fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

LXV| towards the tear river

1.9K 195 159
By carmenfkahlo

ASHTON

Buz Kalesi' nin soğuk koridorları arasında kararlı ve cesur adımlarla yürürken yanından geçtiği muhafızların selamını umursamadan devam ediyordu. Hemen ardındaki Sör Justin Bieber' la birlikte iki kat daha tırmandı ve sonrasında karşısına çıkan büyük kapıları ittirerek içeri girdi.

Soğuk toprakların kralı Jarah Irwin, geniş masanın başında oturuyor ve konseyinin adamlarıyla birlikte tartışmalar yapıyordu. Oğlunu da bu toplantılara çağırmıştı çünkü Ashton biliyordu ki, topraklarında henüz çok kan dökülecekti.

Bizzat babasının çağrısıyla günler önce Kanlı Kale' den yola çıkmış ve henüz şimdi kralının yanına varabilmişti. Hiç dinlenme gereği duymadan buraya gelip babasına ve lordlara selamını vererek kralın hemen yanına oturdu.

"Mektubu göster." dedi kral.

Ashton ceketinin derinliklerinde saklı olan kağıt parçasını çıkararak babasına verdi ve Kral Irwin gözle görülür bir sabırsızlıkla kağıdı açtı. Yazılardaki gözleri fazlasıyla hareketliyken masanın çevresinde oturan adamlar da onun kadar heyecanlıydı.

"Gerçekten de Ragnar Lothbrok öldü mü?" diye sordu Kral Eli Lord Jeremy Bieber. "Bu mümkün olabilir mi?"

"Ya bu da bir hileyse? Ordumuz bir büyük darbeyi daha kaldıramaz Majesteleri." Lord Kumandan' ın gür sesi bir bıçak kadar keskin ve geçmişteki başarısızlığı yüze vurur nitelikteydi. Ashton nefretle adamın buruşuk suratına baktı.

"Sessizlik." dedi kral. Parmakları arasındaki kağıdı sertçe masaya bıraktı. "Bu mektubu her kim yazdıysa Ragnar' ı, Ragnar oğlu Bjorn' un öldürdüğünü söylüyor. Bjorn' un zayıflıklarından da bahşedilmiş. Bu bir hile olsaydı zayıflıklardan bahsedilmezdi."

Jarah Irwin düşünceli bir şekilde sakalına dokunduğunda "Ne yapmayı düşünüyorsunuz Majesteleri?" diye sormuştu Ashton. Herkes gibi o da Viking sorununu artık kökünden kazımak istiyordu.

"Birkaç gün içerisinde Vikinglerin tamamını ortadan kaldırmak zorundayız. Güneyden daha büyük bir tehlike geliyor ve bu ağır kış şartları altında iç sorunlarımızla da uğraşacak kadar güçlü değiliz."

Güneyden gelen tehlike mi? Ashton şaşkınlığını belli etmemek için yüzünü kontrol altına almaya çalıştı. Zayn Malik' in yaşadığını biliyordu ancak... Yoksa?

"Günlerdir yolculukta olduğum için son olaylardan haberim yok Majesteleri. Beni de aydınlatır mısınız?"

Kral delici yeşil gözlerini oğluna çevirdi. Ashton o irislerin içindeki iğrentiyi görebiliyordu.

"Aşağıladığın Zayn Malik yürüdü ve ejderhasıyla birlikte tahtını geri aldı."

"Canavarların hepsi öldürüldü!" diye bağırdı hiddetle. Sakin olmalıyım, dedi kendisine. Burada olmaz. Burada olmaz!

"Hepsi öldürülmemiş anlaşılan. Yaşayan tek canavara sahip ve şimdi buraya doğru geliyor. Üstelik Shawn Mendes ile birlikte!"

Ashton duyduklarına inanamıyordu. Babasının son kelimeleri aklını adeta uyuşturmuş, bir süreliğine konuşma yetisini kaybetmişti. "Yumuşak Prens öldü." diye bir fısıltı yükseldi dudaklarından. Salonda ölümcül bir sessizlik vardı.

"Evet, Yumuşak Prens öldü ve buraya gelen adama artık Kara Kurt diyorlar. Sikik orospu çocuğu." Masadaki kadehine uzanıp büyük yudumlarla şarabını içen kral konuşmasını sürdürdü. "Buraya geldiğinde onu güzelce karşılayacağım. Öyle ki, Mendes soyu tamamen tarihe karışacak."

"Konusu geçmişken Kızıl Ordu' dan olumlu bir yanıt geldi Majesteleri." dedi Lord Kumandan. "Belirlediğimiz ücreti kabul ettiler ve yakın zamanda buraya gelmek için yola çıkacaklar."

