fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

LXIV| political behavior

2K 197 108
By carmenfkahlo

KILLIAN

Acı, ay en tepeye vardığında daha da katlanılamaz bir hale geliyordu. Her ne kadar insanlara karşı güçlü görünse de içinde acı çeken bir parça hep vardı ve bunu saklamak son günlerde kendisini epey zorlar olmuştu.

Önce babasını öldürmüştü. Sonra yüzüne asla gulmeyen hayat ondan Zion' u, Regina' yı ve biricik kardeşi Thomas' ı almıştı. Fakat tüm bunların hiçbiri Thomas' ın verdiği acı kadar yüreğini yakmıyordu. Doğduğu günden beri onun yanında olmuş ve neredeyse hayatının her günü kardeşinin yaşam dolu gözlerinin içine bakmıştı. Günün birinde onun ansızın gidebileceğinin hayalini hiç kurmamış ve Boğulmuş Tanrı' ya her zaman önce kendisinin ölmesi için dua etmişti. Şimdi ise hala nefes almaya devam ediyor ama bunu istemeyerek yapıyordu.

Kralın tahtını almak için girdiği savaşta ölmek için çabalamıştı. Kendisini onlarca adamın arasına atmasına rağmen savaşı tek bir kılıç darbesi almadan atlatmıştı. Neden yaşıyordu? Daha yapması gereken ne vardı?

Bu, diye düşündü Hook, karanlık sularda gözlerini gezdirirken. Zayn' in verdiği emri yerine getirmek üzere Brownland' e gidiyordu ve eğer rüzgar hala bu şekilde arkalarında olursa yarın gün doğumu vakitlerinde karaya varacaklardı. Bir korsana asla verilmeyecek -gerçi artık korsan olup olmadığından da emin değildi- bir göreve sahipti doğrusu. Ardındaki elli gemiyi erzakla doldurup bu erzakları doğruca Greenland' e götürmesi gerekiyordu. Halkın besin ihtiyaçlarının karşılanması Zayn' in öncelik verdiği amaçlarından birisiydi. Bu erzaklar aynı zamanda ordu için de kullanılacak, böylece ikinci bir savaşa gidecek olan adamların aç kalma gibi dertleri olmayacaktı.

Hook kederli bir iç çekti ve romundan büyük bir yudum aldı. Şanslıysam kuzeyde ölürüm.

"Kaptan."

İri Jim' in hırıltılı ve gür sesini şu an duymayı pek istemezdi. Yine de omzunun üzerinden korsana baktı. Savaşta sol elinin üç parmağını kaybetmişti fakat bu üç parmak onun gücünü azaltmak için bir neden bile olamazdı.

"Ne var?"

"Kaptan Sassaba' nın kadırgası göründü. Jolly Roger' a oldukça yakınlar."

Sikeyim seni Sassaba.

"Mürettebat sakin kalacak, herkese söyle. Şu anki tek görevimiz Brownland' e varmak."

Kısa süre içinde iki büyük savaş kadırgası birbirine sürtündü ve güvertede bekleyen Kaptan Sassaba çevik hareketlerde Jolly Roger' a atladı. Ardındaki beş korsan da onu takip ederken Hook karşısındaki Sassaba' yı incelemeyi ihmal etmedi. Onda değişen pek bir şey yoktu aslında.

Tek bir saç teli olmayan başı ay ışığı altında parlıyordu. Kulaklarında altından halka küpelere, kollarını, parmaklarını ve boynunu süsleyen mücevherlere sahipti. Renkli ve gösterişli giyinmeyi severdi Sassaba. Gözlerinin tamamını siyaha, dudaklarını da tıpkı kadınlar gibi kırmızıya boyardı. Tüm bu güzel olma çabalarına rağmen çirkinliğini gizleyemiyordu. Fazlasıyla geniş omuzlara, kısa boya, küçük kafasına göre oldukça iri gözlere ve dudaklara sahipti. Vücudunun tamamı siyah kıllarla kaplıydı. Tek Göz Alexander onun için "Hayvan olmaktan vazgeçen adam." derdi her zaman.

Yine de, adam savaşmakta iyiydi. Brownland bir zamanlar Hook ve Regina' ya ait olduğu için o bölgeye hiçbir zaman korsanlarını sokmamıştı fakat uzaklardaki diyarlarda sözünün fazlasıyla geçtiği biliniyordu. Bu bölgeye de tarih boyunca asla saygısızlık yapmaması, ona güvenmek için bir sebep değildi elbette. Kaptan Hook, Sassaba gibi bir adama güvenilmemesi gerektiğini onu ilk gördüğü andan beri biliyordu.

"Son gördüğümden bu yana daha da mutsuz görünüyorsun ha?" diyen Sassaba çürük dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi ve kısaca Hook' a sarıldı.

