fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

LXII| ashes of burning bodies

1.7K 177 233
By carmenfkahlo

ZAYN

Anghrist' in devasa gölgesi Kralın Şehri' ni karanlığa boğuyordu. Geçtiği her bölgeden yükselen sevinç çığlıkları ve adını haykıran insanlar coşkuyla karşılaşmıştı krallarını.

Şehrin üzerinde dönmeye devam etti. Amacı sadece güneyin kimin olduğunu kanıtlamak ve ejderhasına duyduğu özlemi bir nebze de olsa dindirebilmekti.

Biricik ejderhası geri döndüğünde her şey daha da kolay olmuş, gaspıçının ordusunu küle çeviren Anghrist, ardından denize doğru giderek Kaptan Hook' un hala savaşmakta olduğu tüm donanmayı denize gömmüştü. Zayn orada meşgulken ordusu ise dev bir koçbaşının yardımıyla şehrin kapılarını paramparça etmiş ve şehre girmeyi başarmıştı. Ardından ordunun büyük bir kısmı kaleyi almak için ilerlemişti.

Tüm asilerin şehrin büyük meydanında toplandığından emin olduktan sonra Anghrist ile birlikte alçaldı ve ejderha şehrin en büyük iki genelevinin güçlü çatılarına ayak basarak şehri sarstı, her yanı inletecek bir kükremeyi ölümcül sivri dişlerinin arasından serbest bıraktı. Dev kanatlarını iki yana açıp bir kez daha kükrediğinde neredeyse tüm asiler diz çöktü. Öyle ki, çevrede korkudan titreyen halk bile asileri taklit etmişti.

Çevik hareketlerle aşağı inip insanlara yaklaştı. Yaklaştıkça karşısındaki insanları inceleme fırsatı da bulmuştu. Her adam, savaştan çıkan birinin en kötü halinde görünüyordu. Kararan, kanayan ve korku dolu ağlak suratlar... Bunun yanında dostlarının yüzünü de görebiliyordu. Elinde, kurumamış kanla kaplı çekici ile kendisine gururla bakan Shawn, ilk gördüğü çocuğun aksine gerçek bir adam gibi görünüyordu. Gözlerinden yorgunluk aksa bile aynı savaşa bir kez daha girebilecek kadar savaşçıydı. Ve Louis... Hırslı soluklar, zafer dolu bir tebessümün arasından özgür kalıyordu. Niall, Greg, Luke...

Tüm bu gözlerden kendisini de görebiliyordu aslında. Aslan kanıyla ıslanmış tüm bedeni kısmen savaşın bir özetiydi.

Güney benim, diye düşündü o an. Yeniden buradaydı. Ateş ve kanla, bir ejderhanın yapabileceği gibi evini geri almıştı. Şimdi ise sırada yargı dağıtmak olacaktı.

"Yolu açın!" diye bağırdı kalabalığın arasından birisi. Asilerin arasından kimlerin geldiğini görebiliyordu.

Gaspçının köpek soyu.

Desmond, Harry, Anne, Gemma ve diğer onlarca kişi ile birlikte tüm Styles soyu... Kadınlar ve annelerin kucaklarındaki bebekler ağlıyor, Gemma Styles korkuyla annesine sarılırken Harry' nin başı eğik fakat babası tüm cesaretiyle Zayn' in gözlerinin içine bakıyordu. Ardından gelen Brannan soyu da gaspçıların hemen ardındaydı. Kuzeni Cedric Brannan' in yüzüne tükürmek istemişti o an. Eğer annesi yaşasaydı yeğeni olan bu hain çocuğu kendi elleriyle öldürürdü şüphesiz.

Her şeye rağmen işte hepsi karşısındaydı. Hepsi. Onları şimdi yakabilir ve Styles soyunu tarihten tamamen silebilirdi. Ama ne yazık ki bunu önceden olduğu kişi yapardı.

"Ben, Yaser Malik' ten olma, Trisha Brannan' dan doğma, Greenland' in Güney Krallığı' nın ve Brownland şehirlerinin meşru kralı ve isminin ilki, Aslan Katili Zayn Malik' im. Sizi krala ihanet edip tahtı gasp etmek ve adının birincisi Kral Yaser' i öldürmekten suçlu bularak yargılıyorum."

"Hepsini yak!" dedi halkın arasından bir kadın. O kadının üzerine halk nefretle aynı cümleyi bir dua gibi söylemeye başladı.

"HEPSİNİ YAK! HEPSİNİ YAK! HEPSİNİ YAK!"

Anghrist' in dehşet verici sesi onları sustururken aynı zamanda bir Styles kadını korkudan yere yığılıp baygınlık geçirmişti.

"Hangi haneye bağlı olursa olsun diz çöken tüm askerler sorgusuz bir şekilde affedilecektir. Diz çökmeyen askerlerle birlikte gaspçıya yardım eden tüm hanelerin sadece başındaki kimseleri ve gaspçının konseyindeki tüm adamları idama mahkum ediyorum. İdam edilen lordların ya da leydilerin varisleri sadece bana diz çöküp yemin etmek şartı ile hanelerinin başına geçebilirler. Gaspçı ve lanetli soyuna gelirsek,"

Zayn köpek soyuna acımasızca baktı.

"Kadınların ve on üç yaşının altındaki çocukların gözetim altında tutularak evlenmelerini ve çocuk sahibi olmalarını yasaklıyorum. Böylece kısa bir zaman sonra lanetli soyunuzun tükenmesini sağlayacağım... Diğerlerini ise idama mahkum ediyorum. Fakat Desmond ve Harry Styles' ın idamları yarın öğle vaktinde, utanç yürüyüşünün hemen ardından gerçekleşecektir."

Sözleri sona erdiğinde halkın sevinç çığlıkları Zayn' in dudaklarında küçük bir tebessümün oluşmasına neden oldu. Elini kaldırdığında ise kalabalık sözlerini dinlemek için tekrar susmuştu.

"Şimdi, benim için diz çökmeyen tüm askerler öne çıksın."

Ayakta olan birkaç asker daha diz çöktü fakat birkaç tanesi gururlu bakışlarla öne çıktı. Hain lordlar, Styles adamları ve idama mahkum edilen herkes meydanda toplandığında -Desmond ile piçi oradan götürülmüştü- her şey çok kısa bir süre içinde gerçekleşti.

Gökyüzüne kükremesini bırakan ejderha dev kanatlarını iki yana açtı ve alevlerini hainlere doğru püskürttü. Alevlerin içindeki hainlerin çığlıkları ve yanan etlerinin kokusu Zayn' i tekrar gülümsetti. Çok uzun bir zamandır istediği bu intikamın kendisine böyle bir zevk vereceğini hiç düşünmemişti.

İdamın hemen sonrasında siyah bir aygıra bindi ve ardındaki ordu ile birlikte Ejderha Kalesi' ne doğru yol aldı. Yol boyunca gördükleri ise ona mutluluktan çok yine öfke vermişti.

Öldürülen ejderhaların kesilen çürümüş kafaları şehrin belli bölgelerine yerleştirilmişti ve kaleye yaklaştıkça bu manzaralar artıyordu.

"Ejderhaların derhal toplanmasını istiyorum." dedi Zayn yanındaki Louis' e. "Ayrıca Dei nerede?"

"Bilmiyorum. Onu hiç görmedim."

"Neredeyse getirilsin. Kız kardeşlerimle yeğenlerim de aynı şekilde. Greg ve Luke, onların güvenle buraya gelmelerinden bizzat sorumlusunuz."

Zayn derin bir nefes aldı. Yapacak öyle çok şey vardı ki, nereden başlayacağını bilmiyordu.

Ejderha Kalesi' ne vardıklarında kalenin büyük kapılarından geçerek ana avluya giriş yaptı. Avluda tutulan bir grup asker kalenin savunması için bırakılmış adamlardan başkası değildi. Çevreye baktığında çoktan ailesinin sancağının dalgalandığını gördü. Avlunun köşesine atılmış tüm Styles sancakları ise alevlerin içinde küle dönüşüyordu.

"Oda ve banyonuz kısa bir süre içinde hazırlanacak." dedi kumandanlardan birisi.

"Oda ve banyo umrumda değil. Ordunun yaralarıyla ilgilenilsin ve herkes karnını doyursun. Gaspçı ile piçi ise ayrı olacak şekilde kara hücrelere atılsın."

"Majesteleri." diyerek karşısına geçen başka bir kumandanın yüzünde heyecanlı bir ifade vardı.

"Hainlerden birisi amcanızın hücrede tutulduğunu itiraf etti."

Zayn' in kalbi teklerden gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Amcası Jacey Malik... Duydukları karşısında çok mutlu olmuştu fakat şaşkınlığı kalbini saran mutluluktan daha baskındı. Hainler onun yaşamasına nasıl izin vermişti?

Bu haberi veren kumandanla birlikte kalenin içine girdi ve hızlı adımlarla hücrelerin olduğu yerin altındaki kata indiler. Hücrelerin pis kokusu hatırladığı gibi, hiç değişmemişti.

Üçüncü koridorun son hücresine vardıklarında Zayn aradığı kişiyi bulmuştu. Elindeki meşaleyi içerideki karanlığa doğru tuttuğunda adamın sadece çıplak ayağını gördü. Onun amcası olduğunu anında anladı çünkü ayağındaki yanık izini yıllar önce bir kez daha görmüştü.

"Siktirin gidin buradan, uyumaya çalışıyorum!" dedi Jacey Malik. "Çığlıklar hiç susmuyor."

Zayn anahtarı aldıktan sonra başıyla kumandana gitmesini işaret etti. Amcasıyla yalnız kaldıklarında ise hücreyi açmış ve içeri girerek meşaleyi duvara asmıştı.

"Ne dediğimi duymadın mı piç?"

"Duydum."

Jacey Malik sessiz kaldı. Ardından ayağa kalktı ve karanlık taraftan aydınlığa çıktığında inanamaz gözlerle yeğenin yüzüne baktı.

Adamın saçları ve sakalları birbirine karışmış, epey kötü bir haldeydi. Çökmüş yüzü ve zayıflamış bedeninin yanında fazlasıyla kötü kokuyordu ancak Zayn' in kokusunun da ondan pek bir farkı yoktu.

Zayıflamış olmasına rağmen güçlü bir tutuşla yeğenini kendisine çekti Jacey. Amcasının sarılışına karşılık verdiğinde bir an için babasına sarılıyor gibi hissetmiş ve bu da hüzünlü duygulara kapılmasına neden olmuştu.

"Seninle gurur duyuyorum."

İlk sözleri bu oldu.

"Seninle gurur duyuyorum Zayn." Geri çekildi ve yeğeninin yüzüne bir kez daha baktı.

"Şu haline bak. Gerçek bir kral gibi görünüyorsun."

"Sen de aksi bir ihtiyara dönüşmüşsün."

İkisi de gülümsedi. Ardından sessizliği yine Jacey Malik bozdu.

"Öldüğünü düşünmüştüm."

"Denediler." dedi Zayn. "Asıl senin ölmen gerekiyordu."

"Jawaad gaspçıyla bir anlaşma yaptı. Redland' in başında olup diz çökmek ve tüm desteğini vermek karşılığında yaşamımı istedi. Hain piç kurusu... Kanında sadece ihanet akıyor, bunu Redland' deki tüm ejderhaları katletmekle kanıtladı."

Zayn nefretle dudaklarını birbirine bastırdı ve öfkeden uyuşan başını rahatlatmak için derin nefesler aldı. İşe yaramadığında nefrete bulanmış sözcükler dudaklarından akmıştı.

"Onu öldüreceğim."

"Öldürmezsen seni asla affetmem."

Fakat şöyle bir sorun vardı ki Zayn ne kuzenini ne de ona ait bir orduyu görmüştü topraklarında.

"Jawaad savaşa katılmadı." dedi aklı karışmış bir şekilde. "Destek vereceğini söyledin. Burada olması gerekiyordu."

"O domuz yardım edeceğini söyleyip gelmeyecek kadar korkağın teki. Muhtemelen sebebi budur."

"Fark etmez. Onu öldürmek için gerekirse Redland' e giderim."

Jacey karışmış sakallarını kaşırken "Konuşacak çok şey var ama önce ikimizin de temizlenmesi gerekiyor." dedi Zayn ve amcasının omzundan tutarak onu hücreden çıkardı.

Koridor boyunca yürürken Jacey ağrıyan kemikleri için küfürler etmiş ve acıyla sızlanmıştı.

"Eh," dedi sızlanmayı bir kenara bırakarak. "Tekrar tahta çıktığına göre bu sefer evlenmeyi düşünüyorsun ha?"

"Evleneceğim." dedi Zayn gülümseyerek. "Savaş bittikten sonra."

"Savaş zaten bitmedi mi?"

"Daha yeni başlıyor. Irwinlerin sonunu getirdiğim vakit savaş bitmiş olacak."

"Aklını mı kaçırdın sen?" dedi Jacey şaşkınlık içinde. "Sen buraya aitsin. Kuzeyde olanların hiçbirisi seni ilgilendirmez."

"Bilmediğin çok fazla şey var. Merak etme, her şeyi anlatacağım."

LAURIE

Soğuk, diye düşündü uykuya dalmaya çalışırken. Ancak kanına işleyen soğuk bedenini bir yaprak gibi titretirken uyuyacak gibi görünmüyordu.

Uzandığı yerden doğrulduğunda hemen yanında dizlerini kendine çekmiş bir şekilde oturan ve öylece ateşi işleyen Ivar' a baktı. Babasının öldüğünü öğrendiğinden beri fazla konuşmuyordu. Sadece oturuyor ve öfkeyle dolu mavi gözlerini bir noktaya odaklıyordu.

"Üşüyorum." dedi Laurie.

Ivar yine sessiz kaldı fakat yanındaki odun parçalarından birisini ateşe atarak alevlerin canlanmasını sağladı.

"Bir handa kalmamız daha iyi olmaz mı?"

Sonunda bıkkın bir iç çeken Ivar kızıl alevlerdeki bakışlarını Laurie' ye çevirdi.

"Para?"

"Birisini soyalım." Ardından bu düşünceyi biraz daha sınırlandırdı. "Bir askeri... Onlardan nefret ediyorum."

"Tamam."

"Öyleyse burada durmamızın bir anlamı yok."

"Sabahı bekle."

Laurie' nin bekleyecek sabrı kalmamıştı. İki gündür midesine ne olduğunu bilmediği otlardan başka bir şey girmemişti ve sıcak bir handa sıcak yemekler yemek istiyordu.

"Burada durabilirsin. Ama ben gidiyorum."

Ivar yine tepki vermedi. Gözlerini deviren Laurie ayağa kalkıp yünlü pelerininin eteklerindeki karları silkeledi ve yürümeye başladı. Çevrede kamp yapan askerlerin olduğuna emindi. Vikinglerden ve ordularından kaçan ya da yerini değiştiren askerler...

Uzunca bir süre yürüdü. Hızlı adımları bir nebze de olsa titremelerini azaltmış fakat soğuktan boyun kasları ağrımaya başlamıştı. Rüzgar yüzünden sürekli geriye düşen başlığını düzeltmekle uğraşırken sonunda birkaç metre ötede bir kamp ateşi görmüştü. Koşar adımlarını o bölgeye yönlendirdi. Sönmek üzere olan ateşin çevresinde dört adam uyuyordu. Bir kenara bırakılmış çantaların yanında adamların kılıçları da vardı.

Yaklaştıkça adımlarını yavaşlattı, kulaklarını kabarttı. Çıkan homurtulara bakılırsa hepsi derin bir uykuda olmalıydı. Belindeki kemerde asılı olan hançerinin kabzasını kavrayıp usulca hançeri kınından çekti. Ses yapmamaya özen göstererek uyuyan adamların yanından geçti ve ağacın dibine bırakılmış çantaların yanına çöktü. İlerideki ağaçlara bağlanmış olan atlara bakıp onlardan birisini de çalmayı düşünmüş ancak bunun çok gürültülü olacağını fark ederek vazgeçmişti.

Kaynatılmış deriden yapılma büyük çantayı açtı. İçinde birkaç kumaş parçası ve çürük bir elmadan başka bir şey yoktu. O çantayı bırakıp diğer deri çantayı hırsla açtı. Tıpkı diğerinde olduğu gibi içinde kirli çamaşırlar vardı fakat en dibinde sonunda eli bir keseye ulaşmıştı. Keseyi alıp bağını çözdüğünde içinin gümüşlerle dolu olduğunu görmüş ve bu yüzünde bir tebessümün oluşmasına neden olmuştu. Bu kese onun için yeterli olabilirdi. Ancak yüreği daha fazlası için yandığında keseyi kemerine sıkıştırdı ve diğer çantalardan birisini de araladı. Orada da içi bakır ile gümüş dolu bir kese bulmuştu. Son çantayı açmak için hazırlanmıştı ki sırtından aldığı bir tekme darbesi ile çantaların üzerine yığıldı.

"Seni küçük orospu!" Saçlarından kavrayan adam onu kendisine çektiği sırada Laurie elinde sıkıca tuttuğu hançerini çevik bir hareketle adamın sağ gözüne sapladı. Korkunç çığlığı, diğerlerini uyandırmak için fazlasıyla yeterliydi.

Üç kişiye aynı anda karşı koyamayacağını bildiği için çaldığı keselerle birlikte koşmaya başladı. Göğsü ile beraber bedenindeki tüm kasların alevler içinde yandığını hissedebiliyor ama onlardan korkmuyordu. Eğer yeterince hızlı koşarsa onları atlatabileceğinden emindi.

Ardından edilen küfürleri duydu. Sesler yakında, onu takip ediyorlardı. Zikzaklar çizerek koşmaya devam etti. Ancak karların altında kalmış bir ağaç köküne takılıp yuvarlanarak düştüğünde dudaklarından acı bir çığlık yükselmiş, alt bacağında oluşan yarık hızla pantolonunu kan içinde bırakmaya yetmişti.

Elinden düşen hançeri kapıp tekrar ayağa kalktı. Sendeler adımlarla uzaklaşmaya çabaladı ancak askerlerden birisi karşısına çıktığında yürümeyi kesmişti.

"Orospu hırsız." dedi adam çürük dişlerinin arasından. "Seni sikerken öldüreceğim."

Bir elinde kılıcını tutarken diğeriyle pantolonunun bağcıklarını çözdü ve iğrenç aletini Laurie' ye sergiledi.

"Sonunda sikebilecek bir amcık." dedi çalıların arasından çıkan bir diğer asker.

"Sıranı bekle. Önce onu ben sikeceğim."

"Sen mi? Onu önce gören bendim piç!"

"Siktir oradan! Önce onu ben buldum."

Laurie nefretle yüzünü buruşturup hançerini kaldırdı ve kendisine aletini gösteren adama fırlattı. Hançer, adamın göğsüne hızla saplandığı vakit asker yere yığılmıştı.

"Sana teşekkür etmem gerek. Onu ben öldürecektim." Adam içinde tüm kötülüğü barındıran gözlerini Laurie' ye çevirdi. "Eğer seni becerirken zorluk çıkarmazsan belki yaşamana izin veririm."

"Kimseden izin almam."

"Öyle mi? Kaçacak bir durumda değilsin. Ve silahını o piçe fırlattın."

Laurie onun haklı olduğunu biliyordu. Yine de bunu yüzünde göstermedi. Direnmeye devam edecekti ve gerekirse bu adamı boğarak öldürürdü.

"Sadece derin bir uyku çekmek istemiştim!" dedi dördüncü asker de aralarına katıldığında. "Lanet sürtük! Paramı çaldığını fark etmeyeceğimi mi sandın?"

"Kes sikik sesini Lio." Diğeri kendisine doğru bir adım attığında Laurie arkasına dönerek adım atmaya çalıştı. Bunu yapabiliyordu fakat bacağı öylesine acıyordu ki, yeterince hızlı değildi. Sırtından ittirildiğinde tekrar yeri boyladı. Sırtından gelen baskı yüzünü kardan çıkaramamasına neden oluyordu. Adamın ellerini pantolonununda hissettiği anda tüm gücüyle bir tekme attı. Sırtındaki ve pantolonundaki eller geri çekildiğinde küfürler duymuştu.

Hızla ters dönüp doğrulmak için harekete geçecekti ki, kendisine tecavüz etmeye çalışan adamın boynuna arkadan bir balta saplandı. Baltadan gelen güç, adamın boynunun bedeninden yarısına kadar yarılmasına neden olacak kadar fazlaydı. Diğeri neler olduğunu anlamadan Ivar ona da baltasını savurdu. İşi bittiğinde yerde şaşkınca kendisini izleyen Laurie' ye bakmıştı.

"Kendim de halledecektim." dedi Laurie hızlıca.

"Eminim." Dizlerinin üzerine çöken Ivar kanla ıslanmış baltasını yanına bırakarak Laurie' nin bacağına yaklaştı. Yırtılmış pantolonunun paçalarını yukarı çekip yarığı açığa çıkardı ve inceledi.

"Sanırım bir şey yok."

Laurie biraz daha doğrulup bacağına baktı. Yaranın güzelce temizlenip temiz bir bez parçasıyla sarılması yeterli olacaktı. Yarasıyla ilgilendikten sonra askerlere ait aygırlardan ikisini alarak bir han bulmak üzere yola çıktılar.

Yakınlarda bir han bulmaları uzun sürmedi. Aygırlarını seyis çocuğa vererek hana giriş yaptılar. Ana salon insanlarla doluydu ve herkes yemeklerini yiyor, gürültülü sohbetler ediyordu. Laurie ve Ivar başlıklarını iyice çekip boş masalardan birisine oturdular.

"Bu insanların neyi var?" dedi Laurie şaşırarak.

"Bilmiyorum."

Yanlarına yaşlı ve fazlasıyla şişman bir kadın yaklaştı. Yanağındaki büyük ben öyle dikkat çekiciydi ki, Laurie uzun bir süre istemsizce o siyah ete odaklanmıştı.

"Siz de Bakire Jolie için mi geldiniz?" dedi yaşlı kadın. Yüzündeki kirli sırıtışı Ivar' a çevirdi.

Bakire Jolie de kim?

"Umarım yanında yeterli miktarda para vardı genç adam. Yoksa işin çok zor."

"Sadece yemek istiyoruz." dedi Ivar. Sesindeki ilgisizlik yaşlı kadını gözle görülür bir hayal kırıklığına uğratmıştı.

"Bu gece öküz kuyruğu çorbası, yulaf lapası, baharatlı kabak ve bayat ekmek var. Hangisini istersiniz?"

"Hepsinden. Yanında bira da olsun."

Yaşlı kadın masadan ayrıldığında Laurie bir kez daha gözlerini çevrede gezdirdi. Çoğu adam arasında tartışıyor, yanındaki kadınlara taciz ediyor, hatta ilerideki köşede bir adam önündeki kadınla ilişkiye giriyordu. İçerisi fazla gürültülüydü. Herkes bağırarak konuşuyor, masalara maşrapalar vuruluyor ve bazen kavgalar da ediliyordu.

Hepsinden sıkıldığında gözlerini karşıda kendisini izleyen Ivar' a çevirdi. Düşünceli görünüyordu.

"Ne düşünüyorsun?"

"Bjorn' u öldürdüğümü."

"Onu öldürmen imkansız. Sana bunu anlatmıştım."

Ivar ona yaklaşamadan diğer Vikingler onu öldürürdü. Hatta Laurie emindi ki, Bjorn tüm o aptal adamları Ivar' ın bir hain olduğuna inandıracaktı.

"Biliyorum. Ama bir yol olmalı."

"Aslında benim aklımda bir fikir var."

"Ne?"

"Hain Irwin' e gizli bir mektup yollayalım. Ragnar' ın öldüğünü bilirse Vikingleri tamamen temizlemesi fazla uzun sürmez."

"Irwin bunu yapabilir mi?"

"Bjorn bu savaşı kazanabilecek kadar disiplinli ve zeki değil. Disiplini olmayan bir grup salak adamı yok etmek de oldukça kolay."

"Haklısın." dedi Ivar. "Onu ben öldüremeyeceksem başkası yapmalı... Ama mektubu nasıl içeri sokacağız?"

"Henüz bunu düşünmedim."

Yaşlı kadın tepsisi üzerindeki tabakları kabaca masaya bıraktı. Ardından gelen cılız bir kız ise maşrapaların içine elindeki sürahiden bira doldurdu.

Tekrar yalnız kalmışlardı.

"Kardeşin orada kaldı."

Michael.

Laurie zihninde onunla ilgili olan son görüntüyü resmetti. Zavallı Michael tanınmayacak kadar berbat bir haldeydi ve muhtemelen onu şimdiye dek öldürmüşlerdir.

"Cesedinin kale duvarlarında sallandığına eminim." dedi Laurie. Sesinde duygudan eder yoktu.

"Tabi ortada bir ceset kaldıysa... Onun için üzülmüyor musun?"

Laurie birasından büyük yudumlar aldı.

"Emin değilim. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Kardeşiz fakat bana göre sadece aynı kanı taşıyan iki insanız."

"Tıpkı Bjorn ve ben gibi." dedikten sonra lapasından bir kaşık aldı.

Bir süre sessizce yemeklerini yediler. Laurie, sonunda normal bir yemek yediği için mutluydu. Doğrusu bu yemekler de oldukça iğrençti fakat ot yemekten iyi olduğunu düşünmüştü.

O sırada az önce yemek getiren yaşlı kadın tüm masaların görebileceği bir masanın üzerine çıkmış ve elindeki demir tencereye bir kaşıkla vurmuştu.

"Sessizlik!" dedi kadın. Adamlar daha da büyüyen bir heyecanla konuşmayı kestiler. Onları böylesine heyecanlandıran ne olabilirdi?

"İşte beklediğiniz an geldi beyler... Jolie, buraya gel tatlım."

Salonun diğer köşesinden bir genç kız, yaşlı kadına doğru yürüdü. Zayıf bedeni, beline kadar uzayan sarı saçları ve gökyüzü kadar mavi gözleri vardı. Buna rağmen kızın yüzü çirkindi. İnce dudaklara, büyük kulaklara, karga gibi burna ve yüzünün tamamını sarmış sivilcelere sahipti.

"Güzel kızım Jolie' nin bekaretini isteyen erkeklerle yıllardır uğraşmak öyle zordu ki... Böyle değerli bir hediyeyi bugüne kadar korumak sadece sizler içindi dostlarım. Ve şimdi... Kızımın bekaretine en fazla ödeme yapacak kişiye bu hediyeyi vereceğim."

Laurie yüzünü buruşturdu. Duydukları gerçekti. Ve gördükleri de... Birbirlerini ezerek bağıran adamların ne dediği anlaşılmıyordu ancak elleri kızın bekareti uğrana verecekleri paralar ile doluydu. Bir altın bile görmüştü o ellerin arasında.

Jolie' nin bekaretini üç altın karşılığında, neredeyse ölmek üzere olan yaşlı bir adam kazandı. Yaşlı kadın bizzat kendisi ikisini bir odaya uğurlarken diğer adamlar hırsla kavga etmeye başlamış, hatta birisi öldürülmüştü.

"Buradan gidelim mi?" diye sordu Ivar. Laurie de daha fazla bu saçmalıkları görmek istemediği için teklifini hemen kabul etti ve yaşlı kadının verdiği bir odaya giriş yaptılar.

Ivar baltası ile hançerlerinin bağlı olduğu kemerini çıkarıp yere bıraktı. Ardından pelerinini, içi yünlü deri yeleğini, gömleğini... Üzerinde sadece pantolonu kaldığında Laurie sadece pelerinini çıkarmakla kalmıştı. Gözleri, Ivar' ın yaralarla dolu kaslı bedeninde dolanıyordu. İzlendiğini fark edince Laurie' ye döndü.

"Çıplak uyumayı tercih ederim." dedi dudaklarında oluşan hınzır bir gülümseme ile.

"Ben de." diyen Laurie birkaç hamlede üzerindeki her şeyi çıkardı ve çıplak bir şekilde odadaki tek yatağa uzandı. Ivar pantolonunun düğümlerini çözdü ve sonrasında o da çıplak kaldı. Laurie sırıtarak gözlerini kapatıp yüz üstü olacak şekilde pozisyonunu değiştirdi.

Yatağın çöktüğünü, Ivar' ın üzerine doğru eğildiğini hissetti. Büyük ve sıcak elini beline yerleştirdiğinde sıcak nefesi kulağında, göğsü sırtındaydı.

"Hala üşüyor musun?" dedi parmakları tenini okşarken.

"Evet."

Hemen arkasına uzandı ve Laurie' nin bedenini arada hiç boşluk kalmayacak şekilde kendine bastırdı.

Laurie kıpırdanarak onun gövdesinin üzerine kendi ağırlığını bıraktı, yüzünü Ivar' ın boynuna gömmüş ve o erkeksi kokuyu içine çekmişti.

"Seni istiyorum." dedi Ivar sessizlik uzayıp giderken.

Laurie başını kaldırıp onun güzel yüzüne baktı ve ardından dolgun dudaklarını öptü. Bu masum öpücüğün arzu dolu ateşli bir öpücüğe dönüşmesi uzun sürmedi. Kendini altta bulduğunda bacaklarının arasına yerleşen Ivar' ı sarmış ve onu sarmalayan bu güzel duyguların keyfini çıkarmıştı.

HARRY

Onu tekrar göreceği günün yanarak öleceği gün olduğuna inanmıştı her zaman. Onu tekrar görmüştü. Ama şimdi bir zindanda elleri ve ayakları zincirlenmiş bir şekilde nasıl olacağını bilmediği ölümünü bekliyordu.

Muhtemelen beni Anghrist öldürecek.

Zayn bunu yapmak isteseydi bugün yapardı. İşte bu yüzden Harry emin olamıyordu. Eski dostu öyle çok değişmişti ki, olgun tavırlarına şaşırmış, hiçbir anlam verememişti.

Tüm bu pisliğin içinde ne kadar kaldığını bilmiyordu ve bedenine giren ağrılar onu neredeyse ağlatacaktı. Tavandan sarkan zincirler bileklerine sarılıydı ve zincirler öyle gergindi ki, Harry parmak uçlarının üzerinde dikiliyordu. Başının üzerine damlayan su damlaları, farelerin sesi ve ceset kokusu... Midesi bulandı. Üzerindekilerin çıkarılmasına ihtiyacı vardı. Kan ve et parçaları ile dolu olan zırhı hala üzerindeydi.

Şimdi sıcak bir banyo mükemmel olurdu.

Ama Harry bir daha banyo yapamayacak, yarın idam edilecekti. Hakettiğini sonunda bulmuştu. Hissettiği utanç acıdan çok daha fazlaydı.

Uzun vakitler geçti. Gece mi yoksa gündüz mü olduğuna karar veremeyecek kadar yerin dibinde, karanlıktaydı. Fakat ilerleyen vakitlerde bir ses duymuştu. Açılan demir kapıların ardından gelen adım sesleri Harry' nin hücresine kadar uzadı.

Gelen kişilerin elindeki meşale gözlerini yaktığında yüzünü buruşturarak diğer yana çevirdi. Bu sırada hücresinin kapısı açılmış ve içeriye biri girmişti. Duvara asılan meşalenin çıkardığı sesi, ardından gelenlerden birisinin gittiğini duydu.

Harry yavaş bir şekilde ışığa alışmaya başlayan gözlerini gelene çevirdi. Kim olduğunu anlamak zor değildi zaten. Fakat üzerinde kan ve pislik yokken geçirdiği değişim çok daha belirgin görünüyordu.

Giydiği koyu renkli deri takımın sol göğsünü gümüş bir ejderha başı broşu süslüyordu. Daha da keskinleşen yüz hatları ve sakalları ona ürkütücü bir hava vermişti. Omuzlarına kadar uzayan saçlarının üst bölgesini ise arkaya doğru toplamıştı. Tüm bunların yanında en dikkat çekici olanı gözleriydi. Öfkeyle ışıldayan o gözler şimdi birer boşluktan ibaretti ve bu Harry' i korkutmuştu.

"Sevgime ihanet ettin."

Fısıltılı sözcükleri dudaklarından çıkıp Harry' nin tenine acıyla battı.

"Benim dostumdun. Kız kardeşimle evlenmeni isteyecek kadar sana güveniyordum. Ama sen, bana ihanet ettin."

Harry utançla yüzünü eğdiğinde sol gözünden bir damla aşağıya doğru süzüldü.

"Neden yaptın?"

"Çünkü senin gibi olmak istedim."

"Kimse benim gibi olamaz."

Ne yazık ki, bunu artık anlamıştı. O Zayn' di. Eşi benzeri olmayan ve asla olmayacak. Ejderha Kralı, Aslan Katili.

"Yaptığın hiçbir şey, babama yapılanlar kadar canımı yakmıyor. Onun için yemin etmiştiniz."

"Yeminlerin bir değeri kalmadı."

"Evet, bunu sayenizde öğrendim."

"Lütfen," dedi hırıltılı bir fısıltıyla. "Yaşamama izin ver. Son nefesimi verene kadar bu çukurda kalırım. Ölmek... Beni çok korkutuyor."

"O korkuyu biliyorum." dedi Zayn bir adım daha yaklaşıp. "Buraya gelene dek kaç kere o korkuyu tattığımı tahmin edemezsin. Ya da bedenimi parçalamak isteyen bir aslanın altında ne hissettiğimi... Ama sen bundan kurtulamayacaksın. O korkuyu kemiklerine kadar hissettiğini bugün gözlerinde göreceğim."

Bugün mü? Bugün mü öleceğim?

Harry ne kadar zamandır burada olduğunu bir kez daha düşündü ancak anlayamadı.

"Lütfen, Zayn. Hayatımı bağışla, yalvarırım. Rhoslyn için-" Çenesinden yediği sert yumruk tüm dünyasını sarstı, ağzındaki kanın tadını hissetti.

"Onun adını ağzına alma."

Ejder ateşinde yanarak ölmektense Zayn' in ellerinde ölmeyi tercih etti o an. Çünkü daha fazla bu korkuyu taşıyamıyordu bedeni. Her şekilde ölecekti. Kurtulmanın hiçbir yolu yoktu.

Dudaklarında yayvan bir gülücük oluştuğunda yerdeki gözlerini tekrar ona kaldırdı.

"Onu her gördüğümde sikmek istediğimi biliyor muydun?"

Ve bir yumruk daha. Evet, Zayn. Beni öldür. Hadi.

"Tıpkı senin gibi. Geceleri onu odama çağırmak istedim. Aletimi onun sıcaklığının içine sokmak ve-"

"Sus artık!" Yüzüne ardı ardına atılan yumruklar ölmek için yeterli değildi. Ancak canı acıyor ve bu iş gittikçe uzuyordu.

"İçine... İçine bir. Bebek koymak. Ama senin gibi... Bebeğimi ölüme terk etmezdim."

Ölümcül darbeyi şimdi beklemişti. Gözlerini yumdu ve ölümü karşılamaya hazırlandı. Ancak hiçbir şey olmamıştı. Gözlerini araladığında hala orada durduğunu gördü. Az önceki güçlü halinden eser yoktu. Yaşlarla ışıldayan gözlerini yere eğdi ve başka hiçbir şey söylemeden Harry' i yalnız bıraktı.

Harry ağladı. Hiç durmadan, birileri gelene kadar ağladı. Üç asker gelmişti onu almak için. Ellerindeki zincirleri çözmeden kirli bir odaya getirdiler ve üzerindeki her şeyi kabaca çıkardılar.

"Ne yapıyorsunuz?" demişti onlara. Cevap alamamıştı. Ölüm kadar sessizdiler.

Çırılçıplak bir şekilde tabureye oturtuldu. Saçları köküne kadar kesilirken gözyaşları hızlanmış ve ölüme hazırlandığını anlamıştı.

Saçları kesildikten sonra bedeni temiz sularla yıkandı, ardından çuvala benzer ince bir kıyafet üzerine geçirildi.

Hücresine geri götürüleceğini düşünmüştü ancak hücrelerin olduğu kattan yukarı çıkıldı.

"Beni nereye götürüyorsunuz?" dedi yanındaki adamlara.

Yine cevap alamadı.

Kalenin ana avlusuna çıktıklarından büyük kale kapılarının önünde bekleyen babasını gördü. Tıpkı kendisi gibi saçları kesilmiş ve üzerine aynı kıyafet geçirilmişti. Utanç yürüyüşünün olacağını fark etti. Sonrasında ise ölecekti. Her adım ölüme atılan bir adım olacaktı.

Babasının yanına vardığında Desmond Styles oğlunun ağlamaktan şişmiş gözlerine iğrentiyle baktı. Birazdan olacaklara rağmen adam hala cesur bir şekilde yerinde duruyor, gözlerinde korkuya dair eser bulunmuyordu.

Babam gibi olamazken Zayn gibi olmak istedim, diye düşündü acıyla. Kendim dışında herkes olmaya çalıştım. Ben kimim?

Kalenin kapıları açıldığında çevresindeki askerlerin eşliğinde yürümeye başladılar. Orman boyunca sorunsuz bir şekilde süren yürüyüş, şehrin girişine varıldığında son bulmuştu. Bu iki gaspçı için sokaklara dökülmüştü tüm halk. Herkes bu anı bekliyordu. Harry' nin alevler içinde attığı çığlıkları duymayı... O gözlerde düşmanlık ve nefret vardı. O gözlerde sadece kötülük vardı.

İki asker üzerindeki çuval parçasını söktüğü anda insanlar tüm çıplaklığını gördü. Harry utançla ellerini aletinin önüne yerleştirirken arkasından ittiren bir asker yüzünden tekrar yürümeye başladı. Babası da hemen yanındaydı.

"Orospu çocukları! UTANIN!" diye bağırdı bir adam. Bir başkası üzerine dışkı fırlattı. Çürük sebze parçaları, çakıl taşları ama daha çok dışkı.

"Gaspçı!"

"Siktiğimin prensi! Buraya bak! Bana bak." Adam ona saldırmaya çalıştı. Elinde tuttuğu aletini ileri geri sallarken "Bununla bebek yapabiliyorsun piç! Bunun ne olduğunu biliyor musun?" dedi kahkahalarla.

Harry başının arkasına çarpan bir şey üzerine neredeyse düşecekti ki son anda dengesini topladı. Attığı her adımda haykırışlar ve küfürler büyüyordu. Nefretten kuduzlaşmış olan bu insanları askerler tutmasa hepsi Harry ile babasına saldırır ve burada bedenini parçalara ayırırlardı.

"Hainler!"

"UTAN!"

"Hepiniz cehenneme gideceksiniz!"

"Ejderha seni yakacak piç! UTAN! UTAN!"

"Sikeyim seni Styles. Anneni de sikeyim."

Babası aldığı darbe üzerine yere düştü. Askerler hızla onu yerden kaldırdığında yürümeye devam etti.

"UTAN!"

Gürültü çok fazlaydı. Harry' nin başı dönüyor, tüm bu kalabalığın arasında nefes alamıyordu. Aletine laf eden insanların sözleri altında ezilirken omzuna çarpan bir taş parçası, tenini yardı.

"Hainler!

"HAİN!"

"UTAN!"

Az kaldı. Sadece birkaç sokak. Dayan. Hepsi bitecek. Acı bitecek.

"Harry! Sikini kullanmayı biliyor musun ha? Gel ve seni sikerek nasıl olduğunu göstereyim."

"UTAN PİÇ!"

Yanından geçtiği bir kadın yüzüne balgam fırlattı. Yanağından aşağıya doğru kayan salyalar midesini bulandırırken yüzünün ortasına atılan dışkı üzerine dizlerinin üzerine düşmüş ve midesindekileri kusmuştu. Sırtına durmaksızın bir şeyler atılmaya devam etti.

Her bir ağızdan aynı dua yükseliyordu.

"UTAN! UTAN! UTAN! UTAN!"

Harry utanıyordu. Yaptığı her şeyden.

Kollarından tutan adamlar onu zorla ayağa kaldırdı.

Az kaldı. Acı birazdan bitecek.

Sonraki sokağı döndüler. Babasına toplu bir şekilde küfür edilirken darbeler hiç kesilmedi.

Sonunda Aslan Çukuru' nun da bulunduğu büyük meydana varmışlardı. Henüz dün, burada büyük bir katliam gerçekleştirmişti Anghrist. Yüzlerce kişiye alevlerini püskürtmüştü ve bugün de sıra Harry ile babasındaydı.

Bir grup askerin arasında duran iki kralı gördü. Yaser Malik ve Manuel Mendes. Orada, ikisi de o güçlü bakışlarıyla Harry' e bakıyorlardı.

Hayır. Onlar öldü.

Yaser Malik "Neden yeminini bozdun?" der gibi bakıyordu ona. Sen öldün. Seni biz öldürdük.

Yaşlı gözlerini açıp kapadı. Yaser ve Manuel gitmiş, onların yerine kral olan oğulları kendisini izliyordu. Zayn ve Shawn.

Gökyüzünde çığlıklar atan Anghrist' in gölgesi bulundukları bölgeyi anlık bir karanlığa gömdü, ardından güneş tekrar kendini gösterdi. İşte şimdi öleceğim.

Dostlarını da görmüştü iki kralın yanında. Louis, Niall, Liam, Luke, Greg ve dahası... Ejderha prensesleri, Jacey Malik... Hepsinin bakışları aynıydı.

Harry bir kez daha utandı. Utanç, parmaklarını boğazına sarmıştı ve nefes almasını engelliyordu.

"Son sözleriniz var mı?" diye sordu Zayn bir adım öne çıkarak. Harry' e baktı. Söyleyecek bir şey kalmamıştı.

Ancak babası için durum böyle değildi.

"Her şeyin bittiğini sanıyorsun." dedi Desmond Styles. Yüzünde garip bir tebessüm vardı.

"Çok yakında soyun kuruyacak."

Harry, Anghrist' e verilecek komutu beklerken eski dostunun dudaklarından başka kelimeler yükseldi.

"Onları çukura atın."

Kollarından sürüklenerek çukura doğru sürüklendi ve acımasızca aşağı fırlatıldı. Dört metre yükseklikten beklenmedik bir anda düşünce kolundan gelen çatırtı sesi dudaklarından bir çığlık kopmasına neden olmuştu.

"Aslanları serbest bırakın."

Hayır... Hayır!

"Değer verdiğim insanların hepsi bu çukurda hayatını kaybetti. Siz de aynı acıyı ve korkuyu yaşayacaksınız."

Harry uzaklardan gelen kükremeleri duydu. Korkudan kırılan kolunun acısını unutmuş, bedeni titremeye başlamıştı.

Karanlık tünellerden gelen adım seslerinden sonra aslanlar meydana çıktı. Gözlerinin içine bakan vahşi kedinin ağzından salyaları akarken Harry gözyaşlarının arasından bir çığlığı özgür bıraktı. Ancak aslan üzerine atlayıp etinden bir parça kopardığında attığı çığlık, bir insana ait olamayacak kadar korkunçtu.

Continue Reading

You'll Also Like

42.7K 6.7K 29
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
101K 2.9K 64
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...
260K 17.2K 12
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
74.6K 8.6K 32
safkan alfa jungkook, kırık bir kalple ㅡ jimin ile karşılaşır.