Portakallı Çikolata (KİTAP OL...

By oznurilter

607K 11.7K 7K

#gençkızedebiyatı 1 ***Basılı eser! Sadece ön okuma bölümleri bulunmaktadır. Ceylin ve Yiğit, yaşam tarzları... More

*TANITIM*
1. Bölüm/ Sessizlik
2. Bölüm/ Çaresizlik
3. Bölüm/ Hakimiyet
5. Bölüm/ Hepsi

4. Bölüm/Ateşle Oynamaya...

22.4K 1.8K 925
By oznurilter

Medya: Bülent Ortaçgil / Benimle Oynar mısın

Portakallı Çikolata'da daha önce;
Yiğit'in çillerini saymak istediğini öğrenen Ceylin, çillerini kıskanır 😜 Yiğit doktorundan izin alarak bir süre Yalova'da kalmak için otele yerleşir ve ona aşık olduğunu söylemek için Ceylin'in pastanesine gider. Ceylin'in çocukluk arkadaşı Kerem gelmiştir ve Yiğit kendini onunla kıyaslayarak üzülür.

Keyifli okumalar :)

🍊*4*🍫

Belli etmemeye çalışsa da şaşkındı Ceylin, Yiğit'in normalde gelmediği gün pastaneye gelişi en az Kerem'in gelişi kadar sürpriz olmuştu. Başkası olsa bu kadar şaşırmazdı tabii ama daha dün gece rahatsızlığına dair okudukları kelimesi kelimesine aklındayken şaşırmaması olanaksızdı.

Takıntıları hastalık boyutuna varmış insanların, kendi oluşturdukları rutini bozmakta zorlandıklarını okumuştu. Okudukça Yiğit'in yaptıklarını düşünmüş ve diğer birçok şeyin yanında pastaneye neden sadece haftanın üç günü geldiğini de anlamıştı. Ama az önce kapıdan içeri girdiğinde Yiğit'in kafasında belirlediği rutinin dışına çıktığına şahit olmuştu. Duruma karşı yaşadığı şaşkınlık ve Kerem'in varlığı, Yiğit'in gelişiyle ilgili 'peki ama neden' sorusuna bir cevap bulmasına o an için engeldi.

Uzun süredir görmediği, onun için fazlasıyla değerli olan dostuyla sohbet ederken aklını kurcalayıp duran soruyu sürekli es geçiyordu Ceylin. Fakat bu görmezden gelme durumunu dışa yansıtmaktan korkuyordu ve bu konuda bir şeyler yapması gerekiyordu.

"Ben müşteriye bakayım, sana da frambuazlısından bir dilim pasta getireyim. " dedi Kerem'e ve kalktı. Yiğit'in ne isteyeceğini bildiğinden ona sorma gereği duymadan tezgahın arkasına geçip çikolataları hazırlamaya başladı. Kerem için de pasta tabağı ayarladıktan sonra iki elinde iki tabakla oturma bölümüne geçerek önce köşedeki masada onu izlemekte olan Yiğit'in tabağını bıraktı masasına.

"Teşekkür ederim. " dedi Yiğit. Sesi kırık bir tondaydı, bakışları Kerem'le Ceylin arasında gidip geliyordu. Yiğit'in farklı bulduğu bu hâlinin üzerinde durmak istemedi Ceylin, kibarca afiyet olsun deyip dönerek Kerem'in yanına gitti ve pasta tabağını dostunun önüne koyup yerine oturdu.

"Yiğit kim? " sorusu, Kerem'in çatalıyla pastasından aldığı lokma için eğildiği sırada kısık bir sesle ulaştı Ceylin'e.

Güzel soru, Yiğit kimdi?

"Devamlı bir müşterim. Portakallı çikolata hayranlarından. " deyip zoraki bir gülümseme yerleştirdi yüzüne Ceylin.

"Sadece çikolataların hayranı olduğuna emin misin? Adam beni seninle elele görünce yıkıldı resmen. Sen de bir telaşla çektin ellerini falan, hayırdır? " diyerek dostunun üzerine keyifle gitti Kerem.

"Yok canım, sana öyle gelmiştir. Müşteri ya hani, ayıp olmasın diye çektim ben. "

"Altı aydır yüz yüze görüşmedik diye bunu yer miyim Cey?
Frambuazlı pastan bile lezzeti konusunda senden daha dürüst, onu yemeyi tercih ederim. " deyip pastasından bir parça daha attı ağzına Kerem, çakaldan hallice bir sırıtmayla iki çiğneyişte yuttu lokmasını.

"Sonra konuşsak? "

"Konuşalım, akşam eve gitmekten vazgeçtim zaten. Koyu bir sohbet yaparız artık sabaha kadar. " dedi Kerem. "Yakında mı evin?" diye sordu ardından.

"Evim yakında ama bana gidemeyiz, yalnız yaşadığımı bilen komşularıma seninle ilgili açıklama yapmakla uğraşamam. "

"Vay, hiç de uğraşmaz sorunlarla, sıvışıverir en kuytudan."

"Ne alakası var be, sevmiyorum laf anlatmayı ben. Hayır yani anlatınca anlayacak olsalar eyvallah, kendimi boşa yormaktan hoşlanmıyorum biliyorsun. "

"Şaka yapıyorum ya, hemen atlama. Biliyoruz herhalde seni kızım, bir gecelik otel odası ayarlayalım da sen bana misafir ol bari. Yiğit kimmiş, seni şaşkın ördeğe çevirmeyi nasıl başarmış merak ediyorum. "

Bunu Ceylin de merak ediyordu ama merakını giderme konusunda Kerem kadar istekli değildi ya da cesur. Bazen konuşulmadığında gerçeklerden kaçabileceğini düşünürdü insan, dile getirmezse ortada bir sorun yokmuş gibi. Ama bu kaçak oynama, sorunu ortadan kaldırmaya yetmiyordu. Susturulan düşünceler, gerçeği bas bas bağırıp insanı içeriden rahatsız etmekte çok yetenekliydiler.

Pastasını yeyip kendine yakınlarda bir otel bulmak için kapının hemen dışında bıraktığı valizleriyle birlikte pastaneden ayrılan Kerem'in ardından, Yiğit bir fincan kahve istemişti Ceylin'den. O sırada içeri giren bir kadın, acil olduğunu belirterek bir sürü şey sıralayıp istemişti ve müşterisini müşkül duruma düşürmemek için hızla siparişleri hazırlamaya çalışan Ceylin kahveyi yapmaya zaman bulamıyordu.

Ama bu durumdan ötürü Yiğit'in yaşayacağı tedirginliği düşünmek, onu da tedirgin etmeye başlamıştı. İstediği bir şey olmadığında zorlanabileceğini, atak geçirebileceğini öğrenmiş olduğundan kahvesini yapamadığı adam için huzursuz hissediyordu. Çünkü kahvenin, portakallı çikolata gibi bir takıntı olup olmadığını bilmiyordu. Sonunda dayanamayıp seslendi tezgahın arkasından.

"Yiğit, biraz gelebilir misin?"

Önce bir şaşkınlıkla geriledi Yiğit, onu mu çağırmıştı emin olamadı bir an. Bakışları buluştuğu sırada Ceylin bir yandan kuru pasta doldurduğu kutuyu tartıyor, bir yandan bakışları Yiğit'e kayıyordu. Kalktı Yiğit, ona seslendiğini anlaması birkaç saniye sürmüştü ama nedense birkaç yüzyıl geçmiş gibi hissetmişti. Aynı hisse Ceylin de sahipti, duymadı mı acaba diye geçiriyordu aklından ama neyseki kalkmış, ona doğru geliyordu.

"Bu tarafa geçsene, tezgahın arkasına." diyerek direkt yanına gelmesini söyledi Ceylin, iki kutu paketlemişti ve sırada daha yaş pasta vardı.

Yiğit tedirgin bir şekilde tezgahın arkasına geçip Ceylin'in yanına geldiğinde ne yapması gerektiğini bilemiyor, anlamaya çalışır gibi etrafına bakınıyordu. Ama bakınmak, pek iyi bir fikir değildi sanki, tezgahın arkası öyle dağılmıştı ki Yiğit istemsiz bir şekilde dağınıklığı toparlamaya başladı.

Kendisine kahve almasını söyleyeceği sırada Yiğit'in tezgahın üstünü toparlamaya başladığını gördü Ceylin. Çoklu siparişlerde hızla ortalık dağılabiliyordu ve kendi de bu durumdan hoşnut değildi. Müşteri gider gitmez o da hemen toparlar, temizlerdi etrafı. Anladığı kadarıyla düzen, Yiğit'in takıntıları arasındaydı ve bu kafasına dank ettiği anda bir şey demekten vazgeçmişti Ceylin.

Müşteriyi yolladıktan sonra elindeki eldivenleri çıkarıp çöpe attı ve hemen geleceğini söyleyip eldivenlerin avuçlarında bıraktığı pudradan kurtulmak için tuvalete yöneldi. Kapısını kapattığı daracık yerde lavaboya eğilip suyu açtıktan sonra kaçıp durduğu düşünceler de ellerinin arasından akıp giden su gibi, aklında akmaya başlamıştı. Nihayetinde kaçmayı bırakıp, neden ona karşı bu kadar düşünceli olduğunu sordu Ceylin kendisine.

Hastalık?
Hayır, yani az biraz etkendi tabii ama bir mecburiyeti yoktu sonuçta dikkat etmeye. Babasının oğlu değildi ya canım.

Yakışıklı bir adam oluşu?
Yok ya, dış görünüş her şey demek değildi onun için. Kapak modeli gibi bir adamdı tamam ama bu ona karşı anlayışlı olmasını gerektirmiyordu. En fazla dibinin düşmesine sebep olabilirdi, o kadar.

Bakışları?
Hımm, belki. Yani güzel bakıyordu şimdi. Masum ama çaresizlik kokan bir derinlik taşıyordu iki kirpik arasında. Bu iki kelimeye neden bu kadar takıldığını düşündü, sonra buruk bir gülümseme eşliğinde cevabı buldu. Babasını anımsatıyordu ona, evet evet. Babasının hastalığı ilerlediği zamanlarda, artık yapılacak bir şey olmadığını doktorlardan duydukları anda ona baktığı gibi bakıyordu. Onu hiç bırakmak istemiyormuş gibi...

Geriye ne kalmıştı peki? Her şeye bir kulp bulmuştu ama sonuç yoktu? Taktığı kulpları hızlı bir kontrolden geçirdi.

Babasının oğlu değildi.
En fazla dibi düşerdi.
Onu hiç bırakmak istemiyormuş gibi...

Ve kontrol bittiğinde çok dolu olduğunu düşündüğü beyninde, ona yanıldığını kanıtlayacak kadar yüksek bir ses yankılandı. Çok sevgili jetonu,  nihayet deliği ortalamayı başarmış ve epeyce bir yüksekten bırakıvermişti kendini.

Az önce anladığı üzere kendisi Yiğit'e karşı hiç de boş değildi. Bunu idrak ettiği anda bir titreme geçti bedeninden, derin nefes alma ihtiyacını karşıladı en acilinden. Panik duygusu çepeçevre sarıvermişti her yanını.

Sakarlıkları aklına geliyordu, Kerem'in imaları, Yiğit'in gözlerinde kaybolan pırıltı, ellerini telaşla Kerem'den kaçırışı. Bir anda yakın zaman anılarıyla öyle bir yüklenmişti ki beyni, o jetonun nasıl o kadar ses çıkardığını böylece anlamış oldu.
Birkaç kez tekrarlamak zorunda kaldığı derin nefes alışlarına rağmen kalbi özgür kalmak ister gibi küt küt vuruyordu göğüs kafesine. Aynadaki dehşete düşmüş aksine bakarak durumu yorumlamaya başladı.

