MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

12-*Charlie*

98.7K 5.9K 1.6K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri! Bu kız neşeli bir şekilde uzun zaman sonra ilk defa sizinle.😍🧡

Hayatımda ilk defa imza günü yaptım ve bu o kadar mutlu etti ki beni,bomba gibi bir bölümle geldim.😍💃💃

Sizler nasılsınız,iyisinizdir inşAllah? Nasıl özledim sizi. Düzenli olaral Mıh'ı düzenleyip kitap olması için çatışmalara girişeceğim Allah izin verirse ve bu bölüm de çıkacak kitaba yakışacak kadar içime sindi. İnşAllah sizde seversiniz.😍💃🧡

Sizi çok seviyorum,unutmadınız değil mi? Ben unutmadım. Çok özledim,hadi konuşalım. Halinizi merak ediyorum.🧡😍💃

İyi okumalar dilerim fedailerim.😍🧡

Müzik Kutusu

Elvana Gjata- Me Tana

Raphael Lake-Prisoner

Bts-Ugh!

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Siraç Vuslat, karanlığın içinde sessizdi. Esrar dumanının ortasında gizli bağımlılığı olan kokaini burnundan çeken İbrahim'i izliyordu.

Kokaini özgüvenini ve cinsel iktidarını arttırdığını düşünerek gizli kapaklı kullanan Çakılı, aldığı uyuşturucudan sonra 48 saat ortalıkta görünmezdi.

Siraç bunu yılanın deliğine geri çekilmesi olarak adlandırıyordu. 

O da yılan terbiyecisiydi.

"Bağımlılığına bir çözüm bulamaman beni üzüyor Çakılı. İnsanları köle ettiğin bağımlılığa senin de kapıldığını bilen kaç kişiyiz?" 

İbrahim, Azrail'in sesini tanırdı. Kaç kere o peşinden koşarken nefesini ensesinde hissetmiş, bu sesten kaçmıştı.

Şimdi yine bu sesi duyunca yerinden sıçradı ve önünde duran kokain yere döküldü. Karanlığa doğru baktı ve korkuyla sanrı görüp görmediğini düşündü.

Kokaini yıllardır kullandığı için bu kadar hızlı etki göstermeyeceğini biliyordu. Bu onun sesiydi.

"Korumalar..."dedi sert bir ses tonuyla.

Siraç karanlıktan sıyrıldı. İbrahim karanlıkla zehirlenmiş lacivert gözleri gördü ilk. "Charlie bu kadar çabuk mu etki etti İbrahim? Ben buradayken onların yaşadığına nasıl inanırsın?"

İbrahim silahını belinden çıkararak ayağa kalktı. Silahını Siraç Vuslat'a doğru uzattığında, karşısındaki adamın silaha bakıp hafifçe gülümsediğini gördü.

Bulunduğu oda gizli tesislerinin özel teknolojiyle donatılmış en güvenlikli odasıydı. Tesiste kendisi olduğu için en az 200 koruma bulunuyordu.

"Hepsini öldürmüş olamazsın! Buraya geleceklerdir." dedi kendinden emin bir ses tonuyla. Azrail en ufak bir korkunun kokusunu alırdı, onu o kadar iyi tanıyordu ki.

Siraç ona bir adım daha yaklaştı. O kadar büyük bir zevkle öldürmüştü ki Siraç, şu an yine yaşadığını hissetmiyordu.

Ölüm onun elindeydi, onunlaydı. "Beni uğraştırma İbrahim! Senin girmek istediğin şaşkınlık evresi bana sadece can sıkıntısı getirir."

"Nasıl olur?" Çakılı dehşete düşmüştü. " Bir çatışma olduysa bile bunu duymam gerekiyordu."

Siraç 'ın dudakları hafifçe gerildi sadece. Bu odanın dört bir yanını ses geçirmez, taşınabilir zırhla kapatmıştı. Duymazdı İbrahim, ölüm dibine gelse ruhu duymazdı.

"İnandırıcılık kısmını geçebilirsek senin canının kıymetini konuşalım, İbrahim? Beni anlaman için speed mi kullanman gerekiyor? Ben ağızdan enjekte etmem ama." dedi.

İbrahim bir adım geri çekilmemek için kendisini zorladı. Speed türü uyuşturucular uzun bir süre uyanık tutardı adamı.

Çeneyi kilitler, konuşturmazdı da. Makattan da alınan nadir uyuşturuculardandı. Felç geçirmenin bizzat tanımıydı.

"Tamam." dedi Çakılı onu uzun zamandır tanıdığı için sert davranmanın doğru olmayacağını biliyordu. "Ne istiyorsun?"

  İbrahim silahını geri çekti.Siraç bir adım daha attı ona. Korkuyu iliklerine kadar hissetti. 

"Sen zeki adamsın İbrahim...Sanrılar seni bulmadan, ben sana yapay bir cehennem oluşturmadan önce tahmin et bakalım. Ben senden ne istiyor olabilirim?" Onunla oynuyordu. Tıpkı zamanında kurulun onunla oynadığı gibi yavaş yavaş onunla oynuyordu. 

İbrahim'in elinden sakin bir şekilde silahını aldı ve siyah deri eldivenli eli silahın pürüzsüz yüzeyinde gezindi.

"Ölümümü isteseydin burada benimle oynamazdın." dedi İbrahim.

Bu arada kaçabilme ihtimallerini değerlendiriyordu. Ölüm bu sefer cidden çok yakındı.

"Devam et!" diye teşvik etti onu Vuslat. "Bak karabasan seni kovalıyor İbrahim."  Elindeki silahı İbrahim'in paltosuyla sildi.

