KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"

2.5K 247 82
By gokadan

Bölüm şarkıları:

Thurisaz - Past Perfect

The Ensemble of Silence · Empyrium

Canlarımm, gecikme için çok çok özür dilerim. Sizi çok tutmadan bölüme alayım.

* Beğenerek ve yorum yaparak bana destek olabilir ve ailemizin büyümesine yardımcı olabilirsiniz. Lütfen eksik etmeyin.*

*Satır arası yorumlarına aşığım.*

10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"

Heyecan.

Hissettiğim karmakarışık duygulardan en belirgin olanı buydu. Zihnimi o kadar farklı hisler doldurmuştu ki, her biri yumak yumak birbirine girmiş, anlaşılması güç hale gelmişti. İçlerinden sivrilen heyecan kendini hatırlatmak istercesine kalbime emirler yağdırıyor ve hızlı atmasına neden oluyordu. İster istemez kaşlarım çatıldığında bu yabancı duyguları görmezden gelmeye ve dikkatimi bilgisayar ekranına vermeye çalıştım.

Akşamüzeri, ödevi yapmak üzere, küçük bir kafede Yankı ile buluşmuştuk. Onu görünceye kadar attığım her adımda anlam veremediğim bir heyecan olduğunu fark etmiş ve bundan oldukça rahatsızlık duymuştum çünkü böyle şeylere alışık değildim. Ben kimse için heyecanlanmazdım. Buna karakterim pek uygun değildi ama şimdi içimde bir şeylerin çatladığını hissedebiliyordum.

Bilgisayar ekranına odaklanmaya çalışan gözlerimi yanımda oturan Yankı'ya çevirip ne yaptığına baktım. Benim aksime, bütün dikkati önündeki bilgisayardaydı. Kararlaştırdığımız konu hakkında makale taraması yaparken oldukça ciddi görünüyor ve ara sıra önündeki deftere bir şeyler karalıyordu. Tedirgin bir şekilde dudağımı dişleyip önüme dönerken geçen yarım saat içinde hiçbir şey yapamadığımı fark etmiştim. Resmen boş bakışlarımı bilgisayara dikip saçma sapan şeyler düşünmekten başka hiçbir şey yapmamıştım.

Kendimi biraz rezil ve işe yaramaz hissetmiştim.

Telaşla önümdeki klavyeye konumuzla alakalı birkaç kelime girdim ve önüme çıkan makaleleri taramaya başladım. En azından bir tane makale bulmalı ve yanımda oturan çocuğa karşı mahcup olmamalıydım. Hiçbir zaman konu ders olduğunda vurdumduymaz davranmamıştım ve Yankı'ya da yanlış bir imaj çizmek istemezdim.

Derin bir nefes aldım ve önümdeki İngilizce makaleyi okumaya başladım. Artık tamamen dikkatimi toplamıştım.

Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama önüme konulan kahve bardağıyla bakışlarımı bilgisayardan çekmek zorunda kalmıştım. Gözlerimi tepemde dikilen Yankı'ya çevirdim ve sorarcasına baktım.

"Ben içtim." Dedim önüme koyduğu kahveyi kastederek.

Umursamadan bardağı biraz daha bana doğru ittirdi. "Biraz mola versen iyi olur. Gözlerin kanlanmış."

Gözlerimi gözlerinden kaçırarak arkama yaslandım ve bir elimle acıyan gözlerimi kaşıdım. Gözlerimin ne durumda olduğunu tahmin etmek zor değildi. Ne zaman uzun süre bir kitaba ya da bilgisayara odaklansam gözlerim çabuk yorulur ve kanlanırdı. Gözlerime batan ince sızıyı hissedebiliyordum.

Derin bir nefes alıp önümdeki kahveye uzandım. "Teşekkür ederim." diye mırıldanıp küçük bir yudum aldığım sırada Yankı kendi bilgisayarını kapatmış ve bana dönmüştü. "Bitirdin mi?" diye sordum cevabı aslında bildiğim halde. Hızlı bir şekilde makale taraması yaptığını görmüştüm ve bu işte benden çok daha iyiydi. Önündeki küçük deftere aldığı notlar yeni bir makale yazmak için yeterli miydi bilmiyordum ama yapabileceğine dair şüphem yoktu.

"İki makale kaldı ama bugünlük yeter. Yarın hallederim." Gözleri önümdeki bilgisayara kaydığında alaycı bir bakış yakalamıştım. "Sen ne durumdasın?"

İlk anlardaki dalgınlığımı, ona bakıp durmamı fark etmiş miydi emin değildim ama gerilmeme engel olamamıştım. Ne durumda olduğumu bildiğini düşünüyordum. Bu kadar dalgın olduğuma içimden bir kere daha söverken, "Bu işte senin kadar iyi değilim sanırım." Diye mırıldandım. Ona bakmamaya çalışıyordum. Gözlerim kahve bardağında, bilgisayarda, geldiğimizden beri bana bakıp duran garsonda gezindi ama asla ona bakmadım. Gözlerinde bana karşı olabilecek en ufak bir alayı görmeye tahammül edemeyeceğimi biliyordum. "Eve gidince devam ederim, merak etme. Bütün yükü üstüne atmak istemem." Beni hiçbir işe yaramayan biri sanmasını istemiyordum çünkü öyle biri değildim. Ödevlerime, projelerime her zaman önem vermiştim. Asla birlikte çalıştığım arkadaşımı yarı yolda bırakmamıştım ve şimdi de öyle bir şey yapmayacaktım.

"Dalgınsın." Göz ucuyla ona baktığımda göz göze geldik. Bir şeyi anlamaya çalışır gibi bakıyordu ama bende görmek istediği tam olarak neydi bilmiyordum. "Bir sorun mu var? Yine tuhaf bakmaya başladın."

Kaşlarım anında çatılırken ona nasıl baktığımı merak ettim. Nasıl bakıyordum? Bir insan nasıl tuhaf bakabilirdi ki? "Gayet iyiyim. Nasıl tuhaf bakıyorum ki?"

"Kendini benim gözümden görmen lazım." Dudakları titrediğinde gülümseyecek sandım ama ifadesizliğini korudu. Sesindeki alay içimdeki bir yerleri tetikliyor ve ona karşı olan savunma duvarlarıma yeni tuğlalar yerleştiriyordu. Benimle bu şekilde konuşmamalıydı. Sinirlerimi bozuyordu ve ben huysuzluğuma engel olamıyordum.

"Sana gıcık oluyorumdur belki." Dedim gözlerimi kısarak ona baktığım sırada. Tetiklenen tarafım çoktan sivrilmeye başlamıştı. Ona sinir olduğumu, bu alaycı bakışlarına aldırmadığımı göstermek istiyordum. Beni etkilemediğini görmeliydi.

Zihnimde Yankı'nın varlığıyla sendeleyen tarafım alayla gülerken onu görmezden gelmeye çalıştım. Bu savunmamın anlamsız olduğunu düşünüyor ve boşuna çırpındığımı ima ediyordu. Yankı'nın tek kelimesi onun dengesini kaybetmesi için yeterliydi.

Başını hafifçe yana eğip kaşlarını usulca havalandırdı. "Bana gıcık olman için ne yapmış olabilirim ki sana?"

Bunun belli bir cevabı yoktu. Sahi ne yapmıştı? Buzdan duvarlarımı eritmeye başladığı için mi sinirlerimi bozuyordu? Bana o gün yardım etmişti. Bayıldığımda beni evine götürmüş ve yabancı biri olmasına rağmen bana güven vermişti. Yakın arkadaşımla arkadaş olmasına sinirlenmiştim belki de. Duru'nun bütün dikkatini ben istiyordum ve onun ilgisini kıskanmış, Yankı'ya sinir olmuştum... Böyle bir ihtimal olabilir miydi bilmiyorum ama karşımda oturan çocuğa sinir olmak için düzgün hiçbir nedenim yoktu.

İçimde derinlerden gelen bir ses zihnime doğru fısıldadığında yutkunmak zorunda kaldım. Dün gece gördüğüm garip rüyayı hatırlatmış, o rüyada yanımda yatan adamın Yankı olduğunu söylemişti. Aslında rüyamdaki adamın kim olduğunu yüz olarak hatırlamıyordum. Sesi bile net değildi. Sadece birinden yardım istediğimi, o kişiye güvendiğimi hatırlıyordum. Rüyamdaki adama o kadar çok güveniyordum ki, sanki bütün kötülüklere karşı bir tek ona sığınabilirmişim gibi gelmiş ve bu adamı bir tarafım Yankı olarak benimsemişti.

Buna inanmak istemiyordum. Öylesine biri olabilirdi. Bilinçaltımın bana bir oyunu olabilirdi. Bu sıralar birine güvenmeyi ve yardım almayı öyle çok istemiştim ki, belki de bu rüyalarıma yansımıştı.

Eh, psikoloji okuyordum ve böyle şeylerin normal olduğunu bilebilecek durumdaydım.

Bir kere daha yutkunduğumda bakışlarımı Yankı'ya çevirmiş ve yüzünü bilincim dışı izlemeye başlamıştım. Bunu yaparken benden bir cevap beklediğini bile unutmuştum. Yüzü dikkatimi çekiyordu. Düzgün, hafif kalkık burnu, kemikli çenesi, biçimli kaşları ve alt tarafı üstten daha kalın olan dudakları... Hayatım boyunca bu kadar kusursuz bir yüze bakmadığımı biliyordum ve bu ister istemez ilgimi çekiyordu.

İlgimi olması gerekenden fazla çekiyordu.

"Buna verecek bir cevabım yok." diye mırıldandım dalgınca. Ne düşüneceğini umursamadan ona bakmaya devam ederken ona başıma gelenleri anlatsam ne tepki veri diye düşünmeden edemiyordum. Bana yardımcı olabilir miydi? İlk tanıştığımızda bana verdiği garip güveni hâlâ hissedebiliyordum. Rüyamdaki adama güvendiğim gibi güvenebilir miydim? Bana yardım etmesi için yalvarabilir miydim? Ve tüm bunları yaparken karşılığını alabilir miydim?

Tüm bu sorulardan çok daha önemli bir soru vardı aklımda dönüp duran.

Bana inanır mıydı?

Hiçbir sorumun cevabını alamayacağımı biliyordum. Bu yüzden bakışlarımı yüzünden çektim ve hafifçe kafamı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Bu tür şeyler düşünüp zaten dağınık olan zihnimi daha fazla dağıtmamalıydım. Bunlar tehlikeli düşüncelerdi. Yankı'ya hayatım hakkında hiçbir şey anlatamazdım çünkü hayatımda yerinin olduğunu düşünmüyordum.

Onun hayatında da benim yerim yoktu zaten.

"Bana gıcık olmak istiyorsun ve bunun için kendini zorluyorsun. Bunu fark etmek çok da zor değil." Dediğinde dudaklarımdan alaycı bir gülüş firar etmişti.

"Hadi ya!" dedim sinirlerimi bastırmaya çalışarak. "Beni çok iyi tanıyorsun bakıyorum. Ne ara beni çözümleyecek kadar yakın olduk seninle?"

Dudakları hafifçe yukarı kıvrıldığında kalbim benimle alay edercesine göğüs kafesimde çırpındı ve dahasını görmek istedi. Gülüşünün devamını görmek istiyordu.

"Aynen, çok iyi tanıyorum." Dedi ve devam etti. "Duru'yu hayatına nasıl kabul ettin ona şaşırdım doğrusu. Senin gibi bir soğuk nevale ve Duru gibi bir kız nasıl olur da yıllardır arkadaş olur pek aklım almıyor."

Suratım mümkünmüş gibi daha da asıldı. Duru ve arkadaşlığımızı sorgulayan ilk kişi değildi belki ama bunu Yankı'nın ağzından duymak canımı sıkmıştı. Soğuk biri olduğumu biliyordum, buna engel olamıyordum çünkü çocukluğumdan beri böyle biriydim. İnsanlara karşı, engel olamadığım duvarlar örmüştüm ve bunu bir sene gibi kısa bir sürede yapmamıştım. Çocukluğumdan beri uğraş verdiğim bir şeydi duvarlarım. Yavaş yavaş inşa etmiş ve kendimi orada güvende tutmuştum. Yankı'nın bunu sorgulamasından nefret ettiğimi fark ettim ama bu nefretimin farklı bir nedeni vardı.

Bazen, bazı durumlarda bu kadar soğuk biri olmaktan nefret ediyordum. Bunu fark edeli çok olmamıştı. Bazen keşke bu kadar huysuz, soğuk biri olmasaydım diyordum çünkü buna ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Duru gibi olmaya ihtiyacım vardı. Neşeli, insanlarla iletişimde zorlanmayan ve duygularını göstermekten çekinmeyen biri olmak istiyordum ama sonra içinde bulunduğum karakter buna şiddetle karşı çıkıyordu. Ne kadar istesem de yıllardır inşa ettiğim o duvarları tam olarak yıkamazdım. Bu yüzden Yankı'nın dediklerinden nefret etmiştim. Fark ettiğim şeyleri yüzüme vuruyor ve hatırlamama neden oluyordu.

"Benim sadece sana karşı bu kadar soğuk olabileceğimi neden düşünmüyorsun?" diye sorduğumda pişman olmuştum. Gözleri gayet iyi görüyordu ve çevremdeki tek kalıcı insanın Duru olduğunu net bir şekilde görebilirdi. Üstelik ben Duru'ya karşı bile böyleydim.

Aklımdan geçenleri okumuş gibi kaşlarını alayla kaldırdığında, "Sana ne benim soğukluğumdan ya? Seni niye ilgilendiriyor bu durum?" diye sordum sinirle. Çirkefleştiğimin farkındaydım ama konuşmasını ve benimle dalga geçmesini istemiyordum. Soğukluğumla bu kadar çok ilgilenmemeliydi. Sonuçta onu ısıtacak değildim...

"Asık suratınla insanların moralini bozuyorsun." Ortak parmağımı gösterip umurumda olmadığını söylemek istedim ama kendime engel oldum. Çocuk gibi onunla tartışmayacaktım.

"Senin de yüzünde güller açıyordu zaten." diye homurdandım. Doğru düzgün bir kere bile içten güldüğünü görmemiştim ki alaylı gülüşleri de bir elin parmaklarını geçmezdi. Karşıma geçip suratsızlığıma laf edecek en son insandı.

Alt dudağını ısırıp başını öne eğdiğinde bunu gülmemek için yaptığını fark etmiş, şaşkınlıkla bakakalmıştım. Çatık kaşlarım farkımda olmadan düzeldi ve yerimde doğrulup dikkatimi ona verdim. Biraz önce onu resmen güldürmek üzereydim. Alaylı değildi, bana gülüşünü göstermemek için ısırdığı dudağı bunu gösteriyordu. Ne olurdu bir kere gülerken görseydim? Sanki devlet sırrıydı.

Şaşkın bakışlarım yerini sinirli bakışlara bırakırken, "Kasıntı." Diye söylendim. "Asık suratıma laf etme hakkını sana vermiyorum."

"Öyle bir hak aramıyorum." Kafasını kaldırıp bana baktığında gözlerinin ardındaki tatlı parıltılarla karşılaşmıştım. Geceye benzeyen karanlık gözlerinde yıldızları doğurmuş ve bakışlarının aydınlanmasını sağlamıştı. Kendime itiraf etmek istemesem de güzel bakıyordu ve bu bakış kalbimdeki bir noktayı sızlatmaya yetiyordu.

"Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor, peki buna hakkım var mı?"

"Yok!" diye atıldım.

"Çok yazık... Umurumda bile değil." Duraksadı ve ardından devam etti. "Gördüğüm, duyduğum, fark ettiğim her şeye yorum yapabilirim ve bunun hakkına sahip olup olmadığım umurumda bile olmaz."

"Sana laf anlatmaya devam edeceğim yani..." Kendi kendime mırıldanıp gözlerimi gözlerinden kaçırdım ve bilgisayarımı kapatmak için bedenimi tamamen masaya döndürdüm. Gitmek istiyordum çünkü burada kalıp yaptığım şeylerin devamını getirmek zordu. Zaten dikkatimi de önümdeki bilgisayar hariç her gereksiz şeye vermiştim.

Bilgisayarımı hızlıca çantama koyup önümdeki defteri kapatırken sessizce beni izlemişti. Tek bir kelime bile etmemiş, toparlanmamı beklemişti. En sonunda ayaklanacağım sırada sesini duydum. "Kaçıyorsun." Dedi alayla. "Seni bu kadar etkilediğimi bilmiyordum."

Onu duymazdan geldim. Dediği şeyi düşünüp kendimi sinirlendirmeyecektim. "İşimiz bitti sanıyordum."

"Sohbet ederiz diye düşünmüştüm."

"Sohbet etmek?" Şaşkın bakışlarımı ona çevirdim.

"Arkadaşlar yapar ya hani?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememi engellemeye çalıştım. Yankı'nın bizi arkadaş olarak gördüğünü sanmıyordum. Büyük ihtimalle beni yine sinirlendirmeye çalışıyordu. "Biz arkadaş mıyız ki?"

Sorduğum soru üzerine duraksadı. Gözleri birbirine bastırdığım dudaklarıma bir anlığına kayıp ardından bütün yüzümü incelerken vereceği cevabı sabırla bekledim. Onun arkadaşı olmak nasıl hissettirirdi? Bu düşünce bir anda bütün zihnimi ele geçirmişti. Hayal bile edemiyordum. Karşılıklı somurtmaktan, birbirimize laf sokmaktan başka ne yapabilirdik mesela? O yine asık suratımdan ve huysuzluğumdan şikâyet eder, ben ise onun bunu alakadar etmediğiyle ilgili savunmalar yapardım. Başka nasıl bir iletişim kurabilirdim ki onunla? Sağlıklı bir ilişkimiz, arkadaşlık ilişkimiz, olabilir miydi buna bile emin değildim.

"Oluruz." Dedi kısaca.

Aklıma gelen şeyle birlikte ona doğru eğilip dirseklerimi bacaklarıma yasladım ve dudaklarımı araladım. "Arkadaşlık demişken..." dedim keyifle. Madem Duru ve benim arkadaşlığımızı sorgulama hakkını kendinde buluyordu, elbet ben de onunkini sorgulayabilirdim. "Senin neden arkadaşın yok, Yankı?" Dudaklarımı dilimle hızlıca ıslattım. "Yoksa seni çekecek kimse yok mu?"

Yüzlerimiz arasındaki kısalan mesafeyi görmezden gelmeye çalıştım ve gözlerime alaylı bir ifadenin yerleşmesine izin verdim. Bana söylediği her şey üzerine ona yüklenmek istiyordum. Beni nasıl sinir ettiğinin farkındaydı ve bunu görmesine izin verdim. Onunla uğraşma düşüncesi, beni sinirlendirdiği gibi onu da sinirlendirme düşüncesi keyiflenmeme ve midemin tatlı kıpırtılarla kasılmasına neden oluyordu.

Kaşları şaşkınlıkla havalandığında gözleri gözlerime kilitlenmişti. Sakin bakışlarının ardında bir fırtına olduğunu umdum çünkü buna ihtiyacım vardı. Sözleriyle bu kadar tetiklenmem hoşuma gitmiyordu. Katran rengi gözleri gözlerime perçinleyip kasvetini gözlerime usulca akıtırken başını hafifçe yana eğdiğini gördüm.

"Arkadaşım olmadığını da nereden çıkardın?" diye sordu. Ses tonu sakindi. Benim yapmak istediğim şeyin işe yaramadığını resmen belli etmişti. Sinirle tıslamak ve kalkıp gitmek istedim. Üzerimdeki etkisi tenimi karıncalandırıyordu.

Derin nefesler aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Sessizliğim dilime mühürlenirken konuşmasını bekledim, zira konuşmasına devam edecekmiş gibi görünüyordu. Beklediğim gibi de oldu. Dudağının bir kenarı ufak bir hareketle yukarı kıvrıldığında gözlerimi anlık bir reflekse dudaklarına indirdim. "Çevremde çok insan var. Eğer benim arkadaşım olursan seni onlarla tanıştırabilirim. Bazı şeyleri gözlerinle görmek ikna olmanda faydalı olabilir." Alt dudağını diliyle ıslattı. Yutkunmak zorunda hissettim. Bulunduğumuz yerdeki hava birden bire ısınmıştı sanki. Kanımda kaynayan panik duygusu damarlarımı ısıtırken dudaklarım aralandı ve titrek bir nefes verdim.

"Benim gibi bir arkadaş istemezsin." Dedim alayla. İçten içe beni huysuz bulmasına bozulmuştum ve bu dedikleri yüzünden onun ağzının payını vermek istiyordum ama beni takmayan bir insanın canını yakamazdım. Umurunda bile değildim ve bunu çok rahat belli ediyordu.

"Ben de çok iyi sayılmam."

Yüzüne yayılan muzip ifade karşısında şaşkına uğradım ve yerimde doğruldum. Arkadaşlık konusunda çok da iyi olmadığını söylemesi ve benim kendim hakkımda yaptığım olumsuz yorumu onaylamaması karşısında biraz şaşırmıştım. Her zaman benimle uğraşmak ve laf atmak için zaman kollayan bu çocuğun karşısında en ufak farklılığında şaşırmamak elde değildi. Kendime ve aniden değişen ruh halime engel olamıyordum.

"Benimle uğraşmaktan zevk alıyorsun, değil mi?" diye sordum tereddütle ona bakarken. Bu sorunun cevabını biliyordum ama ondan da duymak istemiştim.

"Hem de nasıl." Arkasına yaslandı. Gözlerini üstümdeki siyah pantolonda ve belimin birazının görünmesine neden olan dar siyah kazağımda gezdirdi. İncelemesi biraz uzun sürmüştü ama yerimde kıpırdanmadan durmayı başarabildim. Her zaman siyahı tercih ettiğimi mi fark etmişti yoksa öylesine bir inceleme miydi bu tam olarak anlayamamıştım. Kafamı bu konuda karıştırmamaya karar verdiğim sırada konuştu ve biraz önceki incelemesinin nedenini anlamamı sağladı.

"Üşümüyor musun sen öyle?" diye sordu. Sesi dümdüzdü ve ne düşündüğünü belli etmiyordu.

Bu sorusu Duru'nun sitemlerini aklıma doluşturmuştu. Kışın bile beli açık şeyler giymeme ve nasıl üşümediğime kafasını oldukça takıyordu. O kendini kat kat giysilere sararken benim tek parça montla bir kışı geçirdiğime -üstelik beli açık kazaklarla- şaşırıp kalıyordu. Bunun için söyleyebilecek pek bir şeyim yoktu. Çok fazla üşüyen biri olmamıştım. Üşümeyi zaman zaman da severdim. Odamda otururken birden bire aklıma eser ve pencereyi açar, pencereden sarkardım. Sırf o kar havasını ciğerlerime doldurmak için saatlerce açık bırakabilirdim penceremi ve normal birine göre de oldukça iyi bir bağışıklığa sahiptim. Belimi açmam, bacaklarımı örtmemem benim için çok da sorun teşkil etmiyordu.

"Yo..." diye uzattım. Sesimde hafif bir keyif vardı. Bu soruyu Duru'dan ve en sonunda karşımda oturan çocuktan duymam biraz keyiflendirmişti.

"Belin açık." Dedi verdiğim cevabı pek umursamadan.

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında önümdeki masaya doğru eğildim ve üzerimdeki siyah kazağın daha fazla yukarı sıyrılmasına neden oldum. Keyfim yerine gelmeye başlamıştı ve yaptığım hareketleri sorgulayacak kadar düşünmüyordum. "Farkındayım."

Bu sefer o şaşırdı. Hatta öyle ki kaşlarının havalanmasının yanında dudakları da aralanmıştı. Gözleri sıyrılan kazağıma ve açılan belime bir kere daha kaydığında konuşmasına fırsat vermeyerek, "Üşümüyorum." Dedim. Sesim net çıkmıştı. Aksini iddia etmesini ve benimle bu durumda inatlaşmasını istemiyordum.

"Kanıtlaman lazım." Dediğinde gözlerindeki siyahlığa eklenen birkaç parıltıyı fark ettim. Yıldız gibi serpilmişlerdi bakışlarına. Yutkundum. Ne dediğini anladığım pek söylenemezdi. Bu yüzden tepkisiz ve şaşkın bir şekilde suratına bakmaya devam ettim.

Birkaç saniye sonra şaşkınlığım yanımıza gelen garsonla birlikte bölünmüştü. Geldiğimizden beri bakışlarını benden ayırmayan uzun boylu, kumral çocuğa çevirdim bakışlarımı. Yeşil gözleri sıcak bir şekilde gözlerime kenetlendiğinde, "Bir şey mi diyecektin?" diye sordum. Yanımda dikilmesine anlam verememiştim. Bakışları benden Yankı'ya kaydı ve bir şey arar gibi ona baktı. Yankı'nın kayıtsız bakışlarıyla karşılaştığında ise yeniden bana döndürmüştü gözlerini. Bu sefer dudaklarına kondurduğu tatlı bir gülümseme vardı yüzünde. "Sen Duru'nun arkadaşısın." Dedi teyit etmek ister gibi birkaç saniyeliğine yüzüme baktığında başımla onayladım onu. Duru'yu nereden tanıdığını bilmiyordum ama arkadaş olduklarını tahmin edebiliyordum. "Dersten derse görüyorum onu. Artık pek görüşemiyoruz dışarıda. Ona mesajımı iletir misin diye soracaktım."  Çocuğun bizim okuldan olduğunu fark ettiğimde daha dikkatli süzdüm. Daha önce gördüğümü sanmıyordum ama bu çok da önemli değildi. Okuldayken insanları durup uzun uzun süzmezdim ve çevremde kimin olup olmadığını pek umursamıyordum.

Asıl amacının Duru'ya mesajını iletmem olduğunu sanmasam da kabul ettim. "Tabii ki." dedim sıcak bakışlarına karşılık gülümserken. Yankı'nın tam karşısındayken ve daha biraz önce suratsızın teki ve soğuk nevale olduğumu söylemişken somurtmak istememiştim. Ona gülümseyebildiğimi göstermek istiyordum. Yankı hariç diğer insanlara kibar olduğumu ve istediğim zaman sıcak davranabildiğimi görmeliydi. Her ne kadar bu durum doğru olmasa da...

"321 kodlu dersin notlarını istemişti benden." Dediği sırada Yankı'dan huysuz bir homurtu geldi. Kaşlarımı çatarak ona göz ucuyla baktım. Onun da kaşları çatıktı ve doğruca yanımda dikilen çocuğa bakıyordu. Umursamadan yanımdaki çocuğa döndürdüm bakışlarımı. Yankı'nın tepkisini üzerine alınmamış gibiydi, konuşmaya devam etti. "Hazırladım. Gelip alabilir."

"Tamam, iletirim ona."

"Ve sen de gelebilirsin. Sonrasında bir şeyler yaparız, eğer sen de istersen." Hissettiğim tuhaf duyguyu algılayamadan öylece duraksadım. Çocuğun yanımıza gelmesinin sebebinin Duru olmadığını fark etmiştim ve böyle bir şey bekliyordum ama bu ani teklifi karşısında biraz tuhaf hissetmiştim. Sanki olmaması gerekiyormuş gibiydi. En azından şu an için.

Yutkundum ve başımı salladım. Buna verebilecek doğru bir cevap aradım. Karşımdaki çocuğu tanımıyordum ve onunla bir şeyler yapmak istediğimi de pek sanmıyordum ama yine de kırıcı olmak istemezdim. Dilimi dudaklarımla ıslattım ve vereceğim cevabı birkaç saniyelik duraksamam sırasında düşündüm. Dudaklarım aralandığı sırada cevap benim yerime Yankı'dan gelmişti.

"Meşgul." Dedi sadece. Sesi şu ana kadar duymadığım kadar sertti. Şaşkınca ona baktım. Yüzündeki gerginlik benim de gerilmeme neden olmuştu. Biçimli kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılırken çenesindeki kemiklerin kasıldığını gördüm.

"Günü söylemedim ki." dedi adını bilmediğim çocuk. Yankı'nın anlamsız tepkisinden dolayı o da şaşırmıştı.

"Her gün meşgul. Ödev yapıyoruz." Delici gözlerini bana çevirdi ve ekledi. "Zamanı yok." Tenimdeki karıncalanma rahatsız edici bir seviyeye ulaştığında yerimde huzursuz bir şekilde kıpırdandım ve ortamdaki gerginliği azaltmak için konuşmaya karar verdim. Sessiz kalmam içinde bulunduğumuz durumu daha garip bir hale sokuyor gibi hissetmiştim.

"Duru'ya mesajını iletirim, merak etme." Dedim mahcupça. Tanımadığım bir insana karşı duyduğum bu mahcubiyet beni sinirlendirmişti. Nedeninin Yankı olması ise çileden çıkarmaya yeterdi. İnsanlara karşı utanmayı, mahcup hissetmeyi bırakalı biraz olmuştu. Özellikle de tanımadığım insanlara. Şimdi ise kendimi uzun zamandır ilk defa mahcup hissediyordum.

"Görüşürüz o zaman." Dedi Yankı'nın dediklerini umursamadan bana gülümserken. Şaşkınlığı üzerinden atmıştı. "Bu arada Mert ben."

Gürültülü bir sandalye sesi geldiğinde bakışlarım Yankı'nın arkaya doğru kaymış sandalyesine çevrilmişti. Sonra ise sorgularcasına yüzüne çevirdim gözlerimi. Yankı bütün görkemiyle ayağa kalkmış, katran gözlerini Mert'in yeşilliklerine dikmişti. "Bunun için zamanım yok." dedi sertçe. Gözleri hâlâ adının Mert olduğunu öğrendiğim çocuktayken bir eliyle kalkmamı işaret etti. Bana bakmaması, emrivaki yapması sinirlerimi daha da germişti. "Gidiyoruz."

"Nereye?" diye sordum. Kafam allak bullaktı. Şu son üç dakika içinde gerçekleşen olaylara yetişmem pek mümkün değildi. Benim hareket etmediğimi fark ettiğinde bilgisayar çantama uzandı ve omzuna taktı. Hareketlerindeki asabiyeti fark etmemek pek mümkün değildi. Kaşlarım çatıldı. "Nereye?" diye sordum bir kere daha. Bu şekilde emrivaki yapamazdı, buna izin veremezdim.

"Eve gitmek istemiyor muydun? Eve gidiyoruz." Kolumu tuttuğunda parmakları gözlerindeki sertliğin ve hareketlerindeki asabiyetin aksine yumuşacıktı. Sakin bir şekilde yerimden kalktım ve adının Mert olduğunu öğrendiğim çocuğa gülümsedim.

"Ben de Efsa. Memnun oldum. Mesajını ileteceğim." Dedim hızlıca. Yankı beni kafeden çıkarırken oldukça aceleciydi. Bir yere yetişmeye çalışır gibi bir hali vardı ve bu sinirli hali hiç hoşuma gitmemişti. Dışarı çıktığımızda derin bir nefes aldım ve parmakları arasında duran kolumu sertçe çektim. İki dakikada sinirlerimi bozmayı başarmıştı. Bunu kolayca yapabiliyor olmasına sinir oluyordum.

Elindeki montuma uzanıp almaya çalıştığımda bırakmadı. Daha çok asıldım. "Versene şunu." Dedim ters sesimle. Ona olan sinirimi görmesine izin verdim. Yüzüne bakmamaya çalıştığım için gözlerindeki ifadeyi göremiyordum ama görmek de istemiyordum zaten. Bakışlarına yerleşen sinir bozucu ışıltıları görmek şu anki sinirim için çok da yararlı olmayacağının farkındaydım. Gözlerimi ellerindeki montumdan çekmeden bir kere daha asıldığımda montumu benden uzaklaştırdı ve düzgün bir şekilde tutarak giymem için tuttu. Afallayarak ona çevirdim gözlerimi. İfadesiz suratı karşısında bir kere daha şaşkına uğramıştım. Bu çocuğun tek bir mimiği bile yok muydu? Biraz önceki olanlardan sonra bu kadar düz bakmayı nasıl başarıyordu anlamıyordum. Sabırsız bir şekilde montumu salladığında, "Manyak mısın sen ya?" diye sordum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu dengesizliği benimle yarışabilirdi ve bunu bildiğine emindim.

"Manyağım." Dedi umursamazca. Bu konuşma aramızda önceden de geçmişti. Aklıma net olarak düşen görüntüler karşısında başımı sağa sola salladım ve öfkemi köreltmeye çalıştım. İçerde yaptığı şey, beni düşürdüğü durum hoş değildi ve bunu bilmesi gerekiyordu. Kendimi çocuk gibi hissetmiştim.

Hızlı bir şekilde kollarımı montumun kollarına geçirdiğim ve montumu giydim. Montumu giydiğim için sıkıca tuttuğu montumu bırakacağını düşünmüştüm, sırtım göğsüne hafifçe değdiğinde geri çekilmek istedim ama izin vermedi ve beni öylece önünde tuttu. Elleri montumun iki yanında duruyordu.

"Neydi o?" diye söylendim, içinde bulunduğum durumu göz ardı etmeye çalışarak. Yakınlığımızı ve kollarının neredeyse beni sardığını umursamamaya çalışıyordum ama hissettiğim sıcaklığı yüzünden bu pek mümkün değildi. Sıcak nefesi saçlarıma çarpıyordu. "Sen saygısızın tekisin! Düzgün konuşmayı bilmiyor musun?" Ona sürekli olarak laf atmak istiyordum. Beni sardığı kolları kasıldığında yerimde kıpırdandım ama kolları arasından çıkmama izin vermemişti. Dışarıdan gören bir göz için şu an sarılıyor gibi görünebilirdik ama sadece montumun iki yakasını tutmaktan başka bir şey yapmıyordu. Yine de çok yakındı.

Kalbimi heyecanla titretecek kadar yakın.

"Arkadaşımı yavşak herifin tekinden korudum, fena mı?" diye sordu. Sesi neredeyse fısıltı şeklinde çıkıyordu.

"Senden korumanı isteyen mi oldu? Belki ben flört etmek istiyordum." Kesinlikle istemiyordum ama Yankı'nın tepkileri oldukça gereksizdi.

"Berbat bir flört şekliydi." Dedi, sesi biraz öncekine göre daha yüksek çıkmıştı. Aklımı hemen sırtıma yaslı bedeninden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Bu şekilde ikinci yakınlaşmamızdı ve bu tür yakınlaşmalarımızın kalbim açısından pek dostça olmadığını fark etmiştim.

Montumu tutan elleri iki kenardan çekiştirip önümü iyice kapattığında, "Sen ne anlarsın, kasıntı?" diye sordum. Aslında bu soru tam olarak doğru değildi. Yankı'nın flört şeklini, kızlarla konuşurken takındığı tavrı pek bilmiyordum. Bu yüzden bu soruyu sormam, onu çok iyi tanıyormuş gibi yorum yapmam pek doğru gelmemişti ama yine de altta kalmak istememiştim. İçerdeki çocuğun flörtüne yorum yapmak ona düşmüyordu.

"Flörtleştiğim kızlara sorabiliriz, ne anladığımı onlar sana anlatır." Beni tutan ellerinden kurtulmak için sinirle omuzlarımı hareket ettirdim ama bırakmadı. "Veya nasıl flört edildiğini görmek istersen bunu tam senin karşındayken yapabilirim."

Yankı'nın hoşuna gittiği bir kızla flört ettiği hayali bütün zihnime yayılırken kaşlarım bilincim dışı çatıldı. Bunu hayal etmekten nefret etmiştim. Yankı'yı bir kızla kibar bir şekilde konuşurken düşünmek sinir bozucuydu. Hayallerimde, kıza karşı bana davrandığından daha kibardı. Kıza gülümsüyor ve düzgün cevaplar veriyordu. Ona, ne kadar soğuk ve suratsız biri olduğunu söylemek yerine, çok tatlı ve eğlenceli olduğunu söylüyordu çünkü kız tam olarak tatlı ve eğlenceliydi. Benim aksime. Aynı zamanda kızın gülümsemesini hoş bulmuştu.

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Zihnime düşen görüntüler keskin buz etkisi yaratmıştı. Önce, aklımı yitirmeme neden olacak kadar soğuttu. Daha fazla düşünmeye devam ettikçe yakıcı bir keskinlikle duvarlarımı aşındırmaya başlamıştı. Yankı'nın flört etmesinden başka bir şey düşünemeyecek duruma gelmiştim, aklımda sürekli bir kız belirip duruyordu. Yankı'nın hoşlanabileceği türden eğlenceli ve güler yüzlü bir kız.

Dudaklarım arasından huysuz bir ses çıktı. Düşündüğüm onca şeye rağmen hislerimi dışa vuramazdım. "Seni flört ederken görmek istediğimi de nerden çıkardın? Midemin bulanacağına eminim!"

Rahatsız olan tek organımın midem olmayacağına emindim.

Yankı'nın beni tutan elleri biraz gevşedi ama göğsü hâlâ sırtıma yaslıydı. Hareket eden göğsünü fark ettim önce, sonra ise gülen sesini duydum. Yaşadığım şaşkınlık ve onu görme isteğiyle dolup taştım. Yüzünü görmek ve gülüşüne birebir şahit olmak istiyordum çünkü bu çok sık olan bir şey değildi. Başımı ona doğru çevirdim. Bunu tahmin ettiğimden daha hızlı yapmıştım ama o an aklımda olan tek şey onu görmekti.

Yankı'nın dudakları, başımı ona çevirmemle birlikte şakağıma değdiğinde nefesimi tuttum. Aynı anda gülüşü kesilmişti. "Şşş..." dedi ona dönmek istediğimi fark ettiğinde. "Rahat dur."

"Neden saklıyorsun gülüşünü?" diye sordum kendime engel olamayarak. Aklımı kaybetmiş gibi hissediyordum. Mantığım tamamen devre dışıydı. Şakağıma değen dudaklarının sıcaklığı tenimi sızlatırken ondan gelecek cevabı sabırla bekledim.

Dudakları şakağımın üzerinde hareket etti. "Sen de saklıyorsun." Dediğinde sesinin tonu neredeyse titrememe neden olacaktı. Bütün tüylerim ürpermişti ve bunun nedeni soğuktan değildi. Dudakları, arkamdaki bedeni, ses tonu... Her şeyiyle birlikte beni sarsmayı başardığını fark ettim. Bu ne kadar geç bir farkındalıktı bilmiyorum ama düşüncesi yerimde rahatsızca kıpırdanmama neden olmuştu. Bir tarafım hâlâ bana temas eden dudaklarından uzaklaşmak istemiyordu, bu temas oldukça hoşuna gitmişti ama ben sinirliydim. Yüzümü dudaklarından uzaklaştırdım ve bana sarılmış ellerinin üzerine ellerimi koydum. Sıcak elleri benim soğuk ellerimle tezatlık oluşturmuştu ama bunu düşünecek kadar vaktim yoktu. Ondan uzaklaşmak istiyordum.

Ellerini sert bir şekilde kendimden uzaklaştırdım ve kolları arasından çıkıp ona döndüm. Kaşlarım hissettiğim tuhaf şeylerden dolayı çatılmıştı. Gözlerimi gözlerine diktim ve, "Benimle oynama." Dedim sertçe. Yaptığı şeyin amacını bilmiyordum, zihnim tüm bunları algılamak için fazla bulanıktı. Kalbim göğüs kafesim içinde titreşirken gözlerimi gözlerinden çekmemeye çalıştım. Dudaklarının hafif bir şekilde kıvrıldığını göz ucuyla görebiliyordum. "Çantamı ver, eve gideceğim."

Gözlerinden anlamını bilmediğim birkaç ifade art arda geçti. "Seni bırakırım." Dedi beni arkasında bırakıp yürümeye başlarken. Şaşkın ve sinirli bir şekilde arkasından baktığım sırada, "Gel." Dedi. Sesindeki keyif an be an somutlaşıyordu sanki. Ofladım ve onu takip ettim.

Arkasından yürürken onu incelemek için epey bir zamanım olmuştu. 1.90 civarındaki uzun boyu ve yapılı vücuduyla gösterişli görünüyordu. Spor yaptığına ve sporunu aksatmadığına emindim. Gözlerim geniş omuzlarına ve onları saran deri ceketine kaydı.  Beni her seferinde şaşkına çeviriyordu. Bu havada bu kadar ince bir ceket giymesi düşünmemem gereken şeyler düşündürüyordu bana. Bana üşüyüp üşümediğimi soran çocuk, oldukça ince giyiniyordu ve havanın dondurucu derecede keskin olması pek umurunda değildi. Onunla karşılaştığımızdan beri böyleydi. Sanki keskin ve sert hava onun dışında herkesi kolayca etkiliyordu ama onun üzerinde en ufak bir etkisi yokmuş gibiydi.

Arabasının önünde durduğumuzu fark ettiğimde onun bir şey demesine fırsat vermeden ön koltuğa oturdum ve kapıyı kapattım. Çok geçmeden o da yanıma oturmuş ve arabayı çalıştırmıştı. Göz ucuyla bana baktı. "Üşüdün mü?" diye sordu, sanki çok umursuyormuş gibi.

Ellerimi farkında olmadan birbirine sürttüğümü o an fark etmiştim. Yine de, "Hayır." Dedim. "Sen üşüdün mü?" diye sordum gözlerimi deri ceketine kaydırarak. "Sana arkadaşlığımızın bir hediyesi olarak mont almamı falan ister misin?" Sesimdeki alaya engel olmamıştım.

Dudakları kıvrılır gibi oldu, hatta neredeyse gülümsedi ama bu kısa süreliydi. "Arkadaş olduk yani?"

"Evet, baya ısrar ettin." Başımı yanımdaki pencereye doğru çevirdim ve dudaklarımı titreten gülümsemenin ortaya çıkmasına izin verdim. Gülümsediğimi görmesini istemiyordum. Madem o kendini saklıyordu, ben de bunu yapabilirdim. Madem beni suratsız biri olarak görüyordu, haklı çıkmasına izin verebilirdim.

Duru'yla birlikteyken olabildiğim kişiyi Yankı'nın yanında olamazdım çünkü Yankı'nın bana karşı yargıları buna izin vermezdi. Uzaktan gördüğü, gözlemlediği kişi olacaktım çünkü bunu hak etmişti.

"Arkadaşımın üşümesini istemem." Diye devam ettim sözlerime. Yüzümdeki gülümsemenin büyüdüğünü fark ettiğimde dudağımı dişleyip duraksadım. İçimde değişen bir şeylerin olduğunu biliyordum. Savunma duvarlarım Yankı karşısında hızlıca eriyordu, kendini yok ediyordu ve bir yanım buna engel olmak isterken bir yanım ona izin vermemi istiyordu. İkisi arasında kalmıştım. Kendi kendimi tarumar etmemi izlemeye devam edebilir miydim, bilmiyorum. Bunu ne kadar süre devam ettirebilirdim, bunu da bilmiyordum ama düşüncelerim gidip geliyordu.

Yankı'ya baştan beri tuhaf bir güven besliyordum. Belki de haklı bir güvendi bu. Beni kendine güveniyle bağlamış olabilirdi. Bilinçaltımda bu güvene tutunmuş olabilirdim.

"Üşümüyorum, merak etme." Duraksadı. "Arkadaşım." Sesinde muzip bir ton vardı. Yine de ona dönüp bakmadım çünkü yüzünün ifadesiz olduğuna emindim. O da en az benim kadar suratsızdı. Hatta benden daha fazlaydı.

Dişlediğim dudağımı serbest bırakıp derin bir nefes aldım. Onunla arkadaş olma düşüncesi hâlâ garip geliyordu.

Isıtıcıyı açtığını fark ettiğimde ben de uzanıp müzik çaları açtım. Beklediğimin aksine radyo yerine önceden takılı olan CD çalmaya başlamıştı. Kulaklarıma dolan tanıdık müzik ile birlikte kendime engel olamayarak gülümsedim. Bu en sevdiğim şarkılardan biriydi ve bir zamanlar sürekli olarak bu şarkıyı dinlerdim. Kendimi boşlukta hissettiğim bir dönem, bomboşluğun içine savrulduğum bir an keşfettiğim bir şarkıydı. Gecenin bir vakti, kulaklığımı takıp bu şarkıyı açtığım günler zihnime doluştu. Döngüye alıp bu şarkı eşliğinde uyuduğum ve sabahında dilime dolanan o olağan üstü sözleri gözlerimi kapatarak dinledim. Yüzümde huzurlu bir ifade olduğuna emindim ve bunu saklamadım.

"Life as I know it, wasn't always this way. / Hayat bildiğim kadarıyla, her zaman bu şekilde değildi.

Once I found my second soul / Bir zamanlar ikinci ruhumu bulmuştum

On a august day you came. / Bir ağustos günü sen geldiğinde

Dreams that I left behind / Geride bıraktığım hayaller

Thoughts that I decline / Reddettiğim düşünceler

I finally found some piece of mind / Sonunda bir parça huzur buldum

You are my second soul & once I found my second soul / Sen benim ikinci ruhumsun & bir zamanlar ikinci ruhumu bulmuştum

You are myself & once I found myself / Sen bensin & bir zamanlar kendimi bulmuştum"

(*Thurisaz - Past Perfect*)


Sözleri bir zamanlar sıkça yaptığım gibi içime çektim. Bu şarkı bana, o zamanlar arayıp da bulamadığım, sonrasında ise inanmaktan vazgeçtiğim o ikinci ruhumun varlığını hatırlatıyordu. O zamanlarda garip bir şekilde huzurla doluyordum. İkinci bir ruhumu aradığımdan değildi bu huzur. Aslında bakılırsa aramayı bırakalı çok olmuştu. Büyüdükçe böyle şeylere de inancımı yitirmiştim ama bunu düşünmek garip bir şekilde hoşuma gidiyordu.

Şarkıyı ilk keşfettiğim o güne dönmüştüm sanki. 16 yaşıma.

Güzel bir ağustos günüydü, aynı şarkıda geçen gibi. Yalnızdım. Çimlerin üzerine oturmuş, kulağımda kulaklığım, elimde okumaktan oldukça keyif aldığım bir kitap vardı. Ara sıra kitabımdan kafamı kaldırıp etrafa bakınıyor, insanları gözlemliyordum. İlerde bir arkadaş grubu vardı. Sesleri kulaklığım olduğu halde bana geliyordu ama pek rahatsız değildim bu durumdan. Keyiflilerdi ve onların keyfini izlemek içimi kıpır kıpır ediyordu. Bol bol gülüyorlar ve şakalaşıyorlardı. Onlar kadar mutlu görünmediğimin farkındaydım ama görüntüm biraz aldatıcıydı. En az onlar kadar keyifliydim.

Kendime vakit ayırmayı sevdiğim bir zamandı. Duru'dan fırsat buldukça yalnız başıma takılıyordum, kafamı dinlemek o günlerde ihtiyacım olan şeydi. Sanırım biraz asi olduğum zamanlardı. Aklımda dönüp duran düşünceleri net hatırlamıyordum. O günün, annemle sık sık babam yüzünden kavga ettiğimiz bir dönemden olduğunu biliyordum.

Babamın anılarını istiyordum annemden. Bana onu anlatmasını, nasıl öldüğünü söylemesini, yaşasaydı bana nasıl babalık edeceğini hayal ettirmesini istiyordum ama her seferinde bu konuyu konuşmak istemediğini söylüyordu. Bu konudan kaçıyordu ve bu beni çıldırtıyordu. Babamı tanımak istiyordum. Eğer yaşasaydı nasıl bir baba olurdu bunu hayal etmek istiyordum ve bunu yapabilmek için de annemin anılarına ihtiyacım vardı. Maalesef ki annem bu anıları benimle paylaşmaya pek hevesli değildi. Annemle aramızdaki bu soğuk savaş, asabiyetimi körüklüyordu. Ondan uzaklaşmıştım. Evden uzaklaşmış ve kendime vakit ayırmayı öğrenmiştim. Çimlerin üzerinde uzanırken müzik dinleyip hayal kurmak daha kolay gelmişti evde olmaktan.

Kitabımı kenara koyduğumu ve sırtımı arkamdaki ağaca yasladığımı hatırlıyordum. Kulaklarıma No Land isimli gurubun Düşünme Kaybolursun adlı şarkısı doluyordu. Son kısım tekrarlarken gözlerimi biraz ilerdeki köpeğini gezdiren kıza dikmiştim. Bir süre oturdum, hiçbir şey yapmadan durdum ve etrafı izledim. Bunu yapmak üzerimdeki belirsiz yükleri alıyordu sanki. Kendimi buluyormuş gibi hissediyordum. Anlamsızdı.

Daha önce dinlemediğim bir şarkı, kulaklarıma dolduğunda kaşlarımı çattım ve telefonuma baktım. Keşfetime düşen bir şarkıydı. Daha öncesinde Endless şarkısını severek dinlediğim Thurisaz çalıyordu. Sözlerine dikkat kesildim ve o an ilk defa bir şarkıya âşık oldum. Daha önce hayran olduğum çok şarkı olmuştu ama hiçbiri kulağımda yankılanan bu şarkı kadar etkilememişti beni. Şarkı bittiğinde bir kere daha açtım ve döngüye aldım. Kulaklığımdan kulağıma yankılanarak dökülen sözler kalbim titriyordu.

Bir insanın ikinci ruhunu bulmasını anlatan bir şarkı neden beni bu kadar etkilemişti bilmiyordum ama dinlerken kalbimde oluşan kıpırtılara engel olamıyordum. O an, garip bir his tarafından sarmalandığımı düşünmüştüm. Sanki şarkının sözleri benim düşüncelerimdi. Sanki ikinci ruhumu o şarkıyı dinlerken bulmuştum ama farkında bile değildim.

Şarkı bir kere daha başa sardığı sırada kulaklığımdan dolayı bana miyavlayan kediyi ilk başta fark edememiştim. Bana doğru sokulup sanki beni tanıyormuşçasına başını dizime sürttü, kedinin bu hareketi bugün içinde ilk defa yüzümde bir gülümseme oluşturmuştu. Kulaklığımın tekini çıkardım.

"Sen kimsin?" diye sordum saçma bir şekilde. Sesim çocukla konuşur gibi ince çıkmıştı, umursamadım. Hayvanlarla konuşmayı hep sevmiştim ama bu durum yaptığımın saçma olmadığını göstermezdi. Miyavlayıp başını bir kere daha dizime sürttü. "Sen ne güzel bir şeysin!" diye çığırdığımı hatırlıyorum. Hareketlerime engel olamadığım nadir anlardan biriydi. Uzanıp onu kucağıma almış ve oradan kalkıp eve gidene kadar kucağımda tutmuştum. Bir kedinin huzur bulduğu insan olmak beni gün boyu gülümsetmişti. Kafasını okşarken sürekli onunla konuşmuştum. Duru yanımda olsaydı eminim sitem ederdi bu yaptığıma.

Tam olarak şu şekilde: "Aşk olsun, Efsa! Benimle bile bu kadar sohbet etmiyorsun! Kedi olsaydım keşke."

Oldukça sıradan bir gündü. O günü bu kadar net hatırlama nedenim neydi, hâlâ bilmiyorum. Belki de beni etkileyen nadir şarkılardan biriyle karşılaştığım için hatırlıyordum o günü. Belki de o kedinin sığındığı biri olmak ve gün boyu aptal gibi gülümsemek hafızama kazımıştı o günü. O günden sonra birçok defa o şarkıyı dinlemiş ve ikinci ruhumun var olup olmadığını sorgulamıştım. Bu düşünce başlarda heyecan verici gelmişti çünkü bu tür şeyler düşünen bir kız hiçbir zaman olmamıştım. Bir şarkının üzerimdeki etkisi hayret vericiydi. Zaman geçtikçe vazgeçmiştim düşünmekten ve büyümüştüm. Bugün olduğum o insan olmuştum.

Yutkundum. Şarkı bitmişti, bittiği gibi başa sarmıştı kendini. Hatırladığım anıyla ve düşüncelerimle birlikte şaşkın bir soluk verip Yankı'ya baktım.

"Bir tane mi şarkı var?" diye sordum CD'yi kastederek. Bu beni şaşırtmıştı.

"Evet." dedi sadece. Gözünü yoldan ayırmamıştı. "Eğer değiştirmek istersen torpido gözünde başka CD'ler var."

"Bu şarkıyı çok severim." Diye gereksiz bir bilgi verdim. Değiştirmek istemiyordum. Gideceğimiz yere kadar bu şarkıyı başa sarıp dinleyebilirdim.

Onaylar bir mırıltı çıkardığında gözlerini birkaç saniyeliğine bana çevirmiş ve yüzümü incelemişti. "Fark ettim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sanırım yüzüm, duygularımı sandığımdan daha çok belli ediyordu. Normal bir zamanda bundan rahatsız olabilirdim ama şu son yarım saattir Yankı'ya arkadaş gibi davranmaya karar vermiştim. En azından deneyecektim.  "Çok mu belli ettim?"

"Yüzünden keyif akıyor."

Tahmin edebiliyordum.

Dediği şeye yorum yapmamayı tercih ettim. "Neden CD'de bir tek bu şarkı var?" Bu sorunun cevabını oldukça merak ediyordum. O da benim gibi bu şarkıyı başa sarıp dinlemekten keyif alıyor olabilir miydi?

Kısa süreli bir duraklama oldu. Bu sefer, gözlerini yoldan ayırmamıştı. Yankı bana bakmıyorken onu inceleme fırsatıyla birlikte bakışlarımı tam olarak profiline diktim ve kusursuz gözüken suratını izledim. "Meşgul olduğum bir zamanda CD doldurmaya karar vermişim." Dedi kısa süreli duraklamanın ardından. Sanırım bu cevabın beni tatmin etmesini ummuştu ama ben aklımdaki sorunun cevabını almak istiyordum.

"Veya tek bir şarkıyı başa sarıp dinlemek kolayına gelmiştir?"

Başını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Kaşları hafifçe havalanmıştı. Birkaç saniyeliğine bana baktı. Gözlerimi kaçırmak istemedim ve kendimi tuttum. Tam dudaklarını aralayıp cevap vereceği sırada telefonunun sesi çalan şarkıya karışmıştı. Gözlerimi kaçırıp yanımdaki pencereye döndüm.

"Söyle?" diye yanıtladı telefonu. Sesinin tonu beni şaşırtmamıştı. Her zamanki gibi huysuzdu. Telefonundan duyulan erkek sesi telaşlı ve aceleciydi. Yankı'ya dediği şeyleri tam olarak seçememiştim ama bir şeylerin yolunda olmadığını fark etmek zor değildi.

"Tut onu!" dedi öfkeyle. "Geliyorum, sakinleştir." Telefonun ardındaki adam telaşla bir şeyler daha dedi. Kaşlarım çoktan çatılmıştı. Bakışlarım Yankı'nın öfkeli yüzüyle buluştuğunda artık emindim. Ters giden ve Yankı'nın hoşuna gitmeyen bir şeyler olmuştu ama bununla alakalı tahmin yapamıyordum. "Ağzına sıçtırtma, geliyorum dedim. Yarım saate oradayım." Yankı öfkeyle telefonunu direksiyonun üst tarafına fırlattığında yerimde sıçradım. Onu ilk defa bu kadar öfkeli görmek mi, yoksa şu an hissettiği endişeye şahit olmak mı beni şaşırtmıştı, bilmiyorum. Çoğu zaman ifadesiz olan, sakin duran yüzü öfke ve biraz da endişeyle sarmalanmıştı. Direksiyonu kavrayan parmakları sıkmaktan bembeyaz kesilmişti. Boynunda kabaran damarı öfkesini bir kere daha keskinleştirirken kalbim korkuyla tekledi.

Onu şu anki ruh halinden koparmak ve sakinleşmesini sağlamak istiyordum ama zihnimdeki bütün kelimeler odalarına çekilmiş, kapılarını kapatmışlardı. Korkuyla köşeye sinen soğukkanlılığım beni uzaktan izliyordu.

"Ne oldu?" diye sordum, onu konuşarak sakinleştirebileceğimi, düşündüğü şeylerden uzaklaştıracağımı düşünmüştüm ama beni duymazdan gelerek gaza sertçe yüklendiğinde yanıldığımı fark ettim. Şu an beni dinlediğinden bile emin değildim. Emniyet kemerimi bağlayıp, "Sakin ol!" dedim. İçinde bulunduğu durumu düşünerek sesimi sakin tutmaya çalışmıştım. Hassas bir anıydı.

Arabayı şehrin dışına sürdüğünü fark ettiğim sırada zaten çatık olan kaşlarım daha da çatıldı. Arayan kimdi, ne söylemişti ve neden şehrin dışına sürüyordu bilmiyordum. Her sorumun cevabını öğrenmek istesem de sesimi çıkartamıyordum. Yankı'nın bu hali beni korkutmuştu, dudaklarımı aralayıp tek bir kelime bile edemeyecek kadar ürkmüştüm. Sanki yanımda arabayı kullanan bambaşka biriydi. Benim tanıdığım sinir bozucu o çocuk değildi ve neredeyse o çocuğu geri isteyecektim.

Hızımız giderek artarken, "Yavaşla!" diye bağırdım. Sesimi sakin tutmak istiyordum ama hızdan nefret ederdim ve Yankı'nın bilinçsizliği ödümü kopartıyordu. Bizi tehlikeye attığının farkında bile olmadığını düşündüm. Şu an yaptığı her şeyi farkında olmadan yapıyordu. Kalbim korkuyla hızlanırken tırnaklarımı koltuğun derisine geçirdim ve nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım. Yol boş sayılırdı, şehrin dışına çıktığımız için pek fazla araba yoktu ama bu hız normal gelmemişti. Her an yanımızdaki bariyerlere savrulabilirdik. Bu, Yankı'nın en ufak dikkatsizliğine bakardı. "Yankı, yavaşla lütfen!"

Çenesini o kadar sıkıyordu ki kemikleri daha önce hiç olmadığı kadar belirginleşmişti. Gözlerini yoldan ayırmıyordu, göğsü aldığı sık ve derin nefeslerle yükseliyordu. Alnına dökülen siyah saçlarını elimle ittirmek ve ona sakin olmasını söylemek geliyordu içimden. Her ne oluyorsa her şeyin yoluna gireceğini söylemek istiyordum ama yapamadım. Deli gibiydi ve onu bu halde görmek şaşkına uğratmıştı. Beni duymuyordu bile.

Elimi direksiyondaki elinin üzerine koydum ve ona varlığımı hatırlattım. Buz gibi kesilen elleri ısınmış ellerime temas ettiğinde bir anlığına gevşemişti. "Sakin ol." Dedim. Elimi direksiyonu sıkan parmağının üzerinde gezdirdim ve gevşemesini sağladım. Gözlerimi gergin yüzünden ayırmadan devam ettim konuşmama. "Yetişeceğiz." Nereye yetişeceğimizi bilmesem de ona söz verdim ve parmaklarını tek tek okşayarak ona yanında olduğumu belli etmek istedim. Her ne kadar benim varlığımın veya yokluğumun onun üzerinde bir etkisi olmasa da ona yalnız olmadığını hissettirmek istemiştim. En ufak bir yardımımın dokunması bile yeterdi.

Başta başardığımı düşünmüştüm çünkü parmakları direksiyonu sıkmayı bırakmıştı ve sık aldığı nefesler sakinleşmeye başlamıştı ama sonra yeniden sıktı parmaklarını. "Çek o lanet elini!" diye tısladığında şaşkınlıkla ona baktım. Dilinden zehir gibi dökülmüştü kelimeler. Zehrinin hedefi bendim. Öfkesini yönelttiği o kişi bendim ve ona yardımcı olma isteğime aldırmadan beni yaralamaktan çekinmemişti. Boğazıma oturan keskin jiletlere rağmen yutkundum ve elimi elinin üzerinden çektim.

Daha çok ateşe değmiş gibi irkilmiştim. Kalbimin göğüs kafesimin içinde ezildiğini hissetmemek imkânsızdı. Hatta Yankı'nın kullandığı ses tonu ve kelimeleri üzerimde öyle etkili olmuştu ki kalbimin iğne dolu bir kutuya yuvarlandığını hissetmiştim. Canımı acıtmasının bu kadar kolay olması beni dehşete düşürmüştü. Dolan gözlerimi kırpıştırıp sakinleşmeye çalıştım ve ona bakmaktan vazgeçtim. Başımı tamamen sağımdaki pencereye doğru çevirip yüzümü ondan gizledim. Gerçi bana baktığı yoktu. Beni umursadığı da yoktu.

Tek istediğim sakin olmasını istemekti. Kötü bir niyet barındırmaksızın içine düştüğü ruh halinden uzaklaştırmak istemiştim. Verdiği tepkiyi hak etmemiştim. Başımı cam yaslayıp gözlerimi kapattım ve göğsümün tam üstündeki ağırlığı görmezden geldim.

Yankı için erittiğim duvarlarımdan özür dilemek istiyordum. Onları bir hiç uğruna yıktığım gerçeği canımı sıkmıştı ve şimdi oldukça pişman hissediyordum. Korktuğum gibi savunmasızdım. Titreyen dudaklarımı dişleyerek beni utandıracak herhangi bir tepkiye engel olmaya çalıştım. Boğazıma kadar hayal kırıklığıyla dolmuştum. Duvarın ardında saklanan Efsa gözyaşları içinde bana bakıyordu. Ellerine yeni tuğlalar almış, yıktığım her şeyi telafi etmeye başlamıştı. Daha doğrusu telafi etmeye çalışıyordu.

İç çektiğim sırada Yankı'nın bir şeyler mırıldandığını duydum. Ne dediğini anlamadım. Duymak da istemiştim zaten. Onunla konuşmak istemiyordum. Bu sırada arabanın giderek yavaşladığını fark etmiştim ama artık ne yaptığı umurumda bile değildi.

Herhangi bir pişmanlık hissedip hissetmemesi, elinin üzerine koyduğum o lanet elim hakkında söylediği cümleyi geri almak isteyip istememesi umurumda bile değildi.

Cehenneme kadar yolu vardı ve ne istiyorsa onu yapabilirdi.

SPOİ: Yazdığım her şey ileriki bölümlerde karşımıza çıkacak şeylerdir. Hiçbiri anlamsız değil.

Aynı zamanda bu hikâyede cadılar, tamamen benim hayal ürünüm olan gölgeler ve daha ilerde ortaya çıkacak birkaç fantastik karakter de var. Kitap ilerledikçe her birinin rolünü zaten öğreneceksiniz ama ben şimdiden bir uyarı yapayım dedim. Sonradan karşınıza çıkan şeyler yüzünden şaşırmanızı istemem... - Veya isterim, buna şimdilik karar veremedim.-

İlerde olacak şeylerden ben sorumlu değilim... (tamamen ben sorumluyum)

Continue Reading

You'll Also Like

72.4K 2.7K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
490K 81.6K 71
❝Karanlık çöktüğünde parlayan tek yıldız benim. Ben, sonsuz ışığın başladığı yerim.❞ Eleta tanıdığı bütün kişiler tarafından yalanlarla kandırılmıştı...
339K 5.5K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
74.9K 2.2K 82
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi