Romantik Komedi [TAMAMLANDI]

By dilanaladag

5M 141K 15.7K

Ilgın Keskin, yaşadığı onca şeye rağmen güçlü olmaya ve ayakta kalmaya çalışan bir kızdır. Daha doğrusu; Kims... More

Romantik Komedi ♥
RK-1 -Bu nasıl erkek?-
RK-2 -Aldım başıma belayı!-
RK-3 -"Duyguların dışa vurumu."-
RK-4 -Peki, kimdi bu kız?-
RK-5 -Yastık savaşı.-
RK-6 -Erkek Fatma?-
RK-7 -İntikam kıvılcımları.-
RK-8 -Kutay-
RK-9 -Anın tadını çıkarttım.-
RK-10 -Batın'ın acımasız sözleri.-
RK-11 -Rüya-
RK-12 -ÂŞIK OLUYORUM-
RK-13 -OYUN BAŞLASIN-
RK-14 -GİZEMLİ KIZ-
RK-15 -ROL YAPACAĞIZ-
RK-16 -ÇEK ELİNİ-
17 | Yabancı
18 | Sıra Bende
19│KÖPEK RIFKI
20 | Çetrefilli Ateşkes
21 | Artçı Şoklar
22 | Hayvan
23 | İntikamın Külleri
24 | Öp Beni
25 | Pislik Gibi Çiğnerim!
26 | TEHDİT
27 | DÜŞMAN
28 | FİLLERDE Mİ UÇUYOR?
29 | Yüreği Taşlaşmış Gürkan
30 | Onun Eseri
31│YENİ BİRİ
32│HAK EDENE HAKKINI VERMELİ!
33│İHANETİN TADI
34 | GÜRKAN YAŞAR!
35│ASİ FATMA?
36│BEBEK
37 │BAŞLADI
38 │HAKAN ABİ
39 │Kim?
40│ŞU AN OLMAK İSTEDİĞİ YER
41 | SEVİYORUM
42 | BAŞLASIN OYUN!
43 │KURTARIN BENİ!
44 │ KARANLIK
45│VUR!
46 | ŞAHİTLİK
47 | SEVMEK
48 | SEN NE YAPTIN?
49 | GİDİYOR
50 | KÜÇÜK CADI
51 | ÇOK İYİ ARKADAŞ OLACAĞIZ
52 | SÜRPRİZ
54 | MUTLU OLMA SIRASI BENDE
55 | ESRARLI ÇANTA
56 | TEHLİKE
57 | BEN DE SENİ ARIYORDUM
58 | SONSUZLUK
59 | DÜĞÜM
61 | TEMİZE ÇIKARACAĞIM
61 | BİTMEYECEK
62| HER ZAMAN SEVECEĞİM
63 | FİNAL
YENİ KİTAP

53 | SENDE BOĞULACAĞIM

35.3K 1.5K 190
By dilanaladag

Önceden Kalan / Murat'tan...

Karanlığın içinde kimsesiz, ruhsuz, kalpsiz kalmıştım. Kalbim, şimdi kara bir toprak parçasının altındaydı soğuk toprak onu çürütüyordu. Kendine çekiyordu güzelimi. benden almıştı onu adi dünya. Çekip almıştı deniz gözlümü benden. Yanında çocuğumla birlikte, çekip almıştı güzelimi, sevgilimi.

Şimdi, yapayalnızdım. Kavgalarım, bira bardağım ve oturduğum bir tabureden başka neyim vardı? Yalnızlığı her zaman farklı tanımlamıştı benliğim. Hep bir aykırılıkla yaşamıştım. Şimdiyse, kaybedişle bütünleşmiştim. Nefesimi, anlamımı kaybettikten sonra kendine gelebilmek gibi bir sözcüğü ağzıma dahil alamazdım. Düzelmek mi? Tamamen imkânsızlar arasında yer alıyordu. Bira bardağımı bir kez daha doldurdum. Tüm yaşantım, bir hiçti şimdi. Yapmış olduğum her şey saçmalıktan ibaretti. Zamanımı hep boşa harcamıştım. Kıymetini bilmemiştim bana verilen bu canın ve şimdi ceremesini de çekiyordum paşa paşa.

Yanıma oturup kalkanlar oluyordu. Bense sürekli aynı yerdeydim. O her yerdeydi, bense aynı yerde durmakta ısrarcıydım. İnatla, ısrarla, hırsla, nefretle, öfkeyle yaşıyordum artık. Diğer tüm duygularım kapanmışlardı. Artık ne benim için umut vardı ne de yaşama tutunmak için bir çabam kalmıştı. Bok geldim bok gidecektim anlaşılan. Babamın dilinin ucuna gelip de söyleyemediği o sözcüğün hayat bulmuş haliydim; İşe yaramazdım. Herkesin eskiden saygı duyduğu kişiydim ben. İşi düşenin dostu, işi bitenin düşmanı, tanımayanın hiçbir şeyi... Şimdi ise ayyaşlar kadar pervasız ve bir evsiz kadar kimsesizdim. Telefonumu satmış ve bira şişeleri almıştım. Kuruşum kalmamıştı, gidip çalmıştım. O'nun gidişi, beni terk edişi ve kendimle bırakılmamdan sonra tamamen bir hiçliğe kapılmıştım. Aynı bir hiçlik boyutunda yaşıyordum. Kimse umurumda değildi. Kimsenin umurunda değildim. Sanırım benim için bir annem birde hayta kuzenim endişeleniyordur. Diğerleri ise kendi hayatlarına devam ediyorlardır. İsterdim ki herkes hayatına devam edebilsin. Ben bile. Ama ben yapamazdım işte. Onca yaşanmamışlıktan sonra yapamazdım. Yıllar sonra ilk kez uğruna canımı feda edebileceğim bir kişi çıkmıştı karşıma. Gözlerinde hayat bulduğum, kalbimin çarpmasını sağlayan ilk ve tek insandı O benim için. Fakat onu da kaybetmiştim. Sahip çıkmasını bilememiştim.

"Bir bira daha?" Karşımdaki garsonu başımla onayladım. Ne kadar içtiğimi bilmiyordum. Sanırım beşinci bardaktan sonrasını saymamıştım. Zaten O bana ezberimi bozdurmuş, saymayı, okumayı, yaşamayı unutturmuştu. Onunlayken yükseklerde uçuyordum. Adeta bir melek gibiydi benim için. Onunla geçirdiğim her saniyenin kıymeti inanılmaz büyüktü. Fakat gidişiyle yeryüzüne düşüşüm bir olmuştu. Düşerken güzel ne varsa mutluluğumla uçup gitmişti. Güzel duygularım, güzel anılarım, güzel zamanlarım hepsi saçılmışlardı dünyanın dört bir yanına. Ne onları bulabilirdim ne de yeniden bunları yaşayabilirdim. Çünkü hiçbir an onunlayken yaşadığım o hisleri bana yaşatamazdı. Ben yeniden sevemezdim. Film mi çekiyoruz burada? Gerçekten bahsediyorum ben! Ben yeniden sevemeyecek kadar bitap haldeydim. Kendimi acındırma çabası içersinde değilim. Hatta kimse acımasın bana! Ne yaşıyorsam, saniyesi saniyesine hak ettiğim içindir. Biliyordum. Günahlarımın bedelini en günahsız olan ödemişti. Şimdiyse cennetteki melekler arasındaki yerini almıştı. Bir daha asla onu göremeyecektim. O cennete layıktı, bense ateşten yaratılmış olan iblisin kulu köpeği olmuş, cehennemin en dibinde yanmayı hak etmiştim.