Kızıl Ordu. Yellowland' in topraklarında kurulan, paralı askerlerden oluşmuş bir orduydu. Her ne kadar paralı askerlere asla güvenilmemesi gerektiği bilinse de Kızıl Ordu için bu kural geçerli değildi. Onlar, sadakatleriyle ve ucunda ölüm dahi olsa taraf değiştirmemeleriyle ünlüydü. Tabi böyle bir orduya ödenecek bedel de çok ağır olmalıydı.

"Güzel. Kendi kuvvetlerimizle önce Vikingleri yok edeceğiz. Altın Ordu güneyli piçleri halledebilecek kadar güçlü."

"Ya ejderha, Majesteleri?" diye sordu Jeremy Bieber. "Yukarıdan gelecek ateşte her adam yanar."

"Ejderha arbaletlerinin çoğaltılması istiyorum. Her şeyden önce canavarın öldürülmesi bize mutlak zaferi getirir."

Ashton' un aklında beliren fikir dudaklarına sinsi bir gülücük yerleştirdiğinde konuşmadan önce biraz şarap içmişti.

"Güney kralının neden buraya geldiği çok açık değil mi?" dedi alay ederek. "Ona Rhoslyn Clifford' un başını gönderelim. Belki sikmek isterse diye götünü de gönderebiliriz."

Adamların hiçbirinin suratında bu fikri destekler bir bakış göremedi. Hatta babası kaşlarını çatarak yumruğunu sıkmıştı.

"Aptal olma!" diye bağırdı herkesin içinde. "Fahişen yaşarsa bize sağlayabileceği yararları düşünebiliyor musun? Onu istediğimiz gibi kullanabiliriz. Zayn Malik' in tek zaafı o... Hala karının içine bir bebek bırakamaman da dikkat çekici doğrusu."

Masanın diğer tarafında oturan defterdarın belli belirsiz kıkırtısını duyduğunda göğsünde bir sıcaklık hissetti ve oturduğu sandalyesinin kolunu eliyle sıktı. Bu meselenin açılmasından nefret ediyordu. Her şeyi yapmıştı. Her şeyi. Ancak fahişenin içine bir bebek koymak imkansızdı. Güneyli piçi onu sikip hamile bırakabilmişken Ashton neden bunu yapamıyordu?

Aptal fahişe. Hamile kalmamak için büyülerle uğraştığına eminim.

Ondan bir kez daha nefret etti. Zaten hiçbir zaman sevmemişti onu. Sadece bir hırstı. Zayn Malik ona meydan okumuş ve Ashton da Rhoslyn' i alabileceğini piçe göstermişti. Şimdi ise bacakları arasındaki delik dışında bir hiçti Clifford sürtüğü. Her geçen gün daha büyük bir gerizekalıya dönüşüyordu ve Ashton onun tepkisizliğinden sıkılmış, birçok kez işi bittiği için onu öldürmeyi aklından geçirmişti. İlk kez bu fikri az önce dışarı vurmuştu ve görünüşe göre onu öldürmesi şu anlık doğru olmazdı.

Kral babası Vikingler ile ilgili olan stratejilerini uzun bir süre odadaki herkesle tartıştı. Karar verildiğindeyse hemen hazırlıklar başlamıştı. Silahlanma ve ordunun tam olarak toparlanabilmesi yaklaşık üç hafta sürdü. Normal bir durumda bu sürecin çok daha uzaması gerekirdi ancak Kral Irwin, Bjorn' un küçük bir kışkırtma ile kolayca kontrolünü kaybedeceğini bildiği için detaylı bir hazırlığa gerek duymamıştı.

Kışkırtma oldukça basitti. Sayıları arttığı için Beyaz Kale' nin altında kalan kasabaya yerleşen Viking insanlarına gece yarısı baskın yapılmıştı ve bu baskında çocuk ya da kadın demeden hepsini kılıçtan geçirmişlerdi.

Prens Ashton kızıl aygırının üzerindeyken şarabını yudumluyor ve karşısındaki alevler içinde kalan kasabayı izliyordu.

Kalenden çık ve buraya gel piç, diye düşündü alevlerin verdiği bir zafer sarhoşluğuyla. Seni sikerek öldüreceğim.

Adamlar çoktan öldürülmüş, kadınlar ve kız çocukları ise tecavüz edildikten sonra halledilmişti. Fahişelerin çığlık seslerinden oldukça sıkıldığı sırada, canlı bırakılan tek adamı emriyle serbest bıraktı. Adamın koşarak Beyaz Kale' ye gittiğini ve olanları Ragnar oğlu Bjorn' a anlatacağını çok iyi biliyordu. Bu da onu öldürmesinin gündüze kalacağının habercisiydi.

Prens için kurulan çadıra girdiğinde Justin' e verdiği ilk emir kendisine iyi bir fahişe bulmasıydı. Ama Justin tereddüt etti.

"Kadınlar öldürüldü."

"Yaşayan birilerini bul amına koyayım."

