Brotherhood | [Türkçe Çeviri]

By bitterthesweet

14.3K 1.4K 2.2K

[Yoonmin・ Vhope] Yedi genç, berbat hayatlarını geride bırakıp büyümeden önce son bir kez yolculuğa çıkar. ・ O... More

Giriş
Bölüm 1: Güvercin Çocuk
Bölüm 2: Zıpla!
Bölüm 3: Tak tak, prenses?
Bölüm 4: Kötü Örnek
Bölüm 5: İç Çamaşırsız
Bölüm 6: Bahşiş
Bölüm 7: Sikeyim Seni
Bölüm 8: Önerilen Dozaj
Bölüm 9: Boş Konuşma Şeyleri
Bölüm 10: Feleğin Çemberinden Geçmek
Bölüm 11: Hippi Karşıtı
Bölüm 12: Bakire 150
Bölüm 13: Bariz
Bölüm 14: Şamandıra Değil, Çapa
Bölüm 15: Kemikleri ve Ses Duvarını Kırmak
Bölüm 16: Olan Oldu
Bölüm 17: İşaretleri Takip Et
Bölüm 18: Ben Yanındayım Dostum
Bölüm 19: Şişe
Bölüm 20: Uyan
Bölüm 21: Yardım
Bölüm 23: Küçük İstek
Bölüm 24: Yakala Beni
Bölüm 25: Demiryolu Çocukları
Bölüm 26: Biz Tamamen Savaştık [Final]
2. Kitap: Testament of Youth

Bölüm 22: Ruhum Var Benim

371 42 98
By bitterthesweet

Selam, güzel bir bölüm, iyi okumalar!

***

SEOKJİN BAVULUNU OMZUNA ALDI, sağlamca tutmak için kalın kayışlarını düzeltti. O kadar da uzun olmayan bir süre önce bu ağırlığı sinir bozucu buluyordu, sırtında taşırken geçirdiği her saatte sanki bavul gittikçe ağırlaşıyordu, ama şimdi garip bir şekilde alışmıştı. Omuzu bir şekilde bu ağırlık olmadan çıplak gibi hissettiriyordu. Elleriyle kayış tutmak yerine ellerini kotunun cebine koymak doğru gelmiyordu. Seul'den ayrılalı sadece aşağı yukarı iki hafta olmuştu ama yine de bunun iki katı kadar hissettiriyordu, sanki bir aydır evlerinden uzaktaydılar. Şimdiye kadar bulundukları en uzak nokta Gangwon'du ama Seokjin sanki çok uzak diyarlar yolculuk etmişler gibi hissediyordu; yabancı kıyılara yürümüşler ve Seul'den binlerce kilometre ötedeki havayı solumuşlar gibi. Oysa şimdi...şimdi eve dönüyorlardı ve omzundaki bavulun ağırlığı neredeyse yok gibiydi.

"O ne?" Jungkook her zamanki meraklı ses tonuyla sordu, bu sırada diğer odanın dışına adımlıyordu ve Jimin'in elindeki zarfa kocaman gözlerle bakıyordu. Jimin incelemek için zarfı kaldırdı, sanki kendisi de ne olduğunu bilmiyormuş gibiydi.

"Hediye." dedi Namjoon kapıyı kapatıp anahtarla kilitlerken. Anahtarı deliğinden çıkarırken metalik tıkırtılar duyuldu.

"Nasıl bir hediye?" Taehyung diğer odadan gelip gerinerek ısınma hareketleri yapmaya başladığında oğlan gözlerini zarftan çekmedi.

"Resepsiyondaki hanım bize bir hediye verdi." Seokjin açıkladı, aynı zamanda Hoseok'un da diğer odayı kilitlemesini izlerken. "O ve kilisesindekiler Jimin için dua etmiş ve aynı zamanda bu sabah bağış toplamışlar, kadın bize versin diye."

"Bağış mı toplanmış?" Konu Taehyung'un ilgisini çekmişti ve mümkün olsa kulakları dikilebilirdi. Kollarını indirdi ve onlara kocaman açtığı ağzıyla baktı. "Ne, para gibi mi?" Seokjin anahtarları almak için ellerini uzattığı sırada kafasını salladı, iki arkadaşı da kendi anahtarlarını avucuna bıraktılar. "Bir avuç yabancıdan para mı aldık? Yuh?"

"Hey Yoongi," dedi Hoseok sırıtarak, "şey dediğini hatırlıyor musun-"

"Evet evet," Yoongi suratında huysuz bir ifadeyle elini salladı. "Boş konuşmuşum, şaşırdınız mı?" Yoongi onlara tip tip baksa da hepsi kafasını salladı.

"Ben şaşırdım." dedi Jimin alçak bir sesle. "Olan olaylardan sonra kimsenin böyle bir şey yapacağını düşünmezdim..." Zarfı elinde çevirdi ve bakışlarını sırayla herkesin üzerinde gezdirdi. "Biraz kötü hissediyorum."

"Kötü falan hissetme." Yoongi tersçe yanıtladı. "Ne olduysa hepsi kazaydı, başka bir şey değil. Eğer o kadın ve kilisedeki kankaları paralarını böyle harcamak istiyorsa, bırak yapsınlar. Şahsen ben şikayet etmiyorum."

"İyilik için yaptılar, boşuna değil..." Seokjin nefesinin altından mırıldandı.

"Yine de ben ona çiçek almak istiyorum, yol tarifi için teşekkür olmuş olur." Namjoon açıkladı. "Ama bu şehirde nerede çiçekçi bulabiliriz hiçbir fikrim yok..."

"Çiçek mi?" Taehyung ona genişçe sırıttı. "Yoksa Nammie aşık mı olmuş~"

"Bu hürmetkar bir davranış," dedi genç adam onu görmezden gelmeye çalışarak, "Jimin'in dediği gibi ortalığı karıştırdık ama o bize yardım etti."

"Benim için ambulansı o aradı," dedi Hoseok kafasını sallayarak, "ve bize hastaneyi tarif etti ve şimdi de bu."

"Belki çiçek alıp teşekkür edemeyiz ama, ona bir söz verdim." dedi Seokjin binanın içinde yürümeye başlarken, ve dönüp onlara baktı. "Siz çocukları sağ salim eve götürmeliyim ve sözümü tutacağım." Parmaklarını anahtarların ikisinin etrafına sardı ve resepsiyon binasına gitmek için asma verandada ilerledi. Hemen yanındaki yol şu anda trafiksiz gözüküyordu, sadece arabalar birkaç saniyede bir geniş asfalttan geçip gidiyordu. Kamyon gibi büyük araçlar yoktu, onun yerine çoğunlukla arabalar ve motosikletler vardı. Görünüşe bakılırsa Dangjin pek endüstriyel bir şehir değildi. Arkadaşlarının birbirleriyle sessizce konuştuklarını duydu ve alçak basamaklardan indikten sonra kapıya ilerledi, ittikten sonra küçük binaya girdi.

Odanın içinde göz gezdirdiğinde genç kadının açık renkli ahşap bankonun arkasında durduğunu gördü, omzuyla boynu arasına kırmızı telefonun ahizesini sıkıştırmıştı ve önündeki deftere bir şeyler not alıyordu. Seokjin çok ses çıkarmamak için kapıyı yavaşça arkasından kapattı ve kadın hızlıca kimin geldiğine bakmak için kafasını kaldırdı. O telefon görüşmesini bitirene kadar Seokjin kapının kenarında bekledi, kulak misafiri olmamak ve kibar görünmek istiyordu. Birkaç saniye içinde hızlıca verilen cevaplardan sonra kadın görüşmesini sonlandırdı ve sonra ahizeyi yuvasına yerleştirdi.

"Evet?" diye sordu, önündeki büyük defteri bir kenara çekip kollarını bankoya yaslarken. "Yardım edebilir miyim?"

"Ben beş ve altı numaralı odaların anahtarlarını teslim etmeye geldim." diye açıkladı Seokjin odada ilerleyip anahtarları bankoya koyarken. Kadın anahtarları aldı ve sonra arkasına dönüp onları telefonun yanındaki duvardaki sıralı minik kancalardan oluşan anahtarlığa astı. Seokjin onu bir an izledikten sonra işinin bittiğini fark etti ama yine de gitmeden önce ona bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti.

"Ben...ah, çocuklar teşekkür ettiklerini yeterince gösteremediler biliyorum," dedi uzanıp bir anlık saçlarını karıştırırken, gözlerini önündeki deftere dikti. "Sadece olanlardan dolayı fazla şaşkın olduklarını düşünüyorum, anlarsınız ya? Uzun zamandır yollardayız ve geçip gittiğimiz yerlerde pek de kibarlıkla karşılaşmadık. Çoğunlukla tehdit edildik, soyulduk, sokaklara atıldık ve çöp gibi davranıldık." Bir anlık durdu ve sonra kadına hızlı bir bakış attı. Kadın sadece ona dikkatle bakıyordu ve pembe bluzunun üstünde bir isim etiketi olmadığı için Seokjin adını bilemediğine üzüldü. "O yüzden sadece size teşekkür etmek istedim, onların da adına, çünkü gerçekten yardıma ihtiyacımız vardı ve birileri bize yardım etti."

"Hepimizin bazen yardıma ihtiyacı olur," dedi kadın gülümseyerek, "ve bunu istemekte ya da ihtiyaç duymakta yanlış bir şey yok. Dünya bazen zalim bir yer olabiliyor ama eğer birlikte çalışırsak, daha iyi bir hale getirebiliriz değil mi?" Seokjin kafasını salladı ve dediklerine katıldığını söyledi ve kadın önüne düşen bir tutam saçını arkaya topladı. "Ve eğer bizim yardımımız sizi nihayet olmanız gereken yere götürebilirse, buna değer. Şu an tam olarak nerede olmanız gerekiyordu?"

"Seul, eğer inanabilirseniz."

"Seul? Şu an Seul'den baya uzaktasınız. Nasıl buraya kadar tek parça halinde gelebilmeyi başardınız?" kadın şakayla karışık sordu ve Seokjin sadece şaşkın bir ifadeyle omuz silkip kadını güldürdü. "Hayat bazen çok gizemli olabiliyor ama... Sizin kötü çocuklar olduğunuzu düşünmüyorum. Bence şu anda siz kötü bir yere sıkıştınız ve hepsinden...kaçarak kurtulmaya çalışıyorsunuz. Ama bazen bir şeylerden kaçmak yerine yüzleşmek gerekir. Karşısında dikilmek."

"Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz artık." dedi sessizce.

"O zaman sizin için bir kez daha doğru yolu bulmanız adına dua edeceğim. Belki Seul'de değildir, belki daha da uzaktadır, ama gerçekten bu sizin kendiniz bulmanız gereken bir şey."

"...Teşekkürler," dedi Seokjin tekrar, kafasını kaldırırken. "bize dışarıda da yardım ettiğiniz ve ön yargılı olmadığınız için. Bu koruyucu meleğimizin adını öğrenebilsek de iyi olurdu."

"Hyeri," dedi kadın, takma adından dolayı gözle görülür derecede kızarırken. "adım Hyeri."

"Güzel bir isim, güzel ruhunuz için." dedi Seokjin arkasına dönerken ve resepsiyon binasından ayrıldı. Hızlıca alanı gözleriyle tarafı ve arkadaşlarının odaların dışında durmadığını görünce muhtemelen kenardan dolanıp yola çıktıklarını düşündü. O yüzden hızlıca yürüdü ve onları bulmak için etrafına bakındı. Hoseok elektrik direğine yaslanmış ve kollarını göğsünde bağlamıştı, sırt çantası dirseğinin bükümünden sarkarken botunun ucuyla Taehyung'u dürtüp duruyordu. Oğlan hemen önündeki kaldırımda oturuyordu. Yoongi korkuluklara yaslanmıştı ve sırtı dönüktü, öne eğilmişti ve kafasının üzerinde yağmur bulutu gibi gezen dumanlara bakılırsa sigara içiyordu. Namjoon sokağın birazcık ilerisinde iki eli cebinde bir şekilde trafiği gözetliyordu ve Jimin hemen yanındaydı, sırt çantasının kayışlarını tutuyordu. Seokjin nihayet aşınmış olan kayışın ipçiklerle beraber koptuğunu görebiliyordu. Jungkook ise Taehyung'un yanına çömelmişti ve elindeki küçük taşla kaldırıma bir şeyler kazıyordu.

"Gel şuna bir bak!" Taehyung zarfı kaldırıp kendisine bağırdı. "Hadi tahmin et, sence içinde ne kadar var?"

"Bilmem, 40,000₩?" Seokjin omuz silkerek sordu ve herkese baktı. "O civarda bir şey mi?"

"120,000₩!" Oğlan ona bakarken kahkaha attı. "Siktiğimin kilisesinde kaç kişi varmış be?!"

"Dalga mı geçiyorsun?" Seokjin gerçekten uzanıp ondan zarfı aldı, içini açtı ve hızlıca paraları saydı. Dediğinin doğru olduğunu görünce sadece kendi kendine güldü ve kafasını salladı. "Bu kadar para... Eğer otellerde uyumazsak ve trenlere atlarsak neredeyse...bir hafta su ve yemeği dert etmemize gerek kalmaz."

"Ben de öyle diyorum işte!" oğlan sırıtarak dedi. Seokjin zarfı geri uzattığındaysa kafasını salladı. "Hayır, parayı sen taşı. En çok sana güveniyoruz." Bir anlık düşündükten sonra Seokjin zarfı katladı ve kotunun cebine koydu.

"Hastaneden de yemek aldık," dedi Jungkook kaldırıma çizdiği şeyi bitirerek. "o yüzden tek yapmamız gereken biraz içecek depolamak, sonra tren garına kapak atabiliriz."

"BTS... Açılımı ne bunun?" Seokjin onun kaldırıma kazıdığı harflere bakarken sordu.

"Emin değilim..." Jungkook taşı bir kenara atıp ellerindeki tozu kotuna silerken mırıldandı. "Sadece yazması havalıymış gibi geldi."

"Biraz kelime dağarcığını genişletmelisin." Namjoon sırıtarak dedi ve oğlan ayağa kalkarken buna gözlerini devirdi.

"BTS ha?" Yoongi omzunun üstünden dönüp yerdeki kaldırıma baktı. "Ben bir şey buldum."

"Bundan ne çıkarabilirsin ki?" Taehyung gülerek sordu ama Yoongi'nin surat ifadesi gayet ciddiydi.

"BTS: biz tamamen savaştık." Bir anlığına hepsi sessizce bunu düşündü ve sonra Yoongi homurdanarak ayağa kalktı, öne eğilip ayak ucuna dokunarak sırt kaslarını gevşetti. "Ya da şey mesela...belalı tehlikeli salaklar, muhtemelen bu daha iyi." Sigarasını yere attı ve topuğuyla söndürdü.


Otel binasından çok da uzak olmayan yerde bir dükkan vardı. Geniş, 7/24 açık marketti ve neredeyse bir ambar büyüklüğünde olsa da saat kaç olursa olsun yoğunmuş gibi gözüküyordu. Daha sabahın erken saatleri olmasına rağmen içeride insanlar vardı ve Seokjin o kadar da şaşırmadı. Bu ülkede insanlar hiç uyumuyor gibiydi; her zaman ya okul ya iş, ya üniversite ya da hayattan kaçış şeklinde bir meşguliyet vardı. Hızlıca yukarıdaki tabelaya baktı ve içeri adımladı, diğerleri gibi dışarıda beklemek yerine Jungkook da onunla birlikte geldi. İçeride geceyi dışarıda geçirmiş gözüken bir sürü insan vardı: ışıltılı elbiseler ve kısacık etekler giyen kadınlar, topuklu ayakkabılarını giymek yerine ellerinde tutuyorlardı. Hepsi küçük guruplar halinde hafif atıştırmalıklar ve geceden kalmalar için yapılmış ilaçlar alıyordu, muhtemelen baş ağrılarının daha da artmaması içindi. O ilaç içecekler Taehyung'un favorilerindendi, çünkü oğlan her zaman ondan bir ya da iki şişe yanında taşırdı. Seokjin bir kere deneyip tadının nasıl olduğuna bakmıştı ve o kadar da beğenmemişti, oğlanın nasıl o tada dayanabildiğini merak etmişti ama baş dönmesinin geçmesi ve etrafa kusmamak için iyi bir alternatifti. İçeride görebildiği tek erkekler kasanın arkasındaki adamdı ve kolundaki yeşil sepette rastgele şeyler olan yaşlı amcaydı.

Nihayet içeceklerin olduğu buzdolaplarına geldiklerinde neden Jungkook'un kendisiyle birlikte geldiği ortaya çıktı, çünkü oğlan süt istiyordu. Hala uzamak için önünde birkaç yılı olduğundan ve eğer içebildiği kadar çok süt içerse belki Namjoon'u geçebileceğinden bahsederdi. Seokjin onun daha da uzamasına gerek olduğunu düşünmüyordu ama oğlanın süt içmesini engelleyecek değildi, şimdilik paraları yeterliydi. Ayrıca fiyatında da çok bir farklılık yoktu, süt sadece birkaç yüz won daha pahalıydı. O yüzden Seokjin karışmadı ve Jungkook çilekli sütü sepete atarken kendisi de bir düzine şişe su aldığına emin olmaya çalıştı. Bugünlük bu kadarı yeterliydi ve muhtemelen ertesi sabah tekrar stoklarını yenilerlerdi. Jimin için de sepete birkaç bandaj attıktan ve kasaya gidip ödemeyi yaptıktan sonra Seokjin sanki cüzdanıymış gibi zarfı geri cebine koydu.

"Yani kimse tren raylarının nerede olduğunu hatırlamıyor mu?" dedi Hoseok dışarıya çıktıklarında, Jungkook çoktan mutlu bir şekilde sütünü içiyordu.

"Ben sanki şeyde hatırlıyorum..." Namjoon bir anlık durdu, konsantrasyonla gözlerini kısıp kaşlarını kaldırdı. "Şehrin hemen dışında, değil mi? Köprüden sonra?"

"Aynen, ben de orada gördüğümü hatırlıyorum." Taehyung katıldı. "Birine atlamak için şehrin dışında beklemek en iyisi." Seokjin her bir arkadaşına bir şişe su verdi ve onlar da ya çantalarına koydular ya da ellerinde tuttular. Geriye birkaç tane daha artmıştı o yüzden dizlerinin üzerine çöktü ve artanları bavuluna koydu. Çantasını daha ağır ve karışık bir hale getirseler de umursamadı.

"Zaten uç kısımlardayız değil mi?" diye sordu Jungkook, sokağın iki yanına bakarken. "Buradan ayrılmamız çok da uzun sürmeyecektir."

Böylece, daha birkaç gün önce geldikleri yöne doğru şehrin içinde yürümeye başladılar. Aradan uzun zaman geçmese bile gözlerine hiç tanıdık gelmiyordu. Seokjin kendini arkadaşlarına teslim ederek onları takip etti çünkü onlar nereye gittiğini bilse de kendisinin tek bir fikri yoktu. Ama Jungkook haklıydı, şehrin en dış kısmına gelmeleri sadece birkaç dakikalık yürümelerinden sonraydı. Yollar trafikten yoksundu, sabahın erken saatlerinde parlak sarı ceketleriyle çöp toplayan bir grup adam dışında etrafta tek bir canlı yoktu. Bu sefer her şey daha sessizdi, hiçbiri henüz aralarındaki sessizliği kırmak için bir muhabbet başlatmamıştı. Onun yerine şehirden bir an önce ve düzgünce çıkmaya çalışıyorlardı.

Herkes köprüye yaklaştıkça, Seokjin havada sadece gerginlik şeklinde tanımlayabileceği bir his oluştuğunu fark etti. Daha çok Jimin ve Yoongi'den yayılıyordu bu his, ve oğlanın kaçtığı o gece olanlarla ilgili tamamen konuşmamış olsalar da bu köprüyle alakalı bir şeyler olmalıydı. Namjoon burasının popüler bir intihar etme noktası olabileceğini söylemişti, hepsi o işaretlere bakıp incelemişlerdi, ve görünüşe bakılırsa Jimin bunlardan etkilenmişti. Seokjin geride kaldı ve iyi olduklarına emin olmak için onlara yakın bir şekilde yürüdü, bir noktadan sonra Jimin'in pek yürümediğini ve daha çok yanındaki arkadaşı tarafından sürüklendiğini fark etti. Yoongi dimdik duruyordu ve gözlerini köprünün sonundan bir kez olsun ayırmamıştı, ayrıca bu sefer oğlanın bileğinden değil kolundan tutuyordu. Seokjin onun bu sabah arkadaşının bileğini nasıl tuttuğunu görmüştü, ikisini de rahatlatmak amacıyla yapılmış bir hareketti: Bileğini tutarak Yoongi Jimin'e onun yanında olduğunu söylüyordu, ve Jimin de Yoongi'ye hiçbir yere gitmediğini göstermiş oluyordu. Seokjin bu aptal köprüden geçmemiş olmalarını diledi ama şehirden çıkmalarının tek yolu buydu o yüzden sadece sabırla acele etmelerini ve bir an önce bitmesini bekledi.

Nihayet köprüden indiklerinde ve yola çıktıklarında, ayaklarının altında su değil sağlam zemin olduğunu hissettiklerinde, Taehyung arkasını döndü ve iki elini havaya kaldırarak arkalarındaki şehre el hareketi çekti.

"Bir bitmedin Dangjin!" diye bağırdı genişçe sırıtarak. "Hiçbir zaman senden kurtulamayacağız sandım!"

"Tüm kötü şeyler..." dedi Namjoon omzunun arkasından bakarak. "Hepsi geride kaldı, değil mi? Bundan sonra sadece iyileşmeye çalışmak var."

"Kesinlikle." dedi Seokjin kafasını sallayarak. "Artık yeni bir yoldayız; bu sefer doğru olanda."

"Bay bay Dangjin." dedi Jimin sessizce, bir daha hiçbir zaman görmemek için dönüp arkasına bakmadı.

*

Yük treni yanlarından hiçbir zaman geçmeyecekmiş gibiydi çünkü öyle olsa fazla kolay olurdu, neyse ki güne umdukları şekilde pozitif bir şekilde başlamışlardı. Namjoon ve Taehyung'un birkaç gün önceden hatırladıkları rayları bulmaları birkaç dakika sürmüştü. Dangjin'i çevreleyen manzara pek de iç açıcı değildi çünkü görünüşte hiç gerçek yeşillik yoktu. Köprüden devam eden yol genişti, kenarları ise kirli ve boştu. Rastgele çıkmış sarımsı yabani otlardan başka bir şey yoktu, çimenlik yerine çakış taşları vardı. Yoldan geçen arabaların çöpleri etraftaydı, ezilmiş şişeler ve paketlerin resimleriyle yazıları solmuştu. Yine de Seokjin bunun modunu düşürmesine izin vermedi; başını dik tuttu ve ufuktaki iskelete benzeyen elektrik direklerini seyretti. Seul de en yeşil yerlerden biri değildi sonuçta ve bunun kendisini rahatsız etmesine hiç izin vermemişti. Başkent tam bir beton ve cam ormanıydı, içindeki insanlar da rengarenk yaratıklar gibi etrafta dolaşırdı. En azından şu an bulundukları yol sakin ve huzurluydu, o yüzden Seokjin çöplerin ve kuru asfaltın tadını çıkaracaktı çünkü yapılabilecek tek pozitif şey buydu.

Gördükleri tek şey Dangjin'e giden bir trendi, Gyeonggi'de kullandıklarından daha modern bir taneydi. Arkasındaki yük vagonlarının üstü açıktı ve taş ocağından çıkarılmış yükleri, belki de kömür taşıyordu. Uzaklarında kaldıkları için ne olduğunu görememişlerdi, zaten tren tepeye doğru sabit bir hızla gittiği için birkaç saniye içinde gözden kaybolmuştu. Şu an yanında yürüdükleri raylar ise şehirden çıkan trenlerin geçtiği raydı ve boştu. Görünüşe bakılırsa Dangjin ihracattan fazla ithalat yapıyordu, o yüzden bir müddet beklemeleri gerekecekti.

İlk defa çocuklar rayların üzerinde dans etmediler çünkü hali hazırda kullanılıyordu, etraflarında herhangi bir uyarı levhası olmasa da belliydi. Jungkook rayların üzerine çıkmakla ilgili şaka yapmıştı ama Seokjin'in surat ifadesini gördükten sonra vazgeçmişti, uzak durmayı seçip Seokjin'e rahat bir nefes aldırmıştı. Birkaç gündür yaşadıkları kabustan sonra en son ihtiyaçları olan şey Jungkook'a rayların kenarında sekerken elektrik çarpmasıydı.

"Bu trene bindiğimizde," dedi Hoseok, üzerlerine binen sessizliği kırarak. "Nereye giderse takip mi edeceğiz yoksa bir noktadan sonra inecek miyiz?"

"İlk önce Kuzey Chungcheong'a gideceğiz, eğer orada durursa. Eğer Gyeonggi'ye doğru yönelirse orada ineriz." dedi Taehyung, ağzının kenarına koyduğu uzun yaprak konuştukça sallanıyordu. Kovboyculuk oynayan çocuklara benziyordu, gömleği ve eskimiş kotuyla tek eksiği şapkasıydı. "Bizi Seul'e kadar götürmeyecektir, o kadar şanslı olmamıza imkan yok. O yüzden muhtemelen birkaç kere tren değiştireceğiz."

"Ya oralara hiç gidemezsek?" diğer oğlan sessizce sordu.

"Yani, buraya da Gyeonggi'den gelmiştik," dedi Seokjin, "o yüzden düz mantıkla trenlerin en azından geldiği yere geri gideceğini düşünebiliriz. Bizim aksimize onların düzgün bir rotası var."

"Olumsuzluğunu azalt aşkım." dedi Taehyung, kolunu Hoseok'un boynuna atıp onu kendine doğru çekerken. "Bu trenler bizi nereye istersek götürür, sadece inanmamız gerek."

"Tüm saçmalamaların arasında, muhtemelen bu duyduğum en komik şeydi."

"Evet evet aşkım," Taehyung yerdeki bir soda şişesini bir kez daha ezilsin diye yola doğru tekmeledi. "Ayık olduğumda daha çok saçmalıyorum, o yüzdendir."

"O zaman saçmalamalarını daha çok dinleyeceğiz," dedi Jungkook omzunun arkasından dönüp sırıtarak bakarken, "çünkü sen- bekle." Oğlan durup elini kaldırdığında hepsi aniden yürümeyi kesti. "Sanırım -lanet, tren!" Surat ifadesi geniş bir sırıtışa dönüştü. "Tren geliyor!"

Seokjin arkasına bakmak için döndü ve hızla yaklaşan bir tren gördü, modern olanın aksine ucu kurşun gibiydi. Koyu kırmızı bir renkteydi ve hızla rayların üzerinde kayarken ıslık sesi çıkarıyordu. En son atladıklarının aksine bu biraz daha hızlı gidiyordu o yüzden yakalamak için koşmaları gerekebilirdi. Seokjin arkasından kovalamak istemiyordu ve treni kaçırma ihtimallerini düşününce biraz gerildi. Bu birkaç saat boyunca görebilecekleri tek tren olabilirdi ve o yüzden şu anda yakalamak zorundaydılar.

"Tren!" Taehyung genişçe sırıtarak seslice bağırdı, diğer oğlanla yarışarak raylara doğru koşmaya başladı. Jimin'in yanından geçtiği sırada Jimin de dönüp onları izledi ve bileğini Yoongi'den kurtarıp yavaşlamalarını bağırarak ve kahkaha atarak onların peşinden koştu.

"Çocuklar..." Yoongi yorgunca iç geçirdi ama sonra Hoseok da sırıtarak onların peşinden koştu ve geri kalanlar onları eğlenerek izledi.

İlk önce Taehyung ulaştı, ilerisine bakarak doğru vagona karar verdi ve hızlıca bir şeye tutunup yana kaydırarak içeri girebilmek için kapısını açtı. Ama hemen içeri atlamak yerine önce Jimin'i tuttu ve onun girmesine yardım etti, arkasından kaldırdı çünkü tren biraz yüksekteydi. Oğlan vagonun içinde emekledi ve sonra Jungkook atladı, ardından hızlıca Taehyung. Birkaç saniye sonra Hoseok onlara yetişti ve birinin kolu uzanıp ona yardım etti. O sırada tren artık kendilerine yaklaşmış olduğu için Namjoon birkaç adım koştu ve atladı. İçeri girdiğinde Seokjin de raylara yaklaştı ve Jimin'in uzattığı eli tuttu, diğer arkadaşını engellememek için içeri tırmanınca hemen kenara kaydı.

"Aslında biliyor musunuz?" dedi Yoongi, vagonların yanında koşmaya başladığında. "Ben belki de Seul'e yürüyerek gelmeliyim, biraz kafamı dinlerim ve-"

"İçeri gir!" Namjoon gülerek bağırdı.

"ve sizin saçmalamalarınızı dinlemek zorunda kalmam." Yoongi bitirdi.

"Eğer çabuk olmazsan yürümek zorunda kalacaksın!" Jungkook bağırdı.

"Sigaraların bizde, onu düşün!" Hoseok bağırdı ve sonra hepsi gülmeye başladı.

"Siktir, güzel nokta." genç adam mırıldandı, "Trenle yarışacak kadar formda değilim zaten-" Seokjin onu tişörtünden tuttu ve raylara doğru çekip sürükleyerek zorla vagonun içine çıkardı. Yoongi bacaklarını çekerek içeri girdi ve sonra kıpırdanıp ona baktı. "Teşekkürler."

"Öksürük krizine girmene üç saniye kalmış gibi gözüküyordu." Seokjin dalga geçti. Yoongi'nin yanakları kızarmıştı ve sadece kısa süredir koşmuş olsa da nefes nefese kalmıştı.

"Bırakacak mısın artık?" Namjoon sordu ve arkadaşı bileklerinin üzerinde geriye doğru yaslanıp bacaklarını sarkıttı.

"...Nı-ıh." Hepsi ona gözlerini devirdi ve Yoongi sigarasına uzandı. Ama daha çıkarıp açmasına kalmadan Jimin hızlıca uzanıp elinden aldı. "Hey!"

"Daha sonra bir tane alabilirsin," dedi oğlan paketi ortadan kaldırırken. "Bırakmana yardımcı olacağız, değil mi millet?"

"Ciddiyim, sadece bir tane ve sonra-"

"On dakika önce içtin zaten, hayır." Jimin sigara paketini polo tişörtünün göğsündeki cebe koydu ve Yoongi'nin bakışları kumaşta oluşan şişliğe çevrildi.

"Jin, Gyeonggi'deyken ne dediğimi hatırlıyor musun?"

"Ne zaman..." Seokjin hatırlamaya çalışırken kaşlarını kaldırdı ama gerçekten aklına gelmedi. Sanki aradan bir asır geçmiş gibiydi. "Hayır, hatırlamıyorum."

"Sigaralar için ağzıma çok pis şeyler alabileceğimi söylemiştim." dedi Yoongi, konuşurkenki ses tonu ve ifadesi ciddiydi, "o yüzden hanginiz şanslı çocuk olup bana dayayacak, hmm?"

"Yoongi!" Jimin şaşkın bir ses tonuyla söyledi, gözlerini kocaman açmıştı ve hepsi kahkahaya boğuldu. Yoongi'nin dediği şey başlıca gülünesiydi ama oğlanın şaşkın tepkisi daha komikti.

"Bunu demekten gurur duymuyorum ama..." arkadaşı sırıttıktan sonra tek tek hepsine baktı. "Merak ediyorum, hanginiz?"

"Ben yokum." dedi Namjoon kafasını sallayıp sırıtarak.

"Ah öyle mi?" Yoongi kaşlarını abartılı bir şekilde kaldırdı. "Çünkü doğrusunu söylemek gerekirse benim sana dayamamı tercih ederdin."

"Yaa, tabii." genç adam gözlerini devirdi.

"Hmm... Kookie baştan yok zaten, istese de istemese de."

"Ne? Niyeymiş?" Jungkook şaşırarak sordu.

"Daha on bir yaşındasın ve vaov, şu hevese bak." Yoongi tersledi ve oğlan ona cevap vermek için ağzını açtı ama arkadaşı umursamadan devam etti. "Sıradaki kim, hmm?"

"Bak," dedi Taehyung ellerini yukarı kaldırarak, "geçmişte birkaç kere pipi yalamış olabilirim, itiraf ediyorum, ama ı-ıh, şu an o kadar da umutsuz değilim." Yoongi burnundan güldü ve sonra parmağını kaldırıp ona tehditkar bir şekilde salladı. "Ama aşkımla, bilemiyorum o belki-" Hoseok onu karnından dirsekledi ve Taehyung acıyla suratını buruşturup konuşmayı kesti.

"Hadi, o kadar kötü müyüm?"

"Kimsenin böyle bir şeyi açıkça kabul edeceğini sanmıyorum." dedi Seokjin sırıtarak. "O yüzden tabii ki sana hayır derler. Onları yalnızken köşeye sıkıştır ve sonra neler olacağını gör."

"İyi fikir." dedi Yoongi uzanıp onun sırtını patpatlarken.

"Onu cesaretlendirmesene." dedi Hoseok bıkmış bir ifadeyle.

"Hey," dedi Jungkook aniden, genişçe sırıtarak. "Havalı Kıç'a sormadın."

"Kookie." Jimin onun karnını sertçe dirseklerken tısladı ama oğlan kımıldamadı bile, Yoongi'ye bakarak sırıtmaya devam etti. Jimin'in surat ifadesi artık şaşkın değil utanmıştı, sargıların dışında kalan yanağının pembeleştiği görülüyordu. Birkaç saniyeliğine vagon sinir bozucu şekilde sessizleşti ve kimse ne diyeceğini bilemedi ama sonra Yoongi hafifçe kıpırdanıp döndü ve Jimin'e baktı.

"Şimdi sigaralarımı alabilir miyim?"

*

Tüm malzemeleri önünde hazırdı: antiseptik şişesi, pamuk pedlerle dolu küçük plastik çanta, bandaj rulosu ve geniş yara bantlarıyla dolu küçük kutu. Ama yine de Seokjin bunu yapmaya hazır hissetmiyordu. Gergindi ve yine de oğlan için bunu yapmak zorundaydı. Jimin kendi başına bandajlarını değiştiremezdi ve diğerlerinin çoğu da çoktan uyumuştu. Güneş ufukta batmaya başladığı zaman Hoseok ve Taehyung köşeye kıvrılıp uyumuştu ve Namjoon da dalmak üzereydi. Seokjin Jungkook'u böyle bir şeyle görevlendirmek istemiyordu ve Yoongi zaten yeterince onunla ilgilenmişti. Eğer Yoongi'ye bıraksaydı, genç adam onun derisindeki kesikleri görüp oğlanın acıyla inlediğini duyduğu an sonunu getiremez yarıda bırakırdı. O yüzden Seokjin yapmaya karar vermişti, kimse itiraz edemeden gönüllü olmuştu.

"Sorun ne?" Jimin sessizce sordu önünde kıpırdanırken, dizlerinin üstüne oturmuş ve ellerini de bacaklarının arasına sıkıştırmıştı.

"Hiçbir şey." dedi Seokjin tatmin edici bir gülümsemeyle, ve ilk önce kontrol etmesi gereken yerin o olduğunu düşünerek uzanıp Jimin'in boynundaki bandajı açmaya başladı. Kendi ellerinin hafifçe titrediğini gördü ama önündeki oğlanın fark etmemesine şükretti. "Sadece öylesine düşünüyordum..."

"Ne hakkında?" Jungkook sordu, vagonun duvarlarından birine yaslanmıştı ve dizlerini kendine çekip dirseklerini üstüne yaslamıştı. Elinden sarkan yarı boş bir su şişesi vardı.

"Her şey hakkında aslında." diye yanıtladı Seokjin, sabitleyici iğneyi çıkarıp hızlıca bandajları çıkarırken. Jimin bakışlarını indirip onun ne yaptığını görmeye çalıştı. "Sadece sebepsizce düşünüyordum." Bandaj aşağı sarkmaya başlayınca eline doladı ki vagonun kirli zeminine değmesin. Birkaç saniye içinde tamamen çıkarmıştı. Yoongi'nin daha iyi görebilmek için arkasından kıpırdandığını duydu.

Boğazındaki iz aslında küçüktü, hayalindekinden çok daha küçük ve temizdi. Dikişlerin derisini bir arada tuttuğu yerde hafifçe dışa doğru kabarmıştı ve bir santim kadar olmalıydı. Siyah dikişlerin kenarındaki alan hafifçe pembeydi ama utanınca kızaran yanaklarından daha koyu bir renkte değildi, ki bu iyiydi. Buradan etine hançere benzeyen yeşil bir cam parçası saplandığını düşünmek zordu çünkü o gece daha büyükmüş gibi gözüküyordu, ve o anki korkularıyla olduğundan daha korkunç gördükleri de şimdi ortaya çıkmıştı.

"Bana iyiymiş gibi gözüküyor." dedi yara bandı paketini açıp bir tane çıkarırken. "Çok küçük Jimin. Belki sonra izi kalmayabilir bile."

"O zaman Havalı Kıç olamam." dedi oğlan rahatlamış bir şekilde gülümseyerek, o sırada Seokjin yara bandının arkasını söküp hafifçe bastırarak boğazına yapıştırdı. Bant ihtiyacı olandan fazla büyüktü ama dikişleri kapatıyordu ve bu yeterliydi.

"Ne olursa olsun Havalı Kıç olmaya devam edeceksin." dedi Jungkook sırıtarak, Seokjin bandajı kaldırırken. Ertesi gün onu temizlemesi gerekecekti, muhtemelen halka açık tuvaletlerden birinde temizlerdi ve el kurutma makinesiyle kuruturdu. Bu düşünceyle yüzünü buruşturdu, hiç de sağlıklı olmayacaktı. O yüzden birazcık daha hijyenik olabilmek adına bandajların altına yara bandı koyacaktı. Ertesi gün birkaç saatliğine boğazını açık bıraktığı zaman bir şeyler düşünebileceğini umdu.

"Acıyor mu?" Seokjin sordu, yanağındaki sargıya bakarken.

"Pek değil," dedi Jimin omuz silkerek, uzandı ve sargıya dokundu. "Biraz yanıyor ama o kadar. Belki biraz da batıyor ama acımıyor, sadece sinir bozucu."

"İyi...ama acılı kısmı şimdi geliyor." Uzanıp oğlanın suratını nazikçe avuçladı, hafifçe hareket ettirerek burnundaki bandı tuttu. Sonra köşesinden kaldırdı ve sargıları soymaya başladı.

"Mmm..." Jimin nefesinin altından acıyla bir ses çıkardı çünkü sargı suratına yapışmıştı ve Seokjin hızlıca çekip çıkarırken cırt sesi çıktı. Ortaya çıkan yeni görüntü, Seokjin'in ürpermesine yetti.

Şişe oğlanın çenesine çarpıp patlamıştı ve boğazına cam parçası saplansa da en çok hasar veren o değildi, çenesi ve yanaklarının altı daha kötü gözüküyordu. Darbenin etkisini açıkça görebiliyordu, kulağının altına kadar uzanan derin kesikler vardı. Bir haritanın üzerindeki çizgiler gibi, ya da örümcek ağı gibi dağılmışlardı ve karmakarışıktılar. Bazıları sadece yüzeyden geçmiş küçük kesiklerdi, ama bazıları daha derin, uzun ve acılı gözüküyordu. En kötüsü yanağının altından çene kemiğine uzanan kesikti ve Seokjin bu manzarayı seyrederken biraz önce yaptığı yara izi yorumunu içten içe geri aldı.

"Kötü mü? Çirkin mi gözüküyorum?" oğlan gergin bir sesle sordu, uzanıp suratına dokunmak istemiyordu ama göremiyordu da.

"Hayır, hayır mükemmel gözüküyorsun Jimin." dedi Yoongi mümkün olan en içten sesiyle. Bunun üzerine oğlan fark edilir derecede gevşedi, kirli bandajlara bakarken yavaşça nefes alıp verdi. "Asla çirkin gözükemezsin."

"Ne kadar acıtacak?"

"Sana yalan söylemeyeceğim." dedi Seokjin antiseptiği alıp pamuğa dökerken. "Çok acıtacak ama kesikleri temizlememe izin vermelisin, tamam?"

"C...cesur olacağım."

"Tabii ki cesur olacaksın." dedi Jungkook. "Sen Park Jimin'sin, Seul'deki en havalı kıç." Oğlan bu yanıta güldü ama kulağa korkmuş ve gergin geliyordu, haklı olarak. Seokjin ellerini kaldırmadan önce en genç oğlana minnettar bir bakış attı ve sonra pamuğu Jimin'in yanağının üstünde tuttu. Şu anda Jimin'in biraz cesaretlendirilmeye ihtiyacı vardı. En kötü kısmı geçmişte kalmış olabilirdi ama iyileşme kısmı daha acı verici geçecekti.

"Hızlı olacağım." dedi Seokjin onun yanağına pamuğu bastırırken.

Jimin keskin bir nefes çekti ve anında suratını buruşturduğunda Yoongi uzanıp onun elini tuttu. Saniyeler içinde gözlerini sımsıkı kapatmış olsa da oğlanın yanağına yaşlar aktı. Seokjin elinden gelen en hızlı şekilde temizledi. Oğlanın yanağından akan antiseptik hafifçe kırmızıya bulanıyordu. Tamamen bitirdikleri zaman Seokjin pamuğu koyup sargılara uzandı ve yapıştırıp korkunç kesikleri kapattığında Jimin suratını gevşetebildi.

"Lah...Lanet." yara bandını sabitlediği sırada Jimin inledi. Uzanıp kendi ıslanmış yanaklarını silmesine kalmadan Yoongi onun için sildi, baş parmağı ve avucunun yanıyla narince göz yaşlarını sildi. Oğlan ona izin verdi ve birkaç kere burnunu çekti. "Bu çok acıttı."

"Seul'e döndüğümüz zaman," dedi Jungkook, "biraz para kazanmak için şarkı söyleyeceğim, tamam? Ve sana alabileceğim lanet olasıca en büyük sundae'yi alacağım."

"Sanki bebekmişim gibi konuşuyorsun." dedi oğlan gülerek, bu sırada sağlam olduklarına emin olmak için sargılarına dokundu. "Doktora ya da dişçiye gittiklerinde lolipop vermeleri gibi..."

"Ki böylece dişçiye boşuna gitmiş oluyorsun." Seokjin kirli sargıları ve pamukları toparlayıp açık vagonun ağzından aşağı atarken dalga geçti.

"Şekersizlerdir belki?" Yoongi kaşlarını kaldırarak sordu, ağzında şekerli bir lolipoptan çok daha zararlı olan sigarası vardı. "Şimdi böyle şeyler de çıkmadı mı?"

"Sence o çocukları kandırabilirler mi?" Jimin sordu. "Dişleri delik bir avuç sinirli çocuğu düşün, lolipoplar için isyan çıkarmışlar..."

"Hala uyuşuk hissediyor musun?" genç adam dediğine sırıtırken sordu.

"Hayır, yorgunum."

"Saatlerce sadece yattın!" Jungkook güldü.

"Yine de yorgunum." Jimin mırıldandı ve bir esnemesini bastırdı. "Şu anda çok ağır hissediyorum... Sanki üstüme bir yük binmiş gibi."

"Biliyor musun, uzun zamandır bu da bana yük yapıyor." dedi Seokjin uzanıp bavulunu alırken. Fermuarını açtı ve bir şeyler aradı. Bir an sonra parmakları kitabının kapağına değdi ve tutup çıkardı.

"Oha, tabii yapar." Yoongi sigarasını ağzından çıkarıp onu işaret etti. "Çapa resmen! O kitap ne kadar kalın, ha?"

"Yedi yüz sayfa civarı." diye yanıtladı Seokjin kitabı tutup kapağına bakarken. Sıkıcı, düz koyu mavi renkteydi ve beyaz harflerle adı yazıyordu, hiç resim yoktu. Baş parmağını üstüne yerleştirdi ve hızlıca çevirdi, sayfaların hışırtı sesini duydu. Her sayfada pembe yapışkanlı bir not ya da parlak sarıyla çizilmiş cümleler vardı: çalışmalarının göstergesi. "Bir dönem boyunca çalıştığım şeyler bu kitabın içinde ve komik bir şey duymak ister misiniz? Neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece paragraflarca bilgiyi bakmadan yazdığımı hatırlıyorum, anlamadan ve kavramadan. Sadece beynime kopyala yapıştır yaptım, başka bir şey değil."

"Derslerde kalabilmek için çoğunu anlamış olman gerekmez mi," diye sordu Jungkook suyundan bir yudum alırken, "yoksa çoktan atılırdın, değil mi?"

"Ah anlıyorum zaten," Seokjin açıkladı, "ama aslında anlamıyorum da. Kulağa saçma mı geliyor?"

"...biraz?" dedi Jimin sessizce.

"Yani, felsefe her zaman ilgimi çeker. Her zaman bir şeylerin üzerinde tartışıp yorum yapma fikrini severim, dünyayı tamamen farklı bir bakış açısıyla görmek ve kendi peşin hükümlü kanılarımla mücadele etmek ve-"

"Joonie gibi konuşmaya başladın." Yoongi sırıtarak onu kesti ve o da durdu ve düşüncelerini toparlarken kalın kitabı kucağına koydu.

"Dünyayı ve içindeki her şeyi anlamak istiyorum. Bu yüzden felsefe okumaya karar verdim ve uzun süre severek yaptım, bir yere gelebileceğimi hissettim ama sonra... Sonra bir şeyler değişti ve artık doğru gelmemeye başladı." Seokjin derince iç geçirdi. "Artık eğlenmiyorum, sevdiğiniz şeyleri yaparken eğlenmeniz gerekir, artık angarya gibi gelmeye başladı. Amfiye karnımda garip hislerle girmeye başladım, anksiyete ve bıkkınlık karışımı hislerle, ve olmuyor. Bazen dalıp gittiğim için ne dinlediğimi anlamıyorum ve dersin ortasında çıkıp gidiyorum."

"Ben ve matematik dinlerkenki halim." Jungkook gülerek dalga geçti.

"Düşünüp duruyorum...yani, belki böyle olması gerekiyordur? Belki artık hayat bu şekilde olmalıdır. Sürekli eğlence ve oyunlarla geçemez, belki de artık gerçekten yetişkin olmaya başladım ve bunu kabullenmeliyim ama... İstemiyorum. Zevk almak istiyorum, bu kitabı alıp amfiye oturduğum zaman heyecanlı hissetmek istiyorum. Bu salakça mı, sizce ben salak mıyım?"

"Hayır." dedi Namjoon yattığı yerden öbür tarafında dönerken, kafasını bavulunun üstünde kıpırdatıp uykulu gözleriyle ona baktı. "Salakça değil. Ne derler bilirsin? Sevdiğin şeyi yap, yaptığın şeyi sev. Eğer sevmiyorsan o senin için doğru olan değildir."

"Herkes yaptığı şeyden zevk alabilir mi?" Seokjin dalgınca sordu.

"Belki alamaz," genç adam tembelce omuz silkti, "ama bu kendini teslim etmen anlamına gelmez. En azından seni mutlu eden şeyi bulmayı denemelisin ve ona ulaşmaya çalışmalısın. Belki sonra, tekrar tekrar denedikten sonra, pes edip elindekiyle yetinebilirsin ama asla denemeden bırakma."

"Güzel bir tavsiye." Yoongi kafasını sallayarak onayladı, sigarasını tekrar ağzına yerleştirdi. "Hepimiz kendimize bir pay çıkarabiliriz."

"Bunu artık yapmak istemediğimi hissetmeye başlıyorum, felsefe okumak. İlgim azaldığından falan değil ama geleceğimi tamamen ona vermek istemiyorum." Bakışlarını indirip kitaba baktı. Arkadaşının dalga geçtiği gibi kucağında çapa gibi hissettiriyordu. "Artık dünyayı kendim için anlamak istemiyorum... Onun yerine başkalarına öğretmek istiyorum."

"Öğretmek mi istiyorsun?" Jungkook şaşkınca sordu ve o da heveslice kafasını salladı. "Kim Seokjin...öğretmen. Hey, aslında kulağa hoş geliyor değil mi?"

"Evet," Jimin gülümseyerek katıldı, "gerçekten bunu yapabilirsin. Çocuklar sana bayılır, yani akıllısın, ilgilisin, ne olursa olsun bizi desteklersin. Senin gibi bir öğretmenim olmasını isterdim."

"Niye? Sana, Kookie'ye ve Tae'ye her dersin sonunda disiplin cezası verirdim kesin." Seokjin yanıtladı ve tren vagonu arkadaşlarının gülüşme sesleriyle doldu.

"Nı-ıh, senin dersinde kesin uslu dururdum." dedi oğlan canlı bir şekilde kafasını sallayarak.

"Öğretmenlik?" Namjoon bir kez daha dönüp sırtının üstüne uzandı ve tavanı seyretmeye başladı. Bir an bunun havada kalmasına izin verdikten sonra konuşmaya devam etti. "Büyük bir meslek değişimi, hmm?"

"Öyle, ama aşama aşama olacağı için zor olmaz. Asıl sorun... Kendi alanımla devam edip birkaç yıl içinde alışmayı mı beklemeliyim, yoksa başka bir şeye mi geçmeliyim? Beni daha iyi hissettiren ve kendimi tekrar doğru yolda hissettiren?"

"Kendini daha iyi hissettireni seç," dedi Yoongi anında, "evet, seni gerçekten heyecanlandıran şeyi."

"Bence de." dedi Jimin kafasını sallayarak. "Beklentileri karşılamak için kendini zorlama. Sana doğru gelen şeyi yap."

"Ne yaptığın fark etmez." dedi Jungkook. "Çünkü her zamanki gibi onda da mükemmel olursun, o yüzden yap gitsin dostum."

"Ben kendi fikrimi çoktan söyledim." dedi Namjoon. "Seni ne olursa olsun destekleyeceğimizi biliyorsun, ama bu kararı kendi başına vermelisin Jin. Bu senin hayatın, biliyorsun?"

"Benim hayatım, ama sizinle paylaşıyorum değil mi?" Seokjin bileklerinin üzerinde geriye doğru yaslandı ve bütün bunları düşünürken derince iç çekti.

Arkadaşları tamamen haklıydı ve onun düşüncelerini toparlamasına yardımcı olmuşlardı, kafasının içinde sürekli düşündüğü ama seslendiremediği fikirlerini. Gerçekten öğretmenlik gibi bir şeyin kendisine uygun olduğunu hissediyordu, felsefeye olan ilgisi sadece bir hobi olarak kalırdı. Aynı Jungkook ve Hoseok'un sıkıldıklarında resim çizmeleri gibi, o da felsefi kitaplar okumayı ve üzerinde düşünmeyi seviyordu ama bu geleceğini vermek istediği bir şey değildi ya da kendini öyle hayal edemiyordu. Ama öğretmenlik... Diğerlerine yardımcı olmak, hayatta ne yapmak istediklerini keşfetmelerini sağlamak, kulağına mükemmel geliyordu. Bunu yapabilecek kararlılığa sahip miydi peki? Şu an okuduğu bölümden ayrılıp şimdiye kadar yaptığı her şeyi çöpe atarak tamamen başka bir yerden, en baştan başlamak? Kısa bir süre önce bunu düşünmek kendisini korkutuyordu ama şu anda gerçekten yapabilecekmiş gibi hissediyordu. Baştan başlayabilirdi, küçük bir hareketle geleceğini değiştirebilir ve mutlu olabilirdi. Bunun için gereken tek şey cesaretlilikti. Seokjin kendini hiçbir zaman cesur biri olarak düşünmezdi ama geçirdikleri birkaç haftadan sonra farklı düşünmeye başlamıştı. Okuduğu bölümü bırakmaktan çok daha kötü şeylerle yüzleşmişti, imkansız gözükse de oğlanları bir arada tutabilmeyi başarmıştı. Kazalar olmuştu, ölüm kalım meseleleri, ama yine de hepsi ayaktaydı ve kendisiyle birlikte buradaydı. O yüzden neden biraz cesaretini toplayıp yeniden başlayamayacaktı ki?

"Yapacağım." dedi birkaç dakika düşündükten sonra. "Seul'e döndüğümüzde üniversiteden ayrılacağım ve başka bir tanesine geçiş yapacağım. Part-time iş bulacağım ve naklim tamamlanana kadar orada çalışacağım."

"Eğer uğrayacak bir yere ihtiyacın olursa benim dairem boş." Namjoon yanıtladı, uykulu göz kapakları titredi. "Yani küçük ama...yer var."

"Ruhumu vermeden bir şeyi yapmaya kendimi zorlayamam ve-" Seokjin bir an durdu ve sonra kendi kendine gülme ihtiyacı hissetti.

"Ne?" diye sordu Jimin gülerek, ifadesine kalırsa biraz kafası karışmıştı.

"Yok bir şey." dedi Seokjin elini sallayarak. "İstemediğim halde bu şeyleri yapmaya devam edemem. Yeniden başlayabilirim. Gencim, önümde hala beni bekleyen bir hayat var ve olmak istediğim yerde olabilmem için bir sürü zamanım var. Hiçbir şey için acele etmeme gerek yok. Tüm köprülerimi yakıp yenilerini inşa edebilirim, bu sefer daha sağlam bir şekilde; üzerinde yürüyebileceğim ve altımda yıkılmayacağına emin olduğum."

"Yakmak, hmm?" Yoongi kafasını hafifçe eğerken sordu. "Bana iyi bir fikir verdin..." Elini ona doğru uzattı ve Seokjin bir anlığına onun avucuna baktıktan sonra kitabı istediğini anladı ve ona uzattı. Böylece Yoongi kitabı ondan aldı ve sayfaları hızlıca çevirerek incelemeye başladı. "Bu şeyden kurtulmak istediğine emin misin?"

"Daha önce hiç bu kadar emin olmamıştım." Seokjin onayladı.

""...Filozof Platon, Sokrates'in talebelerinden biriydi."" Yoongi en iyi profesör taklidi sesiyle okudu, burun deliklerini genişleterek sayfaya baktı. Diğerleri bunun üzerine kahkahaya boğuldu. "Neden bu arkadaşların saçma sapan isimleri var? Her neyse..." Sayfayı çevirdi ve boğazını temizledi. ""Sokrates ve onun talimleri hakkında bildiğimiz her şeyi Platon'a dayandırabiliriz, çünkü Sokrates'in kendisi hiçbir zaman tek kelime yazmamıştır. Onun yerine Platon senaryolar yaratmıştır, çoğunlukla muhayyel ama doğru olasılıkla-"" arkadaşı okumayı kesti ve sayfayı parmaklarının arasında tutup sertçe yırttı. Sayfa koparken yüksek bir yırtılma sesi çıktı ve sonra Yoongi onu buruşturup vagonun zeminine fırlattı. Sonra kitabı Jimin'e uzattı ve bir an sonra oğlan elinden aldı. Tam ortasından açtı ve okumaya başladı.

""Etik, aslında Yunan ahlak felsefesindeki..." bunu telaffuz edemiyorum, ah, bir şey bir şey kelimesinden türemiştir, "iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı, erdemi ve ayıbı, adaleti ve suçu, "" oğlan inledi, "Nasıl bu şeyi okuyabiliyorsun?" Sonra sayfayı yırttı ve kitabı en genç oğlana paslarken sayfayı buruşturup top haline getirerek yere attı. "Fazla akıllısın, okuduğumun yarısını bile anlamadım."

""Konfüçyüs,"" bizim Konfüçyüs'ümüz değil tabii ki," dedi Jungkook uzanıp Namjoon'un dizini patpatlarken ve hepsi bir kez daha güldü, "etik kurallarının sıklıkla erdem etiğine yönlendirildiğini öğretti; içsel-gelişime büyük bir değer kazandırarak, emülasyonun-" ah, çok büyük bu kelimeler." Sayfayı yırttı ve vagon zeminindeki diğerlerinin yanına buruşturarak attı. Kitabı Namjoon'a uzattı ama o elini salladığında Jungkook kitabı geri Seokjin'e verdi. Seokjin onu hızlıca aldı ve yapışkanlı kağıdıyla aradığı sayfayı bulup açtı.

""Aristoteles ruhun fiziksel varlıktan ayrı düşünülemeyeceğini savunıyordu, çünkü yaşayan kimliklerin ruha ihtiyacı vardı ve-" aslında haklısın, bu kitap çok gereksiz." Sayfayı yırttı ve buruşturdu, sonra dizlerinin üstüne çıktı ve emekleyerek açık vagon kapısının yanına ilerledi. Kimse onu durduramadan kitabı aşağı attı. Tren hareket etmeye devam ettiği sırada kitabın sayfaları havada uçuştu ve sonra gözden kayboldu, yere düşme sesi bile duyulmadı. Bunun üzerine arkadaşları tezahürat yapıp alkışladı ve Seokjin istemeden gülümsediğini fark etti.

"Demin neye gülmüştün?" Jungkook ona sorduğu sırada geri yerine oturdu ve bacaklarını bağdaş kurdu.

"Denemem, geçen hafta teslim etmem gereken... Ruh ile alakalıydı. Ruh nedir? Nasıl tanımlarız? Bununla ilgili popüler görüşler nedir ve fikir akımları nelerdir? Kütüphanede bunu araştırmak için saatlerimi harcadım. Ruh nedir bilmiyordum, başkasının yazdıklarını geçirmem gerekecekti tabii ki, kendim bulamazdım ama...ama şimdi ruh nedir biliyorum. Artık tanımlayabilirim." Seokjin açık vagon kapısından bakıp gülümsedi.

"Ah öyle mi?" Yoongi çakmağını çıkarıp zemindeki buruşuk kağıtları yakmaya başlarken sordu, küçük alev sayfaları anında yuttu.

"İnsanın ruhu, sahip olduğu arkadaşlarıdır."





***

Bu bölümde Seokjin'in iç dünyasını da görmüş olduk. Ve final havasını hissetmeye başladık sanki? Son dört bölüm kaldı...

Bu arada Biz Tamamen Savaştık için gerçekten çok düşündüm. Orijinal hali Boys That Survived'dı ve ingilizcesi Hayatta Kalan Oğlanlar olarak hikayeye çok uysa da Türkçeye en iyi böyle çevirebildim... Birlik Te Savaşanlar, Belalarla Talihsizce Savaşanlar falan düşündüm fsjhfasjkh Eğer aklınıza BTS için bu hikayeye uyan bir açılım gelirse lütfen bana da söyleyin, onu yazayım!

Haftaya 23. bölümde görüşürüz!

Continue Reading

You'll Also Like

389 101 42
Dédié aux étoiles qui ont perdu leur lumière.
226K 21K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
1M 103K 50
Eşcinsel olduğu açığa çıkınca okulda zorbalığa maruz kalan Jeon Jungkook ve onu zorbayan arkadaşları gibi homofobik olduğunu zanneden okulun popüler...
33.7K 4.6K 24
Ben kendisine bile bakamayan çelimsiz bir kurt iken, bir insan yavrusuyla büyümüştüm.