MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

11-*Lahza*

112K 6K 1.7K
By _Mehsa_

Sohbet Köşesi

Selamünaleyküm benim güzel,fedailerim! Ben geldim,Ay'a sığınmış ama bir o kadar da karanlıkta kaybolan Mehsa'nız geldi.

Dedim ki,bazen ben kendimi anlatmaya mecal bulamıyorum ama sevdiklerim okudularımdan beni anlıyorlar. Bu yüzden yazmalıyım.

Kitap düzenleme işini bitirdim. Hüma şuan baskıda ama bu süreç benim için çok yorucuydu. Her şey bittikten sonra inşAllah size anlatırım bir gün bu süreci. Her şey bittikten Hüma'yı size kavuşturduktan sonra...

Sizler nasılsınız,iyisinizdir inşallah. İyi olmanıza çok ihtiyacım var. Bende iyi olurum o zaman çünkü.

Sizi çok seviyorum,telafi uzunluğunda bir bölüm sizlerle. Ben buradayım,sizlerleyim. Sizinle konuşmayı çok özledim,fedailerim. Lütfen burada benimle buluşun.

İyi okumalar.

Müzik Kutusu

Seza Kırgız-Bir Aşk İçin

Sasha Sloan- Dancing With Your Ghost

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Emir Altun karanlık toplantı odasında Türkiye ve Dünya'nın yer altı dünyasını sallayan beş adamla birlikte oturuyordu.

6 ayaklı örümceğin her bir kolu zamanında küçücük bir çocuğu ağına sarmış, onu ölüme doğru sürüklemişti. Bu  zehirli örümcek  her çocuğun akşam yatağının altında anne ve babasına arattığı canavarın ta kendisi olmuştu.

Çakılı Escobar lakabıyla bilinen İbrahim Diner, "Vuslat evlenmiş." dediğinde Emir yavaşça gülümsedi.

O her zaman avın kokusunu ilk alan çakal gibiydi. 

İbrahim ise her daim aranan, yakalandığında sürekli aklanan, asla yağlı ilmeğe yakalanmayan büyük bir uyuşturucu baronuydu. Escobar lakabını alma sebebi, uyuşturucu ticaretinde Dünya'ca tanınıyor olmasıydı. Çakılı denmesinin sebebi ise elinden hiç ayırmadığı, binlerce masum insanın canına mal olan kanca şeklindeki çakısıydı.

Emir Altun, "Hayatımızın fırsatı elimize geçti. Sonunda onun da bir zafiyeti var." derken İbrahim elindeki  çakısını döndürüyordu.

İbrahim diğer arkadaşlarına baktı; Arnavutlu Mehmet, Pala Yusuf, Zeytinci Şevket, Marliyn Recep. Hepsi yer altı dünyasında isimlerini kanıtlamış isimlerdi.

Kana buladıkları her türlü ticaret için ortaklık ettikleri Emir Altun'da onları bir araya getiren kişiydi ve burada bulunan herkes onun gibi düşünüyordu.

 O hariç.

"Ben sana katılmıyorum." dedi Çakılı.  Vuslat 18 yaşında, yeni yetmeyken bize kafa tutuyordu. Şimdi ise baş edemeyeceğimiz bir hale geldi. Bu kadar güçlenmiş ve 'Azrail' lakabını elde etmişken ben ondan büyük bir hamle yapmasını bekliyordum. Evlenip  bu zamana kadar hiçbir açık vermezken önümüze bir yem sunmasını değil." Çakılı palasının körelmiş ucuyla çenesini kaşıdı. 

"Bu işin içinde bir iş var." dedi.

Emir ona küçümseyen bir yüz ifadesiyle baktığında ise onu deşme dürtüsü yalnızca cani bir adamın öldürme arzusuydu. 

"Onu gözünde çok büyütüyorsun Çakılı." dedi Emir her zaman ki gibi küçümseyen tavrıyla. Yıllardır üvey oğlunu küçümsüyordu. Yıllardır onu tekrar diz çökeceği günü bekliyordu. 

Hatta bu hayalinden iğrenç bir şekilde zevk alıyordu. 

"Dediğin gibi o daha çomağıyla suyu bulandırmaya çalışan bir çocuk." dedi Emir. Acımasız bir şekilde gülümsedi. "Bir orospu çocuğu." 

İbrahim, onun Siraç'a karşı kişisel kininin ne olduğunu bilmiyordu. Böyle zeki bir adam üvey çocuğuyken onu yanına çekmek gibi bir akıllılık etmemişti Emir.

Herkes zamanında bu adamı kullanmıştı ama Emir yalnızca onu ölüme yollamıştı. Onun sınırlarını son haddine kadar zorlamış ve kendileri gibi bir canavarın doğmasına sebep olmuştu. 

O canavara karşı gardı olan tek kişi Çakılı'ydı. Diğer herkes onu tekrar elde edip kullanmanın peşindeydi. 

Özellikle Emir. Uzun zamandır sürekli yenilmesine rağmen bu adama kafa tutuyordu.

Pala Yusuf, "Çocuk veya değil." dedi küçümseyen bir ifadeyle. Palalı'nın kişisel kini bakiydi. Zamanında onunla Vuslat arasında büyük kan dökülmüştü. 

 "Levent'in eli onun üstünde. Şebekelerimizin çoğunun, bağlantılarımızın, adamlarımızın büyük bir kısmının yok edilmesinden bu adam sorumlu ve ben onun kellesini istiyorum." dedi.

Kişisel olarak Siraç 'tan ölesiye nefret eden Pala'nın büyük bir sebebi vardı. Tecavüzden, kumardan ve her türlü pisliğe bulaşan  oğlunu dehşete düşecek bir şekilde öldüren bizzat, Siraç Vuslat'tı.

Ona karşı kini asla bitmeyecekti. Herkes onu şevkle onaylarken Emir'in tek bir cümlesi hedef olarak yankılandı. 

"Onun kellesi, o küçük kızın ellerinde." 

Ve böylece oltaya takılmış olduklarından bir haber, kurulu yok etmek için ilk büyük adım atılmış oldu. 

⚜🔱⚜

Elif'ten:

Soğuk bir Konya gecesinde, elimde yeni yaptığım kahveyle balkonda oturuyordum. Evleneli üç gün olmuştu. Annemi dün gece, gözlerim dolu dolu olsa da sakin bir şekilde uğurlamıştım.

Yine yalnızdım. Tek bir farkla; artık evliydim. Üç gündür bir kere bile görmediğim bir adamla, annemi uğurladıktan sonra yatağımın kenarına beyaz frezyalar koyarak suçsuz olduğumu sessizce dile getiren bir adamla hem de.

Suçsuzluğumun hüznünü taşıyarak, bu gece bana yıldızlarını gösterme lütfuna sahip olan gökyüzüne baktım. Allah biliyordu ya, kendimi tanıyamıyordum artık.

Bir yanım bu sessiz tutsaklığa karşı bir devrim planlarken diğer yanım ise kendini sebepsiz bir hüzne vuruyordu. Aslında bu hüznün sebepsiz olmadığını, yüreğimden gelen seslere kulağımı tıkadığımı biliyordum da yine de kendime yalan söylemeye devam ediyordum.

Derin bir iç çektim ve soluğumun soğukla kristalleşerek gözlerimin önünde süzülüp gitmesini seyrettim. "Seni izlemelerine izin mi veriyorsun, Günışığı?"

Duyduğum sesle sıçradım ve elimde duran bardak kayrak yere çarptı, tuzla buz oldu. Sıcak sıvı üstüme sıçrarken ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı.

"Allah'ım!" dedim, elimi göğüs kafesimden kaçmak üzere olan kalbime bastırarak. Ona, asıl geceye döndüm.

Güzel gözleri gecenin ışığıyla parıldıyordu. Siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı üzerinde.

Yüzünde hafif bir tebessüm belirir gibi oldu. "Amacım korkutmak değildi. Merak ettim sadece."

"Korkuttun ama, yüreğim ağzıma geldi." dedim elim hala göğsümün üstündeydi.

Bir adım yaklaştı, sakinleştirmeye çalıştığım kalbim tekrar çırpınmaya başladı. Bakışları şekil değiştirmişti. Artık öyle bir bakıyordu ki parmak uçlarım avuçlarımın içine kıvrılıyor, tenime bastırdığım tırnaklarımla vücudumdaki bu karıncalanmadan kurtulmak istiyordum. 

 "Geri çekil, kırıklardan birisine basacaksın." dedi.

Boştaki kolumdan tutup geriye kendine doğru çektiğinde bir şey yapamadım. "Bırak kırıkları toplamam gerekiyor." dedim.

Gözlerini üzerimden ayırmamak gibi bir huyu vardı, en çok o zamanlar da düzgün karar verme yeteneğimi kaybediyordum. Göğsümde duran elimi bileğimde tutarak kendine doğru çekti. Ondan gelen bir elektrik akımının tenimi yaktığını hissettim. 

Soluğum kesilmesin diye öfkeme sarıldım.

"Ne yapıyorsun?" dedim sinirle. "Neden yıldızlara çok güzelmiş gibi bakıyordun?" diye karşılık verdi.  Lacivert gözleri yüzümde dolandı, sanki bir soruyu çözmeye çalışıyordu.

"Çünkü çok güzeller." Kaşlarım çatıldı ." Hem sen 'seni izlemelerine izin mi veriyorsun?' derken neyi kast ediyordun?" Gözlerimi kaçırmadan ona baktım.

İşte bir türlü anlamlandıramadığım o bakış, yine gözlerindeydi. Sanki lacivert gözleri, gündüze hasret gibi bakıyordu bu anlarda.

Yine o böyle bakınca benim boğazıma bir düğüm takılıyordu. Yutkunamıyordum.

"Yıldızları." diyerek karşılık verdi.  Ya onlar da seni izlerken sana hayranlıkla bakıyorlarsa, Günışığı?" dedi. Soğuk bir rüzgar aramızda savruldu.

O rüzgar utançla kızarmaya başlayan yanaklarımı yaktı. Gözlerimi kaçırdım, nefes alamıyordum o böyle baktığında.

"Onlar ışıldıyorlar." dedim. İltifat ediyordu ve ben böyle yapınca ne yapacağımı şaşırıyordum. " Gökyüzünün incileri gibiler. Kusursuzlar." dedim. Sustu bir süre. Bileklerim sıcak elleri arasındayken yanıyordu. Ateşten kelepçeydi bu.

"Yeryüzünün de kendine ait ışığı vardır ama kendilerini göremezler Günışığı." dedi. Yaptığı imasıyla kızardım ama bugün konuşası vardı. "Soğuğu çok mu seviyorsun?"

Elleri biraz gevşemişti. Ellerimi kelepçelerinden kurtardım. Cam kırıklarına yöneldim, sonra vazgeçtim. Gece gece kesinlikle kendimi keserdim.

"Çok sevmem ama zihnimdeki soruların susmasına sebep oluyorlar." Bir adım uzaklaştım ondan. "Sen ne yapıyorsun burada?" Kapının pervazına yaslandım. "Yine."

Gözlerimin içine baktı ve hafifçe gülümsedi. Buz tutmuş düşüncelerimin hepsi alev aldı resmen. İzlediğim gece, onun lâcivertlerinin yanında siyahıyla sönüktü şimdi.

"Yarım saat önce uyumuş olmalıydın." dedi. O gülümseyince istemsizce kendimi gülümserken buldum.

Gamzeleri soğuk yüzünde göz kamaştırıcı yıldızlardan beterdi. Kendimi ışığa doğru çekilen ateş böceği gibi hissediyordum.

"Keşke bende ne bulduğunu, ne istediğini bilebilsem. Böyle yaptığında kendimi korumasız hissediyorum. Sanki her şeyi elimden alıp kendini bıraktın bana."

Uzandı, elimden tuttu tekrar. Bu ten temasına alışkın değildim. Bir şey oluyordu. Bakışlarından yoğun bir şeydi bu üstelik. Geri çekilmeye çalıştım ama izin vermedi.

Sıcacık odaya çekildim. Yapay günışığı rengiyle aydınlatılmıştı. Test kitabım masanın üstünde açık duruyordu.

"Çirkin şeyler, güzel olan kaybolduğunda göze daha az korkutucu gelir." dedi.

"Ve sen çirkin olansın?"

Cevap vermedi. "Üşümüşsün Günışığı." derken yatağımın yanına konulmuş beyaz gülü gördüm. Aslında ona sinirlenmem gerekiyordu ama yapamadım.

"El değmemiş..." diye mırıldandım. Baktığım yere o da baktı ve geri döndü. Elimi tutarken baş parmağıyla bileğimi okşuyordu, bunu bilerek yapıp yapmadığını anlayamadım. Ama beni büyülüyordu, kaçtım yine.

Zaten onu tanıdığımdan beri olayım buydu; bir korkak gibi kaçmak.

"Ders çalışmalıyım. Gitsen iyi olur." Yüzüme bakarken lacivert gözlerinde fırtına öncesi bulutsuz bir gökyüzü var oldu. "Fizik çalışıyorsun. " dedi.

"Daha çok Fizik beni çalıştırıyor. Hem de köle olarak."

Dudağının bir kenarı hafifçe kıvrıldı. "Belli, cevaplardan daha çok çiçek çizimleri var açık bıraktığın sayfa da."

Kızardım. Test çözerken onu düşündüğüm için istemsizce bütün gönderdiği çiçekleri çizmiş, sonra düşüncelerim de boğulduğumu hissedip kahve yapıp balkona çıkmıştım.

Test kitabının yanına gittim, tek elimle kapağını kapattım.

"Sen gitmiyor muydun? "dedim.

"Öyle bir şey demedim. Bu sadece senin her zamanki kaçmak için direttiğin talebindi Günışığı."

Biçimli kaşları kalktı ve her zaman sert olan yüz ifadesi yumuşadı. Daha genç gözüktü. Bir de siyah bu kadar ona yakışmasaydı. Bir de ben onu bu kadar incelemeseydim...

"Yardıma ihtiyacın var mı? Bugün tüm gecem boş."

Omuz silktim. "Halledebilirim. Hem, senin hiç uykuya ihtiyacın yok mu?" Ben bir adım uzaklaştıkça o bir adım yaklaşıyordu.

"Çok uyumam." dedi. O üzerime geldikçe kaçma dürtüm uyarı veriyordu.

"Ama ben bir uyurum, bir uyurum!" diyerek bir güzel saçmaladım. " Bak sen gidince ne güzel uyuyacağım bir bilsen!

Yüzünde hiçbir mimik kıpırdamadı. Ama lacivert gözlerinde ki alaycılığı görmüştüm bir kere.

"Bugün hedefin olan 200 fizik sorusunun 100'ünü çözmüşsün. Hedefini tamamlamadan yatmadığını biliyorum." dedi.

Açık bir şekilde ona baktım. "Hakkımda bilmediğin bir şey var mı?" dedim.

Yine aynı şeyi yapıyordu. Sınırlarımı izinsiz ihlal ediyordu. Beni en çok öfkelendiren de buydu zaten.

"Düşüncelerin." dedi. "Çoğu zaman tahmin edebiliyorum çünkü okumam için beni kendine çeken bir kitap gibisin ama bazen yapraklarından sözcükler siliniyor, geriye beni kör eden ışığın kalıyor Günışığı."

Tutuldum. Kalbimi ana kucağının sıcaklığı sardı sanki. Öyle bir hasretti ki lacivert gözlerindeki bakış, ben kaçamıyordum. Kaçamıyordum.

"Özellikle böyle bakınca." dedi.

Diyemezdim ki sana doğru çekildiğim, benim de kör edildiğim anlar da sana böyle bakıyorum diye.

O yüzden sustum ve, "Sorularımı bitirmem lazım." dedim.

"Yardım edeceğim." dedi. Bacakları hafif ayrık, ellerini göğsüne kavuşturmuş gücünü belli eden şekilde duruyordu.

Pes ettim. Adam iznim olmasa bile her gün odama gelip ben uyurken beni izliyordu. Ne için direniyordum ki, gitmeyecekti işte.

"Zor bir öğrenciyim." dedim. Kendinden emin adımlarla bana doğru yaklaştı. "Bakalım." dedi.

Heyecanlandığımı hissedince ellerimi tunik şeklindeki geceliğimin eteğine sakladım.

Beraber geniş maun rengi masanın önüne geçtik, o hâlihazırda duran sandalyemin yanına bir sandalye çekti.

Bende çekingen bir şekilde kendi sandalyeme oturdum.

"Manyetizma konu." dedim. Elimden kalemimi aldı. "Biliyorum." dedi. Homurdandım, umursamadı.

Tabi ki biliyordu. Bilmediklerini konuşsaydık, konuşacak konu bulamazdık. 

"Sorulardan gidelim Günışığı." dedi ve anlatmaya başladı. Evet, hala sesi soğuk geliyordu. Hatta bazen yanında buz kestiğimi hissediyordum ama ya ben ona alışmaya başlamıştım yada o değişmeye.

Benim anlamam için konuyu anlatırken ses tonu biraz olsun yumuşamaya başladı. Konuyu gerçekten güzel anlatıyordu. Anlayabileceğim şekilde örnekler vermesi konuya da hakim olduğunun bir göstergesiydi. Onunla sıradan bir konu hakkında konuşabilmemiz bana tuhaf geliyordu ama bu haliyle daha tehlikeliydi çünkü sıradan biri gibi gözükürken bile sıradan değildi. 

O oturduğu sandalyeye bile hükmediyor, kalemi tutan elleri bile hareket ederken beden diliyle kendine doğru çekiyordu. 

Bir kaç örnek çözdükten sonra kalemi bana uzattı.

"Sıra sende, göster marifetlerini, Günışığı." Kalemi elinden alırken istemsizce heyecanlandım. Lacivert gözleri en küçük bir açığımı  ona karşı bir zafiyetimi yakalamak için yüzümde dolaşıyordu.

Elimi çeneme koydum ve önümdeki soruya eğildim. Formülle soruyu çözerken, o arkasına yaslandı.

"Sende ben yaparken bir kenarda çöz istersen." dedim başımı kaldırıp ona bakarak. "Gerek yok, çoktan çözdüm." dedi.

Gözlerim büyüdü. En azından bir kaç dakikalık uğraş gerektiren bir soruydu önümdeki. Hızla önüme döndüm ve soruyu çözdüm ama hala şoktan kurtulamamıştım.

Soruyu çözdükten sonra oturduğu sandalyede dikleşti ve üzerime doğru eğildi. Kumral saçları yapay ışıkta koyu bal renginde duruyordu.

Alnına karmaşık bir şekilde dökülmüştü. Dikkatim dağıldı. O ise gayet sakindi. Cevaba baktı ve, "Aferin, hızlı kavrıyorsun." dedi.

Cevap anahtarına bakmamak için kendimi zor tutuyordum. Hâlâ ona bakıyordum istemsizce. Göz bebeklerinin büyüdüğüne bile şahittim.

Bunun ne anlama geldiğini bilecek kadar da duyu bilgim vardı. Ensem yanmaya başladı onun bakışlarından bile benden etkilendiğini fark ederek. 

"Hadi merakını tatmin et ve cevap anahtarına bak Günışığı!" dedi merakımı yüzüme vurarak. "Yüzündeki merak ifadesi bir çocuğun heyecanıyla eş değer." 

 Mahcup oldum o an. "Zekânı sorgulamak amacım değil. Eylül bana üstün zekalı olduğunu söyledi zaten." derken yüzü oldukça sakindi.

Sanki kendisinden bahsedilmiyormuş gibiydi. Başını hafifçe eğdi ve kafasıyla test kitabını göstererek, "Hadi, bak." dedi sadece.

Yanaklarımın ısındığını hissederek önüme döndüm ve kitabımın arkasını açtım. Cevap anahtarından istediğim sorunun cevabını bulduğumda, istemsizce bir kaç kez kontrol ettim.

"Doğruymuş." Ona doğru döndüğümde, tekrar gözlerimiz çarpıştı. Sanki gözlerimizde hem birbirine çeken hem de iten demir tozları vardı.

Ona bakınca, o gözlerini sürekli üzerime dikince böyle hissediyordum. Nefesimi tuttuğumu hissettim. Büyüyen göz bebekleri yavaşça odağını yüzümün aşağısına doğru kaydırdı. 

İnsanın nefesini tutan dudakları ısınır mıydı? Sanki bakışlarının altında ısındı. 

"Kütlesel çekim yasasını bilir misin Günışığı?" dedi. Başımı hipnoz olmuş gibi yavaşça yukarı aşağı doğru  salladım. 

"Evrendeki her parçacık, başka bir parçacığı, kütlelerinin çarpımıyla doğru orantılı ve aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olan bir kuvvetle çeker." dedim.

Ayağa kalktı. "Ve sen yasalara karşı gelmeye çalışıyorsun."  Derin bir nefes aldım. Hipnoz sona erdi, bakışları dudaklarımdan çekildi. Aramızdaki olan çekime ad vermeye gücüm yetmiyordu. 

" Uçurumdan aşağı kendini bırakırsan, düşmen kaçınılmazdır Siraç."

Lacivert gözlerinde fırtınalar şimşekler çaktı. Tek elini siyah pantolonunun cebine koydu.

"Eğer aramızdaki çekimi kabul etmemi istiyorsan, bunu yapabilirim." dedim yanaklarım kızarırken. Odada oluşan çekim dalgalarını bile hissedebiliyordum. O da biliyordu ve ikimizde gözlerimizde hissediyorduk bunu.

"Ama insanın fıtratında var yanlışa meyletmek. Ben bile bile boşluğa adım atamam. Uçmak öğretilmedi bana." dedim. İzledi bir süre beni.

O dalgalar gerildi, gerildi. Onun lacivert gözlerinde girdaba, benim kalbimde yıkımlara sebep oldu.

Sonra son sözü söyledi ve fırtınayı tüm gökyüzünü aydınlatan bir şimşekle yok etti. Geriye yeryüzünde büyük bir ateş bıraktı.

Dedi ki; "En dipten bakıldığında, ne kadar yüksek olduğunu bilseydin zaten gökyüzünün seni el üstünde tuttuğunu da idrak ederdin Günışığı. Bu kendine kör olmak ama ben görebiliyorum. "

Başını hafifçe, olumsuz şekilde sallarken gözleri de oda da buz kesti. "En dipte olanın sınırsızlığını tahmin edemezsin. "

Sesli bir şekilde yutkundum. "Bu aylardır aç bırakılan bir kurdun çaresizliğine benziyor."

Dudakları acı bir tebessüm için kıvrıldı. Buzdan bir heykelin kusursuzluğundaydı gülüşü.

"Ne yazık ki kendini hep av olarak hissetmeye devam edeceksin." dedi.

Gözlerim istemsizce doldu. "Sen ne olarak görüyorsun?" Kapıya doğru ilerledi. "Ulaşılmaz." Bana bakarken kapı kulpunu kavradı.

"Ulaşılmaz ve bilinmeyen bir hasretlik." Yüzünde, gözlerinde koskoca bir okyanus olsa da yine bir damla suya hasretmiş gibi var olan hasreti kast ediyordu.

Şu anda yüzünde nefes alan hasreti. Kaskatı kesildim. Kapıyı sessizce açtı ve odayı terk etti.

"Yazık sana Elif." dedim titrerken. "Yazık haline, bu adam kalbinin en büyük düşmanı. Onu kendine istiyor." Göğüs kafesimi titreten kalbime elimle bastırdım.

"Üstelik yıllardır göğsünde ağırladığın kalbinde sana nankörlük ediyor. Ona gitmek istiyor."

Sabaha kadar ne uyuyabildim ne de ders çalışabildim. Okula gittiğimde ölü gibiydim. Ne hissedeceğimi, nasıl tepki vereceğimi kestiremez bir hale gelmiştim.

Kendimi tanıyamıyordum artık. Sınıfa en erken ben girdim. Hocalar yeni yeni geliyorlardı ama daha öğrenciler doğru düzgün gelmemişti.

Üstümdeki kabanı çıkarıp sınıf askılığına astım ve mütemadiyen üşüdüğüm için sınıf dolabına bıraktığım hırkamı almak için sınıf kürsüsüne yöneldim.

Sınıfa girdiğimden beri sınıfın içinde garip bir koku vardı. Bu yüzden camları açmıştım.

Okul eski olduğu için sınıf içinde bazen fare ölüsü olabiliyordu. Hizmetli olarak çalışan Adem Amcayı çağırmam gerekiyordu. Biraz zaman geçtikten sonra sınıfta durulmazdı yoksa. Dolaba yaklaştığımda kafamda bu düşünce vardı.

Sonra onu gördüm. 

Dolabın kenarından aşağıya süzülmüş, aşağıya doğru uzanan kırmızı izi. Kalbim atmayı bıraktı bir an, uzattığım elim zangır zangır titriyordu.

Bir cesaretle, umutla dolabı açtığımda yere düşen cesedin feryadı benim çığlığımdaydı. Yer inledi sanki bu çığlığımla, gök sarsıldı.

Kürsüdeki masaya zorla tutunurken, sınıfa doluştu herkes. Cesedin üstüne giydirilen benim hırkamdı. Yüzü tanınmaz haldeydi, kanla kaplanmıştı.

Bedeni...bedeni hırkam haricinde çırılçıplaktı. Tekrar feryat ettim ve bacaklarım bedenimi taşıyamadı. Yere çökerken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

Hocalarım geldi, öğrenciler sınıfa sokulmadı. Beni koruyan korumalar sınıfın önünde, içinde, yanımda, her yerdeydiler.

Cesetten uzaklaştırıldığımı hayal meyal hatırlıyorum. Hıçkırıklarımı durduramıyordum.

Okulun mescidine götürüldüğümde bacaklarımı kendime çektim ve gözümün önünden gitmeyen görüntüyle iki büklüm olarak ağlamaya devam ettim.

"İnliyor resmen acıdan, Zeynep. Hastaneye götürmemiz lazım."

Yağmur'un sesi kulağımda uzaktan bir yankıydı. Gözümün önünü göremiyordum.

"Siraç bey hareket ettirmeyin dedi, buraya geliyor kızlar." Nergis'in emri, tekrar düştüğüm kuyu da kaybolup gitti. Başımı dizlerime yasladım.

Düşünemiyordum. Sadece hissediyordum. Acıyı, korkuyu, hırsla yanaklarımdan çeneme düşen gözyaşlarımı.

Sonra onun sesini duydum. "Siz çıkın kapıyı da kapatın." Ellerinde ellerimi hissettiğimde başımı kaldırmadım. Adımlar uzaklaştı, bomboş odada onun sessizliği, benim hıçkırıklarım kaldı.

"Günışığı," dedi her zamanki ses tonuyla. Ürperdim. Başımı yavaşça kaldırdığımda gözümün önünde siyah benekler vardı.

Yine simsiyahtı bugün, aydınlığı göremedim. Yüzümü görünce sert yüz hatları bilendi sanki. Gazabı hissettim yüzünde.

Çenem titrerken, "Annem zannettim ilk." dedim. Sonra yutkunamadım. Nefesim sadece ağlamaya yetti. Tekrar başım önüme düştü.

"Bizim korumalarımızdan birisiydi, dün gece kaçırıldı." Çenemi baş ve işaret parmağının arasına alıp başımı kaldırdı.

"Ailesi vardır, sevdikleri..." dedim sesim titrerken. 

"Ömürlerinin sonuna kadar hiç sıkıntı çekmeyecekler." Karşılığı acımasızdı. Sesindeki öfkeye karşı gardımı ortaya çıkaramıyordum. 

"Evlat, kardeş, baba, anne acısını hangi zenginlik giderebilir ki Siraç? Üstelik benim yüzümden, beni istiyorlardı. Neden?"

Lacivert gözleri katran karası kesildi. "Seninle, beni zapt edebileceklerini zannediyorlar."

Başımı olumsuz anlamda salladım. Boğazıma dizilen hıçkırıkları bırakmıyordum.

"Keşke sebebin ne olursa olsun bana bu kadar yakınlaşmasaydın, beni önlerine yem diye atmasaydın.  Şimdi nefes aldığım her gün sevdiklerimin korkusuyla yaşayacağım. Senin yüzünden." dedim.

Hiç bir tepki vermedi. Bu kadar mı acımasızdı? Kelimelerim benim bile canımı yakıyorken ona nasıl oluyordu da etki etmiyordu?

"Benim yüzümden, hedef benken, masum bir cana kıydılar. Ben bunun vicdan azabıyla nasıl yaşayacağım?" dedim.

Tekrar ağlamaya başladığımda, onun ellerinden de kurtulmaya çalıştım ama bir işe yaramadı. Ellerini ellerime hapsetti ve geri de çekilmedi. O ellerde güvende hissetmek istemedim ama bana dokununca bile sakinleşmiştim. 

"Niye kendini düşünmüyorsun?" diyerek beni başka bir zafiyetimden vurmaya çalıştı. Belki de dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. 

"Niye sadece yüreğinde sevdiklerinin korkusu var Günışığı?  Seni hedef olarak ben attım önlerine ama sen sadece sevdiklerinin korkusunu hissediyorsun, hiç tanımadığın birisinin ölümüne üzülüyorsun."

Ağlarken histerik bir şekilde gülümsedim.

Bu en acı olanıydı. "Sen hiç sevdiğin birisini kaybetmenin acısını bilir misin? "

Kaskatı kesildim bir anda. "Ben bilirim." Onun da bakışları buz kesti. 

Yutkunmadım yine. "Allah kimseye yaşatmasın, sana da yaşatmasın."

Ona doğru eğildim. 

"Diri diri gömülmekten beterdir. Sende onunla beraber girersin mezara. Bana soruyorsun ya neden hiç tanımadığın birine üzülüyorsun diye çünkü o da bir insan. Hayalleri vardı, istekleri ve sevdikleri. Şimdi onunla beraber mezara girecek sevdikleri..."

Göz yaşımın izini takip etti güzel gözleri. Acımasızlığın ardında bir öfke belirdi. Onu sözlerimle vurdum belki ama ölümün acısı da ikimizi vuruyordu. 

Tekrar ağlayacağımı hissettiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım ve kaskatı kesilmiş yüzüne baktım.

"Allah sana hiç sevdiğinle beraber mezara girme acısı yaşatmasın."

Gözlerinde var olan hasreti, öfkeyi ama en çok saklanmış acıyı gördüğümde sessizce ağlamaya başladım.

"Allah beni hiç seni sevmekle, seni sevmenin acısını çekmekle sınamasın çünkü ben seversem, senin acımasızlığınla her gün o mezara diri diri gireceğim."

Bir şey söylemedi. Sadece beni izledi sessizce korkudan buz kesmiş ellerim elleri arasında sıcacık oldu ama yüreğimdeki soğuk ayaza çare yoktu.

İkindiye kadar okuldaydık, Siraç yanımdaydı. Bir ara polislerin arasında Murat komiseri gördüm. Siraç benden birkaç adım uzaklıkta takım elbiseli, yüksek rütbeli olduğu belli olan adamlarla konuşuyordu.

Murat komiser bana doğru geldiğinde sanki hissetmiş gibi başını kaldırdı ve bir bana, birde bana doğru gelen Murat komisere baktı. Kaşları çatıldı. Lacivert gözlerinde öfke, elektriğin ateşiyle alev aldı.

Murat komiser yanıma ulaştığında, "İyi misin, Elif?" diyerek direkt konuya giriş yaptı. Yüzünde gerçekten endişelenmiş olduğuna dair bir ifade vardı.

Dudaklarım gerildi gülümseme bile sayılmayacak bir gülüşle. "Ne kadar iyi olunabilinirse."

Kısa bir süre Siraç 'a baktı ve bana doğru döndü. "Cesetin üstünde senin hırkan varmış. Siraç beyin korumasıymış." Bilgiler bir bir sıralarken sanki bir şeyleri öğrenmemi istiyordu. " Adı da Elif'miş üstelik."

Bu bilgiyi ilk defa ondan öğreniyordum. Canım acıdı. Bir kez daha vicdan azabıyla göğsüm cayır cayır yanmaya başladı. 

 Gözlerim dolunca, "Hayır, hayır." dedi. Bir an bana dokunacakmış gibi hissettim. Eli uzandı sonra duraksadı. " Ağla diye söylemedim. Lütfen ağlama." derken acı çekiyormuş gibiydi. 

Sesinde pişmanlık vardı. "Sadece idrakinde olup olmadığını öğrenmek istiyorum. "Bana bir adım daha yaklaştı. " Nişanlının nasıl bir adam olduğunu biliyor musun?"

"Nişanlısı değil."

Siraç' ın sesini duyunca irkildim. Elini belime koydu. "Artık kocasıyım."

Siraç' ın öfkeyle bakan gözleri karşısında Murat komiser sinmedi ama yine de yüzü şaşkınlığa ev sahipliği etti.

"Evlendiniz mi?" derken dehşete kapılmış gibiydi. " Daha yeni kimliği elimdeydi. Korkut abinin soyadını taşıyorsun hala." derken o dehşet ifadesi sesine de yansımıştı.

Onun da kaşları tekrar çatılırken Siraç' ın öfkesini belime sardığı elinde hissettim.

Gittikçe beni kendine doğru çekiyordu. "Resmi nikah değildi." diyerek, açıklama gereği duydum bu yüzden.

Siraç' ın bana öfkeyle baktığını hissedebiliyordum ama Murat komiserde duracak gibi değildi.

"Ne bu acele?" Elime baktı. "Elinde yüzükte yok. Hem Bahar abla nerede? Sen bu haldeyken o seni asla yalnız bırakmaz ki."

Siraç  beni bırakıp arkasına doğru çekti. O kadar hızlı hareket etti ki bir an yanındayken diğer an ardındaydım ve o Murat Komisere saldıracakmış gibi duruyordu. 

"Geri bas, komiser! Sen onun neyisin ki, onu ona dair olan şeyleri sorgulama hakkını kendinde buluyorsun?"

"O bizim ailemizden." diyerek savunmaya geçti Murat Komiser. "Korkut abinin öksüz bıraktığı kızı. Ona sahip çıkmak benim Korkut abiye olan vefa borcumdur. Ayrıca devletin memuru olarak onu sorgulama hakkına sahibim."

Siraç'ın önümde duran tüm bedeni gerildi. Öyle ki sadece bir adım kalmıştı karşısındaki adama saldırmak için. "Değilsin! Gerekli ifadeyi verdi. Kişisel hayatı sorgulamaya hakkın yok senin!" 

İşaret parmağını kendi göğsüne bastırdı. "Onun ailesi benim!"

Sonra kendini vurguladığı parmağıyla Murat komiserin göğsünü dürttü.  "Onun hayatıyla ilgili her şeyle ben ilgilenirim, sen değil!"

Sırtındaki kasların dahi gerildiğini takım elbisesine rağmen görebiliyordum. Kavganın ve aralarındaki öfkenin patlama sinyallerini bir tek ben mi görebiliyordum? Kimse müdahale etmiyordu.

Murat komiser alaycı bir şekilde gülümsedi.

"Endişeni anlamlandırabiliyorum Siraç Vuslat." Onun parmağından kurtulmak için bir adım geri çekildi. " Seni tanıyorum, tanıyoruz. Bu kızı da zorla alıkoyduğunu iddia edebilirim ama kanıtlayamıyorum. Ailesine ulaşmama engel olanın da sen olduğuna eminim. Bu yüzden seni izliyor olacağım."

Beni gösterdi. "Şuan iyi görünüyor ama psikolojik işkence uyguluyor olabilirsin ona. En ufak bir açığında, ona zarar verdiğine dair bulduğum tek bir kanıtta, senin için geleceğim. Buna üstlerim bile engel olamayacak."

Siraç yavaşça gülümsedi. Gazabına eşlik etti gamzeleri. Durdurulamayacağını biliyordum. Öyle bir bakıyordu ki kendi okulumda en büyük skandalın şu an da yaşanacağını görebiliyordum. 

Bu yüzden ileri doğru bir adım attığında elini tuttum. Ten temasını hissetse de Siraç, önce ellerimize sonra yüzüme baktı. Gözlerimdeki ifadeden sakinleşmesini istediğimi anladığını umuyordum.

Yine de ona güvenmiyordum ama beni şaşırttı ve parmaklarımızı birbirine geçirdikten sonra bir adım geri çekildi.

"Sanrılar insanı hep yanlış yollara sürükler, komiser. Mesela sen beni tanıdığını, sanıyorsun." Tek tek vurdu cümleleriyle. " Sonra beni alt edebileceğini, sanıyorsun."

Her bir sözü bir tehdit gibiydi. Parmak uçlarından parmak uçlarıma değen öfke beni yakıp geçiyordu sanki.

"Elif'e yaklaşabileceğini, sanıyorsun. Bir gün gelir, kazandığını da sanabilirsin ama bir bakarsın aslında kazanmamışsın. Üstelik sahip oldukların da sandıklarınla birlikte yok olup gitmiş. Bu yüzden sanrılara, sandıklarına güvenme!"

Murat komiserin öfkesini kızaran yüzünden bile hissedebiliyordum.

"Sen devlet görevlisini tehdit mi ediyorsun?" derken sesi bile titriyordu.

Siraç gitmemiz için hareket ederken mecburen ona uymak zorunda kaldım.

"Hayır, ben asla tehdit etmem! Sadece tavsiye veririm. Bu tavsiyeme uymayanlara ise musibet gönderirim ki, bin nasihatimden daha etkili olsun." Nasihati bile tehdit gibi olunca bu sözleri yalnızca bir meydan okuma olarak kalmıştı. 

Murat komiserin öfkeli bakışları üzerimizdeyken elimden sımsıkı tutup beni oradan uzaklaştırdı. Murat komiserin yanından ayrıldıktan sonra "Eve gidiyorsun." dedi sert bir sesle.

"Tehdit etmene gerek yoktu! Dediklerinde haklı olduğunu sende bende biliyoruz. "dedim.

Murat komiserin görüş açısından çıktıktan sonra elimi elinden kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi.

Siraç'ın öfkeli bakışlarının yeni hedefi bendim. "Sana gönül bağı hissediyor Elif! Kişisel hisleri olmasaydı, senin derdinle dertleneceğini mi sanıyorsun?"

Gülümsedim ama gülümseyişim yavandı. Bizi uzaktan izleyen Yağmur ve Zeynep bile bunu anlardı.

"İnsan olmak yetiyor bazen, bunu biliyorsun, değil mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. Anlamayacaktı. Anlatacak takatim de yoktu zaten.

"Eve hemen gidebilir miyim?" dediğimde lacivert gözleri üzerimde dolandı. Yorgunluğumu görmüş olmalıydı yoksa bu kavga sürüp giderdi. 

"Bu sefer engel oldun. Diğerinde telafisi olmaz."

Umut'u çağırdı ve arabaların hazırlanmasını söyledi. Nergis'le birlikte okulun olduğu sokağa çıktığımda, sokağın başında duran kırmızı bisikletin üstündeki kapüşonlu kız dikkatimi çekti.

Sokak genişti. Polisin barikat kurduğu kısmın dışında da geçiş alanı vardı. İnsanlar oradan geçerken meraklı gözlerle okulda olanları izliyor, kimi de durup bizzat şahitlik ediyordu.

Ama bisikletli de dikkatimi çeken bir şey vardı. Sanki onu fark ettiğimi hissetmiş gibi hareket etti ve hızla bisikletini sürmeye başladı.

Bana yaklaştığında kapüşonun yüzünü kapattığını gördüm ama yine de göremediğim gözlerinde öfke vardı sanki.

Birde önümden geçip giderken kapüşondan çıkmış bir tutam kızıl saçı fark ettim.

"Deliriyorum herhalde." dedim. Normal bir bisikletli kızdan bile şüphelenecek kadar hem de.

Eve gittiğimde, Eylül tarafından sımsıkı sarılarak karşılandım. Beni teselli etmek, kafamı dağıtmak için elinden geleni ardına koymadı.

Pizza sipariş etti ,film açtı ama ne yemek yiyebildim, ne de filmi izleyebildim.

En sonunda o da pes etti ve, "Güzelim, git yat ve unutmaya çalış. Bu Siraç Vuslat'ın hayatı.  Alış demiyorum sana asla. Değiştir hatta ama şimdi sindirmen lazım. "

Bir şey diyecek takatim yoktu. Ben savaşçı değilim, demedim bu yüzden.Onun için savaşmam için ne sebebim var ki diyemedim.

Namaz kılarken hepsini Rabbime anlattım sadece. Yardım dilendiğim korkumu, üzüntümü dile getirdiğim sadece oydu.

Elif'e, adaşıma, ölmüş ruhuna Kuran okudum. Yattığımda saat 8'di. Kalbimde buz gibi bir el hissettiğimde ise gece 3'tü.

Sıçrayarak uyandığımda karşımda Siraç' ı buldum.

Elinin tersi, tam kalbimin üstündeydi. "Ne yapıyorsun?" dediğimde soğuk yüzünü Ay aydınlattı.

Sanki yaşamıyordu. Gözlerinde bile nefes yoktu. "Hissetmeye çalışıyorum." Dedi.

Geri çekilmedim. "Neyi?" derken bile hissetmiştim sanki. "Yaşadığımı." Derin bir nefes aldı.

"Yaşamın var olduğunu, Günışığı." Camımın önündeki ağaç rüzgarla sallandı ve karanlık onu örtüp geri çekildi.

"Neden? Neden benden? Senin kalbinde atıyor." Başını hafifçe bana doğru eğdi.

Kumral saçları, Ay'ın ışığının altında koyu gümüş renginde parıldıyordu.

Gerçekten de insan gibi görünmüyordu. "Çünkü benim kalbim ölümle atıyor. Yaşam değil, ölüm var oluyor bedenimde."

Gözlerim doldu. Anlamıştım. "Birini öldürdün." Başını olumsuz anlamda salladı ama gözlerinde ki yaşamsızlıkta bile ölüm vardı.

"Birilerini öldürdün." dediğimde başını olumlu anlamda sallamasın istedim, yapmasın beni doğrulamasın istedim ama isteğimi, yardım çığlığımı duymadı.

Çarşafı ayağımla itip geri çekilmeye çalıştığımda, "Yapma, yapma Günışığı. Bırak sende insan olduğumu hatırlayayım." dedi. Çırpındım ilk ama canımı fiziksel olarak acıtmasa da bırakmıyordu beni. 

Sesinde bile his yoktu, panik yoktu, hiçbir şey yoktu. Sanki gerçekten yaşamıyordu.

En sonunda pes ettim. Çırpınmayı bıraktım kollarında. "Ne yaptın?" diye sordum hayal kırılığı dolu bir sesle. . Cevap vermedi. Gözlerimden gözyaşları dökülüyordu ama istemsizceydi.

Ne korkudan, ne öfkedendi bu halim. Ona acıyordum. "Sen zaten mezardaydın, öyle değil mi? Sen her birini öldürdüğünde onunla birlikte mezara giriyorsun."

Bu bir tespitti ve doğru olduğunu biliyordum çünkü ilk defa gözlerini benden kaçırdı.

"Ama neden?" dedim isyan edercesine. "Neden bile bile bunu yapıyorsun kendine, yazık mı değil kalbine? Yazık değil mi o insanlara?" Boşta kalan elimle kalbini gösterdim. "Bu nasıl bir zülüm?"

Uzattığım elimi kalbine bastırdı. Acı kelimeler dilinde var oldu.

"Kalbine, ellerine karanlık dokunmamış kimseye el uzatmam ben Günışığı. Ben karanlığı bilirim. Geceden farklıdır o. O bende, ben ondayım."  Yavaşça bana doğru yaklaştı.

"Ben yalnızca karanlığı hissederim. Bana bu yüzden Azrail diyorlar. Ölümün bizzat şahitçisi olduğum için."

Başını kulağı tam göğsüme, kalbimin üzerine denk gelecek şekilde koyduğunda geri çekilmek istedim.

Allah şahit, çığlıklar atarak ondan kaçmak istedim ama yapamadım, kaçamadım.

"Birleşmişler senin için. Amaçları bugün aslında senmişsin. İlk adımı atmışlar.",

" Korumalar seninle birlikte yukarı çıkınca, mecburen vazgeçmişler. Acımayacaklardı sana ama asıl acımasızın, hisleri olmayanın kim olduğunu bilmiyorlar."

Sesinin titreşimi göğsümde yankılanıyordu.

"Bende gösterdim."

Hissiyatı olmayan sesinde bile ölüm vardı.

"Ve sende öldün."

"Senden önce yaşamak için yerim yoktu. Mezarlığa giderdim. Mezarlıktaki görevli adam yıllardır beni tanıyor."

Sustu bir süre. Sanki göğsümde hayata küstürülmüş bir çocuğu teselli ediyordum.

Böyle hissetmekten kendimi alamıyordum. Halbuki o, yanlışa bile bile giden bir adamdı sadece.

"İnsanlar değil, mezarları tanıyor beni." Buruk bir gülüş peyda oldu yüzünde, sesine yansıdı. 

"İlk defa sende karanlığı değil yaşamı görüyorum, Günışığı. Ne kadar garip!" Sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi. 

"Oysa her insanın günahları vardır. Ben hep fazla olana yaklaşırdım... öldürmek için. Şimdi ise yaşam bulmak için koynuna sokuluyorum."

Gözlerimi sımsıkı kapattım sanki karanlıkta değilmişiz gibi.

"Ama ben senden korkuyorum." dedim sesim titrerken. O, bu an ve bu sözleri bana fazlaydı. Yaşadıklarının, yaşattıklarının ölümü aramızda asılıydı. " Ya bana da zarar verirsen, ya yine yem olarak onların önüne atarsan beni?" 

Biliyordum, şimdi sırası değildi bu cümlelerimin ama onun dediği gibi koynumdaydı ve sayısını bilmediğim kadar insanı ölüme yollamıştı.

"Yapmam, yapamam artık. Kaçma! " dedi tükenmiş bir fısıltıyla.  "Sana zarar vermeyeceğim. Bunun sana sözünü verdim."

İç çektim. Göğüs kafesimle birlikte onun da başı hareket etti. "Sözün yaşamımın teminatı, ne acı!" dedim. Başı hafifçe kıpırdadı.

Sanki daha çok hissetmeye çalışıyordu kalbimi. Buna karşılık kalbim cevap veriyor, daha çok hızlanıyordu.

"Bir sözün yaşamın teminatı, Günışığı. Canını yakanlar yüzünden akıttığın gözyaşların ölümün çağrısı." Derin bir nefes aldığını hissettim ve sanki kokumu içine çekti. 

"O yüzden bir daha ağlama."

Bu aramızda kurduğumuz son cümleydi.

Ben ölümle yüzleştiren bir adamı, koynumda tuttuğum bu gecede değiştim. O uyumadı o gece, ben de gözümü bile kırpmadım ama yanımdaydı. Göğüs kafesimin tam üstünde üstündeki ölü toprağı attı. 

Sabah namazında yanımdan ayrılan, uyandığımda baş ucuma konulmuş mercan rengindeki gülleri gördüğümde anladım kendimdeki değişimi.

Teşekkür anlamına gelen güller, defterimin için kurumaya yüz tuttu. Tıpkı benim kabullenişim gibi. Eğer onu itmeyi bırakırsam, kapılacağımdan korkmaktan bir şeyleri değiştirme isteğime fırsat bulamamıştım.

Şimdi ise itsem, daha çok geleceğini, istediğini elde etmeden gitmeyeceğini kabullenmiştim.

O yüzden Eylül'ün dediği gibi belki bir şeyleri değiştirebilme ihtimalim, yeni tutunacak dalım oldu.

Belki bu dal daha aşağıdaydı, kuruydu, kırılmaya yakındı ama umuttu işte. Ben umutsuz yaşayamıyordum.

Günler geçti, Elif'in cenazesi kalktı. Gitmek istedim ama bir yandan kendimi suçlamaktan diğer yandan Siraç 'ın izin vermemesi yüzünden gidemedim.

Eğitimime devam etmeme, sınava da evde çalışmama karar verildiğinde sesimi çıkarmadım çünkü benim yüzümden arkadaşlarımdan birisine bir şey olma ihtimali, ecel terleri dökmeme sebep oluyordu. Bütün bunların yüküyle her güne gözlerimi açıyordum.

Yine bir güne daha böyle başlayıp aşağıya indiğimde, farklı bir manzarayla karşılaştım.

Kapıdan içeriye kadın korumalar eşliğinde abiye elbiseler taşınıyordu. Geniş salon lüks bir mağazanın içinde mevcut olan bütün kıyafetlerle donatılmıştı.

Salonda Eylül, Yağmur ve Zeynep vardı.

Eylül, "Günaydın, gelin hanım. Bugün hazırlığımız var." dedi.

Kaşlarım çatıldı. "Ne hazırlığı?"

Eylül gülümsedi. "Siraç söz işini erkene almış, baya büyük bir organizasyon düzenliyor. "dedi.

Derin bir iç çektim. "Neyin teminatı, kimin bedeli, kim bilir?" dedim iç sıkıntısıyla. 

Tam o sırada bir çift topuklu ayakkabının tıkırtısı salonda yankılandı.

Eylül şaşkın bakışlarla arkama bakıp, "Esin teyze. "dediğinde yavaşça arkama döndüm ve bal rengi saçlarıyla ve farklı duruşuyla çok güzel bir kadınla karşılaştım.

Tahminim doğruysa, Siraç 'ın annesiyle yüz yüzeydim.

Derler ki bir adam muhtaçmışçasına seviyorsa bende onu çok severim. Öyle çok severim ki ya onu yazar,ya da seyrederim.

Allah'a emanet olun, kalın sağlıcakla fedailerim!

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 69.2K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
Haz By 🍀

Romance

296K 4.1K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
1.1M 47.4K 43
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
38.8K 2.2K 28
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...