"Hayat." dedi Hook omzunu silkip. "Bu sularda ne yapıyorsun?"

"Sadece geçiyordum ha." dedi Sassaba. "Bazı söylentiler duydum ve gelip bir bakmak istedim. Ejderhaya diz çöktüğün doğru mu ha?"

Dalgalanan ejderha sancağını göremeyecek kadar kör değildi. Bilerek yapıyor.

"Doğru. O, Zion' un kanından."

Sassaba dudaklarını büzdü. "Hayal kırıklığına uğradım doğrusu. Bizim gibi güçlü korsanlar bağımsız olamadıktan sonra güçlü olmanın anlamı nedir ha? Mutsuzluğunun sebebi dizlerinin bükülmesinden eski dostum."

Tek Göz Alexander ve Hook' un bakışları kesişti. Alexander hiçbir zaman Sassaba' yı sevmemişti ve buna bağlı olarak gözlerinden nefret akıyor, parmaklarını kılıcının kabzasından ayırmıyordu.

"Zion hala yaşıyor olmamın tek sebebi. Ben de hizmetlerinin karşılığını bu şekilde ödüyorum. Üstelik onu tanımıyorsun Sassaba. Güçlü ve ben ona inanıyorum."

"Onu sevmişsin." dedi Sassaba küçümser bir tavırla. "Sevdiklerin seni yaralar dostum. Hala bunu öğrenemedin."

"Öğrendim."

En acı şekilde öğrenmişti.

"Aslında sana bir teklifim var."

Elbette her zaman bir teklifin vardır.

"Bana katıl. Tıpkı eskisi gibi yağma yapalım ha? Yeni topraklar keşfettim. Altınları ve mücevherleri var. Ve güzel kadınları."

"Teklifini reddetmek zorundayım. Yapmam gerekenler var."

"Haklısın. Kralının emirlerini yerine getirmen gerekir ha. Ne kudretli kral ama!"

"Kaptan Xannon' u hatırlıyor musun?" diye sordu Hook. Xannon, henüz ejderhalar düşmeden önce güney kıyılarına saldıran ama ateş ve kanın içinde boğulan korsanın ta kendisiydi. Zayn, kız kardeşleri, babası, amcası ve şu hain kuzeniyle birlikte korsanın tüm donanmasını acımasızca yok etmişti. Bu olayı bilmeyen denizci yoktu dolayısıyla. Ve Sassaba da biliyordu. Xannon' un adını duyunca yüzündeki gülücük anında soldu. Xannon da eski arkadaşlarından birisi sayılırdı.

"Ozanlar Xannon' a şarkılar yazdı. Onları dinlediğine eminim."

"Birkaç dizesi asla aklımdan çıkmaz." diye araya giren Tek Göz Alexander kabzasını daha sıkı tuttu.

"Düşünmeden başını kaldırdı Xannon.
Ve duvarların ardındaki ejderhaları uyandırdı.
Kanı denize karışınca,
Hiçbir faydası yoktu pişmanlığın."

"Her kim yazdıysa götüme benzemiş." dedi Sassaba ve yere tükürdü. "Ha. Demek arkadaşlığımız buraya kadarmış Hook. Beni tehdit ederek tarafını açıkça belli ettin."

"Tehdit etmedim eski dostum. Bu sadece bir uyarıydı. Eğer aklın karışırsa tarih kitaplarını karıştır. Ejderhaları kızdıran herkes zamanı gelince buna pişman oldu."

"Geçmişteki orospu çocuklarının ne yaptığı sikimde değil ha. Ben tarih yazmak için doğdum."

Hook kabzasını kavradı. "Öyle mi? Adını hiçbir sikik kitapta göremiyorum."

Sassaba' nın saldırması sadece aptallık olurdu ve Hook onun bunu bildiğini biliyordu. Sassaba yalnızca kendi kadırgasına sahipken Hook' un ardında elli kadırga vardı ve yapacağı anlık bir aptalca atak intihar demek olurdu. 

"Tekrar görüşeceğimize eminim." dedi Sassaba. "Emirleri yerine getirmene engel olmayayım ha."

Sassaba ve beş adam hiçbir sorun çıkarmadan kendi güvertelerine atladılar ve böylece herkes yoluna devam etti.

İçtiği romdan sonra gürültülü bir şekilde geğiren Alexander "Keşke bana izin verseydin kaptan! Kılıcını piçin ağzından sokup götünden çıkarmak istiyordum!" dediğinde diğerleri de konuşmuş ve ardından kahkahalar atılıp alaylar edilmişti.

Günün ilk ışıklarıyla Umi' nin limanına varılmıştı. Brownland şehirlerini yönetmek üzere Zayn tarafından atanan vekil Lord Naolen, Hook' u bizzat karşılamaya gelmiş ve kısaca yokluklarında şehirlerin durumundan bahsetmişti. Hırsızlık ve kavgalar gibi küçük şehir sorunları dışında işler yolundaydı ve Lord Naolen başlangıç için oldukça iyi bir izlenim vermişti.