Justin gittikten uzun bir süre sonra geri döndüğünde prensin önüne fırlattığı genç kız henüz on sekizinde bile görünmüyordu. Yaralandığı için alnından akan kanlar sarı saçları ile yüzünün büyük bir kısmını kızıla boyamıştı. Pek güzel olduğu söylenemezdi. Zaten Ashton onun güzelliği ile değil bacaklarının arasındaki delikle ilgileniyordu.

Justin prensine selam vererek gittiğinde Ashton genç kızın yeşil gözlerine baktı. O gözler, daha önce görmediği bir yeşil tonuna sahip, ilgi çekiciylerdi. Ama tüm bunların yanında, o gözlerin içindeki buzlar, kızın güzelliğini gölgeye düşürüyordu. Şaşırtıcı. Ağlamıyor. Korkmuyor, çığlık atmıyor ya da kaçmak için çabalamıyordu.

Parmakları arasındaki kadehinden şarabını içti ve gülümseyerek "Adın ne?" diye sordu kıza.

"Romy."

"Sana ne yapacağımı biliyor musun Romy?"

"Sikecek ve sonra öldüreceksin."

"Korkmuyor musun?"

"Hayır, daha önce de senin gibi adamlar zorla bana sahip oldu."

Bu mesele Ashton' un ilgisini çekmişti. "Seni yaşatmaları bir mucize öyleyse."

"Beni tekrar satmak için yaşattılar."

"Köle misin?"

Kız cevap vermedi.

"O kelimeyi sevmiyorsun, değil mi?"

"Neyi sevdiğimin bir önemi yok."

Ashton kaşlarını çattı. Mantıklı değildi. "Greenland' de köle ticareti yasaktır."

"Yasakları umursamayan çok insan var."

"Sahibin nerede şimdi?"

"Askerlerinden birisi onu öldürdü."

"Yani şu an özgür müsün?"

Omzunu silkti. "Bilmiyorum."

"Kaç adam sana sahip oldu?"

"Çok fazla... Babam beni ilk kez on yaşımdayken sattığı için pek hatırlamıyorum.."

Ashton kadınları önemsemezdi. Onları siktiğinde neler hissettiklerini de... Ama aleti hiçbir zaman küçük bir çocuk için kalkmamıştı.

"Hiç hamile kaldın mı?"

Romy' nin odaya girdiği andan beri bir taş kadar sert olan gözlerinde ilk kez hareketlenme oldu. Yüzünden bir ifade geçmişti. Ancak Ashton bunu anlayabilecek kadar kadınların duygularıyla ilgili olmamıştı.

"Bir bebeğim oldu."

"Nerede?"

"Bilmiyorum. O doğduğunda henüz on dört yaşımdaydım ve neler olduğunun farkında bile değildim. Sahibim beni başka birisine sattı. Onunla ne yaptığını tanrı bilir."

Ashton gözlerini uzaklara kaçırdı ve şarabının tamamını içti. Öğrendiği bunca bilgiden sonra tüm hevesi kaçmıştı. Çadırın diğer köşesindeki gözlerini tekrar kıza çevirdiğinde "Git." demişti umursamaz bir tavırla.

"Nereye gideyim?"

"Nereye istersen. Özgürsün."

Kızın aklı karıştı. Özgürlüğün ne demek olduğunu bilmiyordu muhtemelen.

"Adamların beni bırakmaz."

Bunun üzerine Ashton ilerledi ve çadırın dışında bekleyen Justin' in karşısına geçti.

"Romy' i buradan uzaklaştır. Kimsenin ona dokunmamasını emrediyorum."

"Ama o da Vikinglerden."

"Sen de gaspçılardansın." dedi kız. "İkimiz de hainlerdeniz. "

Ve sonra oradan uzaklaştı.

Gün doğumuna yakın vakitlerde Ashton' u uyandırmışlardı. Hiç çaba harcamadan uyguladıkları bu planın yürümesi onu şaşırtmıştı çünkü gerçekten de gerizekalı Bjorn Lothbrok buraya doğru geliyordu. Vikingler böylesine aptalca bir davranış yaptıklarına göre Ragnar Lothbrok gerçekten de ölmüş olmalıydı.

Mektupta yazılanlar gibi Viking ordusu düzensiz ve disiplinsizdi. Her şey öylesine basit olmuştu ki, kraliyet ordusu sadece iki yana açılıp Vikingleri bir çemberin içinde sıkıştırmış ve sonra tümünü kılıçlara geçirmişti. Bunlar olurken Ashton her şeyi aygırının üzerinden izliyordu. O da savaşabilir, birkaç kişiyi öldürebilirdi ki, Ashton Irwin gerçekten de iyi bir -güneydeki turnuvada piç Malik' i bile yenmişti- dövüşçüydü. Fakat her şeyi uzaktan izleyip üzerinin kirlenmesini önlemek ona daha cazip geliyordu.

Viking sorununun bu kadar kolay çözüleceğini hiç düşünmemişti. Hatta bunun bile bir tuzak olduğu şüphesine neredeyse kapılacaktı ki, askerleri kollarından tuttuğu Bjorn Lothbrok' u önünde diz çöktürdü. Sarışın savaşçı bir hayvan gibi tepiniyordu olduğu yerde. Yaptığı tüm bu hareketler, onun ne kadar da kontrolsüz, dengesiz ve bir aptal olduğunu kanıtlıyordu.

Hainin zincirlenmesini emretti. Babasına güzel bir hediye götürmenin tam sırasıydı.

SHAWN

Görevini tamamlayıp eşinin üzerinden kalktığında yatağı terk ederek üzerine kıyafetlerini geçirmişti. Bu sırada uzandığı yatakta doğrulan Leydi Miranda' nın kendisini izlediğini gördü.

"Nereye gidiyorsun?"

"Hava alacağım."

Ona haksızlık yaptığının farkındaydı. Miranda' nın çok iyi bir kadın olduğunu ve tüm sadakatiyle kendisine bağlı kaldığını da biliyordu. Ama Shawn hala buna alışamamıştı. Kalbi hala Diega için çarparken nasıl başkasını sevebilirdi ki? Onun rahmine bir veliaht koymak bile her şeyden çok zordu ve buna yıllar boyu katlanacak olması onu çıldırtıyordu. Çünkü yıllar onun için sonsuzluk demekti. Belki de yakında öleceğim. Yakında ölecekse geleceği dert etmesine pek de gerek yoktu.

Omuzlarının üzerine pelerinini de geçirdiğinde çadırından dışarı çıktı. Binlerce çadırdan oluşmuş kamp, geniş araziden ormanın derinliklerine kadar yayılıyordu. Ve hepsinin sözde toplanma amacı da kuzeye kendi adaletlerini götürmekti. Hepsi saçmalık. Sadece Zayn' den korktukları için Shawn' la savaşmaya geliyorlardı ve korkudan doğan sadakat asla gerçek sadakat olmazdı.

Kendisini gören askerler oturdukları yerden kalkarak ona selam verdiğinde o da küçük bir baş hareketiyle selamlarına karşılık veriyor ve yoluna devam ediyordu. Bir süre sonra bu insanlardan ne kadar uzak olduğunu fark etti. Böylece kendisini rastgele seçtiği bir kamp ateşinin etrafında oturan askerlerin arasında buldu. Kuzey kralının yanlarına oturduğunu bilmek adamları garip bir gerginliğe soktu, Shawn bunun hepsinin yüzünde görmüştü. Taş kesilen yüzlerde tek tek bakışlarını gezdirirken "Bir isteğiniz mi var Majesteleri?" diye sormuştu içlerinden birisi.

"Siz de isterseniz şarabınızı paylaşmak istiyorum."

Adamlar aklı karışmış bir şekilde birbirine baktı ve ardından birisi maşrapaya Tomlinson şarabından doldurarak dikkatlice Shawn' a uzattı.

"Teşekkür ederim." Bir yudum içtiği şarabın sert tadını sevmişti. İç çekerek alevleri izledikten sonra hiç ses çıkarmayan adamlara tekrar baktı. "Ben gelmeden önce kahkahalarla sohbet ediyordunuz. Devam edin."

"Ama siz kralsınız."

"Ne olmuş?"

"Kralların yanında öylece sohbet edilmez."

"Kralların da konuşmaya ihtiyacı vardır." Şaraptan biraz daha içti. "Bekleyenleriniz var mı?"

Saçlarını kazımış olan adam gülümsemişti. "Karım ve küçük kızım... O henüz yeni doğdu."

"Onları bırakmak zor olmuş olmalı."

"Evet, geri dönmeme ihtimali de olunca... Karım Vera, erkek kardeşini ve babasını Ofra İsyanı zamanında kaybetti. Şimdi daha çok korkmasını anlıyorum. Üstelik tek başına bebeğimizi büyütecek kadar varlıklı da değiliz."

Onun yanında oturan ve yüzünde derin bir yara izi olan genç çocuk da kederlenmişti. "En azından seni bekleyen birisi var arkadaşım. Aslanlar annemle babamı isyanlar sırasında katletti, hiçbir şey yapmamalarına rağmen. Sadece yanlış yerde duruyorlardı. O yüzden benim için ölmenin bir anlamı yok. Kimse ardımdan üzülmeyecek. Ya da hatırlanmayacağım."

"Ben seni hatırlayacağım." dedi Shawn.

"Siz de öldükten sonra?" Genç çocuk güldü. "Affedin, bizi anlayamazsınız. Çünkü biz kral için ölen ve adları asla bilinmeyecek olan adamlarız. Ama siz çoktan tarihin sayfalarına karıştınız Majesteleri. Siz ölümsüzsünüz."

Bir diğeri de konuştu. "Soyadınız Mendes. Acının nasıl bir tat verdiğini doğdunuz altın beşikte hiç denediniz mi?"

"Babası ziyafet verdiği adamlar tarafından ihanete uğrayarak katledildi. Annesi ve kız kardeşi tecavüz edildikten sonra öldürüldü. Yeni doğmuş kız kardeşi de kollarının arasında donarak son nefesini verdi. Aşık olduğu kadına da tecavüz edildikten sonra ailesiyle birlikte öldürüldü. Varlık içinde doğmuş olabilir ama acının ne olduğunu sizler kadar iyi biliyor. Zalim olmayın."

Oradan geçen Louis Tomlinson belli ki konuşulanlara kulak misafiri olmuştu. Ve araya girerek bu sözcükleri sert bir dille ortaya döktüğünde bütün askerlerin yüzünde derin bir utanç oluştu. Yara izi olan genç "Affedin Majesteleri." dediğinde diğerleri de ona katıldı. Shawn hiçbirine kızmamıştı zaten. Nereden bilebilirlerdi ki?

Oradan kalkmak zorunda hissettiğinde kendisini izleyen Louis Tomlinson' la birlikte yavaş adımlarla oradan uzaklaştı.

"Olanları anlatmana gerek yoktu." dedi Shawn.

"Hiçbir şeyden haberi olmadan konuşan insanları sevmiyorum. Eğer söyledilerim seni kızdırdıysa özür dilerim."

"Umrumda değil. Yaşadıklarımın saklanmasının da bir önemi yok zaten. Hepsi geçmişte kaldı."

"Hiçbir şey geçmişte kalmıyor dostum." Louis kemerinde asılı olan deri matarasını alıp dudaklarına bastırdı. "Yaşadıkların ömür boyu seninle kalacak."

En acı verici olanı da buydu. Kabuslar her zaman Shawn' la kalacaktı.

"Şanslısın. Yakında bir savaş olacak ve savaş meydanında dövüşürken tüm bunların bir anlamı kalmıyor."

Daha önce bu hissi tatmıştı. Ejderha Kalesi için savaşırken attığı her adım, savurduğu her çekiç darbesi, iç güdüsel bir hayatta kalma mücadelesiydi yalnızca. Çoğu zaman ölmeyi arzuluyordu ancak bir savaş meydanındayken aslında yaşama daha sıkı sarılıyor ve onu asla bırakmak istemiyordu. En tuhafı da o gün çok canlı hissetmişti. Her şey gerçekti, ölüm, acı, çığlıklar... Her şeyi derininde hissedebilmiş ve savaş sona erdiğinde de eriyen buzlar tekrar kalbini sarmıştı.

Louis' in dediği gibi gerçekten de şanslıydı. Önlerinde bir savaş onları bekliyordu ve Shawn intikam için ölesiye savaşacaktı.

"Zayn kız kardeşini kalenize göndermiş."

"Evet," dedi Louis umursamaz bir şekilde omzunu silkerek. "Ölene dek gözetim altında olacak. Haketmişti."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Ne yazık ki... Kız kardeşim saygısızlık yaptı. Daha kötü bir ceza almadığı için şükretmeli doğrusu. Biliyorsun, Zayn cezalandırma konusunda fazla katıdır."

"Biliyorum."

"Ayrıca-" Kampa yayılan tiz bir çığlık sesi Louis' in sözünü kestiğinde oldukları yerde durup çevreye bakındılar. Çığlığın ardından gelen bağırışma sesleri ve sonra... Sonra bir kurdun uluması.

Göğsünde yayılan alevler anlık bir baş dönmesi yarattığında ne yaptığı bilmeksizin koşmaya başladı. Yanan ciğerlerini umursamadan koşuyor, soğuk rüzgara karışan gözyaşlarını hissedebiliyordu. Umursamadan koştu. Büyükçe bir kalabalığın arasına girdiğinde insanları ittirerek aştı. Son adamı da geçtiğinde neredeyse düşüyordu.

İmkansız. İmkanı olamaz.

Bir rüyadaydı. Güzel bir rüyada. Yaşlı gözlerle kendisine bakan kardeşinin dudaklarında yaşanmışlıkların verdiği acı bir tebessüm vardı. Ve Snow... Muhtemelen önüne çıkan bir adama saldırdığı için dişlerinin arasında olan kanlı bir el, yere düşmüştü. Gözleri sadece sürücüsünün üzerindeydi.

