınmıştı tekrar. Avluda neredeyse sadece ölüler kalmıştı ve onlara yardım edecek birileri yoktu. Geriye kalanlar da düşmanla kendi savaşlarını vererek hayatta kalmaya çalışıyordu. Buradan çıkamayacağım, diye düşündü panikle. Zayn onu bir kez daha yalnız bırakmıştı ve Ashton' a sadık olan bu adamlar onu öldürecekti. Belki tecavüz ettikten sonra.

Bir çığlık duyduğunda dikkatini tekrar önündeki karmaşaya verdi. Ejderha askerlerinden birisi yere yığılarak son nefesini vermişti ancak onu öldüren adam delirmiş bir şekilde kılıcını durmaksızın ölen adama saplıyordu. Aynı zamanda Louis de karşısındaki öldürmüş ve bir başka adama kılıcını savurmuştu. Rhoslyn elinde sıkıca tuttuğu hançere baktı. Öyle sıkı tutuyordu ki, kan lekeleriyle dolu avcunda kabzanın derin izleri oluşmuştu. Buna rağmen daha sıkı tuttu ve bacağındaki yaranın verdiği inanılmaz acı dolu sızıyı düşünmemeye çalıştı.

Bir Irwin askeri daha öldü. Sonra bir ejderha, sonra bir başkası... Her şeyin hızlı olması, başının şiddetli dönüşünün de eklenmesiyle birlikte olanları takip etmekte güçlük çekmesini sağlıyordu.

Ancak en sonunda geriye soluk soluğa olan Louis ve karşısında iki asker kalmıştı. Üçünün de göğsü hızla inip kalkarken dikkatli gözlerle birbirlerini inceliyor ve ilk atağı birinden bekliyordu. Hareketsizlik uzayıp giderken soldaki Irwin askeri bir küfür savurarak Louis' e saldırdı. Diğeri ise bu ikili mücadeleyi umursamadan çevrelerinde dolaşmış ve Rhoslyn' e doğru ilerlemişti.

"Yaklaşma!" diye bağırıp aynı zamanda tek elinin yardımıyla kendisini geriye ittiriyor, diğer elindeki hançeri adama doğrultuyordu.

"Yaklaşma! Uzak dur." Asker kibirli bir şekilde gülümseyip hemen orada Rhoslyn' i öldürmek yerine -muhtemelen erkeklik gururunu tatmin etmek istemişti- yaralı bacağına bir tekme atmıştı. Dudaklarının arasından bir haykırış yükselirken duyduğu acı, gözyaşlarını tekrar akıtmış ama hançeri ona doğru tutmaya devam etmişti. Pes edemem. Kurtuluşa bu kadar yaklaşabilmişken ölmeyecek ve elinden geleni yapacaktı.

Louis' in iniltisini duydu. Neler olduğunu anlayamadan Rhoslyn' e vuran adam da yere düşmüştü. Tıpkı, az önce Louis' le kılıçlarını dans ettiren adam gibi. İkisi de yerde yatıyordu. Fakat Louis' in de pek iyi olduğu söylenemezdi. Kılıçsız eliyle karnını tutarken Rhoslyn oradaki parmakların arasından sızan kanı görebiliyordu.

"Louis-"

"İyiyim." dedi nefesi kesilerek. "Buradan hemen çıkmalıyız Rhoslyn. Seni çıkarmalıyım."

Kılıcını kınına sokmadan diz çöktü ve Rhoslyn' i tekrar kollarına almak için uzandı.

"Bu halde beni taşıyamazsın. Yardım et, yürüyebilirim."

"Vakit yok. Ejderha..." Öksürdüğünde dudaklarından kan damlaları fırladı. "Ejderha-"

"LOUIS!"

Az önce yere düşen adam son kez dizlerinin üzerinde doğrulup kılıcını Louis' in sırtına geçirdiğinde her şey için çok geçti. Adam derin bir nefes bıraktı ve tekrar yere düştüğünde bu onun son nefesi oldu.

Sırtından girip karnından çıkan kılıca şaşkınca bakan Louis, ardından gözlerini Rhoslyn' e kaldırmış ve ağzından yine kan akmıştı. Leydinin kollarına doğru kendisini bırakırken Rhoslyn bir anne gibi ona sarıldı. Değer verdiği bir kişiyi daha kaybettiğini bilmek -ve kendisi yüzünden- hıçkırıklara boğulmasına neden oluyordu. Adil değil, diye düşündü. Hiç adil değil.

"Seni. Götürmeliydim."

Onun titreyen dudaklarına ve gözyaşlarıyla dolmuş mavi gözlerine baktı. "Önemli değil." demişti hızlıca. "Biri bizi buradan çıkarır. İyileşceksin."

"Hayır." Louis yüzünü buruşturduğunda sağ gözünden bir damla süzüldü, gözyaşı kan ve terden ıslanmış saçlarına doğru bir yol izledi. "Yapamadım. Ona... Söyle. Zayn' e. Elimden geleni yaptım." Yine kanlı bir öksürük bırakırken ağlıyordu. "Elimden geleni yaptım. Onun için. Onun..."

Gözlerindeki ışık sönüp yüzündeki acı titreyiş son bulduğunda Rhoslyn keder dolu bir çığlık atarak arkadaşına sıkıca sarılmıştı. Hiçbir şey hayal değil, her şey ölüm kadar gerçekti. Ve o başaramamıştı.

Ona sarılır bir haldeyken öyle çok ağladı ki, ondan zorla ayırıldığını ve başka bir adamın kollarındayken kumsala doğru ilerlediğini fark edemedi. Adam çok hızlı koşuyordu, sanki bir şeyden kaçar gibi. Kumsala vardıklarında bunun sebebini kendi gözleriyle gördü. Gökyüzünü şimşekleri andıran kükremesiyle delen Anghrist, alevlerini, yüzyılların acısının duvarlarına bulaştığı Kanlı Kale' ye üflediğinde herkesin neden ölümden kaçarmış gibi koştuğunu o an anlamıştı.


Otuz beş bölüm sonra tekrar buluşan bir hikaye çiftini daha önce hiç yazmamıştım xhvwuxbqj

Bekletmeyi hiç sevmiyorum ama haftalardır bu bölüm için uğraşıyorum ve anca bugüne tamamlayabildim

Umarım beğenmişsinizdir ❤

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

238K 9K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
293K 27.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
58.2K 2.7K 24
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
betty بواسطة ︎ ︎

قصص الهواة

2.4M 210K 33
Ama New York'a geldiğimden beri bir kokusu var. for vanilla baby