Rüyalarda Buluşalım

By thealbatrosss

220K 21.2K 6.6K

Tatlı Rüyalar'dan tanıdığımız Irmak'ın hikayesi. More

Giriş
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30 / Final
Özel Bölüm

12

6.7K 684 308
By thealbatrosss


Haşlak bir ayaktan sonra çok daha romantik anlar yaşadığımızı söylemek isterdim. Azad Tuna her ne kadar iyi olduğunu söylese de suçluluk ve utanç suratıma birer şamar olarak inmişti bile. Üstelik kafam da bir hayli karışıktı. Patronumla aramdaki bu isimsiz, garip çekime ve bu çekimin harekete geçirdiği olaylara yetişemiyordum. Yetişemeyince adamın üstüne bir kupa çayı boca ediyordum işte. Öyle ani hareketler yapmayacaksın Azad Tuna adamın aklını alırlar, aklını!

Sanırım onu reddettiğimi sanıyordu ki bunun için haklı sebepleri de vardı. Sonuçta bu uğurda bir ayak feda etmiş sayılırdı adam. Haksız diyemezdim. Yine de o da bana hak vermeliydi neticede. Herhangi ikili organ koordinasyonu düzgün çalışan biri değildim, bunu bilmesi gerekliydi.

Bizi bu utanç verici durumdan kurtaran şey ise Azad Tuna'nın sehpanın üstünde duran dizüstüne bilgisayarına düşen elektronik postanın bildirimi olmuştu. Uzanıp bilgisayarını kucağına alırken ben de köşeden köşeden ekranda neler olduğunu görmeye çalışıyordum. İşle ilgili bir şeylerdi ama bu bakmaktan vazgeçmeme sebep olacak değildi elbette. Sevgili patronum mailini okuyup Faruk'a telefon ederken sinirlenmiş gözüküyordu. Şu işleri bir doğru düzgün halletmiyorsunuz, bu adam sinir hastası oldu.

Bunun ne anlama geldiğini çok iyi bildiğim için ve bu anı daha fazla berbat etmek istemediğim için Azad Tuna'nın telefon trafiğinin arasında gideceğimi söyleyerek ayağa fırlamıştım. Bir an kapattığını telefonunun ona verdiği yetkiye dayanarak beni reddedecekmiş gibi oldu. Sonra kulağımıza ulaşan zil sesi bu hakkı elinden tamamen alırken ben de önce mutfaktan eşyalarımı almış, sonra kapıya doğru hızlı adımlarla yönelmiştim. Bu sırada gözlerini üzerimden çekmediğini bildiğim için elim ayağım birbirine dolaşmasın diye büyük bir çaba sarf etmek zorunda kalmıştım.

Bu sırada hala askıda olan montumu da kucaklamayı unutmamıştım elbette. Vücudumdaki bütün hücrelerin kaçıştığını hissediyordum sanki. Neyden kaçtıklarını bile bilmiyordum. Sadece hepsi ayrı taraflara doğru koşuyorlar ama kalıbımdan bir türlü dışarı çıkamadıkları için beni bu aptal karıncalanma hissiyle baş başa bırakıyorlardı.

"Irmak," dediğinde müsaade isteyerek telefonu omzuna yaslamış bir şekilde kapıda botlarımla verdiğim kanlı savaşa bakıyordu Azad Tuna. İsmimi her söyleyişinde kalbimden bir parça kopup beni savunmasız bırakıyordu. İnkâr edeceğim adımı sonunda o olacak. Babamı yadsıyamam ama, canım babam.

"Efendim?" Sonunda botlarımı giyebilmiş olarak doğrulduğumda bu telaşın çok normal olduğunu göstermek ister gibi aptal bir sırıtışın yüzüme yayılmasına izin vermiştim.

"Hemen gitmek zorunda değilsin, biliyorsun." derken kaşları birbirine yaklaşmıştı. "Ben kendimi daha iyi hissedene kadar kalabilirsin en azından."

"Ay yok canım," Uzanıp omzuna vurmak istemiştim aslında ama hem şu zalim telefonu orda yer etmişti hem de bunu yapabilmek için adamın dibine girip parmak uçlarımda yükselmem gerekecekti. Bu sefer ona nasıl bir zarar vereceğimi kestiremediğim için bu isteğimden vazgeçerek sadece yetişebileceğim yere yani göğsüne pat pat vurmayı tercih etmiştim. "Ölmezsin."