Mutlak bir sessizlik. Shawn gözlerini kız kardeşinin gözlerinden alamıyordu. O Aaliyah mıydı? Çünkü çocuksu parlaklığa sahip olan gözleri sadece bir cesedi andırıyordu şimdi. Bedeni küçük ama büyümüş bir kadın. Çok zayıflamıştı. Her şeyden çok sevdiği ve her gün özenle taradığı o ipeksi saçları bile bir erkeğin saçları kadar kısa ve bakımsızdı.

Aaliyah ağabeyine doğru koştu. Shawn onun için eğilip küçük kardeşini kucakladığında ayaklarını yerden kesti ve tüm gücüyle, bir daha onu kaybetmek istemezmiş gibi sarıldı. Gözlerini kapatarak onun kokusuyla boğuldu. İşte, diye düşündü. Aaliyah' ın kokusu. Annemin, babamın, Bebek Daphne' nin kokusu... Hepsi burada. İhtiyacım olan her şey burada. Snow' un uluyarak etraflarında defalarca kez tur attığını ve ardından burnunu omzuna yerleştirdiğini hissetti.

Kalbi atıyor, tekrar insan gibi hissediyordu. Shawn gerçekten de bir insandı.

"Ölmüştün." dedi Shawn yüzünü kardeşinin boynundan çekmezken. "O gece seni kurtarmak için gelmiştim. Ölmüştün."

"Çoktan öldüm Shawn. Beni öldürdüler."

Bizi öldürdüler.

Ama Shawn şu andan itibaren öyle güçlüydü ki, kardeşi ve kendisini bu hale getiren herkes yaptıklarının bedelini ödeyecekti.

ZAYN

"Erzak durumu nedir?"

"Kaptan Hook sayesinde aylarca yetecek erzağa sahibiz Majesteleri. Emrettiğiniz gibi Kralın Şehri' ndeki halka ve sancaktarlarımıza da bu erzaklardan yollandı. Uzun bir süre krallığınızda açlığın olacağını düşünmüyorum."

Zayn, düşünceli bir şekilde parmak uçlarını çenesindeki sakallarında gezdirirken gözlerini lorddan ayırmadı. "Kız kardeşlerimden yeni bir haber gelmedi, değil mi?"

"Son kuzgunun getirdiği haberi dün sabah size vermiştim. Prenses Doniya her şeyin yolunda gittiğini söylüyor."

"Ama kız kardeşim krallıkta hala hainlerin olabileceğini de yazmış Lord Wilhelm. Bu da bazı şeylerin yolunda gitmediğini gösterir."

Masanın diğer başında oturan Jacey Malik "Tarih boyunca her krallığın içinde hainler oldu yeğenim." diye araya girdiğinde masadaki gözler ejderhaya dönmüştü. "Her ne kadar bulduklarını ortadan kaldırsan da hainler her zaman olur."

"Ne yapmamı önerirsin?"

"Prensesler şüpheli buldukları herkesi sorguya çekmeli ve güvenilir adamlardan bir muhbir ağı kurmalı. İnsanların neler konuştuğu bilinmelidir."

Zayn başını sallayarak üstada döndü. "Kız kardeşlerime amcamın sözlerini yollayın. Kalenin ve diğer her şeyin güvenliğini sağlayacak hiçbir masraftan kaçınılmasın."

Kuzeye doğru ilerledikleri günden beri Ejderha Kalesi' nin sorumluluğu kız kardeşlerine aitti. Şüphe duymaksızın bu görevi onlara vermekten hala pişman değildi üstelik. Çünkü hem onlara sonsuz bir güvenle bağlıydı, hem bu tehlikeli savaşta çocuklarıyla birlikte güvendeydiler, hem de olası bir ani ölümde tahtın yanında iki ejderha olacaktı. Geçenlerde yazdığı bir vasiyette ölümünün ardından hala bir varise sahip olmazsa tahta Jacey Malik geçecekti. Bu gerçekleşirse, Jacey Malik şehre gidene kadar tahtı koruyacak birileri lazım olacaktı ve bunu yapacak olan da kız kardeşlerinden başkası değildi.

"Ricci, şarap."

Yeni yaveri boş kadehini şarapla doldurduktan sonra geri çekildi. Bu sırada çadırın girişinde dikilen Dei ile gözleri kesmişti Zayn' in. Onun hala iyi bir zırhın içinde duran bir şövalye olduğuna inanmak güç olsa da bundan gururluydu. Çocuğun minnet dolu gözlerine karşılık gülümsemek istedi ancak böyle ciddi bir ortamda gülümsemenin doğru olmayacağını düşündüğü için bakışlarını tekrar masadaki insanlara çevirdi.

"Tahminen kaç güne Gözyaşı Nehri' ne varacağız?"

Kuzey topraklarının her yanı gaspçının pençeleri arasında kaldığı için fethedilerek ilerlemeye karar vermişlerdi. Bu, savaşın aylarca sürecek olmasına neden olabilirdi elbette ama gaspçının izlerini kuzeyden tamamıyla silebilecek bir yöntemdi aynı zamanda.