Saymayı bıraktığım bardaklarımdan birini daha bitirdiğimde sonunda iki gündür kalkmadığım tabureden indim. Yalnızca ihtiyaçlarım için kalkmıştım bu tabureden. Geriye kalan saatler boyunca oturmaktan vazgeçmemiştim. Şimdiyse kendi isteğimle yeniden kalkıyordum bu masadan.

Tuvalete gittim ve kabinlerden birine girip, klozete eğildim. İçtiğim zıkkımın yarısını çıkarttıktan sonra elimle ağzımı sildim. Ağzımdaki o iğrenç tattan kurtulmak için derhal çıktım kabinden. Lavabonun üzerine eğilip suyu açtım. Ağzımı birkaç kez çalkaladıktan sonra elimi yüzümü yıkadım. Midem altüst olmuştu. Yemek yemeyip sürekli zıkkımlandığım için oldukça normaldi aslında. Ayık dolaşmıyordum. Ama bu kafayla bile aklımdan çıkmıyordu meleğim. Sarhoşken bile en ücralarımda dolaştığını, beynimde binlerce kez can bulduğunu, çığlık çığlığa dolandığını hissediyordum. Biliyordum, onun hayaleti her an yanımdaydı. Asla peşimi bırakmayacaktı. Ona reva gördüğüm bu hayatın hesabını soracaktı. Sormalıydı elbet! Hakkı var, haklıydı. Ona yaptığımın hesabını ödemek boynumun borcuydu, evet. Her saniye aldığım nefesle milim milim ödüyordum da zaten.

Aynada suratıma bakmaktan vazgeçip kapıya yöneldim. Elim ayağım titriyordu. Her an patlayabilecek bir bomba gibi hissediyordum. Midem halen kendine gelememiş, başımın dönmesiyle birleşmişti. Ayakta duracak gücü dahi zor buluyordum kendimde. Şimdi merak ediyorlardır; Murat Yaşar halen dimdik ayakta mıdır diye. Hayır ve asla eskisi gibi de olamayacaktım. Devam edilmesi gereken noktadan sonra devam edecektim belki evet ama hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Duygularımı törpülediğimi sanırdım. Hissizleşmiş adeta uyuşmuş gibi yaşamaya başladıktan sonra hayatımda öfke, nefret ve kine yer bırakıştım. Onunla ben yeniden hisseder olmuştum. Farklı bakmıştım o varken yanımda. Bakış açım, ruhum, benliğim, ben... Değişmiştim! Hiç kimsenin asla başaramayacağı şeyleri gerçekleştirmişti meleğim. Onsuz bir yolu seçmeyi bırakın, öyle bir yolun varlığına dahi inanamıyordum. Artık güvenmiyordum kendime. Ayakta durmaya dahi gücü olmayan işe yaramaz herifin teki olup çıkmıştım. Artık her şey bambaşkaydı ve hayatım avuçlarımdan kayıp gitmişti. Buna engel olmaya zamanım bile olmamıştı üstelik. Şimdiye kadar kendimin şekillendirdiği hayatımda, kendimi Tanrı ilan etmiştim. Fakat işte asıl Tanrı böyle göstermişti bana gücünü, kuvvetini. Kendi hayatımın efendisi olamayacağımı, asla işlerin benim elimde olmadığını ayağımı kaydırarak bana göstermişti.

Şimdi meleğimin artık olmayışı, tartışılamaz, çırılçıplak bir gerçekti. Tepe taklak olmuştum. Tanrı bana asıl efendinin kim olduğunu meleğimi alarak kanıtlamıştı. Kanatlarımı koparmıştı. Hiçbir şey benim elimde değildi. Aslında kaybedecek bir şeyi olmayan insanın işi daha kolaydı. Kaybetme korkusu ve kaybetme hissinin tarifi olamazdı. Tartışılamazdı bu. Bu hislerin tarifi bir yemek gibi yazılamazdı. Fakat insan bu hissi yaşayarak okur, ancak yaşayarak öğrenirdi. Ben gibi...

