a queen and her tears

By rosiewrosie

326K 33.2K 20.6K

eğer sorun bir kadın olmakla ilgiliyse, o hâlde bugün ben bir kralım. [ » rosékook ] 2019 | lilah More

« warning
0, the day
1, goodbye
2, arrival
3, first interactions
5, message
6, heartbeats
7, rumor
8, don't know what to do
9, wedding
10, wedding night
11, do not tempt my fury
12, hunting lodge
13, tears
14, handsome
15, riding
16, the hunter becomes the hunted
17, what happened between you two
18, secret
19, cunning
20, inheritor
21, will be fine
22, there is someone behind you
23, closer
24, she is here
25, trust
26, would like to see
27, fortune teller
28, all together now
29, non stop
30, sorry for everything
31, collapse
32, too late
33, guest
34, death night
35, everybody goes
36, killer
37, hurts like hell
38, had very little
39, pain
40, mercy
41, a little painful story
42, funeral
43, hidden truths
44, poison
45, lust
46, can't handle this
spoiler [special chapter]
47, in pieces
48, coming home
49, enemy
50, love and death
51, playing with fire
52, sins of the past
53, cursed queen
54, for the queen, her reign and all she lost
55, every story needs an ending
thank you letter,

4, reconciliation

6.9K 685 244
By rosiewrosie

Dün gece odama gelir gelmez yatağa girmiş ve düşüncelerle boğuşmuştum. Abartıp abartmadığımı, haksızlık edip etmediğimi, saygısız davranıp davranmadığıma kadar her şeyi düşünmüştüm. Fakat hayır, haklıydım.

Hayatım zorla bir adama bağlı hale getirilmişti ve bunda benim hiçbir söz hakkım olmamıştı. Eğer bana sorsalardı cevabım belliydi, hayır diyecektim. Nasıl evet diyebilirdim ki? Nasıl göz göre göre hayatımı işkenceye çevirip nasıl tanımadığım bir adamla evlenebilirdim? Küçük yaştan itibaren iki kimliğim olmuştu: Conall Prensesi Roséanne ve Prens Jungkook'un nişanlısı Roséanne.

Hayatımı mahvettikleri apaçık ortada değil miydi? Üstelik bu tek taraflı bir işkenceydi. Jeon Jungkook o kadar rahattı ki, o kadar sorumsuzca konuşuyordu ki sinirlenmemek elde değildi.

Geleceğim için endişeleniyordum çünkü evlilikten bu kadar basitçe bahseden bir adamla evlenmek istemiyordum. Evlilik ya da ne bileyim diğer adı konulan birkaç ıvır zıvır, bunlar aşık olan iki insanın paylaşım duyduğu şeylerdi. Birbirini tanımayan iki insanın paylaşabileceği bir şeyler değildi. Tabii zamanla birbirimizi tanıyacaktık fakat zamanla. Biz prens ve prenseslerdik. Bizden varis isteyeceklerdi, adet günlerime kadar her şey kontrol altında takip edilecekti... Bunlar olacaktı fakat biz hâlâ zamanla birbirimizi tanımaya çalışıyor olacaktık...

Belki de gereksiz endişeli bir insandım, bilmiyordum fakat şöyle de bir gerçek vardı ki Senga yaklaşık üç yüz yıllık, Conall da dört yüz yıllık birer krallıktı ve büyükbabam Dördüncü James'e kadar ülkeler birbirleriyle savaş hâlindelerdi. Jungkook ve benimle sağlanacak olan bu evlilik, ilk defa kraliyete ait soylularla meydana gelecekti. Çocuklarımızın soyu Senga ve Conall'a ait olacaktı.

Eğer halka bakarsak elbette Sengalılar ve Conallılar birbirleriyle evleniyorlardı fakat kraliyetten birileriyle ilk defa yeni bir soy oluşturulacaktı. Ve bu benim endişelenmem için gayet iyi bir nedendi.

Bana tahsil edilen odanın içinde küçük bir yatak odası daha vardı ve orada kızlar yatıyordu.

Yattığım yatağın hafifçe çökmesiyle yanıma Anna, Lizzie ve Mary'nin geldiğini anladım.

"Anlat bize, Rosie. Endişen akşamdan beri seni yiyip bitiriyor." diyen Mary ile içimdeki her kelimeyi kusana kadar anlattım. Lizzie ve Anna sıkça saçımı okşamış ve bana destek olmaya çalışmışlardı.

"Ah, Düşes Catherine aklınızı bayağı karıştırmış olmalı... Açıkçası bazen haklı, bazen de haksız duruma düşmüşsünüz." dedi Mary, konuşmamı hiç kesmemiş ben bitirene kadar kaşları çatılı çatılı düşünmüştü. "Söyle bana Mary, hatalarımı görmem ve düzeltmem gerekiyor." dedim sarı geceliğin uçlarıyla oynarken.

Ben bacaklarımı karnıma kadar çekmiş yatakta otururken Mary sağ yanımda, Lizzie ve Anna da sol yanımdalardı.

"Haklı olduğunuz şey yaşadıklarınız, efendim. Sizi zorla bir Sengalı yapmaya çalışmaları. Haksız olduğunuz kısım ise daha Prens Jungkook'u tanımıyorsunuz ve onun da sizin kadar bu evlilikten korkmuş olduğunu görebiliyorum... O da gergin ve o gerginlikle birkaç şey söylemiş olabilir. Kesin bir yargıya varmamalı ve yanlış anlaşılmalara yer vermemek için öylece çekip gitmemelisiniz. Onu dinleyin ve yanlış anladığınız kelimeleri ona sorun."

"Pekâlâ, öyle yapacağım... Umarım dediğin gibidir, Mary. Öyle olmasa bile ben bir şeyleri düzeltmek için uğraşmış olacağım ve aptal vicdanım da sızlamayacak." dediğimde o da beni kafasıyla onayladı ve kollarını bedenimin etrafına çevreledi.

"Teşekkürler, kızlar. İyi ki hep benimlesiniz."

*

Sabah kahvaltısını yol yüzünden midemin bulandığı bahanesiyle geçiştirmiştim. Asıl konu tamamen Jungkook'u görmekten kaçıyor oluşumdu. Tanrı aşkına karşısına geçip ne diyecektim ki? Tam bir delilikti!

Şimdi yatağımda Isla ile oynuyordum. Yaşına göre oldukça minyon bir köpekti ve tüyleri yumuşacıktı. Onunla olmayı çok seviyordum. Bir de çok haylazdı... Fazla haylaz...

"Isla acıktın mı?" diye sordum ve iki saattir okşadığım göbeğini hafifçe kaşıdım. "Hadi gel annen sana yemek versin." dedim ve onu kucağıma alarak yatağından kaldırdım. Açıkçası ilk başlarda Isla'yı kraliçenin sorun edeceğini düşünmüştüm fakat sabah saatlerinde Isla bizzat kraliçenin nedimesiyle birlikte odama gelmiş ve güzelce banyo yaptırılmıştı. Senga sandığım kadar da kötü bir yer değildi sanırım...

Kucağımda Isla ile odadan çıktığımda onun karnını ve kafasının üzerini öpmekten önüme bakmıyordum. Bana tahsil edilen oda, sarayın işlek koridorunun en ucundaydı. Koridorda herhangi birinin önünde düşmemek için başımı hafifçe kaldırdım ve hemen biraz ilerimdeki camın önünde konuşan prensleri gördüm. Seok Jin, Taehyung, Jimin ve Jungkook. Birbirimize selam vermezsek saraydaki diğer soyluların anında dedikodu çıkaracağına emindim. Hatta dün akşam prensi bırakıp gitmemle ilgili bile çıkmış olabilirdi...

Jimin, "Prenses Roséanne." deyince anında dörtlü ile kesişti. Bana hafifçe eğilerek karşılık verdiğinde yanlarına doğru ilerledim, ben de hafifçe eğildim ve "Merhaba..." diyerek hepsini selamlamış oldum.

Taehyung gözlerini kucağımda gezdirdi ve "Aman Tanrım! Bir köpeğin mi var?" diyerek kucağıma ilerledi ve Isla'nın başına hafifçe eliyle dokunup geri çekti. "Ah, evet... Conall'da prens ve prenseslerin evcil hayvan edinmesi eski bir gelenektir."

"Vay canına! Bu gerçekten harika olmalı..." diyerek hülyalı hülyalı Isla'ya bakındı Taehyung. "İsmi ne?" diyen Jin'e, "Isla." diye yanıt verdim.

"Demek Isla... Gerçekten sevimli."

"Aslında Senga'da prensesler ya da soylu kadınlar köpek edinmezler." diyen Jimin'e kaşlarımı istemsizce çatarak baktım. "Neden ki?"

"Çünkü tüyleri kıyafetlerine yapışıyor!" diyerek gülmeye başladı. Güldüğünde gözleri gözükmüyordu ve Tanrı aşkına gerçekten çok güzel gülüyordu!

Ben de ona gülerek karşılık verdim ve "Acaba saray mutfağı nerede? Isla'nın karnı acıkmış..." dediğimde Taehyung bana şaşkınca baktı ve "Bana Conall köpeklerinin konuşabildiğini söyleme..." dedi.

Gerçekten o kadar ciddi sormuştu ki bir an ben bile Isla'nın konuştuğunu düşündüm. "Tabii ki konuşuyorlar." diye oyunbaz bir cevapla karşılık verdiğimde aslında amacım tamamen alaydı fakat Taehyung ciddiye almış gibi hafifçe Isla'ya doğru eğildi ve "TaeTae de, Isla. TaeTae~" dediğinde açıkçası dehşete kapılmıştım.

Diğerlerine şok içinde baktığımda Seok Jin'in kafasını iki yana sallayarak elini alnına çarptığını, Jimin'in gülerek ifademi izlediğini gördüm. Jungkook'un ise kaşları hafifçe kalkmış, tavşan dişleri gözükmüştü.

Jin, dehşet ifademi görünce "Tae, Roséanne sadece şaka yapmıştı." dedi. Taehyung hayal kırıklığı ve şaşkınlıkla bana baktı. "İnanamıyorum, Rosie! Beni nasıl kandırırsın!" dediğinde "B-ben... Ciddiye alacağını düşünmemiştim?" diyerek şaşkınlık içinde soludum.

"Hadi gel, Rosie. Seni mutfağa götüreyim." dedi Jimin ve bana doğru kolunu uzatmıştı ki omzumda bir el hissettim ve "Teşekkürler, hyung. Prensesle konuşmam gereken birkaç şey var, ben eşlik ederim." diyen Jungkook'un sesini duydum.

Ben de diyorum ki dilini mi yuttu bu...

Jimin hafifçe sırıttı ve başını sallayarak onu onayladı. Daha sonra Jungkook hafifçe dün gece yaptığı gibi elini öne doğru uzattı ve ilerlememi lütfetti bir nevi. Taehyung'un şokundan sıyrıldım ve bedenimi ileriye atarak yürümeye başladım.

Jin'in, "Kızı daha ilk sabahından korkuttun Tae." diyen isyanını ve Tae'nin, "Aman hyung... Ciddiye almışım bir an ne yapayım?" dediğini duydum.

Taehyung gerçekten çok tatlıydı. Kahverengi saçları kulağının ardına kadar uzamıştı ve sevimli kare gülümsemesiyle gerçekten çok karizmatikti. Jimin ise diğerlerinin aksine sarı bir saç rengine sahipti. Conall'da ve Senga'da farklı saç rengine, ten rengine sahip insan sayısı fazlaydı ve bu bence oldukça güzel bir şeydi. Farklı insanların bir arada yaşaması... Park Jimin de bu farklılıklardan biriydi. Jin'in ise siyah saçları vardı fakat beyaz teniyle o kadar uyum içindeydi ki, ona kapılmamak imkânsızdı.

Senga prenslerinin hepsi öldürücü bir yakışıklılığa sahipti ve bir tanesinin yakında kocam olacak olması istemsizce kalbimi çarpıtıyordu.

Sessizce beni yönlendirmesine izin verdiğim Jungkook oldukça gergin görünüyor, ince dudaklarını çıkık ön dişleriyle çekiştirip duruyordu. Ah, gerçekten tavşana benziyordu! Bu istemsizce beni güldürdü ve bakışlarının odağını yüzüme çevirdi.

"Komik bir şey mi oldu?" diye derin bir sesle sorduğunda başımı hızlıca iki yana salladım ve kızıl saçlarımdan yüzüme düşen tutamları nefesimle geriye doğru ittirdim. Bakışları hâlâ üzerimdeydi ve bu beni germişti.

İndiğimiz merdivenlerden sonra hemen sağa saptık ve açık kapının ardındaki o koşuşturmayı gördüm. Mutfakta harıl harıl çalışılıyordu fakat herkes işinden oldukça memnun gibiydi. Kimisi dudaklarıyla ıslak çalarak bir şeyler mırıldanıyor, kimisi güle eğlene yemek yapıyordu... Muhteşem bir tabloydu.

Jungkook ve beni ilk fark eden genç bir kız oldu. Hafifçe öksürdü ve "Majesteleri..." diyerek karşımızda eğildi. Benim yaşlarımda sarışın bir kızdı. Her Sengalı'nın gözü çekik değildi fakat kraliyet mensuplarının hepsi çekikti. Halkın bir çoğu Sibirya'da yaşıyor, kimisi ise uzak doğuda. Öğretmenimin söylediğine göre Senga Krallığının kurucusu, uzak doğuda yaşıyormuş ve göçlerle Shin'e gelerek burada imparatorluğu kurmuştu.

Toprakları oldukça geniş coğrafyaya yayıldığı için küçük elçilikler hâlinde yönetilen bir krallıktı. Elçiler bulunduğu şehrin vergilerini topluyor ve kraliyete sunuyordu.

"Ah, efendim... Bir şey mi istemiştiniz?" diyen yaşlı kadın bir bana, bir elimdeki Isla'ya ve bir de Jungkook'a bakıyor sonra tekrar başa sarıyordu. "Ah, büyükanne sarayımızda bir köpek var ve karnı çok açmış." diyerek bize soru soran yaşlı kadının yanına gitti ve koşarak ona sarıldı Jungkook. Büyükanne dediğine göre oldukça sevdiği ve saydığı bir kadın olmalıydı, bu yüzden ben de ona uygun davranmalıydım.

Hafifçe eğilerek içeri girdim ve mutfaktakilere hitaben, "Merhaba, lütfen işinize devam edin... Bir ekmek parçası alsam yeterli." diyerek adımladım. Yaşlı kadın ve Jungkook'un yanına geldiğimde Isla'nın tüyleri yemeklere gitmesin diye biraz temkinli gidiyordum.

Yaşlı kadından biraz uzaktaydım ve o henüz pişirmekte olduğu ekmeklere oldukça yakındı bu yüzden "Efendim, tüyleri ekmeklere düşmesin yanınıza gelemiyorum." diyerek mahcupça yaşlı kadına baktım.

Kadın gülümseyerek bana baktı ve "Aman, majesteleri olur mu öyle şey... Siz kim ayağıma gelmek kim?" dedi ve kendince başını iki yana salladı kadın. Jungkook kaşlarını çatarak kadına baktı ve "Bir daha kendini küçümseme, büyükanne." diyerek hafifçe kızdı.

Sonra bana döndüğünde "Aman bizim deliye bakma sen... Benim sıradan bir köylü kadın olduğumu unutuyor bazen." diyerek hafifçe yakardı. "Hayır, efendim. Hangi statüye sahip olduğumuz önemli değil, siz yaşlı bir kadınsınız ve bizim size saygı gösterip hürmet etmemiz bir insanlıktır."

"Ah, pek de bilmiş bir kız bu Jungkook..." diyerek gülümsedi ve Jungkook'a baktı. Jungkook onu kafasıyla hafifçe onaylayınca "Aman tutmayın beni siz ekmekler yetişmeyecek! Danbi sen de prensese ekmek ver kızım, ne diye dikiliyorsunuz orada?" diyerek hem bize bir fırça, hem de mutfaktakilere bir fırça attı.

İsminin Danbi olduğunu öğrendiğim genç kız hızlıca bir ekmek kaptı ve yanıma gelerek bana uzattı. Ona teşekkür ettim ve Jungkook'a hitaben, "Biz gitsek iyi olur. İnsanları işinden alı koyduk zaten..." diyerek mahcupça mutfaktakilere baktım.

Yaşlı kadın öyle yapmadığıma dair bana birkaç kelime ettikten sonra bizi resmen mutfaktan kovdu. Ön kapıya doğru gidecekken Jungkook bileğimden tutarak mutfağın arka tarafında kalan kapıya doğru hafifçe sürükledi beni. Şaşkınlık içinde bir bileğimi tutan eline, bir de büyükanneye bakıyordum.

Büyükanne bana ağzını oynatarak 'Deli o deli' dediğinde hafifçe kıkırdadım. Mutfaktan çıktığımızda sarayın arka bahçesine gelmiştik. Jungkook kapıdan çıkar çıkmaz ellerini bileğimden hızlıca çekti ve "Yönlendirmek için tuttum." diyerek eliyle ensesindeki saçları karıştırdı.

Önemli olmadığına dair bir şey gevelediğim sırada ekmekten bir parça kopardım ve avucuma koyarak Isla'nın yemesini sağladım.

"Şu ileriye oturalım mı? Seni buraya konuşmak için getirdim..." dediğinde onu onayladım ve tahta bir oturağa oturduk. Karşımızda yapay bir göl gibi bir şey vardı ve oldukça hoşuma gitmişti.

Isla'yı gezmesi için kucağımdan indirdim ve ekmeğini küçük lokmacıklar hâline getirdikten sonra yere koydum. Isla ayağımın dibinde yemeğini yerken bana bakan Jungkook'a çevirdim gözlerimi.

"Açıkçası ben de seninle konuşmak istiyordum..." dediğimde bana baktı ve kafasıyla onayladı. "Dün gece hakkında sanıyorum?"

"Evet, öyle. Önce sen anlat lütfen." dediğimde başıyla onayladı ve "Dün gece seni kıracak bir şey söylediysem özür dilerim. O an oldukça gergindim ve ne diyeceğimi bilememiş olabilirim..." Kafamı onu onaylarcasına salladım.

"Bak, Roséanne. Bundan sonraki yıllarımızı beraber geçireceğiz ve böyle en ufak şeylerde kaçıp gidemeyiz. Açıkçası dün sen gittikten sonra annemle uğraşmak zorunda kaldım..." Ne yani annesi onu fırçaladı diye mi gelip benimle konuşuyordu?

Mary'nin sözleri belirdi aklımda. Kesin bir yargıya varmamalı ve yanlış anlaşılmalara yer vermemek için öylece çekip gitmemelisiniz. Onu dinleyin ve yanlış anladığınız kelimeleri ona sorun.

"Ne yani annen seni fırçaladı diye mi burada benimle konuşuyorsun?" diyerek duygularımı apaçık ortaya serdim. Jungkook şaşkınlıkla bana baktı ve "Hayır, öyle demek istemedim... Sadece biliyorsun ömrümün çoğu seninle geçecek ve her tartıştığımızda annemin ya da bir başkasının kulağına gitmesini istemiyorum. Bu ikimiz hakkında da dedikodular çıkarabilir ve çıkarttı da..."

"Dün gece hakkında mı?"

"Evet, beni öylece bırakıp gitmen insanların ağzına laf yapmış işte."

"Anlıyorum ve senden özür diliyorum, Jungkook. Anlık öfkelenip yanlış anlaşılmayı düzeltmemek benim hatam ve bu dedikodularda... Böyle bir şey yapmayacağıma dair sana söz veriyorum. Ucunda ne olursa olsun seni dinleyeceğim bundan sonra." dediğimde hafifçe gülümsedi ve başıyla onayladı.

"Açıkçası kafama bir şey takıldı, Roséanne." dediğinde "Rosie de lütfen... İnsanlar bana öyle seslenir." diye onu hafifçe düzelttim. Aslında bu samimiyet kurmak için yaptığım bir davranıştı ve o da bunu anlayarak gülümsemesini genişletmişti. Şimdi ortaya tavşan dişleri çıkmıştı ve gerçekten güzel gülümsüyordu.

"Dün gece bana bahsettiğin baskı hakkında..."

"Ah, demek o mesele..." diye gergince gözlerimi ondan aldım ve hafifçe ayağa kalkarak nasıl başlayacağım ile ilgili süre kazanmak için suya doğru ilerledim ve elimi hafifçe suda gezdirerek ona doğru döndüm.

Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecektim ki saray muhafızı hızla adımlarla yanımıza geldi ve eğilerek, "Efendim saray eğlencesi için ortak salona çağrılıyorsunuz." dedi ve yine eğilerek yanımızdan ayrıldı. "Sonra anlatırım, bekletmeden gidelim..." dediğimde Jungkook da başını onaylar anlamda salladı ve ben yerimden kalkana kadar yanımda bekledi. Daha sonra yan yana arka kapıdaki merdivenleri hızlıca çıkarak kalabalık koridora adım attık.

"Ah bir ara kesinlikle sarayda gezinmeliyim, neredeyse hiçbir yeri bilmiyorum." dediğimde güldü ve "Yanına bir muhafız alarak gezsen iyi olur, fazlasıyla karışık bir yapısı var ve kaybolabilirsin... Özellikle gizli tünelleri keşfedersen işler daha da karmakarışık olur." dedi.

"Gizli tüneller mi?"

"Ah, evet acil durumlarda kullanılabilmek için yapılmış bir şey. Tabii çoğu kimse bilmiyor, ben de küçükken saklanmak için bulmuştum. Hiç ummadığın yerlerden çıkıyorlar." dediğinde başımı salladım. Birkaç dakika sonra ortak salona gelmiştik. Salon, dün gece yemek yediğimiz salonun neredeyse beş altı katıydı ve iki büyük taht tam karşımızdaydı.

Kucağıma aldığım Isla'yı yanımdan geçen bir kadına verip leydilerimden birine ulaştırmasını söyledikten sonra kral ve kraliçenin yanına doğru Jungkook'un arkasından ilerledim. Kral, kraliçe ve prensler ortak bir yerde konuşurken kralın diğer eşleri etrafa dağılmış bir şekilde sarayın içindeki soylularla konuşuyorlardı.

Yanlarına vardığımızda eğildik ve kalkarak onlara selam verdik. Kral, "Ah barışmanıza sevindim. Dün gece duyduğuma göre biraz gergin geçmiş." diyerek tam anlamıyla boş boğazlık yaptı. Sinir olmuştum fakat yüzüme sahte bir gülümseme koydum ve Jungkook'a söz hakkı tanımadan, "Gerginlik her an olabilir fakat en ufak bir gerginlikte dedikodu çıkması hoş değil tabii." diyerek kendimce cevabı verdim. Gerçekten sinirlenmiştim. Tamam, insanların ağzı torba değildi bağlayamazdık fakat yine de sinir bozucuydu!

Kral bana diğerleri gibi şok içinde bakarken acaba fazla mı konuştum diye düşündüm fakat kral birden kahkaha atınca ben de tereddütten sıyrıldım ve hafifçe güldüm. "Rosie, sanırım sana bir kez daha bayıldım! Ah bu saraya kesinlikle bir Conall prensesi lazımmış! Hem komik, hem açık sözlü, hem de nazik... Çok iyi yetiştirilmişsin, senin gibi bir kızım olmasını isterdim." dediğinde prenslerin gülen yüzleri babalarının son söyledikleri ile durgunlaştı. Nedenini bilmiyordum fakat bu kötü hissettirmişti. Bu yüzden, "Siz zaten mükemmel yedi tane evlada sahipsiniz." diye karşılık verdim.

Kral hafifçe tebessüm etti ve "Prenslerim hakkında bu cevabı senden duymak beni onurlandırdı, Rosie. Ah, her neyse sanırım bir kadeh daha şarap içeceğim siz burada gençler olarak eğlenin." diyerek ilerledi.

Kraliçe de "Uslu durun ve çok içmeyin." diyerek hızlıca kralın arkasından ilerledi. Kenarda gördüğüm içkilere doğru ilerlediğimde prensler yeni bir sohbet başlatmıştı. Gümüş bardağın içindeki sıvıyı kokladığımda farklı olduğunu fark edince kaşlarımı çatarak ne olduğunu düşünmeye başladım.

"Onu içmesen iyi olabilir, seni çarpabilir... Aramızdaki içkiye karşı en dirençli olan Taehyung olmasına rağmen o bile birkaç kadehte sarhoş oluyor." diyen Kim Namjoon'du. Onun hakkında çok bilge olması, çok kitap okumasıyla ilgili bir çok övgü dolu kelam duymuştum. Bardağı hafifçe gülümseyerek yerine bıraktım ve şarap dolu olan bardağı elime alarak dudaklarıma götürdüm.

"Az önce ne yaptığını fark ettim, Rosie." dediğinde kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Babam öyle söyleyince kardeşlerimin yüzünün düştüğünü gördün ve bizi övdün... Hem de daha tanımadan." dediğinde başımı gülerek iki yana salladım. "Hepiniz hakkında birçok şey biliyorum."

"Nasıl yani?" diye sorduğunda soju içtiğini fark ettim. "Mesela senin en sevdiğin şeyin bir çınar ağacı altında kitap okumak olduğunu, Yoongi'nin uykusuna çok düşkün olduğunu, Seok Jin'in siyasetle çok ilgili olduğunu, Taehyung'un kadınlara fazla meraklı olduğunu, Hoseok'un çok fazla güldüğünü ve size umut verdiğini... Jimin'in en çok sevdiği şeyin dans etmek olduğunu biliyorum..." dediğimde gözleri şaşkınlıkla aralandı fakat sonra bir şeyi hatırlamış gibi başını salladı.

"Bang Si Hyuk'un sana eğitim vermek için Conall'a taşındığını hatırlıyorum... O söylemiş olmalı." dediğinde başımı onaylar anlamda salladım.

"Peki ya Jungkook? Onun hakkında neden bir şey söylemedin?" dediğinde gözüm ileride Jimin ile gülüşerek bir şeyler konuşan Jungkook'a takıldı. O da ona baktığımı fark etmiş gibi buraya baktı.

"İşte sorun da bu, Kim Namjoon. Onun hakkında bildiklerim bir elin parmağını geçmez çünkü o, bana onun kapalı bir kutudan farksız olduğunu söyledi. Onu çözmek için didinip duracağımı ama o istemezse asla bir şey bilemeyeceğimi..." dediğimde gözlerimi Jungkook'tan aldım ve Namjoon'a çevirdim.

"Fakat onun hakkında bildiğim çok değerli bir şey var." dediğimde Namjoon kaşlarını çatarak bana baktı. "Nedir o?"

"Seni örnek aldığını çok iyi biliyorum."

Continue Reading

You'll Also Like

43.3K 4.5K 22
"MİNHO EZ BENİ"
9.6K 767 44
[Tamamlanmıştır.] . . . . "Çünkü mavi umudu temsil eder ve ben de birgün mutlu olmayı umuyorum." . . . -Kurgunun şarkısı [ Jungkook- Euphoria] . . -S...
353 69 8
Ellerimi yumruk yapıp sıktım ve gözlerimi yumarak bağırdım. "Seni seviyorum! Duyduğun en kötü şey bu mu?!" . . . 14.05.2024
165K 13.1K 34
"Gelecek, geçmişin ellerinde doğar." [Tamamlandı] {250317-180617}