Planların gerçekleşebilmesi için kuzey topraklarının en güneyinden başlayarak en kuzeye doğru ilerleyeceklerdi. Bunun olması için de iki krallığa doğal bir sınır çizen Gözyaşı Nehri' nin, akıntısı şiddetli olmayan bir noktasından aşılması gerekiyordu.

"İlerleme hızımız aynı şekilde devam ederse bir hafta sonra Majesteleri."

"Daha hızlı olmamız gerekiyor." dedi Lord Liam. "Gaspçıya çoktan haberlerin gittiğine eminim. Hazırlık yapacaklar."

"Güneydeki küçük kasabaları ve kaleleri umursayacaklarını düşünmüyorum." dedi Jacey Malik. "Elbette bundan rahatsız olacaklar ama güçlerini Buz Kalesi ve çevresinde toplayacaklarına eminim. Yetişkin bir ejderhanın geldiklerini biliyorlar."

"Ya orduları? Kaç kişiye sahip olduklarını öğrenebildik mi?"

"Hala bir bilgimiz yok ancak muhbirlerimiz birkaç gün içinde geri dönecektir Majesteleri."

Zayn' in başı ağrımaya başlamıştı. Kadehindeki şarabından birkaç yudum aldıktan sonra "Başka bir konu hakkında konuşmak isteyen var mı?" diye sormuştu.

"Benim var. Fakat söyleyeceklerim hoşuna gitmeyebilir."

Amcasına sorar gözlerle baktı.

"Bunu birçok kez konuştuğumuzu ve kendince önlemler aldığını biliyorum. Ancak önümüze çok uzun bir savaş var. Evlenmek zorundasın. Bir varisin olmalı Zayn. Çocuk derhal doğmalı. Rhoslyn Clifford-"

"Rhoslyn Clifford bir zamanlar varisimi taşıyordu ve onu öldürdüler. Ben de onları öldüreceğim."

"Biliyorum. Ölmeleri gerekiyor ancak zaman yok. Lütfen duygusal düşünmeyi bırak, sana yalvarıyorum. Her şeyden önce krallık gelir. Üstelik Rhoslyn Clifford' un hala yaşıyor olduğu bile şüpheli."

Zayn konseyi bitirmek üzere dudaklarını aralamıştı ki, çadırın içine aniden Louis Tomlinson girdi. Parlayan teni ve soluk soluğa kalması onun acele ettiğinin göstergesiydi. Ne olmuştu?

"Aaliyah Mendes geldi." dedi nefesi kesilerek. "Ulu kurtla birlikte. Kralın kurdu. Buradalar."

"Prenses Aaliyah ölmüştü." diyen Liam, herkes kadar şaşkındı.

"Ölmemiş. Şimdi," Derin bir nefes bıraktı. "Şimdi Kral Shawn' ın çadırındalar. Kız epey açmış."

Zayn saldalyesini ittirerek ayağa kalktığında çadırı terk etti ve kamp ateşleri ile çadırların arasında hızla ilerleyerek Shawn' ın çadırına doğru yürüdü. Çadırın hemen girişinde duran ulu kurdun ayaklanıp hırlayarak Zayn' e bakması, Zayn' in umrunda değildi. Hızla kurdun yanından geçip çadıra girdi ve onları gördü. Shawn, bir masada yemeğini yiyen, omuzlarına bir kürk bırakılmış kız kardeşinin hemen yanında oturuyordu. Onu koluyla sarmalamış bir haldeyken Zayn' in geldiğini duymuşlar ve iki çift göz Zayn' e bakmıştı. Shawn ciddiyet dolu, Aaliyah ise şaşkındı. Çadırın içinde üçünden başka kimse yoktu.

"Eğer yalnız kalmak istiyorsanız daha sonra da gelebilirim."

"Oturabilirsin." dedi Shawn.

Bunun üzerine ilerleyerek onların karşısına oturdu. "Buraya kadar tek başına gelebilmen çok cesurca."

Aaliyah Mendes' in bir kuyuyu andıran gözleri Zayn' e döndü. "Tek başıma değildim. Izel ve Snow bana yardım etti. Askerlerin beni içeri alma konusunda zorluk çıkardılar ama... İşte buradayım."

Küçük kız, gülümseyerek ağabeyine baktı. "O gece beni kurtarmaya geldiğini söylemiştin. Ama Bebek Daphne' yi kurtarabildin değil mi? Odasındaydı."

Aaliyah' ın umut dolu gözleri dolmuşken dudaklarında büyüyen tebessüm titriyordu. Shawn' ın yüzünde oluşan acıyı görmek ise Zayn' in bakışlarını eğmesine neden oldu. Göğsünde bir sızı hissetmişti.

"Evet, oradaydı. Onu kurtardım."