"O zaman ya benden almak istediğin bir şey var ya da iş birliğimi istiyorsun."

Siraç ağzından onaylamadığına dair bir ses çıkardı. Sonra İbrahim'e doğru eğildi. "Ben pisliğe elimi hiç değdirmem İbrahim." Başını sağa sola sallarken yüzünde ölümün soğuk ifadesi vardı. " Hâlâ öğrenemedin mi? Ben onu maşayla tutarım o da ateşin üstünde oynamaya başlar."

İbrahim korkunun yüreğini titretmeye başladığını hissetti. Yılların boyun eğdirilemez olan uyuşturucu baronu, ilk defa bu kadar ölü bir adamla karşılaşıyordu. 

Onu bu hale kendileri getirmişti.

Gözlerinde mezar görüyordu, o mezara düştüğünü görüyordu. "Sadede gel Vuslat! Kaç yıllık itibarımı senin eline korkarak teslim etmem. Sen doğmamışken ara sokaklarda uyuşturucuya bulanmıştım ben." dedi.

Siraç bu sözlerden hiç etkilenmiş gibi değildi. "Emir'den haz etmediğini biliyorum. Geçen toplantı da onu öldürmek ister gibi bakıyordun."

"Sen nasıl..."

Siraç  baş parmağını ona doğru uzattı. "Sana konuşma hakkı vermedim İbrahim. Ben hep size bir nefes kadar yakındayım. Zamanında da yakındım, hatırlatırım." Çakılı 'nın gözleri geçmişle buz kesti. Bu hatanın bedelini bir gün ödeyeceğini o da biliyordu. 

Bak, tek kurşunun kalbe ulaşma hızı kadar hem de." 

Bir an ki dikkat dağınıklığıyla Siraç Vuslat kurşunları şarjörden çıkarmıştı. Avucuna koyarken her biriyle İbrahim'i tehdit ediyordu.

"İstediğim bir sonraki karşılaşmanızda sol elinden vurman İbrahim." dedi. İbrahim kaşlarını çatarak ona baktı.

Siraç Vuslat geri çekilince daha da kafası karıştı. "Neden benden onu öldürmemi istemiyorsun? Hem neden sol eli?" 

Siraç Vuslat'ın karanlıkta yüzü kaybolurken ölüm İbrahim'e fısıldadı. "Bahçıvan kulübesinde bir mezarı olacağını söyle ona Çakılı. Köpeklerin tuvaleti olan yerde. O anlayacaktır."

Çakılı 'nın yüzü kaskatı kesildi. Orada küçücük bir çocuktan bir Azrail'in doğduğunun hikayesini herkes biliyordu ama kimse bu hikayeyi anlatmaya cesaret edemiyordu. 

Ve ölüm son vaadini söyleyerek geri çekildi; "Ben intikam aldığımda hiçbirinizin yalvarmaya fırsatı olmayacak."

Vuslat, kurulun en zayıf halkasına ilk darbesini vurmuştu. 

⚜🔱⚜

Elif'ten;

Bal rengi saçları beline kadar uzanan, kahverengi gözlü, asık suratlı kadın ince topukluları üzerinde dimdik bir şekilde kapının önünde bekliyordu. "Teyzeni içeri davet etmeyecek misin?" derken dudaklarının kenarında olması gereken ama yok edilmiş çizgiler suratının daha gergin görünmesine sebep olmuştu.

Kendimi çok garip hissediyordum. Karşımda kayınvalidem olarak adlandırmam gereken kadın vardı.

Nasıl bir kadın, babasını öldürmek için büyük bir intikama kendini adamış bir adamın annesi, oğlunu öldürmek için herkesi acımasızca kullanan bir adamın karısı olabilirdi?

Eylül gergin bir sesle, "Hoş geldin teyzecim." dedi. Seni beklemiyordum o yüzden şaşırdım sadece. Kusuruma bakma." 

Teyzesinin yanına gitti ve uzaktan birbirlerine öpücük attıkları samimiyetsiz bir karşılama yaşadılar. Suratının asıldığı benim ve kızların gözünden kaçmamıştı.

Yağmur ve Zeynep, beni korumak istermiş gibi yanıma yaklaştılar. Halıların kaldırıldığı geniş holde ince topukluların tıkırtısı duyuldu. Yağmur kulağıma eğildi. "Gardını al güzelim. Hüsnü zanda bulunamayacağım. Kötü kokular alıyorum." dedi.

Zeynep bunu duyunca güldü. "Bilirsin, Yağmur iyi koku alır."

Dudaklarımı birbirine bastırdım gülmemek için. Ellerimi önümde birleştirdim karşı karşıya geldiğimizde. Kahverengi gözler aydınlık değildi.

Bu hoşuma gitmese de tarafsız kalmaya çalışmak için çaba sarf ettim. Üçümüzü de baştan aşağıya süzdükten sonra memnuniyet duyduğuna dair hiçbir tepki vermeden, "Elif hanginiz?" derken donuk ses tonu bir tek bana Siraç 'ı hatırlattı. Bu benzerlik ve saçlarının renk tonunun aynı olması haricinde hiçbir benzerlik yoktu.

"Benim." Başımla onu selamladım.  Tanıştığıma memnun oldum, Esin Hanım."  Sert bir baş hareketinde bulundu.

"Kıyafet seçiminde bende bulunacağım. Bu seremoniye artık benim de dahil olmamın vakti geldi."

Bu cümlede art niyet aramamak için kendimi tuttum ve ,"Tabii ki, en doğal hakkınız." dedim. Birkaç görevlinin olduğu geniş salonda bir koltuğa oturdu.