Bu yakınlık bile tansiyonumun düşmesine sebep olmuş gibi hissederken "Görüşürüz." diyerek ve son sesli harfi gereğinden fazla uzatarak merdivenlere yöneldim. Asansör beklemeye tahammülüm kalmamıştı artık, hayatta geldiğim nokta bu olmuştu. Teşekkürler hayat, teşekkürler emeği geçen herkes.

Tatilimin geri kalanını bir hayli kafam karışık geçirmiştim. Normalden daha karışık ki bu kıyamet seviyesinde bir karışıklık demekti. Kendimde böyle hisler bulacağımı hayal bile etmezdim. Üstelik bunları kan davalım olarak etiketlenmiş patronum, çınar ağacı, üzüm bağları Azad Tuna'ya hissedeceğimi hiç düşünmezdim. Ne hissediyordum peki? Bu içine girmekten korktuğum bir mevzuydu. Odanın köşesinde öylece duruyordu, birbirimize dik dik bakıyorduk sadece.

Bütün bunlar yetmez gibi adama defalarca rezil oluşum vardı. Kendimi yastıkla boğmak istememe sebep oluyordu bunları düşünmek. Önce ailesine geri dönüşü olmaz bir şekilde rezil olmuştum, bu aile kendisini başka biriyle evlendirmek istiyordu üstelik. Bu ne demekti şimdi? Azad Tuna'yı beşik kerttirmem ben, cesedimi çiğnemeniz gerek! Bunu bir şekilde geçtik derken son hadise her şeyi daha da korkunç bir hale getirmişti. Üstüne tüy dikmek konusunda özel dersler verebilecek hale gelmiştim. Tebrikler, tebrikler.

Ne vardı ki Azad Tuna yanıma gelmişti. Gözlerimin içine bakıp kalbimi mayıştırarak Osman'ın artık hayatımda olmadığına sevindiğini söylemişti. Asıl bu ne demekti! Osman'a biraz merhametsiz davranıyorsun erik ağacı, iyi çocuktur. Niyetinin ne olabileceğini düşünmek bile kafamı iki yana sallayarak koltuktan kendimi intihar etmeme sebep oluyordu. Her şeyi mahvetmiştim, her şeyi. Ortada mahvedilmedik tek bir şey bile bırakmamıştım.

Bunu düşünmek boğuluyor gibi hissetmeme sebep oluyordu. Suyun altında kalmışım ve yüzeyi bir daha bulamayacakmışım gibi. Bu yüzden bu meseleyi vakumlu bir pakete koyup havasını çekmeyi tercih etmiştim. Sonra bu vakumlu paketi bir hurca koyup dolabın en arkalarına itelemiştim. Üstüne bir de olur olmadık bütün eşyaları yıktık mı, tamamdır. Bir daha aklıma bile gelmezdi. Eğer bütün bu engelleri aşıp dolabın kapılarını yoklarsa kapılara kilit vururdum. Gerekirse kendi aklımı bile bırakıp kaçardım. Benim sınırlarımı zorlamayın, rica ediyorum.

Bu aldığım kararla hafta sonum şenlenmemişti elbette ama kafamın içinde batıp duran dikenlerden bir süre kurtulduğumu hissetmiştim. Bir daha bununla uğraşmak zorunda kalmayacağımı düşünmek beni rahatlatıyordu. Bu rahatlık bütün günü koltukta ve yatakta geçirdiğim pazar günü kadar sürmüştü sadece. Ertesi gün işe geldiğimde tekrar Azad Tuna'yı görmek yetmişti yeniden acımasız dikenlerin eziyetini hissetmeme. Ben de yeni bir strateji geliştirmiştim. Kendi kafamdan kaçamıyor olabilirdim ama kuş olup dallarına konmak istediğim adamdan kaçabilirdim gayet.

Gözlerimi asla ona çevirmiyor, kısacık bir an yan yana geldiğimizde söylediği herhangi bir yorumu ya duymazdan geliyor ya da can sıkıcı bir gülümsemeyle geçiştiriyordum. Tekrar yüzüne bakmaya hiç cesaretim yoktu. Belki de kendimi kovdurma işini tekrar değerlendirmeliydim. Azad Tuna'nın biraz damarına basarsam bunu gerçekleştirebileceğime inanıyordum. Ne var ki şu an damarına basacak kadar yakınına gidemezdim. Tamamen tehlikeli bölgeydi. Bana düşünmek istemediğim şeyleri düşündürür, adamın kolunu bacağını yanlışlıkla koparmama sebep olurdu maazallah.

İki günü böylelikle sağ salim atlatabilmiştim. Portakal ağacının bir miktar bozulduğunu ve meyvelerini insanların kafasına fırlattığını fark etmiştim üstelik. Faruk bu iki günde olur olmaz azar işitirken, Beyza tamamlamadığı bir işten gülümseyerek kurtulamamıştı bu sefer. Oh biraz da şuralarıma portakal fırlat.

Bunu fark etmek içten içe mutlu olmamı ve gülüşümü kahve kupamın arkasına saklamamı sağlıyordu ama bu tuzağa düşmemeliydim. Kararımdan dönmeyecektim. Dönemezdim. Bu yüzden tam çıkışta beni yakalamaya çalışan ve ismimi söyleyen Azad Tuna'yı duymamış gibi yaparken adımlarımı hızlandırmam gerekmişti. Uzun adımlarıyla arkamdan geldiğini duyduğumda hızımı arttırmıştım. Servise kadar gidersem yakalanacağım kesindi. Bu yüzden şirketin bahçesinden çıkmayı tercih ettiğimde hafifçe başımı çevirip arkama bakmıştım. Azad Tuna pes etmemiş bir şekilde gelmeye devam ediyordu. Deli midir nedir, bıraksana peşimi adam.

Yarıştırılacak konu delilik olduğunda bu konuda biraz ağırlığım olmadığını söylemek yalan olurdu. Bu yüzden neredeyse koşar gibi ilerlemeye başlamışken gözüme çarpan otobüs durağına çevirmiştim yönümü. Azad Tuna'nın nefesini resmen ensemde hissederken bir saniye daha düşünmeden tam önümde duran otobüse attım kendimi. Bu onun zengin köklerine sağlam bir darbe vurur işte.

Akbilime aşk şiirleri yazmaya beş saniye kadar uzaktayken büyük bir adımla arkamdan otobüse binen Azad Tuna'yı fark etmiştim. Ben hiç akbilimi paylaşamam, onu bir söyleyeyim de. Göğsü hızlı hızlı sinirli olduğu için mi yoksa iki saattir peşimden koşar adım geldiği için mi inip kalkıyordu bilmiyorum. Açıkçası benim nefesim çoktan kesilmişti. Ciğerlerim patlayacak gibi hissediyordum ama bunun bir kısmı stresten de olabilirdi.

Azad Tuna arka cebinden cüzdanını alıp içinden akbil olduğunu anladığım o malum mavi kartı çıkartırken kaşları çatıktı. Zenginlerin her şeyi var işte, kör olasıca parasızlık. Zorlukla yutkunurken kaçabilecek bir yer araya etrafıma bakındım. İçeride iki üç kişi dışında kimse yoktu. Bir sonraki durak ne zamandı bilmiyordum ama otobüs giderek hızlanıyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek koridorda ilerlerken kendimi arka koltukların önündeki köşe demirlere attım. Kaçacak yerim kalmadığını kabullenmek zorundaydım anlaşılan. En fazla çığlık falan atarım, sapık var diye bağırırım. Yapraklarını yolarım senin Azad Tuna, tekrar söylüyorum beni zorlama.

İçimden tehditler yağdırdığımdan haberi olmayan erik ağacım ise cüzdanını cebine geri koyarken otobüsün sarsıntısına rağmen seri adımlarla bana doğru gelmeyi tercih ediyordu. Yanıma kadar gelip arkasındaki demire yaslandığında çatık kaşları hala düzelmemişti. "Ben de tam benden kaçtığını düşünmeye başlamıştım."

Göğsüm körüklenir gibi inip kalkarken nefesimi yakalamaya çalışarak birkaç saniye bekledim. "Hayır canım, ne alakası var?"

Salağa yatmam karşısında sessiz bir tepki olarak başı hızla yana eğildi ve kıstığı gözleri üzerimde sabit kaldı. Yüzüne bakmak dolaptaki hurcun içinde canavar varmış gibi yerinden zıplamasına sebep oluyordu. "Sebebini öğrenebilir miyim en azından?"