Son anda çarptığım adama diklenmeye başlamam üzerine güzel bir dayağı yemiştim. Şimdi ıslak İstanbul sokaklarının zeminine sırt üstü uzanmıştım ve gökyüzünü seyre durmuştum. Karanlık sokağı aydınlatan aya arkadaşlık ediyorlardı adeta. Aya baktım. Bana güzelimi, meleğimi hatırlatıyordu. Onunda teni böyle parlardı, o da böyle ışık saçardı. Şimdiyse, ah!

"Ne yapıyorsun yerde kuzen?" Gözlerimi yumduğum sırada Gürkan'ın kulaklarıma ulaşan sesi duyuldu. Suratımda cılız bir sırıtma can buldu. Ardından yeniden gözlerimi açtım ve kafamı yan çevirerek Gürkan'a döndüm. Bitkin haliyle sanki ben değil de o günlerdir bar köşelerinde içiyormuş gibi gözüküyordu. Onun suratında da benimki gibi bir sırıtış yer buldu. Birbirine oldukça benzeyen yüz hatlarımızdan dolayı, bu gülüşlerin ikiz dahi olduklarını söyleyebilirdik. Ya da tıpa tıp eşi olduğunu da iddia edebilirdik.

"Güzel bir dayak yedim sindiriyorum." Kahkahası kesildikten sonra yanıma adımlamaya başladı. Elinden destek alarak yere bağdaş kurarak oturdu. Ardından bakışlarını karşıda bir noktaya sabitledi ve derin olduğunun kokusunu bir kilometreden dahi alabileceğim düşüncelerine daldı.

"Sanırım senin durumuna düşmeden önce O'na gitmeliyim."

Sabırla başımı ona döndürdüm. "Ha şunu bileydin be kardeşim."

Yavaşça bakışlarını bana çevirdiğinde doğruldum. "Kusura bakma kardeşim ama sen o kızın sensiz iyileşeceğini düşünmekle en büyük salaklığı yaptın. Ilgın ne sensiz iyileşebilir ne de sensiz yeniden nefes alabilir. Ben sana temelli git, kızı sıkboğaz et demiyorum. En azından yanına git ve oradakiler onun bir erkek arkadaşının olduğunu göster. Benim yaptığım hataları yapacaksan eğer, şimdiden defolup çık kızın hayatından. sen de benim gibi yapma, eğer onun ölümüne sebep olacaksan, çekip gitmen gerekir." Gözlerim doldu. Erkekler ağlamaz kuralını koyana bir güzel sövdükten sonra devam ettim. "Onu kaybettikten sonra ki pişmanlık neyine yarar? O avuçlarından kayıp gittikten sonra kıymetini anlamanın ne anlamı var? Onsuz nefes alabilir misin lan? Bir düşün, onsuz var olabilir misin?"

Nefes alışverişlerinin hızlandığını duydum. Yan gözle ona baktığımda ileriye uzanan gökyüzüne doğru kafasını kaldırdığını gördüm. Gözkapakları gözlerini örtmüşlerdi. İçimdeki pişmanlık boğazımda bir düğüme sebep oldu. Benim yaptığım hatalardan ders almasını istiyordum. Ben kaybetmiştim, şimdiyse boş gezenin boş kalfası gibi dolanıyordum ortada. İçmekten başka bir bok yemiyordum. Onun da aynısını yapmasına seyirci kalamazdım!

"Hata dediğin, insana mahsustur. Tökezleyeceksin, defalarca kez düşüp dizlerini soyacaksın, ayağını kaydıracaklar, sırtından bıçaklayacaklar, bazen de hatalar yapacaksın. Geri dönüşü olmayan hata yoktur, geri dönüşü olmayan zamandır. Ve zaman hiçbir zaman merhametli olmadı, hayat gibi kardeşim. Hayat gibi." Derince bir soluklandı.

"Şimdi vakit, ayağa kalkma vaktidir." Ayağa kalktı ve elini bana doğru uzattı. Elini çapraz bir şekilde tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim. "Yalnız değilsin."

(...)

Dudaklarının o sarhoş edici tadını aldıktan sonra bedenimde kanım çağlamaya başladı. Gözlerimle değil kalbimle görüyordum onun güzelliğini. Her bir zerrem şahit oluyordu onun o mükemmelliğine. Yumuşak dokunuşu altında esir düşmüştü tüm nefsim. Tüm benliğimi kuşatan dudaklarının beni istila etmesine, tüketmesine, fethetmesine izin verdim.

"Seni çok özledim, Erkek Fatma'm." Can alıcı sesi kulaklarıma ulaştığında dahi göz kapaklarım açılmamak için direniyordu. Öpüşü resmen tüketmişti beni. Güzel bir histi bu. Güzelin oldukça üstündeydi. Henüz bunu anlatabileceğim kelimeler yoktu dilimizde. Fakat şöyle de ifade edebilirdim; Mükemmelliğin somutlaşıp önüme altın bir tepside sunulması gibiydi hissettiklerim.

"Yoksa gözlerine daha fazla hasret kalmam için mi açmıyorsunuz gözlerinizi matmazel." Ardından dudaklarını gözlerimde hissederek titremiştim. Beni bertaraf ediyordu resmen. Tüm duvarlarımı, köşelerimi, karanlık sokaklarımı yıkıyordu. Beni aydınlığa çıkartıyordu. Belki çok saçmaydı karanlık birinin sizi aydınlığa taşıması fakat onun o masumluğuna değememiş olan siyahlık sayesinde bunu başarıyordu. Halen beyazdı benim Hanım Evladı'm. Bembeyazdı.

Yavaşça gözlerimi araladım. Alnını alnıma yaslamış ve direk olarak gözlerime bakıyordu. Gözlerimi birkaç saniye kırpıştırdıktan sonra dudaklarıma o rahatlama hissinin yayıldığını hissettim. Ilgın'ın Mutluluğu diye bir cümle olsaydı, karşısındaki açıklama da kesinlikle Gürkan Yaşar olurdu. Bir zamanlar başıma taşlar yağdıran adam, Gürkan. Şimdiyse hayatımdaki merkez noktası olan adam, Yaşar! Gürkan Yaşar. Umuduma ışık tutan adam, benim için kendini feda eden adam, kocaman yüreği olan küçük adamım. Her şeyime işlemişti. Ona öyle bir bağlanmıştım ki, kader bağlarım görünmez fakat hissedilirdi. Her şekilde ona çekiliyordum.

"Seni seviyorum." Sözcüklerini düşünürken bir anda dillendirivermiştim. Gözlerindeki muzip ifade genişledi ve bulaşıcı bir mutluluğu avuçladı yüreğim. Tenimde hissettiğim her dokunuşunun altında eriyordum sanki.

"Öhö."

Birinin boğazını temizlemesi üzerine Gürkan derhal geri çekilmişti. Sesin geldiği yönü tahmin etmeye çalışarak etrafıma bakındım. Karşımızdaki koltuklardan birine oturan yaşlı bir amca, gazetesini birazcık indirmişti ve sadece gözleri gözüküyordu. Onlarda çok şey anlatıyorlardı. Uyarıcı bakışlarını anlamak zor değildi. Bize 'Otobüstesiniz, ah bu gençler' bakışı atıyordu. Otobüs durağında durduğunda Gürkan elimi büyük olan ellerine hapsetti ve beni peşi sıra otobüsten indirdi. Yüzümde mutluluğun izlerini taşıyan kocaman bir gülümseme vardı. Gerçekten, gerçekten artık mutlu olmak istiyordum. Mutluluk benim lügatımda Gürkan anlamına geliyordu ve benim sadece O'na ihtiyacım vardı.