"Çok vaktim yok," dedi şimdiden sıkılmış gibi.  "Hızlı olmanız tercihimdir. Katılmam gereken bir buluşma var."

Zeynep dişlerinin arasından tısladı; "Ya sabır!"

Eylül çaktırmadan göz devirirken Yağmur ona sessizce güldü. Sesimi çıkarmadım. Belliydi, buraya sorun çıkarmak için gelmişti.

Yuvarlak bir platform salonun ortasına oturtulmuştu ama asıl giyinmem ve aynada kendime bakmam için küçük bir oturma odası ayarlanmıştı.

Kadın görevli kıyafetleri tanıtırken samimi bir şekilde iletişim kuruyordu. İlk tercihim bordo renginde kolları uzun satenden bir elbise oldu. Pelerini de vardı .

Görevli, "Ten rengine çok uyar, çok güzel gözlerin var. Bu renkle yüzün daha belirgin hale gelecek." derken yüzündeki samimi hayranlık beni utandırdı ve kızardığımı hissettim ta ki Esin hanım araya girip, "Bence onu solgun gösterecektir. Bordo asaletin rengidir. Herkes taşıyamaz." diyene kadar.

Arada soğuk rüzgarların estiği kısa bir an yaşandı. 

Görevli, Esin hanıma boş bakışlarla bakınca Esin Hanıma döndüm. "Asaletin renkle belirlendiğini bilmiyordum, teşekkür ederim Esin Hanım." dedim sahte bir gülümseyişle. 

Sert bir bakışla yüzümü incelemekle yetindi ve "Daha gösterişli renkler çıkarın." dedi.

Bu onunla tartışmaya başlamamızın ilk evresiydi. Beğenerek giydiğim her kıyafete bir kulp bulmaktan asla geri kalmıyordu. Derdinin ben olduğumu görevliler bile fark etmişti. Beğendiğim kıyafetleri gizlice giyinme odasına taşıyorlardı.

Gül kurusu, kolları uçuş uçuş tülleri bir elbiseyi giyerken giyinme kabininde, artık sövmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Yemin ediyorum kendimi zor tutuyorum, Eylül. Bak ben saygılı bir insanımdır. Böyle yetiştirildim. Dilimin ucuna gelen kelimeler taşarsa babam mezarında ters döner.
O kadar çileden çıktım." derken elbiseyi görmek için aynanın önündeki platforma çıktım.

Belinde ince kemer gibi olan gold rengi işlemeleri görünce kalbim hızlandı. Bu renk sanki tenimde canlanmıştı.

Kolları ve zarif duruşu sayesinde ikinci bir ten gibi yapışan elbiseler gibi durmuyordu da. 

Asildi. 

Uyandığımdan beri ilk defa gülümsedim.

Arkamı dönerken ,"Ama bu efsane görünüyor Eylül! Bahar gibi, kiraz çiçekleri açmış sanki." dedim ve donup kaldım platformun ortasında. 

Oturma odasının kapısı kapatılmıştı ve kapı pervazına yaslanıp beni sessizce izleyen Siraç, baştan aşağıya beni yavaşça süzdü.

Lacivert gözlerine bugün siyah bir takım elbise ve deve tüyü renginde uzun bir kaban eşlik ediyordu. Gözlerinin esirlik seyrinde yerimden kıpırdayamadım.

"Daha önce baharın varlığını hiç idrak etmemiştim." dedi. Sesini ilk duyduğum zaman ki gibi ürperdim.  Görüyorum ki güzelmiş..." derken kalbim göğüs kafesime iki kere çok hızlı şekilde vurdu. Sanki bir çağrı da bulunuyordu.

"Çok güzelmiş. "

Yanaklarım kızarırken hızla gözlerimi ondan kaçırdım. "Be-n burada olduğunu bil-miyordum. "Kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım. " Yeni mi geldin?" 

Sesim titreyince yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Kapıyı açtı ama dışarı çıkmadı. Yanıma doğru geldi. "Serzenişini duyacak kadar. "derken lacivert gözlerinde soğuk rüzgarların arasında bir yıldız parıldadı.

Tekrar kızardım. Resmen annesine sövmek üzereyken yakalanmıştım.

"Haklı olmamasını istediğim bir serzenişti." dedim yine de. Yalan söyleyemezdim.

Yanıma ulaştı. Bakışlarıyla yüreğimi sardı.  Dirseğimi tutarken, "Ne yapıyorsun?" dedim. Dirseğimdeki eli elime doğru bir yol çizdi. Diğer eli de belime yerleşirken, çağrıda bulunan kalbimin bu çağrısının acil olduğunu idrak ettim.

Göğüs kafesim bir körük oldu adeta. Göğsü sırtıma yaslanırken kalp atışlarımızın bir olduğunu hissettim. Aynadan bize bakıyordu.

"Yanımda o kadar savunmasızsın ki..." derken ses tonu sertti ama aynada bize bakan gözler niye başka şeyler söylüyor gibiydi?

Yan yanayken boyumdan dolayı minicik görünüyordum. Her şeyimiz birbirine taban tabana zıttı.

Ben simsiyah saçlar, kahverengi gözlere, siyah kaşlara, küçük bir buruna sahipken yumuşak yüz hatlarım olduğunu biliyordum ama o keskindi.

Çenesi, lacivert gözleri, simetrik duran burnu koyu bal rengi saçları. 

Her şeyiyle bir simetrinin disiplinindeydi ama gözlerinde çoğu zaman olan buz gibi bakış, gülümsese gamzeleriyle cennete dönüşecek olan lacivertlere dünyanın zemherisini getiriyordu. 

Yazık ediliyordu onun tarafından bu güzelliğe.

"Tecrübesizim sadece çünkü senin gözlerin hiç konuşmuyor. Ben hep insanları gözlerinden tanırım." Çenesini omzuma koyduğunda yerimden sıçradım.

"Ne yapıyorsun?" dedim tekrar yüzüne bakarak ama çok yakın olduğumuzu fark ettiğimde hemen yüzümü aynaya doğru döndüm. Utanmıştım ve o da bunu tabi ki fark etti. Kızaran yanaklarımda dolaştı gözleri.

"Bana yardım etmeni istiyorum Günışığı. Arkada bizi izleyen Esin hanım, her zaman kocasının en büyük muhbiriydi." Tenime değen teni sözleriyle soğudu sanki. "Beni yönetmek de istedi ama bunu başaracak fırsatı olmadı."

Derin bir nefes aldığında kokumu içine çektiğini fark edebiliyordum, bunu saklamıyordu. Bir an gözleri mest olmuş gibi kapandı. Açıldığında kanımın akışı sanki hız yarışına kapılmış gibiydi. 

"Ona izin vermedim." dediğinde sesi boğuklaştı. 

Çenesindeki yeni çıkmaya başlamış sakalları kumaşın üstünden hissedebiliyordum. O aynaya bakmak yerine yüzüme bakarak konuşuyordu.

Bakışlarında nefes alamıyordum. 

"Ama hala eski huylarından vazgeçebilmiş değil. Ona zorla evlendiğimiz izlenimini vermeni istemiyorum." derken sesinde bir taviz yoktu.

"Sanki başka seçeneğim olabilirmiş gibi." diyerek homurdandım ve başımı eğdim. Elimin üstündeki eli güzeldi.

Baş parmağımı elimin üstünü okşuyordu. Bu temasın beni hem sakinleştirip hem de nasıl heyecanlandırdığına dair en ufak bir fikrim yoktu.

"Temas etmeden de bunu gösterebiliriz." dedim kafamı kaldırıp. Arkaya kısa bir bakış attım. Gerçekten Esin hanım bizi izliyordu.

Hem de öfkeli bakışlarla.

Tekrar aynada ona baktım. Beni izliyordu. Yine.

Onunla ilk defa sarılıyor olmamıza rağmen, sanki bunu hep yapıyormuş gibi rahattı. Ben ise aşırı gergindim. Babam ve akrabalarım hariç hiçbir erkekle bu kadar samimi olmamıştım.

"Renklerin güzelliğinden pek anlamam ben. Onlar anlara eşlik edicilerdir sadece, ama bu renk..." Bir an duraksadı. " Sana çok yakışmış Günışığı." 

Yanaklarımın pembeden kırmızıya geçiş yaptığını hissettim ve ona direkt bakmak gibi bir hata da bulundum. Gözleri gözlerime değdiğinde oradaki samimiyeti gördüm. 

Bana özeldi, benimleydi ve boğazıma bir yumru oturdu o bakışlar yüzünden. Bu bakışın tanımı hasretti.

"Konumuzun bu olduğunu hatırlamıyorum." dedim. Hafifçe gülümsedi. "Konu sen olunca mantıklı açıklamalar bulamamaya başladım, Günışığı." dedi.

Sırtındaki kalbi kalbimin hızlı sesine gülüyordu, emindim. Gamzelerine verdiğim tepki acınasıydı. Dudaklarının kenarında oluşan iki ince çizgi, benim beynimdeki kusur olma yolunda ilerliyordu.

"Konu sensen bende mantıklı bir açıklama beklememeye başladım, Siraç." Hafif gülümseyişi genişledi.

İç çektim istemsizce. Beynim çalışmamaya başlamıştı.

"Ne zaman olacak nişan?" sorusunu bile zorla aklıma getirebildim. "Ygs sınavından sonra." cevabını verirken parmaklarını parmaklarıma geçirdi.

" Daha bir ay var." dedim tekrar ellerimize bakarken." Benim yaşamımda verilen kararların uzun bir geçmişi olur Günışığı."

Suratım asıldı. Bunu en iyi kendimden biliyordum. Uzun soluklu intikam planının bilinmeyen bir parçası olarak.

"Bu kadar gösteri yeterli değil mi?" Ellerimi geri çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Onun gönüllü gardiyanlığına annesinin gelişi son verdi.

"Umarım beni bu kadar bekletmenizin mantıklı bir açıklaması vardır." Üstümdeki kıyafete baktı ve yüzü ekşidi. "Pembe." dedi tiksinir gibi. " Yapay şekerler gibi olmuşsun. Sevmedim." 

Yer altının Azrail'i olarak tanınan adamın yaptığı tasvir, karşımdaki kadının aşağılayıcı tasvirinin yanında daha da güzelleşti gözümde. Siraç elimi bırakmayıp yanıma geçti.

"Beğendiğini düşünüyorum. "dedi gözlerimin içine bakarak. Dişlerimi birbirine bastırdım. Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Zevksiz olduğu bariz belli." diyen Esin hanımın aşağılayıcı ses tonu ise gözümün önünün kırmızıya dönmesine sebep oldum.

"Çok şükür insanların dikkatlerini üzerime çekmek yerine, renklerin doğal güzelliğine göre, doğru yerde, doğru şekilde giyinecek kadar zevkli ve sırf çıkarlarıma uymadığı için durduk yere insanları aşağılamayacak kadar terbiye sahibi biriyim. Sizin bana karşı yargısız insafınız açıkçası aramızda gelişecek olan samimiyetsiz akrabalığa rağmen tahammül edebileceğim bir durum değil. Ben insanlara karşı hiçbir sebep olmaksızın sevgiyle değil nefretle yaklaşan insanlardan uzak durmam gerektiğine dair öğütler alarak büyütüldüm. Bu öğütleri de sizin saygısız nefretinize karşı kullanacağıma emin olabilirsiniz."

Esin hanım benim cümlelerimi duydukça sinirlendi. Sinirlendikçe rengi değişti, önce sarı, sonra kırmızı, en son ise mor rengine döndü.

"Bu ne hadsizlik ,saygısızlık!" derken içinden bir canavar çıktı sanki. Kızlar benim yükselen ses tonumla odaya dalmıştı zaten ama benim yanımda o bas bas bağırıyordu resmen.

"Sen dün ki yeni yetme, görgüsüz, eğitimsiz kız; seninle konuşmaya gelmem bile lütufken..."

Siraç 'ın ses tonu onun bağırtısını bıçak gibi kesti; "Kes sesini!"

Hafifçe yerimden sıçradım. Parmaklarım parmakları arasına sıkıştırdı resmen.

Esin Hanım'a doğru tehditkar bir şekilde eğildi. "Bunu yalnız mı halledelim istersin Esin hanım? Yoksa görgüsüz olarak gördüğün kızın önünde gerçek konumunu mu hatırlatayım sana? "

Esin hanımın yüz ifadesi dondu ama buz gibi ses tonu hiç değişmedi. "Dışarı çıksınlar." derken yüzüme nefretle bakıyordu.

Bakışlarından hiç etkilenmedim. Siraç'ın elinden elimi çekerken göz göze geldik.

Azrail, gözlerinde yargıç konumunda infaz için bekliyordu sanki. "Görevlilere söyleyin, kıyafetine uygun takım elbise seçsinler." dedi bana bakarak. Kafamı salladım ve dışarı çıktım.

Kapılar kapandı. Eylül," Yemin ederim sabahtan beri Siraç gelse de teyzeme haddini bildirse diye bekliyorum. Dualarımı kabul etti Allah."

Yağmur yüzünü buruşturdu; "Derdi ne bu kadının? Oğlu bile ondan nefret ediyor."

Eylül acı acı gülümsedi. "Onun yaptığı annelik olmadığı için hiçbir zaman anne gibi saygı görmeyecek. O Siraç' a hükmetmek, kocasına yaranmak istiyor sadece." Kafasını olumsuz anlamda salladı. 

"Buradaki çıkarı ne?" dedim.

Tam o sırada; "Evlenmek istiyorsan Selvi ile evlenseydin. O sana layıktı. Güçlü, fiziksel ve maddi anlamda da sana uyan bir kız. Üstelik sana aşıkta. Bu vasıfsız kızın bütün eksiklerini giderirdi. "diyen Esin hanıma karşılık Eylül kafasıyla kapalı kapıları göstererek,

"İşte tam olarak çıkarı bu. Selvi psikopatın teki. Babası bir uyuşturucu baronu. Kendisi de babasının gölgesi altında sevmediği insanlara işkence uygulayan bir sadisttir.Manyak karının işkence odası var. Siraç 'ın gücüne saplantılı resmen. Sırf ondan nefret ediyorum diye beni öldürmeye kalktığından beri Siraç' ın soktuğu yılan deliğinden çıkmadı. Bana kalırsa Siraç'ın üvey babasının,  Siraç' ın boynuna dolaması için gönderdiği bir yılandan başka bir şey değil. Ama bu, "omuzundaki iki kabarık yara izini göstermek için tişörtünü sıyırdı. "Onun ruh hastası olduğunu değiştirmiyor."

Yağmur ve Zeynep beni korumak ister gibi bir günde ikinci defa yanıma geldiler. "Ne yaptı?" dedim yara izlerine ve onun acı çekmesine karşı gözlerim dolarken. Sevdiklerimin canının yanmasına dayanamıyordum.

"Sıcak demir." dedi Eylül donuk bir sesle. "Onun bedeninde de var." Dedi sonra sustu. Kimin yaptığını söylememişti ama tahmin etmek zor değildi.

"İkidir ismini duyuyordum." dedim. Daha önce ikizler de bu kızdan bahsetmişlerdi ama bu kadar tehlikeli olacağını tahmin etmiyordum.

Korkmuyordum ama sevdiklerime zarar verecek daha fazla düşmana da ihtiyacım yoktu.

"Siraç sana yaklaşırsa onu ölmekten beter eder. O bunu bilecek kadar akıllı olmak zorunda." Bu Eylül'ün ağzından çıkan ilk tehditti.

Sonra teskin edercesine gülümsedi. " Korkmana gerek yok."

Acı bir şekilde gülme sırası bendeydi. "Korkmuyorum. Ben ölümle yüzleşeli çok oldu. Sadece içine düştüğüm bu hayattan memnun değilim."

Kapılar sert bir şekilde açıldı. "Bu burada bitmedi Siraç Vuslat! Sen yanlış yoldasın. Bir gün dediğime gelmek zorundasın." diyen Esin hanım fırtına gibi evden çıkmadan önce bana omuz atmayı da ihmal etmemişti.

Siraç' ta bir şey demeden sert adımlarla evden ayrılırken yüzümü buruşturdum sadece. Kıyafetler için ayarlamalar yaparken ağzımı bıçak açmıyordu. Kızların da suratı asılmıştı.

Hatta görevliler bile gitmeden önce tedirgindi. İkindi namazı okunana kadar kıyafetlerle uğraştık.

Her şey bittikten sonra," Bugün burada kalın. Eğlence yapalım." dediğimde bu eğlencenin benim bile keyfimi yerine getireceğini biliyordum ki Yağmur ve Zeynep'in gözleri parlamış hatta Eylül bile hemen eğlenceli moda geçmişti. O hüznü hüzün de onu sevmiyordu zaten.

Beraber mutfakta yemek için ekler, pastalar hazırlarken bir yandan da favorim olan özel soslu makarnam için malzemeleri çıkarıyordum.

Birkaç malzemenin eksik olduğunu görünce, "Ben sokağın köşesindeki markete gidiyorum. Eksik malzemeler var, hem jelibon da alırım, canım çekti." derken ellerimi yıkayıp portmanto olan hole yöneldim.

Eylül Yağmur'un çikolatalı kek için çırptığı harca parmağını daldırıp, hırsızlık yaparken, "Ne gerek var? Eksik olan ihtiyaçları korumalardan isteriz." dedi. Omuz silktim. "Biraz hava almak istiyorum." dedim.

İşin doğru tarafı kafamı toparlamak istiyordum. Esin hanım, Siraç 'ın her zamanki garip tutumları nasıl bir tepki vereceğimi şaşırtmıştı.

Kararsız ve yön belirlemeden hiçbir şeye odaklanamıyordum. Kızlar hemen anlayışla karşıladılar. Eylül biraz endişeli olsa da, ben ısrar edince kabul etti. "Korumalar zaten sana eşlik edecektir." derken yine de endişeliydi.

"Merak etme, Nergis ile dışarı çıktığımızda yapışık ikiz gibi geziyoruz." dedim gülerek. Altında yatan acı bir ironi vardı cümlemin.

Siraç 'ın sessiz tutsağıydım ben. Gardiyanım da vardı. Üstümü giyinip dışarı çıktığım anda yanıma gelen Nergis'te bu durumun en büyük kanıtıydı.

"Bir yere mi gideceksin Elif?" dedi. Gülümsedim. "Benimle sokağın köşesindeki markete gelir misin? Almam gereken birkaç malzeme var."

Kulaklığından minik bir ses geldi. "Korumalar halletsin." derken tereddütlüydü. Gülümsemem de ve ısrarımda direttim.

"Ben gitmek istiyorum. Üstelik sen yanımdasın. İstersen diğer korumalar da gelsin. Sokakta gerilim müziği de çalalım biz geçerken. Komşular bizden eminim korkuyordur." dedim gülerek.

Nergis sabit bir yüzle bana baktı. Gülüşüm donuklaştı benimde. "Komşumuz yok. Bu mahalledeki tüm evler Siraç bey tarafından satın alındı. Korumaların aileleri kalıyor sadece." Şaşkınlıktan ağzımın sonuna kadar açıldığını hissettim. Nergis güldü ve koluma girdi.

"Her gün en az bir elli kere ben kimle evliyim diye sorguluyorum." Dedim.

Nergis'le kaldırımda yürürken iki koruma uzaktan bizi takip ediyordu. "Düşmanı çok alan bir adamın her anında tetikte olması kadar doğal bir şey yok.Siraç beyin çok sevdiği insan yoktur. Bu yüzden sizin korunmanız daha çok önem kazanıyor. "

Yüzümü buruşturdum. "Başıma ödül de konmuştur kesin." dedim. Nergis sesini çıkarmadı.

Durdum. Yüzüne baktığımda yine ifadesizleşmişti. "Haklıyım, değil mi?" dedim sessiz bir öfkeyle.

"Bir daha boş boğazlık yaparsam işimden olurum, Elif." Dedi. Kulaklığından kısık bir ses geldi yine. "Ki uyarı aldım bile." derken yüz hatları sertleşti.

Tekrar yüzümü ekşittim. "Kontrol manyağı." Derken sokak boyunca edebimle sövmekten de geri kalmadım.

Marketten girerken, "Ruh hastası." diyerek sövme tiradıma devam ediyordum. Sinirliyken yerdim, bu yüzden bütün abur cuburları topladım. Gerçi ben hep yerdim ama olsun yine de öfkeliyken gözüm hiçbir şey görmüyordu bu yüzden daha hırsla saldırdım.

Sosum için eksik malzemeleri de aldıktan sonra üç dolu poşeti korumalar elimizden aldılar. 

Dışarı çıktık.

Tam o sırada bir arabanın tekerleğinin fren yapmasından dolayı çıkardığı acı sesi duydum. Korumalar poşetleri yere fırlatıp hemen çıkardıkları silahlarıyla arabaya ateş açarken her şey yavaş çekim ilerledi sanki.

Nergis beni yere yatırıp üzerime siper olmadan önce sokağın ortasına atılan iki koliyi görebildim. İçinden düşen kesilmiş ellerle çığlık attım. Hepsi yere saçılmıştı.

"Gerçek mi o, gerçek mi o?" derken zangır zangır titriyordum. "Sakın kıpırdama!" diye bağırdı Nergis.

İstesem de kıpırdayamazdım zaten. Nergis beni yere yapıştırmıştı. Sonraki emri korumalaraydı.

"O Allah'ın cezası keskin nişancılar ne halta yarıyor! Bu araba buraya nasıl girer? Vurun hepsini." diye bağırdı Nergis.

Silahlar kısa bir süre sonra sustuğunda Nergis üstümden kalktı ama kutuların olduğu tarafa dönmeme izin vermeyerek omuzlarımdan tutarak beni kaldırdı ve siper oldu.

Saniyeler içinde 30 tane koruma sokağa doluşmuştu. Öyle titriyordum ki yeryüzü sallanıyordu sanki. Boynumu döndürüp arkama bakmak istedim.

Nergis, "Sakın!" dedi öfkeli bir sesle eliyle çenemden tutup yüzümü kutuların olduğu yerden ters tarafa döndürürüken.

"Gördüm zaten, eldi değil mi onlar? Kesik eller..." Bir şey söylemedi. Gözleri öfkenin ateşiyle alev alev yanıyordu.

Korumaların şefi olan Umut beyi gördüm. Nergis, "Nasıl girer içeri?" dedi Umut'a.

Umut bana kaçamak bir bakış attı. "Gönüllü intihar. Bizim içimizdeki onların muhbiriydi. Hepsine ölümü göze aldıracak kadar delirmişler."

Araba sesleri yaklaşıyordu. Yine bir arabanın acı fren sesini duyduğumda yerimden sıçradım.

Nergis kollarını bedenime sardı. "Sakin ol, Siraç Bey yakındaydı. O gelmiştir." dedi.

Nitekim Siraç arabadan inerken öfke sanki tüm zehrini dünyaya saldı. Paltosu hızlı hareketiyle uçuşuyordu.

Yanıma gelmedi. Bana uzaktan bir bakış attı ama o bakışla ölümü hissettim, gözlerim doldu. Bu adam bana farklı bakan adam değildi. Bu adam Azrail olarak adlandırılan ölüm bekçisiydi.

Arkama, kutulara doğru ilerlerken. "Bırakın!" dedi öfkeli bir sesle. "Onun eceli geliyor."

Tüylerim diken diken oldu. Nergis, Umut'la bakıştı. Gözleriyle anlaştılar sanki. "Biz gidelim Elif." Dedi Nergis.

"Ne oluyor, adamlar ölmedi mi?" dedim. Arkama dönmek istedim ama izin vermedi. "Ölecek olan biri var."

Siraç'ın sesi sokakta yankılandı." Elime düşecek kadar yürek mi yedin sen orospu çocuğu? Kim verdi sana bu cesareti!" dedi.

" Sana o yüreği bizzat ben yediririm."

Cehennemin sesinde fokurdadığını hissedebiliyordum ama kısa bir süre sonra adamın sesi yankılandığında bunun daha hiçbir şey olduğunu fark ettim.

Son nefesiyle ölüm çığlığı attı ;"O kızın cesedi burada sürünmeden durmayacağız, Vuslat! Leşi senin önüne paramparça edilecek, ölümünü bile sana izleteceğiz ama o kadar zavallı olacaksın ki hiçbir şey yapamayacaksın. "dedi son nefesiyle.

Nasıl bir güç geldi bilmiyorum ama Nergis'in elinden kurtulup arkamı döndüm ve ölümle yüzleştim. İki adam yerde ölü bir şekilde yatıyordu.

Bir adam ise bacağından yere kan akarken Siraç tarafından boynundan tek elle havaya kaldırılmıştı.

Siraç, kafasını adama doğru yaklaştırıp sessizce, "Siz kimsiniz ki? Senin tasmanı tutan onlar kim ki? Bak bana!" dedi.

Adamın yüz ifadesini göremiyordum ama kocaman cüssesinin Siraç' ın ellerinde titrediğine buradan şahittim. Nergis kollarımdan tutup döndürmeye çalışırken hissetmiyordum bile.

"Ben sizin Azrail'inizim." dedikten sonra adamın yüzü dibindeyken şakağına dayadığı silahı ateşledi ve sıçrayan kan tüm sokağa büyük biz bıraktı.

Bir hayvanın acıyla inlediğinin sesi kulaklarıma ulaşmıştı ama gördüğüm görüntü, bu sesi duyan Siraç' ın ölü gözlerle bana bakışı bu sesin kimden geldiğini kanıtlayamıyordu bana.

Kucaklandığımı hissettiğimde idrak ettim. Yaralanmış bir hayvan gibi acıyla inleyenin ben olduğumu idrak edebildim.

Bir adamın ölümüne şahit olmuştum. Siraç' ın ayaklarının dibinde yatıyordu. Yerde kan gölü oluşmuştu. Her yer de kan vardı. Her yerde ölü vardı. Her yerde ölüm vardı.

Babamın ölümünde olduğu gibi insanlar ölmüştü ve arabaya sokuluna kadar gözlerini benden ayırmayan adam, bunlardan birini gözünü kırpmadan öldürmüştü.

Arabaya bindikten sonra Nergis yanıma oturdu. "Dönme dedim sana. Nasıl elimden kurtulursun?" derken sesi yüksek değildi. Hatta uzaktan geliyordu sanki.

"Elif!" dedi sonra. "Elif kendinde misin?" derken şoka girdiğimin farkındaydım.

Beni sarsarken yüzüne boş bakışlarla bakıyordum. Arabanın kapısı açılırken ayaklarımın varlığını bile unutmuştum.

Zamanın durduğunu hissediyordum. Zamanın ölümle öldüğünü hissediyordum. 

Bahçeye girmeden önce kolumda güçlü bir elin varlığını hissettim. Kafamı döndürdüğümde onunla karşılaştım. Zaman onunla tekrar uyandı. 

İşte tam o anda bütün ipler koptu bende. Göğsüne vurup geri çekilirken, "Uzak dur benden!" diye bağırdım. Tekrar kollarımdan tutarken, lacivert gözleri cesetleri gömmüştü bile.

Beni arka bahçeye doğru sürüklerken, "Bırak Allah'ın cezası. Dokunma bana, yaklaşma bana!" dedim.

Sesim bağırmaktan çatlarken yalpaladığımı fark edip kucağına aldı ve arka bahçedeki bahçıvan kulübesine girdi. Göğsüne vurup kollarından kurtulmaya çalışırken beni yere bıraktı.

"Sabrımı zorlama!" derken sesi de yaptığı zülüm kadar sertti.

"Senin yüzünden ben her gün ölümü yaşamak zorunda mıyım he?" İnledim acıyla. Ellerim havaya kalkarken ağladığımı biliyordum. "Ne gördüm orada ben, sen bunu biliyor musun? Her gün kabusum olan babamın ölümünü." Yüzü bir an sarsılır gibi oldu.

 "Allah kahretsin!"

Hırsla solurken çıldırmış gibiydim.

İşaret parmağımı ona doğru doğrulttum. "Ben kandan kaçarım. "

Göğsüne vurdum. "Sen kana bulanıksın. "

Tekrar göğsüne vurdum, buz tutan kalbi beni duyar belki diye. "Ben silahtan kaçarım."

Belinde duran silaha baktım. "Sen onunla ölüm saçarsın."

Bir kez daha vurdum göğsüne. Zincirlerimden kurtulurum belki diye. "Ben sevdiklerimi benden alan ölümden kaçarım."

Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. "Sen ölümsün. Ölüm senden hiç ayrılmıyor. " Yıkıldım kendi sözlerimle. 

Ağlayarak yere çöktüm. "Allah rızası için kendim için korkmuyorum ama ne olursun bırak beni. Sevdiklerim var benim. Sürekli tehlikedeler çünkü yanımda sen varsın."

Bana doğru eğildi. Belinden silahı çıkarırken silahtan korktuğum için ellerimden destek alarak yerde geriye doğru çekildim.

"Benden mi korkuyorsun?" dedi sakin bir sesle. Lacivert gözlerinde ölümün tabakası kırıldı. Dudaklarım titrerken silahı gösterdim. "Ondan." dedim küçük bir çocuk gibi. "O benden en sevdiğimi aldı."

Bana doğru uzattı. "Hayır, hayır, hayır!"  dedim acıyla inleyerek.

Elime tutuşturduğunda yüzümüzün arasında kısa bir mesafe vardı. Silahı göğsüne doğrulttu. "Öldür beni Günışığı." dedi.

Başımı hızla olumsuz anlamda sallarken, "Öldür beni, ancak bu şekilde biter."

Dudakları dudaklarıma yaklaştı. Lacivert gözleri dudaklarımda dolaşırken titriyordum, titriyordum, titriyordum.

"Bak, son soluğumu senin nefesinle alırım. "Aramızda bir solukluk mesafe bıraktı. " Tam bu şekilde." Dudaklarıyla soluduğum nefesimi içine çekti.

"Ben güneşi görerek ölürsem  karanlık hayatımda çok talihli bir ölüm olur bu. Ben hak etmiyorum bu ölümü. Hadi hak etmediğimi ver bana Günışığı. Kurtar kendini." dedi.

"Yapamam, Allah rızası için bırak." dedim elimi silahtan kurtarmaya çalışırken.

Alnı alnıma değdi. "O zaman kalbine girerim bende. Eli tam kalbimin üstünde durdu. "Burası benim olur."

Yine kafamı olumsuz anlamda salladım. "Asla, asla izin vermem." dedim.

Dudakları, dudaklarımın önünde kıpırdadı. "Sen beni öldürmezsen, benim önümde kimse duramaz. Artık sen bile. "

Silah aramızda düşerken yerde tok bir ses çıkardı. "Kör bir adamı güneşle yüzleştirdin sen, Günışığı."

Dudakları yanağımdaki gözyaşlı teni süpürdü hafifçe. "Onu zincirliyken öldürmen için sana fırsat verdim. " Dudaklarıyla tenimi yaktı.

Elleri kollarımda dolandı. "Ama sen onu serbest bırakmayı tercih ettin." Lacivert gözleri gözlerime değdi.

"Ben o kalbe gireceğim. "

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Girersen öldürürsün."

Hafifçe gülümsedi. "Ben o kalpte öleceğim."

Tekrar başımı olumsuz anlamda salladım. Çok korkuyordum. "Benim kalbimde sevdiklerimin mezarlığı var."

Dudaklarıma yaklaştı tekrar. "Senin sevgin benim Günışığım zaten Elif. Ben o mezarlıkta olacağım." dedi ve soluğumu tekrar dudaklarıyla kendine, geri çekildi. Nefesimle nefes aldı resmen.

Aramızdaki çekimin adı yoktu bende. 

Titrerken sarsılıyordum artık. Beni de tutup yerden kaldırdı ve kucağına aldı. "Kaybettin."

Kulübeden çıkarken keskin ışıkla sarsıldım. Gözlerimi yummak istedim ama kaçamadım. "Ben kendi karanlığım için güneşi hapseden o cani adamım."

Dış kapıya yönelirken titreyen sesimle sordum. "Nereye gidiyorsun?" Dimdik önüne bakıyordu.

Arabanın kapısı açılırken, "Evimize." dedi. "Benim kaleme. Her şeyin bana ait olduğu yere."

Ona ait olduğunu iddia ettiği beni de oraya götürerek sözünü tutuyordu... Gerçekten de kaybediyordum.

⚜🔱⚜

Continue Reading

You'll Also Like

101K 10K 19
*avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum,neden sana vurgunum? -bir mahalle hikâyesi- 18/05/2023 " Dökme yüzünü." dedi. Yüzüne vuran kızıl ateşlere ba...
2M 33.2K 54
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
397K 2.3K 5
YENİDEN YAZILIYOR 🍷⛓️🌓 Enemies to lovers... ⛓️ ~mafya İyi kalpli ama yaşadığı ilişkiler yüzünden kırık olan Ahu ablası evlenince onunla aynı evde...
78.4K 4.6K 31
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan yıllar sonra tekrarda...