AALIYAH

Bir zamanlar kuzeyin prensesi olan Aaliyah için hayat fazla çileli geçiyordu. Kuzeyden güney sınırları içine girdikleri andan sonra her şey daha da zorlaşmıştı sanki. Ve bu zorluklar o köprüyü geçtikleri andan hemen sonra başlamıştı.

Aaliyah koyu renkli saçlarından her ne kadar şanslı olsa da, Izel altın sarısı saçları ve mavi renkli gözleri ile oldukça dikkat çekmişti. Bu nedenle bir şifacıdan aldıkları bitki karışımının yardımıyla artık sarı saçları koyu kahve tonlarındaydı. Tabi tek sorun bu değildi. Shawn' ın ejderhanın tahtını geri almak için güneye ayak basacağı güne kadar düzenli olarak kalmaları gereken bir yere ihtiyaçları vardı. Izel, Kralın Şehri' ne ne yakın ne de uzak bir kasabada kalmaları gerektiğini belirttiğinde onun planı uygulanmış ve gündüzleri Snow' un görünmemesi için geceleri hiç durmadan yolculuk yapmışlardı. Günler sonra sonunda kendilerine uygun bir kasaba buldular. Ardından yaşlı bir kadına ait handa, küçük bir odaya ve yemeğe karşılık çalışmaya başlamışlardı. Kadın yalnız ve yarım akıllı olduğu için onların kim oldukları ile pek ilgili olmamış, hatta Snow' un evcil bir köpek olduğunu bile düşünmüştü. Bu sebeple hanın arka tarafında kalan ve içinde samanların bulunduğu küçük taş kulübede kalan Snow tüm gününü orada geçiriyor, her şeyin farkındaymış gibi sesini asla çıkarmıyordu.

Ayrıca Aaliyah' ın bir erkek kadar kısa olan saçları biraz olsun uzamıştı. En azından elini saçlarının arasına daldırdığında parmaklarının arası saç tutamları ile doluyor ve bu onu biraz daha kız gibi hissettiriyordu.

O akşam arta kalan bir et parçasını gizlice alarak Snow' un yanına gitti ve ahşap kapıyı gıcırdamasına neden olacak şekilde açtı. Küçük parmaklarının arasındaki meşaleyi içeri tuttuğu anda ön bacaklarına başını yaslamış bir şekilde uzanan Snow heyecanla ayaklandı.

"Ben geldim."

Meşaleyi dikkatlice kapının arkasındaki kola yerleştirdi ve koşar adımlarla kurdun yanına gidip eti ayaklarının dibine bıraktı. Dili sarkan Snow' un yüzünde sanki gülümsemiş gibi bir ifade oluştuğunda eğilip eti ölümcül sivri dişleriyle kavramış ve anında midesine indirmişti.

"Güzel değil mi? Beğendin." Hayvanın siyah tüylerini sevgiyle okşarken Shawn' la tekrar birlikte olacakları güne yaklaşmaktan heyecan duyuyordu. Elbette içinden bir ses savaşı kaybetme ihtimalleri olduğunu da söylüyordu ancak Aaliyah umudunu kesmemekte ve eğer savaşı kaybederlerse de Styles kralının ağabeyine yapacaklarını düşünmemekte kararlıydı.

Snow' la bir süre daha konuşup onu sevdikten sonra hana geri döndü. Uyuma vakti gelmişti.

Ve günler günleri aynı şekilde kovaladı. Erken vakitte kalkıp tavukların yumurtalarını topluyor, hanın içinde temizlik yapıyor, gerekirse Izel' e yemek konusunda yardım ediyor ve handa kalan insanlarla ilgileniyordu. Hatta bir arkadaş bile edinmişti. Babasıyla birlikte birkaç gündür burada kalan on iki yaşındaki Victor, Aaliyah' ın güneyli ilk arkadaşıydı.

"Kız mısın yoksa erkek mi?" diye sormuştu Victor ona.

"Kız olduğumu görmüyor musun?"

"Ama saçların çok kısa."

"Kızların da kısa saçları olabilir. Hatta kılıç bile kullanabiliyorum!"

Bu, Victor' u etkilememişti. Aaliyah hayal kırıklığına uğradı.

"Güneyde isteyen herkes kılıç kullanabiliyor."

"Ama benim geldiğim yerde kızların kılıç tutması yasaktır."

İşte Victor' u şimdi şaşırtmayı başarmıştı. "Kuzeyden mi geliyorsun yoksa?!"

"Sır tutabilir misin?"

"Onlarca sır tutuyorum. Elbette tutabilirim."

"Ben kuzeye aidim. Fakat bunu kimseye söyleme."

"Söylemeyeceğim."

Victor sırrını kimseye söylememiş ve bu sırdan sonra arkadaşlıkları sağlamlaşmıştı. Izel her şeyde olduğu gibi bundan da memnun olmadı.

"İnsanlara yakın olmamalısın Akira!" diyordu Victor' la onu ne zaman görse. "Bunca zaman sonra insanların nasıl bir canavar olduğunu hala öğrenemedin mi?"

"Ama Victor bir çocuk. Çocuklar canavar olmaz."

Bugüne dek hiçbir çocuk Aaliyah' a zarar vermemişti. Üstelik Victor' un babası da çok iyi bir insandı. Her akşam yemeğinde onun önüne bir bira bırakırken kibarca teşekkür ediyor ve Aaliyah' a nasıl olduğunu soracak kadar da nazik davranıyordu.

"Baban nerede Akira?" demişti geçen günlerde. "Senin gibi küçük bir kızı burada yalnız bırakmamalı."

"Babam öldü."

"Üzgünüm. Öyle söylememem gerekirdi. Ya annen?"

"O da öldü. Ama erkek kardeşim yaşıyor. Yakında beni almaya gelecek."

Ve bir daha asla ayrılmayacaklardı.

Yine bir sabah güneş henüz doğmadan önce gözlerini güne açtı. Shawn' ın geleceğini bilmek yüreğini öyle büyük bir heyecanla dolduruyordu ki, bazı geceler hiç uyuyamıyor, zamanını Snow ile geçiriyordu. Tekrar öyle yaptı. Fakat bu sefer Snow ile birlikte kasabanın ötesindeki denize doğru yol aldılar. Her ne kadar savunmasız küçük bir kız olsa da, ulu kurdun üzerinde oturan küçük bir kıza hiç kimse zarar vermeyi düşünmezdi.

Falezin uç kısmına yakın bir yerde durup Snow ile beraber oturdular. Aaliyah sırtını kurdun sıcak gövdesine yaslarken şafak vaktinin en güzel anını seyrediyordu.

"Ne güzel bir manzara değil mi?" diye sordu kurda. "Çok huzurlu hissediyorum. İhtiyacım olan tek şey biraz umutmuş Snow. Ama umarım Beyaz Tanrı bu sefer yüzüme güler. Korkunç bir şey daha yaşamak istemiyorum."

Fakat korkunç bir şey olmuştu. Çok uzun zaman önce de duyduğu titretici bir kükreme işitti kulakları. Korkuyla ayağa kalktığında Snow da ayaklanmış ve bir uluma göndermişti gökyüzüne.

"Ne oluyor?" diye sordu Aaliyah.

Hemen ardından gördüğü şey ile dehşete düştü. Siyah ejderha bulutların arasından gözler önüne çıktı ve bir kükreme daha bıraktıktan sonra hızını hiç azaltmadan yoluna devam etti, kısa sürede gözden kayboldu.

"O kralın ejderhasıydı! Anghrist! Onun öldüğünü sanmıştım."

Snow bir kez daha uluduğunda Aaliyah kurdun sesindeki farklılığı fark etmiş fakat ne olduğunu anlayamamıştı.

Haberler günler sonra bir gezgin sayesinde ulaştı. Onun hemen ardından ise kasabaya giren kralın askerleri gaspçının emri altında çalışan herkesi toplayıp yargılanmak üzere götürmüştü.

"Kral Zayn sonunda tekrar tahtına oturdu!" demişti gezgin heyecanla. "Ejderhasının yardımıyla her şeyi küle dönüştürdü. Ama en güzeli de gaspçı ve piçinin ölümüydü."

"Nasıl öldüler?" dedi yaşlı bir adam.

"Kral onları Aslan Çukuru' na attı ve aslanlar da o piçleri yedi. Hatta söylenenlere göre geriye sadece kemikler kalmış."

Aaliyah gezgine başka sorular sormak istedi ancak çevrede o kadar çok kişi vardı ki, dikkat çekebileceğini düşünerek bundan vazgeçti. Yine de, gezgini yalnız yakalama fırsatı buldu. Adamın yolunu kestiğinde "Ne istiyorsun çocuk?" diye sormuştu gezgin.

"Shawn Mendes hakkında neler biliyorsun?"

Gezgin kibirli bir şekilde tek kaşını kaldırarak kollarını birbirine bağladı. "Kuzeyin kralı seni neden ilgilendiriyor?"

"Sadece merak ediyorum."

"Hah, senin gibi küçük kızlar her zaman hayran olacak birilerini bulur zaten. Ama madem merak ediyorsun... Tamam. Bildiklerim senindir."

Gezgin boğazını temizledi.