"Olmaz. Hem ben onun için yalnızca takıntı yaptığı biriyim, yani ben ondan hoşlanıyor olsam da o benden hoşlanmıyor ki... Bakışları farklı tamam ama belki de hoşlandığını zannediyordur, sonuçta adamın belli bir rahatsızlığı var. Kendi dedi, takıntılarım elimde değil dedi. Bana bakmasının da takıntı olduğunu söyledi, elinde olmayan bir şey işte yani. "

Kendi kendine mır mır söylenip durum tespiti yaparken suyu açık bıraktığını ve ellerini öylece lavaboda tuttuğunu fark edip hızla musluğu kapattı. Pudra namına bir şey kalmamış olan ellerini kurulayıp dışarı çıktığında Yiğit'in hâlâ tezgah arkasında olduğunu görüp yanına gitti. Toplanacak hiçbir şey kalmamıştı ortada, kendi kafası dışında her şey yerli yerindeydi ve Yiğit, küçük turuncu kovanın içindeki pipetleri renklerine göre ayırmakla oldukça meşgul görünüyordu.

"Ben aslında seni kendine kahve alman için çağırmıştım. " dedi Ceylin. "Müşteri bir sürü şey isteyince ilgilenemedim o sıra. "
Düzgün cümle kurmuş olmasına içten içe sevinmişti ama ellerini nereye koyacağı konusunda yaşadığı bilinçsiz kararsızlık yüzünden avuçlarını ovuşturup duruyordu.

"Önemli değil, " diyen Yiğit, yanı başında onunla konuşan kadına bakmak yerine pipetlerle uğraşmaya devam ediyordu ki durdu aniden. Dönüp Ceylin'e baktı, "Burayı dağınık görünce ben... "

"Evet, eline sağlık. " deyip cümlesini tamamlatmadı Ceylin. Elinde olmadan yaptığı şeyler için onu rahatsız ettiğini düşünmesini istemiyordu. "Teşekkür ederim, çabucak toplamışsın her şeyi. Hadi sen yerine geç, ben de kahveni hazırlayayım. "

Ceylin kahve makinasının olduğu tarafa ilerleyip işe koyulmuştu, Yiğit de pipetleri ayırmayı bırakıp yerine geçmeye hazırdı. Ancak küçük bir sorun vardı, tezgahın arkası fazla dar bir koridor gibiydi ve Ceylin tam olarak en yakın çıkışın önünde duruyordu. Yiğit uzun yolu tercih etmek yerine kahveyi hazırlamakta olan portakal saçlısını izlemeye başladı.

Makinanın düğmesine basıp beklemeye geçen Ceylin ise Yiğit'in hâlâ yerine geçmediğini ancak fark etmişti, sebebinin yolu tıkıyor olduğunu da aynı anda anlayıp ona baktı.

"Özür dilerim, bu tarafta birinin olmasına alışkın değilim de. " dedi. Birinin ona böyle bakmasına da alışkın değildi, hayran olunası bir varlıkmış gibi... Elleri yine birbirine dolanırken usulca kenara çekildi.

"Sorun değil, " diyerek hiç istemese de Ceylin'in yanından geçerek tezgahın diğer tarafına çıkan Yiğit, masasına doğru attığı ilk adımın üzerinde ani bir dönüş yaptı. "Kendine de yapsan kahve? Bir dahaki müşteriye kadar birlikte içer, sohbet ederdik? Yani istersen tabii..." diye sordu.

İstemezdi, yani istememeliydi. Ama adam ona teklifsiz yardım etmişti, her ne kadar takıntısı yüzünden yapmış olsa da ona borçlu hissetti Ceylin.

"Olur. Sen otur, ben kahveleri alıp geliyorum hemen. " diye cevapladı ve önüne döndü.

**************

Önlerinde birer kahve fincanı, karşılıklı oturdukları masada bir süre yalnızca sessizlik hüküm sürdü. Çekingen tavırlarla yudumlanan kahve bile sıkılmıştı onların sessizliğinden. Güzel sohbetlerin yareniydi o sonuçta, hem hatır falan da mı bilmiyordu bunlar canım...

"Sohbet ederiz dedin ama hiç konuşmuyorsun?" diyerek ilk adımı attı Ceylin.

"Senin yanında öyle güzel susuyor ki aklım, küçük bir bebek gibi uyuyor ve ben sesimle uyandırmaktan korkuyorum içimdeki canavarı. "

Dakika bir, gol birdi. Çok fena kaçırmıştı topu Ceylin, kaleci olmak yerine pastacı olmayı seçtiğine sevindi. Ama pas verme konusunda fena sayılmazdı.

"Anlatsana, nasıl susuyor aklın? Neler susuyor? "

Anlattı Yiğit, madem top çevirmek istiyordu takım arkadaşı, onu kırmayacaktı. Zihninde dönen mağlubiyetleri anlattı, hep bir ağızdan tezahürat eden duygularını, hayatını linç eden holigan kılıklı takıntılarını.

Ve hepsini dinledi Ceylin. Bir insanın önüne geçemediği düşünceler yüzünden yaşadığı zorlukları, çevresinden gördüğü tepkiler nedeniyle defalarca kırılan kalbini, hiç istemediği bir yalnızlığa zorla iteklenirken yankılanan ayak seslerini dinledi.

İçinde bir yerlerin acıdığını hissetti dinlerken, kırılıp dökülen kendi kalbiymiş gibi sızladı yüreği. Zor bir durum deyip geçmek istedi bir yanı, kaçmak, tüm o sıkıntıları paylaşmamak. Korkutucuydu çünkü.
Gecenin bir yarısı okuduğu yazılar bilimsel görüşlerden, araştırmalardan, verilerden ibaretti. Merakını çelmiş bir konu hakkında bilgi edinmekten ötesi değildi.
Ama Yiğit'in neler yaşadığını öğrenmek,  bilgi edinmekten çok daha fazlasıydı. İnsan kendi başına gelmediği sürece ona anlatılan acı dolu bir yaşanmışlığı ancak tahmin edebilir, belki biraz gözünde canlandırabilir ama asla aynı acıyı hissedemezdi. Ceylin de tam olarak aynısını hissetmiyordu, ama Yiğit'i o kadar iyi anlıyordu ki korkusunun, kaçmak isteyişinin sebebi de buydu.

Bilmiyordu çünkü, yaşadıklarının Yiğit'te nasıl izler bıraktığını bilmiyordu. Böylesi zor tecrübelerin onun hayatına, kişiliğine ne gibi etkileri olmuştu bilmiyordu. İnsan dediğin bilmediğinden korkardı en çok, korkuyordu Ceylin.

Yiğit'in sözleri son bulduğunda ne diyeceğini de bilememişti, ne denirdi sahi? Çok üzgünüm? Ne kadar zor bir hayatın olmuş? Seni anlıyorum?
Bunların hepsi denebilirdi evet, ama basit geliyordu Ceylin'e bu cümleleri kurmak. Duydukları karşısında hissettiği duyguların yanından bile geçmiyorlardı. İnsanın kendi içinde bile sessizliğe ihtiyaç duyması zordan da öteydi.

"Bakma öyle, üzülmen için anlatmadım. " dedi Yiğit. "Zihnimin senden önce ne kadar gürültülü olduğunu, beni ne kadar yorduğunu ve senin yanındayken oluşan bu sessizliğe nasıl ihtiyacım olduğunu anlaman için anlattım. "

"Üzülmeyecek gibi değil ama, yani dün biraz araştırmıştım ve bir şeyler öğrenmiştim hastalığın hakkında. Şimdi senden neler yaşadığını dinlemek, gerçekten de çok yorucu bir hayatın olduğunu öğrenmek üzücü. "

"Dediğim gibi, üzülme. Bir yıldır tedavi oluyorum ve son altı aydır tolere etmekte çok iyiyim. Yani bazen kontrol edemediğim şeyler oluyor, az önce tezgahın arkasında yaptıklarım gibi. Ama ilk zamanlardaki gibi zorlayıcı olmuyorlar. Son zamanlarda ise beni zorlayan tek şey sensin, sen ve portakallı çikolataların. "

Muzip bir ifadeyle başını yana eğip sırıttı Ceylin, "Bir de çillerim..." diye ekledi.

Onun bu tavrı Yiğit için fazla sevimliydi, içten bir kahkaha attı. "Haklısın, bir de çillerin. " dedi gülerek, sonra sesinin rengi değişti. "Her biri öyle hoş birer detay ki içimdeki sayma isteğini bastırmakta gerçekten zorlanıyorum. "

Ceylin yemiş olduğu ikinci golü hazmetme çabasıyla sessizliğini korurken Yiğit devam etti konuşmaya.

"Dün sana bunu söyleyince deli olduğumu düşünmüş olmalısın?"

"Hayır, deli olduğunu düşünmemiştim. Sadece beklediğim bir cevap değildi ve şaşırmıştım. " diye atıldı Ceylin.

"Şaşırtıcı olduğuna eminim, ama OKB hastaları bütüne en son bakar, bazen hiç bakmaz. Ayrıntılara takılıyoruz daha çok, kimsenin umurunda olmayan ayrıntılara. Mesela saçların bir bütün olarak gerçekten muhteşem, ama seni ilk gördüğüm gün donup kalmama sebep olan sadece bir tutamıydı. Boneden kurtulmuş, yanağından aşağı salınıyordu. Sonra dudaklarının konuşurken aldığı şekiller var, gülümserken yukarı kıvrılan uçlarına bakmaktan ne dediğini duymuyorum düşün. "

Düşünüyordu Ceylin, çok uzun süredir utanmasını gerektirecek hiçbir durumla karşılaşmamış olduğunu düşünüyordu ve Yiğit'in sözleriyle utanıyor, yanakları bayram havasında göndere çekiyordu kırmızı bayrakları. Tuhaftı bu his, her şey biraz tuhaftı aslında. Hayatında hiç iltifat almamış biri değildi, ama aldığı iltifatların hiçbiri az önce duydukları kadar alışılmadık da değildi. İşin en tuhaf kısmı ise iltifat olup olmadıklarından bile emin değilken içini saran, sıcacık yapan tüm bu sözlere karşı kalkanlarının devre dışı kalmasıydı. Korkup kaçmak istediği ateşe koşar adım yürüyordu sanki. Aklına o çok sevdiği kitaptan bir cümle geldi yine, bakışları çoktan bitmiş olan kahve fincanındayken kendi kendine gülümsedi.

(*) "Nereye gittiğimi soranlara: Ellerim ateşi yakıncaya dek ateşle oynamaya..."

***&***

(*)Mecit Ünal-Lali Berte'ye Mektuplar

Merhabalar, tam iyileşiyorum derken tekrarlayan grip yüzünden bölümü ancak tamamlayabildim, hatalarım varsa affola, en kısa zamanda geri dönüp bakacağım inşallah 😊

Biraz hareketsiz ilerliyoruz farkındayım ama henüz taşları döşeme aşamasındayız, ufaktan ivme kazanacağız tabii, sıkıntı yok 😁

Bu arada yeni bölümlerden ve eski hikayelerden alıntılar, falanlar filanlar için instagram hesaplarımı takip edebilirsiniz. Profilimde hikayelere özel olan hesabımın ve kişisel hesabımın linkleri mevcut 😉 Kişisel hesabımda daha çok paylaşım yapıyorum, neden diğerinde daha az diye sormayın, ben de bilmiyorum, azıcık üşengeç olabilirim 🙈😅

Umarım hoşunuza giden bir geçiş bölümü olmuştur, beğendiyseniz  en azından oy vermeyi unutmayın lütfen ☺️

Yeni bölümde görüşmek üzere,
Seviliyorsunuz çok kocaman
🧡

Continue Reading

You'll Also Like

716K 29.7K 47
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
220K 1.3K 19
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
220K 1.1K 8