Sabahın köründe çilemekte olan yağmurun altında koşuyorduk. Islak beton zeminler, ağaçlar, gökyüzü şahit oluyordu mutluluğuma. Yanımdan vızıldayarak geçen her araba görüyordu gülümsememi. Ayak tabanlarım O'nun ayaklarını takip ederek şap diye vuruyordu ıslak beton kaldırıma. Sallanan atkuyruğumu umursamadan koşuyordum. Sanki yolun sonunda mutluluk kucak açacaktı bize. Öyle heyecanlı öyle sevinçliydim.

Kesinlikle halen romantik komedinin var olduğuna inanmıyordum. Mutluluk, aşk istiyorsan önce hayatın önüne çıkarttığı ceremeyi çekmen gerekirdi. Öyle her şey kolayca olmazdı. Bu yolda, bilinçaltıma koca bir karanlık işlemiş, grim koyulaşmış, yalnızlığım artmış, karamsarlığım çoğalmıştı. Arkadaşımı kaybetmiştim, eski Ilgın'ı kaybetmiştim ve artık bambaşka birisi olmuştum. Ben bu yolda birçok kayıp vermiştim. Şimdiyse yeşeren umutlarımı köklerinde kopartmak yerine sulamayı seçmiştim. Çektiğim, yaşadığım onca karanlıktan sonra sonunda bir aydınlıkla karşı karşıyaydım. Üzülmüştüm, üzmüştüm bazen kırılmıştım bazense paramparça dökülmüştüm. Şimdiye baktığımda, hepsine değdiğini düşünüyordum.

"Bu bir final değil, yeni başlıyoruz." Diye haykırdım kahkahalar eşliğinde. Aynı zamanda da koşmaya devam ediyordum. Gürkan arkasını dönüp bana baktı. O tapılası gülümsemesi eşliğinde o ilahi sözleri fısıldadı.

"Ben seni sen beni sevdiğin sürece ölsek dahi final olmayacak. Herkes bilecek, Gürkan Yaşar'ın Ilgın Keskin'i, Erkek Fatma'sını ne kadar sevdiğini."

***

"Buranın limonatası gerçekten çok güzelmiş." Konak'ta güzel bir yerde karşılıklı oturuyorduk. Ben limonata bardağımın içindeki pipetle oynayıp aynı anda limonatamı yudumluyordum. Gerçekten lezzetliydi.

"Zevklerim her zaman mükemmeldir." Evet, değişmişti. Bazen oldukça romantik biri dahi olabiliyordu ama özünde tam bir egoist olduğu için ona diyecek tek söz dahi bulamıyordum. Her zaman beni ters köşeye yatırıyordu. Bir yaptığı diğerini tutmuyordu. Bazen bulutlarda uçuruyordu bazen ayaklarımın üzerine indiriyordu. Fakat her türlü ne yapıyor ediyor mutlu edebiliyordu. Kendini beğenmiş, egoist, narsist bir insan olsa da, yeri geldiğinde oldukça ince bir insan oluyordu.

Ben mi? benden umut yoktu. Yedimde neysem yetmişimde de o olacaktım.

"Ya, ne demezsin." Diye mırıldandıktan sonra limonatamdan büyük bir yudum aldım. Genzime kaçması sonucunda da ciddi bir öksürük krizine girdim. Gürkan aceleyle yerinden kalkarken, gözlerim yaşla dolmuştu.

"Su getirin!" diye bağırdıktan sonra görüş alanıma girmişti. Gözlerim yaşardığı için onu bulanık görüyordum ve halen öksürüyordum. Genzim limonun ekşiliğinden dolayı yanmıştı ve buda öksürme sürecimi uzatmıştı. Bazen gerçekten kendi kendimi öldüreceğimi düşünüyordum. Kesinlikle kendi ölüm sebebim olacaktım. Gürkan su bardağını dudaklarıma götürüp de bana suyu içirmeye çalışınca anca bir iki yudum içebilmiştim. Genzimdeki yanmayı dindirse de öksürüklerim devam etmişti. Bir süre sonra azaldı ve sonunda dindi. Gözyaşlarım çoktan süzülmüşlerdi. Hayır ağlamıyordum. Öksürürken yaşlara boğulmam gayet normaldi.

"Sanırım seni üçüncü kez gözyaşlarına boğulurken görüyorum." Diye takıldı Gürkan. "Gözyaşlarına boğulmadım farkındaysan, limonataya boğuldum." Hiç espri havasında değilmiş gibi yanaklarını şişirdi ve gözlerini adeta ağır çekimde döndürdü. Ardından limonatasının son yudumunu da midesine indirdi ve masaya bir miktar para bıraktıktan sonra kalktı. Tabii bileğimi tutarak benimde kalkma ma yardımcı olmuştu (!)

Kafeden çıkıp Saat Kule'sine gittik. Ufak bir tanıtım sonunda bana defalarca kez İzmir'e geldiğini anlatmadan aktarmış olmuştu. Yüzündeki tebessüm saniyelik bir zaman dilimi dahi silinmedi. Suratına o çok yakıştırdığım sert ifadeyi hiç bozmayan bir gülümsemeydi bu. Aynı anda hem ciddi hem de şakacı bir havaya bürünüyordu böyle gülümserken. O gülümseme onu tanımıyor olsam beni korkutabilirdi fakat onu tanıyordum. Evet, onu dibine kadar çok iyi tanıdığımı iddia edemezdim ama tanıdığım gerçeği vardı ortada. O gülümsemenin ben deki anlamını kimse anlayamazdı. Çünkü o gülümseme bana özeldi. Kesinlikle ego değildi bu. Gürkan'ın bu gülümsemesi bana hastı. Sadece bana böyle gülümsüyordu. Benimleyken gülümsüyordu. Benim yanımdayken, benim sayemde gülümsüyordu. Eh işte bu yüzden yalnızca biraz, çok az havalanabilirdim. Bir Gürkan Yaşar'ın samimi gülümsemesini her zaman göremezdiniz. Ya alaycıydı gülümsemeleri ya da gözlerine kadar ulaşmıyordu. Fakat bana baktığında, hissettiğim o duyguları onun gözlerinde de görebiliyordum. İşte benim için sevginin, aşkın, aşka dair her kavramın açıklaması buydu;

Hissettiklerimi O'nun gözlerinde de görebilmek.

Bunun anlam tarifi olamazdı. Olsa olsa bana yaşattığı muntazam hisler olurdu. O öyle gülümsediği zaman hislerden ibaret oluveriyordum. Onun ve benim hislerim birbirine karışıyordu ve tek vücut oluyorduk. Bana öyle değişik şeyler yaşatıyordu ki, hayalini dahi kuramayacağım o duygular bedenimde cirit atıyordu.

"Yine daldın bakıyorum. Boğulacaksın." Kendime geldiğimde geniş bir sırıtışla döndüm Gürkan'a. Yeşillerine doyasıya baktım her bir ayrıntısını, zerresine kadar işledim hafızama.

"Yalnızca sen de boğulacağıma söz veriyorum Hanım Evladı, korkma." 

Continue Reading

You'll Also Like

HAWAR By Milyakettt

General Fiction

189K 11.2K 19
Bir çığlıktı Hawar... Bir haykırış, bir yürek yangını... Bir feryat. Bir direniş. ... Bir kadın olmak... ... Bir kadın, hiç çocuğu olmadığı için suçl...
1K 276 22
Bir külkedisi masalı...
114K 7.3K 64
Gözlerimiz birbirimizin gözlerinde özgürce gezinirken etkileyici bir ses tonuyla "Güzel olan sadece yüzün gülüşün sesin ya da yürüyüşün değilmiş" ded...
162K 9.4K 56
Onların kaderi daha onlar doğmadan yazılmıştı. Ancak onlar büyüyene kadar dünya değişmiş, onları da değiştirmişti. Ne var ki ortada verilmiş bir söz...