"Duyduklarıma göre iki kral da yan yana savaşmış, çok kan dökmüşler. Kurdun iyi dövüştüğü söyleniyor. Fazla iyi. Ellerinde herkesin kaldıramayacağı kadar ağır bir savaş çekici varmış. Savaş bittiğinde çekiçteki kanı temizlemek günlerini almış ama bu bana uydurma gibi geliyor."

"Durumu iyi mi?"

"Yaşıyor. Önemli olan bu."

"Haklısın." dedi Aaliyah. "Çok teşekkür ederim!"

"Daha bitmedi... İnsanlar savaşın henüz yeni başladığını söylüyor. İki kral kuzeye doğru yürüyecekmiş."

"Kuzeyi geri almak için mi?"

"Başka ne için olacak aptal çocuk? Ejderha, kurda tahtını geri verecek. Karşılığında da kraliçesini alacak."

İşte zaman geldi, diye düşündü Aaliyah kalbi hızla çarparken. Kralın Şehri' ne gidecek ve o kaleye girmek için her yolu deneyecekti. Onu engelleyen olursa da tanrı yardımcısı olsun.

SHAWN

Gökyüzündeki ayı izleyen bakışları donuk ve baygın, üşüyordu. Fakat bu, içten gelen bir üşümeydi ve nedeni de zihnini uzun bir zamandır meşgul eden düşüncesiydi.

Omzunun üzerinden arkadaki masaya eğilmiş bir şekilde Greenland haritasını inceleyen Zayn' e baktı. O kadar uzun zamandır o haritaya bakıyordu ki, kafayı yememiş olması bir mucizeydi. Durmaksızın ama durmaksızın düşünüyor, yeni fikirler geliştirmeye çalışıyordu.

"Zayn?"

"Ne?"

"Hemen evlenmem gerekiyor."

Sonunda haritadaki dikkati dağılan Zayn şaşkın bakışlarını dostuna kaldırdı.

"Kuzeye döndüğünde evleneceğini sanıyordum."

"Hayır." dedi Shawn güçsüz bir sesle. "Vakit kalmadı ve her an ölebilirim. Eğer ölürsem benim kanımı taşıyan birisi tahta oturmalı."

"Doğru söylüyorsun fakat... Burada kuzeyli bir kadını nereden bulacaksın?"

Shawn tamamen ona döndü. "Eğer güneyli bir kadınla evlenirsem iki krallığın arasının biraz yumuşayabileceğini düşündüm. Delice bir fikir mi?"

"Hayır. Fazlasıyla mantıklı ve politik açıdan iyi olan bir fikir. Aklında birileri var mı?"

"Hayır. Kim olursa olsun, bir önemi yok."

Çünkü annesi, babası, Aaliyah, bebek Daphne ve Diega' dan sonra kalbiyle birlikte her şeyini kaybetmişti. Tekrar sevebilmesinin imkanı yoktu ve tarihteki her kraliyet üyesinin neredeyse tamamının yaptığı gibi politik bir evlilik yapacaktı. Soyundan geriye sadece kendisi kaldığında sevginin de bir önemi olmuyordu zaten.

"Birisini bulmak kolay. Ne zaman evleneceksin?"

"Fark etmez. Şimdi bile olur." diyen Shawn derin bir iç çekerek yan taraftaki koltuğa oturup yayıldı. "Masraflı bir düğüne de gerek yok. Sadece... Hemen olsun tamam mı? Soyum devam etmeli."

"Tamam, nasıl istersen."

Tahmin ettiği gibi Zayn' in bu evliliği ayarlaması fazla uzun sürmemişti. Söylediklerine göre, bulduğu kadının kanında bir miktar Malik kanı akıyordu. Büyükbabası Zalim Zasha' nın o zamanki kuzeni, Forest Hanesi' nden bir lordla evlenmişti ve onun soyundan gelen Leydi Miranda ise Shawn' la evlenecekti. Genç kadının nasıl göründüğü ya da nasıl biri olduğu hakkında pek bir fikri yoktu. Umursadığı da söylenemezdi zaten. Tek umduğu müstakbel karısının Leydi Lottie' ye benzememesiydi.

Louis Tomlinson' la olan arkadaşlığından ve olduğu kişiden hoşlanıyordu fakat kız kardeşi için aynı şeyi söyleyemezdi. Girdiği her ortamda kendisini belli etmeye çalışan genç kız hiç susmuyor ve Shawn' a göre kendisini aptal durumuna düşürüyordu. İçten içe onun amaçlarının farkındaydı aslında. Zayn' in kraliçesi olmak için büyük bir uğraş peşindeydi ve onun yanından asla ayrılmıyor, onu baştan çıkarmak için elinden geleni yapıyordu.

Yine de Leydi Miranda' nın damarlarında Malik kanının dolaşması fazlasıyla iyi olmuştu. Bu evlilik, bir nevi iki krallık arasındaki barışın sağlam mührü olacaktı.

