Brotherhood | [Türkçe Çeviri]

By bitterthesweet

14.3K 1.4K 2.2K

[Yoonmin・ Vhope] Yedi genç, berbat hayatlarını geride bırakıp büyümeden önce son bir kez yolculuğa çıkar. ・ O... More

Giriş
Bölüm 1: Güvercin Çocuk
Bölüm 2: Zıpla!
Bölüm 3: Tak tak, prenses?
Bölüm 4: Kötü Örnek
Bölüm 5: İç Çamaşırsız
Bölüm 6: Bahşiş
Bölüm 7: Sikeyim Seni
Bölüm 8: Önerilen Dozaj
Bölüm 9: Boş Konuşma Şeyleri
Bölüm 10: Feleğin Çemberinden Geçmek
Bölüm 11: Hippi Karşıtı
Bölüm 12: Bakire 150
Bölüm 13: Bariz
Bölüm 14: Şamandıra Değil, Çapa
Bölüm 15: Kemikleri ve Ses Duvarını Kırmak
Bölüm 16: Olan Oldu
Bölüm 18: Ben Yanındayım Dostum
Bölüm 19: Şişe
Bölüm 20: Uyan
Bölüm 21: Yardım
Bölüm 22: Ruhum Var Benim
Bölüm 23: Küçük İstek
Bölüm 24: Yakala Beni
Bölüm 25: Demiryolu Çocukları
Bölüm 26: Biz Tamamen Savaştık [Final]
2. Kitap: Testament of Youth

Bölüm 17: İşaretleri Takip Et

371 42 65
By bitterthesweet

***

HOSEOK KATLANMIŞ TİŞÖRTÜ sırt çantasının içine koydu, diplere doğru iterek kalan diğer birkaç eşyası için yer açtı. Odanın içinde arkadaşları da acele ile yarın sabah için çantalarını hazırlıyordu, güneş ufukta yükselmeye başladığı vakitlerde sonraki şehir için yola çıkacaklardı. Olan biten her şeye rağmen nihayet buradan ayrılıp hareket edecek olmaları fikrinin Jungkook'u mutlu ve çoşkulu yaptığını hissedebiliyordu. İkindi vaktini odanın içinde yürüyerek geçirmişti, volta atmak gibi değil de, bir şekilde enerjisini yakmaya çalışıyor gibiydi. Nasıl olup da oğlanın araba kazasından sonra böyle olduğu Hoseok'a kalırsa bir mucizeydi ve Seokjin'in oğlana bu konuda ne kadar şanslı olduğunu söylediğini hatırladı. Yani, gerçekten de öyle değil miydi? Hoseok berbat hissetti çünkü kendisi bir avuç bile hap yutmadığı halde kendinden geçmişti ama en küçük oğlan araba tarafından havaya uçmuştu ve şimdi resmen parende atıyordu. Aradaki farka gülesi geldi ve biraz zavallı hissetti.

"Eğer yola çıkabileceğini düşünmüyorsan," dedi Yoongi sigarasını ağzından çıkarırken, "sadece bize şimdi söyle Kookie. Kızmayacağız, söz veriyorum." Yoongi hazır bavuluyla birlikte, bacaklarını bağdaş kurmuş ve kambur bir şekilde tam önündeki halıda oturuyordu. Sigaranın külünü halıya silkti.

"Hey, ben gayet iyiyim." dedi Jungkook çantasının fermuarını çekerken sırıtarak. "Muhtemelen yolun sonunda asıl ben seni sırtımda taşıyor olurum."

"İyi? Hah, siz millet onun kaburgalarını hiç gördünüz mü? Göster onlara." Ve bunun üzerine oğlan tişörtünün ucundan tuttu ve kaldırıp karnıyla kaburgalarını ortaya çıkardı. Manzara cildinin üzerindeki rengarenk morluklardan oluşuyordu: morlar ve maviler ve hatta bazı kırmızılıklardan. Hoseok başka bir tişörtü sırt çantasına koyarken irkildi ve arkadaşlarının nefes çekme ve homurdanma sesleri çıkardığını duydu. "Kaburgalarının üzerinde Avrupa kıtası şeklinde bir morluğu var ve o 'gayet iyi'." Yoongi çubuğunu tekrar ağzına alırken sırıttı. "Ah bu çocuk, yemin ederim..."

"Ayrıca, diğer şehre varır varmaz kendimi otel odasına atacağım." dedi Jungkook, çantasını kaldırıp yatağın yanındaki zemine atarken. Bu sırada ağrıyan kaslarını oynattığı için hafifçe suratını büzüştürdü. "En azından nihayet tüm gün kıçımın üstüne yapışmamış olacağım."

"Keşke ben öyle olsaydım." Yoongi nefesinin altından mırıldanınca hepsi buna güldü.

"Sizce diğer şehirde de tamirciler var mıdır?" Jimin yerde oturan pozisyonundayken sordu, o da bağdaş kurmuş ve dirseklerini dizine yaslamıştı.

"Bir zahmet Gerzek Kıç, illa ki vardır." dedi Taehyung sırıtarak. Lavabodan çıkıyordu ve saçı biraz önce aldığı duş yüzünden ıslaktı.

"Ne demek istediğimi biliyorsun," dedi oğlan göz devirerek. "Beni işe alabilecek bir tane soruyorum."

Hoseok bu bölgede iş aramak için sokaklarda olmamıştı ama herkesin dediğine bakılırsa buralarda baya zordu. Jungkook ilk gününde bulamamıştı zaten ama diğerleri bulmuştu, ancak bugün yine de onların da seçenekleri sönmüştü. Yoongi polislere yakalanmaktan korktuğu için pizza teslimatı yapmamaya karar vermişti ve tüm gün amaçsızca dolandıktan sonra sadece geç bir bulaşık yıkama vardiyası bulabilmişti. Namjoon'un benzinlikteki arabalara benzin doldurma ve arada bir kasaya bakma ile geçen tam günlük vardiyası, çok küçük bir yevmiye getirmişti. Üstelik önceki gün çalıştığı saatleri göze alınca çok gülünesi bir miktardı. Ve bugün paraya ihtiyacı olan başka bir çalışan tarafından yeri doldurulmuştu, o yüzden sokaklarca yürümüş ama işine başlayamadan geri dönmüştü; eli boş ve yorgun. Jimin ise araba yıkama ve tamirci işini garantiye almıştı ve aslında uzun bir süre işini koruyabilir gibiydi, ama ihtiyaçları olan tüm parayı o kazanamazdı ve öyle ya da böyle, daha iyi alternatifleri olan bir yere hareket etmek zorundaydılar.

Ve Taehyung... Taehyung'un ne işler çevirdiğini bilmiyordu bile.

Hoseok hala önceki gece oğlanın yaptığı şeye inanamıyordu. Olay sadece yabancı bir şehrin sokaklarında yalnız ve sarhoş bir şekilde dolaşması değildi, korunmasız bir şekilde ve sendeleyerek, ama asıl otel odasına Namjoon'un kolunun altında döndükten sonra yaptıklarıydı. Doğru düzgün yürüyemediği için tabii ki arkadaşının desteğine ihtiyaç duymuştu, ve odaya girer girmez yanına çıkıp yatağı gıcırdatarak Hoseok'u uyandırmıştı. Hoseok birkaç saniyeliğine şaşırmış ama güçlü ve bariz votka kokusunu aldığında, yanına uzanan kişinin Taehyung olduğunu anlamıştı. Sadece yattığı yerden oğlanın bir şey deyip demeyeceğini beklemişti ama Taehyung ağzını açmamıştı, sadece sessiz kalmıştı...en azından diğerlerinin uyuduğuna emin olana kadar. Yoongi'nin nihayet koltuğa yerleşmesi biraz vakit almıştı ama çok çalıştığı için tüm enerjisi tükenmişti ve bir kez olsun yattığı gibi uyumuştu. İşte sonra, sarhoş mırıldanmalar ve dokunuşlar başlamıştı.

Hoseok başından beri tam olarak bu yüzden Taehyung'la yatağını paylaşmaktan kaçınmıştı, onun yerine Jungkook'la yatmayı tercih etmişti ki malum kişi gecenin bir vakti sarhoşça gelip yanına kıvrılamasın ama tabii ki kaçtığı şey başına gelmek zorundaydı. Arkadaşları yerde ya da koltuğa sıkışmış bir şekilde yatarken Taehyung gelip bir şekilde onu bulmuştu. Hoseok bunun gerçekten kazayla mı yoksa isteyerek mi olduğuna emin değildi.

İlk başta ona arkasından sarılmıştı, kollarını üzerine dolamış ve çenesini boynuyla omzunun arasındaki boşluğa yerleştirmişti. Teninin üzerinde onun rahatsız edici derecede sıcak ve zift gibi votka kokan nefesini hissetmişti. Sonra Taehyung bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı, çoğunlukla Hoseok'un deşifre edemediği saçmalıklardı: metro istasyonları ve yaşlı bir adam ve gerçek arkadaşlıklarla alakalı şeyler. Hoseok sadece duymamazlıktan gelmişti çünkü ona uyumasını söylemek için fazla yorgundu ve eğer umursamazsa, bilincini kaybedene kadar kendi kendine sayıklar sanmıştı. Ama sonra Taehyung kafasını çevirmiş ve dudaklarını onun boğazına değdirmişti, tenine burnunu sürtmüştü ve Hoseok buna hazırlıksız yakalanmıştı. Teması ilk başta yumuşaktı, neredeyse fark edilmeyecek kadar hafifti ama sonra boynunu öpmeye başlamıştı ve Hoseok kendi nefesinin tıkandığını hissetmişti. Taehyung ağzını onun boynuna bastırmıştı, dudakları biraz çatlamış ama şaşırtıcı bir şekilde yumuşaktı. Hoseok refleks olarak huylanıp omuzlarını kaldırsa da onu üzerinden itmemişti. Taehyung'un dudakları teninde geziniyordu, çenesine kadar tırmanmış ve sonra dilini çıkarmıştı; dili de nefesi kadar sıcak ve aynı zamanda ıslaktı. Oğlan derisini emmeye başladığında ise Hoseok şaşkınlıktan parmaklarıyla yatak çarşafını sımsıkı kavramıştı, hafifçe ısırırken dişlerini de geçiriyordu. Ama ne zaman onun ellerinin belinden aşağı, doğruca iç çamaşırının lastiğine kaydığını hissettiyse Hoseok onu nihayet üzerinden atmış ve uyumasını söylemişti. Ama Taehyung sarhoştu ve tekrar suratını onun boynuna gömmüştü; sadece kendini iyi hissettirebilecek bir şey istediğini, yalnız ve üşümüş olduğunu söylemişti.

Bunun üzerine Hoseok anında sırtının üstüne dönmüş ve onun ellerini zorla çekmişti, ona durması gerektiğini söylerken kendi kızgın fısıltılarının kimseyi uyandırmadığını ummuştu. Biraz daha sarhoşça homurdandıktan sonra Taehyung pes etmiş ve yatağın uç kısmına uzanmıştı, aynı bir köpek gibi kıvrılmış ve nihayet Hoseok'u rahat bırakmıştı. Hoseok doğrulmuş ve birkaç dakika onu seyretmişti, onun cenin pozisyonuna girip dizlerini kendisine çekişini izlemişti: o şekilde rahat olmaya çalışması garipti. Hoseok tekrar yattığı yere uzandığında ise oğlan sessizce özür dilemişti. Hoseok o kelimeleri kafasının içinde tekrar ede ede uykuya dalmıştı.

Neden bu Hoseok'un başına gelmek zorundaydı? Şu an zaten yeterince kötü bir durumda değil miydi? Başındaki onca derde bir de bunun eklenmesine ihtiyacı yoktu ama oğlanın hislerini kontrol edemiyordu işte. Hoseok sadece gerçekten Taehyung'un ne istediğini bilmiyordu çünkü her zaman bir belirsizlik vardı; bunları yaparken sarhoştu, biraz oynaşmak istiyordu ve sabah olunca yaptığı ne kadar bariz de olsa 'hatırlamayacaktı'. Neden Taehyung böyle davranıyordu? Madem o kadar umursamaz biriydi, o zaman neden her şeyde açık sözlü olduğu gibi bu konuda da açılmıyordu? Neden konu kendisi olunca Taehyung bu kadar kafa karıştırıcı davranıyordu? Oğlan duygularından utanıyor muydu, iyi bir bahane bulup kullanarak duygularından kurtulmaya mı çalışıyordu? Böyle şeyleri düşünecek birisi değildi ama Hoseok'un şu an yapabildiği tek çıkarım buydu.

Ve Taehyung sinir bozucu bir şekilde sır saklayıp çocukça davranırken, Jungkook nihayet her zamankinden biraz daha açılmıştı. Önceki akşamüstü ondan gerçekten uygun bir cevap alamasalar da oğlanın anlattığı şeyler hiç yoktan iyiydi. Oğlan son zamanlarda biraz daha suçlu ve içine kapanık davranıyordu çünkü yerde bulduğu bir cüzdandan para çalmıştı ve bunca zaman grubun o parayı yemesine izin vermişti. Eğer diğerlerinin de Jungkook'un gitgide Taehyung'a benzemeye başladığı gibi bir düşüncesi varsa Hoseok onların bu düşünceden vazgeçeceğini düşünüyordu çünkü diğeri hiçbir zaman çekmese de Jungkook en azından yaptıklarından vicdan azabı çekmişti. Taehyung yıllardır bir sürü hırsızlık yapmıştı ve ne zaman aralarından biri ona durmasını söylese, ona yaptığı şey için kötü hissedip hissetmediğini sorsa, sadece omuz silkip umursamadığını söylerdi. Belki içten içe suçlu hissediyordu ve dıştan göstermiyordu ama Hoseok emin değildi. Jungkook ise sadece birkaç yüz won çalmasına rağmen bok gibi hissediyordu. Ve Hoseok gerçekten onun bunu anlatmasına rahatlamıştı, çünkü en azından oğlan yol boyunca bu yükü taşımamış olacaktı. Hala halletmeleri gereken bir kavga etme problemi ve asabilik vardı ama oraya da geliyorlardı ve belki de yakında o küçük problemi de halledeceklerdi.

"Bir şeyler bulacağız." dedi Namjoon nihayet kendi eşyalarını toparlayıp yorgunca iç geçirerek. "Bulacağımıza eminim."

"Kulağa pek de iyimser gelmiyorsun." dedi Hoseok, bu sırada ağzına kadar dolu çantasının fermuarını çekmeye çalışıyor ve zorlanıyordu. Kıyafetleri iyice dibe ittirip fermuarı birkaç kere hızlıca çekmeyi denedi ama hala sığmıyorlardı.

"Yarı uykuluyken iyimser olmak zor." arkadaşı bavulunu yastık gibi kullanıp uzanırken homurdandı, yere bir deniz yıldızı gibi yayıldı ve ellerini beline koydu. "O zaman şöyle diyeyim... Hepimiz iş bulacağız, deliler gibi kazanacağız ve Seul'e lanet olası bir limuzinle döneceğiz. Bu nasıl? Kulağa hoş geliyor mu?"

"Çok daha iyi." Jungkook genişçe sırıtarak ona katıldı.

Hoseok fermuarı çektikten sonra rahatlamayla bir iç geçirdi ve sonra yatağın uç kısmına oturup çantayı da dibindeki zemine koydu. Tüm gün konuşmak ve otel odasında dolanmak dışında başka bir şey yapmamıştı, ara sıra kestirmiş ve birkaç dakikaya uyanıp tekrar sıkılarak odanın içinde yürümüştü. Ama buna rağmen ruhu çekilmiş gibi ve ağır hissediyordu ve bunun sebebinin haplar olduğunu biliyordu; o aptal haplara ihtiyacı vardı. Ama şimdi neredeyse üç gündür onlara dokunmamıştı ve pes edemezdi, olan onca şeyden sonra hayır. Çantasını toplamak berbattı çünkü içindeki bölmeye baktığında ilaç şişesinin dibinde olduğunu biliyordu, resmen kendisini çağırıyordu: küçük kahverengi plastik şişe ve içindeki dilinde çözünür çözünmez acı bir tat bırakan jelatinsiz beyaz haplar. Ve eğer Taehyung'u kafası bir milyon olmakla yargılıyorsa, o zaman o haplardan yutamazdı.

"Bir limuzin ne kadar büyüktür?" Yoongi sordu ve Namjoon gerçekten bir gözünü açıp tavana baktı, bu soruyu duyduğuna inanamıyormuş gibiydi. Birkaç saniye sonra çok büyük olacağını söyledi ve diğer genç adam sırıttı. "Yok artık Sherlock."

"O zaman aptal sorular sormayı kes Watson."

"Evet evet, uyumaya devam et Bay Holmes."

"Memnuniyetle." Namjoon zeminde daha rahat bir pozisyona gelmeye çalışırken kıpırdandı. Sanki bu işareti bekliyorlarmış gibi diğerleri de sustu ve uyumaya niyetlenmiş gibi gözüktü. O yüzden Hoseok da ayağa kalktı ve koltuk karşılığında yatağı takas etmeyi sordu. Bu sırada Taehyung'un kendisine baktığını gördü, ifadesi anlaşılamıyordu ama Hoseok'un umurunda değildi. Koltukta sadece bir kişilik yer vardı. Yoongi onun yatakta yatması gerektiğiyle ilgili itiraz etti, direkt bayılma olayından bahsetmese de alttan onu ima ederek. Hoseok sadece iyi olduğunu söyledi ve zaten tüm gün kullandığını, başka birinin yatmayı hak ettiğini ekledi. Böylece Jimin onun yerine yatakta yatmayı kabul etti.

"Namjoon," dedi Hoseok, "eğer istersen Jimin'in yanına sen yatabilirsin?" Ama genç adam sadece o şekilde rahat olduğunu mırıldandı, sesine bakılırsa uykuya dalması an meselesiydi. Jungkook ve Seokjin zaten diğer yataktalardı, o zaman kalan boşluğa ya Yoongi ya da belki Taehyung yatacaktı. Hoseok ilerleyip koltuğa oturdu ve birkaç saniye sonra uzanmayı denedi. O kadar da rahat değildi ve neden Yoongi'nin onun yatağa yatması gerektiğini söylediğini şimdi anlıyordu, ama en azından koltuktayken huzur içinde uyuyabilirdi.

Ya da en azından öyle düşünmüştü.

Şans bu ya, Taehyung yatakta boş kalan yere yatmamış ve onun yerine sadece ortadaki sehpanın yanına, Hoseok'un birkaç adım ilerisindeki yere oturmuştu. Hoseok buna sinir oluyordu ama böyle olacağını da biliyordu çünkü oğlanın önceden kendisine baktığını görmüştü. Birkaç homurdanma, şikayetlenme ve sigara içmeden sonra Yoongi nihayet yataktaki oğlanın yanına yatmayı kabul etti ve böylece Hoseok'un dinlenemeyeceği kesinleşmiş oldu. Uyuyamayacaktı çünkü Taehyung'un onu konuşturacağı kesindi ve uykusunun arasında omzundan sarsılarak uyandırılmak yerine en başından halletmek daha iyiydi. O yüzden otel odasında pencereden gelen trafik gürültüsü dışında ölüm sessizliği çöktüğü zaman Hoseok derin bir nefes aldı ve iç çekerek bıraktı.

"Ne?" Sesini duyunca diğer oğlan aniden hafifçe irkildi, çenesini dizlerinden kaldırdı. Taehyung onunla göz göze geldi ve bu soruya afallamış gibi gözükmeye çalıştı. Eğer çok yorgun olmasaydı Hoseok buna gülerdi. "Ne istiyorsun Tae?"

"Niye bir şey istediğimi düşünüyorsun?"

"Etrafımda sanki yavru bir köpekmiş gibi dolanıyorsun, bence bir şey istediğin açık ve net..."

"Belki sadece senin iyi olup olmadığına bakmak istedim." Hoseok şu an gayet iyi olduğunu uydurdu ve bu sefer gülme sırası diğer oğlandaydı. "Evet evet, eminim iyisindir."

"Eğer uyumama izin verseydin çok daha iyi olabilirdim bil-"

"Hoseok." Taehyung onun adını o kadar ani söylemişti ki Hoseok kelimelerinin dilinde kuruduğunu hissetti, cümlesini bitiremeden kaldı. Arkadaşı kendisine saçma sapan lakaplarla değil de gerçek ismiyle seslenmeyeli sanki yüz yıllar geçmişti ve o zaman oğlanın gerçekten kendisiyle konuşmak istediğini anladı. Ciddi bir şey olmalıydı. "Dün gece olanlar..."

"Sarhoştun değil mi? Her zamanki gibi."

"Hayır, yani evet sarhoştum ama sebebi bu değildi. Değildi, dinle beni." Taehyung dizlerinin üzerine kalkıp emekleyerek birkaç adımda onun dibine geldi, koltuğun tam yanında oturdu. "Onu yapmak istedim. Sarhoş ya da başka bir şey olduğu için değil." Oğlan kollarını koltuk minderinin üzerinde birleştirdi, tam Hoseok'un karnının yanında, ve o konuşurken Hoseok da onun suratını inceledi. "Ama lanet olasıca aptalcaydı..."

"Neden aptalca olduğunu düşünüyorsun?" Hoseok sessizce sordu.

"Çünkü herkesle aynı odayı paylaşıyoruz. Çünkü daha seninle bu konuda konuşmadım bile ve sanki sadece...seni öylece öptüm."

"Yaptığını önemsemedim, yani önemsediğimi düşünmüyorum." mırıldandı, söylediklerinin pek mantıklı veya anlamlı olmadığının farkındaydı ama kafasındaki düşünceleri kelimelere dökmekte zorlanıyordu. Hoseok hala geçen geceki öpücükle ilgili ne hissettiğini bilmiyordu ama onun dudaklarının boynunda bıraktığı etki, güzeldi. "Ama oda konusunda haklısın ve-"

"Birlikte dışarı çıkmalıyız." Taehyung lafını kesti. "Sen ve ben. Kimsenin bir şeyden endişelenmesine gerek kalmaz-"

"Tae, saat neredeyse gece yarısı."

"Kimsenin bilmesine gerek yok, eğer sen söylemezsen ben de söylemem."

Hoseok gerginlikten dayanamayıp alt dudağını kemirmeye başladı. Şu anda oğlan ona gecenin bir yarısı otel odasından çıkmalarını teklif ediyordu, diğerlerini bırakıp onlara haber bile vermeden Taehyung'la gitmesini. Neden böyle bir şeyi kabul edeceğini düşünmüştü, ve şu anda bu fikir neden bu kadar cazip geliyordu? Saatlerdir odaya tıkılıp kaldığı için biraz nefes almış olacaktı, evet ama asıl Taehyung'un aklında ne vardı? Her zamanki gibi bir bara mı götürecekti? İsraf edecek paraları yoktu o yüzden o pek akla yatkın gelmiyordu. Belki de fısıldaşmak zorunda kalmasınlar diye konuşmak için bir parka götürecekti? Yine de Hoseok onun böyle düşündüğünü sanmıyordu. Taehyung'un yapmak istediği şeyin konuşmak olduğuna emin değildi. Oğlanın kendisinin dudaklarına baktığını fark edince anında alt dudağını kemirmeyi kesti.

"Nereye gideceğiz?" nihayet sorabildi.

"Şeye..." Taehyung hafifçe kıpırdanmadan önce durdu, diyeceği şeyi söyleyeceği için biraz gergin gözüküyor gibiydi. Hoseok sadece onun bitirmesini bekledi. "Başka bir otele gidebiliriz..."

İşte demişti, açıkça söylemişti. Hoseok buna sevinmeli miydi üzülmeli miydi bilmiyordu çünkü nihayet oğlan kendini geriye çekmeyi kesmiş ve onun yerine açık konuşmaya başlamıştı, cesur olmaya karar vermişti. Lafının altında kastettiği şey barizdi ve Hoseok bu öneriye düşündüğü kadar şaşırmamıştı aslında. Nedense biraz gergin hissetti.

"Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum..."

"Hangi kısmın? Benimle olan kısım mı yoksa otel kısmı mı?"

"Habersizce gitmek kısmı," Hoseok açıkladı, "çünkü son zamanlarda yeterince yaramazlık yaptık ve daha fazla sorun istemiyorum." Taehyung sessiz kaldı ve bunun üzerinde derince düşünüyor gibi gözüktü, kelimelerinin üzerinden geçiyor gibi, ve bu sırada Hoseok odanın içinde göz gezdirdi. Görebildiği kadarıyla arkadaşları hala uyuyordu. "Sen... Sen gerçekten benden bu kadar hoşlanıyor musun Tae?" Oğlan bunu ne onayladı ne de inkar etti, ama Hoseok gerçekten bir cevap vermesini beklemiyordu. Sorduğu şey basitti ama çoktan karşısındaki itiraf etmese de cevabın öyle olduğunu biliyordu.

"Eğer başımız derde girmeyecek olsaydı...benimle gelir miydin?" Taehyung alçak bir sesle sordu, oda sessiz olmasına rağmen ancak duyulacak şekilde.

"...Evet." Hoseok birkaç saniye düşündükten sonra dedi. "Evet, seninle gelirdim Tae."

*

Önlerindeki köprü geniş ve uzundu, bir şekilde Seul'deki Mapo Köprüsü'nü andırıyordu. Zemini koyu gri renkte bir asfalttı ve iki kenarında yayaların yürümesi için yapılmış kaldırımdan yürüyüş kısımları vardı. Bu kısımlar yoldan metal korkuluklarla ayrılmıştı, korkuluklar bel hizasındaydı ve aynı zamanda insanlar kenarına çok yaklaşmasın diye öteki tarafta da köprü boyunca aynı korkuluklar vardı. Ama insanların muhtemelen üzerinden atlamasını engelleyebilecek kadar da yüksek değildiler, bu açıdan bakılınca biraz işlevsiz olduklarını düşünüyordu. Köprünün kenarlarında metalden destek halatları vardı ve o kadar genişlerdi ki uzanması için kollarını kocaman açması gerekiyordu. Köprünün altındaki sudan güçlü bir deniz tuzu kokusu yayılıyordu ve ciğerlerine çektikçe midesinin biraz bulandığını hissetti, özellikle de egzoz dumanlarıyla karışınca boğazına takılan berbat bir parfüm oluşmuştu. Zaten yeterince kötü hissediyordu, bunun da bulantısına iyi geleceğini düşünmüyordu ve daha üzerinden geçmeleri uzun sürecekti.

Şimdiye kadar en azından iki saattir yürüyorlardı ama diğer şehre ulaşmalarına pek fazla kalmış gibi görünmüyordu. Üzerinde bulundukları köprü bir medenileşmeye yaklaştıklarının işaretiydi, daha çok bir çevre yolu gibiydi ve bu yolun sık kullanıldığını gösteriyordu. Bu da en azından bir şehre yaklaşmışlar demekti ve Yesan Bölgesi artık arkalarında kalmıştı. Hoseok bu şekilde mantık yürüterek sonraki şehre varmalarına kaç dakika kaldığını kestirmeye çalıştı, yürürken gördüğü tabelalara bakılırsa sonraki şehir Dangjin'di. Geçirdikleri iki saat ona yirmi saat gibi gelmişti, çünkü Hoseok hapların eksikliğiyle biraz asabi hissetmeye başlamıştı. Henüz titremeye ya da kusmaya başlamamıştı ama akşama doğru ikisini de yaşayabilirdi. Yiyeceği öğle yemeğinin midesinde çok uzun süre kalacağını sanmıyordu, diğerleri iş bulmaya çıkmadan önce yiyeceklerini umduğu öğle yemeğinin. Yine de Jungkook mükemmel derecede iyi gözüküyordu. Her zamanki gibi koşup zıplamıyordu, onun yerine temkinli ve sağlam adımlarla ilerliyordu ama ayaklarını sürümüyor ya da şikayet etmiyordu. Surat ifadesi sakin ve ılımlı gözüküyordu, bazen Hoseok onun hafifçe suratını buruşturduğunu fark ediyordu, o kadar. Hatta oğlan küçük bir çalılığın etrafından dolaşmak yerine üzerinden atlamıştı ve herkesin korkuyla ona bakmasına neden olmuştu ama başarmıştı. Jungkook bunu böbürlenmek için değil de daha çok diğerlerine iyi olduğunu temin etmek ve içlerini rahatlatmaya çalışmak için yapıyor gibiydi.

Hoseok biraz geride kalıp köprünün görüntüsüne baktı ama arkadaşları onun yerine umursamadan yürümeye devam ettiler. Hepsi grupça sağ tarafa kümelenmiş ilerliyordu ve yine de dar olduğu için yürüme kısmına yayılamıyorlardı. Eninde sonunda daha rahat sığmak için çift ve üçerli sıraya girmeleri gerekecekti. Hoseok derin bir nefes aldı ve verdi, egzoz dumanlarının kokusunu engellemek için tişörtünün ucunu suratına kaldırmayı düşündü ama aptal gibi görüneceği için vazgeçti.

"Hey, burada ne diyor?" Jimin aniden yavaşlayarak sordu, yanlarından geçtikleri destek halatlarından birine bakıyordu. Gözüne güneş geldiği için gözlerini kısıp elini siper olarak kaldırdı.

"Aileni düşün," dedi Seokjin aynı şekilde yavaşlayıp oraya bakarken. Bir anlığına kimse bir şey söylemedi ve sonra kafasına dank edince Jimin yumuşak bir ses çıkardı. "İntihara kalkışanlara karşı yazılan şeyler..."

"Öyle şeyler mi yazıyor?" Jungkook şaşırmış bir sesle sordu, gerçekten durup inceleyerek. Ağzı hafifçe açıldı. "Voaa...havalı."

"Nasıl havalı olabiliyor?" Hoseok gruba yetişti ve itip geçmek istemediği için o da diğerleri gibi durdu.

"Normal zamanda insanlara yardım etmeseler bile bunları buraya yazmaları havalı, ne olur ne olmaz diye." Oğlan ellerini ceketinin ceplerine koydu ve elinde bavulu olmayınca bir an Hoseok'un gözüne çıplakmış gibi geldi. Namjoon onun yerine taşımayı söylemişti, böylece gereksiz ağırlıkla kaburgaları daha fazla acımazdı. Jungkook güzel bir noktaya değinmişti, yaptıkları iyi bir şeydi çünkü bir kişi bile bu işaretleri görüp fikrini değiştirse hayat kurtarmış oluyorlardı.

İşaretler, destek halatlarına kalın civatalarla yerleştirilmiş beyaz kareden metallerdi. Rüzgar veya kar boyalarını sökmemişti ve kırmızı harfler hala herkesin görebileceği şekilde okunaklıydı. Hoseok köprünün ilerisine bakıp birkaç tane daha işaret gördü, güvende tutmak için zıt tarafına da yerleştirilmişti. Hepsinde ne yazıyordu acaba? Hoseok çok merak etmişti ve hepsine bakmak istiyordu: sanki insanların bulundukları köprüden kendini aşağı atmaması için yazılmış işaretler değilmiş de fotoğraf çekilecek turistik şeylermiş gibi.

"Bu alan popüler bir intihar noktası olmalı." dedi Namjoon sessizce ve Taehyung diğer bir işarete bakmak için yürüdü, kafasını çevirip bulmaya çalışırken neredeyse koşuyordu.

"Siktir, böyle bir yerden atlamak için ne kadar kötü bir durumda olmak gerekir ki?" Yoongi gözle görülür derecede ürperirken sordu, kendi yükseklik korkusu açıkça onu rahatsız etmiş gibiydi. Jimin barikatın üzerinden aşağı bakmak için hafifçe eğildi, ellerini metal korkuluğa koydu ve bir an sonra Yoongi ileri uzanıp onun kolundan tuttu ve geri çekti.

"Atlamayın! Lütfen Yardım Almaya Çalışın!" Taehyung bağırdı. "Hey Gerzek Kıç, sen talimatlara uymakta o kadar kötüsün ki muhtemelen atlardın." Suratında geniş bir sırıtış vardı ama Hoseok onun tehlikeli sınıra yakın oynadığını hissetti ve şakası o kadar da komik değildi. Yoongi onu tekrar bir zorba olması konusunda sineye çekebilirdi, ve öyle yaparsa haklı da olurdu.

"Ah öyle mi?" Jimin sırt çantasının kayışlarını düzeltirken sordu, Yoongi'nin eli hala kolunun üzerindeydi. "Atlasaydım ne yapardınız, ha? Mesela tam şu anda?"

"Ne olacak, yerini bir köpek yavrusuyla doldururduk." Taehyung tersledi ve topuklarının üzerinde dönüp yürümeye devam etti.

Birkaç saniyeliğine herkes olduğu yerde kalakaladı, önlerinde biraz mesafeyle yürüyen oğlanın arkasından baktılar ve sonra arkadaşları yavaşça tekrar yürümeye devam etti. Hoseok gözlerini Taehyung'dan çekip Jimin'e baktı. Sadece birkaç adım ilerisinde dikiliyordu, barikatın önündeydi ve Yoongi yanındaydı. Hoseok genç adamın Jimin'e baktığını görebiliyordu, surat ifadesi sessizce onunla konuştuğunu gösteriyordu. Hoseok'un onun ne dediği hakkında bir ipucu yoktu, kaş ve göz hareketlerinden gerçekten ne dediği anlaşılmıyordu. Ama Jimin anlayabilmişti ve cevap olarak sanki Taehyung'un kelimelerinden kurtulmak ister gibi hafifçe omuz silkti. Hoseok kısa bir anlığına onun suratında oluşan üzüntüyü görmemiş olmayı diledi.

Taehyung'un tabiatı gereği sözleriyle acımasızca bir şey demek istemediğini biliyordu, bu sadece onun aptal espri anlayışıydı. Ama sözlerinde bir canilik olduğu göz ardı edilemezdi, isteyerek olsun ya da olmasın. Jimin zaten lakaplar ve 'güreş yapmak' konusunda yeterince çekmişti, Taehyung ve Jungkook arasında oyun malzemesi olmuştu. Kısa bir süre önce bu kendisi ve Taehyung şeklindeydi ama Hoseok anında bundan sıkılmıştı ve onun yerine diğer oğlanın uğraşmasını kesmeye çalışmaya karar vermişti. Belki de şimdi grubun geri kalanından bir adım uzakta olduğu için bunun Jimin için ne kadar vicdansızlık olduğunu görebiliyordu. Ve Yoongi'nin ardından onun yanına gelip kontrol etmesi de şaşırtıcı değildi, eğer Yoongi olmasaydı muhtemelen oğlan bu 'köpek yavrusu' şakalarından daha çok çekerdi.

"Jimin," dedi Hoseok, adımlarını hızlandırıp ona yaklaşırken. "O öyle demek istemedi." Sesini duyunca Jimin ona baktı ve sonra tekrar önündeki köprüye döndü. "Sadece görmezden gel."

"Ne demek istedi peki?" Yoongi tersleyerek sordu ve Hoseok buna verecek bir yanıt bulamayıp sadece baktı. "Eğer Tae'nin diyebilecek düzgün bir lafı yoksa, gerçekten sıçtığım çenesini kapatmalı."

Ve Hoseok aksini iddia edemezdi bile.

Köprünün sonuna yaklaştıkça işaretlere olan ilgisini kaybetti. Artık göz alıcı veya dikkat çekici değillerdi onun için, onun yerine karnında rahatsız edici bir his vardı. Hepsi Taehyung yüzündendi tabii ki, ve aptal şakası. Oğlan kendisiyle arasında geçen muhabbetlere kızmıştı ve sinirini başkasından mı çıkarmaya çalışıyordu? Hoseok durumun böyle olmadığını, sadece Taehyung'un ayık olduğu için canı sıkılmış olduğunu umdu ama yine de bilmiyordu. Belki de arkasında bir sebep yoktu ve oğlan sadece salakça bir şaka yapmış, ucunun nereye varacağını düşünememişti? Muhtemelen durum bundan ibaretti ve Hoseok yorgun kaslarıyla kazınmış midesi yerine bunun üzerinde düşünmeyi tercih etti. Yürürken yardım hattı numaralarının olduğu tabelalar gördü, pozitiflik saçan "her şey iyi olacak!" gibi şeyleri, sanki bir etkisi olabilirmiş gibi. İşaretler okuyucuya bazen neredeyse yalvarıyor, bazen de neredeyse agresifçe yapmaması gerekenleri söylüyordu ve Hoseok nihayetinde bakmayı kesip sadece köprünün son kısmındaki asfalta odaklandı. Birkaç dakika sonra bir gemi kornası sesi duyuldu ve ufuk çizgisinde göz gezdirdiğinde, bir feribotun yavaşça nehrin üzerinde yol aldığını gördü. Bir gemide olma fikri, ayağının altında sallanan güverte düşüncesi, onun yorgunca inleyip kafasını çevirmesine yetti.

Tahmin ettiği gibi Dangjin'e adım atmaları belki bir on dakikalarını daha aldı, köprüden sonra hiç mesafe olmadan direkt kentin dışına gelmişlerdi. Çoktan fabrika manzaraları başlamıştı ve tamamen şehre girdiklerinde tipik gökdelenler ve binalar gördüler. Vakit öğleden sonra olduğu için gün ışığından henüz yanmasa da etraflarında neon ışıklar vardı, ama karanlık çöker çökmez parlamaya başlarlardı. Hoseok her zaman yaptığını yapmaya devam etti, en azından içlerinden birinin nereye gittiklerini bildiğini umarak grubu takip etti. Sadece oturmak ve hareketsiz kalmak istiyordu, belki bir top gibi büzüşmek ve uyanık değilmiş numarası yapmak. Şansına Namjoon köprüye çok da uzak olmayan küçük bir otel bulabilmişti ve klasik kayıt yapma işlemlerinden sonra yine kendilerini iki küçük otel odasında bulmuşlardı. Hoseok buna sinir olmak istedi ama Taehyung hakkında düşünmek için fazla yorgundu ve o yüzden sadece odalardan birine girip kendini bir yatağın üzerine attı. Suratını çarşafa gömdü ve gözlerini kapattı.

Uykuya dalıp gittiğini biliyordu ama ne kadar vakit geçtiğinden emin değildi o yüzden nihayet kafasını kaldırıp odanın içinde göz gezdirdiğinde, Jungkook dışında boş olduğunu gördü. Başı ağrımıyordu ama vücudunun kalanı ağrıyor gibiydi. Gözlerini açılmaya zorladıktan sonra yorgunca iç geçirdi. Onun sesine diğer oğlan dönüp baktı ve sonra tekrar dikkatini önündeki yatağa serili gazeteye çevirdi.

"Bugünün gazetesi mi o?" diye sordu Hoseok, doğrulup otururken.

"Maalesef, tarihi geçen haftayı gösteriyor." Jungkook yanıtladı. "Umarım bu odanın en son temizlendiği tarih değildir."

"Şakasını bile yapma..." homurdandıktan sonra kenardaki yastığı alıp göğsünde sarıldı. "Seokjin nerede?"

"Dışarıda."

"Dışarıda nerede?" Jungkook soruya omuz silkti ve kağıdı katladıktan sonra yere attı. Hoseok yere atılmış gazeteye baktıktan bir an sonra tekrar gözlerini ona çevirdi.

"Söylemedi, sadece dışarı çıktığını söyledi. Muhtemelen üniversitedeki birilerini aramak için ankesörlü telefon bulmaya çalışıyordur, oda arkadaşını falan. Yazması gereken denemenin gününü geçeli çok oldu. Muhtemelen atılacak."

"Muhtemelen?"

"Belki de üç kez geciktirme hakkı gibi bir şey vardır, bilmiyorum, ama şu kadarından eminim ki üniversiteye geri döndüğü zaman onun yerinde olmak istemezdim." Oğlan bileklerinin üzerinde geriye doğru yaslanmaya yeltendi ama bu hareket kaburgalarını fazla zorlayacağı için onun yerine sadece yatağın üzerinde bacaklarını bağdaş kurdu. "Sen-"

"Lütfen bana iyi olup olmadığımı sorma," dedi Hoseok yorgunca gülümseyerek, "çünkü cevap hayır ve ikimiz de bunu biliyoruz." Jungkook sessizce onun suratını inceledikten sonra kafasını otel odasının duvarlarına çevirdi. "Jimin iyi mi?"

"Jimin?" Bunun üzerine oğlan tekrar ona döndü, şaşkın ifadesiyle kaşlarını kaldırdı. "Ah...bilmiyorum, neden?"

"Sadece düşünüyordum..."

"Köprüdeki şakayı mı?"

"Ben ona pek de 'şaka' demezdim Kookie."

"Sence bu duygularını incitmiş midir?"

Hoseok birkaç saniyeliğine bunu düşündü. Jimin'i üzdüğü ortadaydı. Taehyung sadece onun zekasıyla dalga geçememişti, ama aynı zamanda ona bir şekilde yerinin doldurulabilir olduğunu, üstelik onlar için bir köpek yavrusundan başka bir şey ifade etmediğini söylemişti. Tabii ki de bir 'şaka'ydı ve derken gerçek anlamını kastetmiyordu, ama kelimeleri hala sertti ve bu alayın taşıdığı anlam ağır bir yüktü. Gerçekten Jimin'in hiç umursamama gibi bir ihtimali var mıydı? Taehyung'un şaka yapmaya karar verdiği en son seferde onun üzerine daha çok bela açtığından beri herkes fazla mı hassas davranıyordu? Ama bunun hakkında düşündükçe sadece oğlanın duygularının incinmiş olabileceği sonucuna vardı. Eğer kendisine söylenmiş olsa o da incinirdi, şakayla bile olsa, o yüzden nihayet oğlanın bu konuda üzgün olduğuna karar verdi.

"Bence incitmiştir." dedi sessiz bir şekilde.

"Bilmiyorum, o buna alışkın. Jimin'in gerçekten bunu umursayacağını sanmıyorum, nihayetinde söyleyen kişi Tae. Herkes Tae'nin boş konuştuğunu bilir." Ama Hoseok Jimin'in suratında oluşan o anlık ifadeyi yakalamıştı, umursamıyormuş gözükmeye başlamadan hemen önce. Açıkça incinmiş bir ifadeydi. "Ben bunun için endişelenmezdim."

"Tae de endişelenecek değil zaten..." Hoseok nefesinin altından mırıldandıktan sonra ayağa kalktı. Dinlenmesine rağmen bitkin hissediyordu ve bir anlığına oda etrafında döndü, lavaboya attığı adımlar sendeliyor gibiydi.

Hoseok kapıyı kapattı ve arkasına yaslandı çünkü bacaklarını pek sağlam hissetmiyordu. Kalçasındaki kaslar neredeyse seğiriyordu, dizleri de berbat bir şekilde titriyordu. Ellerini tahtanın üzerinde gezdirdi, boyanın içindeki minik pürüzleri hissetti ve eli kilide ulaştığında keskince döndürdü. Yüksek bir sesle kapı kilitlendi ve Hoseok irkildi, içerideki oğlanın bu sesi duyup duymadığını merak etti. Musluk sadece birkaç adım önündeydi ama onun gözüne kilometrelerce mesafe varmış gibi geldi, çöldeki bir serapmış gibi sanki uzaklaştıkça uzaklaşacak ve nihayet ulaşamadan bayılacaktı. Musluğa doğru emekleme arzusu çok güçlüydü ama gardını o kadar indirmemeyi başardı. Onun yerine porselen havzanın beline çarptığını hissedene kadar sarsak birkaç adım attı ve ellerini sıkıca iki yana koydu. Birkaç saniye sonra tek elini kaldırdı ve uzanıp musluğu açtı. Su gürüldeyerek akmaya başladı ve Hoseok suratına bir avuç dolusu su çarptı, soğuk sıvıyı teninde hissedince rahatladı.

Hoseok damlayan sudan gözlerini çekip musluğun üzerindeki dolaptaki aynadan kendi yansımasına baktı. Her zaman olduğundan farklı gözükmüyordu, biraz yorgundu ama fazlası değildi, ve bu da onun daha kötü hissetmesini sağladı. Eğer gerçekten berbat gözükseydi o zaman bu kadar kötü olmazdı, ama bu sadece her şeyin kendi kafasında olup bittiği gerçeğini vurguluyordu. Bedeninin o aptal haplara ihtiyacı yoktu ama beyninin vardı, ve beyni şu anda sormuyordu, geçen birkaç gün içinde olduğu gibi; resmen emrediyordu.

"Kendini toparla," Hoseok nefesinin atlından mırıldandı, açık musluğun sesinin kendi sesini bastıracağını ve arkadaşının duymasını engelleyeceğini bilerek. "Bu zavallıca, lanet olsun çok zavallıyım." Derin bir nefes aldı ve geri verdi, bu sırada omuzlarının titrediğini hissetti.

Sadece o aptal haplardan bir tane alacaktı ve daha iyi hissedecekti. Sadece bir tane, aslında hiçbir şey sayılmazdı. Aslında onları alıyor olması gerekiyordu zaten, bir tanecik alması o kadar da önemli miydi? Pekala, hep bu şekilde başlardı tabii, ve sonra da üçe ya da beşe çıkardı. Bu yüzden o aptal haplardan uzak durmalıydı ama midesi boğazının dibine yapışmış gibi hissettirirken mantıklı olmaya çalışmak zordu. Onlardan kurtulmalıydı, arkadaşlarından birinin klozete dökmesine ya da güzel bir köprüden aşağı boşaltmasına izin vermeliydi ve böylece işi daha da kolaylaşacaktı. Sahip çıkması gereken bir iradesi kalmazdı. Ama yapamazdı, onlara bu kadar ihtiyacı varken onlardan kurtulamazdı ve-

Hoseok avucunu alnına yasladı ve inleyerek gözlerini kapattı. Bunu yapamıyordu, şu an bu kadarını kaldıramıyordu. Bir an sonra elini indirip tekrar musluğun kenarına koydu ve gözlerini açıp aynaya baktı. Birkaç saniyeliğine sadece yansımasına baktıktan sonra bakışlarını köşedeki plastik kulpa çevirdi.

Ayna bir dolabın önündeydi tabii ki, bir ecza dolabının.

Kendini durdurmasına kalmadan kulpu tuttu ve çekerek açtı, açarken o kadar zorlandı ki dolabın kapağı kırılmadığı için şaşırdı. İçerisi beyazdı ve bir rafla iki bölmeye ayrılmıştı. Hoseok birkaç şey gördü ve markalarına bakmak için hepsini tek tek tutup çevirdi. Tüm acılarını dindirecek kurtuluş kapısı gibi gözüken karton bir kutu vardı, kapağı tam kapatılmadığı için kokusu burnuna geliyordu. Bir parça plastik ve üstünde koruyucu folyolar olan haplar: küçük mavi tabletler. Hoseok onu geri koydu ve birinin almayı unutmadığını umduktan sonra dolapta kalan tek şeyi eline aldı. Salladığında tıngırdayan küçük bir şişeydi. Hızlıca çevirip markasına baktığında sadece aspirin olduğunu gördü. Düz aspirindi, aynı Seokjin'in baş ağrıları için birkaç gün önce ona verdikleri gibi.

Hoseok kapağı açtı ve şişeyi eğdiğinde içindekiler diğer eline döküldü. Şişenin içinde bir miktar hap vardı ve avucuyla parmakları arasına dağıldılar, kenardan gelmeye devam edenler birbirini iterek bazılarını musluğa düşürdü. Su hala açıktı ve düşenlerin erimeleri uzun sürmedi, güçlü akıntının altında saniyeler içinde tiz sesler çıkararak çözündüler. Hoseok elindeki minik hap yığınına baktı ve tıpkı kendi Xanax'ı gibi olduklarını gördü, aynı şekilde ve aynı renkteydiler. Bunlar da jelatinsizdi, her ne kadar diğer haplar gibi kuru değil de parlak gözükseler de. Hoseok avucunu yana yatırmak ve hepsini lavaboya dökmek istedi ama yine de yapabilecek gibi gözükmüyordu. Bir avuç dolusu hap tutuyormuş gibi değildi, manevi bir ağırlıkları vardı. Aspirin tabii ki onun için hiçbir şey yapmayacaktı. Xanax gibi olamazdı. Ne kadar denerse denesin kendi kendine plasebo etkisi yapamazdı, o yüzden sadece bunları musluğa dökmeli ve diğer odaya dönüp hepsini unutmalıydı.

Hoseok sonunda hareket ettiğini hissetti ama elini devirip hapları dökmek için değil, ağzına götürmek için. Aptalca davrandığını biliyordu ama kendine engel olamadı ve bir anda hepsini ağzına tıktı; sadece birini değil, üç tanesini de değil, avucundaki sayısını bilmediği tüm hapları... İçeri sokmakta zorlanmıştı ve yine de yutamadı. Haplar diline ve yanaklarının etrafına aniden yapıştı, tükürüğüyle beraber direkt çözünmeye başladılar. Oldukları yere yapışmışlardı, ne kadar yutkunsa da yutamıyordu. Bıraktıkları tat o kadar berbattı ki öğürdü ve ağzını açıp hapları dilinden kazımaya başladı, iğrenç tadı yok etmek için diliyle ittirdi. Bulantısının ağzına geldiğini hissedebiliyordu ve midesi çalkalanıp kusmaya başladığında tam zamanında klozetin önünde diz çökebildi.

Midesinde önceki akşamdan kalan birkaç kaşık yemek dışında hiçbir şey yoktu ve o yüzden beklediği kadar berbat olmadı. Kustuklarının çoğunluğu mide sıvısıydı ve bu da boğazını ve genzini yaktı, klozete eğilirken gözlerinin yaşlarla dolmasını sağladı. Ardı ardına öğürmek berbat derecede acıtmış ve boğazını tahriş etmişti, her birinin arasında acınası şekilde hıçkırırken nihayet midesinin çalkalanması kesildi. Birkaç saniyeliğine olduğu yerde dondu, kafası öne eğik ve gözleri kapalı bir şekilde durdu. Sonra uzanıp güçsüzce sifonu çekti. Su hızlıca geldi ve döne döne porselenin kenarlarından kusmuğunu temizleyerek aktı. Gözlerini açtığında klozete baktı ve önündeki pislik temizlenmişti, sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Hoseok doğrulmak için çaba sarf etti, oturma yerlerine tutunarak destek aldı ve kalktı. Lavabonun musluğu hala açıktı ve akıyordu, aspirinlerden ise hiç iz kalmamıştı. Boş şişeye gözlerini dikmişti ki kapının arka tarafından bir tıklatma sesi duydu.

"Hoseok?" Jungkook bağırdı. "İyi misin?" Hoseok kafasını çevirip kapıya baktı ve kulpun hareket ettiğini gördüğünde oğlanın kapıyı açmaya çalıştığını anladı.

"Ah..." Dönüp musluğa tekrar baktı ve şişe hala yerindeydi, sadece artık boş ve kapaksızdı. Hoseok oraya doğru sendeledi ve şişeyi aldı, hızlıca kapağını kapattı ve tekrar dolaba koyduktan sonra oğlan duymasın diye gıcırdatmamaya çalışarak ecza dolabını kapattı. "Ben iyiyim."

"Sandım ki..." Hoseok çabucak musluğu da kapattı ve tuvalet bir kez daha sessizleşti. "Kustuğunu duyduğumu sandım." Oğlan zayıfça lafını tamamladı. Hoseok kapıya ilerledi ve kilidini açtıktan sonra kapıyı da açtı ve Jungkook geriye birkaç adım atıp çekildi. Oğlan kulağını kapıya dayamıştı, muhtemelen açık musluk sesinin altından onu duymaya çalışıyordu.

"Doğru duymuşsun." dedi Hoseok tatsız bir ifadeyle. "Tüm gün midem bulanıyordu zaten. O yüzden kapıyı kilitledim, kusacağımı biliyordum ve senin beni odanın karşısından o halde seyretmeni istemedim."

"Lanet, şu an terliyorsun." Ve Hoseok uzanıp kendi alnına dokunamadan oğlan onun yerine uzandı ve elini onun kaşlarına koydu. "Uzanıp dinlenmelisin." Hoseok buna yumuşak bir ses çıkardı ve Jungkook elini nazikçe onun beline koydu. "Sadece birazcık da olsa." Hoseok uzanmak istemiyordu ama tartışmanın bir manası yoktu o yüzden oğlanın odanın içinde ilerletmesine izin verdi ve onun hatırına yatağa oturdu. Jungkook onun alnını tekrar kontrol ettikten sonra ona tekrar halini sordu ve Hoseok iyi olduğunu söyleyince arkasını dönüp lavaboya doğru gözden kayboldu, kapıyı hafifçe kapattı ama kilitlemedi.

Hoseok onun gitmesini izledikten sonra gözlerini ayağının dibindeki çantasına çevirdi. Kendini durdurmasına kalmadan çantayı kaptı ve kucağına aldı, titreyen elleriyle fermuarını açtı. İçine uzandı, tişörtleri ve çorapları bir kenara çekip dibe ulaştı ve parmaklarıyla yoklarken beklenmedik...bir şey fark etti. Çantanın en dibindeki fermuarlı kısım boşmuş gibi hissettiriyordu ama boş olmamalıydı çünkü haplarını oraya koymuştu. Yine de fermuarını bulup o bölmeyi açınca hissettiğinin doğru olduğunu gördü.

Bölmenin içi boştu.

Aptalca olduğunu bilse de parmaklarını soktu ve iyice yokladı, yumuşak plastik şişeyi hissetmeyi ve nihayet eline alıp o aptal haplardan bir tane yutmayı bekledi. Ama parmakları sadece düz polyesterin üzerinde gezindi ve boş kaldı, tek bir pamuk ipliği bile yoktu.

Hapları gitmişti.

*

Hoseok arkadaşlarına daha önce hiç bu kadar öfkeli olmamıştı. Geçmişte anlaşamadıkları konular ve hafif tartışmalar olmuştu ama hiçbir zaman birinin didişmeye başlaması ve diğerinin kavgayı öngörüp kendini susturması dışına taşmamıştı. Sonuç olarak bağları temiz ve güçlü kalabilmişti. Bu da herkesin arkadaşlık söz konusu olunca bakış açısını değiştirebildiği anlamına geliyordu ve en nihayetinde hiçbir zaman Hoseok'un elinde onların arkadaşlıklarını sorgulayacak bir şüphe ya da soru olmamıştı. Yine de bu ani gelişen olaylar karşısında kendisini öfkeliden de öte hissediyordu: kızmaya başlamıştı.

Hoseok biliyordu ki bu durum gerçekten ciddiydi. Xanax bağımlılığı sayesinde hapları aşırı doz kullanmıştı ama şanslıydı ki bunun kötü bir sonucu olmasına yetecek kadar alamamıştı. Sonuç olarak bu, hapları tehlikeli hale getirmişti; onun erişeyemeyeceği bir yere konulması gereken bir şeye döndürmüştü. Bunu yapan kişi her kimse, onun durumunun kötüye gitmesini engellemek ve haplardan alma fırsatını ortadan kaldırmak için yaptığı barizdi ama Hoseok bu hareketin ona yardımcı olduğunu hissetmiyordu. Sırt çantasındaki bölmeyi boş gördüğü zaman biraz çocuk gibi hissetmişti, orada olması gereken şişeyi göremeyince. O an sanki kimse ona güvenemezmiş ve o yüzden ondan alıkoymuşlar gibi hissetmişti.

Aynı o yapmaması gerektiği söylendiği halde kavanozdan kurabiye aşırmayı kesmeyen yaramaz çocuklar gibi.

Hoseok bunu yapan kişinin onu aptal haplardan bir ya da üç doz almasından kurtardığı gerçeğiyle rahatlamak istedi, ama ihanet edilmiş hissine kapılmaktan kendini alamadı. Ona güvenmemişlerdi ve Xanax'ı fırlatıp atmak için hakları ve güçleri olduğunu düşünmüşlerdi, Hoseok'un aciz ve zayıf ve acınası olduğunu düşünmüşlerdi. Haklılardı, haklı olduklarını biliyordu çünkü şu anda diğer arkadaşı odadan çıkar çıkmaz bir kokain bağımlısı gibi gözü dönmüş şekilde onları arıyordu. Ama haklı olsalar bile hala kızgındı.

Kim yapmıştı? Seokjin ve Namjoon birleşip bunun en iyisi olacağına mı karar vermişti, belki de kendi ellerini temiz tutmak için Yoongi'yi ayarlamışlar ve herkes uyurken almasını sağlamışlardı? Yoksa Yoongi onlara sormadan kendisi mi bu işi halletmişti, her zamanki inatçılığıyla? Jungkook böyle bir şey yapar mıydı? Sanmıyordu, ve Jimin'in de böyle bir şey yapmasına imkan yoktu. Jimin ona asla böyle bir şey yapmazdı. Ama Taehyung... ah Taehyung gayet tabii bir numaralı şüpheliydi. Oğlan küçük bir elini oynatmasıyla onları çantasından rahatça almış olabilirdi. Belki çöpe dökmüştü ve belki de onları satmıştı. Hatta oğlan muhtemelen kafayı bulmak için birkaç tanesini de kendi yutmuştu. Hoseok art niyetli düşünmemesi gerektiğini biliyordu ama elinde değildi.

Tükenmiş hissetti ve arkadaşlarından birinin, belki de hepsinin, ona güvenmediği fikri içini öfkeyle doldurdu ve bu da onda ayağa kalkıp bir şeyler yapma isteği uyandırdı. Aptalcaydı ama kendine engel olamıyordu ve o yüzden çantasını bir kenara fırlatıp odanın içinde ilerledi. Otel odasının dış kapısını açtığı sırada klozet sifonunun çekilme sesini duydu ve kapıyı arkasından çarparak kapatıp binanın içinde yürümeye başladı. Birkaç dakika önce hissettiğinden daha iyi hissetmiyordu ama sinirleri bozulduğu için küçük bir enerji sıçraması olmuştu. Gerçekten nereye gittiğini bilmiyordu ama bir anlığına da olsa odadan çıkması gerekiyordu, kafasını temizlemesi. İki tarafa da hızlıca bir bakış attı ve rastgele binalar ve önündeki trafik dolu yol dışında bir şey görmedi. Hoseok şapşalca orada dikildi, çıplak ayaklarıyla ve titreyerek, ve içeri dönmesi gerektiğini düşündü. Kızgın ve üzgündü ama bu yaptığının kimseye bir faydası olmuyordu ve-

Bir araba yavaşlayarak yanından geçti ve sağ tarafta birkaç adım ilerisinde frenledi. Arabanın modelini pek de çıkaramadı ama pahalı gözüküyordu ve yolcu kapısı açıldığı sırada nahoş bir kahkaha sesi duydu; kulağına annesinin sesi kadar tanıdık gelen bir ses. Hoseok, şapşalca bir şaşkınlıkla birkaç saniyeliğine Taehyung'un arabadan inmeye çalışmasını izledi. Oğlan tek bacağını açık kapıdan sarkıttı ve garip bir şekilde diğerini de çıkardı, tüm bu sırada arabanın içinde başka her kim varsa onunla konuşuyordu. Kapının kenarından tutarak kendini dışarı çekmeyi becerdi ve sonra arkasından kapıyı kapattı, silah sesi kadar yüksek bir sesle.

"Tae?" dedi Hoseok, oğlan tam etrafında dönüp ona baktığı sırada, neredeyse kendi ayağına dolanıp takılıyordu. Sarhoştu. Daha öğle vaktini yeni geçmişlerdi ve Taehyung lanet olasıca sarhoştu ve zar zor ayakta durabiliyordu. "Tae, ne halt ediyorsun?"

"Sen burada n'apıyorsun?" Taehyung aptalca sordu, otel binasına bakarken. "Senin orada olman gere-"

"Tae, haplarım nerede?"

"Neyin nerede?" Hoseok oğlanın yanına yürüdü, bir adım ötesinde durdu ve arkadaşı ona aklı karışmış bir ifadeyle baktı. Hoseok ondan dalgalar halinde gelen soju kokusunu alabiliyordu ve başka bir şey daha kokuyordu ama ne olduğunu çözemedi.

"Haplarım Tae, ilaçlarım. Neredeler?" Ama diğer oğlan ona sadece neyden bahsettiğini bilmediğini söyledi, sarhoş olmasına rağmen gözlerini bir an onunkilerden çekmeyerek. Bir kere bakışlarını kaçırmamıştı ve birkaç saniye düşündükten sonra Hoseok onun gerçekten bilmeme ihtimalinin yüksek olduğunu anladı. Bu da diğerlerinin yaptığı anlamına geliyordu. "Çantamı kontrol ettim ve şişe kayıp."

"Lanet, birileri almış olmalı..." Taehyung otel binasının alçak korkuluklarına ulaştı ve oraya dayandı. Hoseok ona kimin aldığını bilip bilmediğini sordu ve oğlan kaşlarını kaldırdıktan sonra bunu bir an düşünüp kafasını iki yana salladı. "Hayır, en ufak bir fikrim yok ama şu anda kendi adımı bile bilmiyorum yani-"

"O kimdi? Arabada yanındaki adam?" Taehyung soruyu elini sallayarak geçiştirdi ve bunun üzerine Hoseok daha da gıcık olmaya başladı. Hapları oğlanda değildi, aynı zamanda kimde olduğunu ya da faydalı bir şey bilmiyordu; sarhoştu ve şimdi bir de soruları cevaplamıyordu. Öfkesi hiçbir yere kaybolamayacaktı anlaşılan, sadece birilerine yöneltilecekti. "Tae."

"Onu boşver," dedi arkadaşı, gözleri kıpır kıpırdı ve sabit duramıyordu, "ama bir fikrim var. Sana biraz hap çalabilirim." Hoseok ona şapşalca baktı ve aniden dili ağzının içinde hareket ettirmek için fazla ağır geldi. O az önce düşündüğü şeyi mi söylemişti? Oğlan gerçekten ona hap çalabileceğini mi teklif etmişti, geçtiğimiz günlerde yaşanan onca şeye rağmen ve şu an Hoseok'un hap almaması gerektiğinin bilincindeyken? Hoseok oğlanın bu yardım hevesine gerçekten şok mu olmalıydı, tiksinmeli miydi yoksa rahatlamalı mıydı bilmiyordu. "Xanax'tı değil mi? Hey, sana kolayca bir tanesini bulabilirim ben-"

"Hayır," dedi Hoseok aniden, "hayır ben aptal hapları istemiyorum Tae. Ben sadece... Benim içeri dönmem gerek ve-" Arkasındaki binadan Jungkook'un sesinin yankılandığını duydu ve iç çekerek uzanıp şakaklarını ovdu. Taehyung'un bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu ve Hoseok sadece gözlerini kapatıp derin nefesler alarak kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Nabzı fırlamıştı ve sırf durumu daha berbat hale getirmek içinmiş gibi başının ağrımaya başladığını hissedebiliyordu, tek bir hap yutmamış olsa bile. Birkaç saniye sonra birisi onu kolunun üstünden tuttu ve bu kişinin en genç oğlan olduğunu biliyordu, onu tekrar kaçmasın diye parmaklarıyla sıkıca tutmuştu.

"Hey Hoseok, hadi şimdi içeri dönelim. Tamam?"

Hoseok onun kendisini sokaktan içeri çekmesine izin verdi ve tek bir kelime etmeden binaya geri döndü, ilk etapta odayı öyle terk edip Jungkook'u bu şekilde korkuttuğu için anında utanç ve tiksinti hissetti. Jungkook onu düzgün adımlarla binanın içinde yürüttü ve otel odasına dönmesine yardım etti. Ancak odaya varınca onun kolunu bıraktı ve Hoseok pencerenin yanındaki yatağa yürüdü, uzandı ve örtüyü gözlerinin üstüne kadar çekip kendini altına gömdü ve dış dünyadan soyutlanmaya çalıştı.

Şu anda hareket etmek istemiyordu. Sadece bir süreliğine yok olmayı ve böylece bedeninin ağrımayı durdurmasını ve aptal haplar hakkında düşünmeyi kesmesini istiyordu. Bir süre sonra yatakta bir kıpırdanma hissetti ve biri yanına oturdu, üzerinde örtü olmasına rağmen soju kokusunu aldığında bu kişinin Taehyung olduğunu biliyordu. Oğlan ona tek kelime etmedi ve onun yerine sadece uzanıp hafifçe ellerini saçlarının üzerinde dolaştırdı, örtünün altına sığamayıp yastığın üzerine yayılan birkaç tutamını okşadı. Hoseok onun elini itmek istedi ama yine de yapamadı, kendisine teklif ettiği şeyden sonra bile. Hoseok hapları ondan Taehyung'un almadığını biliyordu ve bu da en azından arkadaşlarından birine güvenebileceği anlamına geliyordu. O arkadaşının günlerini ayıktan çok sarhoş geçirmesine ve ilk şüphelendiği kişi olmasına rağmen.

Hoseok ağlamak istediğini fark etti ve ağzını çarşaflara bastırarak bu hissi kovmaya çalıştı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın o his kaybolmadı ve gözlerini sımsıkı kapatmış olmasına rağmen birkaç gözyaşının kenardan akıp yatak çarşafını ıslattığını hissetti.

Neredeyse o aptal aspirinlerin hepsini yutmuş olmayı dileyecekti.

***

Continue Reading

You'll Also Like

64.3K 4.8K 23
ˊKitabın orijinali @cherrycloudmochi 'ye aittirˋ
60.6K 8.5K 31
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
12.6K 1.4K 9
[tamamlandı] omega kim taehyung sadece kış çiçeklerini seviyordu ve alfa kim seokjin bunun nedenini merak ediyordu. omegaverse! royalty! 290420 - 040...
6K 568 30
" Eğer şimdi gitmeme izin vermezsen , emin ol bu çöplükten kurtulduğumda karşında şuanki beni göremeyeceksin. " dememle yaklaştı. Artık nefesini hiss...