Zar zor düzelen nefesime hiç acımıyordu bu adam. Beni burada heyecandan ve stresten öldürmeyi amaçladığını biliyordum. Bunlar hep sulak yerlerin oyunlarıydı. "Neyin?" derken gözlerinin içine bakarak gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Bu teknikle kendisini hipnoz edip bayıltmayı planlıyordum sanırım.

"Irmak..." İsmimi çocuğunu azarlayan bir baba gibi söylemesi hoşuma gitmemişti. Hani kalbimin dallarından kuşlar havalandıran tonlama? Hani saçlarına taç yaptığım çiçekler Azad Tuna?

İçimdeki yangın estirdiği en ufak rüzgarla göklere kadar yükseldiği için bu hipnoz işini ertelemeye karar vermiştim. "Sen çıldırmışsın," derken aniden adama hakaret etmeye başladığımı fark ederek son anda bariz bir şekilde çark ettim. "Çıldırmış falansın galiba." Bu çok başarılı oldu gerçekten. "Koşa koşa kaçan insanın arkasından niye kovalıyorsun?"

"Kaçtığını kabul ediyorsun yani."

"Hayır." derken onun bu topu filelerle buluşturma merakına sinirlenerek kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Öyle bir şey demedim ben."

"Ne demek istedin o zaman Irmak? Lütfen açıkla, rica ediyorum açıkla bana. Dinliyorum." Onu da kendimle aynı delilik seviyesine getirdiğimi fark etmek zor olmamıştı. Aynı benim gibi kollarını göğsünde kavuştururken daha havalı ve daha sinirli gözükmesinin nasıl mümkün olduğunu sorgulamak zorunda kalmıştım.

"Mesai saatim bitti." derken dünyanın en saçma karşı çıkışını yaptığımın ben de oldukça farkındaydım. "Senin dediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilim." Yok bir de saçını çekeyim ama yetişemem ki sırık oğlu sırık.

Sinirleri bozulmuş gibi sessizce gülerken bağladığı kollarını açıp benden tarafa doğru dönmüştü. Köşeye iyice sindiğimde kaçacak hiçbir yerimin olmayışı telaşı bütün vücudumu sarmış gibiydi. Tekrar bütün hücrelerim koşuyor ama hiçbir yere varamıyordu. "Bazen bütün bunları kafamdan uydurduğuma ikna ediyorsun beni." Gülüşü silinirken koyulaşan bakışları nefesimi tutmama sebep olmuştu. "Sonra öyle bir bakıyorsun ki." Eli yüzüme düşen saçlara doğru uzanacak gibi olup sonra duraksamıştı. "Bu kadarını uydurmuş olabileceğimi sanmıyorum."

Azad Tuna hiç acımadan evime dalmış, dolabımı paramparça edip hurcun içine sakladığım vakumlu paketi bulmuştu. Ben de buna sesimi bile çıkarmadan seyirci olmuştum üstelik. Başım dönüyordu, bütün kelimelerimi bir bir kaybetmiştim sanki. Kuruyan dudaklarımı yalayıp kendimi konuşmaya zorladım. "Nişanlısın sen."

Söylediklerime gülerken sabır ister gibi iç çekti. "Hayırlı olsun." Sesi az önceki yoğunluğu hiç yaşamamış gibi alaylıydı. "Bensiz nişan yapmışsınız." Bunları söylerken benim kaçmak ister gibi etrafta dolaşan bakışlarıma tedbir olarak önceki gün olduğu gibi iki tarafımdan demirlere ellerini yaslamayı tercih etmişti. Gezme keklik bu dağlarda seni avlarlar.

Gözlerimin içine korkusuzca ve yüzleşme isteğiyle bakarken ben içime doğru bükülüyordum. "Teşekkürler." derken ona ayak uydurmakta hiç zorluk çekmeyeceğimi bilmesi gerektiğini düşündüm. "Çok güzel geçti. Düğüne seni de çağırırız belki."

"Irmak." Söyleme işte, öyle söyleme adımı. "Git dersen giderim."

Belli ki benim oynamaya gönüllü olduğum oyuna kendisi yanaşmıyordu. Oyunbozan palamut. Ortaya oyunsuz sürdüğü bu teklife karşı poker yüzümü takınmaya çalışıyordum ama tek sorun hayatımda hiç poker oynamamış olmamdı. Üstelik Azad Tuna anlaşma yapmakta da karşısındakinden istediğini almakta da oldukça iyiydi. Bunu binlerce kez gözlerimle toplantılarda görmüştüm. Eminim çok da güzel poker oynuyorsundur. Suratsız kestane.

Kan basıncım damarlarımdan birini çatlatma seviyesine gelmişken alt dudağıma dişlerimi geçirdim. Buna vereceğim cevabı biliyordum. Aksini söyleyemezdim. Aksini söylemek beni öldürürdü ve bu sefer cesedin üstünü ben bile örtemezdim. Hiçbir hurç, hiçbir dolap veya vakumlu paket buna muktedir olamazdı. Bu yüzden dudağıma eziyet etmeyi bırakarak kaderime razı geldim ve Azad Tuna'nın binlerce yavru ceylanı aynı anda barındıran gözlerinin içine baktım. Herhangi bir insanın buna hayır deme şansı var sanki.

"Gitme." Sesimi kendim bile zor duyabilmiştim, onun da duyup duymadığından şüphe ediyordum. Yine de yüzüne sevimli bir gülümseme yayılıp gözleri kısılınca mesajın gerektiği yere ulaştığını anlamıştım. Dudaklarımı zorlayan gülüşü serbest bırakırken otobüsün garip sesler çıkartarak durduğunu fark etmem de bir olmuştu. Bir anda gerçek dünyaya iniş yaparak nereye gittiği hakkında en ufak fikrim olmayan otobüsün birinde olduğumuzu fark ettim. "Çabuk." derken beni hapseden kollarından birine yapıştım Azad Tuna'nın. "İnmemiz gerek."

Daha fazla açıklama beklemeden geçmeme izin verip kolunu koparırcasına onu da peşimden sürüklememe izin vermişti. Bileğinden tutup çekiştirirken elini tutma düşüncesi zihnimin kıyısından keskin bir bıçak gibi geçerek her yeri kan revan ediyordu. Düşünme, düşünme, düşünme.

Ayaklarım kaldırıma değer değmez kolunu serbest bırakmamın sebebi düşünmeden edemeyişimdi. Şeytan doldurur maazallah. Buradan eve dönmemin nasıl mümkün olacağını bulabilmek için etrafıma bakınırken "Bizi nereye gittiğini bilmediğin bir otobüse mi bindirdin?" diye sorduğunu duymuştum Azad Tuna'nın.

"Hayır," derken çaresiz bakışlarımı sonunda ona çevirmiştim. "Sadece kendimi bindirdim. Peşimden gelen sensin."

"Bu çok mantıklı çünkü." Bunu söyledikten sonra o da benim gibi etrafına kısa birkaç bakış atmıştı ama beyefendinin şanslı günü veya şanslı hayatı bu olmalıydı ki köşeden dönen taksi imdadına yetişivermişti. Ben burada iki saat ağlayarak dolanırken kimse yoktu ama.

Bir el işaretiyle araba önümüzde dururken ona cevap verememiş olmamın sinirine bir de kendini beğenmiş bir sırıtışla açtığı kapı tarafından cinnete yaklaştırılmış olmam eklenmişti. Hemen arkamdan arabaya binip evimin adresini verdiğinde de bu sırıtış yüzünden silinmiş sayılmazdı. Yolculuğumuzun geri kalanı boyunca ki bu hatırı sayılır bir süreye tekabül ediyordu tekrar sinirlerimi ayağa zıplatacak bir şey olmamıştı. Üzerimdeki gerginliği atamıyordum. Daha az önce otobüste yaşadığımız anı hazmedecek sürem bile olmamıştı. Bu yüzden Azad Tuna'nın arada sırada kısık sesle sorduğu birkaç soruya kısa kısa cevaplar vermek zorunda kalmıştım.

Arabadan benimle indiğinde ve kapıma kadar gelmekte ısrarcı olduğunda ise sessizce buna uyum sağlamıştım. Kapımın önünde anahtarlarımı çantamdan çıkardığımda içimde biriken sessizliğin daha fazla bekleyemeyeceğini biliyordum. Azad Tuna da bir şeyler söylememi bekliyordu üstelik. Bunu hissedebiliyordum.

Arkamı döndüğümde bir adım arkamda olduğu için kafamı hafifçe geriye eğerek yüzüne baktım. O da en az benim kadar gergindi, bunu göstermemeye çalışsa da anlayabiliyordum. "Ben... Benim kafam her zaman çok karışık. Bunu biliyorsun." Söylediklerime onaylar gibi başını sallaması iyi bir şey miydi, kötü bir şey mi? "Ben sadece bu duygusal arkadaşlık-" Dudaklarını zorlayan gülümsemeyi fark ettiğimde sözümü yarıda keserek kaşlarımı çattım. "Niye gülüyorsun?"

Gizlemek ister gibi eli çenesine gitti, oradaki sakallarını sıvazlarken "Gülmüyorum." diyerek suçunun üstünü kapatmaya çalıştı. "Duygusal arkadaşlık diyordun."

Hafifçe temizlediği boğazına, ciddiyetini korumak için birbirine yaklaşan kaşlarına ve ciddi olmaya zorladığı bakışlarına gözlerimi büyüttüm. "Komik mi sence? Söylediğim şeyleri komik mi buluyorsun? Ciddi bir şey konuşuyorum Azad Tuna."

Ben taramalı tüfek gibi kelimeleri ardı ardına sıralarken Azad Tuna gülümsüyordu. İyi ki gülümsüyordu çünkü kendimi patlayacak gibi hissediyordum ve gülüşü dikkatimi dağıtıyordu. Sevimli, nazik ve tatlıydı. Aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp ellerini omuzlarıma koyduğunda bir anda zihnimdeki kaos sessizleşti. Bunun şaşkınlığını bile duyamıyor gibiydim. Artık moleküllerime ayrılmaya çalışmıyordum ve onun çevresindeyken bu ilk defa yaşanıyordu. "Sadece sakin olman gerektiğini düşünüyorum. Sakin ol ve akışına bırak."

Telkiniyle derin bir nefes alırken kısık bir sesle söylediklerini tekrar ettim. "Sakin ol ve akışına bırak."

"Bir de duygusal arkadaşlık gibi kelimeleri kullanma."

Bir an şaşkınlıkla ağzımın açıldığını hissettim. Sonra eğlenen bakışlarında dalga geçildiğimi anladığım o kısacık saniyede yalancı bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım. "Ayıp ediyorsun bak." derken elleri saçlarımın önüne çıkıyor olmasına aldırmadan omuzlarımdan boynuma doğru kaymıştı. Yüzüm avuçlarının arasındayken dudaklarındaki küçücük gülümsemeyle birlikte bakışları yüzümü arşınlıyordu. Heyecandan dizlerimin bağı kesilmişti ama bu sefer yakınlarımda oda sıcaklığını aşan herhangi bir madde olmadığı için teşekkür ediyordum.

Karşı dairenin açılan kapısının sesi kulaklarımıza ulaştığında bir anda ağırlaşan hava kırılarak ayaklarımızın dibine döküldü. Hızla ve şaşkınlıkla o tarafa doğru dönüp en yakın kız arkadaşı grubumda ilk üçe oynayan Aysel Teyze'yi gözünde planlanmış bir şekilde olduğunu sadece benim anladığım uzak gözlükleriyle karşımızda dikilirken bulmuştuk.

"Irmak kızım," derken söyleyemediği r harfi yüzünden ismim şekere bulanıyordu sanki. "Müstakbel damadımız bu mu? Ben de ne zaman tanışacağız diyordum." Şekerli şekerli konuşup üstüne bir de keyifle attığı kahkahanın beni az önce ipte sallandırdığından haberi olmayarak devam etti Aysel Teyze. "Bir kahvemi içmeden hayatta bırakmam vallahi."

****

Continue Reading

You'll Also Like

186K 8.5K 40
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?
686K 40K 36
Hayatın gerçekleri ile küçük yaşta tanışmış olmasına rağmen hayattan ümidini hiç kesmemiş bir kadın ile, hayata öfkeli bir adamın hikayesi. Bu nazlı...
21.9K 1.2K 31
Doğduklarında Kaçırılan ikizler devamı içeride;) Eminim ki beğeniceksiniz şans vermeyi deneyin keyifli okumalar
2.4M 106K 53
01.08.2017 ~ Genel Kurgu içinde #13 Arabasının içinde bekleyen Altan açılan kapıyı görünce hemen çıktı arabadan ama gelen sadece Zümrüt'tü. O an aklı...