"Gerçekten mi?! Ben... Ben biliyordum! Şimdi nerede? Çok büyümüş olmalı. Onu öyle çok özledim ki, hala kokusunu hatırlayabiliyorum."

"Bebek Daphne yok Aaliyah."

"Ejderha Kalesi' nde mi kalıyor? Haklısın. Burası hiç güvenli bir yer değil zaten." Aaliyah Mendes' in gözyaşları, içten içe gerçeği biliyormuş gibi akmaya başladı.

"Onu kurtardıktan sonra sıcak tutamadım. Çok üşümüştü."

Kısa parmakları arasındaki kaşığı bıraktıktan sonra elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Ağlamamak için çabalıyordu.

"Ailemizi öldürenlerden intikam alacağız, değil mi Shawn?"

Küçük bir kızdan çıkan bu ciddi sözler Shawn ve Zayn' in birbirine bakmasına neden oldu.

"Evet, evimize geri döneceğiz."

"Evimize geri dönemesek bile hepsi acı çekmeli." Ağabeyinin kolunun altından sıyrılarak ona doğru döndü ve elini tuttu. "Jeremy Bieber bana zarar verdi. O gece. Adamları da annemizi incitti. Korkuyorum. Ama sen korkmazsın Shawn. Bana yaptıkları gibi onları parçalamalısın."

Shawn' ın boynu, kendini sıkmaktan dolayı kızarmakla birlikte oradaki damarları patlayacakmış gibi belirginleşmişti. Aynı şekilde kızaran gözlerini saklamak için kolunu tekrar kardeşinin omzuna sardı ve onu kendisine çekti.

"Korkmana gerek yok. Kimsenin bir kez daha seni incitmesine izin vermeyeceğim."

"Ben sadece Jeremy Bieber' dan korkuyorum. Onun dışında artık kimse bana zarar veremez. Öldürmeyi öğrendim."

Zayn buna dayanamıyordu. Nefes alamıyormuş gibi bir his her yanını kapladığında ayağa kalkarak çadırı terk etti. Her şey öylesine üzerine geliyordu ki, çadırların sonunda kalan açık arazide Anghrist' in sırtına tırmanarak orayı terk ettiler. Kamptan yeterince uzaklaştıkları vakit ejderhanın sırtından indi ve dizlerinin üzerine çökerek çok uzun zamandır içinde biriken gözyaşlarını bıraktı.

Aaliyah Mendes bir gerçekti. Safaa' nın öldürülmesini ve Rhoslyn' in yaşadığı tüm o iğrençlikleri hatırlatan bir gerçek. Olanların hiçbirini engelleyememişti. Onu bulduğunda Rhoslyn de aynı kişi olmayacaktı ve bulacağı kişi onu korkutuyordu.

Herkes değişti, demişti iç sesi. Sen de değiştin.

Değişmişti. Eskisinden daha güçlüydü ama hala bazı şeyleri düzeltebilecek kadar gücü yoktu.

Anghrist bir yılan gibi kıvrılarak sürücüsünün etrafını sardı ve devasa başını Zayn' in önündeki yere yasladı. Alevler içindeki gözleri kralın yüzündeydi.

"Az kaldı oğlum." diye fısıldadı ejderhaya. "Sadece birkaç gün daha... Sonra onu yılanların arasından geri alacağız."

Ve o birkaç gün de geçtiğinde Gözyaşı Nehri' ne varılmıştı. Henüz gecenin bir yarısıydı ve yarın sabahla birlikte nehir aşıldıktan sonra, karşılarına çıkan ilk kasabayı, Shawn doğuştan gelen haklarıyla kendi hakimiyeti altına alacaktı. Diz çökenler hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edecek olsa da baş kaldıran gaspçı destekçilerinin kaçacak hiçbir deliği olmayacaktı.

Ama Zayn için savaş birazdan başlıyordu.

Jolly Roger' ın güvertesinde durup karşısında öylece duran topraklara baktı. Orada Kanlı Kale duruyordu. Irwinleri destekleyen tüm hainler kalenin çevresindeki kasabada toplanmıştı ama bunların hiçbiri umrunda değildi. O kalede Rhoslyn bekliyor ve o kaleyi Ashton Irwin koruyordu.

"Zamanı geldi." dedi Kaptan Hook.

Diğer yanında olan Louis ise tebessüm ederek bir iç geçirdi. "Uzun bir gece olacak. Tanrı yardımcımız olsun dostlarım."

"Tanrıya ihtiyacımız yok Louis. Bu gece hepsini yakacağım."

O gün sonunda geldi çocuklarım bsuqhiajx

Continue Reading

You'll Also Like

42.7K 6.7K 29
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
196K 18.6K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
295K 27.7K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
77.1K 3.3K 31
Her şey salak kardeşimin yalanıyla başladı.. Siz: Delikanlıysan konum atarsın...