Kaptan Hook' un geri dönmesinin beklendiği günlerde düğün hazırlıkları çok kısa bir süre içinde tamamlandı. Zaten Shawn abartılı bir tören istemediğini, gereksiz tüm masraflardan kaçınılmasını istediğini en başında Zayn' e belirtmiş ama o günün bu kadar hızlı geleceğini hiç düşünmemişti.

Evlenmeden hemen önceki gece rüyasında Diega' yı gördü. Kızıl bukleleri güneşin altında alevler gibi görünüyor ve üzerindeki tül kadar ince beyaz elbisesinin etekleri rüzgarda savruluyordu.

"Bana kızgın mısın?" diye sordu Shawn sevgilisine.

Diega gülümsedi, sıcak eliyle Shawn' ın yanağını kavradı.

"Neden sana kızgın olayım?"

"Çünkü seninle evlenecektim, çocuklarımı sen doğuracaktın. Ama seni koruyamadım ve şimdi sevmediğim birisiyle evleniyorum."

"Shawn," Kızın fısıltısı sıcak, rüzgar gibiydi. "Elbette sana kızgın değilim. Bunu yapmak zorunda olduğunu biliyorum. Krallar fedakarlıklar yapar."

"Her zaman seni seveceğimi unutma, tamam mı?"

"Unutmayacağım."

Ve Diega uzanarak Shawn' a aşk dolu bir öpücük bıraktı.

Gözlerini açtığında üşüyor, bedeni şiddetle titriyordu. Bu rüyayı görmesinin tesadüf olup olmadığını düşündü bir müddet. Fakat uyumalıydı. Uyuması gerektiğini bilse de gün doğana dek yatağın içinde dönüp durdu.

Sonunda güneş en tepeye çıkmıştı. Üzerine krallara layık bir takım giydi. Siyah pantolonunun üzerinde koyu gri bir gömlek, gömleğin üzerinde de damalı işlemelerin bulunduğu siyah kaftanı vardı. Kahverengi tonlarına sahip kurt postundan yapılan pelerini yere kadar uzuyorken pelerinin omuzlarındaki uçları, iki gümüş kurt kafasıyla birbirine tutturulmuştu. Zayn ona yeni bir taç yaptırma ve bu tacı düğünde takma teklifini sunmuştu ancak Shawn bunu kabul etmedi. Tahtını geri almadan bir taç takması doğru olmazdı ve bunu haketmediğini düşünüyordu.

Güney Krallığı' nın yüce ateş rahibinin yanında dikilirken birazdan karısı olacak Leydi Miranda' yı bekliyordu. Yeminler güneyin inancına göre edilecekti. Shawn bunu hiç dert etmiyordu çünkü tüm bu inanç olayları onun için birer saçmalıktı.

Sonunda Leydi Miranda' yı gördü. Lord babasının kolundan tutmuş bir şekilde Shawn' a doğru yürüyor ve yaklaştıkça yüzü daha net görülür bir hale geliyordu. Kızın esmer teni, tıpkı beline kadar uzayan gece karası saçları kadar parlaktı. Dolgun dudaklarının üzerinde minik bir burna ve bir çift saçları kadar siyah, badem şekilli gözlere sahipti. İnce beline oturan ve hanesinin renklerini temsil eden altın sarısı ile bordonun hakim olduğu kabarık bir elbise giyiyordu.

Babasıyla birlikte Shawn' ın yanına vardıklarında lord sıcak bakışlarla kızının elini Shawm' ın büyük eline bıraktı. Kızın teni buz gibiydi. Heyecanlı olmalı, diye düşündü Shawn. Oysa kendisi hiçbir şey hissetmiyordu.

Yüzünde utangaç bir gülümse beliren Leydi Miranda' nın basamakları tırmanmasında yardımcı oldu ve onu karşısına aldı. Gülümsemesi gerektiğini biliyordu. Denedi ancak ortaya samimi bir ifade çıkmamıştı.

Rahip boğazını temizledi.

"Bugün burada, tarihin başından bu yana varlığını sürdürmüş, yüzyıllardır kuzey topraklarında hükmü geçen kudretli Mendes Hanesi' nden adının ilki, Kral Shawn' ı ve kanında soylu Malik kanını barındıran, Forest Hanesi' nden Leydi Miranda' yı Işığın Tanrısı adı altında, Majesteleri' nin ve değerli lordlarım ile leydilerimin karşısında kutsal evlilik yeminini ettireceğim. Ne büyük tanrıdır ki, iki krallık arasındaki barış yolunda bugün büyük bir adım atacağız. Şimdi... Lütfen sözleri söyleyin."

Shawn yüreğini saran bir gerginlikle kızın soğuk ellerini tuttu. Az önce hiçbir şey hissetmediğini sanarak yanılmıştı. Acı. Acı kanına karışmıştı ve bir daha asla onu terk etmeyecekti.

Leydi ile aynı anda sözleri söylemeden önce son bir nefes aldı.

Özür dilerim Diega.

"Bugünden küle dönüşeceğim güne dek ben seninim, sen de benim. Sonsuza dek seni seveceğime ve onuruna leke sürecek hiçbir şey yapmayacağıma Işığın Tanrısı üzerine yemin ederim."

Çevredeki alkış sesleri birer uğultuya dönüştüğünde Shawn, genç kızın kalbini kırmamak için eğildi ve dolgun dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı. Bu öpücük bile ona azap verirken ziyafetin ardından kızla birlikte odaya gitmesi onun için işleri daha da korkunç bir hale getirmişti.

Büyük odanın duvarları arasında onunla yalnız kaldıklarında gözlerini odanın her köşesinde gezdirmiş, en sonunda "Majesteleri." diyen leydiye bakmak zorunda kalmıştı.

"Beklentilerinizi karşılayamadım mı?"

"Çok güzelsin." dedi içtenlikle. Çünkü bu bir yalan değildi. "Ben sadece... Biraz gergin hissediyorum."

"Dilerseniz doğruca uyuyalım."

Vakit yok.

Gözlerini kapayıp sakin olmak için çabaladı ve ardından dudaklarını Miranda' nın dudaklarına bastırdı. İsteksiz, ama istekli görünmeye çalışarak kızı elbisesinden kurtardığında narin bedenini yatağa bırakmıştı. Ardından kendi kıyafetlerini de üzerinden sıyırdı ve karısının bacakları arasındaki yerini aldı. Shawn' ın aksine Miranda oldukça istekli görünüyordu. İnce kollarıyla krala sarılıp onu kendine çektiğinde Shawn elini aletinin üzerine yerleştirdi ve ileri geri hareketlerle aletini uyandırdı. Hemen ardından ise yüreğini yakan acıyla bir kocanın yapması gerekeni yapmıştı.

ZAYN

Tomlinson şarabı boğazının derinliklerine doğru indikçe yakmayı sürdürdü. Fazla içmişti Zayn. Sanki bu gece kederle boğuluyordu. Kendisi de Rhoslyn ile evlenebilecek miydi? O günü öylesine çok yaşamak istiyordu ki, bunun uğruna şu an her şeyi yapabilirdi.

Büyük balkonuna açılan kapının eşiğine yaslanmış bir şekilde şarabından bir yudum daha aldığında Anghrist' in gökyüzünde uçuşunu izledi. Ona duyduğu özlemini hala giderebilmiş sayılmazdı doğrusu. Yokluğunda hissettiği acı öylesine büyüktü ki, bir daha kimse onları ayırmaya cesaret edemeyecekti. Asla. Öyle ki, tüm o ejderhaların kısmen ölümüne sebep olan Alev Söndüren' i bizzat Anghrist' in üzerine atmış, sonra da ejderhasının önce onu parçalamasını, ardından kalan parçaları küle çevirmesini izlemişti.

İç çekerek gözlerinin önünde Rhoslyn' i canlandırırken gecenin bu vaktinde kapısına vuruldu.

"Gir." dedi Zayn yılgın bir halde. İçeriye muhafızı girdi.

"Leydi Lottie sizi görmek istediğini söylüyor Majesteleri. Acil olduğunu söyledi."

Eminim acildir.

"Gelsin."

Anghrist gözden kaybolunca denizi izlemeyi sürdürdü. Bu sırada odadaki adım seslerini de duymuş, Leydi Lottie' nin parfümü anında burnuna dolmuştu. Şarabından içerken kızın konuşmasını bekledi ancak kız susmaya yemin etmiş gibi görünüyordu. Arkasını döndü ve kızın tamamen çıplak bedeniyle karşılaştı. Ayaklarının çevresindeki geceliği öylece yerde duruyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedi Zayn gözlerini kızın yüzünde sabitleyerek.

"Buna ihtiyacınız olabileceğini düşündüm."

"Hiçbir şeye ihtiyacım yok."

"Emin misiniz?"

"Odana git Lottie." dedi Zayn ve sırtını bir kez daha genç leydiye döndü. Uzun bir zamandır erkeksel ihtiyaçlarını karşılayamadığı bir gerçekti ve bunun zaman zaman gerginlikler yarattığını da itiraf edebiliyordu. Her ne kadar durumlar böyle olsa da kendisini tutmalıydı. Yakında kavuşacağına emin olduğu Rhoslyn ve biraz da Leydi Lottie için... Genç Tomlinson kızının evlilik dışı ilişkisine ortak olmayı asla istemezdi. Riskli bir durumdu bu.

Ancak reddedildiğini kabul etmeyen Leydi Lottie hemen arkasına kadar gelerek Zayn' in omzunu tuttu.

"Neden benden uzak duruyorsun? Yıllardır sana aşığım."

"Tahta aşıksın." dedi Zayn. "Tek derdin kraliçe olmak."

"Bu doğru değil Zayn. İstediğim tek şey sensin."

Yalan söyleyen çok insan görmüştü. Ve bu kadının da gözlerinde yalan vardı.

Leydi Lottie, kralın omzunu bırakmadan etrafında dolanıp karşısına geçtiğinde Zayn ona bakmamak için bakışlarını denizin ötesine sabitlemişti.

"Louis' in uğruna bana bir şans bile vermemen haksızlık değil mi?"

"Louis' in olanlarla hiçbir ilgisi yok." Şarabından içip kıza sırtını döndü fakat Lottie beklenmedik bir hızla tekrar Zayn' in karşısına geçti ve dudaklarını kralın dudaklarına bastırdı. Başlangıçta Zayn neler olduğunu anlayamamıştı. Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atıp büyük bir öfkeyle dolduğunda Lottie' nin boğazından sıkıca kavrayıp kızı kendinden uzaklaştırdı. Parmakları arasındaki ince boynunu hemen şimdi kırmak isterdi, kızın nefes almak için çırpınan ellerini ve dehşetle büyüyüp yaşlar akan gözlerini görene kadar.

Sert bir sesle "Odana git," dedi onu serbest bırakıp çalışma masasına doğru yürüdüğünde.

Arkasındaki uzun öksürüklerin kesildiğini işitirken boşalmış gümüş kadehini doldurdu.

"Her şey kuzeyli kaltağınla ilgili değil mi?"

Elindeki şarapla dolu sürahiyi gürültülü bir şekilde masaya bıraktığında dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kapadı.

O sadece bir kadın. Sakin olmalı ve onu incitecek hiçbir şey yapmamalıyım. O sadece narin, genç bir kadın. Sadece bir kadın.

Derin bir nefes aldı ve sakinleşmesine yardımcı olmasa da yeni doldurduğu şarabından içti.

"Onu gerçekten buraya getirebileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Ah, tanrılar merhametli olur ve şansın yaver gider de kuzeyli kaltağın buraya gelirse onu yaşatmayacağımdan emin olabilirsin. Güneyin ejderha kraliçesi, güneyli olmalıdır. Kuzeyli bir ka-"

Zayn, arkasındaki genç kadına döndüğünde Lottie Tomlinson ürkek bir şekilde sustu ve bir adım geriledi.

"O kadar aptalsın ki," dedi Zayn buz kadar soğuk sesiyle. "Önce Ofra, ardından Styles Hanedanı' nı yok ettim. Ve şimdi karşıma çıkıp beni sevdiğim kadınla tehdit ediyorsun... Sana neler yapabileceğimi hiç düşündün mü?" İleriye doğru attığı her adımda Lottie de geri adımlar atıyordu.

Eğer Lottie, dostunun kız kardeşi olmasaydı Zayn onu kralı tehdit etmek suçundan Anghrist' in önüne atardı şüphesiz. Fakat yine de Lottie Tomlinson' a, onun için, ölüme eşdeğer olacak kadar kötü bir ceza verecekti.

"Yarın ilk gün ışığıyla evine doğru yola çıkacak ve bir daha asla kalenden dışarıya adım atmayacaksın. Konuştuğun insanlardan yazdığın tüm mektuplara kadar her şey denetimim altında olacak. Şimdi kralın olarak odana gitmeni emrediyorum."

Tomlinson kızı hiçbir şey söylemediğinde yerdeki elbisesini hızlıca üzerine giydi ve gözyaşlarıyla odadan çıktı. Nasıl sakin kalabildiği hakkında bir fikri yoktu. Çünkü geçmişte yine aynı şekilde birisi onu Rhoslyn' le tehdit etseydi kılıcını kınından çeker ve karşısındaki kim olursa olsun kafasını alır, sorunu kökünden bitirirdi.

"Tanrım." diye sızlandı çalışma masasının önündeki sandalyeye çökerken. Başı çok fazla ağrıyor, çok yorgun hissediyordu. Tüm bu olanlara katlanabilmek onun için bir mucizeydi. Dayanabilmesinin tek nedeni de kendine verdiği bir amaçtı ve bu amaca ulaşana kadar yorgunluk nedir tanımamaya çalışacaktı.


__

Buradan da teşekkür etmek için geç kaldım ama hepinize çok, çok teşekkür ederim. Fire and Blood, sayenizde 2018' in en iyi One Direction Kurgusu olmaya hak kazandı. İyiki varsınız ❤

Continue Reading

You'll Also Like

23.7K 2.8K 18
"MİNHO EZ BENİ"
86.4K 10.2K 47
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
137K 12.4K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
239K 9.1K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi